Arama

İslamiyetle İlgili Düşünce Yazıları

Güncelleme: 15 Şubat 2016 Gösterim: 5.197 Cevap: 14
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
12 Mayıs 2012       Mesaj #1
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
İslamiyetle İlgili Düşünce Yazıları
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Gerçek dostlar edinmek

Allah kullarını yaratırken özgür iradesi ile onu baş başa bırakmış, gönderdiği uyarılar, elçiler ile de onları doğru yolda tutmaya çalışmıştır. Yaradan insanı öyle bir özellikle yaratmıştır ki, bir ben var bende, benden içeri dizelerinin anlatmaya çalıştığı, nefsi ile aklı birbirine adeta hasımdır. Nefsin istediğine genelde akıl karşı çıkmış, aklın önerisine de nefis pek yaklaşma eğilimi göstermemiştir. İşte bu Dünyada imtihanımızın neticesi de buna bağlıdır. Nefsimiz mi ağır basacak, yoksa akıl mı?

Zorlu bir imtihanın içinde oluşumuzun, bizler hiç farkında olmadan yaşamaya devam ediyoruz. Allah bizlere gönderdiği kitabında aklı ön plana çıkardığı halde bizler, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere inanacak kadar nefsimizin esiri olmuşuz. Çünkü Rabbin gerçekleri nefis ile değil, akılla anlaşılacaktır. Nefsin her istediğini gönlümüz, vicdanımız razı gelmeye bilir, ama aklımızın onayladığı her şeyi, vicdanımız onaylayacaktır.

Bizler kendi menfaatlerimizi, çıkarlarımızı, hem aklın hem de inancımızın hep önünde tuttuğumuz sürece, asla doğru ve mutlu yaşayan bir toplum olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Bizler Rabbin yarattığı insanı, sevmesini öğrenemediğimiz sürece, onun rızasına ve şefaatine de nail olamayacağımızın farkında olmalıyız. Birbirimize katlanmasını bilmiyor, birbirimize güvenmeyip toplumda zıt kutuplar yaratıyorsak eğer, bunun kötü sonuçlarına da katlanmasını bilmeliyiz.

Dost, arkadaş, kardeş gibidir. Eğer birbirimize saygımızı, güvenimizi yitirmiş isek, o toplumda ne huzur kalır nede mutluluk. Günümüzde ülkeler artık silahla, topla, tüfekle değil, toplumları birbirine düşürmekle yıkılıyor. Bizler önce birbirimize güvenmesini ve saygı duymasını bilmeliyiz ki, en büyük silaha sahip olalım. Sizlere bir hikâye aktarmak istiyorum bu hikâyeden çıkaracağımız çok ama çok büyük dersler olduğuna inanıyorum. Ben bu hikâyeyi okuduğumda gözlerim doldu. Eğer sizlerde okuduğunuzda aynı duyguyu yaşadıysanız, bu ülkeyi kimse yıkamaz, bu ülkeyi kimse birbirine düşüremez demektir.

(Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
—Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
—Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
—Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
—Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
—Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
—Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum… )

Bizler bu hikâyeden çok dersler çıkarmalıyız. Eğer böyle bir dostumuz hiç olmadıysa hayatta, geçen yıllarımızın muhasebesini çok iyi yapmalı ve nerede hata yaptım diye düşünmeliyiz. Her şeyden önce yaşadığımız toplumda birbirimize güvenmeyi, kenetlenmeyi, hatta birbirimiz için canımızı dahi verecek dostluklar edinmeyi bilmeliyiz.

Geçmişte böyle dostluk örneklerini görmek, bizleri şaşırtmazdı ya şimdi, ne dersiniz çevremizde çok fazla örnekleri var mıdır dersiniz? Bu örneklerin azalması demek, bizlerin Rabbin rehberinden uzaklaşması demektir. Sanırım Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği o acı ve üzüntü verici sözü gittikçe gerçek oluyor.
(Benim ümmetim bu KUR’ANI devre dışı bıraktılar?)

Ne yazık ki bizler Rabbin kitabını anlaşılması zor ve herkezin anlayamayacağı bir kitap yapınca, toplum iyice bilinçsizleşti, KUR’AN DAN UZAKLAŞTI. Beşerin, Kur’an ın onay vermediği sözlerine inanınca da, sonuçtan elbette hiçbirimiz memnun olamıyoruz. Elbette bunun cezasını da bizler çekeceğiz, çekiyoruz da. Kur’anın adaleti yerine, beşerin adaletini seçersek ne huzur, nede mutluluğu bulmamız mümkün olmayacaktır.

Gerçek dostlar edinen asla yalnız kalmaz. Gerçek dost edinen, kendisini ne durumda olursa olsun güvende hisseder. Gelin hikâyede anlatılmak istenen, gerçek dostlar edinelim. Dostu için riske atılan, kendisi içinde riske atılan dostlar bulacaktır. Güzel günün dostları değil, zor günün dostluklarını çevremizde edinenlim.

İbn_i Sina ya sormuşlar.
_Dünyada devası olmayan bir dert var mıdır diye sorduklarında.
_Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş.

Bizlerde zor anlarımızda gerçek dostlarımızı yanımızda bulmak ve kötüye muhtaç olmak istemiyorsak, nefsimizin değil, aklımızın yolundan gidip, güvenebileceğimiz gerçek dostlar edinmeliyiz. Aklın yolu Kur’an ın yoludur.

Bizleri Kur’an dan uzaklaştırıp beşerin kitaplarına yönlendirenler, söyledikleri sözlerin, verdikleri bilgilerin Kur’an a uymadığının anlaşılmasını istemeyenlerdir. Lütfen bu insanların oyununu bozalım ve Rabbin rehberini, Kur’anı anlayarak bolca okuyalım. Bakın o zaman göreceksiniz güneş nasıl daha parlak doğacak.

Bunların bilincinde olmayanlar, Kur’an a müracaat etmeyenler, onu anlayarak okuyup ayetler üzerinde düşünmeyenler, gönlünü Kur’an nuruyla değil de, beşerin sözleri ile dolduranlar, gerçek dost edinemezler. Bunun sonucunda bir gün mutlaka, ZOR BİR ANIMIZDA, KÖTÜYE MUHTAÇ OLMAKTAN DA ASLA KURTULAMAZLAR.

Rabbim cümlemizi, böyle bir durumdan korusun. Bizleri Kur’an ın nuruyla nurlanan, onu anlamak ve yaşamak adına çırpınan, bahtiyar kulları arasına alması dileklerimle.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
30 Mayıs 2012       Mesaj #2
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Yaptığımız yanlışları kullanan, İslam düşmanlarının verdiği örnekler düşündürücüdür
İnternette gezinirken, İslam a karşı misyonerlik yapan sitelerin birisinde, çok ilginç ve düşündürücü bir konuya rastladım. Bunu sizlerle paylaşmak istememin nedeni, kaynağından emin olmadığımız bilgilerin, içimize bir kangren gibi nasıl sokulduğu ve Hıristiyanların bu bilgileri bizlere karşı, nasıl kullandığının ibretlik bir örneğidir yazacaklarım.

Sponsorlu Bağlantılar

Kur’an a, dinimize iftiralar atan bu sitede, Kur an dışındaki günümüzde elimizde bulunan, diğer kutsal kitapların, asla hükümlerinin değiştirilmediği ve geçerliliğini bugünde nasıl koruduğunu anlatmak için örnekler veriyor sitelerinde.

Peygamberimiz zamanında Kur an hükmü olduğu halde, Kur’an da ki hükümlere uymasa bile, Tevrat ın kullanıldığını örnek vererek anlatmaya çalışıyorlar. Hem de hangi bilgilerle biliyor musunuz dostlar? Bizlere günümüzde, çok güvenilir diye aktarılan hadisler örnek verilerek. “Sahih-i Buhârî den örnek veriliyor ve bakın neler naklediyorlar, kendi yanlışlarını doğrulamak adına, bizim bazı yanlış inançlarımızı kullanarak.

(Hadis kitaplarına bakacak olursak açıkça görülüyor ki, Hz. Muhammed’in döneminde Kutsal Kitap( Tevrat) sapasağlam mevcuttu. Hadislere göre, Hz. Muhammed’in huzurunda Tevrat okunuyordu. En sağlam kabul edilen hadis kitaplarından biri olan “Sahih-i Buhârî” de şöyle bir hadis var:

“Abdullah İbn-Ömer (ö. 693) radiya’llahu an huma’dan rivayete göre (Medine’de) birtakım Yahudiler gelip Resulullah salla’llahu aleyhi ve sellem’e gelerek içlerinden bir erkekle bir kadının zina ettiğini hikâye ettiler (ve ne hükmedersiniz? Dediler).

Resulullah sall’allahu aleyhi ve sellem onlara:
—Siz, Recim -taşlamak- (hükmü) hakkında Tevrat’ta ne bulursunuz? Diye sordu. Onlar:
—Biz, zina edenleri teşhir ederiz, bunlar bir değnekle de döğülürler. Abdullâh İbn-i Selâm (ö. 664) bunlara:

—Yalan söylüyorsunuz! Tevrat’ta Recim (ayeti) vardır, dedi. Bunun üzerine Tevrat’ı getirdiler. Ve kitabı açtılar. Yahudilerden birisi (Abdullah b. Süreyya, ö. 633) elini Recim ayeti üzerine koyarak ondan önceki ve sonraki ayetleri okumaya başladı. Abdullâh İbn-i Selâm ona:
—Elini kaldır! dedi. O da elini kaldırınca Recim âyeti görülüverdi. Yahudiler:

Ya Muhammed! Abdullah İbn-i Selâm doğru söylemiştir:
Tevrât’ta hakikaten Recim ayeti vardır, dediler. Bununüzerine (Resulullah zinanın vukûu hakkında şahidistedi. Dört Yahudi zani ile zaniye aleyhinde vech-imahsûs ûzere şehadet ettiler) Resulullah da bunların recm olunmalarına hükmetti de recm olundular (taşlanarak öldürüldüler).

Bu hadisten gayet açık bir şekilde anlaşıldığı gibi, Hz. Muhammed gerektiğinde Tevrât’ı getirtiyor ve ona uygun olarak hüküm veriyordu. Bu demektir ki, Muhammed döneminde Tevrât’ın değiştirildiği iddiası yoktu, olsa bile Hz. Muhammed buna inanmıyordu.

Eğer Muhammed Tevrât’ın değiştirildiğini kabul etseydi, Tevrât’ın ayetlerine göre bir hüküm verir miydi? Eğer “Recm” ayeti değiştirilmiş ya da Tevrât’ta yok idiyse, Peygamber nasıl “Recm” ayetine müracaat edebilir ve de hahamlar olmayan ayetin üstünü nasıl kapatabilirlerdi? İlginç olanı da bu: İsâ Mesih buna benzeyen bir durumla karşılaştığı zaman buna çok farklı bir çozüm getirdi:

“Din bilginleri ve Ferisiler, zinada yakalanmış birkadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsâ’ya,“Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı dediler. Mûsâ, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasınıbuyurdu, sen ne dersin? Bunları, İsâ’yı sınamak vesuçlayabilmek için söylüyorlardı. İsâ eğilmiş,parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynısoruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “Aranızda günahsızolan, ona ilk taşı atsın! dedi” (Yuhanna 8:3-7)

Kur’ân’da zina suçunun sadece dayak cezası olduğu halde, günümüzde şeriat hükümlerine göre yönetilen İslâm devletlerinde zina için Kur’ân’da bulunan dayak cezası değil, mütevatir (herkesin bildiği) sünnete dayanılarak, Tevrât’ın recm cezası (taşlanarak öldürülme) uygulanmaktadır. Burada peygamberin sünneti, Kur’ân’a değil, Tevrât’a dayandırılmaktadır, uygulanmaktadır.)

Değerli din kardeşlerim, Yahudi ler ve Hıristiyanlar özellikle kendi kitaplarının hüküm sürmesi ve Kur a nın devre dışı bırakılması için, nasıl ve nerelerden örnekler veriyorlar. Bizlerin farkında olmadan, yaptığımız yanlışlardan istifade ederek, onları delil göstererek, içimize zehirlerini nasıl ve hangi yollardan akıttıklarını hala anlayamadıysak, sanırım bundan sonrada anlamamız mümkün olmayacaktır. Şunu da belirtmek isterim ki, Buhariden nakledilen bu hadisin, gerçekten onun naklettiği bir hadis olup olmadığınıda bilemeyiz. Onun adına uydurulan, adı kullanılan kim bilir nasıl bilgiler var. Onuda Rabbim bilir.

Benim bütün çabam ve din kardeşlerimi Kur’an ın çevresinde toplanmaya davetim, bu gerçeklerin fark edilmesi adınadır. Geçmişte yaşamış din alimlerimize atılan bu iftiralarında, farkında olmamız çok önemlidir.

Bizlerde Kur an dan, gereği gibi nasiplenmediğimiz için, onların kuyusuna, bataklığına bakın nasıl da düşüyoruz. Dikkat ediniz tüm bunlar, bizlerin içimize soktukları rivayetler, çok önem verdiğimiz din alimleri kullanılarak yapılıyor. Hıristiyanların Bugünkü İncil den, fuhuş konusunda verdikleri örnekte, düşündürücü ve dikkat çekicidir. Hatırlayalım söylediklerini.

(Din bilginleri ve Ferisiler, zinada yakalanmış birkadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsâ’ya,“Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı dediler.)

Bu sözler üzerinde düşünelim önce. Zinada yakalanmış kadın, acaba bu zinayı tek başınamı yapmışta, yanlız kadınmı Hz. Isa nın karşısına getirilmiş? Düşünebiliyor musunuz, birde bunu doğru bir örnek gibi veriyorlar ve bu bilginin kutsal kitaptan olduğu söyleniyor.

Aynı hatayı bazı Müslüman ülkelerde, günümüzde uygulamıyor mu? Siz fuhuş yapan bir kadının karşısındaki erkekle beraber, recm edildiğini duydunuz mu? Duymanız mümkün değil, çünkü erkeklerin nefisleriyle şekillendirilmiş bir inanç, asla Kur’an dan onay alamaz.

İşte hurafenin verdiği karar, ancak böyle olur. Kur’an asla kadın, erkek ayrımı yapmadan, huhuş yapanların nasıl cezalandırılacağını ve bir daha yapılmaması için, topluma teşhir edileceğini açıkca yazmıştır.

Sanırım bugün elimizde bulunan Tevrat ve İncil için, verdikleri örnekler bizlere çok şeyler anlatıyor. Yeterki elimizdeki rehberin, FURKAN ın kıymetini bilelim, ona danışmadan yaşantımıza, imanımıza yön vermeyelim.

Günümüzde güvenilir hadis toplayıcısı olarak bilinen, Sahih-i Buhârî den aktardığı bu hadisle peygamberimizin Kur a na göre değil, dikkat edin Tevrat’a göre hüküm verdiğini söyleyebiliyor, Kur’an da tam tersi bir hüküm olduğu halde. Bizlerde hiç düşünmeden, işte böyle kabul edebiliyoruz.Ayrıca verdikleri örneklerde, günümüzde örneğin İran, Kur an da açık hükmü bulunduğu halde, hala fuhuşun cezasının Kur’an da olmayan ve bugünkü Tevrat ta geçen recm, yani taşlanarak öldürme olduğunu kabul edebiliyor.

Hiç kendimize şu soruyu sorduk mu? Yahudiler çok dindar ve dinine bağlı olduklarını söyler ve öylede görünmeye çalışırlar. Madem Tevrat ta fuhuş yapanların cezası recm, yani taşlanarak öldürülmek, Peki, fuhuş yapan bir Yahudi’nin siz bugüne kadar, recm yapıldığını yani taşlanarak öldürüldüğünü hiç duydunuz ya da gördünüz mü? Elbette ne duyarsınız, nede görebilirsiniz. Yorum sizlerin.

Bakın Yahudiler ve Hıristiyanlar güzel dinimizi ne hale sokmuşlar, ama zerre kadar düşünen mi var. Hadislere kayıtsız şartsız hiç düşünmeden, Kur’an süzgecinden geçirmeden iman etmenin, dinimize getirdiği zararına bakın lütfen. Her şeyden kötüsü peygamberimize atılan iftiraya ne diyeceksiniz? Kur an ın apaçık hükmü dururken, onunla hükmetmeyip, Tevrat ta Kur’an ın tam tersi olan bir hükümle, hükmettiğini nasıl söyleyebilir ve bunu nasıl kabul edebiliriz düşünen var mı? Hiç sanmıyorum zerre kadar düşünebilseydik, bugün içinde bulunduğumuz karmaşadan, çok uzaklarda olurduk. Çok acıdır bu söylenenleri kabul eden, inanan o kadar çok Müslüman din kardeşimiz var ki. Hâlbuki peygamberimiz, ben söylemediğim halde bu peygamber sözüdür diyen, cehennemdeki yerini hazırlasın diyerek, bizleri uyarmamış mıydı?

Allah peygamberimize tebliğ edilen Kur’an ın Tevrat ı, İncili onayladığını, doğruladığından bahseder. Aliimran 3. ayetinde bakın nasıl bir açıklama yapıyor.

(O, sana Kitabı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.)

Demek ki HAK olan, yani kullanımda olan Kur’an. Fakat geçmişte diğer kitaplarında indirildiğini tasdik ediyor. Allah ın kitapları arasında değiştirdiği, nesih ettiği hükümleri de apaçık belirtiyor Kur’an da. Bundan sonra, bu kitaptan sorumlu olacağımızda apaçık belirtilmiş. Bu durumda nasıl olurda Kur’an da hükmü açık olan bir bilgi, Tevrat ta ya da İncil de farklı ise, Kur’an a değil de, daha önceki hükümlere uyulmasını emreder peygamberimiz? Bunu düşünebiliyor muyuz? Kur’an dan hiç mi nasibimiz yok. Allah apaçık Kur’an hükümlerine uyacaksınız dediği halde, bunun tersini nasıl kabul ederiz?

Peygamberimiz devrinde, Tevrat ya da İncilin ne derece değiştiği, tahrifata uğradığı konusunu tam olarak bilemeyiz. Onu yalnız Allah bilir. Bu konuda fikir yürütmenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Bildiğimiz ve Kur’an ın bizlere bahsettiği, Yahudilerin ve Hıristiyanların Allah ın indirdiği kitabından uzaklaşarak, atalarının rivayetleri ile iman ettikleridir.

Bizler ancak bugün Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde bulunan, kutsal kitaplar hakkında yorum yapabiliriz, tabi Kur’an ile karşılaştırarak. Örneğin günümüze, bugüne kadar ulaşan yüzlerce İncil den, dört tanesini seçerek iman etmeleri düşündürücüdür. Acaba hangisi Rabbin indirdiği İncil diye kendimize sorduğumuzda, sanırım her şey daha iyi anlaşılacaktır. Düşünün lütfen, Kur’an için bunu söyleyebilir miyiz? Bir ikinci Kur’an örneği var mı? Tek kelimesi dahi değişmeden, dimdik önümüzde duruyor. Ama bizler onun kıymetini bilemiyoruz.

Kur’an verdiği bir örnekte, Yahudilerin peygamberimize gelerek, bir konuda peygamberimizin hakemliğine başvurulması örneğinden bahseder. Bakın Maide suresi 43. ayette ne söylüyor Rahman. Bu ayetle, yazımın başında, Buhari den verdikleri örneği, lütfen dikkatle karşılaştıralım.

(İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.)

Çok dikkat çekici ve düşündürücü bir ayet. Bu ayet üzerinde dikkatle düşünmeliyiz ve diğer ayetlerle karşılaştırmalıyız ki yanılmayalım. Demek ki peygamberimizi hakem olarak göstermek istedikleri konunun hükmü, ellerindeki Tevrat ta yazıyor, hem de Kur’an da aynı olduğu anlaşılıyor. Ama toplum Tevrat tan o kadar uzaklaşıp, hurafe itikatlara yönelmiş ki, bu kitaba bakma gereği dahi duymadıkları anlaşılıyor. Yaradan da bu konunun anlaşılması adına veriyor bu örneği.

Daha da dikkat çekici olanı, senin hakemliğinden açıklamandan sonra, sana da yüz çevirip gittikleri, inanmadıklarından bahsediyor Allah. Demek ki bahse konu, hem Tevrat ta hem de Kur’an da apaçık aynı olduğu belli oluyor. Ama o devrin toplumu Tevrat tanda o kadar uzak ki, Peygamberimizin verdiği cevap, atalarının itikadına uymadığı için, yüz çevirip gidiyorlar.

Bugünde bizler, aynı durumda değil miyiz? Yaradan da uyarıyor ve diyor ki o günkü topluma, sizin sorduğunuz sorunun cevabı, sizlere gönderdiğim Tevrat ta apaçık yazdığı halde, neden ona bakmıyorsunuz, müracaat etmiyorsunuz önce diyor. Demek ki Kur’an da hükmedilenle aynı şeyler var ki, Rabbim bunu söylüyor. Eğer değiştirilmiş, nesih edilmiş bir hüküm olsaydı, böylemi söylerdi?

Acaba bizler günümüzde, karşılaştığımız bir olay karşısında, konunun hükmünü nereden arıyoruz, bunu düşündük mü? Kur’an dan aramadığımız çok açık. Kur’an özet bilgidir diyerek, Kur’an da her şey yazmaz diyenlerin, nerelerde sorularının cevabını arayacakları çok açıktır.

Yine Yahudilerle ilgili, dikkat çekici bir ayette, Tevrat ile sorumlu oldukları halde, yöneldikleri hurafe inançları hatırlatarak, bakın ne söylüyor Yaradan onlara.

Cuma 5: Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

Buradan da anlaşılıyor ki, Kur’an indirilmeden önce, Yahudilerde tıpkı günümüzde olduğu gibi, Allah ın indirdiği Tevrat tan o kadar uzak iman eder olmuşlar ki, Rabbim onların yanlışlarını bizlere örnek olarak gösteriyor ve bakın ne diyor:
(Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.)

Ne kadar güzel, her şeyi anlatıyor Yaradan. Allah o devirde yapılan yanlışı örnek gösterip, bugün bizleri uyarıyor, tabi anlayana anlamak isteyene. Bugün bizler neyle sorumlu tutuluyorduk? Elbette Kur’an ile. Çünkü sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an dan sorumlusunuz, bu kitap bütün cihana, âleme gönderildi demiyor muydu Allah ?

Demek ki bugün bizlerin, cahiliye döneminden hiç farkımız kalmadığı anlaşılıyor. Kur’an devre dışı bırakılmış, rivayetler dine hükmeder olmuş.

Sizlere hatırlatacağım, aşağıda ki ayetler üzerinde de lütfen dikkatle düşünelim. Bakalım peygamberimiz onların verdiği örnekte olduğu gibi, hareket etmiş olabilir mi?
Bakara 120: Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

Aliimran 23: Şu kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağırılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.

Yukarıdaki iki ayet, sanırım her şeyi çok net anlatıyor. İki ayette geçen şu cümleler, içimize soktukları ve kendilerine delil gösterdikleri rivayeti nasılda doğrulamıyor, lütfen üzerinde dikkatle düşünelim.
—Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan.
—Aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağırılıyorlar da

Allah elçisine, Yahudileri ve Hıristiyanları Kur’an a davet etmesini ve onunla hükmedilmesini apaçık söylediği halde, nasıl olurda rivayet hadiste örnek verdikleri gibi, Kur’an da hükmü çok farklı olan, o günkü Tevrat tın hükmüne uymasını ister Peygamberimiz? İşte bu ve buna benzer soruları artık, lütfen kendimize soralım ve inancımızı Kur’an ile sorgulayalım.

Peki, bizler hangi kitaplara inanıyoruz ve ardı sıra gidiyoruz, isterseniz hatırlayalım. Kur’an ın peşi sıramı, yoksa emin olmadığımız, Kur’an ın tek kelime dahi bahsetmediği rivayetlerin peşi sıra mı? Dün Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığı yanlışları, bugün biz Müslümanlar yaptığı o kadar açık anlaşıldığı halde düşünen, aklını kullanan, Kur’an ı rehber alan o kadar az Müslüman kalmış ki, söyleyecek söz bulamıyorum.

Allah elçisine Kur’an ı tebliğ etme, anlatma ve toplumu ikna etme görevi verdiyse, Kur’an ın hüküm vermediği hiç bir konuda, hüküm vermeyeceğinin, bilincinde olmalıyız. Allah elçisine verdiği görev ve sorumluluğu çok açık ve net vermiş, açıklamıştır. Bizler bunun dışına çıkarak, peygamberimize kendimizce yetkiler ve sorumluluklar vermemiz, bizleri yanlışa yönlendirecektir. Peygamberimiz Allah ın verdiği hükümlere göre, topluma hükmettiği sizce çok açık değil midir?

Yahudiler ve Hıristiyanlar, geçmişte yaptıkları yanlışlarına, düştüğü bataklığa ne yazık ki bizleri de çekmek istiyorlar. Bunu yaparken de içimize soktukları, bizlerin inandığı hurafe bilgilerden yararlanıyorlar. Gelin onların bataklığına girmeyelim ve onların oyunlarını bozalım. İçimize soktukları yanlış itikatlarımızı, yine FURKAN ile yani KUR’AN ile temizleyelim.

Elimizde açık, aydınlık ve yüce bir Kur an varken, bizlerin yaptığı bu yanlışlıklara, ne zaman son vereceğiz, bunun hesabını bugünden yapalım. Eğer hesabını yapmadan emaneti teslim edersek, şunu sakın unutmayalım, hesabın verileceği O çetin gün, Rabbin üzülen kulları arasında olacağımız çok açıktır.

Dilerim Allah ın halis kulları arasında oluruz. Yine dilerim sanıya değil, Furkan ın ipine sarılan, onu anlayarak okuyup, düşünerek hareket eden, imtihan olduğumuz bilincinde olan, Rabbin kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
13 Haziran 2012       Mesaj #3
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Kürtaj konusu ve Kur'an ın bu konuya bakışı
Bizler İslam ı yaşarken, kendi çabalarımızla değil, birilerinin öğretileri, güdümüyle yaşadığımız içindir ki, anlamaya çalıştığımız konuların gerçek hükmünün ne olduğunu, Allah ın rehberinden öğrenme çabasında hiç olmayız. Bu yanlış yolu takip ettiğimiz içinde, emin olmadan doğrulardan uzak yaşarız.


Bugünlerde konuşulan Kürtaj konusuna da, ne yazık ki aynı gözle bakıyoruz. Allah sizlere bir rehber gönderdim imtihanınız, sorumluluğunuz Kur’an dan dır dediği halde, yaşantımızda karşılaştığımız sorunları Allah ın rehberine danışmak, ona sormak yerine, beşeri bilgilere her nedense daha çok itibar ediyor ve onlara inanıyoruz.

Kürtaj yani gebelik sonlandırması, gerçekten çok önemli bir konu. Basında bir kısım kişilerin söylediği gibi, bu kadının bileceği bir iştir, kadının bedenine karışmayınız, ister doğurur ister doğurmaz sözleriyle asla açıklanamaz.

Bizler hiç bir şeyin sahibi değiliz, emanetçiyiz. Onun içindir ki, bizlerin bu konudaki söz hakkımızda sınırlıdır.

Kürtaj konusuna gelince. Allah biz Kur’an da, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyorsa, bu konuda da bizlere düşen Allah ın rehberinden, bu konuyu anlamaya çalışmak olmalıdır.

Allah Kur’an da, anne karnında bebeğin oluşumunu ve geçirdiği safhalarını bizlere anlatır. Gelin şimdi Kur’an a müracaat edelim ve bu konuyu anlamaya çalışalım. Acaba anne karnında döllenen yumurta, ne zaman insan olma vasfını kazanıyor, bunu anlamaya çalışalım.

SECDE suresi:
7. O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.
8. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir.
9. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

Secde suresinde geçen bu ayetler üzerinde, dikkatle düşündüğümüzde, anne karnında ki döllenen yumurtanın, ne zaman insan özelliğini taşıdığı çok açık anlaşılıyor.

Önce şöyle düşünelim. İnsanı hayvanlardan ve diğer canlılardan ayıran özelliğimiz nedir? Canlı oluşumuz mu, yoksa Allah ın kendi ruhundan üfleyerek, bizlere bahşettiği ruhumuz mu?
Sanırım bu sorunun doğru cevabını bulursak, konuyu da doğru anlayabiliriz. Ölen bedenimizi düşünün, toprak oluyor gidiyor, ya ruh? İşte insanı insan yapan asla kaybolmayan ruh, bizleri değerli ve dokunulmaz kılıyor.

Allah Âdem i yarattığında, tüm meleklerin âdemin önünde secde etmesinin, yani ona saygı duymasının, ana nedeni nedir diye düşündüğümüzde, insanın Allah tan bir parça olduğu gerçeği, daha iyi anlaşılacaktır.

Gelelim ayette bahsedilen, anne karnında geçen evrelere. Önce kadın ve erkeğin menisinin bir araya geldiğini, yani döllenen yumurtalardan bahsediliyor. Daha sonrada bu evrenin geçtiği bir zaman olduğu anlatılıyor ve bu zaman içinde yavaş yavaş canlının, şekillenmeye başladığı belirtiliyor.

Bu kısma kadar baktığımızda, bu oluşumun canlı olduğu anlaşılıyor ama dikkat ederseniz insan hüviyetini daha almıyor. İnsan olabilmesi için, Allah ın kendi ruhundan ona üflemesi, yani ona ruh vermesi gerekiyor. İşte geçen bu evreden sonra Yaradan, anne karnındaki bu şekillenmiş canlıya, bakın nasıl bir özelliği veriyor.
(Ona kendi ruhundan üflemiştir.)

İşte bebeğin dokunulmaz anı, bu andan itibaren başlıyor, tıpkı Âdemi yaratıp kendi ruhundan üflemesi gibi. Bu andan sonra annenin sağlığı tehlikeye düşmediği sürece, kürtaj asla yapılamaz. Bu bebek artık, normal yaşayan bir insan gibidir.

Bakın yine Yaradan bu konunun daha iyi anlaşılması için, bir başka örnek daha veriyor, şimdi ona bakalım ve üzerinde düşünelim.

Hac 5: Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.

Dikkat ederseniz yukarıdaki ayette, anne karnındaki bebeğin, Allah ın ruhundan üflenmeden önce geçirdiği evrelerini anlatıyor. Ayete baktığımızda belirlenmiş bir et parçası haline gelişinden bahsediyor. Dikkat ediniz bu hale kadar canlı, ama insan hüviyetinde değil. Ne zaman Allah ona ruh veriyor, işte ondan sonra ona dokunan, onun yaşamına son veren, en büyük suçu, günahı işlemiş olur.

Şimdide geçmiş İslam toplumları ve din âlimleri, kürtaj konusunda kendi devirlerinin ilmi bilgileri ve Kur’an ışığında neler söylemiş ve ne yapmışlar ona bakalım. Önce şunu belirtmek isterim. Geçmiş dönemlerde İslam toplumları, kürtaja tamamen karşı çıkmamış, ama Kur’an ın sınırlarında hareket etmişlerdir. Bakın bu konuda neler söylenmiş ve uygulamışlar.

(Anne karnında en önemli safha, cenine ruhun üflendiği andır. (Taberî XVNI/9) Bir başka deyişle canlanmasıdır. Insan, ya ruhla cesedin bütünüdür ki; genel kabul gören görüş budur; ya da sadece ruhtur. (Râzî XXlll/85) Bundan; ceninin üçüncü devre sonundan yani 120 günden önce insan olmadığı anlaşılır. Insan oluş, bu noktadan itibaren başlar (Taberi XVN/11). Hem diğer bir yaratış, hem de, ruhun üflenmesi bunu gösterir.

İşte bütün bunlardan, ötürü, Hz. Ali (r.a.), bu yedi devre geçip ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin "ve'd" (çocuğu diri diri gömme, yani öldürme) olmayacağını söyler (Ibnü'I-Cevzi, Zâdü'I-Mesir V/462). Imâm Ebû Hânîfe de bunu delil olarak kullanır. Bütün bu temel gerçeklerden ötürü tüm İslâm fıkıhçıları, döllenmenin üzerinden yüz yirmi gün geçtikten sonra ve de zaruret yokken çocuk aldırmanın (kürtajın) haram olduğunda ittifak etmişlerdir.)

Yukarıda yazdığım düşünceye karşı çıkanlarda vardır. Bu düşünce döllenmenin başladığı andan itibaren, artık gebeliğe son verilemeyeceğini, bunu yapanların bir insanı öldürmüş sayılacağı düşüncesini savunmaktadırlar. Bu düşünce farklılıkları geçmişte de, günümüzde de vardır ve olacaktır. Herkes birbirine saygı duymalıdır.

Hepimiz bu Dünyada, imtihandan geçiyoruz. Bu farklı düşünce, imtihan oluşumuzun özeliğindendir. Yalnız unutmamamız gereken, Kur’an dan imtihan olduğumuz gerçeğidir. Allah ayetlerinin üzerinde düşünmemizi ve akıl ederek hayatımıza geçirmemizi emreder. Onun içindir ki, din adına farklı düşüncelerimizi yaşarken, hiç kimse diğerine baskı yapmamalı, zorla kendi düşüncesini kabul ettirmeye çalışmamalıdır.

Örneğin kürtaj konusunda geçmişte de farklı düşünce ve inançlar olduğu halde, hiç kimse bir diğerine baskı yapmamıştır. Fakat birleştikleri bir konu varsa, çocuğun anne karnında geçen evrenin sonunda, ruhun üflenmesinden sonra, artık asla kürtajın, haklı bir neden yokken yapılamayacağıdır. Bu dönemin bir kısım din âlimine göre, 120 gün olduğu bir kısmına göre de, bundan daha kısa olduğuna inanılır.

Yüzlerce yıl önce yaşamış âlimler, kendi devirlerinin ilmine göre bir araştırma yaparak toplumu yönlendirmişlerse, bizlere düşende günümüz ilmiyle, tıbbıyla bunları daha dikkatle, itinayla araştırmak olmalıdır.

Allah Kur’an ı bizler için yemin ederek, kolaylaştırdığını birçok kez söylüyorsa, bu konu üzerinde düşünürken bunu unutmamalıyız. Kendi nefsimizde, Kur’an ın vermediği bir hükmü vermeye kalkarsak, dini zorlaştırmış olacağımız gibi, kadınlarımızı da hak etmediği bir zorlukla karşı karşıya bırakmış olacağımızı bilmeliyiz.

Allah Kur’an da birçok konuda, detaylara girerek bizlere anlatmıştır. Örneğin bebeğin, 24 ay süt emmesinin öneminden bahseder. Boşanan kadının, 3 ay hali geçtikten sonra evlenebileceği, Mirasın nasıl dağıtılacağı, kimlerle evlenemeyeceğimizin açıkça belirtilmesi gibi. Buna benzer birçok konuda ince detayları veren Yaradan, eğer isteseydi, hamile sonlandırması konusunda da çok ince detaylar verip, hükmünü verebilirdi. Fakat Yaradan bunu asla yapmamıştır. Eğer yapmış olsaydı, özellikle kadınlarımız çok zor durumlarda kalır, sorumluluk altına girerlerdi.

Allah biz her şeyden nice örnekleri Kur’an da sıraladık diyor da, bu konuda açıkça bir hüküm vermeyip, bizleri zora sokmadan bir yol, yöntem öneriyorsa, bizlere düşen bu yolu yöntemi Kur’an dan bulmak olmalıdır.

Bizler her nedense özellikle, kadınlarımızı ilgilendiren, Kur’an ın açıkça hüküm vermediği konularda kararlar verip, birçok konuyu zorlaştırarak, din adına kadınlarımızı zorluklarla karşı karşıya bırakıyoruz. Sanırım hesap günü, yaptıklarımız önümüze getirildiğinde, kadınlarımıza karşı yaptıklarımızdan, biz erkeklerin yüzleri pek gülmeyeceğe benziyor.

Allah bizlerin uyması gerektiği konularda, apaçık hükmünü vermiştir. Hatta hiçbir eksik bırakmadığını, açıkladığını da apaçık söylüyor. Bazı konularda ise kesin bir hüküm vermeyip bizlere rahmet, kolaylık olsun diye bahsetmemiştir. Çünkü bizlerin, zayıf yaratıldığımızı söyler Allah. Bunun içindir ki, uymamız gereken kitabı, yemin ederek kolaylaştırdığını söyler bizlere.

Peygamberimizde bir hadisinde, bu konuda bakın nasıl uyarıyor ve bilgilendiriyor bizleri.

(Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 )

Bizler ne yazık ki Allah ın şeriatından uzaklaşmış, kendi nefsimizin etkisiyle beşeri bir şeriat kurmuşuz. Allah ın şeriatından uzak yaşayıp, dini zorlaştırdığımız için, huzur ve mutluluktan uzaklaşmışız. Bugün İslam toplumunu düşünün lütfen, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Kürtaj konusunda yüzlerce yıl öncesinde dahi, büyük bir sorun yaşanmamış, bu konu çok fazla gündeme dahi gelmemiştir. O devrin ilmi ve Kur’an ın verdiği bilgilerle, kürtaj konusu çözümlenmiş, sınırlar tespit edilmiştir. Günümüz ilmi çok daha ileri olduğu halde, Kur’an ın ışığında değil, nefsimizde yarattığımız beşeri şeriatla, bu konuya günümüzde bakışımız, bizleri geçmişten daha geriye götürmektedir. Bu gidişle cahiliye devrinden, bir farkımız kalmayacak.

Kur’an ı devre dışı bırakan bizler, edindiğimiz velilerin şeriatıyla, Allah ın şeriatından çok uzaklaşmışız. Hesabın görüleceği O gün, bakın peygamberimiz ne söyleyecekmiş.

Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.

Gerçekten artık Kur’an, devre dışı bırakıldı. Onun içindir ki, İslam toplumlarında bu acı gerçek artık su yüzüne çıktı. Kur’an dan bahseden, onun ayetleri üzerinde düşünen ne yazık ki yok. Allah ın şeriatı terk edildi ve beşeri bir şeriat yaratıldı. Daha da kötüsü bu Allah katındandır diyerek, toplum Allah ile aldatılır oldu.

Rabbim ne olursun yardım et bizlere. Gönül gözlerimizi, senin güneşinle aydınlat. Yoksa beşerin yarattığı bataklığın içinden, asla kurtulamayacağız.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
19 Aralık 2012       Mesaj #4
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Hakkın Yerini Batıl Alırsa
Allah dinde zorlama yoktur der. Çünkü hiç kimse karşısındaki bir insanı, kendisi gibi imanetmeye zorlayamaz. Çünkü hepimiz imtihandayız, her Müslüman kendi imtihanınıyaşamakla bizzat mükelleftir. Daha açıkçası kendi imtihanını, başka kişilerehavale edemez, onların sözleriyle yaşayamaz. Allah sizleri Kur’an'dan sorumlututuyorum diyorsa, imtihanımızın da kaynağı yalnız Kur’an'dır.

Kur’an terbiyesi alan bir Müslüman, hiçbir zaman kendisini temize çıkartarak, karşısındaki kişinin inancını küçümsemez, onun inancıyla alay etmez. Çünkü Allah kendinizi temize çıkartarak, başkalarına öğüt mü veriyorsunuz diyerekuyarır ve kimin Allah katında doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim der.

Kur’an terbiyesi alan bir kişi ya da kişiler, aynı kitaba, aynı peygambere imaneden farklı düşünen din kardeşine, düşünce ve inancında asla baskı yapmaz. Onu inancından dolayı küçümsemez, saygısız tek bir söz dahi söyleyemez. Aynı düşüncede olmasa bile, özgürce konuşmasına müsaade eder. Farklı dinlerden bileolsa, kimse kimseye baskı yapamaz ve inancından dolayı hakaret edemez. Çünkü herkes kendi yaptıklarından hesaba çekilecekte ondan.

Toplumlar din ve iman adına, eğer birbirlerine tahammül edemiyorsa, özgürce konuşamıyor ve özgürce inancını yaşayamıyorsa, o toplumda doğrular, gerçekler uzun süre açığa çıkamaz. Gerçeklerin bastırıldığı bir toplumda, hayatın huzurlu olması da beklenmemelidir.

Hak batıldan değil, batıl haktan korkar. Onun içindir ki yasakları koyanlar, haktan yana olanlar değil, batıldan yana olanlardır. Eğer bir toplumda fikir, düşünce ve inanç ekseninde yasaklar ve baskı varsa, orada hakkın yerini batıl almış demektir.

Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince.
Ben birçok sitede, Kur’an'a davet adına yazılar yazıyorum. Din kardeşlerimi, Kur’an'ın çevresinde birleşmeye ve onun ipine sarılmaya, onu anlayarak okuyup, Rabbin emrettiği gibi, ayetler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Günümüzde bizlere, Kur’an dışından öğretilen birçok bilgileri ve Kur’an'ın bahsetmediği birçok hükümleri, Kur’an'a danışarak, hakkı batıldan ayırmamız gerektiğine dikkat çekiyorum.

Allah şahittir ki, benim yaptığım bunun ötesinde bir şey değildir. İşte bazı siteler ne yazık ki benim Kur’an'a davet ve düşünerek, aklımızı kullanarak iman etme davetime karşı, öyle bir tavır alıyorlar ki, doğrusu bana alınan tavrı anlatmam, izah etmem mümkün değil.

Bir Müslümana yakışmayan küfür ve hakaretlerden tutun, siz sünnet inkârcısısınız, sizin gibi kişileri sitemizde barındırmayız diyerek, ilginç nedenlerden beni sitelerinden atıyor ve girişimi yasaklıyorlar.

Sitelerinden atma nedenleri olarak, o kadar ilginç düşüncelerle karşılaşıyorumki, bir site siz kadınların ve çocukların kafalarını karıştırıyorsunuz, onun için siteden süresiz uzaklaştırıldınız diye yazmıştı. Düşünebiliyor musunuz zihniyeti? Çocuklar ve kadınlar aynı safta. Kadınlarımız üzerinde kurulan baskının, onlara ne gözle baktıklarının güzel bir örneği.

Benim yazdıklarım eğer, kafalarda bir soru işareti yaratıyorsa, o soru işaretini gidermek için, Kur’an'a danışmak yerine, onu kendimizden uzaklaştırıyorsak, korktuğumuz bir şeyler var demektir. Gerçeklerden kaçarak, üstünü örterek imtihanımızı yaşayamayız, lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Kaybeden bizler oluruz.
Kimisi de sizin gibi sünnet inkârcılarına, sitemizde yer yok diye yazıyordu. Bir sitenin yasaklama nedeni de çok ilginçti. İslam dini hakkında saçma mesajlar verdiğimi söylüyordu. Bir siteden de atılma nedeni olarak, Prensiplerimize aykırı düştüğü için, kaydınız silinmiştir diyordu.

Çok daha ilginç bir olayla karşılaştım. Bir site yazılarıma yasak getirmek yerine, tüm yazılarımı farklı bir başlık altında toplamış. Ben yazılarımı dini konular bölümünde yayınlıyordum, yazılarımı bu bölümden almışlar ve çok düşündürücü bir başlık altında toplamışlar.

Düşünebiliyor musunuz, ben İslam'a aykırı yazı yazıyormuşum. İslam demek, Kur’an demektir. Eğer Kur’an'a aykırı yazı yazıyorsam, toplumu Kur’an'ın hiç bahsetmediği hükümleri de, bunlarda Allah katındandır diyorsam, gerçekten ben o zaman İslam'a aykırı yazı yazıyorum demektir. Rabbim bunun zerresini yapmaktan beni korusun.

Günümüzde İslam, Kur’an'dan öyle uzak yaşanır olmuş ki, İslam'da neyin dine aykırı, neyin hak olduğu bilinemez olmuş. Bunu yapanları yadırgamıyorum, çünkü Hakk'ın yerini batıl alınca, İslam'ı yaşayanların büyük çoğunluğu, BATILI HAK GÖRÜR OLMUŞ. Yaptığımız yanlışların ikazını yapanlarda, elbette İslam'a AYKIRI düşünce ilan edilecektir. Allah yardımcımız olsun.

Din ve iman kişisel, şahsi prensiplerle yaşanmaz. Din ve iman, Kur’an'ın koyduğu kanunlarla yaşanır. Eğer sizin inancınızda, Kur’an'ın onay vermediğibir konu varsa, onu Kur’an merkezinde düzeltmek yerine, bu ikazı yapanları yakınınızdan uzaklaştırıyorsanız, gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorsunuz demektir. Kur’an ile yüzleşmekten korkanlar, bir gün mutlaka O acı gerçekle yüzleşeceklerdir.

Benim yaptığım, Kur’an'a davettir. Benim yaptığım emin olmak adına, imanımızı en doğru Kur’an çizgisinde yaşamak adına, aklı devreye sokmaktır. Çünkü Allah onlarca ayetinde akla, düşünmeye bizleri yönlendirmiştir. Hatta aklını kullanmayanları pislik içinde bırakırım demiyor mu bizlere? Kur’an'ın indirilmesindeki amaç, anlaşılması ve üzerinde düşünülerek bizlere yolgöstermesidir. Onu anlamadan okursak, bizlere nasıl yol gösterebilir?

Kur’an gerçekleri ile hurafe itikatlarının yanlışlığı ortaya çıkmasından korkanların, toplumu korkuttukları silahta, dikkat çekicidir.
Senin bu konudaki ilmin, tahsilin nedir? Sen Arapça tahsili gördün mü? Senin ilmi kariyerin var mı? Hadisler konusunda, ne gibi bir ilmi çalışma yaptın? İşte bu tür sorular sorularak, toplumu korkutmuş, ürkütmüş ve Kur’an iletoplumun arasına edindikleri velileri sokmuşlardır.

Hâlbuki sorsanız, İslam dininde ruhban sınıfı yoktur der. Ama işine gelmediğinde, sen Kur’an'dan anlayamazsın, senin ilmi kariyerin nedir ki, bu konuda konuşuyorsun diyerek, kendi yanlışına delil arama çabası içinde olurlar. Daha açıkçası İslam dininde yarattığı ruhban sınıfının, kurbanı olduklarının bile farkında değiller.

Allah'ın yemin ederek, sizler için Kur’an'ı kolaylaştırdım ki öğüt alasınız sözlerine, kulak asmayanlar, düşünmeden, aklını kullanmadan iman edenler, elbette Rabbin gerçeklerini göremeyeceklerdir. Yaradanın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum uyarısını, beşerin sözlerine feda ederek, edindikleri velilerin ardı sıra gidenler, bunun gerçek acısını, mahşerde göreceklerdir.

Düşünebiliyor musunuz bizler eğer düşünmeden, bizlere iletilen her sözü, bilgiyi kontrol etmeden, bu peygamberimizin sözleridir diye doğru kabul edersek, peygamberimize iftira atma riskimizin büyüklüğü, sizce çok yüksek olmaz mı? İşte ben bu hataya düşmemek için, çaba harcıyorum ve bizlere iletilen her rivayeti, Kur’an ile doğrulama yolunu seçiyorum. Sizce peygamberimiz, Kur’an'ın onay vermediği, hiç bahsetmediği bir sözü söyler mi?

Kur’an gerçeklerinden ürkenlerin korkusu, Allah ın, size indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu sözlerinedir. Şefaat tümden bana aittir diyen Rabbimizin gerçekleri, elbette şefaatçi edinenleri korkutacaktır. Velilerin ardına düşmeyin, sizin dostunuz, veliniz yalnız benim ayetlerinden tedirgin olanlar,velisi olmayan cennete giremez diyenlerdir. İnançları ile ters düşen ayetlerig ördüklerinde, elbette Kur’an'da her şey yoktur, herkes Kur’an'ı anlayamaz, veli insanlar anlar diyeceklerdir. Kur’an'ın ipine sarılın sizi doğruya iletecektir, diyen Allah'ın gerçekleri ile rivayet ve sanının ardı sıra gidenler, elbette bu gerçekler karşısında huzursuz olacak ve bu düşünceye, fikre yaşama hakkı vermeyeceklerdir.

Peygamberimizin hadislerinin, tümünü inkâr ettiğim iftirasını atanları, Rabbime havale ediyorum. Ben söylediklerimden sorumluyum, onların anladıklarından değil. Çok şükür ben, Rabbin apaçık ayetlerini gördüğüm halde, beşerin rivayetlerini doğrulamak adına, Rabbin ayetlerini görmezden gelmiyorum. Bunu yapmak, Allah'ın ayetlerini inkâr etmektir. Hiçbir doğru bilgi reddedilemez. Yeter ki o bilginin doğru olduğunu ve Kur’an'ın onayından geçtiğini görelim.

Bir sarrafa altın bozdurmak için gittiğimizde, önce aldanmamak, zarara uğramamak için onu kontrol eder. Eğer kontrol etmeden alırsa, zarara uğrayacağını, sahte çıkacağını bilir. Peki, bizler neden Kur’an dışından bizlere iletilen bilgileri Kur’an'a danışarak, kontrol etmiyoruz? Sarraf kadar olamıyor muyuz? Ya yanlışsa bizlere iletilen sözler, bilgiler ne olur bizlerin hali mahşer günü?
Yoksa bu Dünyanın nimeti, nefsimiz için çok daha fazla mı değerli, ahiret hayatımızdan?

Hani emin olmadığınız bilgilerin, ardına düşmeyin diyordu Rabbimiz? Yaradanı duyan, dinleyen yok mu? Ama edindikleri velilerin sözleri, ne yazık ki baş tacı olmuş. Allah'ın ayetlerini, herhangi bir konuda örnek gösterdiğimde, neden hadis örnekleri çok fazla vermiyorsun diyecek kadar, bazı kişilerin gözleri perdelenmiş, kör olmuş. Bu nasıl kıyas, bu nasıl akıl ve mantık. İnsan bunu söylerken, yaptığı saygısızlığın farkında olur. Peygamberimiz, farklı bir kaynaktan mı yaşadı İslam'ı? Topluma, farklı bir kaynaktan mı tebliğ etti bu dini?

Peygamberimiz bizler için örnek bir insandır. Bunu Allah söylüyor. Nasıl olur da onun hayatı, yaşam örnekleri göz ardı edilir. Elbette bu bilgileri Kur’an süzgecinden geçirerek almalı ve yararlanmalıyız. Ben de öyle yapıyorum, Rabbim şahittir. Allah da, peygamberimiz de böyle yapmamızı öneriyor din ve imanın şaka götürmeyeceği uyarısını yapıyor. Peki, bizler gereken itinayı, titizliği gösteriyor muyuz?

Benim yazılarımda üzerinde durduğum en önemli konu, bizlere peygamberimizin hadisleridir dedikleri her sözü, kesin doğru kabul ederek almamızın, bizleri yanlışa götüreceği gibi, din düşmanlarının, dine nifak sokanların oyununa geleceğimizi anlatmaya çalışıyorum. Peygamberimiz de bu konuda bizleri, dikkatli olmamız için uyarmıştır.

Peki, bu uyarıdan, imanımızı Kur’an ile kontrol ederek, daha garantili ve itinayla yaşamamızdan, neden korkuluyor ve telaş ediliyor? Peygamberimiz de yalnız Kur’an'a iman edip, yalnız Kur’an'ı tebliğ etmedi mi bizlere?

Tarikat ve cemaat eksenli siteler, ne yazık ki yalnız kendilerine layık gördükleri, biz ehli sünnet inancındayız, bunun dışında düşünceyi kabul etmeyiz diyerek, kendi yanlışlarının bile açığa çıkmasından korkuyorlar. Ben Müslümanım diyen hiç kimse zaten ehlisünnet dışında olamaz ki.

Ehlisünnet inancı, peygamberimiz ve ashabı nasıl iman ettiyse, İslam'ı nasıl Kur’an merkezli yaşadıysa, öyle iman ediyoruz anlamındadır. Peygamberimiz Allah'ın sünnetine iman edip, onun dışına nasıl çıkması mümkün değilse, bizler de ehlisünnet inancına iman ettiğimizi söylüyorsak, Kur’an'ın asla dışına çıkmamalıyız.
Peygamberimiz hayatında, yalnız Kur’an'a uyduğunu bizlere anlatırken, yemin ederek, Kur’an'ın helal kıldığından başkasını helal kılmadığını, Kur’an'ın haram dediğinden başkasına da haram demediğini söylüyorsa bizlere, lütfen imanımızı yaşarken, gerçek ehlisünneti yaşamak için, Kur’an'ı elimizden düşürmeden, onu anlayarak ve üzerinde düşünerek çaba göstermeliyiz.

Gerçek ehlisünnet yolcusu, takipçisi asla kendisi gibi düşünmeyenden korkmaz. Ona da saygı gösterir, içinde barındırarak onu asla uzaklaştırmadan, gerçekleri görmesini sağlar din kardeşinin. Tabi bunu yapacak kişiler, inancından emin olan insanlardır. Bunu yapamıyorsa, bu hoş görüyü gösteremiyorsa, bu kişilerin inançlarından emin olmadıklarındandır. İnancından emin olan, karşısındaki kişinin sözlerinden etkilenmez, korkmaz. Tekrar söylemek gerekirse, HAK BATILDAN DEĞİL, BATIL HAKTAN KORKAR.

Peygamberimizin takipçisi olduğunu söyleyip de, kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı vermeyenlere sormak isterim. Peygamberimiz kendisine iman etmeyenlere dahi, nasıl davranmıştır? Elbette ne kızmıştır, ne hakaret etmiştir, ne de yakınından uzaklaştırmıştır. Her zaman güzellikle, hoş görüyle onlarla geçinerek, onlara İslam'ı anlatmanın, tebliğ etmenin yol ve yöntemini aramıştır. Onun içindir ki Müslüman olmayanların bile, takdirini kazanmıştır. Yaradan da elçisine bu güzel davranışından dolayı, nasıl bir ayet indirip bu güzel huyunu takdir etmiştir, gelin hatırlayalım.
Ali imran 159:
Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın.Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.


İşte peygamberimizin, İslam'ı anlatmaya çalışırken çevresine olan tavrı. Acaba bu tavrı bizler kendi aramızda yaşayabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Eğer yaşayamıyorsak, din kardeşlerimize bile tavrımızda hoş görülü değil de, kaba, saba ve kötü sözlerle hitap ediyorsak, kusura bakmayın böyle bir toplumun, ehlisünnet bir inanç takipçisi olduğunu söylememiz, ancak sözde olur. Sözde değil, özde ehlisünnet inancında olduğunu söyleyen, hiç kimseye saygıda kusur etmez, çevresine güler yüzle bakarak, örnek bir insan olur.

Ben hiçbir yazımda, düşünce ve fikirlerimden dolayı, kendimi temize çıkartırcasına, ben haklıyım siz haksızsınız demedim, karşımdaki din kardeşime. Yazdıklarım Kur’an'dan benim anladıklarımdır dedim ve karşımdaki düşünceye saygı duydum her zaman. Çünkü Yaradan ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ve imtihanımızı bizzat kendimizin yaşamasını istediği için, ben bu yolu izledim.

Elbette ben de bir beşerim, hata yapabilirim diyerek, her düşünceye saygı duydum, her uyarı üzerinde günlerce düşündüm. Hatta bana yapılan uyarılar üzerinde yazılar yazdım. Elbette ben de karşımdaki kişiden, düşünce ve inancıma karşı saygı bekledim. Saygı gösterenden Allah razı olsun. Saygı göstermeyip, hakaretler yağdıranların hükmünü de, Rabbime havale ediyorum.

Her yazımda yaptığımı, yazımın sonunda tekrarlamak istiyorum ve din kardeşlerimi Kur’an'ı anlamaya, üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Çünkü Allah Kur’an'ın temeli olan Muhkem ayetlerinin, anlaşılır, açıklanmış ve nice örneklerle ifade edilmiş olduğunu, bizzat Yaradan söylüyor.

Kur’an'ı anlayarak, düşünerek okuyanların, gönül gözlerini açacağını söylüyorsa, birilerinin söylediği gibi, Kur’an anlaşılması zor değildir. Bunu söyleyenlerin, bizlerden gizlemeye çalıştıkları, Kur’an gerçeklerinden korktukları bir şeyler var demektir. Lütfen onların oyunlarına gelmeyiniz. Bakın Yüce Rabbimiz ne diyor ve uyarıyor bizleri.
Enbiya 10:
And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefinizondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Rabbim sana şükürler olsun. Sen bize öyle bir rehber gönderdin ki, bizler onun kıymetini hiç bilemedik. Çünkü Kur’an ile aramıza, edindiğimiz velileri soktuk. Onun içindir ki onun ışığından, nurundan da istifade edemiyoruz.

Şanımızın ve şerefimizin Kur’an'da olduğunun farkında olamadığımız için de, tüm bu güzelliklerin farkında olmadan yaşıyoruz. Senin GÜNEŞİNİ yüksek bir yere astık, ona saygımızı böyle gösteriyoruz. Elimizden düşmeyen, beşerin rivayetlerini, mum ışığını ise ne yazık ki rehber edindik. Senin kitabını, rehberini anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı, herkesin anlayamayacağı kitap ilan ettiğimiz için de, hayatımızı rivayetlerle ve sanıyla yaşıyoruz. Bizleri affet ve aklımızı başımıza getirmek için, bizlere yardım et Rabbim.

Yaratıcımız bütün şanınız, şerefiniz Kur’an da dediği halde, bizler Allah’ı dinlemedik, Kur’an'ı siz anlayamazsınız diyenlerin sözüne kandık, beşerin sözlerinin ardına düştük. Kur’an'ın nurundan uzak yaşayan toplumlar, nasıl hayatını sürdürürse, bizler e öyle yaşıyoruz. Lütfen affet bizleri Rabbimiz. Çünkü sana layık bir kul olamadık.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
16 Ocak 2013       Mesaj #5
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
İslam'ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah'ın rehberinden zerre kadar haberdar olmayıp, onunla aramıza veliler ve onların kitaplarını koymamızdan kaynaklanmaktadır. Elbette Allah'ın rehberi anlaşılmaz ilan edilip, edindiğimiz velilerin kitapları ardı sıra gidersek, aşağıdaki hatayı da yapmamız kaçınılmaz olacaktır.
Konumuza geçmeden önce, peygamberimizin bir sözünü hatırlatmak isterim.
(Her kim ki, ben söylemediğim halde, bu sözüpeygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.)
Yazdığım yazılara cevap veren bazı din kardeşlerimizin, bana verdikleri cevaplardan, İslam’ı nasılda Kur’an’ın sınırlarını aşarak yaşadıklarını, daha açık görüyor ve yapılan yanlışlar karşısında, kendi inancımı sorguladığımda, Rabbime şükrediyorum. Elbette bende hata yapıyorumdur, ama ben en azından elimde rehber Kur’an, iman ve inanç sınırlarımı Kur’an çizgisinden çıkmaması için, çaba harcıyorum. Rabbim bilmeden yaptığım hatalarımı affetsin ve doğruyu görmemi sağlasın inşallah.

Bir arkadaşımız yazıma verdiği cevapta, peygamberimize ait olduğunu iddia ederek, bir hadis örneği vermiş vebeni uyarmış. Gelin bu sözlerin peygamberimize ait olup olamayacağını birlikte, Kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin cezasını, asla unutmamalıyız. Bakın bu arkadaşımız nasıl bir örnek vermiş.

Peygamber Efendimiz (SallallâhüAleyhi ve Sellem) “Kur’an bize yeter” diyenler hakkında asırlar öncesinden ne buyuruyor:
“Şunu kat-i olarak biliniz ki; BanaKur’an ile birlikte, onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”
(Ebu Davud, Sünnet: 6, Tirmizî,İlim: 10, İbni Mâce, Mukaddime: 2, Dârimî, I, 117)

Peygamberimiz bu sözleri söylemiş olabilir mi? Bu sözleri ilk okuduğumda, dine nifak sokanların, kendi uydurmalarına hazırladıkları güzel bir kılıf olduğunu söyleyebilirim. Peygamberimize Kur’an ile birlikte, onun benzeri Allah’ın vermediği hükümleri de verme yetkisi verilmiştir, demiş olabilir mi? Önce bu sözler üzerinde düşünelim. Çünkü emin olmadığımız sözlere inanırsak, peygamberimize iftira atmış olacağımızı, lütfen unutmayalım.

Hangimiz peygamberimize iftira atmak ister?
Allah Kur’an dışından da, bizleri bağlayan, sorumlu olduğumuz bilgileri peygamberimize vermiş olsaydı, ya da peygamberimiz kendi yetkisiyle dine hüküm koyabilseydi ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, aşağıda ki ayeti bizlere tebliğ eder miydi Rabbimiz?
Zühruf 44
Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.

Allah çok açık bir hüküm vermiş ve demiş ki, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, yani Kur’an’dan sorumlusunuz. Lütfen dikkatle düşünelim. Bunu söyleyen bizlerin Yaratıcısı Allah. Bu sözlerden sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir bilgiden, bizleri sorumlu tutar mı? Aslında başka örneklere gerek yok, ama gönüller düşünmeden başka yöne meyledince, ne yazık ki yeterli gelmiyor. Kur’an’ın onay vermediği rivayetlere inanırsak, dinde çelişki yaratmış olacağımızın da farkında olmalıyız.

Araştırmaya devam edelim. Yaradan bizleri nereye yönlendiriyor, sizce bu ayetleri tebliğ alan Allah elçisi, yukarıdaki sözü söyler mi?
Enam 57
De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Enbiya10
And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Casiye 20
Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.

İbrahim 52
İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir.

Ahzap 2
Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.

Enam 50
Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!" Sor onlara:"Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

Araf 3
Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

Maide 45
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.


Bakın Allah ayetlerinde bizleri nasıl uyarıyor ve nereye yönlendiriyor? Yemin ederek, bizlerin bütün şanı, şerefi, kurtuluş reçetesi KUR’AN
’da olduğunu sizce daha nasıl açık söylesin. Kur’anın kalp gözlerimizi açacağını, bizlere rehber olacağını söylüyor. Uyarılacağımız, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı kitabın, yalnız Kur’an olduğu açıklamasını yapıyor. Hani en az Kur’an kadar peygamberimizde dine hüküm koymuştu? Allah bahsediyor mu bunlardan? Bahsetmiyor da, bizleri yalnız Kur’an’a yönlendiriyorsa, nasıl olurda bunun tersini söyleriz? Ya da kelimeleri cımbızlayıp, onlara anlamlar yükleyerek iman ederiz? Düşünen, aklını kullanan yok mu?

Allah yalnız, Rabbinizden size vahyedilene uyun diye ikazda bulunuyor. Allah elçisine söyle onlara, ben yalnız Allah
’dan vahyedilene uyarım diyerek, bizleri tekrar uyarıyor. Allah’tan indirilene uymamızı, sakın velilerin sözlerine kanmamamız içinde uyarıda bulunuyor. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendisidir diyerek, bunlar da Allah katındandır diyerek, Kur’an dışından hükümlerle topluma hükmedenlerin, zalim oldukları hükmünü veriyor.

Tüm bu ayetlerden sizler, bizlerin Kur’an dışından da Allah
’ın koymadığı hükümleri, peygamberimiz koymuştur diye mi anladınız. Yoksa sakın Kur’an’ın dışın açıkmayın, Kur’an’ın sınırlarını aşmayın, çünkü Allah’ın elçisi de, yalnız Kur’an’a uymuştur diye uyarıldığımızı mı anladınız?

Peygamberimizin döneminde, Kur’an
’a iman etmek isteyen, ama atalarının hurafe itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Rabbin gönderdiği ayetler çok düşündürücüdür.
Ankebut 51
Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?
Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Araf 185
Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?


Cahiliye dönemindeki aynı hata, ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Kur’an ınhükümleri yeterli görülmüyor. Allah size Kur’an yetmiyor mu diyerek uyardığıhalde, sanki Rahmanla inatlaşırcasına, Kur’an bizlere yetmez denebiliyor.

Ayrıca Kur’an dışından neredeyse, Kur’an kadar hatta daha fazla hükümleri de, dine peygamberimizin koyduğuna inanılıyor. Düşünebiliyor musunuz, verdiğim örnekte, Kur’an bize yeter diyenler adeta küçümsenerek, günahkâr ilan ediliyor. Hâlbuki peygamberimizin deyalnız Kur’an a iman ettiğini anlatan, o kadar çok ayet var ki. Allah Kehf 26. ayetinde açıkça hükmünü bakın nasıl veriyor.
(Allah Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.)
Tüm bu ayetleri görmezden gelerek, nasıl bir yolun yolcusu olduğumuzu, eğer anlayamıyorsak hala, söyleyecek sözün bittiği noktaya gelmişiz demektir.

Gelelim yazımızın başındaki sözlerin devamına. Bakın devamında ne diyordu hatırlayalım.
Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi deharam görmüşseniz onu da haram kabul ediniz. diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haramkıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.
Sizceyukarıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Yukarıda Ankebut 51 ve Araf 185. ayet aslında peygamberimizin söylemeyeceğinin kanıtıdır. Allah elçisine bakın görevi ile ilgili nasıl bir ayet indiriyor.
Maide 67
Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.

Anlayana anlamak isteyene, o kadar çok ibretlik ayet var ki. Siz bu ayetten, Allah’ın indirdiğinden başka hükümlerin de, elçisinin vereceğini mi anladınız. Yine bir ayetinde Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylemesini istiyor.
Ahkaf 9
De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum.
Bana vahyedilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Ne güzel, apaçık bir ayet. Ama tüm bunları görmeyenler, görmek istemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Peygamberimiz ben, bana vahyedilenden başkasına uymamdiyor açıkça, hala birileri inatla bunun tersini söyleyerek, peygamberimize iftira attığının farkında bile değil. Bakın haram ve helal koyma yetkisinde, Rabbin hükmü nasıl da çok açık hatırlayalım ayetleri. Acaba Allah tan başka, elçisine de helal haram koyma yetkisi veriyor mu?
Enam 150
Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin."Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimiziyalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar
."
Enam 140
Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar.

Sur 116
Yalan düzerekAllah'a iftiraetmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu daharamdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenlerkurtulamazlar.

Yunus 59
De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarakindirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allahmı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?

Yukarıdakiayetler, sizce ne anlatıyor helal ve haram koyma konusunda? Haram ve helal koyma yetkisinin, yalnız Allah’ın olduğu çok açık belirtiliyor. Allah’ın haram demediği bir şeye haram diyenlerin, Allah a iftira attığı bilgisi veriliyor. Allah’a iftira atanların, mahşer günü yüzlerinin simsiyah olacağını ve doğru cehenneme gideceklerini de, bir başka ayetinde Allah bildiriyor bizlere.
Kur’an öyle devre dışı bırakılmış ki, Allah ne söylüyorsa, tersine iman ettiğimizin farkında bile değiliz.
Hakka 44–45–46
Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözleruydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şahdamarını mutlaka keserdik.


Bu kadar açık bir ayet varken, hala peygamberimizin, Kur’an dışından, haram hükmü koyma yetkisi vardır diyerek, ne denli yanlış yolda olduğumuzu göremiyoruz. Allah bizim gönderdiğimiz Kur’an ın dışında, bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı elçimiz, onun açıkça canını alırdık dediği halde, nasıl olurda bizler bunun tersine hala inanırız? Bunun izahını ben yapamıyorum.

Allah elçisine kullarını uyarmak ve yol göstermek için yalnız ve yalnız Kur’an
’ı gönderdiğini, bakın bir başka ayetinde nasıl tekrar anlatıyor.
Enam 19
De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki:“Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.
"
Allahın elçisinin, bakın bizlere nesöylemesini istiyor.
(İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.)

Bu ayetten de ders almayana, ne anlatsak boşuna demektir. Gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, ne söylesek fayda etmeyecektir.

Şimdi de peygamberimizin Kur’an süzgecinden geçen, gerçekten onun söylemiş olabileceği ogüzel hadislerinden, bu konuyla ilgili örnekler vermek istiyorum. Bu örnekleri birçok kez verdim. Ama işine gelmeyenler bunları da görmezden geliyor.

Allah Kur’a na göre amel eden kavimleri yükseltir, onun gösterdiği yoldan gitmeyenleri de alçaltır.
Rivayet Ömer b. Hattab Müslim
Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403
Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım.
İbni Hişam Siret 4 sayfa 332
Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin vebilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.
Ebu Davud K. Etime39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20

Yazdığım hadislerin, eğer peygamberimizin sözleri olduğuna inanıyorsak, yazıma konu olan hadis diye nakledilen sözlerin, peygamberimize ait olduğunu söyleyenler, Allah'ın elçisine iftira attığının, bilincinde olmalıdırlar.
Hepimiz imtihandayız. İmtihanımızın asıl kaynağının, Kur’an olduğunu Allah söylüyorsa, sizce kime güvenmeliyiz, onun seçimi herkesin kendisine kalmıştır. Dilerim cümlemiz doğru seçimi yapan, Rabbin halis kullarından oluruz.



Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
8 Mayıs 2014       Mesaj #6
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizleri İşte Böyle KUR'AN dan Uzaklaştırıyorlar
Yazdığım yazıma cevaben bir kardeşimiz, Kur’an ı nasıl anlamamız gerektiği konusunda, bakın neler söylüyor. Verilen cevapların, İslam toplumunda, inancımızı ne derece yanlış yaşadığımız boyutlarını da, açıkça gösteriyor.

(Tek kaynak Kuran-ı Kerim tabii ki, ama bunu sen tek başına anlayıp yaşayabilir misin? Kitabı anlamak için tefsirde lazım fıkıhta şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)

Bu sözleri duyduğumda, Yahudi ve Hıristiyanların inançlarını yaşarken, ruhban sınıfını nasıl yarattıkları geldi aklıma. Aynı sözleri bugün hahamlar ve papazlarda söylüyor ve diyorlar ki, sizler dini tek başına anlayamazsınız, yaşayamazsınız.

Şimdide bu sözler üzerinde birlikte düşünelim. Bir kitap yazmak isteyen bir yazarın, ilk dikkat etmesi gereken konu nedir? Yazdığı kitabın, hitap ettiği toplumun seviyesinde, anlaşılır bir şekilde olması çok önemlidir. Yani hitap ettiği toplum, kitabı okumaya başladığında, alınması gereken her bilgi, aktarılmak istenen her konu, okuyucu tarafından anlaşılabilmelidir. Bu düşünce ışığında sizlere sorsam ve desem ki, Rabbimiz gönderdiği ve sorumlu tuttuğu rehberini, bu koşul ve şartlarda bizlere göndermemiş olabilir mi?

Bir başka deyişle, kitabı anlayabilmek için, yine başka bir kitaba ya da kişiye ihtiyaç olmamalıdır. EĞER OLURSA, ANLATILMAK İSTENEN KONUYA, VERİLMEK İSTENEN BİLGİLERE ANLATANIN, AÇIKLAYANIN DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİNİN KARIŞMASI ENGELLENEMEZ.

Bu kural, her yazarın en çok üzerinde durduğu ve kitabın başarısını da etkileyen, önemli bir unsurdur. Çünkü anlaşılması zor bir kitabı, kimse alıp okumaz. Yazarın kişiliğine değer vermek, o kitaba değer katmaz. Kitabın gerçek değeri, toplumun kitabı okuduğunda, o kitaptan bilgi alma ve öğrenebilme ölçüsüyle doğru orantılıdır.

KUR’AN I BAŞKALARININ ANLATTIĞI KİTAPLARDAN ANLAMAYA ÇALIŞIRSAK, O KİTABI YAZAN IN KUR’AN DAN NE ANLADIĞINI ANLAMIŞ OLURUZ. Bugün ne yazık ki bizler bu hatayı yapıyoruz, onun içinde Kur’an ı farklı anlıyoruz, dinde bölünüyoruz, parçalanıyoruz. Hatta birbirimize düşman oluyoruz.

Şöyle soralım kendimize. Allah rehber olsun diye gönderdiği kitabı, bizlerin anlayacağı şekilde göndermiyor, ama çok özel bazı kişiler Kur’an ı bizlerin anlayacağı şekilde yazıyor ve bizlere anlatıyor. Öylemi dostlar? Bunu nasıl düşünebiliriz? Aklımızı mı yitirdik yoksa. Yaradan bizlerin anlayacağı şekilde neden yazmasında, bizleri başkalarına muhtaç etsin. Hatırlamıyor musunuz Allah ayetinde, sakın velilerin ardına düşmeyin, Kur’an ın ipine sarılın, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim demiyor muydu?

Kitabı anlamak için tefsirde lazım, fıkıhta lazım diyor arkadaşımız. Yani tek başına anlaşılması mümkün olmayan bir kitaptan bahsediyor. Lütfen hatırlatırım bu kitap Allah katından geliyor, ama bizler bu kitabın anlaşılması için birilerine muhtaç olduğumuzu söylüyoruz. Böyle bir saygısızlığı beşerin kitaplarına bile yapmıyoruz. Hatta Kur’an ı açıkladığını söyledikleri bazı kitaplar için, bu kitap KUR’AN AYETLERİN AYETİDİR, deme yanılgısına bile düşüyoruz. Bu bir şirktir hatırlatırım. Kur’an a böylemi saygı gösterilir? Kur’an ı anlamak için, mutlaka beşeri bilgilere, kitaplara nasıl muhtaç olduğumuzu söyleriz?

Peki, Kur’an ı tefsir edenler, ne kadar doğru bilgi veriyor acaba bizlere diye düşünüyor muyuz? YA ONLAR YANLIŞ ANLADIYSA? Mezheplere ve tefsir kitaplarına bakın, aynı konularda bile birbirinden farklı açıklamaların olduğunu görürüz. Acaba hangisi doğru? Bu yolla mı Kur’an ı öğreneceğiz, anlayacağız? ALLAH BU YÖNTEMLE Mİ KUR’AN I ÖĞRENMEMİZİ İSTİYOR BİZLERDEN? Elbette hayır.

Bu konu, çok ama çok önemli. Eğer bu konuda doğru karar veremediysek, öyle bir yanlışın arkasından gideriz ki, yolumuzun sonunda pişmanlığımızı düzeltmeye asla vakit bulamayız.

Allah gönderdiği ayetleri ikiye ayırıyor ve bu konuda açıklama yapıyor. Sizlerin sorumlu olduğunuz muhkem ayetler, açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle açıklayarak gönderdik, izah ettik ki anlayasınız diyor. Bu ayetlerin hükümleri ile kendimize yön vermemizi istiyor. Ayrıca bu ayetlerin, dinin anası, temeli olduğu açıklamasını da yapıyor. Adı üstünde MUHKEM ayet. ŞÜPHE DUYULMAYACAK KADAR SAĞLAM, AÇIK İZAH EDİLMİŞ.

Bir kısım ayetlerin ise, müteşabih olduğunu, bu ayetlerin anlamlarını da, bir ben bilirim, birde ilim tahsil etmişler anlar diyerek, gelecekte ilimle müteşabih ayetlerin ne anlatmak istedikleri ortaya çıkacağını ve böylece Kur’an ın gücünün ve bu kitabın Allah katından geldiğinin kanıtları olduğu, daha açık anlaşılacaktır diyor. Hatta bu gerçekleri gören iman edenlerin, böylece imanlarının artacağı bilgisini de veriyor. Şunu unutmayalım, bu ayetler dini hükümleri, emirlerini içermiyor. Eğer öyle olsaydı, onlarda açık ve anlaşılır olurdu. Anlamadığımız bir hükümden, nasıl sorumlu oluruz?

Allah dinin anası muhkem ayetlerin açık, anlaşılır ve birçok örneklerle izah edildiğini söylediği halde, bizlerin ayetleri okuduğumuzda anlayamayacağımızı söylememiz ne büyük yanlış. Ne kadar büyük saygısızlık, farkında değil miyiz hala?

Allah bizlere bir rehber, kılavuz, yol gösterici gönderiyor, ama bizler tek başımıza bu rehberi okuduğumuzda anlayamayıp, bir beşerin yazdığı kitaba muhtaç oluyoruz, öylemi dostlar? Bakın aynı şeyleri tekrar ediyorum ki, hatamızı anlayabilelim.

Acaba bunu söyleyenlere, neden şu soruyu sormuyoruz. Madem okuduğumuzda dinin anası olan muhkem ayetleri anlayamıyoruz, neden peygamberimiz bizlerin anlayacağı şekilde yazmamış Kur’an ı. Ya da değiştirme yetkisini kendisinde bulmadığını düşünerek, sağlığında niçin ayetleri anlaşılacak şekilde, Kur’an ın yanında yazdırıp, ümmetine kolaylık sağlamamış diye neden sormuyoruz? Daha önemlisi yaradan neden bizlerin anlayacağı şekilde göndermemiş? Lütfen bu soruları kendimize mutlaka sorarlım ki, aldananlardan olmayalım.

Hâşâ peygamberimiz bunu düşünemedi de, bahsettiği kişi ya da kişiler mi düşündü, onların kitapları olmasa Kur’an ı anlayamazdık deme yanlışlığını yapıyoruz.

İslam dininde ruhban sınıfı var mıdır? Elbette yok diyeceksiniz. Ama yok demekle bir şey yok olmaz. Hayatımızda ruhban kişiler edinip, dini onların doğrultusunda yaşarsak, Kur’an ı onların anladığı gibi anlarsak, ruhban sınıfını bizler yaratmış oluruz. NE YAZIK Kİ BU SINIFI BİZLER YARATTIK. HEM DE ÇOK DERİN BİR RUHBAN SINIFI YARATTIK. Çünkü edindiğimiz veliler, şeyhler yoluyla İslam ı anlayacağımızı söylüyorsak, Allah ın emirlerine, ayetlerine muhalif imanımızı yaşıyoruz demektir.

Yazıma cevap veren arkadaşımız, şöyle bir mantık yürütmüş ve demiş ki;

( Şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)

Bir şeye takındığımız tavır, ondan faydalanma nispetimizle, ona verdiğimiz değeri gösteririz. Bir şeye çok güzel, çok seviyoruz, o başımızın tacı demekle, ona verdiğimiz değeri göstermiş olmayız.

Bir başka deyişle, çok sevdiğimiz bir şeyi, değer verdiğimizi yanımızdan eksik etmeyiz, gerektiğinde ondan istifade etmek için. Biz ne yapıyoruz, Kur’an ı anlaşılmaz ilan edip, yüksek bir yere asarak, edindiğimiz velilerin kitaplarını yanımızdan ayırmayıp, başucu kitabı yapıyoruz. BU DURUMDA PRATİKTE, HANGİ KİTAPLARDAN FAYDALANMIŞ OLUYORUZ, işte bu gerçeği lütfen artık fark edelim.

Yine bir arkadaşımız Kur’an ı anlama konusunda bakın ne cevap vermiş bir başka yazıma.

(Düşünün yaşadığımız hayatta her işin bir uzmanı var. İşi öğrenmek için uzmanına başvurulur. Her şeyi öğrenmek için uzmanına başvuruyoruz da, Peki dini öğrenmek için neden işin uzmanına başvurmayalım.)

Hani İslam dininde ruhban sınıfı yoktu. Allah ın bu konudaki apaçık ayetine, iman etmiyor muyuz yoksa? İşi elbette uzmanına sormalıyız, danışmalıyız. Dininde uzmanı Allah tır, onun gönderdiği Kur’an dır. Peygamberimizde yalnız ve yalnız Kur’an a uymuştur, çünkü Allah ayetinde elçisine, sana indirdiğimle kullarıma hükmet diye emretmiştir. Bu emri alan peygamberimiz, sizce Kur’an ın dışına çıkar mı?

Peygamberimizin danışacağı, bilgiler alacağı yalnız Kur’an olduğuna göre, bizlerinde danışacağımız rehberin, yalnız Kur’an olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Kur’an ın dışından farklı konulardan da sorumlu olsaydık, Allah ayetinde, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verir miydi?

Yaptığımız yanlışları daha iyi anlayabilmemiz için bir örnek daha vermek istiyorum. Yine başka bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, bakın Kur’an ı anlama konusunda ne diyor.

(Kuranı kerim, insanların anlamını tam olarak kavrayabileceği kadar açık değildir. Gördüklerimi okuduklarımı kendimize göre yorumlarsak, işte o zaman tehlike büyük olur ki bu konu ile tamamen ters düşer. KURANI ANLAMAK İÇİN, EK KAYNAKLARA KESİNLİKLE İHTİYAÇ VARDIR.)

Düşünebiliyor musunuz, Allah bizlere rehber olsun diye eşi benzeri olmayan bir kitap gönderiyor ve sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyor, ama bizler bu kitap için, anlamı tam olarak açık değildir diyoruz ve HÂŞÂ Allah ın bizlere gereği gibi açıklayamadığını, beşerin AÇIKLAYABİLDİĞİ İDDİASINDA BULUNUYORUZ. Bu ne büyük saygısızlık.

Kur’an ın MUHKEM ayetleri yoruma açık değildir. Adı üstünde MUHKEM. ŞÜPHE DURULMAYACAK BİR ŞEKİLDE AÇIKLANMIŞ DEMEKTİR. Kur’an ı anlayabilmek için, ek kaynaklara kesinlikle ihtiyaç vardır demek, Allah ın kitabının yetersiz olduğunu söylemektir ki, bunu söylemek ve düşünmek ŞİRKTİR, Yaradan ın NURUNA saygısızlıktır. HÂŞÂ Rabbimiz biz kullarına izah edemedi de, yaratılmış bir beşer mi bunu başardı? Allah bizleri affetsin.

BİR KİTABIN ANLATMAK İSTEDİKLERİNİ, DOĞRU ANLAMAK İSTİYORSAK, ONU BİZZAT KENDİSİNDEN DİNLEMELİYİZ, ÖĞRENMELİYİZ. Kur'an kendisini anlatan mucize bir kitaptır, lütfen bunu unutmayalım. Araya birilerini koyarak öğrenmeye çalışıyorsak, öğretilmek isteneni, anlatan kişinin düşünceleri ile öğrenmiş oluruz ki, bu yöntem bizleri her zaman yanıltabilir, yanıltmıştır da.

Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Hâlbuki Rabbimiz ne demişti, Kur’an ın ipine sarılın. Biz sizlere Kur’an ı, nice örneklerle açıkladık. Ama biz Kur’an ı anlaşılması zor ilan ettiğimiz için, önce beşerin ipine sarılıyoruz. Hâlbuki Allah Kur’an da birçok kez yemin ederek, Kur’an ı kolaylaştırdığını söylemişti. Ama Yaradan ı duyan bile yok.

Bu durumda söz ile söylemeye cesaret edemesek de, yaşantımızda yanımızdan eksik etmediğimiz beşerin kitaplarına, ÇOK DAHA FAZLA DEĞER VERMİŞ OLUYORUZ. Lütfen bunu yapmayalım, yoksa çok pişman oluruz.

Kur’an ın muhkem ayetlerini, daha iyi anlamak için, eğer başka kaynaklara mutlaka ihtiyacımızın olduğunu söylüyorsak, KUR’AN IN BİZLERE GEREKEN BİLGİYİ AÇIKÇA, ANLAYACAĞIMIZ ŞEKİLDE VEREMEDİĞİNİ SÖYLEMİŞ OLUYORUZ. Böyle bir yanılgıya, düşmek ister misiniz? Rabbim böyle hatalardan bizleri korusun.

Tek kaynak Kur’an olduğunu söylüyoruz, ama O kaynağı herkes tarafından, anlaşılmayan bir kitap ilan ediyoruz. BUMU BİZİM KUR’AN A VERDİĞİMİZ DEĞER? Bir kitap tan faydalandığımız ölçüde, onun değerini biliyoruz demektir. Eğer faydalanmıyor da yüksek bir yere asıp, ona böyle saygı gösterdiğimizi söylüyorsak, O SAYGI DEĞİL TERK ETMEKDİR.

Değerli din kardeşlerim. Lütfen yaptığımız yanlışı, Furkan ı rehber alarak, onun ipine sarılarak farkında olalım. Şunu asla unutmayalım. BİR REHBER KİTAP, ALLAH TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ İSE, O ANLAŞILMASI ZOR OLAMAZ, ANLAŞILMASI İÇİN DE, HERHANGİ BİR BEŞERE ASLA MUHTAÇ OLAMAZ.

Lütfen bu adaletsiz anlayışı, Rabbimize isnat edip, Rabbimizin adaletini sorgular hale gelmeyelim. Bunun sonu cehennemde kalıcı olmaktır. Bu dünyada da acı, adaletsizlik ve bozgunculuk bizlerin peşini asla bırakmaz, lütfen bunu da unutmayalım.

Kur’an ı doğru anlamak istiyorsak, ilk önce araya aracı koymadan, bizzat bizler Allah ın bizlerden neler istediğini önce öğrenmeye çalışmalıyız. ELBETTE HER İNSAN AYNI KAPASİTEDE DEĞİLDİR, AYNI ÖLÇÜDE ANLAYAMAZ, AMA İLK MÜRACAAT ETTİĞİMİZ KAYNAK KUR’AN OLURSA, temel bilgileri de Kur’an dan öğrenirsek, daha sonra sorup, araştıracağımız konularda, asla yanılmayız, birilerinin tuzağına düşmeyiz. Onun içindir ki Allah, Kur’an ın ipine sarılın diye bizleri özellikle uyarıyor.

Dilerim Allah dan, Kur’an ın kıymetini bilen, onu anlamak için bizzat çaba gösteren ve Kur’an ın bazı ayetlerini görmezden gelmeden, üstünü örtmeden İslam ı araştıran, öğrenen, hurafe ve sanı bilgilerin ardına düşmeyen, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
12 Kasım 2014       Mesaj #7
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Yalan Söyleyenler, Doğru Söyleyenlere İnanmazlar
Bir söz vardır “Yalan söyleyenler, doğru söyleyenlere inanmazlar.” Gerçekten de hayatımızda çok karşılaştığımız bir durumdur, yalan söyleyenlerin kolay ikna edilemeyeceği konusu. Çünkü bazı kişiler yalan yanlış sözler söylediğinin, farkında bile değillerdir. Böyle kişiler nefislerinin baskısı altındadırlar.

Gelin bu sözlerin ardında yatan mantığı, birlikte düşünelim. İnsanlar neden yalan söyler, ya da söylemek durumda kalır. Hayatımızda bu durumla hepimiz karşılaşmışızdır, az ya da çok. Genelde hepsinin ardında yatan ana etken, nefsimizin etkisidir. Belki de hepimiz hayatımızın bazı dönemlerinde, yalan söylemiş ya da söyleme gereğini duymuşuzdur. Bazen yalan söylediğimizde buna kılıf bularak, bunlar beyaz yalanlar, ya da bu yalanlar insanların iyiliğine yalanlardır diyerek, yaptığımız yanlışları aklamaya çalışmışızdır. Bu tür yalanların bile, bir zaman sonra çok farklı koşullarda, bizlere zarar verecek konuma dönüştüğüne şahit oluruz. NEFSİMİZİ İKNA ETMEK KOLAYDIR. AMA AKLIMIZI İKNA ETMEK ÇOK ZORDUR. Onun için her işimizi düşünerek yapmalıyız.

İnsanın nefsi ile hareket etmesi, onun baskısı altında yaşaması çok sakıncalıdır. Hatta öyle istenmeyen olaylar duyarız ki, nefsime yenik düştüm derler. Aslında yenik düştüğü insanın doyumsuz duygularıdır. İşte şeytanda bizleri her zaman nefsimizle aldatmaya çalışır. ÇÜNKÜ BİLİR Kİ İNSANIN EN ZAYIF NOKTASI NEFSİDİR.

Allah yarattığı kulunun özelliklerinden bahsederken, zayıf yaratıldığından, aceleci tabiatta olduğundan, çok daha ilginci tartışmaya meyilli olduğundan bahseder. Tüm bunları veren Yaradan, bizlere öyle bir güç vermiştir ki, bu özelliğimizle hata yapmaktan kurtulabilelim. Oda AKIL, DÜŞÜNME ve özgür irademizle karar verebilme yeteneğimizdir. Eğer bu özelliğimizi kullanamıyorsak, öyle hatalar yaparız ki, beyazı siyan görmek işten bile değildir. Onun için Allah bizleri, mutlaka düşünerek iman etmemizi ister.

Yalan söylemenin, nefsimizin karşı konamaz dürtüsü olduğunu önce bilmeliyiz. Ne kadar az yalan söylüyorsak, o kadar nefsimize hâkim olduğumuzu gösterir. Nefis öyle bir duygudur ki, bizlere yalanı bile savunmamızı sağlar. Onun içindir ki söylediğimiz yalanı, doğru diye savunma gereği bile duyarız, bundan da hiç üzüntü duymayız. Tabi bunu yaparken aklımız devre dışı bırakılmıştır. Eğer aklımız nefsimize baskın çıkıyorsa, zaten yalan söyleme gereği de duymayız, olayı bir şekilde anlatmanın yolunu buluruz. YARADAN DA BİZLERİ NEFSİMİZLE HER AN İMTİHAN ETMEKTEDİR. Onun içindir ki Kur’an da, birçok ayetinde bizleri, düşünerek iman etmeye yönlendirir.

Sürekli yalan söyleyenler, nefislerinin esiri olanlardır. Bunlar yalanın, yanlışın ardı sıra gittiğini fark edemezler. Çünkü akılla, düşünerek sorgulama refleksleri gelişmemiştir bu tür insanların. Böyle olunca da yaptıkları yanlışı ikaz edenleri, bir türlü kabul etmezler. Allah da Kur’an da aklını kullanamayanlara, bakın nasıl bir son beklediğinin uyarısını yapar.
Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, AKLINI KULLANMAYANLARA KÖTÜ BİR AZAP VERİR.
Bu ve buna benzer birçok ayet vardır ki, Allah bizleri sorgulayarak, düşünerek iman etmemizi ister. Çünkü sorgulamadan, düşünmeden yaşayan insanların, yanlış bilgilerin ardına düşerek, farkında olmadan yalancıların safında olacağını anlatır bizlere. Ayette söylediği gibi düşünmeyen insanlar yanlışın, yalanın ardı sıra gideceği için, Allah tarafından cezalandırılacağı belirtiliyor.

Bizler bu hatayı ne yazık ki, inancımızı yaşarken de yapıyoruz. Yaradan Kur’an ın ipine sarılın, sizleri KUR’AN DAN HESABA ÇEKECEĞİM dediği halde hiç düşünmeden, sorgulamadan Kur’an ın sınırlarını aşarak, doğruluğundan emin olamadığımız, bizlere söylenen rivayet ve sanı bilgilerin ardına düşüyoruz. Böyle olunca da söylenen yalan ve yanlışları ayırt edemiyoruz. Öyle bilgilere inanıyoruz ki, Kur’an bu bilginin tam tersini söylüyor. Kur’an ayetleri örnek verilip, doğruya davet ettiğinizde, sen sünnet inkârcısı mısın, peygamberimizi devre dışı mı bırakmak istiyorsun, türünden karşı savunmaya geçtiklerini görüyoruz. Bu sözleri söyleyenler, Kur’an gerçeklerini bir kenara ittiğini, hatta neredeyse Kur’an ın ayetlerini inkâr eder duruma düştüklerinin, farkında bile olamadıklarını üzüntüyle görüyoruz. Unutulan gerçek, peygamberimizin asla Kur’an ın dışına çıkmadığı ve Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözü söylemediği gerçeğidir.

Çok daha kötüsü, düşünme ve sorgulama melekemizi geliştirmediğimiz, devre dışı bıraktığımız içinde, yaptığımız yanlışları Kur’an ile uyaranların doğrularını göremiyor, fark edemiyoruz. BİR NEVİ NEFSİMİZ AĞIR BASIYOR VE BU GÜNE KADAR DİN VE İMAN ADINA YAPTIKLARIMIZIN, BOŞA GİDECEĞİ KORKUSUYLA SÖYLENENLERİ KABULLENEMİYORUZ.

Hâlbuki zararın neresinden dönersek kardır mantığından yola çıkmış olsak, kaybettiklerimizi telafi etmenin çabası içinde oluruz. Ne yazık ki günümüz İslam toplumları, bu gerçeğin çok uzağında İslam ı yaşıyor. DÜŞÜNME VE SORGULAMANIN, DİNDE YERİNİN OLMADIĞI TOPLUMA ANLATILMIŞ BUGÜNE KADAR. Kur’an ı sen anlayamazsın mantığından kurtulmadığımız sürece, farkında olmadan yalan ve yanlışın savunucusu olduğumuzu asla fark edemeyeceğimizin, lütfen artık farkın da olalım.

Gerçeklerin, doğrunun savunucusu olmak istiyorsak, elde Kur’an önce onu anlayarak, düşünerek okumalıyız. Daha sonra harcayacağımız çaba ölçüsünce, gönül gözlerimizin nasıl parladığının farkına varacağız. Bunu yaptığımızda, daha önce ardına düştüğümüz yalan-yanlış söylenen sözlerin farkına varıp, artık asla takipçisi de olmayacağız.

Nefislerimizin esaretinden kurtulmak istiyorsak, gerçeklerle yüzleşmesini bilmeliyiz. Bunu her konuda yapabiliriz. Yaşadığımız gündelik olaylardan tutun, imanımızı yaşamaya kadar, izleyeceğimiz yol ve yöntemi akıl ve mantık süzgecinden mutlaka geçirmeliyiz. Özellikle inanç ve iman şaka götürmez. Onu yaşarken kesin kanıtlar ışığında yaşamalıyız ki, hesabın görüleceği O çetin gün, pişman olanlar safında olmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorgu suale çekeceğim diyorsa, EN KESİN KANITIN KUR’AN OLDUĞUNU LÜTFEN UNUTMAYALIM.

Dilerim bu gerçekleri gören ve farkında olan düşünerek, sorgulayarak inancını yaşayan, Allah ın azıklık mutlu kulları arasında oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
1 Aralık 2014       Mesaj #8
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Allah Huzurunda Kadın ve Erkek Eşittir

Bugünlerde tartışılan bir konu var. “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir" deniyor. Tabi bunu söyleyenler dini ön plana çıkartarak söylüyor. Gelin bu konuyu Kur’an dan araştıralım. Acaba Allah huzurunda, kadın ve erkek eşit değil mi? Yoksa bu konuyu saptırarak, İslam dinine zarar verenler mi var?
Hucurat 13: Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLANINIZ, O’NA KARŞI GELMEKTEN EN ÇOK SAKINANINIZDIR. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.

Ayete baktığımızda Yaradan, benim katımda en değerliniz, bana karşı gelmekten en çok sakınanızdır, yani en güzel amel işleyeninizdir dediği halde, bizler kadın ve erkeğin nasıl olur da eşit olmasını, fıtrata ters görürüz. Bizler hurafe inançlarımızın etkisiyle, her zaman kadınları ikinci sınıf bir insan görme yanlışını, ne yazık ki yaptık. Bunun nedeni Kur’an ı terk ederek batılı, hurafe ve sanı bilgileri, din zannetmemiz büyük etken olmuştur.

Ne yazık ki bizler eşitlik dendiğinde, güç-kuvvet, şekilsel dış görünüş anlamışız ve mukayeseyi bu mantıkla yapıyoruz. Çünkü Kur’an ı anlamaya çalışmamışız da ondan. Bir insanın Allah katında ki değeri, inancında güçlü olması, TAKVASI ile doğru orantılıdır. Yani Allah katında güçlü olan, bedenen güçlü olan değil, Allah dan en çok sakınan dır. Kadını ve erkeği belki güç ve kuvvette eşit konuma getiremeyiz, ama ALLAH KATINDA KADINDA, ERKEKTE EŞİTTİR. Önemli olanda bu değil mi zaten. Eğer güç, kuvvet Allah katında eşitliğin ölçüsü olsaydı, sanırım boksör ve dövüş sanatı mensupları birçok erkekten, Allah katında ön planda olurdu. İslam ı böyle mantık dışı konumlara getirmek ve mantığın, aklın kabul edemeyeceği ölçüleri dine nispet etmek, İslam a yapılacak en büyük kötülüktür.

Ne yazık ki kadının, erkekle eşit olmadığını, fıtrata aykırı olduğunu söyleyen ve bu topluma dikte ettiren zihniyet, kadını bu toplumda ikinci sınıf bir insan yapmıştır. Bakın batıl inancın baskısı ne boyutlarda. Elbette bunlara inanan düşünce, kadını erkekle eşit görmez.

1.Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. Tirmizi, Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbn Mace, Nikah 4/1852

2.Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239

3.Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187

4.Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. Sahihi Buhari

5.Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Sahihi Buhari.

Tüm bu iftiralara inana bir insan, elbette kadını ve erkeği eşit görmeyecektir. Yine Allah katında erkeğin ve kadının nasıl eşit olduğuna Kur’an dan bakmaya devam edelim.
Nisa 124: Mümin olarak, erkek veya kadın, HER KİM SALİH AMELLER İŞLERSE, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Kur’an a iman ettiğini söyleyen bir insan, kadının ve erkeğin Allah katında eşit olduğunu çok açık bilir. Bizler bu dünyada imtihan için bulunuyoruz. Ölçümüz ve değerlendirmemiz Allah ın bizlere verdiği değer ölçüsüdür. Hiç birimiz bir diğerinden üstün değildir. Üstünlük Allah a karşı TAKVAMIZDA, yani onun rızasını kazanma yarışındadır.

Tevbe suresi 71. ayetinde mümin erkekle, mümin kadınlar BİRBİRİNİN DOSTLARIDIR DER. Çünkü kadın ve erkek bir birinin tamamlayıcısıdır. BİRBİRİNİN DOSTU OLAN, NASIL BİR DİĞERİ İLE EŞİT OLMAZ. Yine Bakara 187. ayette, ONLAR SİZİN İÇİN BİRER ELBİSE, SİZ DE ONLAR İÇİN BİRER ELBİSESİNİZ DER. Yani her ikisi bir bütünün parçasıdır. Birbirine üstünlükleri asla yoktur.

Bir şeyi kıyas edebilmemiz için, aynı koşullarda olması gerekir. KADIN VE ERKEĞİN YARADILIŞ GAYESİ FARKLI, NASIL OLURDA İKİSİNİ MUKAYESE EDİP, BİR DİĞERİNE EŞİT DEĞİL DERİZ. Size sorsam ve desem ki, HAVA ve SU arasında kıyas yapsanız, hangisi daha çok değerlidir, diğerinden üstündür desem, ne dersiniz? Böyle kıyas mı olur, hava ve su birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Birbirine üstünlüğü söz konusu olamaz dersiniz. İşte erkek ve kadın arasında da asla bir kıyas yaparak, biri diğerinden üstün diyemeyiz.

Gelelim erkeğin kadın ile çalışma hayatındaki farkına. Elbette bu fark zaten çok açık bellidir. Erkek yaratıldığı yapısı ve yaşamdaki iş bölümü gereği, daha güçlü yapıdadır. Onun içinde ailede çalışma para kazanma, geçimi sağlama görevi erkeğe verilmiştir. Tabi bu değildir ki kadın çalışamaz. Böyle bir yasak asla konmamıştır. Elbette çalışır ama bu kadının kendi iradesi ile olur. Kadınında farklı görevi vardır aile içinde. Bunları zaten hepimiz biliyoruz. Erkek ve kadına Allah ın verdiği sorumluluklar, hiç birisine üstünlük sağlamaz. Her biri üstüne düşen görevlerden sorumludur.

Peki, tüm bu bedeni farklılıkları öne sürerek, kadın erkekle fıtrat yani yaradılış gereği eşit değildir dememiz, ne kadar doğru olur. Eşitlik değerlendirmesini kim yapabilir biz yaratılmışların üzerinde? Yalnız Allah yapabilir. ALLAH BENİN NAZARIMDA EŞİTSİNİZ DİYOR ve bu dünyada kadına ve erkeğe iş bölümü, görev dağılımı yapıyor. Bakın Allah yine hiçbir ayrım yapmadan ne diyor.
Nahl 97: ERKEK VEYA KADIN, MÜMİN OLARAK KİM İYİ AMEL İŞLERSE, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.

İşte Allah ın kadın ve erkek arasındaki değer yargısı. Kim olursanız olun, ister erkek, ister kadın, huzuruma gelirken bu dünyada iyilik, güzellikler yaparak gelmelidir diyor. Allah kadını ve erkeği fıtrat, yani yaradılış gereği kendi katında eşit kabul ettiği halde, bizim içimizden bazıları kendi arasında, kadını erkekle eşit görmüyorsa, bu elbette onların sorunudur. Kendi yaşantılarında kadını eşit göremeyenler, Allah ın kurulmasını istediği adaletli bir düzeni de, elbette kuramayacaklardır. Allah ın önerdiği düzeni kuramayanlar, ne huzuru nede mutluluğu bulmaları, mümkün de olmayacaktır. Sizlere son bir ayet daha hatırlatmak istiyorum.
Nisa 32: Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyiniz. ERKEKLERİN DE KAZANDIKLARINDAN BİR PAYLARI VAR, KADINLARIN DA KAZANDIKLARINDAN BİR PAYLARI VAR. Allah'ın lütfunu isteyiniz. Şüphesiz Allah, her şeyi bilmektedir.
Sizce Yaradan bu ayetle, bizlere ne anlatıyor? İster erkek olalım, ister kadın olalım. Hepimizin birbirinden farklı yanlarımız olabilir. Bu farklılıklarımızın da bizlere getirdiği çok farklı özelliklerimiz de olabilir. Hatta bu farklılık bizleri özendirebilir. Bu farklılıkları dikkate almayın, özenmeyin diyor Allah. Çünkü ben farklı oluşunuza bakmam. Erkeklerin kendine has özellikleri ile kazandıkları kendilerine, kadınlarında kendine has özellikleriyle kazandıklarından kendilerine bir pay var diyor Rabbimiz. Yani ben sizlere gücünüz nispetinde sorumluluklar verdim diyor. Yaradan bu ayetiyle, aile içinde kadına ve erkeğe verdiği görev ve sorumluluklarını hatırlatıyor ve diyor ki, HERKES KENDİ GÖREVLERİNDEN SORUMLUDUR.

Son olarak şunu söylemek isterim. Kadın ve erkeğin fiziksel yapısında, elbette eşit olduğunu söyleyemeyiz. EŞİT OLMAMASININ NEDENİ, ALDIĞI GÖREV VE SORUMLULUKLA İLGİLİDİR. Ama bunun eşit olmaması, bizlerin yaşamında eşit şartlarda olmadığımızı asla göstermez. Bu dünyada işlediğimiz suçlarda, hâkim karşısında nasıl erkek ve kadın eşit tutuluyorsa, Allah katında da erkek ve kadın eşittir. Eşitsizlik, bizlerin kendi nefislerimiz de yarattığı adaletsiz, batıl ve hurafe inancımızdan gelmektedir. Lütfen bu yanlış inançlardan kurtulalım ki, huzurlu ve adaletli bir toplum olalım.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
10 Aralık 2014       Mesaj #9
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Din Öğrenmenin Yaşı

Her zaman tartışılan bir konu, ilkokullarda zorunlu din dersinin olup olmaması konusudur. Gerçekten de bu konu çok önemlidir. Bir örnek vermek istiyorum. Lise seviyesindeki bir konuyu, ilkokulda okutabilir misiniz? Elbette okutamayız diyeceksiniz. Peki, neden okutamayız?

Çünkü ilkokuldaki bir öğrencinin, muhakeme kabiliyeti daha tam gelişmemiştir. Gereken değerlendirmeyi, gerektiği ölçüde yapamaz. Bunu yapabilmesi için, önce alt yapısı olmalıdır. Öğretmeye çalışsanız da, o yaşta öğrenemez. Örneğin Kur’an, evlilik yaşından bahsederken, evlenecek kişinin gerekli olan OLGUNLUĞA ERİŞMİŞ OLMASININ, gerekliliğinden bahseder.

Bizler dinin gerektiği emirlerin, yerine getirme yaşından bahsederken, Akıl ve baliğ olmak gerektiğini söyleriz, tıpkı Kur’an ın evlenme yaşından bahsettiği gibi. Akil olmak aklı başında olmaktır. Baliğ olmak ise çocukluktan çıkıp, ergen olması, buluğa ermesi yani mukayese yapabilecek olgunlukta olması anlamına gelir. Bu tarifin tam bir yaşının olduğunu söyleyemeyiz. Kızlarda ve erkeklerde bile farklıdır. Her çocuğa göre bile değiştiğini söyleyebiliriz.

Kur’an ı anladığı dilden okuyan bir Müslüman, Allah ın ayetleri üzerinde derin derin düşünmemizi emrettiğini bilir. BUNUN NEDENİ DE İNANCIN, İMANIN SAĞLAM TEMELLER ÜZERİNDE OLABİLMESİ İÇİN, AYETLERİN ÖZÜNE İNEBİLMENİN, DÜŞÜNEREK, İDRAK EDEREK, SORGULAYARAK İNANMANIN ÖNEMİNİ ANLATIR YARADAN BİZLERE.

Eğer toplum İslam ı anlayarak, düşünerek okumaya çalışmıyorsa, o toplumu inancıyla yönetmek daha kolay olur. İslam ı kullanan terör örgütlerinin de izledikleri yollardan biriside, küçük çocukları din dersi adı altında verdiği yanlış bilgi ve telkinlerdir. Düşünme melekesi gelişmemiş, baliğ olmamış çocuğu nasıl isterseniz öyle yönlendirirsiniz. İsterseniz bir melek, isterseniz bir şeytan yetiştirmek elinizdedir.

Onun içindir ki küçük yaştaki çocuklara, din bilgisi adı altında yanlış bilgiler vermeye kalkarsanız, daha sonra tamir edilemeyecek, geri dönüşü olmayan bir nesil yaratabilirsiniz. ÖĞRETİLEN BİLGİ DOĞRU BİLE OLSA, SORGULAMA YETENEĞİ GELİŞMEMİŞ, AKIL, BALİĞ OLMAMMIŞ BİR ÇOCUK, KENDİ İÇ DÜNYASINDA YANLIŞ DEĞERLENDİRMELER YAPARAK, DİNDEN BİLE SOĞUMASINA NEDEN OLABİLİRSİNİZ.

Bundan dolayıdır ki, toplum bu konuda çok fazla duyarlıdır. Şöyle düşünebilirsiniz, neden yanlış bilgiler verilsin, bizler Allah ı peygamberi anlatıyoruz, bunun neresi yanlış. Bu sözlerle başlayan ama bugün İslam âlemi içinde, sayısını bile bilmediğimiz bir bölünmüşlük yaşıyoruz dinde. Hiçbirisinin bir diğerine ne güveni var, nede saygısı. Hepsi kendi inancını doğru kabul ediyor ve aynı kitaba ve aynı peygambere inandığımız halde, birbirimizi öldürmekte bir sakınca görmüyoruz.

İŞTE TOPLUMU KORKUTAN, BU DİNDE BÖLÜNMÜŞLÜĞÜN VERDİĞİ GÜVENSİZLİKTİR. Bir çocuğun eğer muhakeme, sorgulama kabiliyeti gelişmediyse, baliğ olmadıysa, yeterli altyapı bilgide yoksa ona din dersini, dini bilgileri bir başkasının vermesini hiçbir anne baba kabul etmez. Tedirgin olur ve derki, ya yanlış bilgilerle çocuğumun inancını etki altına alırlarsa. Bu düşünce hepimizde vardır. Çokta normaldir böyle düşünmek. YOKSA HER ANNE BABA, DİNİ BİLGİLERİ HER YAŞTA, AMA DOZAJINDA YAVAŞ YAVAŞ EVLADINA VERİR.

Laik bir toplumda yaşadığımızı söylüyorsak, devletin topluma dikte ettirdiği bir inancı, zorunlu tutarak öğretmeye kalkması düşünülemez. Din ailelerin, hatta kişilerin Allah a karşı kendi sorumluluklarıdır. Buna hiç kimse müdahale edemez ve zorla öğretmeye kalkamaz.

Elbette din çocuklarımıza öğretilmelidir, ama detaylı din eğitimi, muhakeme yeteneklerinin geliştiği, baliğ olduğu bir çağda yapılmalıdır. Eğer bir çocuk anlatılanları sorgulayamıyorsa, karşılaştırma yapacak yetenekleri daha gelişmemişse, öğretilenlerin doğru ya da yanlış olabileceğinin farkında olamaz. Bunu yaparsak Allah ın Kur’an da emrettiği, iman şeklinden de sapmış oluruz. BÖYLE YAPARAK BİLİNÇSİZ, SORGULAMADAN İTAAT EDEN BİR TOPLUM YARATMIŞ OLURUZ. Çocuklarımıza İslam ı korkutarak, ürküterek, tehdit ederek değil, güzel bir üslupla anlatmalıyız ki, evlatlarımız İslam dairesi içinde kalabilsin. Bunun tersini yaparsak, dinden bahseden her kişiden uzaklaşacaklardır.

Çocuklarımıza din ve ahlak eğitimi, ailelerin hayatına geçirdiği yaşantısıyla başlar. Eğer toplum olarak biz büyükler, doğru bir örnek oluşturmuyorsak yaşantımızda, onlara ne anlatırsak anlatalım ikna olmayacaklardır. Din eğitimi çocuklara, önce yaşatılarak öğretilir. Eğer bir toplumda hırsızlık, zina, büyüklere saygısızlık almış başını gidiyorsa, o toplumun gençlerine, çocuklarına da dinden söz edemezsiniz. DAHA AÇIKÇASI ÇOCUKLARIMIZA DİNİ ÖĞRETMEDEN ÖNCE, BİZLER İYİ BİR MODEL OLMALIYIZ. Din sözle, konuşarak değil yaşayarak öğretilir. Çocuklarımıza örnek olamıyorsak, bizler dini yanlış öğrenmişiz demektir. Çocuklarımıza da doğru öğretmemiz mümkün olmayacaktır.

Dilerim toplum olarak, bu gerçeklerin farkında oluruz. Din ve iman bir başkasına zorla öğretilmez, önce bunun bilincinde olmalıyız. DİNİN ÖĞRETİLMESİ KONUSU, DEVLETİN ASLİ GÖREVİ DEĞİLDİR. Din eğitiminin ilk basamağı ailedir. Daha sonrada bireyin bizzat kendisidir. Bunun dışında hiç kimse, zorla araya girerek bu görevi üstlenemez. Din ve iman kişinin, Allah a karşı imtihanıdır. Hiç kimse bu imtihana müdahale edemez.

Hepimiz yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağız. Dinde zorlama yoktur diyen Allah ın hükmünü lütfen hatırlayalım. Yaradan hiç kimsenin zorlanarak bir inanç yaşamasını istemez. Din gönüllülük esasına dayanır ve yalnız ALLAH İLE KULU ARASINDADIR.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
17 Ocak 2015       Mesaj #10
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizler Kur’an ı öyle bir terk ettik ki, hurafe ve batıl iliklerimize kadar işlemiş, ama bunun farkında bile değiliz. Yaşadığımız dinin adı İslam, yani Allah a boyun eğmek, teslim olmak ama bizler ne yazık ki Allah a değil, beşerin uydurduğu rivayet ve sanı bilgilere inanıyor ve onların batıl sözlerine boyun eğerek, inancımızı yaşıyoruz.

Bu tespitlerimin bir tezahürünü gördük basında. Yaşını başını almış, toplumda belirli bir topluluğa din adına konuşmalar yapan bu kişi, geçen gün öyle şeyler söyledi ki İslam ve din adına, aklı başında olan, Kur’an dan nasiplenmiş hiç kimse, bunu kabul etmez.

Bu kişi, Kur’an a iman eden bir Müslüman ın, şunlara inanması gerektiğini söylüyor ve diyor ki; “İSLAM DİNİNDE EVLENME KONUSUNDA BİR YAŞ HADDİ YOKTUR, BULUĞ ÇAĞINDAN ÖNCEDE, BİR ÇOCUK EVLENEBİLİR”. Açıklamasında ise çocuğun reşit olması gerekmediğini söyleyebilmesi, bu zihniyetin ne derece Kur’an dan uzak bir inanç yaşadığını göstermektedir. BU SÖZLER VE BU DÜŞÜNCE KUR’AN A İFTİRADIR.

Bizler ne yazık ki ayetlerin anlamını, kendi nefislerimizde öyle eğip büküyoruz ki, ALLAH IN SÖYLEDİĞİNİ DEĞİL, NEFSİMİZİN İSTEDİĞİNİ ANLIYORUZ. BÖYLE OLUNCA DA KUR’AN A UYMAK YERİNE, KUR’AN I KENDİMİZE UYDURUYORUZ. Bakın çocuk yaşta evlenebilmenin kanıtını, Kur’an dan nereden aldığını söylüyor. Ayet evli olup ta, boşanmış kadınların bekleme sürelerine açıklık getiriyor ve bakın nasıl bir açıklama yapılıyor.

Talak 4: Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, HENÜZ ÂDET GÖRMEYENLER hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. (Diyanet İşl. Meali)

Bir insanın fikri neyse, zikri de odur derler. Kafaya sübyancılığı koymuş ve buda onun nefsine hoş görünüyorsa, Allah herkesin fikrine, niyetine göre Kur’an dan istifade etmesini sağlıyor. Bakın bu ayette geçen HENÜZ ÂDET GÖRMEYENLER sözünden bu zihniyet ne anlamış biliyor musunuz? Henüz adet görmemiş kim olabilir diyor ve cevabını veriyor. Daha buluğ çağına girmemiş çocuk. Demek ki ayette bahsedilen konu boşanacak bir kadının başka birisi ile evlenebilmesi için, bekleme süresinden bahsediyorsa, demek ki daha buluğa ermemiş ve regli olmayan küçük çocuk evlenmiş ki, onun boşanma durumunda bekleme süresinden bahsediyor, diye bu ayet delil gösteriliyor.

Değerli kardeşlerim, siz bu ayetten, bu sözlerden bunumu anladınız. Öyle kadınlar vardır ki, kadınlık hormonlarında sorunlar olduğundan, regli olmaya bilir. Kadının bu durumu da evlenmesine mani değildir. Ayet evlenme olgunluğuna gelmiş ve evlenmiş ama boşanmış kadınların, daha sonra tekrar evlenmeleri durumunda bekleme süresinden bahsediyor. Peki, neden üç ay beklesin diyor. Çünkü evliliği zamanında, hormonları faaliyete geçmiş ve hamile kalmış olabilir de ondan.

Allah ayetini ne güzel açık, seçik anlatıyor. Ama Kur’an ı nefsine uydurmak isteyenler, bakın ayetten neler neler anlıyorlar da, birde 6 yaşındaki kızın evlenebileceğini çıkartıyorlar ayetten. Allah ıslah etsin. Hurafe, batıl inançlarına Kur’an dan delil arayanlar, ayetlerin asla bahsetmediği şeyleri, işte böyle saptırıyorlar. İNSANIN NEFSİ İŞTE BÖYLE ZALİMDİR. Şimdide sizlere yine, Kur’an dan bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bizler Allah ın ayetlerini işte böyle nefsimizin baskısı ile görmezden gelip, üstünü örtüyoruz.

Nisa 6: Yetimleri, NİKÂH ÇAĞINA GELMELERİNE KADAR GÖZETLEYİP DENEYİN. O ZAMAN ONLARDA İÇİNİZE SİNECEK BİR OLGUNLUK VE ERGİNLİK GÖRÜRSENİZ, mallarını onlara geri verin. Büyüyecekler diye bu malları tez elden saçıp savurarak yemeyin………. ( Yaşar Nuri Öztürk Meali)

Allah bakın ayete, bizlere emanet yetimlerden bahsediyor ve ne diyor lütfen dikkat. Size emanet yetimler, NİKÂH ÇAĞINA GELİNCE diye özellikle, bir nikâh çağının olduğundan bahsediyor. Devamında ise bu nikâh çağının ölçüsünü de söylüyor ve diyor ki;
(O ZAMAN ONLARDA İÇİNİZE SİNECEK, BİR OLGUNLUK VE ERGİNLİK GÖRÜRSENİZ.)

Demek ki nikâh çağının ölçüsü, olgunluk ve erginlik olduğu anlaşılıyor. Allah dikkat ediniz bu ayetinde bizlere teslim edilen yetimler, kimsesiz çocuklardan bahsediyor. Yetime böyle davranma inceliğini gösteren, elbette kendi çocuklarına da aynı titizliği gösterecektir. Nefis öyle şeytanla iş birliğinde ki, görmemiz gereken ayetlere gözümüzü kapattırıyor. Hiç ilgisi olmayan, Allah ın söylemediği sözleri de, sanki söylenmiş gibi bizlere söyletiyor. Rabbimiz bu sapkınlıktan bizleri korusun.

İslam toplumunda bu konuyu, bu şekilde anlamamıza büyük etken, ne yazık ki peygamberimize atılan bir iftirayı, hiç düşünmeden kabul etmemizden kaynaklanmaktadır. Peygamberimizin Hz. Aişe ile 6 yaşında evlendiği rivayet edilir. Ne yazık ki İslam toplumunun büyük çoğunluğu da buna inanır. Bu fitneyi içimize sokan din düşmanları, bugün bizlere kıs kıs gülüyorlar.

Lütfen bu konuyu doğru araştırınız. Hz. Aişe peygamberimize peygamberlik gelmeden 6 yıl önce doğmuş. Hz. Ebu Bekir de İslam gelmeden önce, bir putperest aileye kızını sözlemiş. Daha sonra İslam dini peygamberimize tebliğ edildikten, çok sonra peygamberimiz Hz. Aişe ye talip olmuş. Düşünün lütfen Hz. Ebu Bekir, daha önce başaksına söz verdiğini söylemiş, ama bu söz verdikleri putperest bir aile olduklarından, Hz. Ebu Bekir in Müslüman olmasından dolayı, Hz. Aişe yi kabul etmeyerek istememişlerdir. Hz. Aişe ile ablası Esma ile arasındaki 10 yaş fark oluşu ve ölümü arasındaki bilgileri tarihçiler araştırmış ve açıkça Hz. Aişe nin evlendiğinde 17 ya da 18 yaşlarında olduğu ortaya çıkmıştır.

Sizlere sormak isterim. Allah elçisine tebliğ ettiği ayette, evlenecek bir insanın içimize sinecek, önce olgunluk ve ergenliğe ulaşması gerektiği tebliğini almış ise, sizce 6–7 yaşlarında kendisi evlenmiş olabilir mi? Bunu nasıl söyleriz ve nasıl düşünürüz. Evlenen bir kızın olgun ve ergin olması sözünden, evini çekip çevirecek, doğuracağı çocuğunu büyütüp, yetiştirecek bir durumda olmasını anlarız.

Tüm bu gerçekler apaçık önümüzde duruyorken, bizler nasıl olurda peygamberimiz 6 yaşında Hz. Aişe ile evlenmiştir deriz ve İslam dini bu yaşta evlenmeye izin veriyor deme cesaretini gösteririz, benim aklım almıyor. Aslında aklımızın almadığı, çok şeyi bizler din diye yaşıyoruz. Tüm bunların sorumlusu bizleriz. Çünkü Allah ın arı, duru dinini, batıl ve hurafelerle öyle karıştırdık ki, şimdide HAK hangisi BATIL hangisi şaşkın şaşkın, aranıp duruyoruz. Çünkü artık hakkın yerini batıl almış, bunu da Allah ın dini diye yaşıyoruz.

Değerli din kardeşlerim, kendimize gelmenin zamanı geldi geçiyor. Mahşer günü O çetin gün, pişman olacakların safında olmak istemiyorsak, uyarıyı tekrar hatırlayalım.

Furkan 28-29: Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, KUR’AN BANA GELDİKTEN SONRA, BENİ ONDAN O SAPTIRDI. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir. (Diyanet İşleri Meali.)

Bu acı itirafları yapmak istemiyorsak, batılı, sanıyı, hurafeyi değil, Kur’an ı rehber edinmeli ve yalnız Kur’an ın ipine sarılmalıyız.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
Hak Yol Kuran

Benzer Konular

19 Aralık 2016 / misafir 98 Cevaplanmış
17 Kasım 2017 / Misafir Kahve Molası
12 Ocak 2015 / mechul Taslak Konular
23 Kasım 2009 / seda 14588 Soru-Cevap