Arama

Atatürk'ün Anıları - Sayfa 5

Güncelleme: 3 Aralık 2011 Gösterim: 434.712 Cevap: 67
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #41
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
İstanbul Üniversitesi’nde saat 9’u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir Alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
- ''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam''
Sponsorlu Bağlantılar
- ''Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın'' İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak
- ''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki'' der.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #42
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Gezi sırasında Konya’da iken (20-22 Mart 1923) bir söylevinin okunmasından sonra, Muhtar Bey’in
- ''Yaşasın Başkumandan'' sözleri üzerine,
Sponsorlu Bağlantılar
- '' Neden Mustafa Kemal demiyorsun da Başkumandan diyorsun?'' Muhtar Bey imalı bir edayla:
- ''Hele, diyor, ne olur ne olmaz, daha epey müddet şu ‘Başkumandanlık’ üzerinizde kalsın!''
Deminden beri şakalaşıp duran Gazi, derhal kartallaşıvermişti:
- ''Vay, sen beni Başkumandanlıktan mı kuvvet alır sanıyorsun?'' (Sesini tabiileştirerek) Dinle bak öyleyse sana bir anımı anlatayım: Hani ben Erzurum’da ordu müfettişliği nişanlarımı yakamdan atarak ‘ferdi millet’ kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen kumandan... (ismini söyleyecekti, söylemedi), ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı! Makamına gittim: ‘Paşa, paşa dedim, size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor, Mustafa Kemal veriyordu; o yine karşınızdadır, yazınız! Yazdı. Emir gideceği yere gitti. Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya kumandan düğmeye basıp da ‘Posta, bunu dışarı çıkarınız’ deseydi. (Sesi yine heybetleşerek) Fakat diyemezdi, karşısında Mustafa Kemal var, diyemezdi.”
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Kasım 2008       Mesaj #43
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk bir sabah Florya’dan dolmabahçe sarayına dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyaver’e:
- ''Sorunuz, tren var mı?'' diye emir veriyor.
O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanındakilerle trene biniyor. Karar anı verildigi ve tatbik edildiği için bu trene biniş hemen kimsenin nazarı dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör Ata’nin bulundugu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;
- ''Vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?''
Yanindakiler cevap verirler.
- ''Paşam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasız seyehat ederiz.
Ata hayretle:
- ''Bu imtiyazı hiç beğenmedim'' der. Çok ayıp ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçılık!
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
16 Kasım 2008       Mesaj #44
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk Hatay meselesi sırasında 1937 yılında Fransız elçisi (M. Ponceau) ile Ankara’da yapacağı görüşme öncesinde Sabiha Gökçen’e bir silah vererek, görüşmenin yapılacağı salona girip havaya iki el ateş ederek ’Hatay’ı sattırmayız, satanı affetmeyiz’ demesini öğütler.

"Sabiha Gökçen geliyor. Salonu basıyor. Silahını çekiyor, iki el havaya ateş ediyor ve diyor ki, ’Hatay’ı sattırmayız, satanı affetmeyiz’. Korumalar falan şaşkına dönüyor, çünkü hani Sabiha Gökçen’den öyle bir şey beklemiyorlar. Hiç kimsenin haberi yok. Korumalar atlıyor, polis geliyor, tutukluyorlar Sabiha Gökçen’i... Alıyorlar ve karakola götürüyorlar. Ve Atatürk dönüyor yanındaki Fransız elçisine,
- ''Görüyorsunuz, bu millet beni affetmez''. Atatürk, iletişim dehası aslında. Hem onun yarattığı etkiyi bir büyükelçinin üzerinde, tahmin edersiniz."

Bu olayın ardından Atatürk’ün emriyle Gökçen tutuklanmış ve hakim karşısına çıkmıştı. Gökçen, milli hislerinin galeyana geldiğini ve bunun için kimseden emir almadığını söylemiş sorgu sırasında, Atatürk’ün kız kardeşleri Makbule Hanım ile Semiha İnanç da silahlarını havaya boşalttıkları için adliyeye gelmişlerdi. Yasa gereğince, üç kadın 24 saat hapis cezasına çarptırıldı. Mesaj yerine ulaşmış ve Fransa, Türkiye’nin kararlılığını görmüştü.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #45
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Adana’dan Mersin’e, oradan Tarsus’a geçilir. (17-18 Mart 1923) Tarsus Çağlayanı’nın karşısındaki fabrika bahçesinde; Gazi çok keyiflidir... İsmail Habib, çevresindekilerin ve Mustafa Kemal’in kendisinden bir şiir okumalarını istemeleri üzerine, beğendiği şiirleri yazdığı not defterinden -nedenini bilmeksizin- Nazım Hikmet’in “Kırk Haramilerin Esiri” (yazılışı 1920) adlı şiirini okur:

''Dikkatli dikkatli dinledi ve şiir bitince, ne beğenmek ne beğenmemek; dakikalarca ve dakikalarca dalıp gitti. Anadolu kıyamının ilk dönemlerini sembolleştiren bu şiirde, vatanı temsil eden kahramanın bir kolu kesilir ve cellat öteki kolu da kesmek isterken, balta birdenbire esirin elinde parıldar. Şefin gözleri, belli, tek kollu o hayalete dalmıştı.
Tek kollu hayalet... Yahut ülke ülke parçalanan vatan... Neleri ve neleri düşünüyor? Belki daha üç dört gün önce, 'Kırk asırlık Türk yurdu' dediği ve karşı sahilden dağlarının silueti görünen Antakya’yı; belki doğduğu Selanik, belki o kadar iyi bildiği Türk Rumeli... Keşke okumasaydım''
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #46
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Bir öğle vakti
Bitmeyen enerji, kavuniçi bir top olmuş, trajik bir yangının küllerinden yeniden doğan şehrin ufuk çizgisinde, körfeze usul usul iniyor.
Rakının dibine vurma saati...
Takvimler, 1923'ü gösteriyor.
Adres, numara 248, Kordon...
Naim Palas... ikinci kat...
Cumbada oturuyor Mustafa Kemal.
Sevmez fazla yemeği.
Leblebi var yine önünde...
Garson titriyor. Çünkü çocuk, Rum.
Sesleniyor Gazi, şefkatli bir ses tonuyla...
Vre Dimitri' diyor, 'gel bakayım.'
Çocuk, 'buyur Pasam' diyor, ş'lere dili dönmeyen, kırık dökük Türkçesi'yle.
'Sizin Kosti' diyor... işgal sırasında izmir'e gelen Yunan Kralı Konstantin'i kastederek.. .
Sizin Kosti, geldi mi buraya?
Geldi pasam...
Oturdu mu bu masaya?
Oturdu Pasam.
Güneş batarken rakı içti mi?
içmedi Pasam.
Bu cevap üzerine rakısından bir yudum daha alır ve gülümseyerek sorar:
Eee.. o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye almış İzmiri?!
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
18 Kasım 2008       Mesaj #47
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra, Atatürk 23 aralık 1919 günü Hacıbektaş’a geliyor. Hacıbektaş Postnişi Cemalettin Çelebi' nin evinde gece misafir kalıyor. Yemekten sonra herkes yerine yatıyor. Atatürk ve Cemalettin Çelebi kapıya nöbetçi koyarak sabaha kadar konuşuyorlar.

Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi Mustafa Kemal Paşa’ya
- ''Paşa Hazretleri'' diyor,
- ''Cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancımız sonsuz. Yüce Allahın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz''

Cemalettin Çelebi’nin ‘Cumhuriyet’ kelimesini böylesine açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemalettin Çelebi’nin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor, kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle:
- ''O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla evet Çelebi Efendi Hazretleri'' diyor.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
19 Kasım 2008       Mesaj #48
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
- "Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
- ''İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti'' dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
- ''Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum'' diye ilave etti.
- ''Yorulmadınız mı, Paşam?'' diye sordum.
- ''Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
5 Aralık 2008       Mesaj #49
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kurtuluş ve Çanakkale Savasları'ndan sonra Atatürk'ü ziyarete gelen İngiliz Kralını Atatürk odasında karşılarken İngiliz Kralı sorar.
- "Tamam da tüm bu savaşların, zorlukların üstesinden gelerek nasıl böyle bir vatana sahip oldunuz?" diye. Atatürk cevap vermeden yaverini çağırır ve masada bulunan silahı göstererek yaverinin kendisini vurmasını emreder yaver hiç tereddütsüz silahı alır ve kafasına sıkar ama silah boştur.Atatürk yaverini göstererek
- ''İşte böyle.'' der.
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
2 Ocak 2009       Mesaj #50
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk bir okula gitmişti.her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk;bir kenara çekilmiş,ilgisiz gibi duruyordu bu durum Atatürk'ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
- ''Çocuğum,neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın?'' dedi.
Çocuk:
- ''Bir şeyim yok efendim'' dedi.Arkasını döndü, gözlerinden akan yaşları gizlice sildi.
Atatürk:
- ''Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum'' dedi.
Küçük çocuk,o vakit yaşlı gözlerini Atatürk'e çevirdi:
- ''Atam,seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin,gördük,sevindik. Ama artık sıramızı savdık.Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Ona ağlıyorum.''
Atatürk oradaki çocuklara baktı:
- ''Beni ne zaman görmek isterseniz,aynaya bakın.Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız.Bende sizin'' dedi

Benzer Konular

19 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
13 Şubat 2016 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Kasım 2010 / yasinözcan Soru-Cevap
30 Kasım 2011 / Misafir Soru-Cevap
31 Mayıs 2015 / Kılıç Bey Mustafa Kemal ATATÜRK