Arama

Atatürk'ün Anıları - Sayfa 4

Güncelleme: 3 Aralık 2011 Gösterim: 434.537 Cevap: 67
HeliX - avatarı
HeliX
Ziyaretçi
9 Ekim 2008       Mesaj #31
HeliX - avatarı
Ziyaretçi
GEÇMİŞ OLSUN

Karşısında kim olursa olsun, milleti ve devletinin haysiyet ve itibarını alakadar eden mevzularda seremoniyi aşarak hakikatleri ders verir gibi konuşmak yiğitliği Atatürk’le devlet literatürüne girmiştir. 4 Ekim 1933’de Dolmabahçe Sarayı’nda, İstanbul’a gelen Yugoslavya Kralı II. Aleksandr ile Kraliçe Mary’yi kabul etmiş, aynı akşam şereflerine ziyafet vermişti. Baş başa kaldıklarında Yugoslav Kralı:
Sponsorlu Bağlantılar
- “Size bir hakikati anlatmak isterim. 1919’da İngilizler, Ege sahillerinizin işgali için Yunanlılardan evvel bana müracaat ettiler. Çok cazip teklifler de yaptılar. Fakat ben reddettim. Ekselansınızı tanıdıktan sonra bu kararımın doğruluğunu bir daha anladım.” dedi.
Başkası olsa ne yapardı? Teşekkür ederdi değil mi?
Hayır!.. Yugoslav Kralı cümlesini tamamlayıp cevap bekler gibi tavır alınca, Atatürk ayağa kalktı, bunun üzerine kral da kalkmıştı. Ona bir iki adım attı ve dudaklarında kendisine çok yakışan anlamlı tebessümü ile elini uzattı:
- “Geçmiş olsun majeste...” dedi.
Çünkü Mustafa Kemal’in, kendisine İstanbul Rumları şivesi ile Kosti dediği Yunan Kralı Konstantin, ordusu denize döküldükten sonra taç ve tahtını kaybetmişti.
Atatürk ile devlet hayatımızda yaşanılan günü düşünme ve nabza göre şerbet verme illetinden kurtulunmuştur.

Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2008       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Silahla oynarken tabanca patladı

Sponsorlu Bağlantılar
Makbule Hanım Ağabeyi Atatürk'ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne varki Atatürk'ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yolaçacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kızkardeşini yanına çağırır. İşte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: "Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: 'Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa' dedi. Ben ise 'Ağabeyim öldü' diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız".

HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
4 Kasım 2008       Mesaj #33
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken, Devlet Başkanının kendini tarihe vermesi, Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olacak ki, Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- ''Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın.''
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:

- ''Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.''
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
4 Kasım 2008       Mesaj #34
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün vatandaşın biri kasaba ya da köy kahvesinde gazete kağıdına sararak hazırladığı bir sigarayı içerken, fena kokusundan şikayet ediyor ve bütün iyilik ve kötülükleri en başta bulunana atfetmek itiyadı ile Atatürk aleyhinde ağzına geleni söylüyor. Kahvede bulunanlar zabıt tutuyorlar. İş hükümete intikal ediyor. Cumhurbaşkanına karşı işlenen suçlardan dolayı takibatta bulunmak O’nun müsaade ve muvafakatına bağlı olduğu için ilgili vekil meseleyi kendisine arz ediyor, takibat için müsaadelerini istiyor.
Atatürk vekile soruyor:
''Sen hiç gazete kağıdı ile sarılmış sigara içtin mi''
Vekil
- ''Hayır efendi'' diye cevap veriyor.
Atatürk,
- ''Ben içtim'' diyor,
- ''O kadar berbat bir şeydir ki... Adam haklıdır, ben de olsam aynı şeyi yapardım. Takibata lüzum yoktur. Zavallıyı serbest bırakınız''
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
4 Kasım 2008       Mesaj #35
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Düğün, O'nun varlığı ile son sınırına ulaşan bir neşe içinde geçmişti. Ata, ayrılmak üzere ayağa kalkınca kendisini uğurlamak için halk iki sıra diziliverdi. Sevecen bakışlarını sağa sola yönelterek yavaş yavaş ilerlerken bir yerde durakladı, sonra durdu, elini yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğunun başına uzattı. Çocuğun arkasında yer alan ve anası ile babası olduğu belli olan çifte yavaşça seslendi:
- "Öpeyim mi?"

Herkesi derinden duygulandıran bu isteği ana babanın nasıl yerinde bir minnetle karşıladıkları kestirilebilir.

Atatürk, çocuğu iki eliyle kaldırdı, öptü ve bıraktı. Fakat sahne bununla kapanmış olmadı.

Uyanık ve duygulu çocuk:
- "Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim." diye direndi.

Ata, belki de hiç ummadığı halde kendisine babalık mutluluğu tattıran bu içten davranışı, çocuğu bir daha yerden alarak yüzüne yaklaştırmakla karşıladı.

Bilmiyorum, halk bu dokunaklı sahneyi, gözleri yaşlı alkışlayarak kutlu kılarken, o çelik iradeli insanın da iki damla gözyaşını tutamadığını görebilmiş mi idi?
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
5 Kasım 2008       Mesaj #36
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Tanpınar, Erzurum Lisesi’nde Edebiyat muallimi iken, Atatürk Erzurum’a teşrif eder. Atatürk, tabiatı gereği doğal olarak Erzurum Lisesi’ne de uğrar. Protokolden sıyrılır, kanepesi kırık olan öğretmenler odasına girer. Orada bulunmakta olan Ahmet Hamdi Tanpınar’la uzun süre konuşur.

Tanpınar’a kim olduğunu, ne iş gördüğünü, Erzurum’da ne vakitten beri bulunduğunu, nerede okuduğunu ve hatta hocalarının kim olduğunu bile sorar.

Sonunda da ''ben yaptım oldu'' mantığı gütmeyen Atatürk, Tanpınar’dan; medreselerin kapatılmasını ve bunun halk üzerindeki tesiri hakkındaki fikrini almak ister.

Tanpınar, kendi deyişiyle, ses namına neyi varsa toplayarak:
- ''Medrese; misyonunu tamamlamış, tortu, kalıntı halinde bir müessese idi. Hayatta hiçbir müspet fonksiyonu yoktu. Kapatılmasının herhangi bir aksülamel doğuracağını zannetmiyorum'' der.

Atatürk, Tanpınar’ın bu cevabını onaylar mahiyette özet olarak tekrar eder ve ekler:
- ''Ama bu gibi şeyler belli olmaz… O kadar emin olmayın'' der.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
8 Kasım 2008       Mesaj #37
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda O'nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:
- ''Vatanımın toprağı temizdir, O elinizi kirletmez!'' diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
8 Kasım 2008       Mesaj #38
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlıydı ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- ''İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.''

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave
etti:
- ''Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.''

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
9 Kasım 2008       Mesaj #39
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor. Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var. Pehlivan çeki İş Bankası' na götürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para.

Ama Kurtdereli hala bekliyor.
- "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor.
- "Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar.
- "O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor.
- "Onda Atatürk'ümün imzası var." Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #40
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk 1936 yılında Ankara’da Rus Büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyonda Rusya Büyükelçisine bir soru soruyor.
- ''Cumhuriyet Bayramımız dolayısıyla sizin lideriniz beni niçin kutlamadı?'' O zamanın Büyükelçisi Karahan, Cumhurbaşkanları Kalinin kendilerini kutladığını söylüyor. Atatürk’ün cevabı müthiş;
- ''Sizin Cumhurbaşkanınız, aynı zamanda önderiniz midir?'' Cevap,
- ''Hayır''. Atatürk soruyor;
- ''Önderiniz kim?'' Cevap;
- ''Stalin''. Atatürk;
- ''Öyleyse, o beni kutlayacak. Ben ülkemin hem Cumhurbaşkanı, hem önderiyim. Kalinin değil, bana kutlama mesajını Stalin göndersin'' diyor.
Büyükelçi Karahan, Atatürk’ün Stalin’i doğrudan aramasını isteyerek, bu işe karışmak istemediğini söylüyor. Atatürk de bunun üzerine:
- ''Niçin ben ilk adımı atayım'' dedikten sonra, tarihi cümleler geliyor:
_ ''Ben bunu ancak eşit şartlarda yapabilirim. Eğer beni kabul ettiklerini hissediyorsam yapabilirim. Başka türlü işlerine evet diyemem. Sizin biliyorum, güçlü ve mekanize edilmiş büyük ordunuz var ve ondan korkmuyorum, sizlerden korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. Benim emretmem yeterlidir. Halkım arkamdan nereye isterse gelir. Ben çok zarar verebilirim, elbette bunu hiçbir zaman yapmam, çünkü benim sözüm, benim dostluğum gibi kutsaldır.''


NOT : Atatürk ile Büyükelçi’nin bu diyalogu “çok gizli” damgası ve “Stalin ile Molotov tarafından okunması” notu ile eklenerek Stalin’e sunulduğunu belirten Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Stalin’in Atatürk’ün sözlerini okuduktan sonra,
- ''Dostumuz, Atatürk’ün sözleri ilgiyle, dikkatle okunsun” dediğini kaydetti. Tural,
- ''O tarihlerde dünyanın yüreğini hoplatan Stalin’in Atatürk konusunda daima dikkatli olduğu, Atatürk ölünceye kadar Türkiye aleyhine hiçbir şeyi açıktan söylemediği gerekçesini, buradan aldığı hususunu arz ediyorum'' diye konuştu.


GAZETEPORT

Benzer Konular

19 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
13 Şubat 2016 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Kasım 2010 / yasinözcan Soru-Cevap
30 Kasım 2011 / Misafir Soru-Cevap
31 Mayıs 2015 / Kılıç Bey Mustafa Kemal ATATÜRK