Arama

Kıssadan Hisseler - Sayfa 7

Güncelleme: 10 Aralık 2018 Gösterim: 82.941 Cevap: 180
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #61
arwen - avatarı
Ziyaretçi

KABİRDE KONUŞAN GENÇ


Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel. Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel. Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede.
Sponsorlu Bağlantılar
Hz. Ömer'in (R.A.) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü.
Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu.
Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü:
'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler.' (A'raf/201)
Hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular. Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler. Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası:
- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu. Oğlu:
- Bir şeyim yok. dedi. Babası:
- Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası:
- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Ömer'e bildirildi. Hz. Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:
- Bana niye haber vermedin? diye sordu. Gencin babası:
- Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi. dedi. Hz. Ömer:
- Bizi onun kabrine götürün. dedi. Hz. Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hz. Ömer (R.A):
- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi. Kabirdeki genç konuşup:
- Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi. diye cevap verdi.
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 19:29
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #62
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bir gencin tövbesi


Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
Sponsorlu Bağlantılar
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 19:30
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #63
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Beş şeyi çok iyi değerlendir !
Peygamber efendimiz s.a.v. bir sahabiye öğüt için şöyle buyurmuştur.
Beş şeyden önce, Beş şeyi çok iyi değerlendir.
1. İhtiyarlamadan önce gençliğini !
2. Hastalanmadan önce sağlığını !
3. Meşguliyetten önce boş zamanı !
4. Fakir düşmeden önce zenginliğini !
5. Ölmeden önce hayatını !
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 19:30
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #64
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

SELÂM’IN BÜYÜSÜ


Yıl 1945; İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği sene..Ruslarla Almanların kanlı savaşı bitmiş, artık her ülke kendi içine ve işine çekilmişi. Her iki taraf da büyük zayiat vermiş, esirler alınmış, esirler verilmişti. Mağlup olmasına rağmen Alman imparatorluğu da az çok esir almış; sıra bu esirlere ne yapılacağına gelmişti. Nihai karar, hepsinin öldürülmesi şeklinde çıkmıştı.
Bu esirler içerisinde Azerbaycan’lı çiçeği burnunda genç Yusuf da vardı. Esirlerin öldürülmesine sıra gelmişti. Alman askerleri, esirleri bir bir alıyor, esrarengiz bir karanlığa doğru götürüyordu. Gidiş o gidişti, giden artık dönmeyecekti. Sonunda sıra Yusuf’a gelmişti, sonucu biliyordu, kurtuluş yoktu, ümidini kesmişti. Alman askerleri Yusufu infaz komutanı H.George’un yanına getirmişlerdi ki Yusuf komutana gayr-i ihtiyarı “selâmün aleyküm” deyiverdi.
Komutan şaşırmıştı, bir şey anlamamıştı. Tercüman getirtti ve Yusuf’un aynı sözü tekrarlamasını emretti. Yusuf daha da korkmuştu ama aynı sözü tekrar etmekten başka çaresi yoktu: “Selâmün aleyküm” dedi tekrar. Mütercim bu cümlenin, müslümanlar arasında bir selamlaşma olduğunu; bu ifadelerle onların karşılaştıklarında birbirlerine emniyet, huzur, güven ve esenlik dileğinde bulunduklarını söyledi. Hıristiyan olan komutan Yusuf’un müslüman olduğunu anlamakta gecikmedi. O, esirler içerisinde bir müslümanın da bulunabileceğini
tahmin etmemişti.
Komutanın birden kafası karıştı, gönlü yumuşadı, ne yapacağına karar veremedi, büyülenmiş gibi oldu. Yusuf’u da öldürmeli miydi? Zihni bulandı, acil karar vermek istemiyordu, Yusuf’un esirler kampına geri götürülmesini emretti. Onun hakkındaki hükmünü sonra verecekti.
Komutan hıristiyandı, dinsiz değildi. Dinsizlerin öldürülmesine hiç acımıyordu. Yusuf müslümandı, bir dine inanıyordu. Yusuf alışkanlık haline getirdiği bir güzel adeti burada da yerine getirmişti, dininin kendine tavsiye ettiği “Tanıdığına, tanımadığına selam ver” nebevî öğüdünü burada da uygulamıştı. Doğru mu yapmıştı yanlış mı bilmiyordu, ama işler birden değişmişti. Kurtuluş ümidi yoktu, ama en azından ölüm infazı gecikmiş olacaktı.
Yusuf selam vermişti, neticede bir adı da “Selâm” olan Yüce Mevla’nın adını anmıştı. Selam: Selamete ulaştıran demektir. Yusuf şimdilik selamete ulaşmıştı. “İyi ki selam vermişim” dedi, birden sevindi, coştu. Belki bu selam onun kurtuluşuna vesile olacaktı. Dua etti, yalvardı, yakardı. Esir kampında tutuluyordu. Ne kadar tutulacaktı, sonuç ne olacaktı bilmiyordu.
Yusuf bir yolunu bulup kamptan kaçmayı başardı, yakalanmadı, ama çekmediği zorluklar kalmadı; hayati tehlikeler atlattı, kaç gece ıssız dağlarda aç susuz kaldı, Allah’ın yardımı ile aylar sonra memleketine ulaştı. Kendisini bir kahraman gibi karşıladılar. Annesi, babası, akrabaları, arkadaşları velhasıl herkes göz yaşlarıyla karşıladı onu, bağrına bastı. Ne zorluklar çekmemişti ki!
Memleketine döneceğine hiç ama hiç ihtimal vermiyordu. Herkes bu olayın nasıl gerçekleştiğini, nasıl kurtulduğunu merak ediyor, durmadan soruyorlardı. Yusuf olayı tüm teferruatıyla anlattı, anlattıkça ağladı ve herkesi ağlattı.
Yusuf artık söz vermişti, dinini iyi öğrenecekti. Bulunduğu yerde dini öğretecek kimse yoktu, ama o azmetmişti. Neticede öğrendi ve köyüne imam oldu. Artık kendisi dini öğretiyordu. Herkese anlatıyordu. Hele oğullarına dinini çok güzel öğretmişti. Cıvıl cıvıl iki genç delikanlı yetiştirmişti. Oğulları dinini, vatanını, milletini çok seviyorlardı, öyle görmüşler, öyle yetişmişlerdi.
Nihayet Ermenistan, Karabağ bölgesine saldırıya geçti. Evet, Yusuf Efendi’ye tekrar görev düşmüştü, o canını kurtarmış, Allah da kendisine iki genç evlat nasip etmişti. Evlatlarını çağırdı ve vatanı savunmanın ne demek olduğunu anlattı. Sonra da her iki ciğerparesini gönüllü olarak cepheye sürdü. Evlatlarını çok seviyordu, onların ayağına diken batmasına bile tahammülü yoktu. Ama dava büyüktü. Sahipsiz bırakılamazdı.
Evet uzun lafa gerek yok, Yusuf Efendi’nin iki oğlu da şehid olmuştu, Allah makamlarını cennet eylesin (Ruhları için birer Fatiha okuyalım.) Yusuf Efendi hayattaydı; yıl 1992. Şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Hayatta tahmin etmediğimiz ne sürprizler bekliyor bizi bilmiyoruz. Ama çok küçük dahi olsa İslâmî hassasiyetlere dikkat etmenin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Velhasıl selâm deyip geçmemek lazım!..
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Batı ülkesinde, birkaç Anadolulu genç, doktora çalışması yapıyorlardı. Bir Asya ülkesinden gelmiş ve köken itibarıyla pagan bir toplumun fertleri olan üç arkadaş da aynı üniversitede doktora çalışması yapmakta idiler.
Ama bunlar felsefe okuyup ilmî ve fennî araştırmaların içine girince kendi pagan anlayışlarını tamamen bırakmışlardı. Müslüman öğrencilerle tanışınca da merakla durmadan dinî sorular soruyorlardı. Bizimkiler dinî bir okulda okumamışlardı; ama Külliyât’ı iyi mütâlaa etmişlerdi. İnkârcı felsefeden gelen bütün itirazların cevabını Kur’an-ı Kerim’in bu tefsirinde bulmuşlardı. Bu sebeple arkadaşlarının yaratılışla ilgili sorularının cevabı için 23. Lem’a olan Tabiat Risalesi’ne müracaat etmişlerdi. Orada yaratılış ile ilgili dört ihtimal ve yol gösteriliyor. Bunlardan önce sebeplerin üzerinde duruluyor. Temsillerle mesele akla yaklaştırılıyor ve bu akılsız, şuursuz sebeplerin asla yaratıcı olamayacakları gösteriliyordu. Sonra da eşyanın kendi kendine bu düzeni kuramayacağı ve canlıları asla meydana getiremeyeceği izah ediliyordu. Üçüncü ihtimal olarak tabiat konusu ele alınıyor, onun da bu hârika nizamı ve canlıları yaratamayacağı anlatılıyordu. Böylece ilim, kudret ve hikmet sahibi ezelî ve ebedi bir Zat’ın yani Allah’ın her şeyi yarattığı gerçeği kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Öldükten sonra dirilme meselesi ise Onuncu Söz olan Haşir Risalesi’nde yine aklî ve mantıkî delillerle anlatılıyordu. Meleklerin varlığı hakkında Yirmi Dokuzuncu Söz, ilmî delillerle meseleyi akla ve mantığa yaklaştıran temsillerle gerçekleri güzel bir şekilde ortaya koyuyordu.
Bunlar üzerinde sohbetler devam ederken bir tanesi Müslüman olmaya karar verdi. Memleketine gidince de annesine artık Müslüman olduğunu söyledi. Bir yanlış tepki beklerken onun yumuşak bir tavırla “Bak sana bir şey anlatayım...” dediğine şahit oldu ve kulağını ona verdi. Şöyle diyordu:
“Oğlum uzun zaman benim çocuğum olmamıştı. Pek çok doktora başvurduk bir netice alamadık. Bu sefer kendi tapınaklarımızda dualar ettim, olmadı. Ümidimi artık kesmiştim. Bizim fakir bir Müslüman komşumuz vardı. O kadına gittim. Derdimi anlattım, üzüntümü belirttim. Bana ‘Sen hiç Müslümanların mescitlerine gittin mi?’ diye sordu. Ben de ‘Hayır’ deyince, ‘Sen evine git baştan aşağıya iyice bir yıkan da gel.’ dedi. Ben de dediğini yaptım. Beni alıp bir mescide götürdü. ‘Ben namaz kılacağım, sen de benim yaptıklarımı yap. Sonra Allah’a dua ederiz.’ dedi. Namaz kıldıktan sonra beraber Allah’a dua ettik... Bir sene sonra sen doğdun. İlk konuştuğun kelime de ‘Allah’ sözü oldu. Ben ‘Oğlum, anne, de!’ diyordum. Ama sen hep ‘Allah’ diyordun... Tabii sonraları unuttun. Ama şimdi Müslüman olduğunu söylüyorsun. Sen zaten doğduğunda Müslüman imişsin ki, ilk sözün Allah olmuş.” Bir müddet sonra ikinci arkadaşları da İslamiyet’i kabul etti. Üçüncü arkadaşları “Belki kabirde Müslüman olurum!” diyordu. Ama Müslüman arkadaşlarının cana yakın samimi davranışlarına hayran olup arkadaşlarına katıldı. Sonra da gözyaşlarıyla “Ne büyük bir nimet ve lütuf içinde bulunuyorum, yeni fark ediyorum!” dedi...
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:49
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #66
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Cennet kokularini duyuyorum


Uhud savaşı bittikten sonra Peygamber Efendimiz Zeyd b. Sâbit'i, savaş meydanındaki yaralılar arasında Sa'd b. Rebî Hazretlerini aramaya göndererek buyurdular ki:
"Şayet onu bulursan, selâmımı söyle ve kendisini, nasıl hissettiğini sor."
Savaş meydanını dolaşan Zeyd b. Sâbit bu zatı, yaralılar arasında bulduğunda, son nefesini vermek ve şehadet şerbetini içmek üzereydi. Hemen yanına yaklaşıp dedi ki:
"Ey Sa'd! Resûl–i Ekrem'in sana selâmları var. Kendini nasıl hissettiğini soruyor."
O yaralı hâliyle son nefesini vermekte olan Sa'd b. Rebî Hazretleri Resûlullah'ın selâmını duyunca tebessüm ederek şöyle cevap verdi:
"Sen de, Peygamber Efendimize benim selâmımı arz et! Kendimi nasıl hissettiğime gelince, Ben şu anda cennet kokularını duyuyorum. Medineli Müslümanlara da söyle ki, tek kişi kalsalar bile; Peygamber Efendimizi müdafaada ve ona hizmette kusur etmesinler. Yoksa özürleri, kabûl olunmaz."
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti. Birkaç yıl sonra Zeyd b. Sâbit işte bu büyük şehidin kız kardeşiyle evlenecekti.
Medinelilerin okuryazarları pek azdı. Peygamberimiz Bedir'de esir edilen Kureyş müşriklerinden, malî durumu kurtulmalık akçesi ödemeye elverişli bulunmayan her birisinin ensar çocuklarından on çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakacaklarını açıklamıştı. Zeyd b. Sâbit de o zaman okuma yazma öğrenmiş olan ensâr çocuklarındandı
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:40
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #67
arwen - avatarı
Ziyaretçi

ŞEYTANI DİZE GETİREN TÖVBE-İSTİĞFARLAR


Bir sabah meşhur sahabelerden birisinin şiddetle kapısını vurup uykudan uyanması sağlanır. Güneşin doğmasına az kalmıştır. Sahabe, “sen kimsin? Bu saatte benden ne istiyorsun?” diye sorar. Kapıyı vuran, “ben inanmayacaksın ama şeytanım, senin güneş doğmadan önce sabah namazını kılmanı istiyorum. Hemen acele et!...” der.
Sahabe, “sen hep şer peşinde koşarsın, niçin böyle bir hayra sebeb olmak istiyorsun?” diye sorunca:
-“Evet doğru…ama hatırlayacaksın geçen, seni bir defa seni meşgul ettim, gaflete boğdum ve sabah namazına kalkmanı engelledim. Fakat sen öyle bir pişmanlık gösterdin, öyle bir tevbe istiğfar ettin ki, sabah gafletinle beraber daha pek çok günahlarını da affettirdin. Bu işten ben zararlı çıktım. Onun için şimdi kurnazlık yapıp, bir daha öyle bir dua ve yalvarmayla tövbe etmemen için sana iyilik yapıyormuşum gibi davrandım. Fakat sen acele et, yeni geç kalıp başıma iş açacaksın,” diye cevap verir.
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #68
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Kusur kardeşinin karnındadır


Ebû Saîd–i Hudrî rivayet ettiği bir hadis–i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Birtakım yöneticiler türeyecek, onların etrafını birtakım adamlar saracak. Bunlar zulüm edecekler, yalan söyleyecekler. Bunların yanına giren, onların yalanlarına inanan, onlara zulümlerinde yardım eden, benden değildir, ben de ondan değilim. Bunlara karışmayın, bunların yalanlarına inanmayın. Bunların zulümlerine yardım etmeyen kimse, benden, ben de ondanım. "(1)
Ebû Saîd el–Hudrî Hazretleri şöyle bir olay anlatır:
"Peygamber Efendimize bir kimse geldi ve:
"Kardeşimin karnında rahatsızlığı var, ne yapayım?" diye sordu. Peygamber
Efendimiz de ona:
"Bal şerbeti içir!" buyurdu. Soran kimse gidip, kardeşine bal şerbeti içirdi. Ertesi gün geri gelip, "Kardeşine bal şerbeti içirdiğini, ama rahatsızlığının arttığını" söyledi. Peygamber Efendimiz yine buyurdu ki:
"Git ve ona bal şerbeti içirmeye devam et!" dedi. O kimse gitti ve ertesi gün tekrar gelip, "Kardeşine bal şerbeti içirdiğini ve rahatsızlığının daha da arttığını" söyleyince, bu defa Peygamber Efendimiz o kimseye şöyle buyurdu:
"Allahu Teâlâ'nın kelâmında yanlışlık olamaz. Kusur kardeşinin karnındadır. Git ve ona bal şerbeti içir!"
O kimse yine gidip kardeşine bal şerbetini içirince, kardeşi iyi oldu.
1– Ahmed b. Hanbel, "Müsned", III, 6–24
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:41
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #69
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Sözün Yalanına

Bir gün Tebriz'de bir yahudi, Şems'e gelerek:
- Müjde ya Şems, Mevlana geliyor !...
Şems, bu müjde üzerine elinde ne v ar ne yoksa bu yahudiye hediye eder. Biraz sonra başka biri Şems'e gelerek:
- Yahudi seni aldattı ve bütün malını aldı. Ortada ne Mevlana var, ne birşey... Gelen giden yok... Yahudi seni aldattı.
Şems :
- Biliyorum, ben malımı ve mülkümü bu sözün yalanına verdim, doğrusuna canımı vermek lazımdı.
Dostluk.... Büyüklerin dostluğu....
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #70
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Zeyd b. Sâbit Radıyallahu Anh, ashâb–ı kirâmın büyüklerinden olup, Peygamber Efendimizin vahiy katiplerindendir. Hicretten yaklaşık on bir yıl kadar önce Medine'de doğmuştur. Ensârdan, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccârogulları'na mensuptur. Künyesi Ebû Saîd veya Ebû Sâbit'tir. Ayrıca Ebû Hârice veya Ebû Abdurrahman da denilmektedir. Lâkabı ise, el–Kârî' ya da el–Mukrî' veya Kâtibü'l–Vahiy'dir.
İslâm ile şereflenmeden evvel Evs ve Hazrec kabileleri arasında yıllarca süren harpler olmuştu. İşte Zeyd b. Sâbit'in babası da hicretten evvel "Yevmü'l–Buâs" gününde, Evs ile Hazrec kabileleri arasındaki çarpışmada öldürülmüştü. O sıralarda Zeyd b. Sâbit henüz altı yaşlarında bir çocuk idi. Küçük yaşta babasını kaybeden Zeyd b. Sâbit yetim olarak büyümüştü.
Annesi tarafından büyütülüp yetiştirilen Zeyd b. Sâbit, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye hicret ettiğinde, hâlâ çocuk sayılabilecek bir yaştaydı. Bu konuda kendisi şöyle demiştir:
"Resûlullah Medine'ye geldiği sıralarda ben on bir yaşlarında idim."
Zeyd b. Sâbit, çok akıllı, zeki ve hafızası da son derece güçlüydü. Daha çocuk yaşındayken Kur'an'dan on yedi tane sûre ezberlemişti. Anlatılır ki, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslâmiyet'i öğretmek üzere Medine'ye ashâb–ı kirâmdan Mus'ab b. Umeyr'i göndermişti. O da hemen Medine'de tebliğ ve davet çalışmalarına başlamış, böylece insanların İslâm ile şereflenmelerine vesile olmuştu. İşte bu sıralarda henüz çocuk denecek yaşlarda olan Zeyd b. Sâbit de, Mus'ab b. Umeyr vâsıtası ile Müslüman oldu. Müslüman olunca hemen Kur'an–ı Kerîm'in vahyolunan âyetlerini ezberlemeye başladı. Nitekim Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm Medine'ye hicret ettiğinde Kur'an–ı Kerîm'den on yedi tane sûre ezberindeydi. Küçük yaşına rağmen öylesine gayretliydi ki, sadece ezberlemekle kalmıyor, bir taraftan da Benî Neccâr kabilesinin çocuklarına Kur'an–ı Kerîm öğretiyordu
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:41

Benzer Konular

17 Ekim 2018 / AreX Kahve Molası
6 Nisan 2009 / nılufer Soru-Cevap