Arama

Dabbetül Arz Nedir? Dabbetül Arz Hakkında

Güncelleme: 27 Mart 2011 Gösterim: 15.074 Cevap: 3
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Kasım 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Dabbetül Arz Nedir?
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Dabbet, Dabbetülarz, Dabbetü'l Arz, Dabbet'ül Arz, Dabbetül Arz, Dâbbetü'l Arz, Dâbbetü'l-Arz, Daabbat al Ard دابت ال ارض İslam eskatolojisinde yer alan bir terim. Kısaltılmışı Dabbe, Dabbet, Dâbbet, Daabbat Arapça: دابة ال ارض
Dabbe'tül Arz, İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'nın 27. Neml suresi'nin 82. ayetinde geçen ve 1300 yıldan fazladır İslam alimlerinin ne olduğu hakkında ortak bir zeminde buluşamadıkları bir varlıktır.
Kıyamete çok yakın çıkacağına inanılan bu varlık, topraktan çıkacak, insanları aynı anda etkileyecek, konuşacak ve şimdiye kadar yeryüzünde eşi benzeri görülmemiş bir şiddet uygulayacak.

Kıyamet alametlerinden biri "dâbbetü'l - arz"ın çıkışıdır. Peygamber efendimiz şöyle bildirir:
"Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)

"Dâbbe, yanında Hz. Musa'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min- kâfir belli olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, "Müsned", II, 491)

Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe” denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'l-arz" diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.

Burada “Dâbbetü'l - arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür?” sorusu hatıra gelebilir. Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.

Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir.” Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.

Dâbbeye “AİDS mikrobu” diyenler vardır. “Televizyon” şeklinde değerlendirenler vardır. Hatta “robotlar olabilir” görüşünü ileri sürenler vardır. Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin” sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir.


Kur’anda Dâbbe

"Dâbbe" kelimesi Kur’anda on dört defa geçer. Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb” ise dört defa kullanılır. Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:
"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir.” (Hud, 56)

"Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir." (Nûr, 45)
Neml suresi 82. ayette geçen "dâbbetü'l- arz" ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:

"Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."

Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir. Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır. Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar. Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek” denilir. Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır.

Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.

Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma “lisan-ı hal” yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.


Dâbbe neler söylüyor?
Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur. Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir. Cenab-ı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir. Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir.

Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz. Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır. Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür. “Rüzgârın dişleri” denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar.

Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir. Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır. Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir. Surede geçen “ebabil” kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder. Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama” olayıdır. Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına” çevirmişlerdir.

Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir. (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır. Mesela su rahmettir. Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür. Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır. Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir.
Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir. Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur. Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz.” Yani işini ihtimale bırakmaz. Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur.”

Kur'anın bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak her an tasarruftadır. (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir. Cenab-ı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir. Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez. "Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez." (En'am, 59) "Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz." (Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir "azap kamçısı" olarak görev yapar.

Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır. Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar.


AİDS Dâbbe mi?

Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir. Çünkü bu mikrop daha çok gayr-i meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır. Tarih boyunca gayr-i meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır. Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir.

Hatta Hz. Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:
Hz. Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
"Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l- arz) ölümünü onlara fark ettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı." (Sebe, 14).

Rivayete göre Hz. Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi. Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti. Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler. Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz. Süleyman yere düştü. Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar. Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi.

(Not: Burada nazara verilen Hz. Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.)

İşte bu dâbbe Hz. Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l- arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür.

Ama “dâbbe AİDS midir?” denilirse “evet” demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir. Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir.

Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:
Ayette geçen "dabbe" kelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder. (İngilizcede kullanılan “the” takısı gibi Arapçada “el” takısı vardır. Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir.)

-Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır. Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur.

-Din bir imtihandır. İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz.” Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur. Mesela alnında “bu kâfir” yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashab-ı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir. (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar. Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir” yazısı bulunur. Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder. Mehdi zamanında mağaradaki Ashab-ı Kehf uykudan uyanırlar. Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır. Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir. Çünkü Kehf suresinde Ashab-ı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir.)

-Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır. Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir. Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar” anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar.

-Te'vil, "bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir.” Te'vilde bir katiyet olmayıp, "mümkün bir ihtimal" söz konusudur. Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler. Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenab-ı Hakk'ındır.
-Müteşabih manalarda nihai söz Cenab-ı Hakk'ındır.

"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (En'âm, 59).
"O gün sırlar ortaya çıkacak" (Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, "Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacak" ayetinin manası görülecektir. (Hacc, 69)


SONUÇ
Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta/ askıda bıraktığımız görülür.

İnsanın ilmi sınırlıdır. Mesela “zaman nedir, ruh nedir” gibi sorulara çok net cevap veremeyiz. Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur. Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz. Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar. Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir. İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer. İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez. Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar.

Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir. “Bundan murat şudur” diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler. Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir.” demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur. Çünkü,
“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır.” (Mülk, 26)
“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez.” (Neml, 65)



Doç. Dr. Şadi Eren
Kaynak: Sorularlaİslamiyet

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
31 Aralık 2009       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Dabbet-ul Arz
Dabbet-ul Arz konusu; üzerinde en çok konuşulan/tartışılan hususların başında gelir. Kendi edindiğimiz sonuçlara geçmeden önce, geçmişten günümüze kadar gelen ve günümüzdeki tanımıyla başlayalım.

Geçmişte Yapılan Tanımlamalar:
"Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler." (en-Neml, 27/82) buyrulmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar

Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur (M.H. Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", V, 3701 vd.).

Râğıbü'l-İsfahânî, yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir:
"Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, cahiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kasdedilmiştir (Râğıb, "Müfredât", debb maddesi.)

Müfessirler yukardaki âyette (27/82) dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn Ömer'e göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliğe emreden ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendisinden Ebu Saîd de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'lma'rûf, mehy, ani'l-münker) vazifesini terkettiği zaman Allah'ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe" meydana çıkaracağını gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık değildir (Mevdûdî, "Tefhîm", IV, 128)

Akaid kitaplarına, kıyametin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" (bk. Pezdevî "Ehl-i Sünnet Akaidi", 352; Nesefî, "Akaid ", şerh ve haşiyesi Kesteli. 194) hakkında Peygamber (s.a.s.)'den şöyle rivayet edilir.

"İlk çıkacak kıyamet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takibedecektir" (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)

"Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez: 1-Güneşin batıdan doğması, 2-Deccâl ve 3-Dâbbetü'l-Arz (Müslim, İman, 249; Tirmizî, Tefsîr, sûre 6)

"Dâbbe, yanında Hz. Musa (a.s.)'nın asâsı ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar biraraya gelecekler ve mü'minler, kâfir belli olacaktır" (Ahmed b. Hanbel, II, 491; Tirmizî, Tefsîr, süre: 27)

Bu konudaki rivayetler pek çoktur, ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, kıyamet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi bununla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O'na havale edip dabbetü'l-arz'ın kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (el-En'âm, 6/59).

Günümüzdeki tanımlamalar:

11 Eylül saldırısı ve sonrasında Afganistan’ın bombalanmasının ardından, hergün bir başka medyada çıkan, “İslam ve terör”, “din ve savaş” konulu tartışmalarda ilginç gündemler oluşuyor. İkiz kulelere yapılan saldırı sonrasında ilahi mesajlar arayan medya, bu işe iyice sardı. Son olarak Star’ın 28 Şubat’tan sonra parlayan din yorumcusu Yaşar Nuri Öztürk, ünlü felçli bilgin Stephen Hawking’i “Dabbetül Arz” ilan etti.

Star, Dabbetül Arz’ı keşfetti!
“Sonsuz Özgürlük” savaşı bakalım bizi daha ne hallere sokacak? “İslam ve terörizm”, “İslamcılar ve
liberaller” tartışmaları filan derken, 11 Eylül katliamının ardından yapılan yorumlardan hareketle Kur’an’da Kıyamet’in alameti olarak yer aldığı söylenen “Dabbetül Arz”ın ünlü İngiliz teorik fizikçi Stephen Hawking’den başkası olmadığının açıklandığına da şahit olduk! Tahmin ettiğiniz gibi bu büyük keşfi, Star gazetesinin tam sayfa ayırdığı tek yazar olan Prof. Yaşar Nuri Öztürk’e borçluyuz…
Öztürk, “Günün yazısı” başlığı altında “dabbe”nin etimolojisini yaparak “İnsandan çok, debelenen bir varlığı andıran” bu varlığın Hawking olduğunu ilan ediyor. Hawking felçli ya, başından başka bir uzvunu oynatamadığı için “debeleniyor” ya…
Türk medyasında bugüne kadar eşine rastlanmamış bir hizmet; gazeteniz Star, refikleri gibi okurlarına İslam Ansiklopedisi ve Kur’an gibi zamanın ruhuna uygun hediyeler dağıtmak yerine, işi çok daha büyüterek Kıyamet’in alametini bildiriyor! “Laik basın”da -en başta “insanı günaha sokan gazete” Takvim’in hocaefendisi Prof. Zekeriya Beyaz olmak üzere- bize yol gösteren ulemanın varlığını epeydir yadırgamaz olmuştuk. Ama doğrusu bu kadarına hiçbirimizin hayalgücü yetişemezdi; bir günlük gazete bir tam sayfasını “Dabbetül Arz”ın Hawking’den başkası olmadığını öne süren “tez”e ayırabiliyor… Y.N. Öztürk, yazısını şöyle bitirmiş: “Dabbetül Arz’a selam, sevgi ve saygılar!..”(!) Hawking, bu işe ne der bilemeyiz ama şurası muhakkak ki “küçük kıyamet”e, yani “oynatmaya az kaldı”!
Bu ülkede Yaşar Nuri Öztürk’ü tanımayan tek bir kişi olabilir mi? Hiç sanmıyoruz; bir zamanlar Hürriyet’in erken davranıp okurlarına “Gerçek İslam”ı öğretmesi için köşe açtığı bu âlim, kısa sürede ekranların baş konuğu olmuş ve “Çıplak uyarıcı”lığını sevimli tartışma programlarında da sürdürmüştü. Hatırlarsınız, Öztürk’ün okurlarına ve izleyicilerine yaptığı çağrı, esas olarak “Kur’an’a dönmek”ti. Öztürk, ülkede olup bitene (en başta adına 28 Şubat denilen şeyler) kayıtsızdı. Somut hiçbir gelişmeyi yorumlamıyor, “nasıl”ına hiç girmediği “Kur’an’a dönmek” tezini tekrarlamakla yetiniyordu. Sonra (fazla uzatmadan atlıyoruz tabiî) Hürriyet’ten Star’a transfer oldu. Kim bilir kaç para transfer ve telif ücretiyle. Star, Öztürk’ü çok iyi karşılamış, kendisine bir tam sayfa tahsis etmişti. Bir tam sayfa, yaz yazabildiğin kadar!
Star’ın bugünkü (19 Ekim) sayısında yine bir tam sayfa yazı. “Dabbetül Arz çıktı mı?”
Yazının hemen üzerinde her zaman olduğu gibi, elini çenesine götürmüş olarak bize muzip muzip bakan yine o fotoğraf…
Yazının tek bir satırı bile atlanabilecek türden değil; birçoğunuz (kaçırmayın!) yazının tamanına göz atacak ama biz yine de birkaç noktanın altını çizelim:
Öztürk, yazısına “Dabbetül Arz” tartışmasına geçmeden piyasaya çıkan yeni bir kitabını tavsiye ederek başlıyor: “Dabbetül Arz’ın çıkıp çıkmadığını biraz sonra tartışacağız. Ama ‘Cevap Veriyorum’ adlı kitabımın çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kitap çıktı, vitrinlere ulaştı.” (Kitabının vitrinlere ulaştığını niçin “rahatlıkla” söyleyebildiği bir küçük muamma!)
Öztürk, bu kitabının “tam vaktinde” çıktığını belirtiyor. Neden? Çünkü, “İslam ve Müslümanlar konusunun dünyanın en sıcak gündem maddesini oluşturduğu bir sırada” çıktığı için. Kitap matbaaya ağustos ayında verilmiş ve ardından bir takım aksilikler olmuş ama “Hikmeti varmış!” Öztürk, kitabının çok yararlı olacağı kanaatinde; kitap aracılığıyla insanlığa önemli bir hizmet vereceği için çok mutlu olduğunu ifade ediyor. Yazar bu mutluluğu yaşarken “bazı basın mensupları” kendisinden Stephen Hawking’in son açıklamalarını değerlendirmesini istemişler.
Öztürk de, “Hawking hakkında şok yaratacak düşüncelerimi yeni çıkan kitabımdan okuyun” dedikten sonra, kitaptan bazı bölümleri “Günün yazısı”na taşımaya karar verdiğini açıklıyor ve başlıyor anlatmaya… Şaka değil, Öztürk’ün Hawking hakkındaki düşünceleri gerçekten de “şok yaratacak” nitelikte…
Öztürk; “Dabbetül Arz”a ilişkin açıklamalarını ve yazısının sonunda Hawking’in “Dabbetül Arz”ın ete kemiğe bürünmüş hali olduğunu anlattığı satırların sonra şöyle sesleniyor: “Dabbetül Arz’a selam, sevgi ve saygılar!..”

12) KURAN' nın 27.ci suresi olan NEML suresinin 82.ci ayetinde geçen ; Kıyamet sırasında ortaya çıkacağı anlatılan ve Çeşitli şekillerde yorumlanan DABBE (Dabbetül Arz) kelimesinin gerçek anlamını biliyormusunuz ?
*Neml Suresinin 82.ci ayetinin Türkçe çevirisi şöyledir. "O söz, başlarına geldiği zaman onlara yerden bir DABBE çıkarırız . O onlara, İnsanların ayetlerimize inanmadıklarını söyler." (Prof.Dr. Süleyman ATEŞ) Bu ayette geçen DABBE kelimesi : Canlı demektir. Orjinal kelime DABBETÜL ARZ olarak geçer. Yani "Arz'dan-Yerden-Yeryüzünden çıkacak Canlı" anlamındadır.
*İslami çevrelerde DABBETÜL ARZ ; Kıyamet zamanı ortaya çıkacağına inanılan korkunç bir yaratık-hayvan-canavar olarak tasvir edilir. Bazı anlatımlarda, Kıyametin öncüsü olarak ortaya çıkacak bu Hayvanın, 30 metre boyunda olacağı, Arapça konuşacagı, Bir elinde Hz.Süleyman' ın mührü - diğer elinde Hz.Musa' nın asası'nın bulunacağı, Hz.Süleyman' ın mührü ile inananların alnına "Mümin" inanmıyanların alnına da "Kafir" damgasını vuracağı, Müminlerin damgasının Ak, Kafirlerin damgasının Kara olacağı anlatılır. Bazı Yorumcular ise DABBE' nin Tank, Uçak, Denizaltı, Kamyon olabileceğini dolayısıyla “Kıyamet zamanı“ içinde bulunduğumuzu açıklamışlardır.
*Tevrat' ta Ezra adıyla geçen ve Tevrat' ı derleyen kişi olarak bilinen "Üzeyr Aleyhisselam" ında, Kıyamet zamanı yer altından bir hayvanın çıkacağını ve İnsanlarla konuşacağını anlattığı rivayet edilir. Yani Kıyamet zamanı yerden canlı hayvan çıkacağı inancı ve beklentisi Musevi Toplumunda da bulunmaktadır.
*Bugünkü Bilgilerimize göre, Dinsel Bilgilerde İnsanlığın sonu olarak tarif edilen KIYAMET ; aslında her devrenin sona ermesi sırasında, İnsani Bilinçlerin uyandırılması, İnsani Bilinçlerin ayağa kaldırılması demektir. Ancak çok nadir olmakla birlikte devrenin hitama ermesine rağmen İnsanların uyanamaması veya o devredeki Bilinçlerin istenmeyen yönlere sapması halinde de, O neslin yok edilmesi için (Dinsel Bilgilerde anlatılan) Fiziksel Kıyametlerin de Dünyada yaşandığı bilinmektedir. Ruhsal Bilgilerin bildirdiğine göre ; Son 26.000 yıllık devrenin son yüzyılı olan 1900 yılından itibaren Kozmik Enerjilerle uyandırılmaya başlanan İnsanlık gerekli "Kritik Kütle" bilinçlenmesini sağlamıştır. Dolayısıyle Dünyamız Fiziksel Kıyametle değil Bilinçlerin uyanmasıyla ayağa kalkacaktır. İnsani Bilinçlerin uyanmaya başladığı bu devre (Yani içinde bulundugumuz zaman) KIYAMET zamanıdır. Bilinçlenen Dünya İnsanları da Boyut değişterecektir. İnsanlık muhtemelen 2012 yılından itibaren 3.cü Boyuttan 4.cü Boyuta geçecektir. Aslında bu süreç 2000 yılından itibaren başlamış olup 2012 yılına kadar gittikçe arttırılacak yüksek enerjilerle, İnsanların belli bir kısmının, 2012 yıllarında 4.cü Boyuta taşınmış olacağı tahmin edilmektedir. İşte DABBETÜL ARZ yani "Yerden Çıkan Canlı" o zaman ortaya çıkacaktır.
*Akaşa Yayınlarından "GALAKTİK İNSAN" adlı Kitabın yazarı olan Sheldan Niddle Merkezi SİRİUS' ta bulunan FEDERASYON' dan aldığı 15.Ocak.2000 tarihli bildiride ; FEDERASYON "Alice Harikalar Diyarında" isimli çocuk romanında anlatıldığı gibi Yer Kürenin içinde kat kat (Soğan Kabuğu gibi) realiteler-yaşamlar-medeniyetler olduğunu açıklamaktadır.
*İşte bu Medeniyet Mensubları, Dünya İnsanlarının 4.cü Boyuta geçişi sırasında onları karşılıyacak ve kendilerini tanıtacaklardır. Kuran'ın Neml Suresinde bahsedilen DABBETÜL ARZ yani Yerden çıkacak ve Hakikatleri anlatacak olan Canlı Varlıklar, Bu medeniyetlerin Mensublarıdır.
*Dünyanın 4.cü Boyuta geçişi şöyle olacaktır. Güneş'ten ve Kozmo'dan gelen Enerjileri, Düşünceleriyle, Bilgi ve Bilinçleriyle çekerek hücresel titreşimlerini Gerekli seviyeye yükselten İnsanlar kendilerini (Yine Dünya'da ama) farklı bir Gezegende bulacaklardır. Burası 4.cü Boyuttur. Çeşitli Ruhsal kaynaklarda YÜKSELİŞ olarak anlatılan olay da budur. Biz nasıl şu anda 4.cü Boyut varlıklarını göremiyorsak, 4.cü Boyuta geçen İnsanlar da 3.cü Boyutta kalan İnsanlar tarafından görülemeyecektir. Onlarla aynı yerde iç içe olmalarına rağmen, 3.cü Boyut İnsanları, 4.cü Boyuta geçen İnsanları kaybolmuş olarak algılayacaktır. YÜKSELİŞ İnsanın mevcut Bedeniyle birlikte 4.cü Boyuta geçmesidir. 3.cü Boyutta iken Çeşitli nedenlerle YÜKSELİŞ'e katılmayan veya katılamayan ancak Bilgi ve Bilinçlerini, Hücresel titreşimlerini 4.cü Boyut Frekansına ulaştırmış olan İnsanlar ise Ölümlerinden sonra ışınlanarak-anında 30 yaşındaki Bedenleriyle 4.cü Boyuta alınacaklardır.
*SONUÇ ; Her Bilgi Allah'ın Bilgisidir. Bütün Dinsel-Ruhsal ve İlmi Bilgiler arasında Gerçekleri ve Kaynağın Tekliğini gösteren inanılmaz bağlar vardir. Bütün Bilgilerde "Gerçekler ve Doğrular" mevcuttur. Yanılan-Yanlış yapan (Mevcut Bilgi ve Bilinç seviyesinden dolayı) Bilgiyi yorumluyan İnsanın kendisidir. DABBETÜL ARZ, Kıyamet Zamanında yani Bilinçlenerek 4.cü Boyuta geçen İnsanlara, 4.cü Boyutu tanıtacak ve Gerçekleri anlatacak olan, halen Dünyanın içsel katmanlarında yaşamakta olan 4.cü Boyut Varlıklarıdır. 3.cü Boyut İnsanlarına bu gerçek asırlar önce aktarılmış olmasına rağmen İnsanlar yetersiz Bilgilerinde dolayı DABBETÜL ARZ'ı yanlış anlamışlardır. DABBETÜL ARZ, 3.cü Boyut varlıklarına 4.cü Boyut Varlıklarını anlatan bir şifre Kelimedir.

Dabbetül-Arz'ın AIDS Hastalığı ile Alakası Var mıdır?
AIDS virüslerin sebep olduğu bir enfeksiyon olup hızla yayıldığı ve öldürücü olduğu için "asrın hastalığı" olarak isimlendirilmektedir. Yakalanan kişi sayısı 10 ayda iki katına çıkmakla birlikte AIDS'i ilk tarif eden ilim adamlarından olan Dr. M. Gottlieb'in tabiri ile "tedavi kelimesi henüz lügatte yoktur."

AIDS ilk olarak 1981 yılında fark edildi ve gösterilen alâka sonraki yıllarda giderek büyüdü. Tıp camiası ne olduğunu, nasıl bulaştığını, nasıl seyrettiğini, tedavisini ortaya koymak için seferber olurken, halk arasında da büyük bir panik meydana geldi.

1980'li yıllara kadar böyle bir hastalık bilinmezken AIDS'in aniden ortaya çıkışı hakkında bazı ilim adamları, gelişmiş ülkelerde virüslerle yapılan araştırmalarda, bazı virüslerin yapısının değiştirildiği ve bu virüslerin iyi muhafaza edilemeyerek insanları enfekte etmesi ile AIDS'in yaygınlık kazandığı iddiasında bulunmaktadırlar.

Başlıca bulaşma yolu eşcinsel ilişkidir ve kurbanların yaklaşık %72'si eşcinsel erkeklerdir. Kan ve kan ürünlerinin verilmesi ile bulaşabileceği gibi virüsü taşıyan hamile anneden çocuğuna geçebilir. Hastaların yaklaşık %17'si uyuşturucu müptelalarıdır.

Virüslerle her enfekte oranda AIDS gelişmez. Bu kişilerde ya belirti yoktur veya hafif şikayetler vardır, fakat virüsü taşırlar ve yukarıda bahsedilen yollarla başkalarına AIDS'i bulaştırabilirler,

AIDS amilleri, bağışıklık sisteminin işleyişini bozduğu için bulaşıcı hastalıklara direnci azalır ve Pneumocystis Carinü pnomonisi, Condida albicans, Herpes .Simpiex enfeksiyonları gibi fırsatçı enfeksiyonlar, Kapesi sarkomu baş gösterir ve hasta kısa sürede ölüme gider.

Bu mesele günün meselelerinden ve aktüel mevzulardan biri olması itibariyle, bir seneden beri belki bir kaç defa soruldu; ben de her defasında bir şeyler demeye çalıştım. Şimdi bir kere daha sormuş oluyorlar. Ben de bu arzuya hürmeten bir kere daha arz edeceğim.

Dabbetül-arz tabiri hem Kur'ân-ı Kerimde hem de hadis-i şeriflerde var. Dabbe kelimesi, yerde debelenen, ayakları üzerine yürüyen, canlı demektir. Meselâ, Allah, yeryüzünde debelenip duran, yürüyen, ayakları üzerine emekleyen değişik varlıkları bir çırpıda anlatırken buyuruyor ki: "Allah her canlıyı sudan yarattı: Onlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi de dört (ayak) üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır..." (Nur/45) Bunlar, şu ana kadar sizin bildikleriniz. Evet mikroorganizmalardan en büyük varlıklara kadar, eskilerin dinazorları, daha sonraların mamutları, filleri ve gergedanları; bütün bu varlıkların hepsi, bu umûmî hükmün altına girer. Ama, bir de sizin bilmediğiniz şeyler vardır ki, Allah murat buyurduğu zaman, ilerde, değişik değişik türleriyle onlar da yaratılacaktır. Mikroorganizma türüyle AIDS de onlardan olabilir. Atmosfere, iklime göre değişik,çeşit çeşit varlıklar olabilir. Hatta bunlar canlı varlık olmayıp başka tür varlıklar da olabilir...

Kur'ân-ı Kerimde, başka bir yerde, dâbbe; Allah'ın rızıklandırdığı dâbbeler sadedinde "Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki rızkı Allah'a aid olmasın." (Hûd/6) "Nice canlı (dâbbe) var ki rızkını taşıyamaz, onları da sizi de Allah besler." (Ankebut/60) Evet, nice dâbbeler vardır ki, sizin de onların da rızkını Allah tekeffül ve taahhüt buyurmuştur. Besleyen, büyüten ve çoğaltan yalnız Odur.

Mevzumuzla alakalı dâbbe ise, Neml suresinde geçer. "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe (canlı) çıkarırız; o, onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" (Nemf/82) yani, işiniz bitti artık yeryüzünde teşhir vazifesini gördünüz, yeryüzü de, meşher olma vazifesini bitirdi. Bu meşherin açılmasından maksat şu idi: Allah burada, bilinip tanınmasını ve bunun ilan edilmesini istiyordu. Şu anda artık bilinmediğine ve yeryüzünde Allah diyenlerin sayısı her gün biraz daha azaldığına göre, öyleyse, Allah sizin hakkınızda yok olma hükmünü verdi. İşte bu hükmün verilmesi için de biz, yerden konuşan bir dâbbe çıkarıverdik. O dâbbe ister kâliyle, ister mikrofonla, isterse hâl diliyle olsun konuşan bir dâbbedir ve artık bundan böyle, insanların iman etmeyeceklerini ilân edecektir. Yani dâbbenin çıkması, mevcut îmanî durum ve iman kadrosunun duraklaması, bir ölçüde geriye gitmesi zayıflaması, hatta bitmesi ve tükenmesi demektir. Zaten bu ayetin arkasında da hemen haşr-ü neşirle alâkalı ayetler geliyor ki; bundan da, bunun önemli bir kıyamet alâmeti olduğu anlaşılıyor.

Dâbbetül-arz, zuhur edecek 10 kıyamet alâmetinden bir tanesi ve ihtimal ki aynı zamanda sonuncularından birisidir. Öyle bir sonuncu ki, ayetin siyak ve sibakından anlaşıldığına göre, bu hayvanın zuhuruyla artık yeryüzünde iman mevcelenmesi, çağlaması duracak ve İslâm'a ait her şey, süratle kuruma ve tükenmeye doğru gidecek. İnanmışları, arkadan başka inananlar takip etmeyecek, inanmış olanlar da bundan böyle inançları adına yakîn hasıl edemeyecekler. Demek ki, fen ve felsefe çok ileriye gidecek; teknik ve teknolojide baş döndürücü muvaffakiyetler olacak; insanlar yaratma (!) sevdasına kapılacaklar.. tüplerde, tüp bebekler yapacaklar ve robot adamlar yapılacak; dünyanın idaresi de onlara bırakılacak... Her yanı, "yarattım" diyen sergerdanlar saracak ve katiyyen Allah hakkında yakîne yanaşmayacaklar. İşte ayetin siyak ve sibakından anlaşılan şeyler...

Dabbetü'l-arz Efendimiz'in (sav) mübarek hadislerinde de, Kur'ân-ı Kerim'in anlattığı şekle uygun olarak ele alınmakta ve yapacağı şeylere temas edilmektedir. "Dabbe çıkacak, yeryüzünde dolaşacak ve hemen her tarafta görülecek" gibi hususlarıyla...

Dabbet'ü arz'ın AIDS ile alâkası olup olmadığına gelince, evvelâ, şunu arz etmek istiyorum. Bir kısım arkadaşlarımız -muhakkak ki hüsnü niyetlidirler- günümüzde zuhur eden bir kısım hadiselerle, âyetler ve hadisler arasında bir mutâbakat aramak suretiyle,Kur'ân ve Efendimiz'in beyanlarının takviyesini düşünmektedirler. Bir yönüyle bu türlü gayretler, gelişen fünun-u müsbete, pozitivizm ve rasyonalizm cereyanları karşısında -doğru veya yanlış- Kur'ân ve Sünnete ait meseleleri, ilmî ve tecrübî neticelerle, tevfîk etmek, desteklemek; bu yolla ilim ve tecrübe insanına bir şeyler anlatmak maksadıyla yapılmaktadır. Ve kanaat-i acizânemce, gelecekte tenkit edilebilme durumu mahfuz olmakla beraber, şimdilik bütün bütün zararlı olduğunu söylemek de acelecilik olsa gerek... Vakıa, Kurân'ın ve Sünnetin nurlu beyanları, ilimlerin koltuk değneğine ihtiyaç olmadan da, insan vicdanı tarafından sezilecek kadar parlak ve yanıltmaz olduğundan, her zaman hüsnü kabul görecek mahiyettedir. Bundan da öte, beyan edilecek her delil, Kur'ân ve Sünneti, ilimlerle uzlaştırma, anlaştırma, tevfik etme istikametinde gösterilen her gayrete, bizim, kendi zavallı akıllarımızı saran tozu toprağı süpürme maksadıyla müracaat ediliyorsa, buna bir şey demeyeceğim; kimse de dememelidir. Yok, bu deliller, bu sözler, bu beyan ve bu gayretler, Kur'ân ve Sünnet hakikatını omuzlayıp taşımak içinse, bence o omuzlar bu yüce hakikatları taşıyamayacak kadar cılız ve çelimsizdirler. Binaenaleyh, hal-i hazırdaki durumları itibariyle dahi ümit ve itimat va'd etmeyen bu şeylere nasıl bel bağlanabilir? Yarın bir başka ilmî fırtına tarafından sürüklenip bir tarafa itilmeyeceklerine kim teminât verebilir? Ve böyle vâhî emirlere Kur'ân ve Resulullah'ın beyanlarını bina etmek, hatta Kitap ve Sünneti ilme vize ettirmeye kalkmak, müdafaasını üzerimize aldığımız hakikatlara karşı saygısızlık olmaz mı?

Şimdi de, AIDS ile Dâbbetül-arz'ın alâkası üzerinde duralım: Bildiğiniz gibi bu mesele, asrın dışa vurmuş çirkinliklerinden sadece bir tanesi... Düşüncem icabı, bâtılı tasvir etmek istemem. Hele AIDS gibi, söylerken dahi, utanıp kulaklarımıza kadar kızardığımız bir mevzuda...

Şimdi sâfi zihinleri bulandırmayacak şekilde arz etmeye çalışayım. Evvela, "AIDS Dabbet-ül arz cüz'iyatının bir parçasıdır" denmesi doğru olsa da, "AIDS, dabbedir" demek doğru değildir. Zira, onu ayete biricik te'vil yapmak, yıkılıp gittiği zaman, ayetin ruhunu zedeleyecektir. Bugüne kadar çok hastalıklar çıktı ve insanlığı kastı kavurdu, sonra da çekip gitti. "Allah devâsını indirmediği bir hastalık indirmemiştir." Ebu Davut'un Ümmü Seleme validemizden rivayet buyurduğu bu hadiste, her hastalık karşısında, Allah'ın bir de ilaç indirdiği anlatılmaktadır ve dermanı bulunmayan dert yoktur, sadece: Ölümün dermanı bulunmamaktadır; Efendimizin bir diğer ifadesinde; "bir de ihtiyarlığın dermanı yoktur" denilmektedir . Herkes behemehal ihtiyarlayacak ve ölecektir. Evet ihtiyarlık ve ölümün çaresi yoktur, ama bunun dışında her derde derman olabilir...

Şimdi bununla onun tevfikini yapmaya çalışalım:
Bir kere. AIDS dediğimiz bu hastalık, dünyanın bazı yerlerinde görüldü ama -çok şükür- Türkiye'de çok fazla görüldüğü söylenemez. Bunu da kafalarımızdan atıp da, ruhlarımızdan söküp atamadığımız, İslâm'ın yüksek ahlâk ve disiplinlerine borçluyuz. AIDS bir zamanların verem ve vebasının, şimdilerin kanserinin ulaştığı noktaya henüz ulaşmamıştır. Dün o hastalıklara, bugün de kansere Dâbbet-ül arz denebilirdi ve denmelidir de. Ama "Dabbet-ül arz" küllî hakikatının bir cüz'ü olarak, geçmişin o dehşetli heyulaları verem ve veba, Allah'ın yarattığı ilaçlara yenildi ve "Dabbet-ül arz" defterinden silindiler. Kanser son tabyelerini kullanıyor; darısı AIDS'in başına.. Veba eskilerin korkulu rüyasıydı. Düşünün ki, tek bir tablo olarak, Amvas'da, Ashap-ı Kiram arasında otuz bine yakın insanı alıp götürmesi ne müthiş hadise..! Bazı ihmâle uğramış ülkeler müstesnâ, günümüzde artık bu türlü hastalıklara rastlanmıyor. Eğer veba, önü alınmadan evvel böyle ayet ve hadislerle, günümüzde yorumlandığı gibi yorumlansaydı, Dâbbetülarz'a veba virüsü demek uygun düşecekti. Zira hem çok yaygın, hem de çok korkunçtu.

Keza, bugün insanların çoğunda kanser var. Bu mevzuda uzmanlar diyorlar ki; bir insanda beliren kanser hücrelerinin, ancak çok zaman sonra önü alınmaz bir tehlike olduğu sezilebilmektedir. Bugün, dünya çapında yapılan istatistiklere göre, kanserli nispetinin, insanın içinde ürperti hasıl edecek seviyede olduğu söylenmektedir. Ve henüz ciddi bir tedavi sisteminin tatbik edildiği de söylenemez. Söylenemez ama, uğraşıyorlar, Allah'ın izni ve inâyetiyle önleyecek gibi görünüyorlar. Şimdi eğer bir şeye Dâbbetül-arz nazarıyla bakılacaksa, bence kanser de bu mevzuda hatırı sayılan namzetlerden biridir. Hatta, kanser ve AIDS bugüne göre, nispetlendirilse, AIDS'in" kanserin yüzde birine ulaşmadığı görülür. Evet, mesele kemmiyet planında ele alınacak olursa, bugünkü durumu itibariyle AIDS'in çok önünde korkunç hastalıklar var: Dermanı olmadığından dolayı, keyfiyet planında düşünülüyorsa; yarın, buna da derman bulunduğu takdirde acaba, hadise karşı itimadı sarsmış olmayız mı?.. Müsaadenizle bir hadisle alâkalı, küçük bir mütâlaa ile buna ışık tutmağa çalışacağım:

Bir çoğunuz duymuşsunuzdur; bir kısım kimseler, önünü arkasını düşünmeden ve ilim adına bir şeyler yapıyorum diye hadisleri ve âyetleri aceleden te'vil ederek, Efendimiz'in (sav): "Cüzzamdan aslandan kaçar gibi kaçınız" mealindeki hadisine, sözde ilmî ve Efendimiz'in gaybe aşinâ olduğuna delalet eder bir yorum getirmek için, diyorlar ki: "Biliyor musunuz, neden peygamberimiz, arslandan kaçma teşbihiyle anlattı? Çünkü, cüzzamın mikrobu, tıpkı aslana benziyor da ondan..." Şimdi bu, o kadar aceleden söylenmiş bir sözdür ki, ilerde bu mikrobun, mikroskobun altında hiç de arslana benzemediği ortaya çıkınca, dine yararlı mı, zararlı mı olacağı hesap edilmemiştir. Zira, izah hadise dayandırılarak yapıldığından, sanki hadis böyle demiş gibi anlaşılmaktadır. Dolayısıyla izâhın yanlışlığı mikroskop altında ortaya çıkınca -hâşâ- bu hilâf-ı vâki beyan, Efendimiz'den şeref sudur olmuş gibi kabul edilecek ve dolayısıyla hadis darbelenecektir.

Bu itibarladır ki, işin aslını iyi öğrenmeden böyle şeyler söylemek çok yanlış ve zararlı olmaktadır. Değil bunlar gibi vâhî teviller; islâmî meseleler, pozitif usullerle en sağlam yorumlara tabî tutulduğunda dahi, eskilerin ifâdesiyle "fıkhi nazar" deyip mülâhaza dairesini açık bırakmak, başka ihtimâlleri göz ardı etmemek ve ifâdelerin müsaadesi ölçüsünde alternatif yorumlara da yer vermek mecburiyetindeyiz. Kaldı ki bugün, pozitivizmin ayaklan yerden kesilmiştir. Ve ona artık şüphe ve tereddüt içinde bakılmaktadır. Bugün Batı'da ilim adına en yaygın düşünce, her şeyin bir ölçüde yanlışlığını kabul etmek çizgisinden hareketle, ilim adına bu yanlışları bıraka bıraka ilerde yanlışsız ilime ulaşma düşüncesidir. Bu düşünce de, diğer düşünce sistemleri gibi tenkit edilebilir. Ne var ki, pozitivizm ve rasyonalizmin saltanatlarının sarsıldığını ifade bakımından oldukça önemlidir.

Binaenaleyh, bugün en sağlam gibi görülen, tecrübî ilimlerde dahi bu kadar kuşku, bu kadar tereddüt bahis mevzuu olursa; o kadar dahi güç Ye ağırlığı olmayan nazariyelerle, âyâtü beyyinatı ve hadis-i şerifleri bu nazariyelere göre te'vil etmek;`ayete ve sünnete kuvvet kazandırıyoruz" derken, onlara karşı bir cinayet mânâsınadır. Günümüzde bu mevzuda bir kitap enflasyonu var. Evet kısa zamanda çok kitap yazıldı; ama fazla değil, bir kaç sene sonra, bunların hepsini alıp okuyacak nesiller, bunlara gülecek ve bizler gibi yazıp anlatanların talihsizliğine vereceklerdir... Ama meseleyi değişik ihtimaller içinde ve daha geniş perspektifli ele alarak, şu da, şu da olur diyenler, yazıp söyledikleri şeylerin üzerinden 100 sene dahi geçse, yine de taze ve orijinal bulunacaklardır.

Evet, bu anlayışla yazılan eserlerin üzerinden asırlar geçmiş olmasına rağmen hâlâ tatlı, hâlâ cedid, hâlâ ceyyid, hâlâ, taze, hâlâ duru, hâlâ tertemiz olarak bulunuyorlar.

Meselâ, önce delil dediğimiz nesnelerin doğruluğunu kabul ediyor; sonra, netice ve müddeayı bunlara dayıyoruz. Oysa yukardan aşağıya doğru tedellî usulüyle gelmek de mümkün. Mesela: Allah var ve bu deliller de Onu gösteriyor, Resulullah Hatem'ül enbiyadır; şunlar da ona delalet ediyor. Ayağımın altında şu küçük karıncalar, şu mikroskobik organizma size anlatmak istediğim hakikatlara işaret ediyorlar. . . şeklinde olmalı. Bu bakış başka; “delil” diye ele aldığımız bu zayıf, bu cılız şeylere tutuna tutuna, göklerin ve yerin yaratıcısı, O, "Lehd makâlî düssemâvâti vel-ard" olan Zat'ı anlatmak başkadır. İşte, zannımca AIDS'de de, böyle bir bakış zaviyesi hatası yapıldı. Bunu imanlı ve insaflı kimseler yaptıkları için; yaptıkları işin sevabını da kazandılar. Ancak, yarınki imansız ve insafsızlar, bu tahlîl ve te'villeri, serrişte ettikleri zaman, bu iman ve Kur'ân kahramanları çok utanacak ve yanlış yorumlarının hacaletiyle iki büklüm olacaklardır.

Bu itibarladır ki, hadisler ve Kurân'ın ayetleri bahis mevzuu olduğu yerlerde, her mümin, çok dikkatli konuşmalı, dikkatli düşünmeli ve onlarla âlâkalı hususlarda dikkatli olmalıdır.

Eğer bu mevzuu hüsnü niyetle ele alan kardeşlerimiz deselerdi ki; AIDS'de Dâbbet-ül-arz nev'inden bir fert olabilir- İnşaallah maksat ve niyetleri de budur-Ben bunu öper başıma kordum. Evet AIDS, Dabbet-ül arz hakikatının bir parçası olabilir ve ona ait bir vazifeyi de görebilir. Hâlâ tahribatını bütün şiddetiyle devam ettiren kanser de o Dabbet-ül arz nevinin bir ferdi olup ona ait bir kısım küçük vazifeleri görebilir. Ancak, bütün bunlar, insanların artık sağlam inanmayacağına bir dil, bir tercüman olduğu ifade edilen, teknoloji ve ilmin su-i istimalinden meydana geleceği sezilen, kendine has mânasıyla "Dabbet-ül arz" her şeyden başka hatta kendi cüzlerinden de başka, nevi şahsına mahsus, garabetinden zor sezilen bir harikadır ve onun çıkması da islâmî değerlerin sonu demektir.
Oysa ki biz hâlâ, Buhari ve Müslim'de zikredilen bir hadis-i şerife dayanarak diyoruz ki: Müslümanlar ergen bir gün mutlaka dünyaya hakim olacaklar. Şimdi eğer Dâbbetül-arz çıkmışsa; bu bizim ümidimize indirilmiş büyük darbedir. Çünkü Dâbbet-ül-arz, diyor ki; bundan sonra yakîn, bundan sonra iman yok; bundan sonra sükut, bundan sonra gerileme var. Oysa ki biz, İslâm'ın, afâk-ı âlemde şehbâl açacağına ve dünya muvazenesinde yeniden ağırlık kazanacağına inanıyoruz. Bugün burada gördüğümüz insanlar gibi, dünyanın dört bir bucağında da Müslümanlar, soluk soluğa Hz. Muhammed'i (sav) arayacak ve Onunla bir kere daha buluşacaklardır. Dabbetül-arzın canı cehenneme! Biz onu daha sonraları bekliyoruz ve inancımıza göre o,kâfirlerin başına Kıyametin kopacağı ana yakın zuhur edecektir. Aksine bir düşünce ise hem akidemize ters, hem de ümidimize indirilmiş bir darbeden başka bir şey değildir.

Hem, Dabbet-ül-arz olmaya namzet, sıra bekleyen, muhakkak ve mutasavver daha bir sürü yaratık var. Meselâ, onlardan bir tanesi şimdi de kurgu bilim yazarlarını meşgul eden ve ilerde insanlığın kaderine hakim olacağından bahsedilen robotlar... Kur'ân işaret ediyor ki: Yeryüzünde şu tür, şu tür canlıların dışında Allah'ın yaratacağı bazı şeyler var ki siz onları bilmiyorsunuz. Yani ne laf dinlerler, ne merhametten anlarlar. Ne ağlamaları, sızlamaları dinler ne de ayaklarına kapanmakla merhametlerini celbedebilirsiniz...

Hatta böyle bir şey, şimdiden o kadar endişe salmaktadır ki, bu teknolojiyle meşgul olanlar bile, bir gün bunlar programlanıp, ayarlanıp fezaya salındıktan sonra etrafı yakıp yıkacaklarından; sulh istense dahi sulha yanaşmayacaklarından; yeryüzünde tam bir fesat unsuru olarak her şeyin altını üstüne getireceklerinden bahsediyorlar ki: Dâbbe hakikatının bir cüzüne ciddi bir namzet gibi görünmekte...

Ancak bu kadarı dahi, aceleden verilmiş bir karar olacağından, daha dikkatli konuşmak icab edecektir. Öyleyse tekniğin tankından; geleceğin robot adamlarına kadar; bugünün küçük virüslerinden, bilmem daha sonraların hangi azgın ve salgın hastalıklarına ve küçük yaratıklara kadar; ondan da, Ahir zamanda, eşi görülmedik büyük, katliâmlarla hortlayacak ve milyonların ölümünü netice verecek, henüz adı konmamış hastalık amillerine kadar hepsi; önce ruhun, sonra bedenin ölümünün dili olan “Dabbet-ül arz”ın birer temsilcisi olabilir. Bence, meseleye böyle bakmakla, bir ölçüde, Kurân'ın ayâtü beyyinatına ve Sünnete karşı saygı korunduğu gibi, diğer yandan da metinlerin lâhûti buutları açık tutulmuş olacaktır.

Şunu kemal-i samimiyetle ifâde edeyim ki, yukarda bahsedilen yorumcu arkadaşların saffet ve samimiyetleri yanında, kendime bir dirhemlik beyân hakkını dahi lâyık görmediğim o muhlis kardeşlerim, çok ihlâslı olmalarına rağmen, ihlâsın sadece bir rükün teşkil ettiği çok yönlü bir mesele de yanlış iş yapıyorlar. İhlas ayrı mesele; Sünnete, Kitaba saygılı olma ve onların ruhuna sadakat içinde bulunma ayrı bir meseledir.
tr.fgulen.com


Bizim Şahsi Tanımlamamız! (Dabbet-ul Arz Nedir?)
Yukarıda okuduklarınız, sitelerden ve mevcut kitaplardan yaptığımız alıntılardır. Bunların noktasına ve virgülüne bile dokunmadan olduğu gibi copy-paste ettik....Ve üzerinde yorum yapmayıp, yorumu sizlere bırakıyoruz. Tabii ki aşağıda bizim yazdıklarımızı da sizlerin yorumlarınıza bırakıyoruz. Gerçek manâda doğruluğunu Allah'a bırakıyor ve sadece araştırmamızdan edindiğimiz tanımlamayı sunuyoruz. "En doğrusu bizim tanımlamamızdır" gibi akılsızca laf da etmiyoruz.
Dabbe (دابَّة ): Hayvan, Böcek(Haşerat), Yavaş yavaş hareket eden, Debelenen, Emekleyen, Sessiz ve yumuşak şekilde yürüyen/ilerleyen, Hastalık veya Hamrın (tüm uyuşturucuların) vücuda ağır ağır sirayet/etki etmesi.......vs
Her zaman yaptığımız (sabit) metot ile önce ilgili ayetleri inceleyelim. Kendimiz (banal) fikir üretmek yerine ayetlerin verdiği fikir/ip uçlarına objektif bir şekilde bakalım:

وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
27/82-*Ahd edilen/Emredilen/Söylenen başlarına geleceği/vuku bulacağı zaman, yerden/yeryüzünden/Arz'dan bir dâbbe çıkarırız ki; onlara insanların âyetlerimize TAM/Kesin iman etmemiş olduklarını söyler.
*(قَوْلُ)Vâd/Ahd edilen/Emredilen/Söylenen ==> كلمة . أمر . نبأ . رسالة . القَوْل . وَعْد . عَهْد
27/82. Ayette; Öncelikle bilinmesi gereken şudur ==> Allah'ın olacağını AHiD ettiği = insanların başlarına gelecek olan şey nedir?

Ayeti en doğru şekilde anlamak için;
*Siyak ve Sibakına bakalım:
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
27/79- O halde sen Allah'a tevekkül et. Şüphesiz ki sen, apaçık bir hak üzerindesin.

إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
27/80- Şüphesiz ki sen, ölülere işittiremezsin, sırtını dönüp giden sağırlara da daveti işittiremezsin.

وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
27/81- Sen körleri sapıklıklarından çevirip hidayete getirecek değilsin. Ancak kim âyetlerimize iman etmişse (onlara duyurabilirsin). Onlar müslümanlardır.

وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
27/82- Ahd edilen/Emredilen/Söylenen başlarına geleceği/vuku bulacağı zaman, yerden/yeryüzünden/Arz'dan bir dâbbe çıkarırız ki; onlara insanların âyetlerimize TAM/Kesin iman etmemiş olduklarını söyler.

وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
27/83- Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanları gurup gurup toplayacağımız mahşer gününde, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevk edilirler.

حَتَّى إِذَا جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُمْ بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمْ مَاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
27/84- Nihayet (oraya) geldikleri zaman (Allah) der ki: "Siz benim âyetlerimi, ilmen (ne olduğunu) kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız başka neydi?"

وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
27/85- Yaptıkları haksızlıktan dolayı, o söz/ahd gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.

Buradan açık seçik anlaşılıyor ki bu qawl/söz/ahd...den kasıt, kıyametten başka şey değildir. Sıra geldi "Dabbet-ül Arz"ın Kur'an verisine göre nasıl anlaşılması gerektiğine. Yukarıda kelime anlamları itibarıyla hangi manalara geldiğini belirtmiştik. Asıl amacımız bu anlamlar arasında Kur'an en çok veya tamamen hangi anlamı ön plana çıkarmış, buna bakmak.

وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ ءَايَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
45/4- Sizin yaratılmanızda ve yeryüzüne yaydığı dabbeden toplumlar için, TAM/Kesin ayetler/ibretler vardır.
Bu ayette Allah açıkça insanları diğer canlılardan/dabbe den (omurgalı-omurgasız-tek hücreli..vs) ayırdığını görüyoruz. (Sizin.......dabbe......)
وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
6/38-Arz'daki dabbeden ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan hiç bir tanesi yok ki; sizin ümmet/topluluğunuz gibi emsal teşkil etmemiş olsun. Biz Kitap'ta tefrit (ölçüsünden eksik) olabilecek şeyden bırakmadık. Sonra hepsi toplanıp Rabb'lerine haşrolurlar.
....Topluluk/ümmet yönüyle SIZIN gibi dendiğine göre, yine Allah burada dabbe canlısı ile insanı ayırıyor.

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
24/45- Ve Allah tüm dabbeyi sudan yarattı. Kimileri karnı üstünde sürünür, kimleri iki ayağı üstünde yürür, kimileri ise dört ayağı üstünde yürür. Allah neyi dilerse (onu) yaratır. Kuşkusuz, Allah her şeye kadirdir.
İnsanın yaratılışının çamur/topraktan (salsal) olduğunu biliyoruz. O halde Allah: ...Allah tüm dabbeyi sudan yarattı....sözüyle insanları ile insan dışındaki yeryüzü canlılarını ayırdığını anlıyoruz.

وَكَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
29/60- Kendi rızklarını yüklenemeyen/elde edemeyen nice dabbe vardır ki; Sizin de onların da rızkını Allah verir. Ve O, her şeyi işitir, her şeyi bilir.
Keza burada da aynı ayrım var: .....nice dabbe vardır ki; Sizin...

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
34/14- Sonra onun ölümüne hükmettiğimizde, onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, ancak, arzın/yerin dabbesi dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple yere yıkıldığında beyan/belli oldu ki; şayet cinler gaybı bilseler idi, alçaltıcı azapta bekleyip durmazlardı.
Bu ayette de yerden bir canlının Hz. Süleyman'ın asasını kemirdiği/yediği (تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ asasını yiyordu) açıkça anlaşılıyor.

Peki asayı (Ağaç/ahşap) ne yer? Ya ağaç kurdudur ya da güve cinsi bir böcek. Her ne ise burada dabbenin türü/cinsi mevz-u bahis değil. Bir hakikatin ispatı için illa bir insanın lisan ile konuşması gerekmiyor. Bakınız burada Hz. Süleyman'ın asasını yiyen dabbe hal/beden dili ile cinlere lamı-cimi aması-maması-pürüzü olmadan NET bir biçimde neyi ispat ediyor .....yere yıkıldığında beyan/belli oldu ki; şayet cinler gaybı bilseler idi, alçaltıcı azapta bekleyip durmazlardı. Çünkü bu cinleri Hz. Süleyman ağır taş işlerinde bina yapımında kullanıyordu ve Hz. Süleyman'ın vefatı ile özgür kalıp ağır ve alçaltıcı işten kurtulmuş olacaklardı.
Yani diğer bir deyiş ile özgürlük için Hz. Süleyman'ın ölmesi lazımdı/bekleniyordu...Ama asasında yaslanır şekilde vefat etmiş olması zahiren bakıldığında yaşıyor hissi verdiğinden cinler onun ölmüş olduğunu anlayamadı. Tâ yerdeki dabbe gelip asayı yiyip kırılmasına ve Hz. Süleyman'ın yere yıkılmasıyla anlayabilmişlerdir. Böylece dabbe Allah'ın "La Yeğlemu men fi-s semawati wel erda ğaybe illallah=Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilemez!) sözünü inanmayanlara yaqin olmayanlara ispat etmiştir.
O halde DABBEnin hem insan haricindeki canlılar için kullanılmış olması...Hem de Hz. Süleyman olayı ile Allah'ımızın bize örneksediğini baz alırsak; yaşadığımız yüzyıl içinde ve sonrası için "Dabbet-ul Arz" tanımı çerçevesini çizmiş oluyor. Şöyle ki:
Aynen dili olmamasına rağmen, Hz. Süleyman'ın asasını yemesi vesilesi ile ORTAYA KOYDUĞU OLAY/DAVRANIŞ ile adeta dile gelerek, Allah'ın sözünü/ayetini ispat eden dabbe gibi.....Aynen onun gibi...Belki bir omurgalı ve bilmediğimiz bir tür, belki yeni bir virüs, belki yeni bir bakteri, belki genetiği değişmiş başka bir böcek....her ne ise bu kısmını Allah bilir. Ortaya koyacağı olay ile eleştiriye mahal bırakmaksızın Allah'ın ayetini/ayetlerini izhar ederek muhatabı olan insanlara mesajını NET bir şekilde izah etmiş olacak.
Yoksa bir alim/illim/bilim/ adamının ayetleri bilimsel yönüyle açıklaması misaller getirmesi değildir. Bunu yapana "Dabbet-ul Arz" veya "Dabbet" denemez. Çünkü yapılan iş ortada....nedir? Ayetleri açıklıyor....O halde bu kişiye ya müfessir denir ya da alim adayı........
Çünkü hz Süleyman'ın olayındaki dabbe ile ayetleri bilimsel olarak açıklayan alim adayının yaptıkları şeyler aynı şeyler değil. Peki Neden?.... siz ayetler konusunda dilediğiniz kadar emsalsiz misal getirin.... İnanmayan yine inanmıyor ve inanmayacak da... Ama Kur'anın örneksediği dabbe de durum farklı.......Çünkü dabbe nin vesilesi ile vuku bulacak olay/hal dili ile anlatım.....yoruma veya itiraza mahal bırakmayacak çıplaklıkta olacaktır. Hiç kimsenin bunu inkar etmeye delili/tutanağı kalmayacaktır.
Akıllı insanların veya Kur'an ehlinin; "Dabet-ul Arz" konusunda tutumu şu olamaz => "Bence dabbe tul arz şu hayvandır...bence dabbe tul arz falanca kişidir.....bence dabbe tul arz televizyondur...bence dabbe tül arz bilgisayardır....bence dabbe tül arz gelecekte bir robottur, bence dabbe tul arz.............vs."
Bunların hepsi yanlış ve üzerine düşülmemesi de gerekir bence. Neden?
1. Allah bu konuda (dabbenin kimliği) bir bilgi vermemişse neden üzerine düşülsün.
2. Kimlik değil içerik önemli ki, o içeriği Allah da vermiş ve hatta örneksemiştir.
Hülasa: İnsanlar eşrefi mahlukattır.


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
8 Ocak 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Dabbetü'l- Arz
Yer hayvanı, kıyametin büyük alametlerinden biri.

Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır. İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır. Dâbbe de debelenen, hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet vb. şeylere lügate göre dâbbe denebilirse de ıstılahta daha çok hayvanlar için kullanılır.

"Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir." (en-Nûr, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvana dâbbe denir.
"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 11/6) âyetinden de anlaşılan budur.

"Dâbbetü'l-Arz" da; kıyametin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyametin büyük alâmetlerinden olan bir yaratıktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler." (en-Neml, 27/82) buyrulmaktadır.
Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur (M.H. Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", V, 3701 vd.).

Râğıbü'l-İsfahânî, yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir:
"Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, cahiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kasdedilmiştir (Râğıb, "Müfredât", debb maddesi.)

Müfessirler yukardaki âyette (27/82) dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn Ömer'e göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliğe emreden ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendisinden Ebu Saîd de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'lma'rûf, mehy, ani'l-münker) vazifesini terkettiği zaman Allah'ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe" meydana çıkaracağını gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık değildir (Mevdûdî, "Tefhîm", IV, 128)

Akaid kitaplarına, kıyametin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" (bk. Pezdevî "Ehl-i Sünnet Akaidi", 352; Nesefî, "Akaid ", şerh ve haşiyesi Kesteli. 194) hakkında Peygamber (s.a.s.)'den şöyle rivayet edilir:

"İlk çıkacak kıyamet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takibedecektir" (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)

"Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez: 1-Güneşin batıdan doğması, 2-Deccâl ve 3-Dâbbetü'l-Arz (Müslim, İman, 249; Tirmizî, Tefsîr, sûre 6)

"Dâbbe, yanında Hz. Musa (a.s.)'nın asâsı ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar biraraya gelecekler ve mü'minler, kâfir belli olacaktır" (Ahmed b. Hanbel, II, 491; Tirmizî, Tefsîr, süre: 27)

Bu konudaki rivayetler pek çoktur, ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, kıyamet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi bununla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O'na havale edip dabbetü'l-arz'ın kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (el-En'âm, 6/59).


Halid ERBOĞA
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
nuri yılmaz - avatarı
nuri yılmaz
Ziyaretçi
27 Mart 2011       Mesaj #4
nuri yılmaz - avatarı
Ziyaretçi
İNSANIN YOL HARİTASI (Kuran ‘a göre)
Neml 82 O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dabbe (mahluk) çıkarırız da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.
(Mekkî 48)

1) Cehennemde temelli kalacak olanlar: Ahiret yurdu sonsuz olarak cehennemdir. Bu katagoriye girenler; Allah’ı inkar edenler (kafirler), ayetleri yalanlayanlar, Allah’a ortak koşanlar (müşrikler), münafıklar, kötülük yapanlar, kibirliler, faiz yiyenler, kasten insan öldürenler bulunmaktadır. Allaha inanıp da isyan edenler de dahildir. (Şeytan ifrit ve insanlar gibi.)
2) İnancı olup da şüphe içinde olanlar: Şüpheleri yok olana kadar cehennemdedirler.
3) İmanları dereceli olan insanlar: İmanları ve günahları kadar cehennemdedirler.
4) İmanı olup da ibadet ve iyilik sahibi olanlar:Yaptıkları ibadet ve iyilikler kadar dereceli olarak cennettedirler.
5) İmanı olup da ibadet, iyilik ve ilim sahibi olanlar: Allah katında sonsuz olarak rızıklandırılırlar ve yaşamlarda görevlendirilirler (Hızır a.s gibi)
6) İmanı olup Allah için ölenler (şehitler): Allah katında rızıklanırlar.


1) Cehennemde temelli kalacak olanlar: Ahiret yurdu sonsuz olarak cehennemdir. Bu katagoriye girenler; Allah’ı inkar edenler(kafirler), ayetleri yalanlayanlar, Allah’a ortak koşanlar(müşrikler), münafıklar, kötülük yapanlar, kibirliler, faiz yiyenler, kasten insan öldürenler bulunmaktadır. Allaha inanıp da isyan edenler de dahildir. (Şeytan ifrit ve insanlar gibi.)
Bakara 217 Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescidi Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür". Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler.
(Medenî 87)
Bakara 257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.*
(Medenî 87)
Bakara 275 Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Zaten alışveriş de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.
(Medenî 87)
Âl-i İmrân 116 İnkar eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temellidirler.
(Medenî 89)
Âl-i İmrân 151 Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından ötürü, inkar edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür!
(Medenî 89)
Nisâ 93 Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.
(Medenî 92)
Nisâ 140 O, size Kitap'da "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.
(Medenî 92)
Nisâ 145 Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın.
(Medenî 92)
Mâide 86 İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir.*
(Medenî 112)
Enfâl 36-37 Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması ve murdarları üstüste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi içindir; inkar edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar mahvolanlardır.*
(Medenî 88)
Tevbe 17 Puta tapanların kendilerinin inkarcı olduklarını itiraf edip dururken Allah'ın mescidlerini onarmaları gerekmez. Onların işledikleri boşa gitmiştir, cehennemde temelli kalacaklardır.
(Medenî 113)
Tevbe 35 Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, "Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın" denecek.
(Medenî 113)
Tevbe 63 Allah'a ve Peygamberine karşı koymağa kalkışana, ebedi kalacağı cehennem ateşi bulunduğunu bilmezler mi? Büyük rezillik budur.
(Medenî 113)
Tevbe 68 Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve inkarcılara, ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir (rahmetinden uzak kılmıştır). Onlara devamlı azab vardır.
(Medenî 113)
Yûnus 27 Kötülük işleyenlere kötülükleri kadar ceza verilir; onların yüzlerini zillet bürür; Allah'a karşı onları savunacak yoktur; yüzleri, geceden kara bir parçayla örtülmüş gibidir. Bunlar cehennemliklerdir, orada temelli kalırlar.
(Mekkî 51)
Ra’d 25 Sağlam söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara ve kötü yurt, cehennem, onlaradır.
(Mekkî 96)
İbrahim 16 Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir!
(Mekkî 72)
Nahl 29 Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!
(Mekkî 70)
İsrâ 8 Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.
(Mekkî 50)
Kehf 106 İşte onların cezası; inkarlarına, peygamberlerimi ve ayetlerimi alaya almalarına karşılık olarak, cehennemdir.
(Mekkî 69)
Meryem 68 Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
(Mekkî 44)
Enbiyâ 29 Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım" derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz.*
(Mekkî 73)
Enbiyâ 98 Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz.
(Mekkî 73)
Enbiyâ 99 Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır.
(Mekkî 73)
Fâtır 36 İnkar edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.
(Mekkî 43)
Mü’minûn 103 Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedi cehennemdedirler.
(Mekkî 74)
Secde 20 Yoldan çıkanlar ise, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın! denir.
(Mekkî 75)
Zümer 8 İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin."
(Mekkî 59)
Zümer 32 Allah'a karşı yalan uydurandan, kendisine gelmiş gerçeği yalan sayandan daha zalim olan kimdir? İnkarcılar için cehennemde dur durak olmaz olur mu?
(Mekkî 59)
Zümer 60 Allah'a karşı yalan uyduranların, kıyamet günü, yüzlerinin simsiyah olduğunu görürsün. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?
(Mekkî 59)
Zümer 72 Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir.
(Mekkî 59)
Mü’min 60 Rabbiniz: "Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur.*
(Mekkî 60)
Mü’min 75-76 Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Temelli kalacağınız cehennem kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!
(Mekkî 60)
Fussilet 28 İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Ayetlerimizi inkar etmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak ebedi kalacakları yurt (cehennem) vardır.
(Mekkî 61)
Zuhruf 74 Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar.
(Mekkî 63)
Fetih 6 (Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Müslümanlar için bekledikleri kötülük çemberi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!
(Medenî 111)
Teğâbun 10 İnkar eden ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası!
(Medenî 108)
Cin 23 (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
(Mekkî 40)
Nebe’ 22 Azgınların barınacağı yerdir (cehennem).
(Mekkî 80)
Bürûc 10 Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır.
(Mekkî 27)
Beyyine 6 Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkarcılar, içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.
(Medenî 100)
Bakara 39 İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedi kalırlar.
(Medenî 87)
Bakara 81 Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
(Medenî 87)
Bakara 206 Böylesine "Allah'tan kork!" denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!
(Medenî 87)
Hicr 44 Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır.
(Mekkî 54)
Nisâ 14 Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.
(Medenî 92)
Bakara 88 (Yahudiler peygamberlerle alay ederek) "Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.
(Medenî 87)


2) İnancı olup da şüphe içinde olanlar: Şüpheleri yok olana kadar cehennemdedirler.
Kâf 24-25-26 Allah: "Ey sürücü ve şahit! Her inatçı inkarcıyı, iyiliklere boyuna engel olan, mütecaviz, şüpheye düşüren, Allah'ın yanında başka tanrı benimseyen kişiyi cehenneme atın, onu çetin bir azaba sokun" buyurur.
(Mekkî 34)
Âl-i İmrân 60 Gerçek Rabb'indendir, o halde şüphelenenlerden olma.
(Medenî 89)
Nisâ 87 Allah'tan başka tanrı yoktur, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?*
(Medenî 92)
En’âm 2 O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
(Mekkî 55)
En’âm 9 Biz onu melek kılsaydık, bir insan şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.
(Mekkî 55)
En’âm 12 De ki: "göklerde ve yerde olanlar kimindir?", "Allah'ındır" de. O, rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır; and olsun ki, sizi vukuu şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplayacaktır. Kendilerine yazık ettiler; çünkü onlar inanmazlar.
(Mekkî 55)
En’âm 114 "Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?" Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
(Mekkî 55)
Yûnus 37 Bu Kuran, Allah'tandır, başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ancak kendinden öncekini doğrular ve O Kitap'ı açıklar. Alemlerin Rabbinden geldiğinden şüphe yoktur.
(Mekkî 51)
Yûnus 94 Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz Kitap'ları okuyanlara sor. And olsun ki, sana Rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma.
(Mekkî 51)
Hûd 110 And olsun ki, Musa'ya Kitap verdik; onda ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, Kitap'ın Allah katından olduğunda şüphe ve endişe içindedirler.
(Mekkî 52)
İbrahim 9 Sizden önce gecen Nuh, Ad, Semud milletlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri ki onları Allah'tan başkası bilmez size ulaşmadı mı? Onlara peygamberleri belgelerle geldiler, fakat ellerini ağızlarına götürüp: "Biz sizinle gönderilene inanmıyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz" dediler.
(Mekkî 72)
İbrahim 10 Onların peygamberleri: "Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı bağışlamaya çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?" dediler. Onlar da: "Siz de sadece bizim gibi birer insansınız; bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz" dediler.
(Mekkî 72)
Kehf 21 Böylece, Allah'ın sözünün gerçek olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağladık. Nitekim halk, bunların hakkında çekişip duruyor: "Onların mağaralarının çevresine bir bina kurun" diyorlardı. Oysa, Rableri onları çok iyi bilir. Tartışmayı kazananlar: "Onların mağaralarının çevresinde mutlaka bir mescid kuracağız" dediler.
(Mekkî 69)
Meryem 30-31-32-33 Çocuk: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" dedi.
(Mekkî 44)
Meryem 34 İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa gerçek söze göre budur.
(Mekkî 44)
Hac 6-7 Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir.
(Medenî 103)
Hac 55 İnkar edenler, ceza saati kendilerine ansızın gelene veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar Kuran'dan şüphe etmekte devam ederler.
(Medenî 103)
Mü’minûn 16 Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz.
(Mekkî 74)
Nûr 50 Kalplerinde hastalık mı var, yoksa şüphelenmişler midir, yahut Allah'ın ve Peygamberinin onlara haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır; onlar sadece zalimdirler.*
(Medenî 102)
Neml 66 Ahirete dair bilgileri yeterli midir? Hayır; ondan şüphe etmektedirler. Hayır; ona karşı kördürler.*
(Mekkî 48)
Secde 2 Şüphe götürmeyen Kitap, Alemlerin Rabbi'nin indirdiğidir.
(Mekkî 75)
Sebe’ 21 Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.*
(Mekkî 58)
Sâd 6-7-8 Onlardan ileri gelenler: "Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Başka dinde de bunu işitmedik; bu ancak bir uydurmadır. Kuran, aramızda ona mı indirilmeliydi?" dediler. Hayır, bunlar Kuran'ımızdan şüphededirler. Hayır, azabımızı henüz tatmamışlardır.
(Mekkî 38)
Mü’min 34 "And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf ölünce, Allah onun ardından hiçbir peygamber göndermeyecek demiştiniz. Allah, aşırı şüpheciyi işte böylece saptırır."
(Mekkî 60)
Mü’min 59 Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur, fakat, insanların çoğu inanmıyor.
(Mekkî 60)
Fussilet 45 And olsun ki Musa'ya Kitap vermiştik de onda ayrılığa düşmüşlerdi. Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, onun hakkında şüphe ve endişe içindedirler.
(Mekkî 61)
Fussilet 54 Dikkat edin; onlar Rablerine kavuşmaktan şüphededirler; dikkat edin; Allah şüphesiz her şeyi bilgisiyle kuşatandır.*
(Mekkî 61)
Şûrâ 7 Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer.
(Mekkî 62)
Şûrâ 14 Kendilerine ilim geldikten sonra ayrılığa düşmeleri, ancak, birbirini çekememekten oldu. Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilirdi. Arkalarından Kitaba varis kılınanlar da ondan şüphe ve endişe içindedirler.
(Mekkî 62)
Zuhruf 61 Şüphesiz ki o (İsa), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur. (Mekkî 63)
Zuhruf 62 Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.
(Mekkî 63)
Duhân 9 Ama inkarcılar, dirilmekten şüphededirler, bunu eğlenceye alırlar.
(Mekkî 64)
Duhân 47-48-49-50 "Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün" denir, sonra ona: "Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir" denir.
(Mekkî 64)
Câsiye 26 De ki: "Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ama insanların çoğu bilmezler
(Mekkî 65)
Câsiye 32 "Doğrusu Allah'ın verdiği söz gerçektir, kıyamet saati şüphe götürmez" dendiği zaman: "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, yalnız yoktur sanıyoruz, buna dair kesin bir bilgi elde etmiş değiliz" derdiniz.
(Mekkî 65)
Kâf 15 Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler
(Mekkî 34)
Hadîd 14 İkiyüzlüler, inananlara: "Biz sizinle beraber değil miydik" diye seslenirler. Onlar: "Evet öyle; fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, Allah'ın buyruğu gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı."
(Medenî 94)


3)
İmanları dereceli olan insanlar: İmanları ve günahları kadar cehennemdedirler.
Âl-i İmrân 162 Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır.
(Medenî 89)
Âl-i İmrân 163 Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.
(Medenî 89)
En’âm 132 Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
(Mekkî 55)
İsrâ 4 Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik. (Mekkî 50)
İsrâ 21 Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.
(Mekkî 50)
Ahkâf 19 Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.
(Mekkî 66)
Bakara 283 Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkardır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir
(Medenî 87)
Hûd 116 Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini yaptılar). Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkar idiler.
(Mekkî 52)
İbrahim 49 O gün, günahkarların zincire vurulmuş olduğunu görürsün.
(Mekkî 72)
Meryem 86 Günahkarları da susuz olarak cehenneme süreceyiz.
(Mekkî 44)
Tâ-Hâ 74 Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkar olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!
(Mekkî 45)
Furkân 22 (Fakat) melekleri görecekleri gün, günahkarlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: (Size, sevinmek) yasaktır, yasak! diyeceklerdir.
(Mekkî 42)
Secde 12 O günahkarların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen!
(Mekkî 75)
Secde 22 Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkarlara, layık oldukları cezayı veririz.
(Mekkî 75)
Câsiye 7 Vay haline, her yalancı ve günahkar kişinin!
(Mekkî 65)
Nisâ 150 Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
(Medenî 92)
Nisâ 151 İşte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
(Medenî 92)
Mâide 90 Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
(Medenî 112)
Bakara 103 Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!
(Medenî 87)
Ahzâb 12 Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resulü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.
(Medenî 90)


4) İmanı olup da ibadet ve iyilik sahibi olanlar: Yaptıkları ibadet ve iyilikler kadar dereceli olarak cennettedirler.
Nisâ 95 Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
(Medenî 92)
Nisâ 96 Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
(Medenî 92)
En’âm 83 İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.
(Mekkî 55)
Enfâl 4 İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.
(Medenî 88)
Tâ-Hâ 75 Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir.
(Mekkî 45)
Hadîd 10 Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.
(Medenî 94)
Rûm 56 Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz onu tanımıyordunuz.
(Mekkî 84)
Bakara 177 İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır!
(Medenî 87)
Âl-i İmrân 172 Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükafat vardır.
(Medenî 89)
Nisâ 114 Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz.
(Medenî 92)
Zümer 34 Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik edenlerin mükafatıdır.
(Mekkî 59)


5) İmanı olup da ibadet, iyilik ve ilim sahibi olanlar: Allah katında sonsuz olarak rızıklandırılırlar ve yaşamlarda görevlendirilirler (Hızır a.s gibi)
Nisâ 162 Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler; Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz.
(Medenî 92)
Bakara 247 Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut'u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. "Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi.
(Medenî 87)
Bakara 251 Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü alt üst olurdu. Lakin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
(Medenî 87)
Âl-i İmrân 18 Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur.
(Medenî 89)
Yûsuf 22 (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükafatlandırırız.
(Mekkî 53)
Kehf 65 Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
(Mekkî 69)
Meryem 12 "Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) vargücünle sarıl!" (dedik) ve henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik.
(Mekkî 44)


6) İmanı olup Allah için ölenler (şehitler): Allah katında rızıklanırlar.
Âl-i İmrân 169 Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.
(Medenî 89)
Bakara 154 Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.
(Medenî 87)
Tevbe 111 Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
(Medenî 113)
Hadîd 19 Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.
(Medenî 94)
Âl-i İmrân 170 Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
(Medenî 89)
Hac 58 Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
(Medenî 103)

Benzer Konular

26 Kasım 2012 / nötrino Ekonomi
19 Nisan 2009 / KisukE UraharA Ekonomi
1 Mart 2016 / _Yağmur_ X-Sözlük
26 Kasım 2012 / tokiohotel Ekonomi