Arama

Belgeleriyle Osmanlı Hoşgörüsü

Güncelleme: 14 Mayıs 2011 Gösterim: 10.618 Cevap: 1
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Kasım 2008       Mesaj #1
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, yaklaşık 600 yıl 3 kıtada çeşitli milletlerden insanları barış içinde bir arada tutan Osmanlı hoşgörüsü ve adaletinin belgelere yansıyan örneklerini, ''Gökkubbe Altında Birlikte Yaşamak'' adlı kitapta topladı.

Sponsorlu Bağlantılar
Kitapta yer alan belgelere göre, Batılıların ''Muhteşem Süleyman'' olarak tanıdıkları Kanuni Sultan Süleyman, 1560'da beylerine, ''Her türlü vergiyi sadece kanunlar çerçevesinde toplattırasın. Hiçbir kimseye fazladan bir akça dahi aldırtmayasın'' emrini verirken, 2. Abdülhamid, 1894'te binlerce kilometre uzaklıktaki Amerika'da orman yangınlarından zarar görenlere 300 lira yardım gönderdi. Abdülaziz, Sivas'tan Rusya'ya göç eden 30 kadar Rum ailenin tekrar Osmanlı devletine dönmek istemeleri üzerine yol masraflarının karşılanması için emir verirken, Genç Sancağının Akçasırt Köyünden 13 Ermeni eşkıya, pişmanlıklarından dolayı 2. Abdülhamit tarafından affedilerek iskan edildi.

FATİH'İN HOŞGÖRÜSÜ...

Batılılara Osmanlı hoşgörüsünü ilk tanıtan padişahlardan Fatih Sultan Mehmet, 4 Nisan 1478 tarihli Bosna ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki fermanında şöyle seslendi: ''Ben ki, Sultan Mehmed Hanım... İhsan edip Bosna rahiplerine buyurdum ki; Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki, canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır.'' Fatih Sultan Mehmed, Kudüs ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki 29 Eylül 1458 tarihli fermanında da şöyle emir verdi: ''Makamıma gelip yüz sürerek ellerinde mevcut olan Hz. Peygamber ve Hz. Ömer'den bu yana Kudüs-ü Şerif'teki Hz. İsa'nın doğduğu Beytüllahm Kilisesi, Kamame Kilisesi v.b. kutsal mekanlar ile ilgili sahip oldukları hak ve imtiyazları yeniden talep eden Kudüs Rum patriği Atnasyos ve ruhbanlarına aynı imtiyazları verdim. Bunları kimse rencide etmesin. Kim ki, bu hükmün feshini murad ederse Allah'ın ve Resulünün hışmına uğrasın.''

''KİMSEDEN FAZLA VERGİ ALINMASIN''

Kanuni Sultan Süleyman ise 16 Ağustos 1560 tarihli fermanında, halktan fazla vergi toplanmamasını istedi. Kanuni'nin fermanı şöyle: ''Semendire Beyine hüküm ki, Huzur içinde yaşayan halkımdan hiç kimseye hiç bir zaman zulmedilmesine rızam yoktur. Vergi toplama görevinde bulunanların kanuna aykırı olarak halktan fazla akça aldıklarını işittim ve buyurdum ki; Her türlü vergiyi sadece kanunlar çerçevesinde toplattırasın. Hiçbir kimseye fazladan bir akça dahi aldırtmayasın. Dinlemeyenleri yazıp bildiresin...''

YORTU GÜNÜNE RASTLAYAN PAZARIN KALDIRILMASI

Abdülmecid, 30 Mart 1847 tarihli fermanında halkın rahatça ibadet edebilmesi için yortu gününe rastlayan pazarın başka günlere alınması için emir verdi. Abdülmecid fermanında, ''Yenişehir-i Fener'de öteden beri her hafta pazar, çarşamba ve cuma günleri kurulan pazarın, pazar günleri halkın yortu gününe rastlaması sebebiyle sadece çarşamba ve cuma günleri kurulması ve Defterhane-i Amire'deki kaydının da değiştirilmesi hususu emrim olmuştur'' dedi. 2. Abdülhamit ise 1895'te maddi sıkıntı içinde bulunan Ermeni Katolik Patrikhanesi'ne yardım yapılması için emir verirken, 3. Selim, çıkardığı fermanla İstanbul'da yaşayan Ermeni ve Rumların evlilikleri sırasında kanunsuz vergi alınmamasını istedi. 3. Selim, 14 Aralık 1793 tarihli fermanında, şöyle dedi: ''İstanbul ve civarında oturan Rum ve Ermenilerin evlilikleri esnasında resmi vergi ve harçlardan başka kanunlara aykırı yollardan akça talebiyle rencide edilmemelerine ve fakir halkın himayesine dikkat etmeniz hususunda fermanım sadır olmuştur. Buyurdum ki, emrime uyma konusunda son derece hassas ve dikkatli olasınız ve aksine hareket etmekten sakınasınız.'' Sultan 5. Mehmed Reşat da, 1914 tarihli yazısında, ''Beykoz'a bağlı Polonezköyü'nde Bezm'i Alem Valide Sultan Vakfı'na ait arsa üzerine okul, kilise ve çan kulesinin yapılmasına izin verdiğini'' bildirdi.

OSMANLI HOŞGÖRÜSÜNE SIĞINANLAR...

Osmanlı padişahları, topraklarına sığınan yabancılara da büyük hoşgörü ile yaklaştı. Sultan Abdülaziz, Horasan Hükümdarı'nın ilticasına ilişkin 1861 tarihli Erzurum Valisi'ne gönderdiği emirde şöyle dedi: ''Horasan hükümdarı iken otuz sene önce İran devleti tarafından Tebriz'e sürülen Muhammed Han, Osmanlı devletine sığınmak maksadıyla İstanbul'a gelmek üzere yola çıkmıştır. Bu gibi devlet adamlarına ikram ve ihsanda bulunmak yakışık alacağından kendisine en güzel şekilde yardımda bulunulması uygun olacağı görüşündeyim.'' Abdülaziz de 5 Eylül 1865 tarihli emrinde, ''Sivas'tan Rusya'ya göç eden 30 kadar Rum ailenin, tekrar Osmanlı devletine sığınmak istemeleri ancak maddi imkana sahip olmadıkları için kendilerine yol masrafı olarak Tiflis'teki Osmanlı devleti temsilcisi aracılığıyla ihtiyaçları olan paranın verilmesi''ni istedi.

İSPANYA VE PORTEKİZ'DEN KOVULANLAR...

Kitapta, İspanya ve Portekiz'den kovularak Osmanlı hoşgörüsüne sığınan Yahudilerin tahrir kayıtları da bulunuyor. 1519 tarihli tahrir kayıtlarında İspanya ve Portekiz'den kovulmalarıyla Osmanlı devletine iltica edip Edirne'ye yerleştirilen Katalan cemaatine ait 29 hane, Portekiz cemaatine ait 45 hane, Alman cemaatine ait 8 hane, İspanya cemaatine ait 42 hane, Bolye mahallesinden 33 hane ile Gerur cemaatinden haneler ile aile reislerinin isimlerine yer veriliyor.

ERMENİLERE GÖSTERİLEN HOŞGÖRÜ...


Paris'te A. Amadonu, Liyon Hıraçya, K. Mıhitarof, A. Kirkoryaniç, K. Milenyan, Y. Masisyan ve Ş. Kananyan adlı Ermeni komite reisleri, Osmanlı Sarayı'na gönderdikleri 1898 tarihli mektupta, yaptıklarından pişmanlıklarını şöyle dile getirdi: ''Bizler Ermeni milleti olarak, Osmanlı padişahlarının diğer tebaaya olduğu gibi Ermenilere de pek çok lütuf ve ihsanda bulunduklarına şahidiz. Zaten İslam ve Ermeni milletleri arasında eskiden beri dostluk münasebetleri mevcuttur. Bazı bozguncuların yalan sözlerine rağmen biz Osmanlı devletinin hizmetinde sadıkane çalışmaktan geri durmayacağız. Zira Osmanlı uyruğunda olmak, bizim için bir iftihar vesilesidir.'' Öte yandan 2. Abdülhamit, 1904 yılında Ermenilere gösterilen hoşgörünün bir örneğini daha sergiledi. Muş'un Akçasırt köyünden evlerini yakarak dağa çıkan 13 Ermeni pişmanlıkları dolayısıyla 2. Abdülhamit tarafından affedilerek iskan edildi.

FELAKET YAŞAYAN ÜLKELERE YARDIMLAR

Osmanlının hoşgörüsü, başka kıtalara da uzandı. 2. Abdülhamid, 18 Eylül 1894 tarihinde binlerce kilometre uzaklıktaki Amerika'da orman yangınlarından zarar görenlere 300 lira yardım gönderdi. Osmanlının bu yardımına karşılık, Washington Sefareti bir yazıyla teşekkürlerini bildirirken, bütün Amerikan gazeteleri de bu yardımdan övgü ile bahsetti. Abdülmecid, 1847'de İrlanda'da meydana gelen büyük kıtlık nedeniyle bu ülkeye cömert bir yardım yaparak diğer Avrupa devletlerine örnek olurken, 2. Abdülhamit 1900 yılında Hindistan'da kıtlık çeken halka Bağdat ve Basra'dan yeterli miktarda zahire satın alınarak gönderilmesi için talimat verdi.

''BİRLİKTE YAŞAMAK''

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay, kitaba ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı Devleti'nin yaklaşık 600 yıllık bir dönemde bünyesinde farklı din, millet, mezhep ve kültüre sahip bir insan topluluğunu adil bir yönetim anlayışıyla barış içinde yönetme kabiliyetini gösterdiğini söyledi. Osmanlı devletinin bu adil yönetimi sayesinde birbirinden çok farklı özelliklere sahip insanların, kendi dil, din ve kültürlerini serbestçe yaşayabildiklerini kaydeden Sarınay, şunları kaydetti: ''Bunun adı günümüz diliyle 'birlikte yaşamak'tır. Birlikte yaşamak demek, çok kültürlülük içinde birbirlerine hoşgörü gösterebilmesidir. Bugünün dünyasının temel sorunu olan bu konuda Osmanlı Devleti zengin bir tecrübeye sahiptir. İşte bu tecrübe, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığında belgeler ışığında hazırlanan 'Gökkubbe Altında Birlikte Yaşamak' isimli kitapla ortaya konulmaktadır.'' dedi.

pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
14 Mayıs 2011       Mesaj #2
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Hoşgörüsü

Sponsorlu Bağlantılar
Çağdaş dünyamızda en ideal bir yönetim biçimi telakki edilen demokrasi farklı anlayış kültür ve yapılara müsamaha ve tahammül gösteren örgütlenme hakkı veren bir sistem olarak görülmektedir. Müsamaha demokrasinin temel bir esasıdır. Zira müsamahanın olmadığı yerde demokrasilerden bahsetmek mümkün değildir.

Osmanlı yönetim anlayışı çağdaş demokrasilerin temel bir esas olarak belirlediği müsamahanın tüm sınırlarını zorlayacak bir yönetim anlayışını tesis etmişlerdir. Bu anlayış salt Osmanlı yönetim geleneğinin bir ürünü olmaktan çok İslâm’ın belirlediği ilkelerden kaynaklanmakta ve hicri birinci asırdaki uygulamalara dayanmaktadır. Zira Osmanlı hoşgörüsünün temelinde gönülden bağlı oldukları dinin böyle bir davranış biçimini emretmesi geliyordu.

Kur’anın bu konuda getirdiği ilkeler din ve vicdan hürriyetini esas tutmakta ve zor kullanarak insanları kendi şemsiyesi altında toplamayı kabul etmemektedir; “Dinde zorlama yoktur” Bakara suresi 256. “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacakmısın”. Yunus Suresi 99. Hz. Peygamber’in uygulamaları da bütün insanların Allah’a iman etmelerini arzu ettiği halde hoşgörü esası üzerine kurulmuştur; Medine sözleşmesinin 25. Maddesinde “Yahudilerin dinleri kendilerine Mü'minlerin dinleri kendilerinedir”.
Necran Hristiyanları ile yapılan sözleşmede de; "Onların mallarına canlarına dini hayat ve tatbikatlarına hazır bulunanlarına bulunmayanlarına ailelerine mabetlerine az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan her şeye şâmil olmak üzere Allah'ın himayesi ve Resulullah Muhammed'in zimmet'i Necranlı'lar ve onlara bağlı etraftakiler üzerine bir haktır. Hiç bir piskopos kendi dini vazife mahalli dışına hiç bir papaz kendi papazlık vazifesini gördüğü kilisenin dışına hiç bir rahip içinde yaşadığı manastırın dışında başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir". Hz. Peygamber'in Necranlı'lara gönderdiği bir diğer mektub şöyledi; ". Ne olursa olsun az olsun çok olsun ellerinde ne bulunduruyorlarsa kiliseleri ve manastırları kendilerine aittir. Allah'ın ve Resulunün zimmeti onlar üzerinedir. Hiç bir piskopos piskoposluk vazifesini gördüğü yerden hiç bir rahip kendi manastırından ve hiç bir papaz kendi kilisesinden alınıp bir başka yere gönderilmeyecektir. Onların ne hak ve hukuku ve ne de onların alışageldikleri hiç bir şey bir değişikliğe tabi tutulacaktır. Onlar samimiyetle hareket edip üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla ifa ettikleri müddetçe Allah'ın ve Resulunün zimmeti bunlar üzerine olacaktır. onlar ne bir zulme uğrayacaklar ve ne de kendileri başkalarına zulmedeceklerdir".

Hz. Peygamber’den sonraki uygulamalar da istisnaların dışında bu temel anlayış üzerine bina edilmiştir. Hz. Ömer’in Medain Hristiyanlar’ına verdiği taahhüdde “Hristiyan dini üzere olanlardan hiç bir kimse istemeyerek müslüman yapılmaya zorlanmaz” ilkesi yer alıyordu. Huzeyfe b. El-Yeman’ın Mah Dinar ahalisine verdiği emanda “bu emanı onların canları malları toprakları için vermiştir. Onların dinleri zorla değiştirilmez kendileriyle şeriatları arasına girilmez”.

Bu uygulama tarzı bütün İslâm tarihi boyunca yönetimlerin en fazla dikkat ettikleri bir husus olmuştur. Osmanlı yöneticileri de bu anlayışı devam ettirmekte tereddüd etmemişler kuruluşundan yıkılışına kadar bu ilkelere sadık kalmışlardır. Zira Osmanlı farklı uygulamalara yönelmiş olsaydı bu gün var olan kültürel ve etnik yapıların pek çoğu Osmanlı kimliğinin geniş potası içinde erimesi kaçınılmazdı.

Osmanlılar fethettikleri topraklarda yaşayan farklı dinlere mensup insanların İslâm dinine girmeleri yönünde baskı uygulama bir tarafa bu insanların inanç ve vicdan hürriyetlerini koruma altına almışlardır. Üstelik birinin diğerine baskısına da müsamaha etmemiştir. Bu konuda Kudüs’de dini konular yüzünden çıkan gayr-ı Müslimler arasındaki anlaşmazlıkta devletin hakem rolünü üstlendiğini bir örnek olarak zikredebiliriz. Osmanlı Devleti’nde uygulamaya konulan millet sistemi gereği olarak Gayr-ı Müslim Osmanlı vatandaşlarının dini işlerine hiç bir zaman müdahale edilmemiş ve bu sebeple din ve milliyetlerini korumaları mümkün olmuştur.

Daha Osman Bey zamanında bile gayr-ı Müslimlerin hak ve hukukları koruma altında idi. Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alişir’in tebasından bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine bağlı bir Hıristiyan arasında vukubulan anlaşmazlıkta Osman Bey Hıristiyan lehine hüküm vermiş idi. Daha sonraki tarihler için de buna benzer yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Günümüze kadar intikal eden Şer’iye Sicilleri ve diğer arşiv kaynakları buna şehadet etmektedir. Hiç bir gayr-ı Müslim dini yüzünden haksızlığa uğramamış kanun önünde eşit statüsü korunmuştur. İdarecilerin de gayr-ı Müslim tebaya yönelik haksızlıkları ilgili merciler tarafından anında ber taraf edilmiştir. Bosna ruhbanlarına ve Galata Cenevizlilerine verilen emannameler de Osmanlı Devleti’nde din ve ırk farklılığından dolayı temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmaya gidilmediğinin en bariz örnekleridir. Semt pazarlarının günü bile bu kesimin dini günlerine gelmemesine çalışılarak mağdur olmaları önleniyordu. Bilecik’de semt pazarının günü mahalli idare tarafından Pazartesi’nden Pazar gününe alındığında dini günlerine rast geldiğinden gayr-i Müslimlerin vaki şikayeti üzerine tekrar merkezi idare tarafından Pazar gününe alınmıştır. Benzer bir hadise 1817’de Adapazarı’nda vukubulmuştur. Kurulan semt pazarı reayanın tatil ve dini günü Pazar gününe geldiğinden bunun Cumartesi gününe alınması için merkezi hükümet mahalli idarecilere talimat gönderiyordu.

Osmanlı gerek din gerek etnik açıdan mozaik bir yapıya sahiptir. Ülkenin egemenlik sahası içerisinde müslümanların dışında katoliklerden; Latinler Katolik Ermeniler Katolik Gürcüler Katolik Süryaniler Kildaniler Maruniler KıptilerKatolik Rumlar katolik olmayanlardan Ortodokslar Gregoryenler Nasturiler Yakubiler Melkitler MandeilerMusevilerden ; Rabbaniler Karailer Samiriler ve ayrıca Sabiiler bulunuyordu.

Gayr-ı Müslimlerin etnik olarak dağılımı ise şöyledir; Rumlar Yunanlılar Bulgarlar Pomaklar Sırplar HırvatlarKaradağlılar Bosnalılar Arnavutlar Macarlar Polonyalılar Çingeneler Ermeniler Gürcüler Süryaniler KildanilerAraplar (Maruni Melkit vs) Yahudiler Romenler Türkler (Gagavuzlar) Kıptiler Habeşler.

Ulaşım ve iletişim teknolojisinin günümüzün sınırlarına bile ulaşmadığı çağlarda bu kadar etnik ve dini farklılıklara sahip gayr-ı Müslim toplulukların idaresi Osmanlı yönetiminin hoşgörüsü ve müsamahası ile mümkün olmuştur.

Osmanlı hoşgörüsü konusuna değinen Gibbons; “Yahudiler’in toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar idareleri altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseleri barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Onların müsamahakarlığı ister siyaset ister halis insaniyet duygusu isterse lakaydi neticesi meydana gelmiş olsun şu vak’aya itiraz edilemezki Osmanlılar yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet umdesini temel taşı olmak üzere vaz etmiş ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta’zibatı ve Engizisyona resmen resmen yardım mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hıristiyan ve MüslümanlarOsmanlıların idaresi altında ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı” der.

Batılı pek çok seyyah ve tarihçinin kaleminden Osmanlı hoşgörüsüne dair yazılan daha pek çok örnek bulmak mümkündür. Hatırı sayılır bir ilim adamı olan Brockelman Osmanlı hoşgörüsüne dair şöyle diyor; Müslüman Türklerfetihler esnasında isteselerdi Hristiyanları tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulundukları din buna müsaade etmez. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed nasıl ki daha önceleri dedeleri kendi kilise teşkilatında serbest bırakmak suretiyle Bulgarları rahatsız etmedilerse o da dini eski gelenekle tanınmış İslâmi devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortokos Rum ruhani sınıfının silsile-i meratibini bütün selahiyetleriyle tanıdı. Hatta oHristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle kilisenin nüfuzunu artırdı bile”.

Kemahlı Rahib Grigor 1595-1640 yıllarını kapsayan kronolojisinde Sultan I. Ahmed'den şöyle bahsetmektedir; "Sultan Ahmed sulhsever şefkatli dindar ve Hıristiyanlara karşı muhabbetli bir padişah idi. Vezirlerden biriErmenileri kürek akçesi vergisine tabi kıldığı vakit cami inşaatında çalışmakta olan Ermeniler padişaha şikayet ettiler. Alınan para padişah iradesiyle geri verildikten maada sözü geçen vezirin kellesinin uçurulmasına ramak kaldı. Padişah papazları çağırarak ne kadar para alındığına dair makbuzları sordu ve vergilerin geri verilmesini irade etti. Padişah emri ifa edilerek verilen para son puluna kadar geri alındı".

II. Mahmud’un 1837 yılında Şumnu’da yaptığı bir konuşma Osmanlı sultanlarının gayr-ı Müslim topluluklara bakışlarını ve takındıkları hoşgörülü tavrı yansıtan iyi bir örnektir;

“Siz Rumlar siz Ermeniler ve siz Yahudiler hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim teba’amsınız. Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin. Bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve refahınızdır”.

Bu konuşma metninden de anlaşıldığı üzere Osmanlı’nın siyasi hakimiyet sahası içerisinde bulunan tebanın güvenliği ve hukukunun korunması esastır. Her iki ilkenin gerçekleşmesi bir tarafta barışı mümkün kılıyor diğer tarafta hoşgörülü davranmayı sağlıyordu.

Doç. Dr. Said ÖZTÜRK
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

24 Temmuz 2016 / Misafir Cevaplanmış
26 Mayıs 2011 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
6 Nisan 2010 / ThinkerBeLL Osmanlı İmparatorluğu
27 Haziran 2012 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
21 Şubat 2010 / Misafir Cevaplanmış