Arama

İslam Dininde Büyü (Sihir) Yapmak ve Hükmü

Güncelleme: 24 Aralık 2012 Gösterim: 59.126 Cevap: 6
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
29 Aralık 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Sihir , Büyü Nedir?
"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!" (Bakara Suresi /102)
Sihir, insanlara yönelik olarak tabiat üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem; bir şeyin veya olayın gerçek huviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesidir. Sihir, İslam'ın kesin olarak yasaklayıp redettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur.
Sponsorlu Bağlantılar
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Siz atın" dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler." (Araf suresi /116)

"...Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor." (Taha Suresi /66)
Esrarengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibariyle çekicilik ve bir de kötü maksat sihrin niteliğini belirler. Sihir, herşeyden önce kendi özünde bir harika değildir. Sebebi herkes için bilinmediğinden, olay bir harika gibi tahayyül olunmaktadır. Bunun içindir ki, sebebi herkes için bilinmeyen herhangi bir gerçek dahi, halkı aldatmak için kullanıldığı zaman bir anlamda sihir olur. Bu sebebin nazarî olarak açıklanabilir bir halde bulunması şart da değildir. Az çok taklit ile meydana getirilebilmesi de kafidir.
İmansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak sihrin köküdür. Sihirbazlar ilimlerden, edebiyattan, felsefeden, teknolojiden, hatta tabiattaki garip ve acîp yaratılışlardan sû-i istimaller ve istismarlar yaparak yararlanmasını bilirler. Bu suretle gerçekleri gizlemek için yazılmış nice felsefeler, nice romanlar, nice tarih kılıklı hezeyanlar vardır. Vaktiyle hikmet ehli kimselerin "Sakın domuzların boynuna inci gerdanlıklar takmayın!" şeklindeki nasihatları, ilmî gerçekleri ve yüksek hakikatleri, bu gibilerin istismarından korumak içindi.

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Kasım 2009       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
BÜYÜ-BÜYÜCÜLÜK
Arapçası sihir demek olan büyü; bazı kabiliyet ve bilgileri kötü amaçla kullanarak insanları etki altına alma, onlardan hile ile çıkar sağlamaya yönelik uğraşıdır. Kâhinlik, falcılık, cincilik gibi faaliyetlerin en kötüsü olan büyücülük, ülkemizde de yaygın ve kârlı bir sektör durumundadır. Kur'ân'ı Kerîm'de de büyü; bilhassa Hz. Musa ile Firavun kıssasında detayları ile verilmiş, büyücülerin yaptıkları hünerlerin nasıl boşa çıkarıldığı, onların kötü ve aşağı durumdan kurtulamayan yalancı ve düzenbazlar olduğu vurgulanmıştır. İslâmiyet; her türlü büyücülüğün öğrenilmesini, yapılmasını büyük günahlardan saymış ve bu uğraşıyı kesin olarak yasaklamıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Büyücülük çok eski devirlerden beri yapılmakta ve birçok türleri de bulunmaktadır. Gildânî Büyüsü (Yıldız Büyüsü), Güçlü Ruh Sahiplerinin Büyüsü, Cincilik en ünlülerindendir. Kur'ân; büyü satıp onunla çıkar sağlayan kimseler olduğunu, kadın ile kocanın arasını açacak büyüler yapıldığını, ancak Allah'ın izni olmadıkça büyü ile kimseye zarar verilemiyeceğini açıklamaktadır. Büyünün etki ve tesirinde kalınsa bile. büyücülük ile uğraşanlardan yardım istemek, ancak onların hazırladıkları tuzaklara düşülmesine, parasal kayıplara uğranılmasına sebep olur. Büyüden, kötülük ve sıkıntılardan kurtulmanın tek ve mutlak yolu, Yüce Allah'a sığınarak dua etmek ve yardım dilemektir. Felâk Suresinde şöyle buyrulmaktadır :« 113/4-5:...Düğümlere üfleyen büyücü kadınların kötülüğünden, kıskandığı zaman hasetçinin kötülüğünden Allah'a sığınırım. »

BÜYÜDEN ÇIKAR SAĞLAYAN KÂFİRLER
2/102 : Süleymanın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre sapmamıştı. Fakat o şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil'de Hârut ve Mârut adlı iki melek üzerine indirileni de halka öğretiyorlardı. O iki melek ise : « Biz, ancak bir imtihan aracıyız, küfre sapma » demedikçe hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı. İnsanlar o büyücülerden erkekle eşinin arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Ancak, Allah'ın izni olmadıkça büyü ile kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, büyüyü satıp onunla çıkar sağlayanın, ahirette hiçbir nasibi olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke bunu bilselerdi!
Hz. Dâvud'un oğlu olan Hz. Süleyman'a; Yüce Allah'ın lütfu ile rüzgârlara, hayvanlara ve cinlere hükmetme ilmi verilmişti. O, ayni zamanda İsrailoğulları'nın da hükümdarıydı. Devrin en görkemli binası olan Süleyman Tapınağı'nı, M.Ö.825 yılında Kudüs Şehri'nde yaptırmıştı. O zamanın bazı zayıf karakterli Yahudi'leri; şeytan ruhlu kimselerin söylediklerine inanarak Hz. Süleyman'ın mülk ve saltanatını sihir yoluyla elde ettiğini zannediyor ve onun bir büyücü olduğuna inanıyorlardı. Oysa Hz. Süleyman ne büyü yapmış ve ne de kâfir (gerçeği örten, iman etmeyen) olmuştu. Bilâkis o, Allah'ın lûtuf ve rahmetine erişerek yücelmiş bir kuldu. büyük bir Peygamber'di.
Büyü; tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlardır. Başka bir ifade ile; bazı insanlarda bulunan kabiliyet, bilgi ve kuvvetleri kötülüğe ve çıkarcılığa yönelik kullanma uğraşısıdır. Onların Allah korkusu ve imanları yoktur. Yaptıkları hünerler ile insanlara etki yaparak menfaat sağlamayı meslek edinmişlerdir. Büyücülerin sergilediği gösteri ve hokkabazlığın bir kısmı gerçek ile hile karışımı, bir kısmı ise tamamile yalana dayalıdır. İslâmiyet'te; Kur'ân'ın verileri ve Hz. Peygamber'in Sünnet'i ile büyünün öğrenilip uygulanması kesin olarak yasaklanmıştır.
Yüce Allah; insanların her türlü ilim ve bilgiye sahip olmalarını dilemiş, büyücülüğe dayalı temel bilgileri de iyiliğe mi yoksa kötülüğe mi kullanacaklarını sınamak istemişti. Bunun için Mezopotamya'daki Bâbil Şehri'nde, Hârût ve Mârût isimli iki meleği, bu bilgileri ilham yoluyla halka öğretmeleri için görevlendirmişti. İlham, Allah veya meleklerden kalbe gelen mana demektir. Melekler: «Biz bir imtihan aracıyız, bilinmeyen bazı gerçeklerin oluş kanunlarını öğrenerek onları iyi yollarda kullanın, büyü gibi kötülüğe de vasıta yapmayın.» uyarısı ile insanlara bilgi veriyorlardı. Bilgi ve ilim mutlaka çok değerlidir. İlim ne kadar büyük ve etkili olursa olsun, o nisbette iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilir. Örneğin insanlara sonsuz faydalar sağlayan elektriğin, canlıları yok etme aracı olarak kullanılması, ne büyük bir cinayettir. Hastalıkları tedavi eden panzehir, ölümcül olan zehirden yapılmıyor mu? İlim, ancak hayırlı işlerde kullanıldığı zaman, Yüce Allah'ın rızası ve rahmeti kazanılır. Zilzâl 99/7-8 : «Kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür ve kim bir zerre miktarı kötülük üretmişse onu görür.»
«Büyü satıp onunla çıkar sağlayan kimseler» Bâbil Şehri'ndeki insanlara büyü yapmayı öğrettikleri gibi, ayrıca iki meleğin iyi ve hayırlı işlerde kullanılması için ilham yoluyla verdikleri bilgilerin de ilâvesi ile sihir yaparak kendilerine menfaat sağlıyorlardı. Hârût ve Mârût ismindeki meleklerden öğrenilen bir takım bilgi ve kanunları, şeytanî fikirle kötüye kullanılınca, büyü çok etkili oluyordu. Bilhassa kadın ile kocanın arasını açacak büyüler yapılıyor, bunların büyük etkisi ruhlar üzerinde görülüyordu. Gönüller kararıyor, düşünceler çelişiyor, ahlâk çökertilerek cemiyetlerin de bozulmasına sebep oluyordu.
«Allah'ın izni olmadıkça BÜYÜ ile kimseye zarar veremezler.» Ayet ile çok önemli bir yasa açıklanmaktadır. Yaratıcı Kudret'in yaratmasıyla meydana gelen her olan şey bir gizli sebebin neticesidir. Tegabûn 64/11: «Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet (felâket) gelip çatmaz...» İnsanlar, melekler, cinler v.s. bütün varlıklar Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiş kullardır. Yüce Yaratıcı' nın izni olmadan hiçbir iş olmaz, hiçbir büyü yapılamaz, bir yaprak bile düşmez. Enam 6/59: «...Allah'ın bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez...» Kur'ân, Ahzâb 33/3 de şöyle buyurmaktadır : «Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.» Şu halde büyü tehlikesine karşı Yüce Allah'a sığınmalı ve dua ederek yakarışta bulunulmalıdır.

BÜYÜCÜLER
gaybı bilmezler. Gayb, his ve akıl ile bilinmeyen şeydir. Kıyamet zamanı, insanın geleceği, insanın nerede öleceği bilgisine mutlak gayb denir ki, bu sır hiçbir yaratılana verilmemiştir. Lukman 31/34 : O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır... Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Her şeyi bilen, her şeyden haberi olan yalnız Allah'tır. Peygamberlere dahi verilmeyen gayb bilgisini; büyücülerin, falcıların bildiklerini iddia etmeleri ne kadar gülünç ve gerçek dışıdır.
Bugün Ülkemizde de büyü, çok kazançlı bir sektör haline gelmiştir. İnsanlardaki bilinmeyene ve gizliliğe olan tabii merak nedeni ile, dini bilgisi zayıf olan kimseler sömürülmektedir. Büyü yaptırmak veya ondan kurtulmak için, bu işleri meslek edinmiş ve kendisine hoca süsü veren veya medyum (ruhlarla insanlar arasında aracı) olduğunu iddia eden bazı kimselere gidilerek yardım istenmektedir. Büyücü ve falcıların; zorda kalmış bu zavallı insanlara hiçbir yardım yapamazlar, ancak onları tuzaklarına düşürürler, sıkıntılarına sıkıntı kattıkları gibi, parasal yönden de ciddi kayıplara uğratırlar. Onların bazıları, sadece telepati ile insanın düşüncelerini ve geçmiş bazı olayları algılayabilme kabiliyetindedir. İşte bu özellikleri ile müşterilerini etkileyerek, her şeyi bilecekleri inancını verirler. Eğer onlar bilinmeyeni ve geleceği bilmiş olsaydılar örneğin Borsa, Milli Piyango, Spor Toto gibi şans oyunlarına yapacakları yatırımlarla süper zengin olurlardı. Yüce Allah'ı bırakıp da kendilerine dahi hiçbir faydası olmayan büyücülerden yardım ve şefaat istemek, şirk (Allah'a ortak koşma) dır ki bu da Allah katında çok büyük bir günahtır. Fatiha 1/5 : «Yalnız Sana ibadet ederiz ve Senden yardım dileriz. » Yine Kur'ân-ı dinleyelim. Nisa 4/116-117 : «Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez...Böyle yapanlar Allah'ı bırakıp, kendisine hiçbir hayrı dokunmayan ŞEYTANA tapmış olurlar.»

BÜYÜCÜNÜN KÖTÜLÜĞÜNDEN ALLAH'A SIĞINIRIM

Felâk Sûresi 113/1-5 : De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe, yarattıklarının kötülüğünden (şerrinden). Karanlık bastığı zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyen BÜYÜCÜ kadınların kötülüğünden, kıskandığı zaman hasetçinin kötülüğünden.
Karanlıklardan, büyücülerden, hasetçilerden ve her türlü varlıkların kötülüğünden (şerrinden) Allah'a sığınılması emredildiği için, Kur'ân-ı Kerîm'in son iki suresine Sığındırcı Sureler denmektedir. Her ikisinin de ayni zamanda indiği hususunda İslâm bilginlerince kabul edilir.

Düğümlere üfleyen BÜYÜCÜ kadınların şerrinden Allah'a sığınırım
Eski Arap toplumunda bugün de olduğu gibi, daha ziyade kadınlar büyücülük ile meşgul oluyor, okuyup üfleyerek iplere düğüm bağlıyorlar, buna kara büyü de deniliyordu. Kadın ile kocanın arasını açıyor, etki altına aldıkları insanları yönlendirerek, onlara türlü zararlar veriyorlardı. Sihir ve büyücülüğü yapan ve yaptıran kimse, Allah katında lânetlenmiş ve ceza görmeleri de hak olmuştur. Büyü, yalnızca düğüm atıp üfleyerek veya başka usuller kullanılarak yapılmaz. Örneğin bir erkeği baştan çıkararak onu kötü yola sürükleyen bir kadın veya bir kadını baştan çıkararak onu kötü yola sürükleyen bir erkek de bir nevi büyücüdür. Onlardan kurtulmanın tek yolu, Felâk Sûresi'nin vurguladığı gibi Yüce Allah'a sığınmaktır.

Kıskandığı zaman hasetçinin kötülüğünden Allah'a sığınırım
Haset; başkasının iyi hallerinin veya zenginliğinin yok olmasını şiddetle isteyerek, her türlü kötü yollara başvurmak suretiyle, bu olanaklara kendisinin kavuşmasını arzulamasıdır. Hasetçinin içindeki kıskançlık coştuğu zaman, onun yapamayacağı kötülük yoktur. İnsanlara, mala, mülke zarar veren bakışların fırlattığı kıvılcımlar, çarpıcı ve yıkıcı bir güç oluşturur ki, halk dilinde buna nazar veya göz değmesi denir. Güçlü bir irade kuvvetine sahip olanların etkili bakışları, her şeyi bozarak zarar verebilir. Ayrıca haset edilene söz veya fiili olarak türlü fenalıkları yapmakta tereddüt etmezler. Ayet, inananları uyararak şer güçlerin sahibi hasetçilerin kötülüğünden de korunulması için yalnız ve yalnız Allah'a sığınılmasını emretmektedir.

Hz. Peygamber'e BÜYÜ yapıldı mı?
Sığındırıcı Sureler olan Felâk ve Nas'ın Hz. Peygamber'in büyülenmesi üzerine, onu tedavi için indiği iddiaları olmuştur. Rivayete göre Yahudiler Allah'ın Resul'ünü büyülemişler, aklî dengesini bozarak, vahyi alamaz hale getirmişlerdir. Yapılan büyü ve nazar o kadar kuvvetli olmuş ki, Hz. Peygamber'e bile tesir etmişti. Mutlak ve tek Kudret'in var ettiği yaratılan varlıklar arasında Allah'ın Resul'üne O'nun izni olmadan etki yapacak güç var mıdır? Böyle bir iddianın varlığından Allah'a sığınırız. Yüce Allah; kendi Peygamber'ini insanların zararlarından, kötülüklerinden koruyacağını şöyle vurgulamıştır. Maide 5/67: «...Allah seni (Hz. Muhammed) insanlardan korur...» İsra 17/47 ayeti ile de şöyle buyrulmuştur: «İman etmeyenlerin seni (Hz. Muhammed) dinlerlerken, neye kulak verdiklerini Biz daha iyi biliriz. Aralarında fısıldaşırlarken de şöyle konuşur o zalimler : Büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!» Büyücüler, Yüce Allah'ın izni olmadan hiçbir başarıya ulaşamazlar. Tâhâ 20/69: «...Büyücü nereye gitse kötü bir durumdan kurtulamaz. »Tüm bu ayetlerden sonra, yaratılmış bir varlığın onu var eden Mutlak Kudret'in isteği dışında, Hz. Peygamber'e büyü yaptığına inanmak, akıl ve mantık ile bağdaşamaz.

Sığındırıcı Sureler olan Felâk ve Nas'ın hikmeti
Tek ve Mutlak Kudret Sahibinin Yüce Allah olduğu, yaratılana değil yalnızca Yaratan'a sığındıktan sonra da o insana hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin zarar veremeyeceği vurgulanmaktadır. Sevgili Peygamberimiz; sıkıntı, hastalık, göz değmesi v.s. gibi hususlarda, Kur'ân-ı Kerîm'in son üç suresi olan Nas, Felâk ve İhlâs'ı birkaç defa okuyup dua ederek Yüce Allah'tan şifa (iyilik) dilemiş olduğu hususu, İslâm bilginlerince de onaylanmıştır. Bizler de ayni şekilde üç sureyi Türkçe veya orjinali gibi Arapça okuyarak dua etmeliyiz. Yalnız Allah'a sığınılarak sıkıntı ve hastalıkların giderilmesi için dua etmek, yardım dilemek Kur'ân'ın öngördüğü tavsiye ve emirlerdir.

BÜYÜ ÇEŞİTLERİ

Gildânî Büyüsü ( Yıldız Büyüsü )
Eski bir kavim olan Gildânî'ler büyücülük ve kâhinlik (Doğa üstü yollardan bilinmeyen şeyleri ve geleceği bilme iddiasında olanlar) ile uğraşıyorlardı. Gök ile alâkalı kuvvetler (melekler) ile yer ile alâkalı kuvvetleri (cinleri) birbirine karıştırarak meydana getirildiği söylenen ve tılsım ismi verilen büyüler yapılıyordu. Tılsım; tabiat üstü işler yapabileceğine inanılan güç, büyülü şey, muska demektir. Gildânîler eski bir millet idi; yıldızlara tapıyorlar, iyilik ve kötülüğün yıldızlardan kaynaklandığına inanıyorlardı. Hz. İbrahim, bu tür büyü ile uğraşan, tılsım denen garip şeyleri yapan, Gildânî'leri uyarmak için gönderilmişti. Onlar, yıldızlar topluluğu olan burçlardan büyük kuvvetlerin çıktığına inanarak, bazı rakamların özelliklerinden ve tılsımlardan yararlanmak suretiyle insanları etkilemeye çalışıyorlardı.

Güçlü Ruh Sahiplerinin Büyüsü
Bu tip büyüler; insan ruhunun terbiye ve temizlenmesi ile bazı güçler kazanacağına, kendi bedeninde olduğu gibi başka bedenler üzerinde de kuvvet ve etkisini arttıracağına inanılması esasına dayanır. Amaç, başka varlıkları buyruk altına almaktır. İrade gücünü kuvvetlendirmek için, dış dünya ile bütün bağlarını kesip kendi içine çekilir; nefsin isteklerini kırma, manevî yükseliş sağlama, yenilenme gibi çeşitli çalışmalarda bulunulur. Manyetizma (telkin ve ipnozla bir kimseyi etkileme), ipnotizma (sözle, bakışla, telkin yoluyla sağlanan bir tür uyku), fakirizm (Hint felsefesinde insan vücudu bütün kötülüklerin kaynağı sayıldığından, bedene eziyeti ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için gerekli gören çilekeşlik, Hint dervişliği) v.s. gibi uğraşılardır ki en aldatıcı ve tehlikeli olanı da bu tür büyülerdir.

Cincilik
Cinler ile iletişim kurularak yapılan büyüdür. Bir insanın cini çağırıp konuşarak onunla ilişki kurup kuramayacağı ilmî olarak izah edilemez. Ancak cinler vasıtasıyla büyü yapıldığı iddia edilmektedir. Ölülerin ruhlarıyla temas kurarak, insan ruhunun çağırılabileceğini iddia eden ispirtizmacıları da bu cincilerden sayabiliriz.
Büyünün en ünlü olanları; yukarıda açıklanan Gildânî Büyüsü, Güçlü Ruh Sahiplerinin Büyüsü ve Cincilik'tir.

Sanayi Aldatmaları
Bazı yöntem ve araçları kullanmak suretiyle yapılan hünerler, el çabukluğu türünden şeylerdir. Günümüzde de süper teknolojiden istifade ederek yapılan sihir gösterileri, büyük gelir getiren bir sektör olmuştur. Kur'ân- Kerîm'de açıklanan Mısır Kıralı Firavun'un büyücüleri de bu tür büyü yapmışlardı. Rivayete göre büyücüler; özel surette yaptırdıkları değneklerin ve iplerin içine civa koymuşlar, hünerlerini gösterecek alanı da daha önceden alttan ateş yakarak ısıtmışlardı. İpleri ve değnekleri halkın gözü önünde toprağın üzerine atınca, alttan ateşin, üstten güneşin tesiriyle civa genişlemiş, bu sebeple değnekler ve ipler kımıldadığından, halk bunları hareket ediyor sanmışlardı. Tâhâ 20/66,69 :« Musa sihirbazlara dedi: Önce siz hünerlerinizi gösterin. Bir de ne görsünler! Onların ipleri, sopaları yaptıkları büyüler yüzünden kendilerine gerçekten koşuyorlarmış hayalini verdi... Allah Musa'ya sağ elindekini (bir tür ejderha haline gelen değnek) yere bırak, dedi. Onların sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Büyücü ise nereye gitse kötü bir durumdan kurtulamaz.» Hz. Musa'nın asası, büyücülerin tüm araçlarını yutmuştu.

Hayali Hakikat Göstermek
El çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara sihirden ziyade hokkabazlık adı verilir ki duyuları aldatma esasına dayanır. Tıpkı vapurda giderken sahili hareket ediyormuş gibi görmeye benzemektedir. Buna gözbağcılığı da denir.

Bazı İlaçlarla Yapılan Büyü
Büyü yapılacak kimseye esrar, morfin, alkol gibi şeyler içirmek suretiyle aklı çelinir. Dışkılar, kadavra parçaları, kan ve cinsiyetle ilgili her çeşit nesne, büyücünün kullandığı ilaçlardandır. Bunların bir özelliği de dinen pis sayılan şeyler olmasıdır. Örneğin mundar olan pisliği, büyücü ilâç olarak kullanır. Ayrıca büyülenecek olan kimsenin vücudundan alınacak herhangi bir madde, örneğin (saç teli, tırnak v.s.) büyü yapımında kullanılır.
Kalbi bağlamak suretiyle yapılan büyüdür. İnsanları cin çağırırım, manevî güce, kehanete sahibim gibi yaldızlı sözlerle cezbedip kandırarak dolandıran ahlâksızlardır.

Söz götürüp getirerek insanları birbirine düşürmek, böylece kendi hesabına çıkar sağlamak da bir nevi büyücülüktür.
( Bkz. Elmalı'lı M. Hamdi Yazır, cilt 2/120-131 - Prof. Dr. Süleyman Ateş, cilt 1/203-211 )

Mesut Kaynak

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Ocak 2011       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sihir - Büyü - Tılsım
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

İyi veya kötü bir sonuç almak için tabiat ögelerini, yasalarını etkilemek ve olayların olağan düzenlerini değiş­tirmek için girişilen işlemlerin topu­na birden büyü denir. Bu anlamı ile kelimenin kavramı genişlemiş olur. Deyim Fransızcadaki "magie" kelime­sinin bilim dilindeki kullanılışını kar­şılar. Halk dilinde büyü daha dar bir alanda şu işlemler için kulla­nılır;
bir kimseyi sevdiğinden soğut­mak, düşmanını hasta düşürmek ve­ya öldürmek için yapılan "kötü büyü", bir kişide karısına karşı sevgi uyandırmak, ya da evine bağlılık sağ­lamak için yapılan "olumlu büyü" (muhabbet tılsımı) gibi.
Halk geleneğinde, b
u türden et­kilemelerin öteki tipleri, geçerli olduk­ları yerlere, şartlara, amaçlarına ve uzmanları olup olmadığına göre çe­şitli adlar alırlar.

Büyülerin çeşitleri


a) Olumlu büyüler
Bunlarda amaç işlemin sonunda büyü yapanın da, ondan etkilenin de "hayrına" bir sonuç elde etmektir. Sonuçlara göre olumlu büyüler şu çeşitleri gösterir:


1.
Karısına, çocuklarına kayıtsız, gözü dışarda erkekleri evlerine bağ­lamak için yapılanlar.

2. Karısına, çocuklarına sert dav­ranan babaları yumuşatmak için ya­pılanlar.
3. Sevgisi kazanılmak istenen kim­sede bu duyguyu uyandırmak için ya­pılanlar. Sevdiğinden karşılık göreme­yen erkek veya kadının başvurduğu büyüdür bu.
4. Gurbette olan kimsenin çabuk gelmesini sağlamak için yapılanlar.
5. Yitirilmiş eşyayı, özellikle mü­cevher gibi değerli şeyleri, bulmak için yapılanlar.
6. Sütü kesilen ananın sütünü ge­tirmek için yapılanlar.
7. "Her murad için" geçerli olan­lar.
8. Mahkemede işi olanın davası­nı kazanması için yapılanlar.

* Bu so­nucu büyü, yaptıran haksız ise ve bü­yü etkisini gösterdiği takdirde bir hak­sızlık işlenecek ise, "kötü büyüler"den sayılmak gerekecektir. Olumsuz büyülerde, kimi büyülerin "çift değer"li olduğunu unutmamak gerekir.
9. Kötü büyülerin etkilerini boz­mak için yapılanlar.

b) Kötü büyüler
Bunların bir bölüğü, büyücünün, kendisine başvuranın kötü niyetini bile bile yaptığı büyülerdir. Halk arasında bu türlü büyüleri yapanlar hoş karşılanmaz. Bun­lardan büyücü (uzman) aracılığı ile yapılanlar olmakla beraber, çoğu kö­tülüğe niyetli kişilerin kendi başları­na uygulayabilecekleri işlemlerdir; re­çeteleri ya kulaktan kulağa öğrenilen, ya da bu işler için düzenlenmiş kitap­larda bulunan şeylerdir:

1. Dil bağlamak için yapılanlar: İşleme amaç olan kimsenin konuşa­maz hale geleceğine inanılır.
2. Uyku bağlamak için yapılanlar: Büyü bozulmadıkça murad edilen kimsenin gözüne uyku girmez.
3. Erkekliği bağlamak için yapı­lanlar: Çok yaygın olan bu işlemde gerdek gecesi güveyin erkeklik göre­vim yapamaz hale sokulması amacı güdülür.
Tefsirlerde, umumiyetle 8 çeşit si­hirden bahsedilir:
1. Semavi kuvvetlerle yerdeki kuvvetlerden müştereken istifade etmek yoluyla meydana getirildiği iddia edilen daha ziyade Keldânîlerde yaygın olduğu rivayet edilen sihir. Buna "Tılsım' da denilmiştir. Keldânîler yıldızlara taparlar ve onlardan bir takım gizli kuvvetler olduğuna inanırlardı ki, Hz. İbrahim bunların batıl inançlarını ortadan kaldırmak için gönderilmiştir.
2. Ruhi terbiye ve tasfiye ile -öldürmek, diriltmek gibi- olağanüstü işler başarabildikleri ve gizli kapalı şeyleri görebilecek his ve idrake ulaş­tıkları iddia edenlerin sihri. Müfessir Hamdi Yazır, manyetizma, ipnotiz­ma, ruh çağırma v.s.'yi sihrin bu ne­vine örnek vermiştir.
3. Dünyadaki, cinler, periler gibi gizli kuvvetlerden yardım almak yo­luyla yapıldığı iddia edilen sihir. Türkçemizde "Cincilik" denen meş­gale sihrin bu nevine bir örnektir.
5. Çeşitli becerilere sahip olarak imal edilmiş ve insanların mahiyetini bilmediği özel aletlerle gerçekleştiri­len sihir. Bazı tefsirlere göre Firavun'­un sihirbazlarının Hz. Musa'ya karşı gösterdikleri sihir, bu nevidendi. Zi­ra, rivayete göre, onlar, sihir aletleri olan ip şeklindeki bir nevi hortumun içine civa koymuşlardı. Güneş ısısın­da veya gizlice altından verilen hara­retin tesiri ile civa genleşiyor ve ipi "bir yılan gibi" hareket ettiriyordu.
6. Bazı cisimlerin ve ilaçların tıb­bi özelliklerinden istifade ile gösteri­len sihir. Bu maddelerin kimyevi özel­liklerinden habersiz olan cahil halk, sihirbazın olağanüstü bir iş başarmış olduğuna inanırdı.
7. Muhatabı cezbetmek ve psiko­lojik baskı altına almak suretiyle ya­pılan sihir. Bazı kimselerin, "ism-i azam" bildiklerini, cinlerle konuştuk­larını... iddia ederek cahil kitleyi kan­dırmaları ve tesir altına almaları sih­rin bu nevindendir.
8. Tefsirciler, nemmamlık, gam­mazlık gibi ahlak dışı yollarla insan­ların gizliliklerini öğrenerek onları birbirlerinin aleyhine kışkırtmayı ve bu suretle umulmadık mazarratlara yol açmayı da bir çeşit sihir saymış­lardır.
İslam bilginlerine göre, esas itiba­riyle sihir, hayali hakikat zannettir­mek suretiyle beşeri ruhlar üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirmek­ten ibarettir. Bununla beraber yuka­rıda sayılan sihir çeşitlerinin bir kıs­mı tamamen yalan ve hayalden iba­ret olduğu halde, bir kısmı -az çok-hakikat payı taşımaktadır. Nitekim, birçok müfessirler Bakara Sûresi'nin 102. ayetini bu istikamette anlamış­lardır. Bazı alimler, az çok hakikat payı taşıyan sihir nevileri hakkında, zamanımızdaki ipnotizma, telepati, manyetizma gibi akımları andırır yo­rumlar getirmişlerdir.
Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre sihirbazlar, -konu ile ilgili bir hadiste de işaret edildiği üzere- ba­zı tabii ve ruhi hakikatlere kendi ya­lanlarını, şeytani kurnazlık ve ustalık­larını katarak insanları aldatırlar. Bu sebeple insanların sihri öğrenmeleri, tanımaları ve onda bulunması muh­temel hakikat unsurlarım tespit etme­leri haram değildir. Zira, prensip iti­bariyle hiçbir bilgi, bilgi olarak kötü değildir. Bu sebepledir ki sihirbazlar, -sihir konusunda bilgi sahibi olduk­ları için değil- fakat hakikate yalan kattıkları, hakkı batıl, batılı hak su­retinde gösterdikleri, insanları yersiz ve korku ve ümide sevkettikleri, şüp­he, endişe fitne ve ihtilafa sebep ol­dukları için yerilmişler ve bütün bu menfi tesirler yanında, ya tamamen veya kısmen yalan, hayal ve hileye da­yandığı içindir ki sihir yapmak ve yap­tırmak kesin surette haram kılınmış, Buhari ve Müslim'in naklettiklerindeki bir hadiste Sihir, "En büyük 7 günâh içinde Allah'a şirk koşma" suçundan arkasında ve ikinci sırada yer almıştır.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
hasene - avatarı
hasene
Ziyaretçi
28 Şubat 2011       Mesaj #4
hasene - avatarı
Ziyaretçi
Ebubekir Sİfİl
İnsan kendisine bahşedilen irade ve imkanları hangi yönde kullandığına bağlı olarak; yaratılmışların zirve noktasına çıkabilir, “eşref-i mahlukât” sıfatını kazanır. Ya da alçaldıkça alçalabilir, “esfel-i sâfilîn” aşağıların aşağısı olur. İnsan rahmanî kudrete de, şeytanî vesveseye de açıktır. Bu güçlerden hangisine meylederse, kişiliği ve eylemleri o doğrultuda şekillenir, çevresine de yine o doğrultuda tesir eder. Terbiye ve tezkiye edilmemiş nefsin toplumu etkileme, nüfuz ve şöhret elde etme, insanları kontrol altında tutma ve yönlendirme gibi eğilimleri vardır. Pek çok kişide tutkuya dönüşmüş bir eğilimdir bu. Böyle kişiler bu amaçlara ulaşmak için yerine göre kaba kuvvete ve her türlü hile ve yalana başvurmaktan çekinmezler. Bazen bununla da kalmazlar, “tabiat üstü güçler” den yardım alma veya alıyormuşçasına göz boyama yöntemlerini de kullanırlar. Yani büyüye, sihre başvururlar.
Tarihin çok eski zamanlarından bu yana hep var olan, bilim ve teknolojinin kutsandığı çağımızda ise terk edilmek şöyle dursun, yeni görünümlerle yoğunlaşıp yaygınlaşan sihir ve büyü gerçekte var mıdır, etkisi nedir, nasıl korunulur? Sihir ve büyünün çağrışım alanına giren diğer konular ve bunların mahiyeti nedir? Sihir ve büyü kavramları söz konusu olduğunda, bunlarla ilişkili pek çok başka konu da akla gelir. Fal, kehanet, astroloji gibi halen moda olan konular sihir ve büyünün çağrışım alanı içinde yer almakla birlikte, biz bunları daha sonraki bir yazının konusunu teşkil etmek üzere şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Burada yalnızca sihir, büyü, tılsım ve nazar üzerinde duracak ve bunlardan korunma ve kurtulma yolları hakkında doğru bilgileri sunmaya çalışacağız. Tarihin kötü alışkanlığı İnsanın mahiyetini bilmediği şeylere belli bir kuşku ve tereddüt ile yaklaşması son derece tabiîdir.
Güç yetiremediğimiz kişilerin tasallutuna maruz kalmak elbette kolay kabullenilecek bir durum değildir. Bir de tabiat üstü varlıklarla ilişkili olduğu söylenen, dolayısıyla baş edilmesi çok daha zor olan güçler söz konusu olursa, iş daha da endişe verici boyutlara tırmanmakta, zayıf tabiatlı insanlar böyle durumlarda kolaylıkla teslim alınabilmektedir.
Yahudilik, Hıristiyanlık gibi semavî kökenli olduğu halde sonradan dejenere edilmiş dinlerde de, Hinduizm, Budizm, Şintoizm… gibi beşer mahsulü inanç sistemlerinde de, nihayet biricik Hak Din olan İslâm’da da büyü, sihir, tılsım gibi kavramlar önemli bir yer tutmuştur. Bilindiği gibi, Efendimiz s.a.v. Tevhid’i tebliğ etmeye başladığı zamanlarda putperest Mekke toplumunun ileri gelenleri tarafından “büyü/sihir yapmak” la itham edilmişti (Bkz. Sâd Suresi, 4; Zâriyât Suresi, 52).
Bu durum, İslâm’dan önceki Arap toplumunda da büyünün/sihrin bilindiğini ve ona inanıldığını göstermektedir. Hatta Felak Suresi’nde Efendimiz s.a.v.’e hitaben, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” Allah’a sığınılmasının emir ve tavsiye buyurulması, o dönemde, iplere düğüm atarken birtakım şeyler söyleyerek düğümlere üflemek suretiyle sihir/büyü yapıldığını açık bir şekilde göstermektedir. Bunlar ve çağrışım alanlarında bulunan diğer kavramlar, toplumumuzda genellikle söylentiden ileri geçmeyen şeylere dayanıldığı ve haklarında sahih bilgi edinilemediği için halk tarafından çoğu zaman birbirinden ayırt edilememekte, hakikatine inanılması gerekenlerle, hiçbir hakikati olmayanlar birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa bu konu, itikadî sahaya girdiği için son derece önemlidir ve itikadî sahanın hassasiyetinin farkında olan her mümin bu meseleler hakkında doğru bilgi edinmek durumundadır.
Dolayısıyla bizim toplumumuzda da diğer toplumlarda da güncelliğini hiçbir zaman kaybetmeyen bu kavramların tarifi ve hakikati doğru bir şekilde öğrenilmelidir. Büyü ve büyücülük Büyü, tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler diye tarif edilir (TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501). “Sebebi gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında yapılan şeyler” (Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205) diye tarif edilen “sihir” ile aynı anlamda kullanılsa da, büyü ve sihir kelimeleri, dilimizde farklı anlam sahalarına sahiptir. Mesela “büyücü” kelimesi, yukarıdaki tarife giren işlerle, tabiat ötesi güçlerle ilişki kurarak, yani büyü yaparak iştigal ettiğine inanılan kimseler hakkında kullanılırken, “sihirbaz” kelimesi daha ziyade el çabukluğu ile gözbağcılık yapan kimseler hakkında kullanılır. Büyücü, kullandığı materyaller üzerine birtakım şeyler yazmak, okumak ve onları belli tarzlarda kullanmak suretiyle diğer insanlara fayda veya zarar verirken, sihirbaz daha ziyade eğlence maksatlı olmak üzere şaşırtıcı gösteriler yapar.
İslâm alimleri büyünün/sihrin birçok çeşidini zikretmiş, Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr’inde bunları 8 grupta toplamıştır (3/206 vd.). Bunları iki başlıkta toplayan Elmalılı şöyle der: “Bütün bu kısımlar, esaslı iki kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia etmemelidir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/445)
Büyü ve sihrin gerçekliği ve hükmü Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin gerçek olduğunu görüyoruz. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı.
Hakkıyla bilselerdi, uğruna kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara, 102) Bu ayet üzerinde geniş bir şekilde duran müfessirlerin söyledikleri kısaca şudur: Ehl-i Kitap’tan bir taife (Yahudiler), Tevrat’ı bir kenara bırakarak Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı ve devleti aleyhine insan ve cin şeytanlarının yaptığı işlere ve okuduğu efsun ve efsane kitaplarına uydular.
Bunlar, meydana gelmiş ve gelecek olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım malumatlar edinip, bire yüz yalan katarak kâhinler vasıtasıyla gizlice yayarlardı. Zaman içinde kâhinler, kendilerine haber verilen şeyleri tedvin edip kitap haline getirdiler. Etrafa yaydıkları azı gerçek çoğu yalan efsaneler ve uydurdukları tezvirat zaman içinde türlü siyasî ve sosyal entrikalara yol açmış, Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı geçici bir süre sarsıntıya uğramıştı. Ancak Hz. Süleyman a.s., Allah Tealâ’nın yardım ve lütfuyla bu insan ve cin şeytanlarına galip geldi ve onları buyruğu altına alarak çeşitli işlerde istihdam etti. Nihayet eceli gelip vefat edince sihir/büyü kitapları tekrar tedavüle kondu ve hatta Hz. Süleyman a.s.’ın da devleti sihir/büyü ile idare ettiği yalanını yaydılar. İşte bu insan ve cin şeytanları bir taraftan kendi elleriyle yazıp tedvin ettikleri sihirleri, diğer taraftan da (muhtemelen I. Sürgün döneminde, milattan önce 721 ve 586 yıllarında iki grup olarak sürgün edildikleri) Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri de öğrenerek halka aktarıyor, böylece küfür işliyorlardı. Büyüyü melekler mi öğretti? Söz buraya gelmişken, öteden beri tartışma konusu yapılmış olan bir meseleye kısaca değinelim: Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının arasını ayırdığını söylemişlerdir.
Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildi. Söz konusu şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Bir diğer ifadeyle, o iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildir. Onların yaptığı, sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de şu uyarıda bulunmaktır: “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri suistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.” Hz. Musa a.s.’ın, asasını emr-i ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen değnek ve iplerini birer birer yutması (A’raf, 115-117; Tâhâ, 66-70) da Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermektedir. Hadis-i şeriflerde büyü Sünnet’te de büyü/sihir çokça zikredilmiştir. En önemlisi de, bizzat Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e bir Yahudi tarafından büyü/sihir yapılmış olmasıdır. (Buharî)
Hicretin 7. senesinde Efendimiz s.a.v. Hudeybiye’den döndükten sonra Lebîd b. A’sem isimli bir yahudi tarafından kendisine büyü yapılmış, büyünün etkisiyle Efendimiz s.a.v., yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannetmiştir. Rivayetlere göre 6 ay sürdüğü anlaşılan büyünün etkisinden Allah’ın izniyle kurtulmuş, iki meleğin (bir rivayete göre Cebrail ve Mikâil a.s.’ın) bildirmesiyle büyüde kullanılan tarak ve saç telinin atıldığı kuyuyu bularak kapattırmıştır. Bu vesileyle belirtelim ki, bu büyü, vahyin tebliği ve dinî işlerin tedviri konusunda değil, tamamen dünyevî işlerde Efendimiz s.a.v.’i kısmen etkilemiştir. O’nun, bu büyünün tesiriyle peygamberlik görevine halel getirecek en küçük bir değişiklik yaşadığına dair hiçbir işaret yoktur. Kaldı ki Kur’an, O’nun peygamberlik görevini yerine getirirken devamlı surette koruma altında olduğunu bildirmiştir. (Maide, 67)
Keza Efendimiz s.a.v’in pak eşlerinden Hz. Hafsa r.anha’ya bir cariyesi tarafından büyü yapıldığı, bu sebeple cariyenin ölüm cezasına çarptırıldığı rivayet edimiştir. (Muvatta) Sihir/büyünün hakikati sebebiyle Efendimiz s.a.v., “helâk edici” olarak nitelendirdiği 7 şeyden bizleri sakındırırken, bunlar arasında büyü/sihir yapmayı ve yaptırmayı da zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Helak edici yedi şeyden sakının.” Sahabe bu 7 şeyin neler olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum esnasında savaştan kaçmak ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara zina iftirası atmak...” (Buharî, Müslim, Ebu Davud) Büyü/sihir konusundaki hadislere daha fazla örnek zikretmek mümkün ise de, biz bu kadarla yetinelim. Tılsım nedir? Tılsım: Semavî birtakım güçlerin, arzî güçlerle birleşerek garip, olağandışı işler yapması şeklinde tarif edilir (et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 2/927).
Elmalılı Hamdi Yazır, tılsımın, Hz. İbrahim a.s’ın kavmi olan Keldanîler’in yaptığı sihir türü olduğunu söyler ve şöyle der: “Fikrimizce bu sihirde, tabiiyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbiriyle ilişkili bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulandığı anlaşılmaktadır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/443) Ayın akrep burcunda bulunduğu sırada mühre kazıtılan akrep figürünün, kişiyi akrep ısırmalarına karşı koruyacağı, arkasını üstü açık olduğu halde aya doğru dönen hayvanların, ay ışığının arkalarına vurması sebebiyle öleceği… gibi hususlar semavî kuvvetlerle arzî kuvvetlerin belli bir tarzda bir araya gelmesi sonucunda oluşan tılsımlara örnek olarak zikredilmiştir. (İbn Hazm, el-Fısal, 5/101-102; Âlûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, 20/120) İbn Hazm tılsım hakkında müşahedeye dayalı enteresan bilgiler verir ve şunları söyler: “Tılsım, eşyanın tabiatını değiştirme ve gözbağcılık değildir. Tılsımlar, Allah Tealâ’nın terkib ettiği birtakım güçlerdir ki, soğuğun sıcak ile ve sıcağın soğuk ile giderilmesi gibi, Allah Tealâ bu tılsımlar vasıtasıyla başka bazı güçleri ortadan kaldırır. (…) Tılsımların def’i mümkün değildir.” Semavî güçlerle arzî güçler arasındaki denge ve ilişki doğru biçimde kurulduğu zaman, tılsım garip hadiselerin oluşmasına yol açabilir. “Mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi ve sirkenin ittiği taş böyledir. Bu taş, içinde sirke bulunan kaba sarkıtıldığı zaman kaba girmez, dışına kaçar. Keza yağmur çeken taş da buna örnektir ki, bu taş Türkler arasında iyi bilinir.” (el-Îcî, el-Mevâkıf, 3/368) Tılsımın gerçekliği Tılsımın varlıklar üzerinde gerçek bir etkisi olabileceği, ulemanın bu konudaki beyanlarının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Bağdat’a giriş kapılarından “Tılsım Kapısı” üzerindeki yılan figürü sebebiyle Bağdat’ta hiç kimsenin yılan sokması sebebiyle ölmediği, yılanın soktuğu kimselerin hiç acı hissetmediği veya çok az hissettiği, buna mukabil Bağdat dışında yılan sokması sebebiyle ölümlerin meydana gelmesi, Âlûsî’nin bizzat müşahede ettiği bir hadise olarak yukarıda adı geçen tefsirinde zikredilmektedir. Keza İbn Hazm de -yine yukarıda mezkûr eserinde- tılsımın hakikati hakkında şunları söylemektedir: “Biz tılsımların etkilerini açık olarak bugüne kadar görüyoruz. Çekirgenin girmediği ve havanın hiç soğumadığı köylerin mevcudiyeti, Sarakosta (Saragossa)’ya zorla sokulmadıkça yılan girmemesi ve daha birçok olay buna örnektir ki, bunu sadece inatçı kimseler inkâr eder. Tılsım konusunu iyi bilenlerden artık kimse kalmamıştır; geride kalan ise onların yaptıklarının eser ve izlerinden ibarettir…” (el-Fısal, 5/101-102) Tılsımla gerçek anlamda ilgilenenlerin söylediklerine tefsirinin pek çok yerinde değinen Allame Âlûsî de şöyle der: “Tılsım ilmiyle uğraşanların söylediklerinin doğru olması mümkündür. İşin gerçek durumunu ise Allah Tealâ bilir.” (Âlûsî, a.g.e., aynı yer.) Şu halde tılsımın bir hakikati olduğunu, ancak günümüzde bu konuyu gerçek mahiyetiyle bilen ve uygulayan kimse bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu itibarla birtakım eşyaların insanlara uğurlu geldiği, kötülük ve zararları def ettiği şeklinde halk arasında dolaşan inanç ve söylentilere itibar etmemek gerekir.
Nazar değmesi nedir? Nazar, bir kimsenin, başka birisine, onun bir eşyasına, hayvanına, malına… hasetle karışık beğenerek bakmasıdır (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/200). Bu bakışın etkisi ile o kimsenin şahsına, malına veya eşyasına büyük zarar gelebilir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “İnkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. ‘O mutlaka delidir’ diyorlardı. Oysa Kur’an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem, 51-52) İbn Abbas r.a, Mücahid ve daha başkaları bu ayetin, nazarın mevcudiyetine ve Allah Tealâ’nın dilemesiyle tesirinin gerçek olduğuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/525) Efendimiz s.a.v.’den de nazarın hak olduğunu ifade eden birçok hadis nakledilmiştir.
Bunlardan birisi şöyledir: “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.” (Müslim, Tirmizî) Bir diğer rivayette de şöyle buyurulmuştur: “Nazar, Allah’ın izniyle kişiyi dağa çıkaracak ve oradan indirecek derecede etkiler.” (Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’lâ) Sahabe’den Sehl b. Huneyf r.a. yıkanmak için elbisesinin üstünü çıkarmıştı. Âmir b. Rebî’a r.a. da ona bakıyordu. Sehl, cildi güzel, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, “Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugün gördüğüm gibi değildir.” dedi. Bunun üzerine Sehl hastalandı. Sehl’in rahatsızlandığı Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e haber verildi ve “Sehl başını bile kaldıramıyor.” dendi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v., “Suçladığınız birisi var mı?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Âmir b. Rebî’a” diye cevap verdiler. Efendimiz s.a.v. Âmir r.a.’ı çağırıp kendisine kızdı ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kardeşini neden (nazarla) öldürüyor? Ona ‘mâşallah’ deseydin ya! Haydi şimdi kardeşin için yıkan.” buyurdu. Âmir de yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kap içinde yıkadı. Sonra bu su Sehl r.a.’ın üzerine döküldü. Sehl r.a. anında iyileşti. (Muvatta) Mucize ile Sihir/Büyü Farkı 1-Mucize Allah Tealâ’nın, peygamber olarak görevlendirdiği insanlar eliyle gerçekleştirdiği olağan üstü olaylara denir; çalışarak, öğrenerek, okuyarak ve pratik yaparak mucize gösterilemez. Sihir/büyü ise bilenlerden öğrenmek ve çalışmak suretiyle herkesin ulaşabileceği bir iştir. 2- Mucize tamamen gerçektir; meydana gelmesinde herhangi bir sahtelik, göz bağcılık veya aldatma yoktur. Doğrudan doğruya peygamber tarafından ve vasıtasız olarak izhar edilir. Sihir/büyü ise genellikle gözbağcılığa ve el çabukluğuna dayanır.
Gerçek payı bulunanlarda ise cinlerden ve sair varlıklardan yardım alınır. 3- Sihir/büyü, özel bazı vakitlerde ve özel birtakım eşya kullanılarak yapılır; yani belli şartları vardır. Mucize ise böyle değildir. Allah Tealâ’nın dilediği her zaman peygamberler eliyle izhar olunur. 4- Büyü/sihir yenilenmediği zaman bir süre sonra etkisini kaybeder. Mucize ise, kendisinden beklenen maksadı hasıl ettiği sürece devamlıdır. 5- Mucize, kevnî olaylara bile müdahale edip onları değiştirecek çapta meydana gelebildiği halde (ayın ikiye ayrılması, denizin yarılması… gibi), sihir/büyü, sınırlı bir sahada cüz’î bir etkiye sahiptir. Sihir, Büyü ve Tılsımın Hümu Sihir, büyü, tılsım… gibi işlerle uğraşmak dinimizin kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı şeylerdir ve kişiyi küfre kadar götürür. Bununla birlikte, alimler yapmak için değil, fakat yapılmış olanı bozmak ve şerrinden korunmak için sihir/büyü öğrenmenin haram olmadığına hükmetmiştir.
(Elmalılı, a.g.e., 1/447) NE YAPMALI? Her ne kadar kendimiz uğraşmasak da -Allah korusun- sihir/büyüye maruz kalabilir veya başkasının nazarının hedefi olabiliriz. Böyle bir durumda yapılması gerekenleri de kısaca özetleyelim: Sihirden korunmanın yolu Sihir/büyü, tılsım, nazar vb. şeylere karşı takınılacak tavır, öncelikle her şeyin Allah Tealâ’nın iznine ve dilemesine bağlı olduğunu bilmektir. Dolayısıyla öncelikle Allah Tealâ’ya güçlü bir iman ve teslimiyetle bağlanmak gerekir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar (büyücüler) kimseye bir zarar veremezler.” (Bakara, 102) ayeti dikkatimizi bu noktaya çekmektedir. Efendimiz s.a.v., hayvanının terkisine bindirdiği Abdullah b. Abbâs r.a.’a hitaben, “Ey çocuk! Sana, Allah’ın seni faydalandıracağı kelimeler öğreteyim mi?” demişti. İbn Abbâs r.a., “Evet, ey Allah’ın Resulü..” diye cevap verince şöyle buyurdu: “Allah’ın emir ve nehiylerini (onlara riayet etmek suretiyle) muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ın emir ve nehiylerini muhafaza et ki, O’nu(yardımını) her zaman önünde bulasın. Genişlik zamanında O’nu an ki, darlık zamanında da O seni ansın (ve sana yardım etsin). İstediğinde Allah’tan iste; sığındığında Allah’a sığın. Olacak şeyler konusunda kalem kurumuş, hüküm kesinleşmiştir. Şayet mahlukatın tamamı sana bir menfaat sağlamak için bir araya toplansalar ve fakat Allah onu senin hakkında yazmamış ise, onu yapmaya muktedir olamazlar. Ve şayet sana bir zarar vermek için toplansalar, ancak Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, onu yapmaya da güç yetiremezler. Bil ki, zorlandığın şeye sabretmende çok hayır vardır. Zafer sabırla, ferahlık da sıkıntıyla birliktedir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.” (Ahmed b. Hanbel, 1/307) Bunun arkasından, dua ve zikri terk etmemek gelir. Efendimiz s.a.v.’den nakledilen uzun bir hadisin bir bölümü şöyledir: “Sizin yapacağınız şey, Allah’ı zikretmektir. Böyle bir kimse, düşmanın hızla takip ettiği, sonunda muhkem bir kaleye rastlayıp kendisini düşmandan koruduğu kimse gibidir. Kendini şeytandan ancak Allah’ı zikretmek suretiyle koruyan kul da böyledir.” (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî) Çokça Kur’an okumak, ibadetleri aksatmadan yapmak ve devamlı abdestli bulunmaya özen göstermek de kişiyi sihir/büyü gibi zararlı şeylerin etkisinden koruyan hususlardandır. Yapıldıktan sonra ise büyü/sihirin etkisini ortadan kaldırmanın en sahih yolu, çokça Kur’an okumak ve Allah Tealâ’yı zikretmektir. Bunun yanında Efendimiz s.a.v.’in öğrettiği dualar vardır ki, onları da ezberleyip okumak son derece faydalıdır. Bir de ihlâs ve takva sahibi kimselerden sihir/büyü konusunda bilgi ve tecrübesi bulunanlara müracaat etmekte fayda vardır. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir.
İnsanların zaaflarından istifade etmek için bu işi bir meslek haline getirmiş olup aslında sihir/büyü ile hiç alakası olmayan dolandırıcı tiplerin tuzağına düşmemeye dikkat etmelidir. Nazardan nasıl korunulur? Nazardan korunmanın ve meydana gelmeden önce nazarı engellemenin yolu, bir kardeşimizde hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde “Bârekellâhu fîhi.” (Allah ona bereket versin), “Allâhümme bârik aleyhi.” (Allahım, ona bereket ihsan eyle) veya “Mâşallah.” (Allah’ın dilediği olur) demektir. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Sizden biriniz kardeşinde, kendisinde veya malında hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona bereket dileyerek dua etsin. Zira nazar haktır.” (Ahmed b. Hanbel, 3/447) İbn Hacer şöyle der: “Bir şeyi beğenen kimsenin, hemen beğendiği şey için bereket dilemesi gerekir. Onun böyle yapması bir rukye (dua) olur.” (Fethu’l-Bârî, 10/205)
Bereket dilemek, yukarıda geçen ifadelerden birisini söylemek demektir. Nazar meydana geldikten sonra yapılacak şey ise, yukarıda geçen Sehl r.a. olayında olduğu gibi, nazarı değen kişinin abdest alması ve o suyu, kendisine nazar değen kişinin üzerine dökmesidir. Nitekim Efendimiz s.a.v.’in yukarıdaki uygulamasını teyit eder tarzda Hz. Aişe r.anha validemizin şöyle dediği nakledilmiştir: “Başkasına nazarı değen kimseye abdest alması emredilir, o da abdest alırdı. Sonra o suyla, kendisine nazar değen kişi yıkanırdı.” (Ebu Davud) Eğer bir kimseye kimin nazarının değdiği bilinmiyorsa, zikir ve meşru rukyeyle Allah Tealâ’ya sığınmaktan, Kur’an okumaktan ve dua etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Bilhassa Fatiha, Felâk, Nas ve İhlâs sureleri ile Ayetelkürsî’yi okumak tavsiye edilmiştir. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Rukye ancak nazar ve (yılan, akrep vb.) sokma(sı) sebebiyle yapılır.” (Buharî, Müslim). Burada geçen rukye, Kur’an okumaktan ibarettir. Halk arasında çocukları nazardan korumak maksadıyla “nazar boncuğu” takmak oldukça yaygın bir adettir. Ne var ki nazar boncuğu göz değmesine bir fayda sağlamadığı gibi, dinimizce de yasaklanmış şeylerdendir. Aynı şekilde içinde Kur’an ayetlerinden başka bir şey bulunan muskalar takmak da dinimizce hoş karşılanmamış, yasaklanmış uygulamalardandır. Bununla birlikte okuma yazması olmayan ve ezberinde Kur’an ayetleri bulunmayan kimseler için, üzerinde Kur’an ayetleri ve Efendimiz s.a.v.’den rivayet edilmiş dualar bulunan bir kâğıdı (muska), hürmetine halel getirmemeye dikkat ederek taşımakta da bir sakınca yoktur. Bu da bir anlamda rukye olarak kabul edilebilir. Bu yazıda ele aldığımız konu, fizikötesi alanla, yani gaybla ilgili olduğundan, fal, kehanet, astroloji, burçlar… gibi bu konuyla ilişkili olan bazı hususlara değinmedik. Zira bunlar da ayrı bir yazının konusunu teşkil edecek kadar öneme ve ayrıntılara sahiptir.

ALINTI
23kemal - avatarı
23kemal
Ziyaretçi
2 Ekim 2011       Mesaj #5
23kemal - avatarı
Ziyaretçi
öncelikle sayın forum adminleri vede siz degerli üyeler sizlere söylemek istedigim konu şunlardır
1:3harflilerin yaptırdıkları büyüler mi büyük yoksa ALLAH c.c tealnın rahmetimi ve gazabımı büyüktür
2:şunlar unutulmasın ALLAH c.c teala hiç bir peygambere vede onların en yakınındakilere büyü ve bunun gibi mevzulardan onları uzak kılmıştır ve onları koruması altında tutmuştur
kayıtlı1mod - avatarı
kayıtlı1mod
Ziyaretçi
21 Kasım 2011       Mesaj #6
kayıtlı1mod - avatarı
Ziyaretçi
Sihir yapmanın, bununla meşgul olmanın hükmü hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Nevevî der ki: "Sihir yapmak haramdır, büyük günahlardan olduğunda alimler arasında ittifak vardır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sihir yapmayı yedi büyük günahtan biri saymıştır."



Ancak, sihrin öğrenilmesi de öğretilmesi de haramdır. Bazı âlimler iki sebebe binaen sihir öğrenmeye cevaz vermişlerdir:

1. İçerisinde küfür olan sihirle, küfür olmayan sihrin farkını görmek ve göstermek için.

2. Kendisine sihir yapılmış olan bir kimseden sihri kaldırmak için.

Birincisi, sadece itikad açısından sakıncalı olabilir. Sihre inanmadıkça, sadece onun hakkında bilgi edinme yasaklanamaz. Bu durum, tıpkı putperestlerin putlarına nasıl ibadet ettiklerini öğrenmek gibidir. Zîra, sihirbazın yaptığı şeyin keyfiyetini bilmek, bir fiilin veya bir kavlin hikaye edilip anlatılmasından ibarettir, ama ona girişip onu yapmak başka bir şeydir.

İkincisi ise, büyülenen kimsedeki büyüyü çözmek, onu sihirden kurtarmak için yapılan bu mukabil ameliyeye Nüşre denir. Buna da câiz değil diyen olmuşsa da ailmlerin çoğuan göre caizdir. Saîd İbnu'l-Müseyyeb'in: "Allah, zarar veren (sihr)i yasakladı, fayda vereni yasaklamadı." dediği rivâyet edilir. Katâde merhum da: "Kişi, kendisine yapılan sihri tedavi edecek kimseyi arar" der. İbnu'l-Cevzî, bu ruhsatı şöyle ifade eder: "Nüşre, büyülenmiş, kimsenin büyüsünü çözme meselesinde, Ahmed İbnu Hanbel'e sorulunca: "Bunda bir sakınca yoktur" cevabını verir. Gerçi Ebû Dâvud, el-Merâsil'de Hasan Basrî'nin bir mürseli olarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in: “Nüşre (büyü bozma) şeytan işidir" buyurduğunu rivayet etmiştir. Âlimler bu hadisi: "Resûlullah amelin aslına işaret etmiş olmalıdır, çünkü asıl itibariyle bu da sihirdir, hüküm kasda göre değişir, kim bununla hayır kastederse, bu hayırdır, kim de şer kastederse şerdir" diyerek yoruma kavuştururlar. İbnu Hacer şu hususa da dikkat çeker: Hasan Basrî'nin hasr ifade eden mürselinin zâhirine göre amel edilmemelidir. Çünkü, sihir bazan, (esas itibariyle meşru olan) rukye, dua ve ta'viz (muska) yoluyla da çözülebilmektedir. Öyle ise nüşre iki nev'e ayrılmış olmaktadır:

a) Sihirle yapılan nüşre ki hadisteki yasak buna bakar.

b) Meşru vasıtalarla yapılan nüşre ki, meşru olan nüşre ile de bunlar kastedilir.

Sihre karşı yapılacak mukabil tedavi yönteminin, helal olduğuna delil olarak gösterilen bir rivayet Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den gelen şu Müslim hadisidir. Der ki: "Benim bir dayım vardı, akrep sokmasına karşı rukye yapardık. (Dua, muska vb. yolla sihri zararsız hale getiriridik.) Bir ara Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) rukyeyi yasakladı. Bunun üzerine Efendimize gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Siz rukyeyi yasakladınız, ben ise akrep sokmasına karşı rukye yapıyorum" dedi. Dayıma: "Sizden kim kardeşine faydalı olabiliyorsa onu yapsın" diyerek ruhsat tanıdı."

Bu meseleyi te'yîd eden bir diğer delil başta Buhârî olmak üzere pek çok hadis kitabında rivayet edilmiş olan: "Göz değmesi haktır" hadisidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) göz değmesinin hak olduğunu, yani bunun sabit bir vak'a olduğunu ifade buyurmuş ve göz değmesine karşı tedavi yolları tavsiye etmiştir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu meselelerdeki yasaklamasının mahiyeti hususunda bir bilgi edinmek üzere Müslim'in Avf İbnu Mâlik el-Eşcaî (radıyallâhu anh)'den kaydettiği şu rivayete nazar edebiliriz: "Biz cahaliye devrinde rukye yapardık. Bir ara: "Ey Allah'ın Resûlü, dedik bu hususta ne dersiniz? (Rukye helâl midir, haram mıdır?)" diye sorduk. Şu cevabı verdi:

"Rukyelerinizi bana arzedin (okuyun bir göreyim, neler okuyorsunuz? Şunu bilin ki,) içerisinde şirke delâlet eden bir ifade olmadıkça, rukyelerinizde bir mahzur yoktur."

Soruda geçen Hadis-i şerif ise şöyledir: Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim birşey asarsa, o astığı şeye havale edilir." (Nesâî, Tahrîm 19, (7, 112)

Bu Hadis farklı şekillerde yorumlanmıştır:

- Bunu yapan müşriklerin yaptığı bir işi yapmış olur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde sihir mânasını taşıyan davranışları yasaklamaktadır. Zîra, herhangi bir iplik alıp buna düğüm atıp, sonra da bir şeyler okuyup düğüm üzerine üfleme işi sihirbazların işidir. Şu halde böyle bir davranışta bulunan, sihirbazların yaptığı işi yapmış olmaktadır. Bu ise, şirk ehlinin amelidir. Zîra, faydalı şeylerin elde edilmesi ve zararlı şeylerin uzaklaştırılması ancak Allah'tan bilinir, O'ndan istenir. Düğümlere üflemek suretiyle faydalıyı elde etmek veya zararlıyı defetmek düşüncesi, Allah'a inanıp O'na tevekkül eden kimseye yakışmaz, ancak müşriklere yakışır.

- "Bu davranışıyla sihrin gerçek tesirinin olacağına inanmışsa bu şirk olur." Çünkü Allah’tan başka hakiki tesir eden yoktur.

- Bazı âlimler hadiste geçen şirki, "Maksad şirk-i hafî'dir, zîra tevekkül ve Allah'a itimad terkedilmiş olmaktadır" diye açıklamışlardır.

Bir şey asma meselesine gelince, bununla büyüklerin veya küçüklerin boyunlarına fayda maksadıyla asılan muska, nazarlık gibi şeyler kastedilmiştir. Zînet için takılan şeyler buraya girmez. Bazı âlimler bundan maksad: "Cahiliye devrinde boncuklardan, vahşi hayvanların tırnak ve kemiklerinden mâmul kolyelerdir" der ve hadiste gelen yasağı oldukça kayıtlar. Bunlara göre, Kur'ân âyetlerinde Allah'ın isimlerinden yazıp asılacak muskalar bu yasağa girmezler. Hatta bunlar câizdir. Nitekim, Abdullah İbnu Amr'ın çocuklara bu çeşit şeyler astığı rivâyet edilmiştir. Bazı âlimler de: "Burada takbih edilen husus faydanın celbine ve zararın def'ine inanılarak yapılan asmadır, değilse teberrük gayesiyle yer verilen asmalarda mahzur yoktur, câizdir" demiştir. Ebû Bekr İbnu'l-Arabî: "Kur'an'(dan bir şeyler yazıp) asmak sünnet yolu değildir, bu husustaki sünnet, asma değil zikirdir" der.

"Kim bir şey asarsa, o astığına havale edilir" ibaresi, Cenâb-ı Hakk'ın yardımından mahrum kalır" mânasında yer verilen bir kinaye olarak da değerlendirilmiştir. (bk. Kütüb-i Site, Tercüme ve Şerhi, Sihir ve Kehanet Bölümü)

kayıtlı1mod Msn Happy
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
24 Aralık 2012       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
1- Gildaniler'in sihridir. Bunlar yıldızlara tapar ve işlerinin vukuunda yıldızların müessir olduğuna itikad ederlerdi. Bedenlerde sihir ile meydana getirmek istedikleri hastalık, ölüm ve delirme gibi arazların yıldızların tesiri ile vücud bulduğuna inanırlardı, ibrahim (a.s.) onların bu batıl inançlarının iptali için gönderilmiştir. Yıldızların insanlar üzerinde hiçbir tesiri yoktur.

İbni Abbas (r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Yıldızlardan bir dal iktibas eden, (öğrenen), bir nev'i sihir öğrenmiş olur."

2- Vehim sahiplerinin sihridir. Bazı eşya ve hadiseyi olduğundan başka türlü göstermek ve inananlara bunu vehmettirmekten ibarettir.

3- Şeytanın yardımı ile bazı harikulade haller göstermektir.

4- Göz boyama (illüzyon) denilen sihirdir ki, aslında el çabukluğundan başka bir şey değildir.

5- Geometrik oranların birleşmesinden meydana gelen harikalardır ki, tılsımlar da buna girerler.

6- Yemeklerin ve ilaçların özelliğinden yardım istemek. Bunların havassı inkâr edilemez. Çünkü mıknatısın etkisi gözle görülmektedir.

7- Kalpleri bağlamaktır: Dalkavuk ve sahtekâr olan, kendisinde olmayan bir takım halleri kendisinde varmış gibi gösteren büyücüler piyasada yaygındır. Kalpleri nasıl büyülüyor? Saf, zayıf akıllı insanları kendilerine nasıl musahhar ediyorlar? Kendisinin ilim ve hikmet sahibi salih bir insan olduğunu, hatta ismi azam-ı bildiğini, dualarının kabul olduğunu, levh,i mahfuzu okuduğunu ve insanların hallerini keşif ettiğini, kendisine itiraz edeni isterse bir bakışla taş gibi edeceğini söyleyerek ve hatta cinlerin kendi emrinde olduğunu, cinlere bazı yapılması zor olan işleri yaptırdığını, bazen işaret ve bazen açıktan kendisinin veli olduğunu veya ilerde veli olacağını söyleyerek saf ve kabiliyeti az olan kişileri kendisine musahar ederek dolandırıcılık yapar ki, dolandırıcılık ve sihrin ekserisi bununla alakalıdır.

8- Kovuculuk ve gizli şekilde aldatmaktır. Bu da insanlar arasında çok yaygındır. Müminlerin kalplerini ayırmak ve birbirine düşürmek şeklinde olur ki, bu da ittifakla haramdır.

Sihrin tesiri kafi midir diye sorulacak olursa, bilinmelidir ki; kafi değildir. Yani sihir erbabı, dilediği şeyi yapamaz. Bir kimse "sihirbaz sihir ile istediği şeyi yapar, sihri muhakkak tesir eder" derse, kâfir olur. "Sihir, Allah (c.c.) takdir etmiş ise tesir edebilir" demelidir. Çoğu zaman sihirbazın sihiri ya tesir etmez ya da arzusunun hilafına tesir eder.

Arif Coşkun

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

29 Ekim 2012 / Demir YumruK Müslümanlık/İslamiyet
30 Aralık 2010 / Misafir Taslak Konular
15 Mart 2010 / asla_asla_deme Müslümanlık/İslamiyet
16 Aralık 2011 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
2 Ocak 2010 / reyan Müslümanlık/İslamiyet