Arama

İslamiyet'te Yardımlaşma ve Yardımlaşmanın Önemi

Güncelleme: 14 Haziran 2008 Gösterim: 21.667 Cevap: 1
Aynacan - avatarı
Aynacan
VIP Gecenin Aydınlığı!
10 Aralık 2007       Mesaj #1
Aynacan - avatarı
VIP Gecenin Aydınlığı!
Yardımlaşma ve Yardımlaşmanın Önemi

a) Yardımlaşmanın Önemi:
Sponsorlu Bağlantılar

Genellikle ifâde edildiği gibi İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir. İslâmiyetten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır.
Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz bu gerçeği, hayatımızın her anında görüyoruz. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de hayatı paylaşan insanlar, aynı düzeyde değillerdir, örneğin zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini,erkeği, kadını gibi. Böyle insan toplulukları beraber doğup, beraber ölürler. Bu beraberlik “hayat”ın kaynağını oluşturuyor.
Ancak bu farklı insanlar, yaşadıkları süre içinde birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Zenginler bile fakirlere ihtiyaç duyar. Hiç bir zengin benim kimseye ihtiyacım yoktur diyemez. O insan servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç demektir.
İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır.Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur.
Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Zekat vermenin, güzel söz söylemenin, ve daha pek çok şeyin, iyi olarak kabul edersek, yardımlaşmanın sınırını sonsuz olduğunu anlarız.
Yardımlaşmanın konusunun içinde, maldan sevgiye kadar herşey verilebilir. Verme işi bazan zekat fitre gibi mecburi olduğu halde, bazan tamamen isteğe bağlıdır. Bu vermenin sınırı yoktur.Bu yardımın dışında, müslümanlar birbirlerine sevgi ile bağlanmak zorundadırlar.

b) Yardımın İnsanların ve Toplumların Yaşamlarındaki yaptığı değişiklikler:

1- Yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların hırsızlık gibi kötü yollara sürüklenmesini engeller.
2- Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar.yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, hased, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz.
3- Hz. Muhammed, müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını bildirmiştir.Sıkıntı zamanında müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır.
4- Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar.
5- Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen dilencilik ortadan kalkar.

c) Yardımlaşma Çeşitleri:

1- Maddî Yardım:
Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’ındır.Fakat, Cenâb-ı Hakk, yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar, yüce katından bir lütuf ve bağışlama olarak, insanların hizmetine vermiştir. Varlığın sahibi olan Allah Teâla, bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden alacağını açıklamıştır.Ancak kendilerine mal ve mülk verdiği kişilere, malları ile ilgili bazı sorumluluklar yüklemiş ve görevler vermiştir. Bu sorumluluk ve görevler, Allah’ın bir emaneti olan mallardan bir kısmının başkalarına verilmesidir. Cenâb-ı Hakk, iman ve namazdan sonra, malın başkalarına verilmesini emretmiştir. Buna “infak etmek” denir. İnfakın üç çeşit kısmı vardır(Farz, vacip ve mendup). Farz olan zekât, vacip olan fitredir.
Dünyada kalacak olan malımızın, Allah’ın emrine göre kullanılması ve harcanması önemli bir iştir. Bu harcama, âhirete uzanan geçide sağlam bir köprü kurmamızı sağlar.
Hayır ve iyilik, mal, el ve dille yapılır. Yapılacak bütün iyiliklere “sadaka” denir.
Mal ile yapılacak iyilik ve yardımın başında zekât gelir. Zekât, insanların ihtiyaçlarından fazla olan mallardan başkalarına vermeleridir ve mecbûri bir yardım şeklidir.Bunun dışında, sadaka ile başkalarına yardım etmemiz gerekir.
İnsan yakınlık derecesine göre başkalarına yardım etmelidir (Çocuğu annesi-babası, kardeşi, yakın akrabaları, yakın ve uzak komşuları, içinde yaşadığı toplumun diğer bireyleri). Ancak maddî olarak yardım edilecek kişilerin gerçekten yoksul olmaları gerekir.
Fakat insan gönül zenginliğinin yerine, elinde olanın daha fazlazını ister, gözünü hırs bürür. Bunun yerine Allah’ın bize nimet olarak verdiği malların hayır yolunda, bize emrettiği şekilde harcanması olumlu bir davranıştır.Yalnız insan istediği malı değil, mallarından sevdiklerini yoksullara vermek zorundadır, böylece Allah’ın rızasını kazanır.
Mal ile yapılacak yardımlardan biri de “karz-ı hasen”dir.Bu yardım, faiz veya benzeri menfaat beklemeden ödünç para verilerek yapılır.
Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü, cami, hastane, okul, yol gibi kurumlar yaptırmak da mal ile yapılan yardımlar arasındadır.Bu tür hayır eserlerine sadaka-i câriye denir ve bu kişiler öldükten sonra da, o yerler hala işliyorsa sevabı çok olur.
Sosyal ve ekonomik bakımdan malla yapılacak en önemli yardımlardan biri de zenginlerin mallarını yatırıma aktarmalarıdır ve çalışmak isteyenlere iş ve geçim imkanı hazırlamalarıdır.

1-Mânevî Yardım:
Allah’ın ve Resûlünün bizden yapılmasını istediği, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir şeyi yapmak iyiliktir. Kötülükten sakınmak, başkalarına kötülük yapmamak da iyiliktir. Bu tür iyilikler de “sadaka”dır.İyilikte yardımlaşmak kadar kötülükten alıkoymaya çalışmak da müslümanların dinî-ahlâkî görevleri arasındadır. Kötülük gören kişi, kötülük ister küçük ister büyük olsun, ona engel olmalıdır. Eğer bu görev yapılırsa, kötülük azalır, toplum huzur bulur.

d) Yardım Yapılırken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar:
1- Yardım Allah rızası için yapılır. Allah rızası gözetilmeden yapılan iyilikte riyâ ve gösteriş, yada çıkar düşüncesi vardır.
2- Yardım yapılacağı sırada gerçekten yoksul olan kişiler aranmalıdır. Ancak hayâ sahibi yoksullar, yoksulluklarını belli etmez. Yardım yapacakların, bunlar gibilerini bulup, haysiyetlerini bozmadan yardım etmelidirler.
3- Kötü, işe yaramaz mallar yardım olarak başkalarına verilmez.
4- Yapılan yardım hiç bir zaman başa kakılmamalıdır, aksi takdirde yapılan yardımın sevabı olmaz.
5- Yoksulun halinden anlamalı ve ona iyi davranmalıdır.
6- Hiç bir yardım küçük görülmemelidir.
7- İyilik ve yardımda bulunacak kişi bunu zamanında yapmalıdır. Zamanında yapılmayan yardım, ihtiyacı karşılamaktan uzaklaşır.
8- Yardım yapılırken gizliliğe önem verilmelidir. Ancak zekat gibi farz olan ibadetlerde açıklık esastır.

e) Başkalarından Yardım Bekleyenlerin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar:
1- İhtiyaçtan fazlası istenmemelidir.
2- Yapılan yardımı azımsamadan kabul etmek gerekir.
3- Yardım kerîm olandan istenir, yardım etmek istemeyenden veya imkanı olmayandan yardım istenmez.
4- İyilik ve yardım yapana nankörlük değil, teşekkür etmeliyiz.
Not: Bilgilendirme amaçlıdır.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
14 Haziran 2008       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İNFÂK

Sponsorlu Bağlantılar
Nafaka verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama. Bir terim olarak; gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlama, demektir. Zarûrî ihtiyaç ve maişet için sarfolunacak paraya ve azık çeşidine "nafaka" denir. Bir kimsenin kanunen geçindirmek zorunda bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylık da bu adı alır.

İslâm hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır. Zekât gibi miktarı belirli yardımlaşma hükümleri gelmeden önce, Ashâb-ı kiram yoksullar için ne kadar harcayacaklarını bilmiyorlardı.

Muaz b. Cebel ile Sa'lebe Hz. Peygamber'e "Kölelerimiz ve hısımlarımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda harcayalım" diye, şu ayet inmişti: "Ey Muhammed! Sana, hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyacınızdan artanı verin"(el-Bakara, 2/219). Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri, bu ayete göre, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı (ez-Zebîdî, Tecridî Sarîh, Terc. K Miras, Ankara 1978, XI, 371).

Kur'an-ı Kerîm'in pek çok âyetinde, varlıklı müminlere "Allah yolunda infak" emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür.

"Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekât ve sadaka verin)" (el-Bakara, 2/267);

"Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir kortu yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır" (el-Bakara, 2/274);

"Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir,. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyle bilendir" (el-Bakara, 2/261).

Bakara Suresi'nin ilk ayetlerinde takvâ sahiplerinin vasıfları sayılırken, "Allah yolunda harcayanlar"; gayba inanan ve namaz kılandan sonra üçüncü sırada zikredilir (bk. el-Bakara, 2/3; Âlu İmrân, 3/134).

Allah yolunda yapılan harcamanın, malın sevilen çeşidinden yapılması, kişiyi "birr" derecesine ulaştırır. Ayette şöyle buyurulur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar Cennete ve iyiliğin en güzeline (birr) eremezsiniz" (Âlu İmrân, 3/92). Bu ayet inince, Ebû Talha (r.a) en çok sevdiği malı olan "Bırhâ" bahçesini Allah yolunda tasadduk etmek istemiş, Hz. Peygamber'in; "yakın hısımlarına ve amcasının oğullarına vermesi" tavsiyesine uyarak böyle yapmıştır (Buhârî, Zekât, 44, Vesâyâ, 17, 26; Müslim Zekât, 43; Ahmed b. Hanbel, III, 141, 256). Hz. Ömer Hayber'den hissesine düşen değerli ganimet toprağını vakfetmiştir (İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsir, Beyrut 1981, I, 299).

Zeyd b. Hârise (r.a) "Seyl" adındaki ünlü atını tasadduk etmesini Hz. Peygamber'den istemiş, O da atı Usâme b. Zeyd (r.a)'e vermiştir. Hasan el-Basrî şöyle der: "Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için sadaka olarak verirse bu ayetteki "birr"e mazhar olmuş olur". Ömer b. Abdülaziz, yoksullara bol miktarda şeker dağıtır ve sebebini soranlara da şu cevabı verirdi: Çünkü ben en çok şekeri severim.

İnfakın en fazîletlisi ve en önde geleni kişinin muhtaç durumda bulunan hısımlarına yaptığı harcamalardır. Ayette şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet ve miras gibi bazı konularda) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler, mallarından onların geçimini sağlamaktadırlar" (en-Nisâ, 4/34). Âile fertlerine yapılacak harcama sadaka hükmündedir. Hadiste şöyle buyurulur:"Bir müslüman, aile fertlerinin geçimini, Allah'ın rızasını umarak sağlasa bu, kendisi için sadaka olur".

Hadiste zikredilen aile fertlerine (ehl); karısı, çocukları, nafakası kendisine gerekli olan erkek ve kız kardeşleri ile amcası ve amcasının çocukları, evinde beslediği yabancı yoksul çocuklar dahildir. Bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmesi, onun üzerine vaciptir. Eğer bu masrafları yaparken Allah rızasını kazanmayı kastederse, sürekli sadaka ecri alır. Ancak bu konuda Allah rızasını kasdetmezse, üzerinden borç düşer, fakat ayrıca bir ecir alamaz (bk. ez-Zebîdî, a.g.e, IV, 411-417, XI, 372, 373). Buna, Sa'd b. Ebî Vakkas'ın naklettiği şu hadis de delâlet eder:

Veda Haccı yılı Mekke'de hastalanan Sa'd b. Ebî Vakkas tek varisi olan kızına çok servet kalacağını düşünerek servetinin üçte ikisini vasiyet yoluyla başkasına bırakmak ister. Hz. Peygamber razı olmaz. Yarısını bırakmak ister. Resulullah (s.a.s), "üçte birini vasiyet etmesi" ne müsaade eder ve şöyle buyurur:

"Ey Sa'd! Senin mirasçılarını zengin bırakman, onları yoksul ve başkalarına avuç açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır. Sen, Allah rızası için harcadığın nafakadan dolayı ecir alırsın. Hatta, yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmadan ötürü de ecir alırsın" (Buhârî, Merdâ, 16; Mâlik, Muvatta', Vasiyye, 4). Ancak Sa'd, bu hastalığından iyileşip uzun bir müddet daha yaşamış ve bu kızından başka çocukları olmuştur.

Buna göre, bir kimse, malının üçte birine kadar olan kısmını vasiyet yoluyla Allah yolunda harcayabilir. Servetin üçte ikisi mirasçıların korunmuş hissesidir. Ancak, mirasçılara vasiyetle mal bırakılması hadisle yasaklanmıştır. Çünkü mirasçılara Allahu Teâlâ belirli miras hisseleri tahsis etmiştir (bk. en-Nisâ, 4/11, 12, 176; el-Enfâl, 8/75).

Zorunlu nafaka ikiye ayrılır:

1. Kişinin gücü yettiği zaman kendisi için gerekli olan nafaka. Bu, başkalarına yapılacak yardım ve Allah yolunda harcamadan önde gelir. Çünkü kişinin yaşamını sürdürmesi ve başkalarına olan infak görevini yerine getirebilmesi buna bağlıdır. Hz. Peygamber; "İnfaka önce kendinden, sonra nafakası senin üzerine vacip olan kimselerden başla!" (Buhâr;, Zekât" 18, Nafakât, 3; Müslim, Zekât, 41; Tirmizî, Zekât, 38, Zühd, 32; Nesaî, Zekât, 51, 53, 60) buyurur.

2. Müminin başkalarına olan infakı. Başkasına infakın farz olmasının üç sebebi vardır: Evlilik, hısımlık ve mülk.

Evlilikte, koca eşinin yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını karşılamak zorundadır. Emsalinin evinde hizmetçi bulunuyorsa o da nafaka kapsamına girer (bk. el-Bakara, 2/233; et-Talâk, 65/6, 7; Buhârî, Nafakât, 1-4; Ebû Dâvud, Menâsik, 56; el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Mısır 1909-1910, IV, 40; Hamdi Döndüren, İslâm Hukuku, İstanbul, 1983, S. 294 vd.).

Eşler dışında, biri diğerine evlenme engeli teşkil edecek kadar yakın hısım (mahrem) olunca, bunlar arasında nafaka cereyan eder. Anne, baba, dede, nine, çocuk ve torunlar, kardeşler, hala, amca, dayı ve teyze bunlar arasında sayılabilir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin" (en-Nisâ, 4/36)."O halde, akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver" (er-Rûm, 30/38).

Hz. Peygamber, iyilik yapmaya en lâyık kimin olduğunu soran bir sahabeye şöyle cevap vermiştir: "Annen, sonra, yine annen, sonra yine annen. Sonra, baban. Sonra en yakınından başlayarak uzağa doğru diğer hısımların" (eş-Şevkânî, Neylü'l Evtâr, VI, 327).

Hanefîler bu ayet ve hadislerdeki "hısımlar"ı, "mahrem hısımlar" şeklinde sınırladılar. Çünkü; "Babanın yükümlülükleri aynen mirasçıya da geçer" (el-Bakara, 2/233) ayeti, Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652) kırâatinde "Babanın yükümlülükleri aynen mahrem hısımlardan olan mirasçıya geçer" şeklinde rivayet edilmiştir.

İslâm hukukçuları eş ve diğer hısımların nafakasının; yiyecek, katık ve giyeceğin belde örfüne göre ve yükümlünün durumu dikkate alınarak "yetecek ölçüde" olması gerektiği konusunda görüş birliği hâlindedir.

Çünkü nafaka ihtiyaç sebebiyle vacip olmuştur. İhtiyaçlar da yeterli ölçüdeki (kifaye miktarı) şeylerle giderilebilir. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Sufyan'ın karısı Hind'e; "Kocanın malından, örfe göre sana ve çocuklarına yetecek kadar al" (Buhârî, Buyû', 95; Nesaî, Kudât, 31; İbn Mâce, Ticârât, 65; Dârimî, Nikâh, 45) buyurmuştur. Burada onun ve çocuklarının nafakası kifaye miktarında belirlenmiştir. Diğer hısımların da buna kıyas yapılarak aynı ölçüde olması gerekir. Eş veya diğer hısım hizmetçiye muhtaçsa, nafaka kapsamına o da girer. Felçli durumdaki yoksul anne veya babanın bir hizmetçiye baktırılması gibi.

Hamdi DÖNDÜREN

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

17 Temmuz 2012 / serhatkoc Cevaplanmış
7 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
1 Nisan 2013 / Misafir Taslak Konular
10 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap