Arama

İslami Bilgiler - Soru ve Cevap - Sayfa 11

Güncelleme: 23 Ocak 2015 Gösterim: 154.689 Cevap: 117
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
22 Eylül 2009       Mesaj #101
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
KENCISii adlı kullanıcıdan alıntı

bu fetbayı kim vermiş ve kaynak belirtirsen co kdaha iyi olur
yani hadisdemi söylenilmiş alimler tarafındamı söylenilmiş

Sponsorlu Bağlantılar
kimden rivayet edilmiş
ayetle hadisle alimlerin rivayetleriyle acık olsan daha iyi olur


Guslederken Kadının Örülmüş Saçının (Pelik) Hükmü
Guslederken su kadının saçının dibine ulaşıyorsa örülü peliğini çözmesi gerekmez.Kadının örülmüş peliğinin kökünü ıslatması kafidir.Çünkü örülmüş saçı çözmekte güçlük vardır.Pelik çözülmüş ise bütününü yıkamak ittifakla far olur.Peliğin kökü ıslanmazsa mutlaka çözmesi icap eder.Sahih olan budur.
Pelik meselesinedelil şu hadistir:

Ümmü Seleme (r.a) demişki: Ya Rasulallah, ben başımın saçını pelik ören bir kadınım.Cünüplükten yıkanırken onu çözeyimmi? dedim.''Hayır!Sana sadece başının üzerine üç avuç su serpmen yeter.Sonra üzerine suyu dökünür temizlenirsin'2 buyurdu.


(Ben bu fetvadan yola cıkarak bu cevabı verdim yalnız yazının devamını okumuş olmama rağmen karıştırmışım kaynak istendiği için tekrar acıp okudum konuyu devamında şöyle yazıyordu):
Kadınların örgülü saçlarını çözmelerininde meşakkat varsa, guslederken çözmeyebilirler.Ancak saçların altına suyun geçmesine ve kafasının derisine varıncaya ve bundan emin oluncaya kadar başına bol bol su dökmeye itina göstermeleri sünnettir.Ayhali ve lohusa kanı kesildikten sonra yıkandıkları takdirde her halde örgülü saçlarını iyice açmaları, öylece gusletmeleri gerekir..
(Yani adetten ve lohusalıktan temizlenmek için alınan gusl abdesti için saçların acılması ve yıkansı gerekiyor cünüplükten temizlenmek için alınan gusl abdesti için eğer saçlar örülüyse suyun saç diblerine ulaşması (tabi saç diblerine ulaşmasından emin olmak lazım) yeterli oluyor.Yanlış bilgiden Allaha sığınırım cok cok özür dilerim inşallah soruyu soran arkadaş tekrar acıp bakar konuya sizde cok açık ve net yazmışsınız Allah razı olsun yalnız boyanın hükmü sorulmadığı için ben sadece gusl abdesti konusunda aklımda kalanı yazdım ama bende yanlış biliyomuşum bu sayede bende bildiğimi düzeltmiş oldum buda bana ders olur kaynaklara bakmadan yazman artık..)

Kaynak: Kadın İlmihali Asım Uysal Mürşide Uysal

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Eylül 2009       Mesaj #102
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Tilavet secdesi

Sponsorlu Bağlantılar
Sual: Secde âyetleri hangi surelerdedir?
CEVAP
Aşağıdaki surelerdedir. Yanlarında âyet numaraları da belirtilmiştir:

Araf 206
Rad 15

Nahl 49
İsra 107

Meryem 58
Hac 18

Furkan 60
Neml 25

Secde 15
Sad 24

Fussilet 37
Necm 62

İnşikak 21
Alak 19

Sual: Tilavet secdesi nedir, ne zaman ve nasıl yapılır?
CEVAP
Kolay anlaşılması için maddeler halinde bildirelim:
1- Tilavet, Kur’an okumak demektir. Secde âyeti okununca yapılan secdeye tilavet secdesi denir.

2- Namaz kılması farz olan bir kimse, Kur’an-ı kerimde bulunan 14 yerdeki, secde âyetinden birini okusa veya işitse, manasını anlamasa da, bir secde yapması vaciptir.

3- Tilavet secdesi yapmak için, niyet edilir. Niyet şarttır. Niyetsiz sahih olmaz. Abdestli olarak, kıbleye karşı ayakta durup, ellerini kulaklara kaldırmadan, Allahü ekber der ve secdeye gider. Secdede üç defa Sübhâne rabbiyel-a’lâ der. Sonra, Allahü ekber der ve ayağa kalkar. Böylece secde-i tilavet tamam olur.

4- Secde âyetini işiten cünüp veya abdestsiz kimse, temizlendikten sonra tilavet secdesi yapar. Fakat hayzlıya ve nifaslıya [lohusaya] temizlendikten sonra da tilavet secdesi gerekmez.

5- Bir oturumda, bir secde âyetini birkaç defa okuyan veya işiten, hepsi için bir secde eder.

6- Bir oturumda ne kadar secde âyeti okunmuşsa, o kadar tilavet secdesi gerekir. Mesela üç secde âyeti okunursa, üç secde gerekir.

7- Namaz kılarken, dışardan birinin okuduğu secde âyetini işiten, namazdan sonra tilavet secdesi yapar.

8- Namazda okuyunca, hemen ayrıca rüku veya bir secde yapıp ayağa kalkar. Okumasına devam eder. Secde âyetini okuduktan iki üç âyet sonra namazın rükuuna eğilirse ve tilavet secdesine niyet ederse, namazın rüku veya secdeleri, tilavet secdesi yerine geçer.

9- Secde-i tilavetin kazası, acele değildir. Gecikirse günah olmaz. Fakat sebepsiz, zaruretsiz tehir etmek tenzihen mekruhtur.

10- Secde âyetini mubah vakitte okuyup, namaz kılmak mekruh olan üç vakitte tilavet secdesi yapmak caiz değildir. Secde âyeti mekruh vakitte okunursa, bu vakitte secde etmek caiz diyen âlimler olduğu gibi mekruh diyen âlimler de vardır. Mekruh olmayan vakte tehir edilirse bütün âlimlere uyulmuş olur. (Hindiyye)

11- Kur’an-ı kerim okunan yerde bulunduğu halde, işitmeyen kimse, secde etmez.

12- Secde âyetini yazan ve heceleyen, secde yapmaz.

13- Birkaç kişiden her biri, secde âyetinden birer kelime okusalar, bunu işitenlere tilavet secdesi yapmak gerekmez. Çünkü, secde âyetini bir kişi okuyunca, bunu işitenlerin secde yapması vacip olur.
Çeşitli kimselerin okudukları kelimeler toplanarak, bir kişi bütün âyeti okumuş gibi yapılamaz. Çünkü, Kur’an-ı kerim okumak için, kimse başkası yerine vekil yapılamaz. (Dürr-ül-muhtar)

14- Secde âyetinin tercümesini okuyan veya işiten, bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, secde yapar.

15- Yaptığını anlayacak yaşta olan çocuğun okuması ile, işitenlerin secde etmesi gerekir. Daha küçük yaşta ise gerekmez.

16- Ara sıra deliren, deli iken secde âyetini okursa, secde gerekmez. Akıllı iken okursa gerekir.

17- Dağdan, çölden ve bir yerden aksedip, yansıyıp geri gelen sedayı işiten ve papağandan veya başka kuştan işiten secde etmez. İnsan sesi olması gerekir. (Dürr-ül-münteka)

18- Radyodan işitilen ses, hafızın sesine benzeyen, cansız alet sesidir. Bunun için, fonografta [gramofonda, teypte, radyoda. tv’de ve benzeri vasıtalarda] okunan secde âyeti işiten, tilavet secdesi yapmaz. (Mezahib-i erbea)

Elmalılı Hamdi Yazır, Arâf suresinin 204. âyetinin tefsirinde diyor ki:
Kıraet, bir ihtiyari iştir ki, akıllı ve konuşan bir insanın ağzından çıkanı anlamaya ve anlatmaya yönelik bir maksat taşıyan sesli olarak okumak demektir. Akıllı olmayandan ve cansız varlıklardan çıkan seslere kıraet denilemeyeceği gibi, aks-i sadâdan, sesin yankılanmasından meydana gelen şeye de kıraet denilemez. Bunun içindir ki, fakihler bir kıraetin yankılanmasından hasıl olan yankıya kıraet ve tilavet hükmü terettüp etmeyeceğini ve mesela tilavet secdesi lazım gelmeyeceğini beyan etmişlerdir. Bir kitabı sessiz olarak okumaya kıraet denilemeyeceği gibi, çalan veya çınlayan, yankı yapan bir sesi dinlemek de kıraet değildir, bir çınlamayı dinlemektir. Kur’an okuyanın sesini aksettiren gramofondan [teypten] veya radyodan gelen sese de kıraet denilemez. Bunun gibi sesler bir kıraet değil, bir kıraetin yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp etmez. (s.2361)

19- Kâfirin okuduğunu işiten müslümanların secde etmesi vacip olur.

20- İmam-ı Nesefi, Kâfi kitabında buyuruyor ki:
Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde edeni, Allahü teâlâ, o dert ve beladan korur. (Dürr-ül-muhtar, Nur-ül-izah)

Son secdeden kalkınca, ayakta ellerini uzatıp, kendinin ve bütün müslümanların dünya ve dinlerine gelen beladan, sıkıntıdan kurtulmaları, korunmaları için dua etmelidir.

21- Secde âyeti üç mekruh vakitte okunursa, tilavet secdesini bu vakitlerde yapmak, bir kavle göre caiz ise de, mekruh olmayan vakte tehir etmek evlâdır. (Dürer, Tahtavi)

Sual: Yalnız başına namaz kılarken, zammı sure olarak secde âyetini okuyan kimse, hemen rükuya gitse, tilavet secdesini yapmış olur mu?
CEVAP
Bir kimse, namaz içinde secde âyeti okuyunca, hemen ayrıca rüku veya bir secde yapıp ayağa kalkar. Okumasına devam eder. Secde âyetini okuduktan iki üç âyet sonra namazın rükuuna eğilirse ve tilavet secdesine niyet ederse, namazın rüku veya secdeleri, tilavet secdesi yerine geçer. Fakat, secde âyetinden sonra üç âyetten fazla okumuşsa, tilavet secdesi, namaz için yapmış olduğu rüku veya secdeler ile kendisinden sakıt olmaz.

Bu durumda, namaz içinde, tilavet için ayrıca secde etmesi gerekir. Yalnız başına namaz kılarken, tilavet secdesi, namaz içinde eda edilmezse, artık namaz dışında kaza edilmez. (Halebi)

Secde âyetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı âyetlerin sayısına bakmaksızın hemen Allahü ekber diyerek tilavet secdesine varır. Tilavet secdesi niyeti ile yalnız rükuya varması da kâfidir. Ondan sonra tekrar ayağa kalkar ve birkaç âyet daha okuyup, namazın rüku ve secdelerini yapar, namazına devam eder.

Eğer bir sureyi bitirmiş ise, diğer bir sureden birkaç âyet okur; çünkü tilavet secdesinden kalkar kalkmaz, böyle birkaç âyet okumadan namazın rüku ve secdesine gitmek mekruhtur.

Sual: TV’de mukabele okunuyor. Secde âyetlerini dinleyince, secde-i tilavet gerekir mi?
CEVAP
Gerekmez. Fakat Kur'an-ı kerimi takip ederken veya dinlerken, sesli olarak okuyana, secde-i tilavet gerekir. TV’den, radyodan ve teypten duyulan secde âyeti için secde-i tilavet gerekmez. (M.Erbea)

Sual: Yapılmayan secdelerin kazası nasıl yapılır?
CEVAP
Okuduğum ilk secde âyetinin secde-i tilavetini diye niyet edilir.

Sual: Bir kitapta tilavet secdesinin yedisi farz, üçü vacip, dördü sünnet diye yazıyor. Böyle bir rivayet de var mı?
CEVAP
Vardır.

Sual: Secde-i tilavetten sonra, tilavete başlansa, Euzü lazım mı?
CEVAP
Hayır.

Sual: Bir kağıda yazılı 14 secde âyeti okununca bir secde etmek yeter mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Tilavet secdesi için abdestli olmak şart mıdır?
CEVAP
Evet.

Sual: Secde âyetini göz ile okusak secde gerekir mi?
CEVAP
Hayır. Çünkü göz ile okumak, tilavet sayılmaz.

Sual: Secde âyetinin mealini okuyanın, işitenin veya hoparlörden işitenin tilavet secdesi yapması gerekir mi?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde 14 yerde bulunan secde âyetinden birini okuyan veya işiten, manasını anlamasa da, bir secde yapması vacibdir. Meal okumak uygun değil ise de, mealini okuyan veya işiten, bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, tilavet secdesi yapar. Hoparlörden, kasetten, teypten, TV veya radyodan işitenin, secde-i tilavet yapması gerekmez. (M.Erbaa, Elmalı tefsiri)

Sual: Güneş doğduktan işrak vaktine kadar, tilavet secdesi ve şükür secdesi caiz midir?
CEVAP
Tilavet secdesi mekruh, şükür secdesi mekruh değildir.

Sual: Bir kimse, cünüp veya abdestsiz iken yahut hayzlı ve nifaslı iken secde âyetini dinlese tilavet secdesi gerekir mi?
CEVAP
Secde âyetini işiten cünüp veya abdestsiz kimsenin, temizlendikten sonra tilavet secdesi yapması gerekir; fakat hayzlı ile nifaslıya [lohusaya] temizlendikten sonra da tilavet secdesi yapmak gerekmez.

Dinimizİslam

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Ekim 2009       Mesaj #103
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Fıtır Sadakasının Miktarı ve Veriliş Zamanı

Soru :

Biz, İspanyanın Barcelona şehrinde yaşayan faslı gurbetçilerin oluşturduğu bir cemiyetin üyeleriyiz. Fıtır sadakasını hangi yolla hesaplamalıyız?


Cevap:

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sâbit olduğuna göre o, fıtır sadakasını, hurma veya arpadan bir sa' olmak üzere müslümanlara farz kılmış ve fıtır sadakasının, insanların bayram namazına çıkmalarından önce verilmesini emretmiştir.

Nitekim Ebu Saîd el-Hudrî'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:

(( كُنَّا نُعْطِيهَا فِي زَمَانِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم صَاعًا مِنْ طَعَامٍ، أَوْ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ، أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ، أَوْ صَاعًا مِنْ زَبِيبٍ )) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Biz, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in zamanında fıtır sadakasını (fitreyi) yiyecek maddelerinden buğday, hurma, arpa ve kuru üzümden bir sa' olarak verirdik."[1]

Bir gurup âlim, hadiste geçen yiyecek maddesini buğday olarak açıklamıştır.Başka âlimler de hadiste geçen yiyecek maddesinden kastın; hangi türden olursa olsun, bir belde veya ülke halkının yiyecek olarak kullandığı gıda maddesidir, diye açıklamışlardır. Bu yiyecek, ister buğday olsun, ister mısır olsun veyahut da başka bir şey olsun, aynıdır. Doğru olan da budur. Çünkü zekât, zenginin malını fakirlerle paylaşması ve onları teselli etmesi demektir. Müslümanın kendi belde veya ülkesinde yenilmeyen bir yiyeceği fakire vermek sûretiyle onu teselli etmesi gerekmez. Şüphe yok ki pirinç, Harameyn ülkesinin helal ve nefis bir yiyeceğidir. Pirinç, hadiste geçen ve fıtır sadakası için geçerli olan arpadan daha iyidir.Böylece pirincin fıtır sadakası olarak verilmesinde bir sakıncanın olmadığı anlaşılmış olmaktadır.

Fıtır sadakasının (fitrenin) miktarı, bütün yiyecek cinslerinden Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sa'ı ile bir sa' verilmesi gerekir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sa'ı ise -sözlüklerde ve başka yerlerde geçtiği üzere-, iki avucu birleştirerek dört avuç dolusu miktardır. Bu da ağırlık ölçüsü olarak yaklaşık üç kilogramdır.Müslüman, kendi belde veya ülkesinin halkının yediği yiyecek olan pirinç veya başka bir şeyden bir sa' miktarı yiyeceği fıtır sadakası olarak verirse, -yukarıdaki hadiste zikredilen türlerden olmasa bile-, fıtır sadakası geçerlidir.Fıtır sadaksını, ağırlık ölçüsü olarak yaklaşık üç kilogram miktarı vermesinde bir sakınca yoktur.

Fıtır sadakasının, müslümanlardan küçük, büyük, erkek, kadın, hür ve köle adına verilmesi gerekir. Anne karnındaki çocuk için fıtır sadakası gerekmediği konusunda âlimler icmâ etmişlerdir. Fakat Osman b. Affan'ın -Allah ondan râzı olsun- bu konuda fiili gereği, verilmesi müstehaptır.

Yine,fıtır sadakasının bayram namazından önce verilmesi gerekir.Namazdan sonraya ertelenmesi câiz değildir.Fıtır sadakasının bayramdan bir veya iki gün önce verilmesinde bir engel yoktur.Böylece -âlimlerin en doğru olan görüşlerine göre- fıtır sadakasının verilebileceği ilk vakit, Ramazan ayının 28. gecesi olduğu bilinmiş olmaktadır. Çünkü Ramazan ayı bazen yirmi dokuz, bazen de otuz gün olabilir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbı, fıtır sadakasını bayramdan bir veya iki gün önce verirlerdi.

Fıtır sadakasının verildiği yerler, fakirler ve yoksullardır.

Nitekim Abdullah b. Abbas'tan -Allah ondan râzı olsun- sâbit olduğuna göre o şöyle demiştir:

(( فَرَضَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم زَكَاةَ الْفِطْرِ طُهْرَةً لِلصَّائِمِ مِنْ اللَّغْوِ وَالرَّفَثِ، وَطُعْمَةً لِلْمَسَاكِينِ، مَنْ أَدَّاهَا قَبْلَ الصَّلاَةِ فَهِيَ زَكَاةٌ مَقْبُولَةٌ، وَمَنْ أَدَّاهَا بَعْدَ الصَّلاَةِ فَهِيَ صَدَقَةٌ مِنْ الصَّدَقَاتِ )) [ رواه أبو داود وحسنه الألباني ]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- fıtır sadakasını (fitreyi), oruçluyu ağzından çıkan her türlü gereksiz ve çirkin sözünden (günahından) arındırmak ve yoksullara gıda olması için farz kıldı. Kim fıtır sadakasını bayram namazından önce verirse, o kabul olunan bir sadakadır. Kim de onu bayram namazından sonra verirse, o sadakalardan bir sadaka olur." [2]

Âlimlerin çoğunluğuna göre fıtır sadakasını (fitreyi) nakit olarak vermek, câiz değildir. Bu, delili en doğru olan görüştür. Aksine fıtır sadakasının yiyecek maddesi cinsinden verilmesi gerekir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbı -Allah onlardan râzı olsun- böyle yapmışlar ve ümmetin çoğunluğu da böyle hüküm vermiştir.

Allah Teâlâ'dan, bizi ve bütün müslümanları dîni öğrenmek ve dîn üzere sâbit kalmakta muvaffak kılmasını, kalplerimizi ve amellerimiz ıslah etmesini dileriz. Şüphesiz ki O, çok cömerttir, karşılıksız verendir. [3]

Bu, Şeyh İbn-i Baz'ın -Allah ona rahmet etsin- fıtır sadakası hakkında ağırlık ölçüsü olarak yaklaşık üç kilo takdir ettiği ölçektir.

İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi âlimleri de fıtır sadakasını böyle takdir etmişlerdir.[4]

Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn de -Allah ona rahmet etsin- fıtır sadakasını, pirinçten 2100 gram olarak takdir etmiştir. [5]

Bu görüş ayrılığının sebebi; sa' bir ölçektir, ağırlık ölçüsü birimi değildir.

Âlimlerin fıtır sadakasını kilogram olarak takdir etmelerine gelince, bu daha kolay ve miktarı bulmaya daha yakın olduğu içindir.

Bilindiği gibi, tahıl ürünleri ağırlık olarak birbirinden farklılık arzeder.Kimisi daha hafif, kimisi daha ağır, kimisi de orta ağırlıktadır.Hatta bir tahıl ürünününde bir sa'ın ağırlığı bile, farklıdır.Örneğin yeni mahsül, kilo olarak eski mahsülden daha ağır gelir.Bunun için bir kimse ihtiyatlı davranıp fıtır sadakasını fazla verirse, daha ihtiyatlı ve daha güzel olur. [6]

Nitekim İbn-i Kudâme -Allah ona rahmet etsin-, ürünlerin zekâtının nisabını, buna yakın bir şekilde zikretmiştir. [7]

Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.

[1] Buhârî
[2] Ebu Dâvûd rivâyet etmiş, Elbânî de 'Sahîhu Ebî Dâvûd'da 'hadis, hasendir' demiştir.

[3] Mecmûu Fetâvâ'ş-Şeyh İbn-i Baz, cilt: 14, sayfa: 200

[4] İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi fetvâları, cilt: 9, sayfa: 371

[5] Muhammed b. Salih el-Useymîn, 'Zekât ile ilgili fetvâlâr', sayfa: 274-276

[6] El-Muğnî, cilt:4, sayfa: 168

[7] İbn-i Kudâme, "el-Muğnî", cilt: 4, sayfa: 168

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
7 Kasım 2009       Mesaj #104
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Şeri Hkümlerin Kısımları Nelerdir?



Şer'î hükümler; itikad (inanç), ibadet, muamelat (davranış) ve ahlâk olmak üzere dört kısma ayrılır. Bunlardan itikada ait hükümlerde içtihat caiz olamaz. Çünkü bu hükümler Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyenin açık ayetleriyle sabittir ve aklî delillerle de doğrulanmıştır. Bunlar şüpheden uzaktır. Bunlar hakkında zan değil, yakin ve kesinlik söz konusudur. Onlar ne artar, ne eksilir, ne de değişirler.

İbadete taalluk eden hükümlere gelince, bunlar da Kur'an-ı Kerim ve hadislerin açıklamasıyla belirlenmişlerdir, değiştirilmeleri mümkün değildir. Bunlara, olduğu gibi iman ve itikat etmek gerekir. Bu gibi hükümlerde de içtihadın söz konusu olamayacağı açıktır. Çünkü; namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetler taraf-ı İlâhîden kesin ifadelerle nazil olmuş ve Sünnet-i Nebeviye ile tamamlanmıştır. Bunlar hakkında içtihat yapılamaz. Meselâ: namazın rükünleri, rek'at adetleri, vakitleri hususunda içtihada asla mahal yoktur. Aynı şekilde, şirk, kati, zina, haram, içki gibi kesin yasaklar da zamanın değişmesi ile değişmezler. Bunlarda içtihat yapmak, bunların mahiyetlerini değiştirmek asla caiz görülemez. Böyle bir cüret, eğer cehalet eseri değilse, mukaddesata karşı bir suikast demektir.

Hakkında yoruma ihtimal olmayan anlamı açık âyet ve hadis bulunan bir konuda müçtehitlerin içtihatlarına din cevaz vermez. Bu gibi nasslara zıt olan içtihatlar ile amel edilmez.

Kur'an ve hadis ile sabit olan namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi kesin hükümlerde içtihat yapılamayacağı gibi din bilginlerinin ortak kararı ile sabit olan hükümlerde de içtihat cereyan etmez. Bunlar şer'i hükümlerin yüzde doksanını teşkil ederler. Kıyas ve içtihada konu olan ikinci derece hükümler ise yüzde on kadardır.

İçtihat; ibadet ve muamelat ile alakalı zannî ve fer'î meselelerde, yani hakkında kesin hüküm olmayan sahalarda yapılabilir.


Kaynak: Sorularla İslamiyet
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Aralık 2009       Mesaj #105
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
- Ubudiyet, Allah’ın yaptığına razı olmak; ibadet ise, Allah’ın razı olduğu şeyi yapmaktır. İbadet; namaz, oruç gibi belli bir takım şekillerle gösterilir, ubudiyet ise, insanda daimî bulunması gereken bir durumu ifade eder. Bu zaviyeden baktığımızda, insan için cennette ibadet olmadığını, fakat ubudiyet manasının devam edeceğini söyleyebiliriz.

- Cennette güneş olmadığına göre (İnsan, 76/13), gece-gündüz de olmaz. Oysa, dediğiniz gibi, bir hadiste “sabah-akşam” tabiri kullanılmıştır.

Nitekim, Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste “Cennet ehlinin kalpleri bir tek kalp olarak çarpar, hapsi de sabah-akşam Allah'ı tespih ederler.” (Buharî, Bed'u'l-Halk, 8) diye ifade edilmiştir.

Bu hadisten kaynaklanan iki soruya da şöyle cevap verilebilir:

- Hadiste söz konusu olan tespih, cennette zorunlu olarak yapılması gereken bir görev değildir. Cennet ehli bunu, çok yakından tanıdıkları, sonsuz lütuf ve ikramlarını gördükleri Rablerine karşı büyük bir lezzet ve keyif alarak içten duydukları vicdanî bir hazla yapacaklar. Nitekim, Müslim'in bir rivayetinde “Cennet ehline -nefes alma işinin ilham edilmesi gibi- tespih ve tekbir ilham edilecektir.” (Müslim, cennet, 18-19) denilmiştir. Nefes almak ne kadar zevkli ise, cennette Allah'ı tespih etmek de o kadar zevklidir. (krş. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)

- Hadiste geçen “sabah-akşam” ifadesi, insanların alışık olduğu bir zaman dilimi ölçüsüyle bir miktarı göstermeye yöneliktir. (bk. İbn Hacer, a.g.y) Yoksa akşam karanlığı olacağı anlamında değildir. Devamlılığı ifade etmek içindir.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Aralık 2009       Mesaj #106
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Her toplumda zaman içerisinde oluşan alışkanlık, töre ve gelenekler vardır. Temel inanç ve ahlâk esaslarına aykırı olmadıkları veya olumsuz sonuçlara yol açmadıkları sürece bunların varlığında veya bunlara uyulmasında bir sakınca yoktur. Birey ve toplum için, maddî ve mâne-vî bünye açısından, zararlı olabilecek şeylerin devamını istemek zaten mâkul olmadığı gibi câiz de değildir.Toplumumuzda başlangıçta çocuklar ve gençler için düşünülen, sonra da gittikçe yaygınlaşan bir “yaş günü kutlaması”, “yıldönümü (sene-i devriye) anma ve kutlaması” âdeti oluşmuştur. Fâtımîler tarafından IV. (X.) yüzyılda Hz. Peygamber’in doğum gününün yıldönümünün kutlandığı bilinmektedir. Fâtımîler bunun yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve halifeleri için de mevlid (doğum yıldönümü) merasimleri yapıyorlardı.
Yaş günü kutlamalarını yapılış amacı ve doğurduğu so-nuçlar itibariyle değerlendirmek gerekir. Bu kutlamalarda amaç, bir kişinin doğmuş ve o anda kutlamış olduğu yaşa gelmiş olmasının sevincini yakın arkadaş ve dostlarıyla paylaşmaktan, bunu toplanıp hoşça vakit geçirmek için vesile yapmaktan ibaret olduğunda, kutlamanın meşrû ölçüler içinde yapılması şartıyla, mâkul ve câiz olduğunu söylemek gerekir. Yılbaşı eğlence ve kutlamalarında da olduğu gibi, bu tür kutlamaların yabancı kültüre imrenme ve taklit unsurları galip gelirse sakıncalı olacağı tabiidir.


Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
31 Aralık 2009       Mesaj #107
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Yılbaşı Yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri milâdî takvimin benimsendiği ülkemizde, “yılbaşı” tabiriyle milâdî yılın ilk ayının ilk günü olan 1 Ocak kastedilir. Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31 Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte bunun hıristiyan Batı’nın Noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır. Hıristiyan Batı’da milâdî takvimin başlangıcına esas olarak Hz. Îsâ’nın doğum tarihi alınmış ve bu giderek diğer ülkelerde de benimsenmiştir. Bu bakımdan hıristiyanlar aralık ayının son haftasını, doğumun arefesini teşkil etmesi bakımından, en önemli dinî bay-ramları olarak kabul etmişlerdir. Bu hafta içerisinde hıristiyanlar kiliseye giderler, ayrıca birbirlerini ziyaret edip hediyeleşirler. Dinî bir atmosfer içinde geçen Noel bayramı akabinde ise, yeni yıla giriş büyük bir çılgınlıkla, lüks ve israfla kutlanır.
Toplumumuzda ve diğer müslüman toplumlarda “yılbaşı kutlaması” adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değil-dir. Bu bakımdan hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya hıristiyan Batı’nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kut-lamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösteri-len hassasiyet de buradan kaynaklanır. Yoksa hicrî yıl-başı da milâdî yılbaşı da birbirlerine dinî yönden üs-tünlükleri bulunmayan ve zaman ölçmede esas alınan iki ayrı başlangıç noktasıdır. Hatta müslümanların Hz. Peygamber’in hicretini esas alan hicrî takvim yerine Hz. Îsâ’nın doğumunu esas alan milâdî takvimi kullanması ve yeni yılın başlaması sebebiyle tebrikleşip birbirlerine iyi dileklerini ifade etmeleri, tek başına ele alındı-ğında sakıncasız görülebilir. İslâm’daki bazı hükümler açısından ayların ve yılların kamerî, yani ayın hareket-lerini esas alan takvimle hesaplanmasının önem taşıyor olması ile bu konunun birbirine karıştırılmaması gere-kir. Ancak Hz. Peygamber’in müslümanlara diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdâbı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak algılanması ve tabii karşılanması mümkün olmaz. Aksine, toplumumuzda kültürel tahribata, kimlik bunalımına yol açtığı, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden ve geleneklerinden koparıp Batı’nın önce hayat tarzına alıştırdığı, sonra değer ve inanç esaslarına sıcak bak-maya ve giderek onları benimsemeye götürdüğü dikkate alınırsa, yılbaşı kutlaması, Noel ağacı süslemesi, Noel babanın hediye bırakması gibi âdetlerin terkedilerek kendi kültür ve değerlerimizden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetlerin yerleşmesine çalışmanın önemi ortaya çıkar.
Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini, sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok hususu derinden etkile-mekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleş-meye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de, kendi kültürel mirasımızdan ve dinî anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
3 Ocak 2010       Mesaj #108
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Soru
Güçlü ve içten dualarımızla, Allah’ın ruhanileri yarattığı ve bunların bize dua ettiği, doğru mudur?


Meleklerin müminler için dua ettiği şu ayetlerle de sabittir:

“O’dur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için feyiz ve rahmet indirir, melekleri de sizler için dua ederler. O, müminlere gerçekten pek merhametlidir”(Ahzab, 33/43).

“Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı olarak Rab’lerini zikir ve O’na hamd ederler. O’na gerçekten inanır ve müminler için şöylece af dileyip dua ederler: “Ey büyük Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır! O halde tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbi olanları, affet ve onları cehennem azabından koru!”
Ey bizim büyük Rabbimiz! Sen, onları ve onlarla birlikte babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi kimseleri kendilerine vâd ettiğin Adn cennetlerine yerleştir. Muhakkak ki Sen azîz ve hakîmsin/üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin”(Mümin, 40/7-8)

“Melekler Rab’lerini överek tenzih ve takdis eder ve yerde bulunanlar için mağfiret dilerler. İyi bilin ki, gafur ve rahîm O’dur/affı, merhamet ve ihsanı pek boldur”(Şura, 42/5)

Bediüzzaman’ın –özetle not aldığımız- açıklamaları konumuza ışık tutmaktadır :

.. Şu kesif ve ruha münasebeti çok az olan topraktan ve şu bulanık ve hayat nuruyla ilişkisi çok cüzi olan sudan, sürekli hummalı bir faaliyetle, çok latif olan hayatı ve pek nuranî olan şuur ve idrak sahibi varlıkları yaratan hikmet sahibi yüce yaratıcı, elbette ruha çok layık ve hayata çok münasip olan şu nur denizinden ve hatta şu karanlık ırmağından, şu havadan, şu elektrik gibi diğer latif maddelerden yarattığı bir kısım şuur sahibi yaratıkları da vardır. Hem de pek çok vardır. (Sözler/29. söz/Mukaddime)

“Madem Allah, çok kesif, adi maddelerden –bil müşahede- ruh sahibi canlılar yaratıyor, elbette nur gibi, esir gibi ruha yakın ve münasip olan diğer bazı latif, ince, seyyal/akıcı maddeleri hayatsız, camit, şuursuz bırakmaz. Bilakis, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten/karanlıktan, sesten, kokudan, hatta esir maddesinden, elektrikten, hatta manalardan, havadan, hatta kelimelerden canlı, şuur sahibi varlıkları yaratır ki, onların bir kısmı, melek, bir kısmı ruhanî bir kısmı cin taifesindendir.” (bk. Sözler/29. söz/birinci esas)

Selam ve dua ile...

kaynak: Sorularla İslamiyet
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
13 Ocak 2010       Mesaj #109
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Yüzük takmak
Sual: Yüzük takmak hususunda dinimizin hükmü nedir?
CEVAP
Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhepte de caiz değildir. Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara helaldir. Fakat, bunları mahrem olmayan erkeklere göstermeleri haramdır.

Altın ve gümüşü süs olarak takmak erkeklere haramdır. Taş, tunç, pirinç, platin, bakır ve diğer madenlerden ziynet olarak yüzük takmaları, kadınlara da haramdır. Altın yaldızlı gümüş yüzük ve gümüş kaplı altın yüzük takmak da caizdir. Yüzük takmamak daha iyidir. Bayramlarda herkesin yüzük takması müstehaptır. Gösteriş için, öğünmek için takmak ise haramdır. (Redd-ül Muhtar)

Resulullah efendimiz gümüş yüzük kullanır ve yüzüğünü sağ eline takardı. Sol eline de taktığı görülmüştür. Sağ ele de, sol ele de takmak caizdir. Küçük parmağa veya yanındaki parmağa takılır. Üzerinde yazı bulunan yüzüğü, helaya girerken, sol elden sağ ele geçirmek iyi olur. Numan bin Beşirin parmağındaki altın yüzüğü gören Resulullah efendimiz, (Cennete girmeden önce, niçin cennet ziynetini kullandın?) buyurdu. Demir yüzük kullanmaya başladı. Bunu görünce, (Niçin Cehennem eşyası taşıyorsun?) buyurdu. Bunu da çıkardı. Bronz yüzük taktı. Bunu görünce, (Niçin sende put kokusu duyuyorum?) buyurdu. Nasıl yüzük kullanayım, ya Resulallah dedi. (Gümüş yüzük takabilirsin. Ağırlığı da bir miskali [4.8 gramı] geçmesin ve sağ eline tak!) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

Sual:
Yüzük hangi elin hangi parmağına takılır? Her madenden caiz midir? İki tane de takılabilir mi? Kadın erkek fark eder mi?
CEVAP
Sağ ele de, sol ele de yüzük takmak caizdir. Küçük parmağa veya yanındaki parmağa takılır. Uygun olanı budur. Diğer parmaklara da takılsa günah olmaz.

Erkekler sadece gümüş yüzük takabilir. Ağırlığı da 4.8 gramdan fazla olmamalıdır. İki yüzük takılırsa bu ağırlığı geçmemelidir. Kadınlar ise, altın ve gümüşten başka yüzük takamazlar ve taktığı yüzüklerini de yabancı erkeklere gösteremezler.

Kadın ve erkek için, yüzüğün taşı her taştan olabilir.

Sual: Platin veya beyaz altın yüzük takmak erkekler için caiz midir?
CEVAP
Beyaz altın da altındır. Asitle altın beyaz hâle getiriliyor. Altınlıktan çıkmıyor, rengi beyazlaşıyor. Bu bakımdan caiz değildir. Eğer üstü gümüşle kaplanırsa caiz olur. Erkekler gümüşten başka yüzük takamazlar.

Sual:
12 ayardan düşük altınları kadınlar yüzük olarak kullanamaz mı?
CEVAP
12 ayardan düşük olunca altın olmaktan çıkıyor, başka maden oluyor. Kadınlar altın ve gümüşten başka yüzük takamazlar.

Sual:
Evli bir kadının taşlı yüzük veya alyans takması caiz midir?
CEVAP
Evli olsun, dul olsun, bakire olsun, taşlı olsun taşsız olsun, altın olsun gümüş olsun kadının yüzük takarak sokağa çıkması caiz değildir. Evinde istediği ziynetleri takabilir. Kadına yüzük ve ziynet günah değildir. Fakat hiçbir ziynet eşyası yabancılara gösterilmez.

Sual:
Nişanda altın yüzük takılıyor caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Altın kaplanmış gümüş yüzük takılabilir.

Sual:
Altın yüzük takmak, erkeklere haram olduğuna göre, altın yüzüğü gümüşle kaplatmak veya gümüş yüzüğü altın ile kaplatmak caiz midir?
CEVAP
Madenin rengi ve kaplaması değil, içi, cinsi muteber olduğu için, altın yaldızlı gümüş yüzük takmak erkeklere de caiz olur. Gümüş kaplı altın yüzük, altın ise de, altın görülmediği, gümüş görüldüğü için, takılması caiz olur. (Redd-ül Muhtar)

Bazı kimseler, buradaki inceliği anlayamıyor, (Madem madenin cinsi muteberdir. Gümüş kaplı altın yüzük nasıl caiz olur?) diyor. Gümüş kaplı altın yüzük, altındır. Çünkü madenin kaplaması değil, cinsi muteberdir. Ancak gümüşle kaplatılınca, altın olmaktan çıkmıyor, satmaya kalksanız, yine altındır; fakat gümüşle kaplı halde kullanmak caiz oluyor.

Sual:
Erkeklerin gümüş kaplı bakır yüzük takmaları caiz mi?
CEVAP
Evet. Gümüş kaplı altın yüzük takmak gibidir, gümüş göründüğü için sadece kullanmak caiz oluyor.

Sual: Evlilik yüzüğü takmamanın, dini nikah için bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Yüzük takmamak daha iyidir. Evlilik yüzüğü diye bir yüzük yoktur. Kadın takarsa, başka erkeklere göstermesi haram olur. Erkek zaten altın yüzük kullanamaz, kullanması haramdır. Gümüş kullanabilir.

Sual:
Alyans denilen altın yüzük erkeğe haram değil midir?
CEVAP
Altın, kadınların süs eşyasıdır. Erkeklere haramdır. Peygamber efendimiz, bir erkeğin parmağında altın yüzük görünce, hemen o yüzüğü çıkarıp yere atar. Sonra buyurur ki:
(Sizlerden biri, kor haline gelmiş ateşi eline takmış.) [Müslim]

Resulullah gittikten sonra, (Yüzüğünü al, başka türlü faydalanırsın) dediler. O zat dedi ki: (Allah’a yemin ederim ki Resulullahın attığı şeyi almam.) [Müslim]

Necrandan biri, elinde altın yüzükle Resulullahın huzuruna geldi. Peygamber efendimiz, ondan yüz çevirip buyurdu ki:
(Niçin elinde bir ateş parçası ile geldin?) [Nesai]

Gümüş yüzük erkeklere de caizdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Altın müşriklerin, gümüş, müslümanların süsüdür.) [Ramuz]

Erkeğin altın yüzük takması dört mezhepte de caiz değildir. (Mevahib-i Ledünniyye)

Sual:
Tam İlmihal’de diyor ki:
(Hiçbir Peygamber kendi dininde veya başka dinlerde haram olmuş veya olacak bir şeyi hiç yapmaz. Yani sonradan haram olacak şeyi, önceden, helal iken yine kullanmaz.) Yine diyor ki:
(Peygamber efendimiz önceleri altın yüzük takardı.)
Soru: Bu ikisi birbirine çelişkili değil mi?
CEVAP
Peygamberlerin statüsü farklıdır. Kolay anlatabilmem için birkaç örnek vermeliyim. Çünkü bu soru çok soruluyor. Belediye otobüslerine herkes ücretle biniyor. Polisler ve belediye mensupları para vermiyor. Gazetecilerden basın kartı olanlar da vermiyor. Başka vermeyenler de var. Bunlar istisnadır.

Peygamber efendimize haram olan bir şey, ümmetine helal olabilir. Peygamber efendimize farz olan ümmetine farz olmayabilir. Ümmetine haram olan, Peygamber efendimize caiz olabilir. Birkaç örnek verelim:
1- Ümmetine dörtten fazla kadın almak haram iken, Peygamber efendimize caiz idi.

2-
Hanımı boşamak ümmetine caiz iken, Peygamber efendimize yasak idi.

3-
Bir kimse ölünce hanımı başkası ile evlenebilir. Fakat Resulullah efendimizin hanımları bundan müstesnadır, evlenemezler. Onlar müminlerin anneleridir. Anne ile evlenilmez.

4-
Fakir kimselerin zekat alması caizdir, fakat Resulullah efendimiz fakir de olsa zekat alması haramdır.

5-
Zengin kimsenin zekat vermesi farzdır. Fakat Resulullah efendimiz zengin de olsa zekat vermesi farz değildir.

7-
Kurban kesmek Peygamber efendimize farz idi. Ümmetine ise, Hanefi’de vacip, diğer üç mezhepte sünnettir.

8-
Gece namazı Peygamber efendimize farz idi. Fakat ümmetine nafiledir.

9-
Peygamber efendimize yazı yazmak, şiir söylemek haram idi, fakat ümmetine caizdir.

10-
Altın kullanmak da ümmetine haramdır. Bir hadis-i şerifte, (Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır) buyurulmuştur. Ümmetine haram iken ona caiz idi ki kullanmıştır. Peygamberler asla günah işlemezler.

Sual: Büyüklerimiz yüzüklerine ne yazdırırlardı?
CEVAP
Peygamber efendimizin yüzüğünde, (Muhammedün Resulullah) yazılı idi. Muhammed aleyhisselam Allahü teâlânın peygamberi demektir.

Hazret-i Süleyman’ın yüzüğünde, (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) yazılı idi. Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed aleyhisselam Onun Resulü demektir.

Hazret-i Ebu Bekirinkinde, (Ni'mel kâdir Allah) yazılı idi. Her şeye gücü yeten Allah ne güzel, ne büyük kudret sahibi demektir.

Hazret-i Ömerinkinde, (Kefâ bil-mevt vaizan) yazılı idi. Vaiz olarak, nasihatçi olarak ölüm kâfi demektir. Ölümü günde yirmi kere hatırlayanın şehid olarak öleceği hadis-i şerifle bildirilmiştir.

Hazret-i Osmanınkinde, (Le-nasbirenne) yazılı idi. Elbette sabredeceğiz demektir. Sözünde durdu ve sabrederek şehid oldu.

Hazret-i Alininkinde, (El-mülkü lillah) yazılı idi. Mülk Allah’ın demektir.

Hazret-i Hasanınkinde, (El-izzetü lillah) yazılı idi. İzzet, şan ve şeref Allahü teâlâya mahsus demektir.

İbni Ömerinkinde, (Abedallah lillah) yazılı idi. Allah rızası için, Allah’a ibadet eden demektir.

Hazret-i Muaviyeninkinde, (Rabbigfir-li) yazılı idi. Ya Rabbi beni mağfiret eyle demektir. Oğlununkinde ise, (Rabbünallah) yazılı idi. Rabbimiz Allah demektir.

İmam-ı Ali Rızanınkinde, (Hasbiyallah) yazılı idi. Allahü teâlâ bana kâfi gelir demektir.

Kadı İbni Ebi Leylâ’nınkinde, (Ed-dünya garurün) yazılı idi. Dünya aldatıcıdır, güvenilmez demektir.

İmam-ı a'zam Ebu Hanifeninkinde, (Kul-il-hayr ve illâ fesküt) yazılı idi. Hayır konuş, hayır konuşmayacaksan sus demektir.

İmam-ı Ebu Yusufunkinde, (Men amile bi-re'yihi nedime) yazılı idi. Danışmadan, kendi görüşü ile hareket eden pişman olur demektir. İstişareye, ehline sormaya önem verilmesini bildirmektedir.

İmam-ı Muhammedinkinde, (Men sabere zafire) yazılı idi. Sabreden zafere kavuşur, sabreden muradına erer, arzusuna kavuşur demektir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, sabredenlerle beraber olduğunu, sabredenlere mükafatlarını hesapsız vereceğini bildirmektedir.

İmam-ı Şafiininkinde, (El-Bereketü fil kanâ'ati) yazılı idi. Bereket kanaattedir, kanaat eden, kurtuluşa erer, zenginleşir demektir. Kanaat edene Allah kâfidir. Kanaat yenilmez ordu, bükülmez kılıçtır. Kanaat eden şükretmiş olur.

İki yüzük takmak
Sual:
Erkek, her birinin ağırlığı üçer gram olan iki gümüş yüzük takınca, bir miskali yani 4,8 gramı geçtiği için, caiz olur mu?
CEVAP
Caiz olmaz. İkisinin toplamı bir miskal olursa caiz olur.

Nişan yüzüğü
Sual: Erkeklerin gümüş nişan yüzüğü takmasının, dinen mahzuru var mıdır?
CEVAP
İslamiyet’te yasak olduğu bildirilmeyen şeyler, izin verilmiş kabul edilir. Yani mahzuru yoktur.

Yüzük takmak
Sual:
(Maddesi ne olursa olsun, bir ihtiyaç yoksa erkeklerin yüzük takmaması daha iyidir) diyenler oluyor, doğru mu?
CEVAP
Erkeklerin gümüş hariç, diğer maddelerden yüzük takmaları caiz değildir. Bayram ve Cuma günlerinde, 4,8 gramı geçmeyen gümüş yüzük takmaları ise sünnettir. (Mevahib-i ledünniyye, Redd-ül-muhtar)
Son düzenleyen KENCISii; 13 Ocak 2010 09:12 Sebep: ...
RivaN - avatarı
RivaN
Ziyaretçi
2 Haziran 2010       Mesaj #110
RivaN - avatarı
Ziyaretçi
Müslüman Kadının, Kocasına Karşı İtaatı Nasıl Olmalıdır ?


Hamd Alemlerin Rab’bı olan Allah’a, salatu ve salam Onun Rasuline, ahline, ashabına ve kıyamet gününe kadar O’na ihsanla tabi olanların üzerlerine olsun–Amin-

“Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işte kendi tercihlerine göre seçme hakkı yoktur Kim Allah’a ve elçisine baş kaldırırsa apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (Ahzab 36)


Allah Swt evlilik hayatı için bir düzen indirmiştir Bu düzen insanın aklını ikna edip fıtratı doyurmaktadır İşte bu düzen dogrultusunda yaşıyan evlilikler yıkılmaz bir kale haline gelir Batı düzeni doğrultusunda yaşıyan çiftlerin bir senelik hatta bir haftalık beraberliklerinden sonra boşandıklarını her zaman duymuşuzdur buda küfür nizamının fıtratı doyurmadığını ve çiftlerin aralarında çıkan ihtilaflarda batıda çözüm aramalarından kaynaklanmaktadır Oysa Allah’ın nizamı dogrultusunda yaşıyan müslüman çiftlerin evlilik hayatları ömür boyu devam eder Yapılan evliliğin bir ömür devam edebilmesi içinde hem erkeğin hemde kadının, Allah swt’nın emir ve neyhleri dogrultusunda yaşamaları kaçınılmazdır Erkek ve kadın görevlerini bilmeli ve bu doğrultuda yaşamalıdır Aksi taktirde evlilikleri kısa bir zaman sonra sona erer Çünkü her konuda olduğu gibi evlilik hayatında da insanları bir arada tutan yanlızca ve sadece Allah’ın nizamıdır


Evlilik hayatında kadının görevleri oldugu gibi erkeğinde görevleri ve sorumlulukları vardır Biz bu konumuzda Kadının eşine karşı olan vazifelerini ele alacağız İnşa’Allah bundan sonraki konumuzda Erkeğin hanımına olan görevlerini ve sorumluluklarını ele alacaz


“Dünya menfaatlanılacak şeydir Menfaatlanılacak şeylerin en hayırlısı ise, Saliha kadındır” (Müslim)


Evlenecek olan bir erkeğin evleneceği kadını, kadınında erkeği dogru seçmesi gereklidir Çünkü evlilik Allah’ın İzniyle, birlikte bir ömür boyu beraber yaşamaktır Hiç bir insan sevmediği, hoşuna gitmeyen biriyle bir beraberlik sürdürmek istemez Bu yüzden erkek acisindan dogru bir evlilik için dogru başlangiç hayırlı ve saliha bir kadınla evlenmektir Peki hayırlı bir kadın hangi özelliklere sahiptir? Bunu bir hadisle yanıtlıyalım:


Ebu Hurayra anlatıyor: Sahabelerden biri Allah Rasulunun yanına gelerek: “Kadınların en hayrlısı hangisidir” diye sordugunda, Allah Rasulu şöyle buyurdu: “Yüzüne baktıgı zaman kocasını sevindiren, emrettigi zaman itaat eden, namusu ve malı hususunda kocasına isyan etmeyen kadındır” (Ahmed b Hanbel 2/434; ibn mace, nikah, 5)


Yanlızca bu hadis dahi kadının eşine karşı nasıl davranması gerektigini anlatmaya kafidir Kadının, eşine olan ilk ve tek görevi itaattır İtaat hususunda bir çok başlıklar ayırmamız münkün Bunlar:


1 Yatagını terk etmemesi

2 Eşine eziyet etmemesi
3 Onun için süslenmeye önem vermesi
4 Daima güler yüzlü ve tatlı dilli olması
5 Ona hizmet etmesi (ev işlerini görmesi)
6 Eşini razı/memnun etmek için büyük çaba göstermesi
7 ve Allah’ın Dava’sında ona daima yardımcı olmasıdır (Vs)

Bunlara açıklamadan önce itaatın önemi, itaatsizliğin cezası ve hangi konularda eşe itaat edilmesi gerektiği hususuna deyinelim


Kocaya itaat etmek kimi kadın için çok zor, kimisi içinde kolaydır Aslına bakıldığında kocaya itaatın zorluğu veya kolaylıgı kadının sahip oldugu mefhumlara bağlıdır Eğer kadın (batı fikirleri ile yetişip) islamı yaşamıyan biriyse itaat konusu ona adeta işkence haline gelir Aksine kadın eşiyle birlikte islamı yaşıyan çiftlerse ve kadın itaatın farziyeti ve önemi hususunda belirli mefhumlara sahipse bu görev ona zor gelmez Çünkü bu mefhumlara sahip olan kadın eşine itaat ettigi zaman karşılıgında alacagı mükafaatı bilir bu yüzdende eşine itaatte kusur etmez


Bilindigi üzere erkeğin cihad’a çıkması farzdır ve erkekler cihatta öldükleri zaman şehid düşerler Hesabsız cennete girerler Lakin kadının cihad’a çıkması farz degildir Ama kadın şehidlik sevabından mahrum kalmaz Kadın cihad’a çıkmadanda erkeklerin şehidlik sevabına denk olacak bir görevleri vardırki oda eşine itaat etmesidir...
Evet Kadının kocasına itaatı erkeğin şehitlik sevabına denktir Bunu şu hadisle delillendirelim:

Sahabi kadınlardan biri Allah Rasulunun yanına gelerek: “Ey Allah’ın Rasulu Cihad ibadetini Allah swt, erkeklere farz kıldı Cihad’a çıkıp öldürüldüklerinde Rab’leri katında diri olarak rızklandırılıyorlar (Şehid oluyorlar) Peki ya biz kadınlar bu ecre nasıl nail olacagız?” Allah’ın Rasulu kadına şöyle yanıt verdi: “Karşılaştığın bütün kadınlara şu bilgiyi ulaştır ki, kadının kocasına itaati, onun haklarını kabul edip yerine getirmesi buna (erkeklerin cihad sevabına) denktir Ne yazıkki sizden çok azı bunu yapar”

Görüldügü üzere kadının erine itaat etmesi şehidlik sevabına denktir Yanlız Rasulullah’ında buyurdugu üzere hakkıyla eşine itaat eden kadınların sayısı pek azdır İslam Devletinin olmayışı ve müslüman kadının ne yazıkki batının kültürüyle egitilmesi bunun için yeterli sebebtir Müslüman kadının akidesini bulandırmak için kafirler ellerinden geleni yaptılar ve ne yazıkki bu konuda başarılı oldular Tarihte eşine kusursuz itaat eden müslüman kadın bugün malesef eşine karşı asi olup ‘kadın-erkek eşitliği’ denilen sapık fikre saplanmıştır Bu fikrin nerden geldiğini, niçin ortaya çıktığını araştırmadan benimsediler ‘kocam yapıyorsa bende yaparım’, ‘çalışıyorsa bende çalışırım’, ‘yemek pişiriyorsam, oda yapmalı’ gibi fikirlere sahip oldular Oysaki kadın ve erkeğin yaratılış gereği eşit olmaları imkansızdır Erkek kadından daha kuvvetli, cesaretli ve güçlüdür bu yüzden evinin dışında olan işler ona farzdır Kadın erkekten daha zayıf, duygusal ve korunmaya ihtiyaç olandır bu yüzdende evin iç işlerinden sorumludur Madem eşitlikten söz edilir o halde bir tehlike karşısında neden erkek kadını degilde, kadın erkeği korumaz?? Siz bir tehlike karşısında kaldıgınızda hiç kocanızın arkanıza saklandığını gördünüzmü? Veya neden kadın dışarda çok çalışmasından ötürü bulanımlara girerde erkek 12 saat çalışsa dahi artık çalışmıyacam evde oturacam demez? Bırakalımda erkek görevi olan dış işlerini kadında iş işlerini yapsın

İtaatın önemine devam edelim:
Hz Ali (ra) de şöyle buyurmaktadır: “Kadının cihadı, eşine karşı vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmesidir”
Koca, kadının hem cenneti hemde cehennemidir Kadın Allah’ın isteği dogrultuda eşine itaat ederse cenneti, ona karşi asi olursa cehennemi olur Kadın eşine itaat ettigi sürece Allah swt o kadını cennetle mükafatlandırır

Allah’ın Habibi Hz Muhammed şöyle buyuruyor:

“Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, namusunu koruyarak kocasına itaat ettiği zaman ahirette kendisine: ‘Artık dilediğin kapıdan cennete gir’ denilir” (Ahmed b Hanbel, 1573)

Başka bir hadiste şöyle buyurmakta:
“Kocası kendisinden memnun olduğu halde ölen kadın cennete girecektir” (Tirmizi, 1081: ibni Mace, 1844)

Mademki kadın kocasına itaat ederek cenneti kazanacak o halde bu iş kadına neden zor gelsin? Böylesi büyük bir mükafaatı neden kaçırsın? Ayrıca Allah’ın elçisinin “kadın kocasının haklarını bıhakkın yerine getirmedikçe imanın lezzetini tadamaz” sözünü unutmuyalım Ve yine unutmuyalımki cehennemde en çok bulunacak olan kadınlardır Kocaya itaat ederek içinde en cok kadınların bulunacağı cehennemden kendimizi kurtarabiliriz!!

Erkeğe (farz ve haramlar dışında) yanlızca mubah alanlarda itaat edilmesi farz oldugu gibi erkeğin bunun dışında bir şeyi emretmeye de hakkıda yoktur Kadının namaz kılması, islami kıyafeti (cilbab ve başüörtüsü) giymesi, kaş almaması, dawa’yı taşıması gibi husularda yani Allah’ın kadına farz kıldığı ve neyh ettiği hükümlerde erkeğin yapma ve yap diye emretme hakkına sahip degildir Çünkü burda söz konusu olan Allah’a itaat etmektir ki ‘yaratıcı hususunda yaratılana itaat yoktur’ diye buyuruyor Rasulullah Zaten eşe itaat etmek Allah’ın kesin emri oldugu için erkeğe itaat edildiğinde Allah’ın emri yerine getirilmiş olunur

Erkek ancak emrettigi zaman itaat farzdır Mesela ‘Hayatım bana bir bardak su getirirmisin?’ diye sordugu zaman kadının burda ‘hayır’ deme hakkı vardır Buda itaatsızlık olmaz Çünkü burda bir emir yoktur aksine koca, kadınına bir seçim hakkı tanımıştır Ve kadın burdaki seçimde su getiririse ecir alır, getirmediği zamanda günahkar olmaz Lakin erkek ‘Getir!’ derse bu emirdir ve burda itaat farz olur Ancak getirirmisindeki kasti emir olup ta nezaket icabi bu kelimeyi kullanmissa durum degisirki itaat gerekir ‘Erkege itaat’ denildiginde akla kölelik gelmemeli Kadın kocasının hayat arkadaşıdır onunla derdini paylaşır, sorunlarını anlatır, fikir cedeleşmesinde bulunur Erkek kadından, kadının istemediği bir şey emrederse elbette burda dahi itaat farzdır Lakin bu kocasını istegi konusunda vazgeçiremiyecegi anlamına gelmez Veya fikrini beyan etmeyeceği anlamına gelmez Kadın istemedigi bişey oldugunu, bunu yapmak istemedigini güzel bir uslupla anlatabilir ve eğer koca bu konuda ikna olursa istediginden vaz geçebilir ve kadında günahkar olmaz Eğer koca ikna olmaz isteginde ısrarlı olursa kadına ancak itaat düşer Erkeğinde bu noktalarda mümkün oldugu kadar eşini gözetmesi güzel olandir

İtaat konusunda kadını bağlıyan en önemli konu eşinin nevi içgüdüsünü doyurmasıdır Cinsel ilişkinin evlilikte çok önemli yeri vardır Erkeğin nevi içgüsünü tatmin etmediği zaman huzursuz oldugu buda evliligine ve dışardaki işlerine yansıdigi tesbit edilmiş hakikattır Bu yüzden kadına bu konuda çok büyük görev düşmektedir Eşinin kendisinden razı olması için elinden gelen gayreti göstermelidir Evliliğin güzel devam etmesi yönünde cinsel hayatin büyük önemi vardir bunun icin kadin erkegini gözetmesi zorunludur

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bir kimse karısını ihtiyacı için çagırırsa, kadın fırın başında da olsa gelsin” (Tirmizî)

Bu hadislede kadının bu emri konusunda hiç bir özür beyan edemez Ocak başında olsa dahi işini bırakıp emre itaat etmelidir Bunu yaparkende oflayıp puflamadan, yerine getirmelidir İtaatın en zor kısmıda budur yanlız kadın işleri olduğu halde işlerini hemen bırakıp eşine itaat ederse karşılıgında büyük ecirler alır Cinsel ilişki her ne kadar nefse yönelik bir iş olsada hem erkek hemde kadın için ecirler vardır Kadın ve erkegin beraber olması boş bir amel degildir Allah Rasulu ‘erkegin hanımıyla oynaşmasında ve onunla geçirdiği zaman sürecinde ikisinede ecirler yazılır’ diye buyurmaktadır

Erkek kadını yatağa çagırdığı zaman kadın itaat etmezse bakın kadın nasıl bir cezaya çarpıtılıyor: Ebu Hureyreden “Bir erkek karısını yatağına çağırır da kadın gelmezse ve bu yüzden erkek ona kızgın yatarsa, sabaha kadar melekler o kadına lânet ederler” (Ebu Davud: Nikah, 41, Müslim: Nikah, 20)

Cinsel haramlardan erkeği koruyan kadındır Ve nasılki namaz bir ibadetse, kadının eşiyle cinsel münasebette bulunmasıda ibadettir Şayet Allah Rasulu şöyle buyurdu:
“… hatta sizden biriniz eşi ile cinsi münasebette bulunmasında bile sevab vardır” buna sahabeler çok şaşırdılar ve sordular: ‘Ya Rasulullah! Bizden biri cinsel arzularını tatmin eder de bu sebeple ona nasıl sevap verilir?’ Rasulullah: “Pek tabii ki verilir Ya sizden biri zina yapacak olsaydı, yaptığı zinadan ötürü günaha girmiyecekmiydi? Buna ne dersiniz? Bunun gibi nikahlı eşiyle cinsel ilişkide bulunduğu zaman da kendisine sevap verilir” (Müslim, Ebu Davud)
Enes B Mâlik’in naklettigi haberde: Rasulullah sahabesine şöyle sordu: “Cennetlik kadınlarınızı size bildireyimmi?” Biz ‘Evet, ey Allah’ın Elçisi’ dedik Şöyle buyurdu: “Her sevecen doğurgan ve üretken kadın ki kendine öfkelenildiğinde, bir kötülük yapıldığında ya da kocası kendisine kızdığında eşine şöyle der: ‘İşte bu elim elinde, sen râzı olmadıkça kesinlikle uyku uyumayacağım’ der”

Evet Müslüman Bacılarım, bu konuda her kadının kendisini hesaba cekmesi gerekir Acaba eşleriniz size kızdığında sizler onu razi edene kadar çabamı gösteriyorsunuz, yoksa umursamayıp üzerine rahat bir uykumu çekiyorsunuz? WAllahi kocasını razı etmiyen kadını büyük bir azab beklemekte Dul Sahabi bir kadın kocaya itaatın önemini ve itaat edilmedigi taktirde onu bekliyen azabın oldugunu ögrendiginde ‘WAllahi bunları ögrendikten sonra evlenmiyecem’ demişti Yani kocaya itaat kesinlikle basite alınacak bir iş değildir!

Müslüman kadın elbette her zaman bakımlı olmalıdır Özelliklede eşi için daima bakımlı olmalıdır Hiç bir erkek eve geldiginde kendisini karşılıyan hanımını çirkin ve bakımsız görmek istemez Bu yüzden kadın eşi gelmeden en azından 10 dksını kocasına süslenmeye ayırmalıdır Bunda dahi ecir vardır ve kesinlikle boş bir amel degildir ‘süsleniyorum ama eşim bunu fark etmiyor’ demeyin Bunu fark etmiyen erkek yoktur Yanlız kimisi bunu dile getirmez kimide düsüncelerini bir şekilde açıklar Eşim farketmiyor bu yüzden süslenmeye gerek duymuyorum deyip bir gün şiddetli bir tartışma çıktıgında bunu yüzünüze vurursa üzülen siz olursunuz!

Kadının kocası için süslenip güzel koku sürünmesi aralarında sevgi ve ülfetin meydana gelip geçimsizlik ve nefretin ortadan kalkması için en güçlü sebeblerden biridir Şöyle düşünün bir yere gidip dinlenmek için oturduğunuzda eğer o yer göze çirkin ve burna kötü kokular veriyorsa hiç biriniz tabiat gereği bir daha oraya gitmek istemez Ama güzel manzaralı ve miss gibi kokan bir yere gittiğinizde her zaman orda dinlenmek istersiniz Tıpkı bu örnekteki gibi kadın eğer eşi için süslenip güzel kokular sürünürse erkek işten eve dinlenmek için adeta koşarak gelir Erkek dinlenmek için başka yer tercih ediyorsa kadının büyük ihmalleri ve eksiklikleri var demektir

Kadınlar genelde eşleri eve gelir gelmez dinlenmesine musade etmeden yaşadıklarını ve günün yorumunu yapmak isterler Oysa bu yanlıştır Çünkü erkek işten eve geldiginde yorgundur ve dinlenmek ister Eşi geldiğinde kadın sanki eşinin ilk eve gelişiymiş gibi hemen kapıya koşmalı onu güler yüzle karşılamalı ve açsa onun yemegini indirip biraz dinlenmesine musade etmelidir Yorgunluğu geçtikten sonra gününün nasıl geçtigini sorup anlatmak istedikleri varsa anlatır Unutmayalım ki erkekler yorgun ve aç olduklarında huzursuz, stresli ve sinirli olurlar, kadının o anda yapacagı ufak hata büyük tartışmalara yol açabilir Ve kadınların bu durumda kalbleri kırılabilir Bu yüzden kadın sabırlı olmalı ve öncelikle onun temel ihtiyaçlarını gidermelidir

Benzer Konular

2 Aralık 2013 / Misafir Bilgisayar
24 Mayıs 2015 / XZixYaxRetxÇiX Cevaplanmış
13 Mayıs 2011 / Drawradar Cevaplanmış