Arama

İçtihat (Meşakkat) Nedir? İçtihat Şartları Nelerdir?

Güncelleme: 4 Ocak 2016 Gösterim: 11.375 Cevap: 3
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
26 Ocak 2009       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İçtihadın sözlük anlamı; meşakkatli, külfetli, zor bir işi meydana getirmek için bütün gücünü sarf ederek ceht ve gayret göstermektir.

Sponsorlu Bağlantılar
Terim anlamı ise; kesin ve açık delillerle sabit olmayan öznel yargıları şer'î delillere uygun olarak ortaya çıkarma konusunda bütün güç ve takatini sarf ederek çalışmaktır. Yani, Kur'an, hadis ve icma ile sabit olan şer'î delillerden hüküm çıkarmaktır.

Kur'an-ı Kerim, ezeliyete bakan ve ebediyetten haber veren bir denizdir; sonsuz bir feyiz ve rahmet hazinesidir. O'nun hikmet ve esrarı nihayetsizdir. Her asrın âlimleri anlayışları oranında ondan hisselerini almışlardır ve kıyamete kadar da alacaklardır. Ümmet-i Muhammed (asm.) onun bereketine mazhar olmuşlar, maddeten ve manen Kur'an 'dan istifadeler etmişlerdir ve edeceklerdir.

Kur'an-ı Kerim, özet hâlinde ve ince nüktelerle doludur; bir çok prensip ve kaideleri, esas ve usulleri ihtiva eden zengin bir hazinedir.

Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
"Yaş ve kuru herşey Kitab-ı Mübindedir."

Bediüzzaman Hazretleri bu âyeti şöyle tefsir eder: "Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir. Yaş ve kuru, herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor."

Bu İlâhî hazinede beşeriyetin kıyamete kadar karşılaşacağı bütün meseleler sarahaten yani açık ve net olarak bulunsaydı, mevcut Kur'an'ın bin misli kadar bir kitap olması gerekirdi.

İmam-ı Şa'rânî'nin buyurduğu gibi. "Eğer Peygamber Efendimiz (asm.) Kur'ân-ı Kerimdeki icmalleri toplu, öz olarak bir arada bulunan ilimleri açıklamasaydı, Kurân-ı Kerîm’in özet hâlindeki ifadeleri üzere kalırdı. Aynı şekilde, müçtehid din imamları, Sünnette bulanan icmalleri açıklamasalardı, sünnet kendi özet hâliyle kalırdı."

Malumdur ki, Cenâb-ı Hakk nazarında en makbul olan amel güç olanıdır. (İbadetlerin en faziletlisi zahmetli olanıdır) hadisi-i şerifi de bunun bir delilidir. İçtihat da zor bir araştırma ve derin bir incelemeyi icap ettiren yüksek bir ilim ve ehli için mukaddes bir görevdir. İnsanların bütün hal ve hareketleriyle alakası vardır. Buna mazhariyet ise kuru bir iddia ile değil, Peygamberimize (asm.) tam anlamıyla vâris olmakla mümkündür.

İçtihadın önemi nedir?

İçtihat, Cenâb-ı Hakk'ın bu ümmete en büyük lütuf ve ihsanıdır. Cenâb-ı Hakk'ın, Kur'an-ı Kerim'de yoruma açık olan hakikatleri, işaret ve remizleri ümmetin alimlerine bırakmasının birçok hikmetleri vardır. Cenâb-ı Hakk yoruma açık hükümleri eğer kesin bir şekilde bildirseydi, ayrıntıya ait bütün meseleler, farz ve vacip olurlar ve onlara muhalefet edenler felâkete düşerlerdi.

Diğer bir hikmet: Cenâb-ı Hakk içtihat kurumunu açmakla âyet ve hadislerden şer'i hükümlerin çıkarılmasında akla da bir hisse vermiş, böylece ümmet-i Muhammedi ve ulemasını şereflendirmiştir.

İlahî hediyelerin en kıymetlisi akıldır. Akıl, varlıkların gerçeğini, kainatın sırlarını keşfeden İlahî bir nurdur, lâtif ve şerefli bir cevherdir. Kur'an-ı Kerimin en derin mana ve hakikatleri o cevherle halledilir. Evet, akıl insana Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve inayetinin, fazl ve kereminin son mertebesidir. Bununla beraber insanlar akıl ve ilim noktasında aynı seviyede değildirler.

İlmin mahiyeti bir olsa bile anlaşılması başka başkadır. Binlerce insan bir alimden aynı dersi aldıkları halde her birinin aldığı feyz ve irfan farklıdır. Kabiliyetler farklı olduğu için her biri kendi kabiliyeti oranında feyiz ve bilgiye mazhar olur.

Aklı zayıf, fikri sınırlı insanlar en açık şeylerden bile bir şey anlamazlar. Perdeli sırlara ve hakikatlere akıl erdirmek olgun akıl sahiplerinin görevidir. Bu sırları akıl ve şuurla keşfedemeyen insanın kazandığı bilgiler yeterli derecede bir ilim olmaz; görüşlerinde, tefekkür ettiği şeylerde noksanlık olur. Evet, ümmet-i Muhammed içinde her ilim dalında bir çok alimler, nice bilgin, düşünür ve mutasavvıf yetiştiği halde içtihat mertebesine ulaşanların sayısı çok azdır. İçtihada ait marifet ve ilmin sahası ve muhiti pek geniş ve pek derindir. O, her dalgıcın dalamayacağı bir denizdir. Her göz ve ileri görüş sahibinin idrak edemeyeceği bir çok hakikati içeren bir denizdir. Onun gerçek mahiyetini her akıl keşfedemez.

İçtihat, zor bir konu ve derin bir sırdır. Her kabiliyetin, her akıl ve zekânın, gezebileceği bir saha değildir.

O denizlerin derinliklerinden inci gibi kıymettar pırlantaları ve cevherleri çıkarmak ancak ve ancak müçtehit imamlara ve bilhassa dört imama mahsustur.

İslâm dini en mükemmel bir dindir. Nitekim Cenâb-ı Hakk da;

"Bugün sizin için dininizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım" buyurmuştur. Kur'an-ı Kerim'de, gerek inanış, gerek ibadet ve davranışa dair açık hükümler bulunduğu gibi, kıyamete kadar ortaya çıkabilecek yeni hâdiseleri çözmeğe yeterli kanun ve prensipler de mevcuttur. Bunlardan hüküm çıkarmak ise ancak içtihat ile mümkündür.

Evet, İslâm dininde İçtihadın konumu çok önemlidir. Müslümanların birçok ihtiyaçları bu kurum sayesinde karşılanmıştır. Malumdur ki, zamanın değişmesiyle yeni yeni hâdiseler ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlara cevap verebilecek temel kurallar, ulvî esaslar Kur' an ve hadislerde mevcuttur. Ama bu derin ve perdeli anlamları herkesin anlaması mümkün değildir. İşte müçtehitler, Kur'an'dan ve onun birinci tefsiri olan hadislerden bu gibi ikinci derece hükümleri çıkarıp insanların zorluklarını halletmişlerdir.

Evet insan, ancak Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviy-yenin tayin ettiği yolu izlemekle hatadan kurtulabilir. Çünkübu iki kaynak, insanların kurtuluşu için Allah tarafından konulmuş ve tespit edilmiş bir hidâyet meşalesidir.

Esasen şer'i hükümlerin çoğunluğu, Kur'an ve hadislerin kesin kısmıyla tespit edilmiştir. Bu kısım Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle; "Kur'an ve Kur'an'ın tefsiri olan sünnetin malıdır. İçtihada ait meseleler altın ise bunlar birer elmas sütundur."

İşte müçtehitler, bu iki hazineden azami derecede istifade,etmekle, "Allah, hikmeti istediğine verir" âyet-i kerimesine hakkıyla layık olmuşlardır. Peygamber Efendimiz de (asm.) İçtihadın önemini ve müçtehitlerin kıymet ve derecelerini şu hadis-i şerifleri ile en güzel bir şekilde ortaya koymuşlardır:

"İçtihat eden kimse isabet ederse iki sevap, etmezse bir sevap alır." Hadis-i Şerifteki hatadan yani isabet etmemekten murat, daha doğru olanı bulamamaktır. Muhammed bin Hazm bu konuda, "Buradaki hatadan kasıt, delilin isabet etmemesidir. Sahibini şerîatten çıkaran hata değildir. Zira onunla şerîatten çıkmış olsaydı, onunla kendisine sevap verilmezdi. " demektedir.Ancak şu hususu önemle belirtelim ki içtihada ehil olmayan bir kimse verdiği hükümde hata ettiği taktirde mazur olmaz, günahkâr olur.

Bedir Gazasında alınan esirlere ne gibi bir muamele yapılacağına dair henüz bir vahiy nazil olmamıştı. Fahr-i Kainat Efendimiz (asm.), kendisine bildirilmeyen her hususu ashabıyla istişare ettiği gibi bu meseleyi de istişare etti. Hazret-i Ebu Bekr esirlerin bedeline fidye alınması ve serbest bırakılması görüşündeydi. Hazret-i Ömer Efendimiz ise esirlerin hemen öldürülmeleri fikrindeydi. Ashab-ı Kiramın bir kısmı Hazret-i Ömer'in, bir kısmı da Hazret-i Ebu Bekir'in İçtihadından yana oldular. Aralarında ihtilaf çıkınca Hazret-i Resûlullah (asm.), Hazret-i Ebu Bekr'in İçtihadını tercih etti ve onun görüşü doğrultusunda davranıldı.

Lakin bu hususta İlahî ikaza sebep olan şu âyet-i kerime nazil oldu:

"Yeryüzünde ağır basıp (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedi olan) âhireti istiyor."

Bu âyet-i kerime, Hazret-i Ebu Bekr'in İçtihadını bozmamakla beraber, Hazret-i Faruk'un fikrinin daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Demek ki, birbirine zıt iki fikir de tasvip edilmiştir. İşte bu âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki, her içtihat ehli görüşünde isabet etmektedir. Eğer, Hazret-i Ebu Bekr Efendimizin fikri hata olsaydı; hüküm icra olunmadan evvelâyet indirilirdi. Demek ki, bu hususta nazil olan ilahî ikaz daha iyisiyle amel etmenin zıddını tercihten dolayıdır.

Hazret-i Ebu Bekr'in maksadı, esirlerden alınacak fidyeyle Müslüman askerini düşmana karşı silahandırıp kuvvet kazandırmaktı. Hazret-i Ömer'in maksadı ise, bunlarda ıslah emaresi olmadığından vücutlarını ortadan kaldırmakla yeryüzündeki fesadı önlemekti.

Kaynak:İslamiyet

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
24 Mayıs 2010       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
İCTİHAD

Sponsorlu Bağlantılar
Güç, takat ve çaba. Bir şeyi elde etmek için olanca gücünü sarfetmek anlamında hakîkî; kıyas vb. yollarla hüküm çıkarmak anlamında ise mecazîdir (Zebîdi, Tâcu'l-Arûs, Mısır 1307, II, 329).
Bu kelime Kur'an-ı Kerîm'de zikredilmemiş, hadis-i şeriflerde ise her iki anlamda kullanılmıştır. Hz. Peygamber, düzgün namaz kılmayan bir sahâbiye "namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın" demiş ve bu hal üç defa tekrar edilmiştir. Üçüncüde namaz kılan "bana doğrusunu öğret, vallahi ben elimden geleni yaptım" derken "ictehedtü" ifadesini kullanmıştır (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Haydarâbâd, 1966, I, 156). Şu hadislerde mecazî anlamında kullanılmıştır: "Hâkim hükmedip, ictihadda bulunur ve isâbet ederse ona iki ecir vardır" (Buhârî, el-İ'tisâm, 21; Müslim, Akdiye, 15; Ahmed b. Hanbel, III, 187). Allah Rasûlü, Muaz b. Cebel'i Yemen'e yönetici olarak gönderirken"Kitap ve sünnette hüküm bulamazsan ne ile hükmedersin" sorusuna Muaz "Reyimle ictihad ederim" diye cevap vermiştir (Tirmizî, III, s. 616: Ahmed b. Hanbel, V, 230; Şafii, el-Ümm, VII, 273).

Bir terim olarak ictihad en eski fıkıh usûlü kaynağı oları Şâfiî (ö. 204/819)'nin er-Risâlesi'nde şöyle tarif edilmiştir: "Her hâdise hakkında ya ona ait bir hüküm veya hak oları hükmün yolunu gösteren bir delâlet vardır. Hâdisenin açık hükmü varsa ona uymak gereklidir. Eğer muayyen bir hüküm yoksa, hâdisenin hak oları hükmüne götüren yolun delili ictihad ile aranır; İctihad ise kıyastan ibarettir" (Şafii, er-Risâle, thk. Ahmed M. Şakir, Mısır 1940, s. 477).
En eski fıkıh usulü kaynağında yer alan bu tarif yeterli değildir. Çünkü ictihad, kıyas yoluyla olabileceği gibi, ayet ve hadislerde hâkim bulunan genel prensiplerden, kelime ve cümlelerin çeşitli delâlet ve inceliklerinden kıyas dışında kalan diğer istidlal yollarından hüküm çıkarmak tarzında da olabilir. Bu duruma göre kıyas her zaman ictihada muhtaçtır, fakat ictihadın tek yolu kıyas değildir (Gazzalî, el-Mustasfâ, Mısır 1324, II, 229). Kıyas; hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında ayet-hadis bulunan meselenin hükmüne bağlamaktır (Şâfiî, el-Ümm, Mısır 1329, VII, 85; Şevkânî, İrşâdü'l Fuhûl, Mısır 1937, s. 197).
Ayet ve hadislerden amelî (pratik) hükümleri çıkarma gücüne sahip oları fâkih'e "müctehid" denir. ictihad ya şer'i delillerden hüküm çıkarma tarzında olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur. Birinci kısma giren ictihad; şer'î kaynaklardan hüküm çıkaran müctehidlere mahsustur. Sahâbe, Tâbiûn, Tebe-i tabiîn ve mezhep imamları devrinde bu çeşit ictihadlarla İslâm hukuku sistemleştirilmiştir. Ancak üçüncü hicrî yüzyıldan sonra giderek ictihad yapanlar azalmış ve şartlarının ağırlığı sebebiyle bu kapının kapandığı kanaati uyanmıştır. Hanbelî, Zâhirî ve Şiî mezheplerinde, ictihad kapısı sürekli açık telakki edilmiştir. İkinci kısına giren ictihada gelince; hükümlerin toplum hayatına uygulanması bu tür ictihadda sürekliliği gerekli kılmıştır. İslâm hukukunun yürüyen ve yaşayan hayata intibakını sağlamak, gelişen toplum hayatının yeni problemlerini çözmek için her devirde bu yola başvurulmuştur. Bunu yapanlara "tahrîc âlimleri" denilir. Bunlar, çıkarılmış hükümlerin illetlerini belirleyip yeni, benzer cüz'î meselelere uygularlar. Bu, hükümleri uygulama çalışması olup, böylece ilk müctehidlerin, üzerinde görüş beyan etmedikleri bir kısım meselelerin hükümleri de anlaşılmış olur (Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Kahire, t.y., s. 379).

İslâm hukukunda, şer'î hükümler kesin delillere yani açık ayet ve hadislere veya icmaa dayanıyorsa ictihada yer verilmez. Mecelle'nin 14. maddesinde "mevrid-i nass'da ictihada mesağ yoktur, yani ayet-hadis oları yerde ictihad yoluna gitmek caiz değildir" denilmiştir. Ancak nass'ların sübûtu ve delâleti kat'i olur veya bir konuda icma bulunursa ihtilafa mahal kalmaz. Eğer nassların sübûtu veya delâleti zannî olup kesinlik ifade etmiyorsa veya bir nasstan bir kaç hüküm çıkarmak mümkün oluyorsa ictihada başvurmak gerekir. Diğer yandan ictihad, en çok hakkında nass bulunmayan olayların hükümlerini belirlemek için yapılır (Abdülvahhâb Hallâf, Masâdiru't-Teşriî'l-İslâmî, s.10). Devamlı farklılaşan toplum hayatında yeni meselelerin zuhûru tabiîdir. Çözüm bekleyen problemlere eğilmek gerekir. Ayrıca bir takım amelî hükümlerin örf-âdet, istihsan, maslahat gibi... tali derecedeki delillere dayandığı düşünülürse problemin ağırlığı daha iyi anlaşılır.
Ancak ictihad yapacak kimsede bir takım şartların bulunması gerekir. Aşağıda vereceğimiz bu şartları taşıyanlara "müctehid" denir. Bu esaslar fıkıh usûlünün tedvini ile birlikte ilk olarak müctehid imamlar devrinde tesbit edilmiştir.

Müctehidde bulunması gereken şartlar:
1) Arapçayı bilmek:

Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm ve sünnet arap dili ile ifade edilmiştir. Âyet ve hadislerdeki kelimeleri ve hitabı anlayacak kadar sarf ve nahiv bilgisiyle Arapçayı bilmek gerekir (Gazzâlî, a.g.e, II, 350-353). Ebû İshak eş-Şâtibî'ye (ö. 790/1388) göre ictihad; nass'lardan hüküm çıkarma ile ilgili ise şarttır. Fakat maslahatlar ve mefsedetler nev'inden bir mânâ ve illete bağlı ise Arapça şart değildir. Kıyas ictihadlarının çoğu bu kabildendir (eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, Mısır (t y), IV, 162-165).

2) Kur'an ilmine sahip olmak:
Kur'an-ı Kerîm'in hepsini bilmek şart olmayıp, beşyüz kadar oları hüküm ayetlerinin inceliklerini bilmek yeterlidir. Bu ayetlerin; âmm (genel anlam), hâs (özel anlam), mutlak mukayyed, nâsih-mensûh ve sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir. Kur'an'ı ezbere bilmek gerekmez, ihtiyaç duyuları ayetlerin yerini bulabilecek durumda olmak yeterlidir (Gazzâlî, a.g.e, II, 350-353). Ebû Bekir el-Cassâs (ö.370/980) ile İbnü'l-Arabî (ö. 543/1148) gibi bilginler "Ahkâmü'l-Kur'an" adlı eserlerinde hüküm âyetlerini açıklamaya çalışmışlardır. es-Sâbûnî'nin "Tefsîru Âyâti'l Ahkâm" isimli eseri de hüküm ayetleri hakkında söylenenleri özlü bir şekilde açıklamıştır.

3) Sünneti bilmek:
Bu şart üzerinde de ittifak vardır. Hüküm hadislerini bilmek yeterli olup, mev'ıza, ahiret hükümleri vb. hadisleri bilmek şar. değildir. Ancak hadislerin âmm-hâs, mutlak mukayyed, nâsih-mensûh gibi durumlarını, rivâyet yollarını, râvilerin derece ve hallerini, adâlet ve zabt gibi vasıflarını bilmek gerekir.
Hadisleri ezbere bilmek şart olmayıp, ihtiyaç duyulan hadisleri yerinde bulabilecek durumda olmak yeterlidir (M. Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 382, 383).

4) Üzerinde icma veya görüş ayrılığı olan konuları bilmek:
Üzerinde ittifak (icma) edilen konuları bilmek yanında, Sahâbî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin ihtilafa düştükleri konuları bilmek gerekir (Şafiî, er-Risâle. s.510). Ancak bütün icma yerlerini ezberlemek şart değildir. Araştırma konusu yapıları mesele hakkında icma veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmek yeterlidir (Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 383 vd.). Müctehidlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri meseleleri, ihtilaf sebeplerini açıklayan eserler meydana getirilmiştir. Eş-Şîrâzî (ö. 476/1083)'nin el-Mühezzeb, ibn Kudame (ö. 620/1223)'nin el-Muğni, İbn Hazm (ö. 456/1063)'ın el-Muhallâ, Hafîd, İbn Rüşd (ö. 595/1199)'ün Bidâyetü'l Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid adlı eserler bunlar arasında zikredilebilir.

5) Kıyası bilmek:
İctihad, bütün yönleriyle kıyası bilmeyi gerektirir. Hatta İmam Şafii'ye göre "ictihad kıyastan ibarettir" (Şâfii, a.g.e, s. 383 vd.). Kıyasın metodunu bilmek, nasslardan hüküm çıkarma esaslarını öğrenme ve ictihad yapılacak konuya en yakın olan nass'ı seçme imkânını sağlar. Kıyası bilmek, şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:
a) Kıyasın dayanacağı asil hükmü bilmek; bu dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli bilgilere sahip olunması lazımdır.
b) Kıyâs kâide ve prensiplerini bilmek: Meselâ, belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nass (ayet-hadis) üzerine kıyas yapılamaz. Hz. Peygamber'in dörtten fazla olan eş sayısına kıyas yapılarak hüküm çıkarılamaması gibi. Çünkü bu müsâade yalnız O'na âittir.
c) Önceki müctehidlerin kıyas metotlarını bilmek. Çünkü bu sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir yoldur (İsnevî, şerhu Minhâci'l-Usûl, İbn Emir'in Takriri kenarında, Mısır 1316, III, 310).

6) Hükümlerin amaçlarını bilmek: İslâmî hükümlerin amaçları, belli bir nass'ların değil; bütün nass'ların toplamından anlaşılabilir. Böylece, cüz'î bir meseledeki maksadı anlamak, küllî hükümleri ortaya koyan nass'ları anlamaya bağlıdır. İslâmî hükümlerin asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır. Âyette "biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" buyurulur (el-Enbiyâ, 21/107). İslâm'da güç ve sıkıntının giderilmesi, zorluğun değil, kolaylığın tercih edilmesi bu rahmetin bir gereğidir.
Şâtibî şöyle der: "İnsan, Allah ve Resulunün amaçlarını bütün meselelerde anlayacak bir dereceye gelirse, o, ilim öğretme, fetvâ verme ve Allah'ın bildirdiği hükümleri açıklamada Peygamber (s.a.s)'in vârisi olma özelliğini kazanmış olur" (Şâtibî; a.g.e, IV, 106).

7) Doğru bir anlayış ve takdir gücüne sahip olmak: Müctehidin gerçek ve doğru fikirleri yanlış olanlardan ayırt etme yeteneğine sahip olması gerekir (Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 387, 388).

8) İyi niyetli ve sağlam inanç sahibi olmak:
Bütün büyük müctehidler fıkıhla şöhret yapmazdan önce ihlâs ve takvalarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı kimse, gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassup göstermez. Büyük imamların hepsi "bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir" demişlerdir. Hâlis bir niyet, sahibini dinin özüne nüfuz ettirir ve yalnız hakka yöneltir. İslâm dini, ancak kalbi ihlâsla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir dindir.
İtikadı bozuk olan kimse, bid'at ve nefsî arzularının peşine düşer; selîm bir kalb ile âyet ve hadislere yönelemez. Kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir.
İşte İslâm hukukçularının ittifakla müctehidde bulunmasını kabul ettikleri şartlar bunlardır. Bu şartları kendisinde toplayan müctehide "mutlak veya müstakil müctehid" denir.
Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre ictihad bölünme (tecezzi) kabul etmez. Nikâh meselelerinde ictihad yapan kimse, ibâdet konularında başkasını taklid edemez. Yine ibadet konularında müctehid olan kimse, alım satım, nikâh ve talak gibi konularda başka bir müctehidi taklid edemez. İctihadla taklid bir kimsede birleşemez. Ancak müctehidin bütün şer'î meseleleri aynı derecede bilmesi mümkün olmayabilir. Birçok müctehid soruları bazı sorulara "bilmiyorum" diye cevap vermiştir. İmam Mâlik'in otuzaltı kadar soruya "bilmiyorum" diye cevap verdiği nakledilir (Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 400, 401).

Dayandığı kitap, sünnet ve icmâ delillerinden biri bilinmeksizin bir müctehidin sözünü alıp, bununla amel etmeye "taklid" denir. Fakat deliline bakmak, öğrenmek ve ictihadına katılmak sûretiyle bir müctehidin re'yini benimsemeye ise "ittibâ" adı verilir. eş-Şevkânî (ö. 1250/1832)'ye göre, sahâbe, tabiûn ve etbâü't-tâbiîn içinden ictihad derecesine ulaşamayanlar muayyen bir müctehidi taklid etmiyor. onlardan problemleriyle ilgili delilleri sorup öğrenerek bunlara ittibâ ediyorlardı. Taklit bu nesillerden sonra zuhûr etmiştir (Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda ictihad, Ankara 1975, s. 206). Müslümanlar arasında taklid yerine, ittibâ ruh ve alışkanlığının geliştirilmesi toplumu giderek vahiyle, sünnetle ve icma-ı ümmetle karşı karşıya getirir. Bunun sonucunda vahiy ve sünnet, toplum üzerindeki etkisini gösterir.

İctihadın hükmü gâlip zandır. Yani bir meselenin ictihad ile sabit olan hükmü yanılma ihtiali ile birlikte gâlip zanna dayanır. Bir müctehidin devamlı isabet etmesi gerekmez. Hata etmesi de mümkün ve muhtemeldir. Bu yüzden Ebû Hanîfe, "bu bizim ulaştığımız en iyi sonuçtur. Kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun" derdi. imam Şâfiî de; "bir hadis görürseniz ona sarılın ve benim görüşümü duvara çarpın" demiştir (Ebu Zehrâ. a.g.e, s. 388, 389). Mu'tezile'ye göre, l)er müctehid ictihadında isâbet etmiş sayılır. Çünkü hüküm, Allah nezdinde müctehidin ictihadına tabidir. Aksi halde insanlar güç yetiremeyecekleri bir yükümlülükle karşı karşıya gelmiş olur (Ömer Nasuhi Bilmen, lstılahat-ı Fıkhıyye Kâmusu, I, 243).

Müctehidlerin tabakaları:
Fıkıh usulü bilginleri müctehidleri yedi tabakaya ayırırlar. ilk dört tabaka müctehid, diğerleri mukallid derecesindedir.

1) Şerîatte müctehid: Bunlara "mutlak veya müstakil müctehid" de denir. Bunlar hem müstakil usûl ve ictihad metodu ortaya koyan hem de bunlara göre fer'î hükümler çıkaran müctehidlerdir. Sahâbe fakîhleri, Saîd b. el-Müseyyeb ve İbrahim en-Nehaî gibi Tâbiûn fakîhleri, Ca'fer es-Sâdık ve babası Muhammed el-Bakır, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Evzâî, Leys b. Sa'd, Süfyan es-Sevrî ve diğerleri gibi pek çok müctehid bu tabakaya girer.

2) Müntesip mutlak müctehidler: Bunlar, eksiksiz olarak ictihad ehliyetine sahip, bazan usûl ve fürûda üstadlarına muhalif olmakla birlikte genel olarak bir müstakil müctehidin ictihad usûlünü benimsemiş olan müctehidlerdir. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Züfer, Şâfiîlerden el-Müzenî, Mâlikîlerden Abdurrahman b. Kasım ve İbn Vehb bunlardandır.

3) Mezhepte müctehidler: Bunlar mensup oldukları mezhep imamına muhalefet etmezler. Ancak onun hükme bağlamadığı meseleleri ayni usul ve metodu kullanarak Kitap ve Sünnet delillerinden çıkarırlar. Tahâvî, Kerhî, Serahsî, İsfereyânî ve Şîrâzî bunlar arasında sayılabilir.

4) Tercih yapan müctehidler: Rivayet edilen görüşler arasında tercihlerde bulunan fakihlerdir. Bu tabaka ile önceki tabaka arasındaki fark çok azdır.

5) İstidlâl sahibi müctehidler: Bunlar, görüş ve rivayetleri karşılaştırıp: "Şu görüş rivayet bakımından daha sağlam ve delili yönünden daha kuvvetlidir". "Bu görüş kıyasa daha uygundur" gibi açıklamalar yapmışlardır. Aslında bu üç tabakayı "tahrîc ve tercih yapanlar" diye ikiye ayırmak mümkündür (Ebu Zehrâ, a.g.e, 396, 397).

6) Hâfızlar tabakası: Bunlar taklid derecesinde olup, öncekilerin tercihlerini bilmede huccet sayılırlar. İbn Abidin bunlar hakkında söyle der: "Onlar en sağlam, sağlam ve zayıf, açık rivayet, mezhebin zahir görüşü ve nâdir rivâyet arasında seçme gücüne sahip kimselerdir. el-Kenz, ed-Dürrü'l-Muhtâr, el- Vikâye ve el-Mecma' gibi eserlerin müellifleri bu tabakaya dahildir. Bunlar kitaplarında reddedilmiş veya zayıf rivayetleri nakletmemişlerdir" (Ebû Zehrâ, a.g.e, 397, 398)*

7) Mukallidler tabakası: Bunlar Kitabı anlayabilir, fakat görüş ve rivâyetler arasında tercih yapamazlar ibn Âbidin şöyle der: "Onlar gece odun toplayıcısı gibi ellerine geçen her şeyi bir araya getirmişlerdir. Bunları taklid edenlere yazıklar olsun" (İbn Âbidin, Şerhu Risâleti Resmi'l-Müftî, İstanbul, t.y. >. 5).


Hamdi DÖNDÜREN
Şamil İslam Ansiklopedisi

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
25 Kasım 2010       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Uğraşma, çabalama, bilinçli çalış­ma, bütün gücünü sarfetme gibi lü­gat anlamları olan bu kelime önemli bir fıkıh (hukuk) terimidir. Terim an­lamı şöyle ifade edilmektedir: Gerekli şartlara sahip bir fıkıh bilgininin (fa-kih) Kuran ve hadisten hüküm çıkar­mak için elinden gelen gayreti göster­mesi, her türlü inceleme ve irdeleme­de bulunup sonuçta bir görüş ortaya koymasıdır. Kıyas ve rey (ağırlığı olan görüş, beyan edilen fikir) de bazen iç­tihad yerine kullanılır. İçtihadın biraz daha farklı bir tanımı şöyledir: Dini hükümleri nassların (âyet ve hadisle­rin) ibare (metin), işaret ve manala­rından çıkarmak için gayret sarfıyla yapılan çalışmadır. Her bilgin içtihad yapamaz. Bunun için gerekli şartları haiz olan yani ehliyet sahibi bulunan kimseler ictihad yapabilir.

İctihad, Peygamberimiz(S.A.V.) zamanından itibaren başvurulan ve Peygamber tarafından teşvik edilen bir yöntem olmuştur. Kendisi de vah­ye mazhar olduğu halde sırf ümmeti­ne örnek olmak ve yol göstermek maksadıyla ictihadda bulunmuştur. Bedir harbinde karargâh kurdukları yer için, bir sahabi, "Buraya vahiyle (Allah'ın bildirmesi} le) mi indik?" di­ye sordu. Peygamberimiz, "Hayır" dedi, "reyim (görüşüm) ve kanaatim­le indim." o sahabi "O halde şu ya­nına (Bedir kuyulan) indim" dedi ve öyle yaptılar. Bedir'de esir almanlar için de Ebû Bekir'in görüşünü alarak ictihad ile hüküm verdi.

Peygamberimiz, ashabtan Muaz İbn-i Cebel-i Yemen'e vali olarak gönderirken ona sordu:
— Orada ne ile hükmedeceksin? Muaz cevap verdi:
— Allah'ın kitabı Kuran'la.
— Onda bulamazsan?
— Peygamberin sünnetiyle.
— Onda da bulamazsan?
— Kendi reyimle (görüş ve kana­atimle) ictihad ederim.

Peygamberiniz bu cevaptan çok memnun kalmış ve "Peygamberinin elçisini peygamberinin hoşnut olaca­ğı şeye muvaffak kılan Allah'a ham-dolsun" demiştir.

Ashabdan iki kişi yolcu idiler. Yolda su bulamadılar. Teyemmüm ederek namazlarını kıldılar. Sonra va­kit çıkmadan suya rastladılar. Birisi abdest alıp yeniden namaz kıldı. Di­ğeri kılmadı. Bundan Peygambere bahsettikleri zaman, namazı iade et­meyene "Sen sünnete göre (benim ta­kip ettiğim yola göre) hareket ettin", iade edene de "Sen de iki defa sevap işledin" dedi.
İctihad, Müslümanlıkta akla ve bağımsız düşünceye saygının bir so­nucudur. Dogmatizmden uzak oluşun bir belgesidir. İslam hukuk tarihinde birçok müctehid, birçok konuda ic­tihadda bulunmuştur. Bunlar fıkıh ki­taplarında kayıtlıdır.

Belirtmek gerekir ki, içtihada usûl-i dinde (inanç konularında) de­ğil, fürû-ı dinde (ibadet ve muamelat) konularında başvurulur. Çünkü inanç konuları âyet ve hadislerle (Kitap ve Sünnetle) nihaî (kesin) çözüme ve açıklığa kavuşturulmuştur. Fürû-ı dinde ise zaman ve mekâna göre yeni problemler ortaya çıkabilir. Bunlara Kitap ve Sünette bir çözüm buluna­mıyorsa ictihad bir çözüm imkânı su­nar.

İçtihadında isabet eden müctehi-de iki, hata edene ise bir sevap var­dır.
Bir müctehid içtihadından geri dö­nebilir veya onu değiştirebilir.


İslam Ansiklopedisi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ocak 2016       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İÇTİHÂT NEDİR?​

Sözlükte "bir konuda elden gelen çabayı sarf etmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak" anlamlarına gelen içtihâd, bir fıkıh terimi olarak, fakihin tafsîlî delillerden şer'î-amelî hükümleri çıkarmak için bütün imkânını harcaması manasına gelir.
İslâm dininde hükümlerin aslî kaynağı âyetler ve hadislerdir. Ancak bu iki kaynağın sınırlı olması, olayların ise sonsuz olması, bu iki kaynağa dayanarak içtihad etmeyi, yani hüküm çıkarmayı zarûrî kılmaktadır. Zamanın ve çevrenin şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan yeni hadiselere nassların uygulanmasında, nassların zamana göre yorumlanmasında etkin rolü içtihat müessesesi oynamaktadır. Nassların teşri sebebini araştırmak, âdet ve şartların durumunu takdir etmek, yeni hadiselere, nassların ruhuna uygun hükümler bulmak içtihat alanına giren problemlerdendir.
İçtihâtla sabit olan hükümler, âlimin kendi gayreti ile elde ettiği görüş olduğundan, kesinlik ifade etmez. Bu nedenle her zaman tartışılabilir ve yanlışlığı ileri sürülebilir. Her içtihât, kendi devri ve şartları içinde doğru ve geçerli sayılır.
Nasslardan hüküm çıkaracak kimseye müçtehit denilir. Her devirde, Müslümanların problemlerini çözümleyecek müctehidleri yetiştirmeleri dinî bir görevdir. Fıkıh usulcüleri müçtehid olmak için farklı şartlar koşmuşlardır. (bk. Müçtehit)
Mezhep imamları gibi mutlak müçtehit olmak için ileri sürülen şartların günümüzde bir kişide bulunması zor görülmekle birlikte, teknolojik ve ilmî gelişmeler sonucunda ulaşılan imkânlar sayesinde, şer'î delilleri anlama ve yorumlamada ve onlardan hüküm çıkarmada günümüz âlimleri daha şanslı hale gelmişlerdir. Tefsîr, hadis, fıkıh konularında günümüze kadar pek çok çalışmalar yapılmıştır. Âyetlerin nüzul sebepleri, delaletleri konusunda araştırmalar gerçekleştirilmiş, hemen bütün hadislerin tespiti, tahrici, tenkidi konusunda çalışmalar yapılmıştır. Ve bu çalışmalar halâ sürdürülmektedir. İletişimin ve teknolojinin çok ileri bir düzeye ulaştığı günümüzde, bu çalışmalara ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Diğer taraftan bu çalışmalar bilgisayar ortamına aktarılmış, CD'lere kaydedilmiştir. Bir ? iki tuşa basmakla bir konudaki bütün âyet ve hadislere ve o konu üzerinde yapılan çalışmalara ulaşılabilmek imkânına kavuşulmuştur. Aynı şekilde tıp, ekonomi, iktisat, sosyoloji, psikoloji gibi ilim dallarında müstakil enstitüler, fakülteler kurulmuş, çalışmalar hızlanmıştır. Sonuç olarak, fıkıh melekesini kazanmış samimi ve bu bilgilere ulaşabilecek İslâmî ilimlerde temayüz etmiş şahıslar ile iktisat, hukuk, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tıp gibi ilimlerden ihtiyaç duyulan bir veya birkaçında mütehassıs kişilerden oluşturulacak içtihat şûrâsı sayesinde günümüz problemlerine çözümler getirilebilir, ihtiyaç duyulan hükümler konulabilir. (İ.P.)

Benzer Konular

19 Haziran 2009 / ThinkerBeLL X-Sözlük
3 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış
15 Kasım 2013 / Misafir Cevaplanmış
23 Kasım 2009 / Misafir Soru-Cevap
12 Ocak 2016 / Daisy-BT X-Sözlük