Arama

İslam Ansiklopedisi

Güncelleme: 25 Ağustos 2008 Gösterim: 41.195 Cevap: 21
tangozcan - avatarı
tangozcan
Ziyaretçi
10 Ekim 2005       Mesaj #1
tangozcan - avatarı
Ziyaretçi

Sponsorlu Bağlantılar

Yüce Yaratıcı’ya 99 ayrı isim(Esma-ül hüsna)veren İslami anlayış, O’nu tesbih ederken, yani anarken, her isim için bir işaret olmak üzere ipe dizdiği bu 99 taneli alete de tesbih adını vermiştir.
Türkler için tesbih, “ipe dizilmiş boncuklar”dan ibaret değildir.Tesbih, yapıldığı malzemeye, tanelerinin tornadan çekiliş tarzına ve onu imal eden ustaya kadar ayrı ayrı değerler ifade eder.
Tesbihin her tanesi ayrı ayrı işlenip delinir.İmame, durak, tepelik, pul, kamçı gibi tamamlayıcı parçaların, tesbih tanelerindeki biçim ve boylarla ahenk sağlamasına özen gösterilir.Mesela imame boyu, beş tane boyundan kısa, veya altı tane boyundan uzun olmamalıdır gibi estetik prensiplere dikkat edilir.
Tesbih sadece İslam’da değil, öteki dinlerde de saygı görmektedir.Budist ve Hindu kültürlerinde, hatta Brahmanizm gibi daha eski Uzak Doğu dinlerinde yaygın biçimde görülen 100 taneli tesbih, Avrupa katoliklerinin rahip ve rahibelerinde 64 taneyle ve çarmıha gerilmiş İsa tasvirli haçıyla dini kıyafetlerin tamamlayıcısıdır.Ortodoksluk, Protestanlık ve Musevilik’te de tesbih vardır…Kısaca; kitapları ayrı da olsa aynı Allah’a yönelen insanlar birbirleriyle dua tanelerinde buluşabilmişlerdir. Devletimizin Cumhuriyet’le devamından sonra da tesbihe sahip olma zevki devam etmiş ve asırlardan beri olduğu gibi, en güzel tesbihler yine Türk ustalarının tornalarında çekilmiştir, çekilmektedir.
Türk Hat Sanatı için vaktiyle söylenen ve günümüz içinde geçerli olan bir söz vardır: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu ve İstanbul’da yazıldı” derler.Türk tesbih sanatını da herhalde şöyle tarif etmek lazımdır:

“Kainatta herşey Allah’ı tesbih eder...
Ve tesbihin en güzelini Türkler çeker! ”


1- Abdest Nedir?
Dirsekler ile beraber ellerin, yüzün, topuklarıyla beraber ayakların temiz su ile yıkanması ve başın meshedilmesidir.A

2- Adak Nedir?
Kişinin dinen yükümlü olmadığı halde, farz veya vacip türünden bir ibadet yapacağına dair Allah’a söz vermesidir.

3- Ahiret Ne Demektir?
Kıyametin kopmasından sonra başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatıdır.

4- Ahkam Nedir?
Kur’an ve Sünnetin içerdiği dinî hükümlerdir.

5- Ahlâk nedir?
Bir kişinin iyi veya kötü olarak nitelenmesine sebep olan manevî değerleri, huyları ve bunların tesiri ile ortaya koyduğu davranışların bütünüdür.

6- Allah’ın Rızası Ne Demektir?
Yapılan herhangi bir işten Allah’ın hoşnut olmasıdır.

7- Amin Ne Demektir?
Yapılan duâ için, “Ya Rabbi Kabul buyur” demektir.

8- Arafat nedir?
Hacı adaylarının “vakfe” yapmak üzere arefe günü toplandıkları, Mekke’nin güneydoğusunda bulunan bir bölgedir.

9- Arş Nedir?
Mecazî anlamda, ilahî hükümranlık tahtı demektir.

10- Ashâb Ne Demektir?
Hz.Peygamber’i gören ve onunla sohbet eden müslümanlardır.

11- Aşere-i Mübeşşere Nedir? Ve Kimlerdir?
Dünyada iken Hz.Peygamber tarafından Cennetle müjdelenen on kişiye Aşere-i Mübeşşere denir.
Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talhâ, Zübeyr, Avf oğlu Abdurrahman, Sa’d, Zeyd oğlu Saîd, Ebû Ubeyde (r.a.) hazretleridir.

12- Aşûre Nedir?
Kameri takvimin birinci ayı olan Muharremin onuncu gününe verilen isimdir.

13- Ayet Nedir?
Kur’an-ı Kerim’de durak işaretleri arasındaki cümle ya da ifadelerdir.

14- Berat nedir?
Borçtan, suç ve cezadan kurtulmaktır. Günahlardan kurtulmaya vesile olan Şaban ayının onbeşinci gecesine de Berat gecesi denir.

15- Beytullah Ne Demektir?
Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe’nin diğer adıdır.

16- Bid’at nedir?
Dinin aslından olmadığı halde dindenmiş gibi algılanan şeylerdir.

17- Câiz Nedir?
Yapılması dinen yasak olmayan şeydir.

18- Cami ve Mescid Nedir?
Müslümanların toplu halde veya tek başına namaz kılıp, ibadet ettikleri umuma açık mübarek mekanlardır.

19- Cennet, Cehennem, Sırat-ı Müstekîm, Berzâh Ne Demektir?
Cennet; Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınanların konulacağı ebedi mükafat yeridir.
Cehennem; kafirlerin sürekli olarak kalacakları azap yeridir.
Sırat-ı Müstakîm; Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de beyan ettiği dosdoğru yoldur.
Berzah; ölümle kıyamet arasındaki zaman dilimidir.

20- Din Nedir?
Hür iradeleriyle inanan akıl sahibi insanları, en iyiye, en doğruya, en güzele ve ebedî mutluluğa ulaştıran ilahî kanunlar bütünüdür.

21- Dört Büyük Kitabı Biliyor musunuz?
Dört büyük kitab: Tevrât, Zebûr, İncil ve Kur’an’dır.

22- Dört Büyük Meleği Biliyor musunuz?
a) Cebrail: Allah’tan vahiy getiren melektir.
b) Mikail: Evrendeki tabiat olayları ve canlıların rızıkları ile görevli melektir.
c) İsrafil: Kıyametin kopması ve insanların kabirlerinden kalkması için “Sûr”a üflemekle görevli melektir.
d) Azrail: Canlıların ruhlarını almakla görevli melektir.

23- Duâ Nedir?
Kulun istek ve arzularını uygun bir üslupla Allah’a arzetmesidir.

24- Ebedî ve Ezelî Ne Demektir?
Ebedî, sonu olmayan; ezelî ise başlangıcı olmayandır.

25- Ecel Ne Demektir?
Allah’ın takdir ettiği ömrün sona erdiği andır.

26- Ecir Nedir?
Yapılan güzel ameller karşılığında Allah’ın kullarına verdiği mânevî mükafattır.

27- Esmâ-i Hüsnâ Nedir?
Yüce Allah’ın en güzel isimleri anlamına gelir.

28- Ezan Nedir?
Namaz vakitlerinin girdiğini bildirmek üzere müezzin tarafından okunan ve özel sözlerden oluşan dini bir davettir.

29- Farz Nedir?
Dinen yapılması kesin olarak istenen şeydir.

30- Fasık nedir?
Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimseye denir.

31- Fıkıh Nedir?
Kişinin amel yönünden faydasına ve zararına olan şeyleri bilmesidir.

32- Fidye Nedir?
Meşru mazeretler sebebiyle bazı ibadetlerin yapılamaması veya ibadet sırasında eksikliklerin oluşması sebebiyle yerine getirilmesi gereken dinî yükümlülük.

33- Fitne nedir?
İyi veya kötü şeylerle deneme, manevî çöküntü, sosyal kargaşa ve kaos demektir.

34- Fitre Nedir?
Ramazan Bayramına kavuşan ve dinen zengin sayılan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için fakirlere vermeleri gereken belli miktarda mal ya da paradır.

35- Gusül Nedir?
Ağızı, burnun içini ve bütün bedeni yıkamaktır.

36- Günah Nedir?
Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan amel, söz ve davranışlardır.

37- Hadis Nedir?
Hz.Peygamberin sözleri veya O’nun fiil ve onaylarının sözle ifadesine denir.

38- Haram Nedir?
Dinen yapılması kesin olarak yasaklanan şeydir.

39- Haşr Nedir?
Bütün canlıların yeniden diriltilerek mahşerde, hesap vermek üzere toplanmasıdır.

40- Hatim Nedir?
Kur’an-ı Kerim’in baştan sona kadar orijinalinden okunup bitirilmesidir.

41- Hayır Nedir?
Hayır, Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan güzel amellerdir.

42- Helal Nedir?
Dinen caiz olan her şey helaldir.

43- Hicret Nedir?
Hz. Muhammed’in Miladî 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayıdır.

44- Hilye-i Şerif Nedir?
Peygamber Efendimizin dış görünüşünü ve vasıflarını anlatan eserlere verilen addır. “Hilye-i Saâdet” de denir.

45- Hurâfe Nedir?
Akla ve ilme aykırı olan ve hiçbir temeli bulunmayan batıl inançlar ve uygulamalardır.

46- Hutbe Nedir?
Cuma ve Bayram günlerinde camilere gelen müminleri, dinî konularda aydınlatmak üzere hatibin yaptığı konuşmadır.

47- İbadet Nedir?
Allah’a gönülden, isteyerek yönelmek ve karşılığında sevap vadedilen dinî görevleri ve amelleri Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yerine getirmektir.

48- İcmâ Nedir?
Hz.Peygamber’in vefatından sonra, herhangi bir asırda, bütün İslam müçtehitlerinin, dînî bir konuda ortak hüküm vermeleridir.

49- İçtihat Nedir?
Müçtehidin herhangi bir dînî mesele hakkında bir hükme ulaşabilmek için belli tekniklere başvurarak bütün gücünü harcaması demektir.

50- İftar Nedir?
Oruç açmaktır.

51- İhram Nedir?
Hac veya umreye niyet eden bir kimsenin, diğer zamanlarda mübah olan bazı davranışları belirli bir süre boyunca kendisine yasaklamasıdır. Bu amaçla giyilen şeye de aynı ad verilir.

52- İhsan Nedir?
İnsanlara iyilik etmek, yararlı ameller işlemek ve “Allah’ı görüyormuş gibi, O’na ibadet etmek” demektir.

53- İlahi Kudret Nedir?
Yüce Allah’ın gücü ve kuvvetidir.

54- İlâhî Ne Demektir?
Tasavvuf Edebiyatında Allah ve Peygamber sevgisini dile getiren şiir türünden dizelerdir.

55- İlk Müslümanlar Kimlerdir?
İlk Müslümanlar Hz.Hatice, Hz.Ali, Zeyd b. Hârise ve Hz.Ebu Bekir’dir.

56- İlk Vahiy Peygamberimize Ne Zaman Gelmiştir.
İlk vahiy, Miladî 610 yılında, Hz. Peygamber, kırk yaşında iken, Mekke yakınındaki Nûr Dağı’nda ve Kadir Gecesi’nde gelmiştir.

57- İmam-Hatip Kimdir?
Cemaate namaz kıldıran ve hutbe okuyan kimse demektir.

58- İman Nedir? Veya İnanç Nedir?
Hz.Peygamber’in, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerin doğruluğunu kabul ve tasdik etmektir.

59- İmsak Nedir?
Oruç niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişki gibi orucu bozan şeylerden uzak durmaktır.

60- İrşâd Nedir?
Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onları dinî görevleri hakkında aydınlatmaktır.

61- İslam Nedir?
Allah’ın, insanlara Peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği son ilâhî dinin adıdir.

62- İsrâ Nedir?
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in bir gece Allah tarafından Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesidir.

63- İtâat Nedir?
Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmaktır.

64. İtikad nedir?
İnanma, gönülden tasdîk etme demektir. İtikadî konular denilince, iman esasları akla gelir.

65- İzar nedir?
Hac veya Umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden aşağısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

66- Kâbe nedir?
Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Mekke’deki Mescid-i Haram’ın içinde bulunan, Hz.İbrahim ile oğlu Hz.İsmail (A.S.) tarafından inşa edilmiş olan mukaddes ma’bettir

67- Kaç Çeşit İbadet Vardır?
İbadetler bedenî, malî ve hem bedenî hem malî İbadetler olmak üzere üç çeşittir.

68- Kader Ne Demektir?
Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayları, bunların zamanını, yerini, miktarını ve niteliklerini ezelî ilmi ile bilip takdîr etmesidir.

69- Kâfir Kime Denir?
İslam dininin temel esaslarını kabul etmeyen, Hz.Peygamber’in, Yüce Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hususları inkar eden kimsedir.

70- Kaza Ne Demektir?
Yüce Allah’ın ezelî ilmiyle takdîr ettiği şeylerden her birinin zamanı gelince o takdire uygun olarak yaratmasıdır.

71- Kelime-i Şehadet Nedir?
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim” anlamındaki, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” ifadesidir.

72- Kelime-i Tevhit Ne Demektir?
Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun elçisidir” anlamındaki “Lailâhe illâllah, Muhammedürresûlullah” ifadesidir.

73- Kıble nedir?
Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf, Kâbe cihetidir.

74- Kırâat Nedir?
Namazda Kur’an-ı Kerim’den bir miktar okumak demektir.

75- Kıyam Nedir?
Namazda ayakta durmak demektir ve namazın farzlarından biridir.

76- Kıyamet Ne Demektir?
Yüce Allah’ın belirlediği zaman gelince kâinat düzeninin bozulup yıkılması ve dünyanın sonunun gelmesidir.

77- Kıyas Nedir?
Kur’an ve Sünnet’te hükmü açıkça belirtilmeyen bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak nitelik dolayısıyla, hükmü açıkça belirtilen diğer meseleye göre açıklamaktır.

78- Kirâmen Kâtibîn Nedir?
Her mükellef insanın yaptığı bütün işleri kayda geçiren yazıcı meleklerin adıdır.

79- Kul Nedir?
Allah’ın hüküm ve tasarrufu altındaki tüm insanlar demektir.

80- Kur’an-ı Kerîm’de Kaç sûre Vardır?
Kur’an-ı Kerîm’de 114 sûre vardır.

81- Kurban Nedir?
Allah’a yakın olmak ve rızasına ermek için ibadet niyetiyle kurbanlık bir hayvanı kesmektir.

82- Kürsü Nedir?
Camilerde vaizlerin va’z sırasında oturdukları yüksekçe yerdir.

83- Mahşer Ne Demektir?
Öldükten sonra dirilen insanların toplanacağı yerdir.

84- Meâl nedir?
Her yönüyle aynen aktarılması mümkün olmayan bir sözün başka bir dile yaklaşık olarak çevirisidir. Özellikle Kur’an tercümeleri için kullanılmaktadır.

85- Mekruh Nedir?
Dinen yapılmaması zannî delille istenen şeydir.

86- Melek Ne Demektir?
Allah’ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen nûrânî varlıklardır.

87- Mevlid Nedir?
Doğum zamanı demektir. Peygamberimizin doğumu ve bunu anlatan eser anlamında kullanılır.

88- Mi’rac Nedir?
Peygamberimizin, Kudüs’deki Mescid-i Aksa’dan, Yüce Allah’ın, manevî huzuruna yaptığı yolculuğun adıdır. Dinî literatürde, Recep ayının 27. gecesi “mîrac gecesi” olarak bilinir.

89- Mihrap Nedir?
Cami, mescid ve namazgâhlarda kıble yönünde bulunan ve İmam-Hatibin namaz kılarken durduğu bölümdür.

90- Minber Nedir?
Camilerde İmam-Hatiplerin cuma ve bayram hutbesi okudukları basamaklı yüksekçe yerdir.

91- Mîzan Ne Demektir?
Mahşerde hesap görüldükten sonra herkesin amellerinin tartılacağı ilahi adalet terazisidir.

92- Mucize Ne Demektir?
Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat için Allah’ın izni ile gösterdikleri hiçbir insanın benzerini yapamayacağı harikulade hallerdir.

93- Mukâbele Nedir?
Kur’an-ı Kerim’i, birinin yüzünden veya ezbere okuması, diğerlerinin de onu takip etmesidir.

94- Mukaddesât Nedir?
Dinimizce kutsal kabul edilen değerlerdir.

95- Mushaf Ne demektir?
Kur’an-ı Kerim’in, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile bittiği şekliyle iki kapak arasında toplanmış haline mushaf denir.

96- Mü’min Kime Denir?
Allah’a, Hz.Peygamber’e ve O’nun haber verdiği şeylere gönülden inanıp, kabul ve tasdîk eden kimsedir.

97- Mübah Nedir?
Dînen yapılıp yapılmaması serbest bırakılan şeydir.

98- Müezzin-Kayyım Kimdir?
Namaz vakitleri girince ezan okuyup, cami ve cemaatle ilgili hizmetleri gören kimsedir.

99- Müfsid Ne Demektir?
Usûlüne uygun olarak başlanmış bir ibadeti bozup, geçersiz hale getiren herhangi bir davranıştır.

100- Müftü Kimdir?
Dinî konularda fetva vermeye yetkili olan kimsedir.

101- Mükellef Ne Demektir?
Dinî hükümleri yerine getirmekle yükümlü olan kimse demektir.

102- Münâcât Nedir?
Allah’a sessizce duâ etmek, yalvarmak ve niyaz etmektir. Dua içerikli şiirlere de münacât denir.

103- Münafık Kime Denir?
Kalben inanmadığı halde, dili ile mümin olduğunu söyleyen kimsedir.

104- Münker Nekir Nedir?
Kabre konulan kimseye “Rabbin kim?, Peygamberin kim?, Dinin nedir?” diye soru soran meleklerin adlarıdır.

105- Müstehab veya Mendup Nedir?
Hz.Peygamber’in bazen yaptığı, bazen de yapmadığı dini içerikli işlerdir.

106- Na’t Nedir?
Peygamber Efendimizi övmek maksadıyla yazılan şiir türüdür.

107- Nafile, Kaza Nedir?
Nafile; farz, vacib ve sünnet ibadetlerin dışında sevap kazanmak için yapılan tüm ibadetlerdir.
Kaza; vaktinde yerine getirilememiş olan farz bir ibadetin vaktinden sonra yerine getirilmesidir.

108- Nebî veya Resûl Ne Demektir?
Allah’tan vahiy yoluyla aldığı emir ve yasakları insanlara ulaştırmakla görevli olan seçkin insandır.

109- Nisap miktarı ne demektir?
Dînen zengin sayılmanın ölçüsüdür.

110- Niyâz Nedir?
Duâ etmek demektir.

111- Niyet Nedir?
İnsanın bir şeyi yapmaya kalben ve zihnen karar vermesidir.

112- Orucun Kazası Ne Demektir?
Vaktinde tutulamayan oruçların daha sonra gününe gün olarak tutulmasıdır.

113- Orucun Kefareti Nedir?
Ramazan’da mazeretsiz olarak kasten orucu bozmanın cezası olarak peş peşe tutulan altmış gün oruçtur. Buna gücü yetmeyenler altmış fakiri sabahlı akşamlı doyururlar.

114- Oruç Kimlere Farzdır?
Oruç ergenlik çağına ulaşmış, akıllı ve Müslüman olan herkese farzdır.

115- Öşür Nedir?
Tarım ürünlerinden onda bir ya da yirmide bir oranında verilen zekattır.

116- Peygamberimiz Hz.Muhammed Ne Zaman Doğmuştur?
Peygamberimiz Hz.Muhammed Miladî 571 yılında, Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi seher vaktinde dünyaya gelmiştir.

117- Peygamberlerde Bulunan Temel Nitelikler Nelerdir?
Sözünde ve özünde doğru, her yönüyle güvenilir, günahlardan korunmuş, üstün akıl ve zeka sahibi, Allah’tan aldığı vahyi insanlara aynen ulaştırma peygamberlerin temel nitelikleridir.

118-Rab Nedir?
Yaratan, nimet veren ve terbiye eden anlamına gelir ve Yüce Allah’ın güzel isimlerindendir.

119-Rahman ve Rahîm Ne Demektir?
Allah’ın güzel isimlerinden olup çok merhamet eden, esirgeyen ve bağışlayan demektir.

120-Rahmet Nedir?
Allah’ın, yaratıklarına merhamet etmesi ve lütufta bulunmasıdır.

121- Regâib Nedir?
Rağbet olunun şey ve bol ihsan demektir. Örfümüzde Recep ayının ilk Cuma gecesi olarak bilinmektedir.

122- Rekat Nedir?
Namazın kıyam, rükû ve secdelerinden oluşan her bir bölümüdür.

123- Rida nedir?
Hac veya umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden yukarısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

124- Ru’yet-i Hilâl Ne demektir?
Kamerî ayların başlangıcını belirleyen Hilal’in görülmesidir.

125- Rükû Nedir?
Namazda eller dizlere erecek ve sırt ile baş, düz bir satıh oluşturacak biçimde öne doğru eğilmektir.

126- Sa’y nedir?
Hac ya da Umre yaparken Kâbe yakınlarında bulunan Safâ ile Merve tepeleri arasında, dört gidiş üç geliş olmak üzere yedi defa gidip gelmektir.

127- Sadaka Nedir?
Zekat dışında ibadet niyetiyle fakirlere yapılan yardımlardır.

128- Sahur Nedir?
İkinci tan yeri ağarmasından az önceki vakit ve bu vakitte yenen yemektir.

129- Salih Amel Nedir?
Yapılması Allah ve Peygamberi tarafından istenen, fert ve toplum için faydalı işler ve davranışlardır.

130- Secde Nedir?
Namaz kılanın, ayak parmaklarını, dizlerini, ellerini, alnını ve burnunu yere koyması ile oluşan durumdur.

131- Sehiv (Yanılma) Secdesi Ne Demektir?
Yanılma, unutma veya dalgınlık gibi haller nedeniyle namazın farzlarından birinin ertelenmesi, vaciplerinden birinin terk edilmesi veya ertelenmesi durumunda namazın sonunda yapılan secdedir.

132- Sevap Nedir?
Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olan amel, söz ve davranışlardır.

133- Sûre Nedir?
Kur’an’ın, birbirinden besmele ile ayrılan her bir bölümüdür.

134- Sünnet Nedir?
Peygamber Efendimiz’in yaptığı ve müslümanlardan da yapılmasını istediği dinî görevlerdir.

135- Şirk Ne Demektir?
Allah’a ortak koşmak demektir. Bu da Allah’tan başka ilah edinmek veya O’ndan başkasına ibadet etmek şeklinde olur.

136- Şükür Nedir?
Nimetleri Allah’ın verdiğini bilip O’na şükranda bulunmaktır.

137-Taassup Nedir?
Herhangi bir delile dayanmadan, bir fikre körü körüne bağlanmaktır.

138- Tahiyyata oturmak Ne Demektir?
Namazların ikinci ve son rekatından sonra tahiyyât duasını okuyacak kadar bir süre oturmaktır.

139- Takvâ Nedir?
Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmaktır.

140- Tavaf nedir?
Hacer-i Esved’den başlayarak, Kâbe’yi sola almak suretiyle, yedi defa Kâbe’nin çevresinde dönmektir.

141- Tebliğ Nedir?
Peygamberlerin getirdikleri ilahî mesajın insanlara aynen ulaştırmalarıdır.

142- Tefsir nedir?
Kur’an-ı Kerim’i usûlüne göre açıklamak ve yorumlamak demektir.

143- Tekbîr ve Tesbîh Nedir ?
Tekbir, “Allâhuekber”, Tesbih de, “Sübhânallâh” demektir.

144- Terâvih Namazı Nedir?
Ramazan ayına mahsus olmak üzere, yatsı namazından sonra kılınan sünnet bir namazdır.

145- Teşrik Tekbiri Ne Demektir?
“Allâhüekber, Allâhüekber, Lâilâhe illallâhü vallâhüekber, Allâhüekber ve lillâhi’l-hamd” demektir.
Kurban Bayramının arifesinde sabah namazından başlayıp, Bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakitte, farz namazların sonunda teşrik tekbiri getirmek vâciptir.

146- Tevbe Ne Demektir?
Kişinin işlemiş olduğu günahlardan pişmanlık duyup Allah’a yönelmesi ve günahları terk etmesidir.

147- Tevekkül Nedir?
İnsanın, her konuda kendine düşen görevleri yerine getirdikten sonra sonucu Allah’a bırakmasıdır.

148- Tevhîd Nedir?
Allah’ın var ve bir olduğuna inanmaktır.

149- Teyemmüm Nedir?
Abdest ya da boy abdesti almak için su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkanı olmadığı durumlarda, niyet edilerek temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeye elleri sürüp yüzü ve kolları meshetmektir.

150- Vâcib Nedir?
Dinen yapılması zannî delillerle istenen hükümlerdir.

151- Vahiy Nedir?
Yüce Allah’ın dilediği şeyleri peygamberlerine, özel yolla bildirmesidir.

152- Vaiz Kimdir?
Dinî konularda insanları aydınlatma görevi yapan ve bu amaçla va’z eden kimsedir.

153- Vakfe nedir?
Zilhicce Ayının 9.ncu gününde hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmadır.

154- Vitir Nedir?
Yatsı namazından sonra kılınan üç rek’atlık vacip namazdır.

155- Yemin Kefareti nedir?
Yeminini bozan bir kimsenin on fakiri sabah akşam doyurması ya da giydirmesi veya bunlara gücü yetmeyenin üç gün peş peşe oruç tutmasıdır.

156-Yeryüzünde İlk Mabed Neresidir?
Yer yüzende ilk mâbed, Kâbe-i Muazzama’dır.

157- Zekat Nedir?
Dinen zengin sayılan müslümanların, belirli yerlere sarfedilmek üzere, mallarından vermekle yükümlü oldukları belli bir paydır..
Son düzenleyen Blue Blood; 17 Haziran 2006 19:45
kuzeyli53 - avatarı
kuzeyli53
Ziyaretçi
15 Ekim 2005       Mesaj #2
kuzeyli53 - avatarı
Ziyaretçi
YAYGIN HURAFELERHalkımızdan bazıları (çoğunlukla hanım müslümanlar) İSLÂM DİNÎ ile hiç alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanç ve adetlerin çok değişik şekillerini, hemen her köyümüz ve kentimizde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu hurafe adetler uğruna zaman zaman üzücü olaylar da duyulmaktadır. "Yıldıznameye"baktırmak, "FAL" açtırmak, "SİHİR" bozdurmak için diyar diyar hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için "TÜRBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için, il il üfürükçü arayanlar azımsanmıyacak kadar çoktur.
Göz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek için seansına "55 bin TL." para isteyenler, göğüse ve göbeğe muska yazma cüret ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de maalesef bulunmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ayrıca türbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca çaput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.
Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısiyle insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.
Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı cin çarpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.
Daha bir sürü yanlış inanç ve adetler!..
İşte bu bölümde, halkımızdan birtakım insanların, en çok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış âdetlerden örnekler sunmaya çalışacağım. Ancak binlerce âdet ve inancı dar çerçeveli bir çalışma ile ele almak mümkün olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edeceğim.
1. Çaput Bağlamak:
Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
• Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanatkârdır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür'1'.
İşte Türkler müslüman olduktan sonra da bu âdetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslâm'da yoktur.
Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir çok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir.
Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır. Bunlardan biri de benim köyümdeydiMsn Star
Benim köyümde "ÇIBAN KAYASI" denilen bir mevki vardır. Köyün doğu yönündedir.
Bu mevki, daha ziyade ipek böceği için yetiştirilen dut bahçelerinin bulunduğu yerdir. Burada bizim de dut bahçemiz vardır. Bahçenin doğu yönü kayalıktır. Kökü kayaların arasında olan bir siyah incir ağacımız vardı. İncir ağacının dallarına bez içerisinde 3-5 kuruş koyup bağlandığı zaman, özellikle çocukların yüzünde çıkan çıbanların iyileştiğine inanılırdı. Ayrıca kim o bezleri toplar içindeki parayı alırsa çarpılır veya her yerinden çıbanlar çıkar denilirdi.
Ben, zaman zaman bahçeye gittiğimde bezleri toplar, içindeki paraları alır, harcardım. Görenler, "bırak onları çarpılırsın" diyerek beni azarlarlardı. Uzun seneler geçmesine rağmen ne bir yerimde çıban çıktı, ne de çarpıldım.
Seneler sonra İlahiyat tahsil ettim. Bunun saçma olduğunu köylüme anlattım. Zaten ağabeyim de o incir ağacını kesmişti. Şimdi köyümüzde bu bâtıl inanç ortadan kalkmış, oralara da çaput bağlayan kalmamıştır.
Sırası gelmişken bu paçavra bağlama adeti ile ilgili bir başka hatıramı da nakletmek isterim.
1963 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip Okulları Meslek Dersi Öğretmenleri için Konya'da bir kurs düzenlenmişti. Ben de o kursa katılmıştım. Mevsim yaz ve Temmuz idi. Kurs sabah 8.00'de başlıyor, saat 13.00'te bitiyordu. Öğleden sonra serbest çalışmak için boş kalıyorduk. İşte böyle öğleden sonra bir gün, bir grup arkadaş "Meram Bağları"na gezmeye gitmiştik. Biraz kır gezintisi yaptık. İkindi yaklaşmıştı. Namaz kılmak için orada bulunan bir mescidin yanında toplandık. Mescidin önündeki çeşmeden abdest almak için hazırlanıyorduk.
Mescidin bitişiğindeki türbenin pencerelerinden birine gözüm ilişti. Baktım ki pencerede parmak sığacak kadar boş yer kalmamış, hep çabut bağlanmış. Tam bu sırada bir arkadaşım camiin köşesinden çıktı ve pencerenin önünde durdu. Şöyle bir etrafına bakındı, kızarak başını sağa sola sallamağa başladı. Belliki pencerenin haline hem kızıyor hem de hayret ediyordu. Ben, koşarak yanına vardım ve beraberce çaputları koparmaya başladık. Biraz ilerimizde de bir grup kadın duruyordu. Bizim pencereyi temizlediğimizi görünce: "Vay ahlaksızlar, dinsizler, kafirler" diyerek bağırmaya başladılar. Biz, dinimizde böyle şeyler yoktur, falan demeye kalmadan taş da atmaya başladılar. Kendimizi camiye zor attık. Arkadaşlardan biri ezanı, biri de camide Kur'ân-ı Kerim'i okumaya başladı. Namazlarımızı eda ettik. Kadınlar da üst katta namazlarını kılıp caminin önüne çıkmışlardı. Bizi, camiden çıkarken görünce bu sefer: "Biz sizi itikatsız zannettik, kusura bakmayın" diyerek özür dilediler.
Kendilerine bu işin yanlış olduğunu, İslâm'da böyle adetlerin olmadığını izah ettik. Daha sonra da vedalaşarak ayrıldık.
İslâm bilginleri böyle âdetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok bâtıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hâlâ bir çok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
2. Mum Yakmak:Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir. Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı"'2'.
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...(3)
İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inan-dırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz.


3.Kurşun Dökmek:Halkımız arasında "göz değmesi, göze gelme" diye adlandırılan bir "NAZAR" inancı vardır. Nazar isabet eden kimsenin kendisine, malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak üzere bazı tedbirlere başvurulmaktadır. Bunlar korunma ve kurtulma tedbirleri olmak üzere iki kısma ayrılır. Korunma tedbirleri olarak çocuklara, at, dana, inek, vb. hayvanlara, ev, dükkan, otomobil gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta bazı yörelerimizde de özellikle çocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Böylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Ayrıca nazar muskalarının da kullanıldığı görülmektedir. Nazar isabetinden kurtulmak için ise, kurşun veya mum döktürülmekte, nefesi keskin (izinli denilen) hocalara okutulmaktadır.Bazı yörelerimizde de "tuz çatılmakta", "un yakılmakta" , "üzerlik otu" yakılarak dumanı ile tütsülenilmektedir.
En yaygın olan uygulama kurşun veya mum dökme adetidir. Bu iş şöyle yapılmaktadır:
Nazar isabet eden hasta (genellikle çocuklar), kurşun dökücüsünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapanır. Çocuğun başı üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber;
"Kem göz çatlasın
Nazar eden patlasın"
diye beddua ederler. Bazı yerlerde de yaygın olarak nazarlıkotu yakılır. Dumanı ile hasta tütsülenir. Bu esnada çabuk çabuk,
"Üzerliksin havasın
Her dertlere devasın
Ak göz, kara göz,
Mavi göz, ela göz
Hangisi nazar etmişse
Onların nazarını boz"
denilmektedir. Şu tekerleme de söylenilmektedir:
"Elemtere fiş
Kem gözlere şiş
Üzerlik çatlasın
Nazar eden patlasın"(4).
Bu konuda şunu ifade etmek isterim ki, nazardan korunmak veya kurtulmak için çeşitli nazar boncukları, diş, kemik, tırnak ve üzerlik otu gibi nesneleri takmak dinimiz açısından doğru değildir. Çünkü İslâmda fayda ve zarar Allah'ın takdiriyle tecelli eder. Bundan ayrılıp birtakım nesnelerden medet ummak yanlıştır, hurafedir. Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S), nazar boncuğu gibi birtakım nesneleri takarak, hastalıktan kurtulmaya irikad etmeyi men etmişlerdir.
Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, kadınların kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak, ŞİRK (Allah'a ortak koşmak)tır"(5).
Ancak bir hususa değinmekte yarar görüyorum. Çünkü halkımız "nazar var mıdır, varsa İslâm'ın Bakış açışı nedir?" diye çok soru sormaktadır.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar: "Nazar haktır (gerçektir)."
"Nazar insanı mezara, deveyi kazana koyar"Msn Demon Öyleyse "İsabet-i ayn" denilen nazar vardır ve gerçektir. Peki mahiyeti ve İslâm'a göre korunma çaresi nedir? Bunu en yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, konuya ilişkin sorulan bir soruya verdiği cevaptan öğrenelim.
"Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışları ile bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de (Kalem Sûresi, Ayet: 51-52)
"... İnkar edenler Kur'ân'ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi" buyrulmaktadır.
Hz. Aişe (R.A.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.S) "Nazardan Allah'a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır." (İbn Mâce, 2/1159 Hadis No: 3508) buyurmuştur.
Resulullah (S.A.V)'ın nazar değmesine karşı, "Ayetü'l Kürsr ' ile ihlâs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve
Nas) Sûrelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu (Tecrid tercemesi, 12/90, Hadis No: 3508) buyurmuştur.
İslâm bilginleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak için Kalem Sûresinin 51. ve 52. âyetlerinin okunmasını da tavsiye etmişlerdir.
"Büyük velilerden Hasan Basri Hazretleri, nazara karşı Kalem Sûresi'nin 51. ve 52. âyetlerini okur ve nazardan etkilenen kimselere de okunmasını tavsiye ederdi"(7)
Bu âyetlerle ilgili olarak "Esrar-ı Muhammediye" adlı eserde şöyle denilmiştir:
"Bu âyet-i kerime (Kalem Sûresi 51. ve 52. âyetleri) de nazarın def'i içindir. İster yazmak suretiyle taşınsın, ister o âyetin okunduğu okunmuş suyla yıkanılsın veya o âyetin okunduğu sudan içilsin hep aynıdır. Nazarın etkisinden korunmak için tavsiye edilmiştirMsn Note.
Kalem Sûresinde adıgeçen âyetlerin okunuşu:
"Ve in yekâdülleziyne keferû leyüzlikûneke biebsâ-rihim lemmâ semiu'z-zikre veyekûlûne innehü le-mecnun. Ve mâ hüve illâ zikrun li'l âlemin."
Âyetlerin anlamı: "Hakikat, o küfredenler zikri (Kur'ân 'ı) işittikleri zaman az kalsın seni gözleriyle yıkacaklardı. Halbuki O (Kur'ân) âlemler için (ins-ü cin için)(mahzı) şereften (öğütten) başka birşey değildir" (9) (Kalem Sûresi, âyet: 51, 52).
İnsan hoşuna giden birşeye bakarken nazarı değmemesi için "Maaşâallah, La kuvvete illâ billah" demelidir. Bu Peygamber Efendimiz'in okuduğu bir duadır.
"Nazar değmemesi için çocuklara nazarlık veya boncuk takılması ise cahiliyet devri âdetlerindendir. (Yani batıl âdettir). Bu itibarla hiçbir faydası olmadığı gibi, dinen de caiz değildir.
Hastalanan kimselere Cenâb-ı Hak'tan şifa umarak, Kur'ân-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak caizdir. Halkı kandırmak, başkalarına zarar vermek, gaibten haber vermek, falcılık ve sihir yapmak... gibi işler ise dinen haramdır. Bu tür maksatlar için üfürükçülük yapmak dinen caiz olmadığı gibi, kanunen de suçtur. Bu itibarla, sihirbazlık ve sihirle ilgili üfürükçülüğü meslek ve sanat edinen ve böylece saf kimseleri kandırarak menfaat sağlayan kişilerin ilgili mercilere bildirilmesi gerekir"(10).


(4) Türk Halk Bilimi, Sedat Veyis Örnek, s. 168. (5) Fethü'l-Kebir, c. l, s. 304.
Msn Demon a.g.e., c. l, s. 253.
Msn Star Bakara Suresinin 255. âyeti.
(7) Nazar ve Büyü, Bayram Altan, İlaveli 2. Baskı, s. 67.
Msn Notea.g.e., s. 67.
(9) Kur'ân-ı Hakim ve Meali Kerim, H.Basri Çantay, C. 3, s. 1080. ikinci Baskı, İstanbul, 1958.
(10) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun konuya ilişkin olarak sorulan bir soruya verdiği cevaptan.
Son düzenleyen DiVa; 15 Ekim 2005 13:10 Sebep: Lütfen üst üste post atmayınız (flood)...Bu kurala göre iki mesajınız birleştirilmiştir...
kuzeyli53 - avatarı
kuzeyli53
Ziyaretçi
17 Ekim 2005       Mesaj #3
kuzeyli53 - avatarı
Ziyaretçi
4. Fal Açmak:Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, "FAL AÇMAK" adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır. Bazı kimseler de: "Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye açtırıyoruz" diyorlar. Bu düşünce doğru değildir.
İslâm Dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların söylediklerine inanmak yasaktır.
Bu hususta Kurân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha
erişesiniz"
(Maide Sûresi, Ayet: 90).
Konuya ilişkin olarak Allah Elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şöyle söylemiştir: "Kuşun ötmesinden, uçmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs.) ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir"(11)
Bu ilahi emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Çünkü gaybı Allah'tan başka kimse bilemez.
Eğer falcılar herşeyi önceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da jüri kurulsun ve dünya üzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gün evvelden o tesbit edilen yerde veya ülkede neler oluyor, tümünü haber verebilecekler mi?
İşte meydan, işte dünya !
Her yeni yıl biterken bazı kâhin ve falcıların sesleri duyulur.
Yeni yılda şu olacak, şu ölecek, şu günde dünya bozulacak vs. gibi.
Çok şükür ki onların dediklerinden hiçbirisinin gerçekleştiği (55 senedir yaşıyorum) duymadım. Çünkü geleceği falcı değil, kâinatın yaratıcısı "Âlemlerin Rabbi" Yüce Allah bilir. Allah'ın bildirmediği bir şeyi kimse bilemez.
İnsan, ancak Allah'ın yarattıkları üzerinde akıl yürütür. İlmi öğrenmeye çalışır. En akıllı ve en gelişmiş varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşeri ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuç münasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni yeni kanunları isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybın sırlan ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilahi talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda söylediğimiz gibi, falcıların söylediklerinden bir kaç tanesi rastgelse bile, bu onların gaybı bildiklerim ifade etmez. Nitekim bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından 27 Ocak 1987 tarih K6214-9/93 sayılı yazıyla aşağıdaki cevap verilmiştir.
"Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'ân-l Kerim'de (Neml Sûresi, Ayet: 65)
"Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka bilen yoktur" buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.S) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz", "Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkar etmiş olur" buyurmuştur.
Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tür şeylere inanılması caiz değildir."
İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tür inançlar, ilk çağların müşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne çare ki modern dünyamızın modern toplumlarında hâlâ bu tür martavallara inananlar, gönül bağlayanlar pek çoktur.
Meselâ böyle hayal üzerine yazılmış bir kitapta şöyle denilmektedir.
"Dahi 1231 kere YA MUĞNİ deye seccadesi altında akçe (yani para) bula. Kimseye demeye batıl olur"(12).
Ne saçmalık!... Hiç oturduğun yerden'"YA MUĞNİ" çekmekle seccadenin altı parayla dolar mı?.. Öyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gündüzüne katarak geçim derdi peşinde koşar mıydı?..
İşte böyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr u zaruret içerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kahinlerin uydurdukları yalanlardır.
Ama bu hurafelere de en çok kanan bizim halkımızdır.
Oysa mensup olduğumuz İSLÂM DİNİ, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Büyük müçtehit İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, "İslâm'ın dostu ilim, düşmanı cehalettir" demiştir. Ama buna rağmen hurafelere de en çok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır.
Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gerçek İslâm düşüncesini iyi öğretemediğimizi gösterir. Burada suçlu İslâm değil, İslâm'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Çünkü İslâm, daima çalışma, araştırma, okuma ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de okuma, araştırma ve çalışma ile ilgili yüzlerce ayet-i kerime vardır.
İslâm Dinine göre meşru yoldan kazanç temini için çalışmak ibadet hükmündedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yollan İslâm'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da: "Kaderimde ne varsa o çıkar" düşüncesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Çünkü kutsal Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir" (Necm, 39, 40, 41). Bir başka buyrukta da şöyle denilmektedir: "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızık isteyin.." (Cuma, 10) Mülk Sûresi 15. âyette de şöyle bildirilir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, sonunda dönüş O'nadır."
Anlamlarını sunduğumuz bu âyetler, kişinin ve toplumun mutluluğu için çalışmanın ve araştırmanın önemine dikkatlerimizi çekmekte ve çalışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) de, her vesile ile çalışmayı önermiş, tembelliği kişinin yüzkarası olarak nitelemiştir. Rızık kapısının günün en yüksek noktasından yerin derinliklerine kadar açık olduğunu haber vermiştir. Sevgili Allah Elçisinin hadis kitaplarında konuya ilişkin pek çok buyruğu vardır.
Bu konuda Milli Şairimiz M. Akif ERSOY da bir beyitinde şöyle diyor:
"Bekayı hak tanıyan, say'ı bir vazife bilir,
Çalış, çalış ki beka sa 'y olursa hak edilir."
Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde insanın düşünmesi, araştırması tavsiye edilir demiştik. Ancak Kur'ân, prensiplere en genel şekli ile değinir. Ayrıntıları insanın çalışmasına, araştırmasına, idrakine bırakır. Çünkü ilerlemek, yükselmek ve başarıya ulaşmak ancak çalışmayla, bilimle elde edilir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Kim iyi davranışta bulunursa kendisi için yapar, kim kötülük ederse kendisine eder. Allah kullarına zulmetmez" (Fussilet Suresi, âyet, 46). emri mevcuttur. Buna göre iyiyi yapmak, doğruyu bulmak, yararlı yönde çalışmak görevimizdir. Unutmayalım ki ne ekersek onu biçeriz.
Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum. O da çalışırken doğruluktan ayrılmamaktır. Çünkü Yüce Allah Hûd Sûresi 112. âyetinde: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" demektedir. Buna göre hangi iş yerinde olursak olalım ve hangi işte çalışırsak çalışalım, daima iyi niyetle doğru çalışalım. Zira İslâm'da falcılık, üfürükçülük yaparak değil, alınteri dökerek kazanç temini helaldir, insanları kandırarak, inançları sömürerek kazanç temini ise haramdır.
Unutulmamalıdır ki uygar uluslar uzayı parselleme, kâinatı feth etme yolunda yarış yaparlarken bizim, falcının söylediklerinden, kuşun ötmesinden, kahvenin telvesinden ahkâm çıkarmamız abestir.
Bu hem ilme hem de İslama saygısızlıktır. Konuyu Yüce Allah'ın buyruğu ile noktalayalım.
"Peygamber size ne emretti ise onu alın (O'nun dediği ile amel edin). Size neyi yasak etti ise ondan sakının."
(Haşr Sûresi, Âyet: 7)

(11) Riyazü's-Salihin, c. 3, Hadis No: 1702. (12) Batıl İnanışlar, Recep Aktaş, s. 27.
__BozkurT__ - avatarı
__BozkurT__
Ziyaretçi
27 Ekim 2005       Mesaj #4
__BozkurT__ - avatarı
Ziyaretçi
FIKIH İLMİ ve İLMİHÂL KİTAPLARI
İnsanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildiren ilme "Fıkıh ilmi" denir. Dînin hükümlerini bilen müctehid âlimlere de "Fakîh" denir. Fıkıh bilgilerini derin âlimler, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır. Din bilgileri ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Bunun için bir kimse Kur'ân-ı kerîmi, ihtiyaç miktarı ezberledikten sonra, fıkıhla meşgûl olmalıdır! Çünkü, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek farz-ı kifaye, fıkhın kendine lâzım olan miktarını öğrenmek ise farz-ı aynıdır.

Dinimiz fıkıh ilmine çok önem vermiştir. Nitekim, hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İbâdetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.)
(Herşeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.)
Îmân, i'tikâd bilgilerini anlatan geniş ve derin ilme ise "İlm-i kelâm" denir. Kelâm ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelâm kitâbları pek çoktur. Bu kitâblara, "Akâid kitâbı" da denir.
Amel edilecek, ya'nî kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere, "Ahkâm-ı Şer'iyye" denir. Beden ile yapılacak ahkâm-ı şer'iyyeyi bildiren ilme "İlm-i fıkıh" denir.
Halk için yazılmış olan ve herkesin bilmesi ve yapması gereken kelâm, ahlâk ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan kitâblara "ilmihâl" kitâbları denir. Her müslümanın, evinde mutlaka ilmihâl kitabı bulundurması, dinini ilmihâl kitâbından öğrenmesi lâzımdır.
İlmihâl kitabını alırken de rastgele almayıp, dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl kitâblarını alıp, çoluğuna ve çocuğuna öğretmek her müslümanın birinci vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismi ve süsünü veren câhil ve sapık kimselerin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeye kalkışmak, kendini Cehenneme atmaktır.
Allahü teâlâ, kendisine tâbi' olunması için Resûlüne ve âlimlere tâbi' olunmasını istiyor. Âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruldu ki:
(Ey Resûlüm! De ki; "Bana tâbi' olun!") [A. İmrân 31]
(Verdiğimiz bu misâlleri ancak âlimler anlar.) [Ankebût 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]
Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Bilmediklerinizi sâlih [âlim]lerden sorun!)
(Câhillikten kurtulmanın yolu, bilenlerden sorup öğrenmektir.)
(Âlimlere tâbi' olun!)
(Âlimler rehberdir.)
Bu vesîkalardan anlaşıldığı gibi, din bilgileri ancak, bu âlimlerin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitâblarından ve bu ilimlerin biraraya getirildiği, toplandığı "ilmihâl" kitâblarından öğrenilir.
Müctehid olmayanların tefsîr ve hadîs kitaplarından fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen "Yetmiş iki sapık fırkâ" âlimleri, Kur'ân-ı kerîmden yanlış ma'nâ çıkardıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsîr okuması felâket olur. Kur'ân-ı kerîmin hakîkî ma'nâsını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okuması lâzımdır...
-------------------------------------------------------------------------

DİN NEDİR?

Soru: Din nedir? Cevap: Din, insanları saâdet-i ebediyyeye ya'nî sonsuz saâdete, huzura götürmek için Allahü teâlâ tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yol demektir.

Soru: Resûl ile nebi arasında ne fark vardır?
Cevap: Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resûl denir.
Her asırda, en temiz bir veya birkaç insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi' olan, kendilerine yeni bir dîn gönderilmiyen bu Peygamberlere de Nebî denir.
Soru: Bütün peygamberler neleri bildirmiştir?
Cevap: Bütün Peygamberler, Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Âhiret gününe, Kazâ-kaderin Allahtan olduğuna imân etmeyi bildirmişler, ya'nî hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere inanmalarını istemişlerdir. Fakat, kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslâmlıkları, müslümanlıkları da ayrıdır.
Soru : Günümüzde kaç çeşit din vardır?
Cevap: Bugün yeryüzündeki dinler ilâhî ve bâtıl [ilkel] dinler olmak üzere ikiye ayrılır.
Soru: İlkel din nedir?
Cevap: İlkel din, insanlar tarafından uydurulan inanç sistemidir. Zerdüştlük, Taoizm, Konfiçyüstlük, Budizm gibi.
Soru: İlâhî din nedir, kaça ayrılır?
Cevap: Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilen dinlerdir. Semâvî dinler de denilen ilâhî dinler, muharref ya'nî tahrif edilmiş, bozulmuş dinler ve hak din olmak üzere ikiye ayrılır.
Soru: Bozulmuş dinler nelerdir?
Cevap: Bozulmuş dinlerin asıllarını, Allahü teâlâ peygamberleri vâsıtasıyla bildirmiş, sonraları insanlar tarafından değiştirilmiştir. Hıristiyanlık ve Yahûdîlik böyledir.
Soru: Hak din nedir?
Cevap: Hak din ise, Allahü teâlâ tarafından gönderildiği şekilde bozulmadan kalan dindir.
Soru: Bugün yeryüzünde hak din var mıdır?
Cevap: Bugün yeryüzünde hak din olarak sâdece İslâm dîni vardır. İlk vahyolunduğu, bildirildiği gibi değişmeden günümüze kadar gelmiştir ve kıyâmete kadar da devâm edecektir.

Hak din

Soru: Âhirette kimler ni'mete kavuşacak?
Cevap: Hak dînin bildirdiği farzları yapanlara ve harâmlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, âhirette ni'metler, iyilikler verecektir. Farzları yapmayanlara ve harâmlardan kaçınmıyanlara, âhirette cezâlar, acılar tattıracaktır.
Soru: Bugün hak dinden başkasına uyulabilir mi?
Cevap: İslâmiyet geldikten sonra, önceki dinlerin hükümleri yürürlükten kalkmıştır. Buna göre Yahûdîler ve Hıristiyânlar da dâhil bütün insanların İslâmiyeti din olarak seçmeleri gerekmektedir. Nitekim Allahü teâlâ, İslâmiyetten başkasını din olarak kabûl etmiyeceğini bildirmekte, Kur'ân-ı kerimde meâlen, (İslâm dîninden başka din istiyenlerin dinlerini Allahü teâlâ sevmez, kabûl etmez. İslâm dînine sırt çeviren, âhirette ziyân edecek, Cehenneme gidecektir) buyurmaktadır

-------------------------------------------------------------------------



ÎMÂN NEDİR?
Soru: Îmân nedir? Cevap: Îmân, Muhammed aleyhisselâmın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, deneye ve felsefeye dayanmaksızın, kalb ile tasdîk ve i'tikâd etmek, inanmak, dil ile ikrâr etmek, söylemektir.
Îmân görmeden olur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, îmân olmaz, o şeyi bilmek, anlamak olur. Bu şey de, Allahü teâlânın yarattığıdır. Bunu, O'na ortak yapmış oluruz. Belki de, O'ndan başkasına îmân etmiş oluruz. Akla uygun olduğu için inanırsa, akla îmân etmiş olur. Peygambere îmân etmiş olmaz. Veya, Peygambere ve akla birlikte îmân etmiş olur ki, o zaman Peygambere güven tam olmaz. Güven tam olmayınca, îmân olmaz. Çünkü, îmân parçalanamaz.
Soru: Îmânı korumak için ne yapmak lâzımdır?
Cevap: Îmânı korumak için îmânı ve îmânı gideren şeyleri, farzları ve harâmları ya'nî dînin emir ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uymak şarttır.
Soru: Müslüman kimdir?
Cevap: Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şeylere tereddütsüz îmân edene, müslüman denir. İnandığı hâlde, dînin emir ve yasaklarını yerine getirmiyen mü'min olsa da müslümanlığı tam değildir.
Soru: Îmânla amelin birbiri ile ilişkisi nedir?
Cevap: Îmân, muma benzer; dînin emir ve yasakları, koruyan fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, "İslâmiyet" tir, İslâm dînidir. Fenersiz, muhâfazasız mum çabuk söner. Îmânsız, İslâm olamaz. İslâm olmayınca, îmân da yok olur. Amelsiz, ibâadetsiz îmân sâhibinin, âhirete îmânla gitmesi güç olur.

Îmânın şartları

Soru: Îmânın şartı kaçtır?
Cevap: Îmânın şartı altıdır. Bunlar Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Âhiret gününe, Kazâ-kaderin Allahtan olduğuna inanmaktır. Buna kısaca Âmentü denir.
Soru: İnanılacak işlerde öncelik var mıdır?
Cevap: Her müslümanın önce îmânın altı şartını bilmesi ve inanması gerekir. Çünkü bir kimsenin düzgün bir îmânı, i'tikâdı yoksa, bu kimsenin yaptığı bütün ibâdetlerin, iyiliklerin hiçbir faydası olmaz. Doğru, düzgün bir i'tikâda sahip olduktan sonra, dînin yasak ettiği şeylerden kaçınıp, dînin emrettiği şeyleri yapmak gerekir. Bu sıraya dikkat edilmezse daha sonra yapılanlar faydasız olur, bir işe yaramaz.
Allahü teâlâya îmân
Soru: Âmentü billâhi ne demektir?
Cevap: Âmentü billâhi ifâdesi, Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inandım, îmân ettim, demektir. Allahü teâlâ vardır ve birdir. Ortağı ve benzeri yoktur. Mekândan münezzehtir, ya'nî bir yerde değildir. Ayrıca Allahü teâlânın sıfatlarını da bilmek şarttır.
Allahü teâlânın sıfatları ikiye ayrılır: Sıfât-i zâtiyye, sıfât-i sübûtiyye.
Allahü teâlânın sıfât-i zâtiyyesi altıdır. Bunlar:
1- Kıdem, evveli yoktur.
2- Bekâ, sonu yoktur.
3- Kıyâm bi-nefsihi, hiç kimseye muhtaç değildir.
4- Muhâlefetün lil-havâdis, hiç kimseye benzemez.
5- Vahdâniyyet, birdir ortağı, benzeri yoktur.
6- Vücûd, var olmasıdır.
Allahü teâlânın sıfat-i sübûtiyyesi ise sekizdir. Bunlar:
1- Hayât, diridir.
2- İlm, herşeyi bilir.
3- Semi, işitir.
4- Basar, görür.
5- İrâde, dileyicidir. Yalnız O'nun dilediği olur.
6- Kudret, herşeye gücü yeter.
7- Kelâm, söyleyicidir.
8- Tekvîn, hâlıktır, yaratıcıdır. Her şeyi yaratan, yoktan var eden O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Allahü teâlânın görmesi, işitmesi, insanların görmelerine, işitmelerine benzemez.
Meleklere îmân
Soru: Îmânın ikinci şartı nedir?
Cevap: Îmânın ikinci şartı, meleklere îmândır. "Ve melâiketihi", ben Allahü teâlânın meleklerine inandım, îmân ettim, demektir.
Soru: Meleklerin özellikleri nelerdir?
Cevap: Melekler yiyip içmezler. Günâh işlemezler. Meleklerde, erkeklik, dişilik olmaz. Piyasada birçok yerde kanatlı kadına benzer resimler var. Böyle resimler, Hıristiyan hurâfeleridir. Bize Hıristiyanlardan geçmiştir. Hıristiyanlar, melekleri hâlâ Allahın kızları olarak bilirler, böyle inanırlar.
Bu şekilde inanmak, böyle resimlere hürmet edip, yukarı asmak çok tehlikelidir.
Meleklerin en üstünleri ve peygamberleri Cebrâil, Mikâîl, İsrâfîl, Azrâîl aleyhimüsselâmdır.
Kitaplara îmân
Soru: Îmânın üçüncü şartı nedir?
Cevap: Îmânın üçüncü şartı kitaplara îmândır. Âmentüdeki, "Ve kütübihi" ifâdesi, Allahü teâlânın kitaplarına inandım, îmân ettim, demektir.
Soru: Kaç kitap gelmiştir?
Cevap: Kur'ân-ı kerîmde bildirilen, yüzdört kitaptır. Yüzü küçük kitaptır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitaptır. Bunlardan Tevrât, Mûsâ aleyhisselâma; Zebûr, Dâvüd aleyhisselâma; İncîl, Îsâ aleyhisselâma; Kur'ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuş ya'nî gönderilmiştir. Kitapların hepsini, Cebrâil aleyhisselâm getirmiştir. En son, Kur'ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuştur.
Soru: Kur'ân-ı kerîmin özellikleri nelerdir?
Cevap: Kur'ân-ı kerîm gönderilince, diğer kitaplar neshedilmiş, ya'nî yürürlükten kaldırılmıştır. Kur'ân-ı kerîm, kıyâmete kadar geçerlidir. Nesholmaktan, ya'nî geçersiz olmaktan ve tebdîl ile tahrîften ya'nî insanların değiştirmelerinden korunmuştur.
Kur'ân-ı kerîmde eksiklik veya fazlalık olduğuna inanan dinden çıkar. Hattâ Kur'ân-ı kerîmi Allahü teâlâ tarafından gönderilen kitap kabûl ettiği hâlde, diğer semâvî kitapların da hâlen yürürlükte olduğunu zannedip, bunlara göre amel edenlerin de, Cennete gireceğine inananlar da İslâm dînine îmân etmiş olmaz.
Peygamberlere îmân
Soru: Îmânın dördüncü şartı nedir?
Cevap: Îmânın dördüncü şartı, Peygamberlere îmândır. Âmentüdeki "Ve rusulihi" kelimesi, "Allahü teâlânın Peygamberlerine îmân ettim" demektir.
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselâm ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ "sallallahü aleyhi ve sellem"dir. Bu ikisinin arasında, çok peygamber gelmiş ve geçmiştir. Peygamberlerin sayısı kesin belli değildir. Kitaplarda, 124 binden ziyâde peygamber geldiği bildiriliyor. Bunlardan 313 veya 315 adedi Resûldür.
Peygamberlerden meşhûr olanlar: Âdem, İdrîs, Şît, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, Lût, İsmâîl, İshak, Ya'kûb, Yûsüf, Eyyûb, Şu'ayb, Mûsâ, Hârun, Hıdır, Yûşa' bin Nûn, İlyâs, Elyesa', Zülkifl, Şem'un, İşmoil, Yûnüs bin Metâ, Dâvüd, Süleymân, Lokmân, Zekeriyyâ, Yahyâ, Uzeyr, İsâ bin Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâmdır.
Bunlardan, yalnız 28'nin isimleri Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir. Şît, Hıdır, Yûşa', Şem'un ve İşmoil bildirilmemiştir. Bu 28'den Zülkarneın ve Lokmân ve Uzeyr'in Peygamber olup olmadıkları kesin belli değildir.
Peygamberlerin sıfatları
Soru: Peygamberlerin sıfatları nelerdir ve bunların ma'nâları nedir?
Cevap: Peygamberler de diğer insanlar gibi yer, içer, hasta olur, vefât eder. Hiçbiri aslâ dünyaya muhabbet etmez. Ya'nî dünyayı sevmez. Ancak onları diğer insanlardan ayıran sadece onlara mahsûs ba'zı sıfatlar, özellikler vardır. Peygamberler hakkında bilmemiz lâzım olan sıfatlar ya'nî peygamberlere mahsûs olan özellikler yedidir: Sıdk, Emânet, Tebliğ, İsmet, Fetânet, Adâlet, Emn-ül azl
Bunların kısaca ma'nâları da şöyledir:
1- Sıdk: Bütün peygamberler, sözlerinde sâdıktır, ya'nî doğrudur.
2- Emânet: Peygamberler emânete aslâ hıyânet etmezler.
3- Tebliğ: Peygamberler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetlerine bildirirler.
4- İsmet: Peygamberlerin hepsi, büyük ve küçük, bütün günâhlardan uzaktırlar.
5- Fetânet: Bütün Peygamberler, diğer insanlardan daha akılıIdır.
6- Adâlet: Peygamberler âdildir, kimseye zulmetmezler, doğru hüküm verirler.
7- Emn-ül azl: Peygamberlerden, peygamberlik vazîfesi geri alınmaz.
Âhiret gününe îmân
Soru: Îmânın beşinci şartı nedir?
Cevap: Âmentünün beşinci şartı, âhyret gününe inanmaktır. Âmentüdeki, "Vel-yevmil âhyri" ifâdesi, "Ben, âhiret gününe inandım, îmân ettim" demektir.
Herkes ölüp dirilecektir. Cennet ve Cehennem ve mîzân ya'nî sevâbların ve günâhların tartıldığı terâzî ve Sırât köprüsü, haşr ya'nî toplanmak ve neşr ya'nî Cennete ve Cehenneme dağılmak, hep kıyâmet gününde olacaktır.
Soru: Kıyâmetin büyük alâmetleri nelerdir?
Cevap: Îsâ aleyhisselâm yeryüzüne inecek, Hz.Mehdî' çıkacak, Deccâl, Ye'cûc ve Me'cûc gelecek. Güneş batıdan doğacak. Dabbe-tül-erd denilen büyük bir hayvan çıkacak. Büyük bir duman her tarafı kaplayacak. Medine-i Münevvere harap olacak ve Ka'be-i Şerîf yıkıIacak. Biri Arabistan'da diğerleri doğuda ve batıda olan üç yer batacak. Yemen'de büyük bir ateş çıkacak. Ve nihâyet Sûrun üflenmesi ile dünya hayatı son bulacaktır.
Kabirdeki sorular
Soru: Kabirde ne sorulacaktır?
Cevap: Kabirde sorulacak şeyleri herkesin bilmesi, çocuklarına da öğretmesi lâzımdır. Kabirde şu sorular sorulacaktır:
Rabbin kim? Dînin nedir? Kimin ümmetindensin? Kitâbın nedir? Kıblen neresidir? İ'tikâdda ve amelde mezhebin nedir?
Müslümanlar bu sorulara şöyle cevap verirler:
Rabbim Allah, Dînim, İslâm dînidir. Muhammed aleyhisselâmın ümmetindenim. Kitâbım, Kur'ân-ı kerîmdir. Kıblem, Ka'be-i Şerîftir. İ'tikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ'attir. Amelde ise Hanefî, Şâfi'î, Mâlikî, Hanbelî mezheplerinden hangisinde ise onu söyler.
Soru: Kimler kabir sorularına cevap verecek, kimler veremiyecek?
Cevap: Îmân ile ölen cevap verecek, îmânsız ölen cevap veremiyecektir.
Doğru cevap verenlerin kabri genişliyecek, buraya Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir.
Bu suâllere cevap veremiyenler, kabirde azâb görecektir. Cehennemden bir pencere açılacak, sabah akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azâbları çekecektir.
Soru: Îmânın altıncı şartı nedir?
Cevap: Îmânın altıncı şartı, hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır. Âmentüdeki, "Ve bil-kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ" demek, "Hayır ve şer, iyilik ve kötülük, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi, Allahü teâlânyn takdîriyle, ya'nî ezelde bilmesi ve dilemesi ve vakitleri gelince yaratması ile ve levh-i mahfûza yazmasıyla olduğuna inandım, îmân ettim. Kalbimde, aslâ şüphe yoktur" demektir.
Bu, kazâ kadere inanmak demektir. Kader, bir insanın doğumundan, ölümüne kadar, başına gelecek, işlerdir. Kazâ da, bu işlerin başa gelmesidir.
Soru: Âmentüdeki, Kelime-i şehâdetin ma'nâsı nedir?
Cevap: Kelime-i şehâdetin kısaca ma'nâsı da şöyle:
Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür.
Soru: Îmânın geçerli olması için ne gibi şartlar lâzımdır?
Cevap: Îmânın sahîh, makbûl ve geçerli olması için gerekli şartlardan ba'zıları:
1- Îmânda sâbit olmak: Meselâ üç yıl sonra dînimi bırakacağım diyen, hemen kâfir olur.
2- Havf ve recâ arasında olmak: Ya'nî Allahü teâlânın azâbından korkup rahmetinden ümit kesmemek. Her zaman korku ile ümit arasında olmak.
3- Can boğaza gelmeden îmân etmek: Ölürken, âhiret hâllerini gördükten sonra kâfirin îmânı kabûl olmaz. Fakat o ânda da, müslümanın tevbesi kabûl olur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmek: Artık o zaman tevbe kapısı kapanır.
5- Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir: Gaybı Allahtan başkası bilemez. Bir de Allahın bildirdiği peygamber, evliyâ veya başka bir kimse de bilebilir.
6- Îmândan bir hükmü reddetmemek: Küfrü gerektiren şeylerden kaçmak.
7- Dînî bir hükümde şüphe etmemek: Meselâ acaba namaz farz mı, içki harâm mı diye şüphe etmemek.
8- İ'tikâdını, inancını İslâm dîninden almak: Târihçilerin, felsefecilerin değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde îmân etmek lâzımdır.
9- Hubb-i fillâh, buğd-i fillâh üzere olmak: Allah için sevmek Allah için düşmanlık etmek. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir.
10- Ehl-i sünnet vel cemâ'ate uygun i'tikâd etmek.
Son düzenleyen Blue Blood; 17 Haziran 2006 19:39
__BozkurT__ - avatarı
__BozkurT__
Ziyaretçi
29 Ekim 2005       Mesaj #5
__BozkurT__ - avatarı
Ziyaretçi
Kerâmet ve hokkabazlık
Suâl: Irak'tan gelip, Avrupa'da ağızlarına ateş alan, avurtlarına şiş sokup çıkartan ve bu yaptıklarına kerâmet diyen kimselerin hâlleri İslâmiyete uygun mudur? Cevap: Allahü teâlâ, böyle kimselerin Mûsâ aleyhisselâm zamanında da bulunduğunu haber veriyor. Bunlara kerâmet değil, sihir diyor. Böyle göz boyamanın harâm olduğu (Fetâvâ-yı hadisiyye)de yazılıdır. Bunlar, müslümanları aldatmaktadır. Bu hareketleri din değil, dinsizliktir. Japonya'daki gayrı müslimler de, sirklerde bunlarınkinden daha acâip şeyler gösteriyor. İslâmiyet, hokkabazlık, cambazlık, sihirbazlık dini değildir. İslâmiyet, inanması, yapması, sakınması lâzım olan şeyleri, güzel ve çirkin huyları öğrenmek, herkese iyilik yapmak dinidir. (El-Münire) kitâbındaki hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:

(Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yâhut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat dine uymayan bir iş yapsa, kerâmet ehliyim derse de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz!)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
(Nefsi cilâlanan ba'zı kimseler, hârikulâde hâller gösterip sapıklık uçurumuna sürüklenmektedir. Evliyâyı böyle yalancılardan ayıran en bâriz fark, her sözünün, her hareketinin dine uygun olması, yanında bulunanların kalblerinde Allah korkusu ve sevgisi hâsıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır.) [C.2, m.92]
Fıkıh ve Tasavvuf
Suâl: Fıkıh yerine tasavvuf kitâbı okumak uygun mu ve zikir nedir?
Cevap: Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İbâdetlerin en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.) [İ.Abdilberr]
(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [Beyhekî]
(Fıkıh öğrenmeden ibâdet eden, gece karanlıkta binâ yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemî]
İmâm-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki: (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmıyan bid'at ehli, yâni sapık olur. Her ikisine kavuşan hakîkate varır.) [Merec-ül-bahreyn]
İbrâhim Edhem hazretlerine, gece gündüz ibâdet eden, vecde gelip kendinden geçen bir gençten bahsettiler. Gencin yanına gidip üç gün misâfir kaldı. Çok acâip hâller gördü. Gencin bu hâlinin şeytandan olup olmadığını öğrenmek istedi. Yediğine baktı. Helâlden değildi. Bu hâllerin şeytandan olduğunu anladı. Genci evine da'vet etti. Gence helâl yemek verdi. Gençteki eski aşk ve gayret kalmadı. İbrâhim Edhem hazretleri, gence, (Sendeki hâller şeytandandı. Helâl yiyince şeytan giremedi. Esâs hâlin meydana çıktı.) buyurdu. (Tezkiretül-evliyâ)
Kerâmeti inkâr, büyük sapıklıktır. Çünkü kerâmet, Peygamberin mu'cizesinin devamıdır. Ancak, istidracı kerâmet sanmamalıdır! Mu'cize'den başka hârikulâde hâller, kerâmet, firâset, istidraç ve sihr adını alır. Velînin su üstünde yürümesi kerâmet, papazın su üstünde yürümesi sihr, fâsığınki ise istidraçtır.
Zikrin Fazîleti
Zikir, Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Bu da, kalb ile olur. Zikredince, kalb temizlenir, yâni kalbden dünya sevgisi çıkıp Allah sevgisi yerleşir. Ba'zı kimselerin, bir araya toplanıp hay huy etmesi, oynaması, dönmesi, zikir değildir. Yüz yıldır, tarîkat diyerek, bir çok şey uyduruldu. Eshâb-ı kirâmın yolu unutuldu. Câhiller, fâsıklar şeyh olarak zikir ve ibâdet ismi altında, günâh işledi. Bugün hiçbir islâm memleketinde, tasavvuf âlimi yok gibidir. Fakat sahte mürşitler, müslümanları sömüren tarîkatçılar çoktur. Din büyüklerinin, eskiden kalma, hâlis kitaplarını okuyup, zikri, fikri bunlara göre doğrultmalıdır. Tarîkatçılık, şeyhlik, mürîdlik gibi isimlerin perdesi altında iş gören, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı, bunlardan kaçınmalıdır.
Bir şeyin sahtesinden kaçın demek iyisinden de kaçın demek değildir. (Hakîkî tereyağı alın, hîlelisini, karışık olanını almayın.) demek tereyağına hakaret olur mu? Bilâkis tereyağının önemi bildirilmiş olur. Her şeyin sahtesi de hakîkisi de vardır. (Tasavvuf perdesi altında iş gören, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı.) dedik. Tasavvuf âliminin yok gibi olduğunu, yâni çok az olduğunu bildirdik. Zaten kıymetli şeyler az, taklidleri çok olur. Bütün yayınlarımızda tasavvuf büyüklerinin, hayatlarını, menkıbelerini anlatıyoruz. Tasavvuf, evliyâlık demektir. Tasavvufa hiç kimse karşı çıkamaz. Hakîkî tasavvufa karşı çıkmak müslümanlığa karşı çıkmak demektir. Fakat sahte tasavvufa karşı çıkmak her müslümana lâzımdır.
Son düzenleyen Blue Blood; 17 Haziran 2006 19:38
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2005       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Soru: Son devrelerde Avrupa’da çalışan işçilerimizle Hıristiyanlar arasında evlenme olayları yaşanmakta, hatta bu konudaki yakınlaşmalar ailenin istemediği boyutlara bile ulaşmaktadır.
Müslüman bir erkeğin Hıristiyan kadınla evlenmesinin caiz oluşuna bakılarak, Müslüman kızların da Hıristiyan gençlerle evlenebileceği yolunda kıyaslar yapılıp uygulamaya bile konmaktadır. Aile ise çaresizlik içinde konunun dinî hükmünü merak etmektedir. Bu bakımdan şüphelerden kurtaracak bilgiye ihtiyaç vardır. Bu konuda bizi bilgilendirirseniz bilenlerin kararlılığını göstereceğiz elbette. Müslüman-Hıristiyan evliliğinde ölçü nedir? Hangisi caiz, hangisi değildir?



Cevap: Konuyu, kolay anlaşılması için iki madde halinde özetlemeye çalışayım izin verirseniz.
1- En başta esas olan; Müslüman’ın kendisi gibi inanan Müslüman’la evlenmesidir. Aile ancak ortak inanca sahip eşlerle huzur bulur, inanmış nesil ancak böyle uyumlu yuvada kolay yetişebilir. Bu, tartışma götürmeyen bir gerçektir. Bununla beraber, Müslüman erkeğin kendi gibi inanmayan ehli kitap Hıristiyan bir kadınla (mecbur kaldığı yerde) evlenmesi de caiz görülmüştür. Yapılan nikah geçerlidir. Ancak, Müslüman aileye Hıristiyan bir gelin gelince hayli zor sorunlar da ortaya çıkabilir ileride. Çünkü iki ayrı din mensubu eşlerin bir gün çocukları olacaktır. Bu çocukları, hangisinin dinini öne alacak, hangisini yanlışlıkla yorumlayacaktır? İkisi de yanlış diyemeyeceği gibi, ikisi de doğrudur da diyemeyecektir. Öyle ise bu çocukların ruh hali ne olacaktır; ayrı din mensubu ana baba karşısında? Burada miras konusunda da sorunlar aileyi beklemektedir. Aslında İslam’da doğan çocuklar, ana babanın hayırlısına tabidirler. Doğru din mensubuna verilmeli, onun terbiyesine terk edilmelidir. Ama buna ne ölçüde razı olur Hıristiyan ana? Bu gibi ileride çıkabilecek sorunları kendileri çözeceklerdir artık.

Belki de Hıristiyan anne Müslüman ailenin gösterdiği güzel örneklerden etkilenerek Müslüman olacak, aileyi topyekun mutlu ve huzurlu kılacaktır. Öyle bir görevin bulunduğunu da unutmayalım. 2- Müslüman bir erkeğin Hıristiyan bir kadınla yaptığı bu evliliğinin caiz oluşundan hareketle, Müslüman bir kızın da Hıristiyan bir erkekle evlenebileceğinin caiz olacağını söylemek mümkün değildir. Çünkü bu anlayışta, ikisi arasındaki büyük farkı fark etmemek vardır. Şöyle ki: Hıristiyan bir kadının vardığı Müslüman erkek, Hıristiyan karısının kitabını, peygamberini inkar etmiyor, tam aksine tasdik ediyor, hürmet ve saygıda asla kusur göstermiyor. Böylece Hıristiyan kadın vardığı Müslüman erkekte din açısından bir aşağılanmaya ve saygısızlığa maruz kalmıyor. Bir kaybı da söz konusu olmuyor. Müslüman bir kızın varacağı Hıristiyan bir erkek ise, böyle bir tanıma ve saygıya sahip değildir. Hıristiyan erkek, alacağı Müslüman kadının inandığı Hazreti Muhammed’i (sas) de Kur’an’ı da tasdik etme yolunda bir yaklaşımı söz konusu olmuyor. Böylece Müslüman bir kız, Kitap’ını da Peygamber’ini de dinini de açıkça inkar eden bir erkeğin nikahı altına girme aşağılanmasına maruz kalıyor. Yapılacak evliliğin engeli de bu aşağılanma ile meydana geliyor. Böyle bir evliliğin tek çaresi, Hıristiyan erkeğin de Müslüman erkek gibi aldığı Müslüman kadının Kitap’ını ve Peygamber’ini tanıyarak şehadet kelimesiyle bu inancını açıklamasıdır. Böylece Müslüman kadın da Hıristiyan kadın gibi dinini inkar etmeyen biriyle evlenmiş olma eşitliğine kavuşmuş bulunacak, konu adil şekilde halledilmiş olacaktır. Demek oluyor ki; hiçbir kadın, Kitap’ını, Peygamber’ini inkar ederek kendisini aşağılamış olan bir erkekle evlilik yapmaya kendini mecbur duruma düşürmemeli, geçersiz bir evlilik yapmaya mahkum hale gelmemelidir. Bakara Suresi ayet 221 ile Maide Suresi’nin 5. ayetinin açıklamalarına bakılabilir. Sayı:154
Son düzenleyen Blue Blood; 17 Haziran 2006 19:38
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Falcılığın ve büyücülüğün dinimizdeki yeri nedir?

Soru: Kâhinlik, falcılık, büyücülük nedir? Büyü çözmek için ne yapmak gerekir?

Cevap: Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir. Cin ile tanışan falcılar, (Yıldıznâme)ye bakıp, sorulan herşeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, ba'zan doğru çıksa bile, Allah'tan başkasının herşeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup küfürdür. (Hadîka)

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur'ân-ı kerîme inanmamış olur.) [Bezzâr]

İbni Ebî Zeyd hazretleri diyor ki:

(Cinci tarikatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü çözene de para vermek câiz değildir.)

Gaybı Cin de Bilmez

(Birgivî Vâsiyetnâmesi)nde (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. "Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum" derse yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah bilir) buyuruluyor. Kâdızâde, burayı şöyle açıklıyor: (Gaybı Allahü teâlânın vahy ve ilhâm ettikleri de bilir. Cin bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, "Bana cin haber verdi" demekte zarar yoktur. Allahü teâlâ vahy yolu ile peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilhâm yolu ile de evliyâya ve mü'minlere de bildirir.)

İbni Âbidîn hazretleri buyurdu ki:

(Büyü, ilme, fenne uymıyan, gizli sebepler kullanarak, garip işler yapmayı sağlıyan ilimdir. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır.) [R.Muhtâr]

Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek [büyü çözmek için büyü yapmak] câiz değildir. (Hadîka)

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:

(Büyü yapmak, küfre en yakın olan, en kötü haramdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın, îmânı gittikten sonra büyü te'sir eder.) [C.3, m.41]

İmâm-ı Nevevî hazretleri buyurdu ki:

(Büyü yaparken, küfre sebep olan kelime ve iş olursa, küfürdür. Böyle bir kelime ve iş olmazsa büyük günâhtır.)

Üfürükçülüğün Tehlikesi

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Helâke sürükleyen yedi şeyden biri büyüdür.) [Buhârî]

(İpe üfleyip düğüm atan, büyü yapmış olur. Büyü yapan da Allah'a şirk koşmuş olur.) [Nesâî]

(Falcıya, büyücüye, kâhine giderek, onların söylediklerine inanan, Kur'ân-ı kerîme inanmamış olur.) [Taberânî]

(Büyücüye inanan, Cennete giremez.) [İ.Hibbân]

(Gâipten haber vermek maksadı ile yıldız ilmi ile uğraşan, büyücü gibi günâha girer.) [İbni Mâce]

(Falcıya fal baktıran, onun sözüne inanmasa bile, kırk gün namazı kabûl olmaz.) [Müslim]

(Fal bakmak, yazı ve çizgi ile gelecekten haber vermek, puta tapmak gibidir.) [Ebû Dâvüd]

(Karı-kocayı birbirine düşüren Allah'ın la'netine uğrar.) [El-Envâr]

(Ana ile evlâdın, kardeşle kardeşin arasını açana la'net olsun.) [İ.Mâce]

(Kâhinlik yaparak alınan para haramdır.) [Buhârî]

Büyü, insanları hasta eder. Sevgi veya nefrete sebep olur. Yâni cesede ve rûha te'sir eder. Büyü, kadınlara ve çocuklara daha ç ok etki eder. Büyünün te'siri kesin değildir. İlâcın te'siri gibi olup, Allahü teâlâ dilerse te'sirini yaratır. Dilerse te'sirini yaratmaz. Şu halde, (Büyücü büyü ile istediğini şüphesiz yapar, büyü muhakkak te'sir eder) diyen ve inanan kâfir olur. (Allahü teâlâ takdir etmişse, büyü te'sir edebilir) demelidir.

ALINTI
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
ADÂLET

Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm,* gadr* ve insafsızlıktır.

İslâm'da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.

"Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik* edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (en-Nisa, 4/135).

Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslâm'ın kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkân yoktur. İslâm, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslâm ümmeti bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup taşmıştır.

"...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisâ, 4/58) İlâhî emrin hikmeti gayet açıktır.

"Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya* yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (el-Mâide, 5/8).

İslâm'ın emrettiği adalet doğrultusunda kâinatın düzeninin ayakta durması tabiî bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40). Bu Kur'an-ı Kerim'de sık sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir:

"Allah, adaleti ve ihsanı* emreder. " (en-Nahl, 16/90).

"Allah size emanetleri* ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58).

"Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever." (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9).

Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:

"Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmâre, 18).

"Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir." (Buhârî, Edep, 36).

Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır.

Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması demektir. Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların hak sahibi oldukları, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.

Ayrıca kaza* işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir. Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kâfir *, zalim * ve fâsık * oldukları ilân edilmiştir. (el-Mâide, 5/44, 45, 47) Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.):

"Kıyâmet gününde insanların Allah'u Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır. " (Tirmizî, Ahkâm, 4) buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ etmekle görevlendirildiği dönemin arefesinde Câhiliye devri Arapları boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde İslâm gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu.

Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.)'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.)'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd, 2)

Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.

Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit*'e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:

"İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım."

Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey'e şöyle dedi:

"Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:

"Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir."

Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.

İslâm'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdi.

Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe* gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da "Dârü'lAdl"* adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde kurulup yaygınlaştırılmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygambber Efendimizin(sav)Mucizeleri

SUAL: Peygamber efendimizin mucizeleri nelerdir?

CEVAP:
Çok mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.

Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.

Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hasıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir. Çünkü, kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hasıl olmaktadır.

Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:

Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.

Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Herbiri de ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.

1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.
(Geniş bilgi için, Kur’an-ı kerim mucizesi maddesine bakınız.)

2- En büyük mucizelerinden birisi de Mirac mucizesidir.

(Geniş bilgi için, Mirac mucizesi maddesine bakınız.)

3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elliiki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler. İman etmediler.


Şiir:
Köpek, aya bakınca havlar,
Ayın bunda ne kusuru var,

Köpekler, her zaman havlar.

Beyt:
Ağız tadının kaçması, hastalığı bildirir.
En lezzetli şerbetler hastaya acı gelir.

Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:

(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlard&#305 buyurdu.

7- Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.

8- Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.

9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

11- Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Herbirine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

12- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

13- Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.

[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış-veriş yapma, müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamberimize bildirdi. Peygamberimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe anlattı. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi Ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu gibi, (Bismikellahümme) ibaresinden başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.]


Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]

14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hz. Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hz. Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.
15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyreyi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Yine gelecektir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyetel kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır bilmiyorum deyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.

16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehid olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hz. Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

18- Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hz. Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehid olarak ölürsün) buyurdu. Hz. Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile yapılan muharebede şehid oldu.

Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın ve Hz. Ali’nin şehid olacaklarını dahi haber verdi.

20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

21- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hz. Osman halife iken müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harb ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehid oldu.

22- Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harb edeceği zaman, fitneyi önlemek, müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hz. Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbasın soyundan oldu.

24- Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.

Hz. Ali buyuruyor ki:

Resulullah beni Yemene kadı [Hakim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikayetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükmederdim.

25- Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, arablar arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.

27- Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hz. Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu müslümanlar işitip, Resulullaha sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklard&#305 buyurdu.

29- Resulullah bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi nasrani âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir zaman Peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun hediye kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah ondan yedi. Bütün Eshab-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp mübarek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Mübarek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah, bunu çıkarıp mübarek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu gayet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hz. Selman’a kaldı

31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay edenlere cezalarını veririz...) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı.Tulum gibi şişti. Harisin burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.

32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (delil) ihsan eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler.

33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.

Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullahın daha nice mucizeleri yazılıdır.

Alıntıdır.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
22 Şubat 2006       Mesaj #10
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
aydınlattığınız için teşekkürler

Benzer Konular

14 Şubat 2006 / Misafir Anime Sanatı
5 Haziran 2009 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
11 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
21 Aralık 2015 / BlueNighT Siyaset ww