SELÂM’IN BÜYÜSÜ
Yıl 1945; İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği sene..Ruslarla Almanların kanlı savaşı bitmiş, artık her ülke kendi içine ve işine çekilmişi. Her iki taraf da büyük zayiat vermiş, esirler alınmış, esirler verilmişti. Mağlup olmasına rağmen Alman imparatorluğu da az çok esir almış; sıra bu esirlere ne yapılacağına gelmişti. Nihai karar, hepsinin öldürülmesi şeklinde çıkmıştı.
Bu esirler içerisinde Azerbaycan’lı çiçeği burnunda genç Yusuf da vardı. Esirlerin öldürülmesine sıra gelmişti. Alman askerleri, esirleri bir bir alıyor, esrarengiz bir karanlığa doğru götürüyordu. Gidiş o gidişti, giden artık dönmeyecekti. Sonunda sıra Yusuf’a gelmişti, sonucu biliyordu, kurtuluş yoktu, ümidini kesmişti. Alman askerleri Yusufu infaz komutanı H.George’un yanına getirmişlerdi ki Yusuf komutana gayr-i ihtiyarı “selâmün aleyküm” deyiverdi.
Komutan şaşırmıştı, bir şey anlamamıştı. Tercüman getirtti ve Yusuf’un aynı sözü tekrarlamasını emretti. Yusuf daha da korkmuştu ama aynı sözü tekrar etmekten başka çaresi yoktu: “Selâmün aleyküm” dedi tekrar. Mütercim bu cümlenin, müslümanlar arasında bir selamlaşma olduğunu; bu ifadelerle onların karşılaştıklarında birbirlerine emniyet, huzur, güven ve esenlik dileğinde bulunduklarını söyledi. Hıristiyan olan komutan Yusuf’un müslüman olduğunu anlamakta gecikmedi. O, esirler içerisinde bir müslümanın da bulunabileceğini
tahmin etmemişti.
Komutanın birden kafası karıştı, gönlü yumuşadı, ne yapacağına karar veremedi, büyülenmiş gibi oldu. Yusuf’u da öldürmeli miydi? Zihni bulandı, acil karar vermek istemiyordu, Yusuf’un esirler kampına geri götürülmesini emretti. Onun hakkındaki hükmünü sonra verecekti.
Komutan hıristiyandı, dinsiz değildi. Dinsizlerin öldürülmesine hiç acımıyordu. Yusuf müslümandı, bir dine inanıyordu. Yusuf alışkanlık haline getirdiği bir güzel adeti burada da yerine getirmişti, dininin kendine tavsiye ettiği “Tanıdığına, tanımadığına selam ver” nebevî öğüdünü burada da uygulamıştı. Doğru mu yapmıştı yanlış mı bilmiyordu, ama işler birden değişmişti. Kurtuluş ümidi yoktu, ama en azından ölüm infazı gecikmiş olacaktı.
Yusuf selam vermişti, neticede bir adı da “Selâm” olan Yüce Mevla’nın adını anmıştı. Selam: Selamete ulaştıran demektir. Yusuf şimdilik selamete ulaşmıştı. “İyi ki selam vermişim” dedi, birden sevindi, coştu. Belki bu selam onun kurtuluşuna vesile olacaktı. Dua etti, yalvardı, yakardı. Esir kampında tutuluyordu. Ne kadar tutulacaktı, sonuç ne olacaktı bilmiyordu.
Yusuf bir yolunu bulup kamptan kaçmayı başardı, yakalanmadı, ama çekmediği zorluklar kalmadı; hayati tehlikeler atlattı, kaç gece ıssız dağlarda aç susuz kaldı, Allah’ın yardımı ile aylar sonra memleketine ulaştı. Kendisini bir kahraman gibi karşıladılar. Annesi, babası, akrabaları, arkadaşları velhasıl herkes göz yaşlarıyla karşıladı onu, bağrına bastı. Ne zorluklar çekmemişti ki!
Memleketine döneceğine hiç ama hiç ihtimal vermiyordu. Herkes bu olayın nasıl gerçekleştiğini, nasıl kurtulduğunu merak ediyor, durmadan soruyorlardı. Yusuf olayı tüm teferruatıyla anlattı, anlattıkça ağladı ve herkesi ağlattı.
Yusuf artık söz vermişti, dinini iyi öğrenecekti. Bulunduğu yerde dini öğretecek kimse yoktu, ama o azmetmişti. Neticede öğrendi ve köyüne imam oldu. Artık kendisi dini öğretiyordu. Herkese anlatıyordu. Hele oğullarına dinini çok güzel öğretmişti. Cıvıl cıvıl iki genç delikanlı yetiştirmişti. Oğulları dinini, vatanını, milletini çok seviyorlardı, öyle görmüşler, öyle yetişmişlerdi.
Nihayet Ermenistan, Karabağ bölgesine saldırıya geçti. Evet, Yusuf Efendi’ye tekrar görev düşmüştü, o canını kurtarmış, Allah da kendisine iki genç evlat nasip etmişti. Evlatlarını çağırdı ve vatanı savunmanın ne demek olduğunu anlattı. Sonra da her iki ciğerparesini gönüllü olarak cepheye sürdü. Evlatlarını çok seviyordu, onların ayağına diken batmasına bile tahammülü yoktu. Ama dava büyüktü. Sahipsiz bırakılamazdı.
Evet uzun lafa gerek yok, Yusuf Efendi’nin iki oğlu da şehid olmuştu, Allah makamlarını cennet eylesin (Ruhları için birer Fatiha okuyalım.) Yusuf Efendi hayattaydı; yıl 1992. Şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Hayatta tahmin etmediğimiz ne sürprizler bekliyor bizi bilmiyoruz. Ama çok küçük dahi olsa İslâmî hassasiyetlere dikkat etmenin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Velhasıl selâm deyip geçmemek lazım!..
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2018 22:40