Arama

Osmanlı'da Teknoloji - Sayfa 3

Güncelleme: 9 Ağustos 2011 Gösterim: 123.109 Cevap: 41
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #21
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
Ali Kuşçu0000-...Biyografi Onbeşinci yüzyılda yaşamış olan önemli bir astronomi ve matematik bilginidir. Babası Timur'un (1369-1405) torunu olan Uluğ Bey'in doğancıbaşısı idi. "Kuşçu" lâkabı buradan gelmektedir.

Sponsorlu Bağlantılar
Ali Kuşçu, Semerkand'da doğmuş ve burada yetişmiştir. Burada bulunduğu sıralarda, Uluğ Bey de dahil olmak üzere, Kadızâde-i Rûmî (1337-1420) ve Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî (?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri almıştır. Ali Kuşçu bir aralık, öğrenimini tamamlamak amacı ile, Uluğ Bey'den habersiz Kirman'a gitmiş ve orada yazdığı Hall el-Eşkâl el-Kamer adlı risalesi ile geri dönmüştür. Dönüşünde risaleyi Uluğ Bey'e armağan etmiş ve Ali Kuşçu'nun kendisinden izin almadan Kirman'a gitmesine kızan Uluğ Bey, risaleyi okuduktan sonra onu takdir etmiştir.

Ali Kuşçu, Semerkand'a dönüşünden sonra, Semerkand Gözlemevi'nin müdürü olan Kadızâde-i Rûmî'nin ölümü üzerine gözlemevinin başına geçmiş ve Uluğ Bey Zîci'nin tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Ancak, Uluğ Bey'in ölümü üzerine Ali Kuşçu Semerkand'dan ayrılmış ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitmiştir. Daha sonra Uzun Hasan tarafından, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacı ile Fatih'e elçi olarak gönderilmiştir.

Bir kültür merkezi oluşturmanın şartlarından birinin de bilim adamlarını biraraya toplamak olduğunu bilen Fatih, Ali Kuşçu'ya İstanbul'da kalmasını ve medresede ders vermesini teklif eder. Ali Kuşçu, bunun üzerine, Tebriz'e dönerek elçilik görevini tamamlar ve tekrar İstanbul'a geri döner. İstanbul'a dönüşünde Ali Kuşçu, Fatih tarafından görevlendirilen bir heyet tarafından sınırda karşılanır. Kendisi için ayrıca karşılama töreni yapılır. Ali Kuşçu'yu karşılayanlar arasında, zamanın ulemâsı İstanbul kadısı Hocazâde Müslihü'd-Din Mustafa ve diğer bilim adamları da vardır. İstanbul'a gelen Ali Kuşçu'ya 200 altın maaş bağlanır ve Ayasofya'ya müderris olarak atanır. Ali Kuşçu, burada Fatih Külliyesi'nin programlarını hazırlamış, astronomi ve matematik dersleri vermiştir. Ayrıca İstanbul'un enlem ve boylamını ölçmüş ve çeşitli Güneş saatleri de yapmıştır. Ali Kuşçu'nun medreselerde matematik derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur. Verdiği dersler olağanüstü rağbet görmüş ve önemli bilim adamları tarafında da izlenmiştir. Ayrıca dönemin matematikçilerinden Sinan Paşa da öğrencilerinden Molla Lütfi aracılığı ile Ali Kuşçu'nun derslerini takip etmiştir. Nitekim etkisi onaltıncı yüzyılda ürünlerini verecektir.

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih'e sunulduğu için Fethiye adı verilen astronomi kitabıdır. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm Yer'in şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, Yer'e ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir. Döneminde hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir elkitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu'nun diğer önemli eseri ise, Fatih'in adına atfen Muhammediye adını verdiği matematik kitabıdır.

Eserleri

Ali Kuşcu'nun özellikle, matematik ve astronomi ile ilgili eserleri, gerçek ilmi kişiliğini ortaya koymaktadır. Bu eserlerinin adları şunlardır;

Risale-i fi'l Hey'e (Astronomi Risalesi)

Risale-i fi'l Fehiye (Fetih Risalesi)

Risale-i Hisap (Aritmetik Risalesi)

Risale-i Muhammediye (Cebir ve Hesap konularından bahseder)

Tecrid'ül Kelam (Sözün Tecridi)

Risale-i Adu diye Unkud-üz zvehir fi Man-ül Cevahir (Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım) Vaaz İstiarad

spacer - id4 lite brown linespacer
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #22
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
: Takuyiddini
berti
Sponsorlu Bağlantılar
Takuyiddini
Insanlarin gökyüzüne ilgi duymalari zamanin çok eski dönemlerine rastlasa da bu ilginin bilimsellikten uzak ortamlarda, daha çok gelecekle ilgili kehanetlerde bulunmak ya da olacaklariönceden kestirmek amaciyla gelistirildigini biliyoruz. Bilimsel bilgi birikimi artana ve dogayla ilgili yeterli veri elde edilene kadar geçen sürede düsünürler, Dünya'yla Ay ve Günes gibi yakin gökcisimleri arasindaki iliskiyi ve bunlarin Evren içindeki konumunu açiklamaya yönelik birçok yanlis görüs ileri sürmüslerdi.Bütün bu yanilgilari düzelten ilerlemeler 1500'lü yillarda saglandi. 1500'lü yillarin Avrupa'sinda astronomi ve bilim dünyasindaki en önemli gelismelerden biri hiç kuskusuz, Polonyali Copernicus'un De Revolutionibus adli eserini yayinlamasi olmustur. Copernicus'un ileri sürdügü heliosantrik sistem (Günes merkezli gezegenler sistemi) gökbilimde yeni bir çigir açmakla kalmamis, Kilise'nin bilim üzerindeki dogmalara dayali denetim gücünü de temelinden sarsmisti. Yine de Copernicus'un ileri sürdügü görüsün kuskuyla karsilanan taraflari vardi. Cevaplanamayan sorular Dünya'nin nasil rüzgâr yaratmadan dönebildigi ve Dünya'nin dönmesine ragmen havaya atilan bir cismin nasil ayni noktaya düstügüydü. Bu sorularin cevaplari Copernicus'tan sonra gelen Kepler, Galile ve Newton tarafindan verildi.

16. yüzyilda Avrupa'da bu gelismeler olurken, konu hakkinda yeterli arastirma olmadigindan, gökbilimin Osmanli Imparatorlugu'ndaki durumuna iliskin bilgiler açik degildir. Islam dini, namaz vakitlerini belirlemek için Günes ve Ay'in konumlarini temel almisti. Ancak, kible yönünün saptanmasi ve sivil takvimin olusturulmasi için gökbilim gözlemlerinden ve ölçümlerinden yararlanilmistir. Böylece, Islam devletlerinde rasathane kurumlari olusmus ancak, yasamlarini fazla sürdürememislerdir. Islam devletlerinde rasathanelerin yasamlarinin hep kisa olmasinin ilk nedeni, kurumlarin birincil amaçlarinin günlük yasayisa iliskin sorunlari çözmek olmasidir. Takvimin olusturulmasindan ve kible yönüyle ilgili gerekli saptamalarin yapilmasindan sonra rasathanelerin birincil amaci da ortadan kalkmis oluyordu. Gökbilim çalismalarinin kurumsallasip devlet politikasi haline getirilmemesi de rasathanelerin kisa ömürlü oluslarinin ikinci nedeniydi. Islam devletlerinin yönetimlerinde meydana gelen degisiklikler rasathanelerle ilgili politikalarin da degismesine neden oluyor, rasathaneler ilgisizlik ve ödenek yetersizliginden gözlemlere kapaniyordu.




1500'lerin gökbilim çalismalari konusundaki arastirmalarin yetersizligine bakarak, Osmanli Imparatorlugu'nda gökbilimle ilgili hiçbir çalisma yapilmadigini ileri sürmek dogru olmaz. Ne yazik ki, bu çalismalarin çogu ya baska yapitlardan yapilmis derlemeler ya da çevirilerdir. Bu derleme ve çeviriler arasinda Seydi Ali Reis'in Muhit adli yapiti önemli bir yer tutar. On bölümden olusan yapitin bes bölümünde cografya ve gökbilimle ilgili bilgiler aktarilmistir. Yapitta, 1. Bölüm: Yön bulma, azimut ve yildizlarin yüksekliklerinin hesaplanmasi, 2. Bölüm: Zaman hesabi, takvim, Ay'a ve Günes'e bagli tanimlanan. yillar, 5. Bölüm: Denizcilikte bazi önemli yildizlarin dogmalari, batmalari ve adlari, 7. Bölüm: Önemli limanlarla adalarin enlemleri, 8. Bölüm: Gökbilime ait bilgiler ve bazi limanlar arasindaki uzakliklari konu alir. Önemli diger bir yapit da Mustafa Zeki imzasiyla çevirilmis Süllemü's Semâ'dir. Bu yapitta gökbilimle ilgili açiklamalarin yani sira bazi gök cisimlerinin Dünya'dan uzakligi da yer alir.

Takiyüddin ve Tyco Brahe
16. yüzyilda gökbilim çalismalari bu düzeylerde sürdürülürken, Avrupa ve Osmanli'da rasathane kuran iki çagdas gökbilimci ortaya çikar. 1546- 1601 yillari arasinda yasayan Danimarkali Tyco Brahe, kral II. Frederick'i ikna ederek Hveen adasinda 1576 yilinda ortaçag sonrasinin ilk rasathanesini kurdu.

Tyco Brahe, Copernicus'un Günes merkezli gezegenler görüsünü destekleyenlerden bir noktada ayriliyordu. Brahe'ye göre, Dünya hareketsizdi ve Günes'le Ay Dünya'nin etrafinda, gezegenler de Günes'in etrafinda dönüyorlardi. Brahe kendi gözlemevinde kullandigi, döneminin en gelismis aletleriyle duyarli gözlemler yaparak gökcisimlerinin koordinatlarini saptamakla kalmadi, nova ve kuyruklu yildizlari da gözledi. O'nun yaptigi gözlemler ve elde ettigi bulgular, Kepler'in ünlü kanunlarini gelistirmesine ve günümüzün Günes Sistemi modelini kurgulamasina neden oldu. Brahe, 1563 yilinda Jüpiter ve Satürn kavusum gözlemelerini içeren Tabulae Prutenicae adli katalogunu yayinladi. 1577 yilinda görülen kuyrukluyildizi da inceledi ve Liber de Cometa adli yapitini yazdi.

Tyco Brahe, Copernicus sistemini reddetmesine ve astrolojiye inanmasina karsin 16. yüzyilin en önemli gökbilimcilerinden biri olarak kabul edilir. Brahe'nin kurdugu rasathane, rasathanesinde kullandigi ölçüm araçlari ve yaptigi ölçümler bilim tarihi açisindan son derece önemlidir. Çünkü, Tyco Brahe Hveen adasindaki çalismalarini sürdürürken, çagdasi bir gökbilimci de Istanbul'da çalismalarini sürdürmekteydi.

1521 yilinda Sam'da dogan Takiyyüddin, Misir ve Sam'da döneminin taninmis hocalarindan fikih, hadis ve tefsir dersleri aldiktan sonra ders vermek üzere yine Misir'a atandi. Bundan sonra Takiyüddin iki kez Istanbul'a gitti ve yine Misir'a döndü. Istanbul'a ilk gidisinde Ali Kusçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kisilerle dostluk kurdu ve bilgisini artirdi. Müderris olarak geri döndügü Misir'dan ikinci kes Istanbul'a geldi. Edirnekapi'daki Medreseye atanmasina karsin kabul etmeyerek tekrar Misir'a döndü. Misir'da kadilik yapmakta olan Abdülkerim Efendi, eski gökbilimcilerden kalma risaleleri verdigi Takiyüddin'e gerekli gözlem aletlerini ve aletlerin yapimlarina iliskin bilgileri de vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sagladi. Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinligini artiran Takiyüddin 1570 yilinda üçüncü kez Istanbul'a geldi.

Takiyüddin'in Istanbul'a yerlestigi 1570 yilina kadar, gökbilimle ilgilenmek amaciyla rasathane kurulmamis oldugundan, gökbilimle ilgili bilgiler eskiden kalma Arapça ve Farsça kitaplardan ögrenilmekteydi. Gözlemle ilgili hesaplar da eskiden hazirlanmis olan gözlem kataloglarindan yararlanilarak yapiliyordu. Bu gözlem kataloglarina dayanilarak yapilan hesaplar dogru sonuçlar vermekten uzakti. Yeni bir gözlem katalogu düzenlenmesi için bir rasathane kurulmasi gerekiyordu. Takiyüddin, matematik ve gökbilim konusundaki yetenegine büyük önem veren Hoca Sadettin Efendi'nin yardimlariyla Padisah III. Murat'tan rasathanenin kurtulmasi için izin, yer ve ödenek aldi. Kendiside rasathanenin müdürlügüne atanarak insasina da nezaret etmekle görevlendirildi. Bugün, Cihangir Tophane sirtlarinda kurulmus olan Istanbul Rasathanesi'nin yapimina kesin olarak ne zaman baslandigina dair kanit niteliginde her hangi bir belge bulunmamasina karsin, rasathanenin aletleri ve yapimi tamamlanmamis da olsa 1575-1580 yillari arasinda gözleme açik oldugu kesindir.

berti
Takiyüddin’in Ondalik Kesirleri Trigonometri ve Astronomiye Uygulamasi Remzi Demir Bilindigi gibi, Türk bilim tarihine iliskin arastirmalarin yetersiz olmasi, Türklerin tarihlerinin hiçbir döneminde bilgin yetistirmedikleri gibi yanlis bir anlayisin dogmasina ve yayilmasina neden olmustur; "Türklerin kalem ehli degil ama kiliç ehli olduklari" biçiminde özetlenen bu anlayis, son yillarda özellikle EI-Hârezmî, Abdülhamid ibn Türk, Fârâbî, Ibn Sinâ, Ulug Bey ve Ali Kusçu gibi bilginlerin yapitlari üzerinde yapilan arastirmalar sonucunda sarsilmissa da yikilmamistir. Bu yazinin konusu olan ve XVI. yüzyilda Istanbul Gözlemevi’ni kurarak gözlemler yapan Taküyiddin ibn Manif (1521-1585) yukaridaki bilginler kadar da taninmamaktadir; ancak matematik, astronomi ve optik konularinda yazmis oldugu yapitlar incelendiginde onlardan hiç de asagi kalmadigi görülmektedir. Ondalik kesirleri, Ulug Bey’in Semerkant Gözlemevi’nde müdürlük yapan Giyâsüddin Cemsid el-Kâsî’nin Aritmetigin Anahtari (1427) adli yapitindan ögrenmis olan Takiyüddin’e göre, el- Kâsî’nin bu konudaki bilgisi, kesirli sayilarin islemleriyle sinirli kalmistir; oysa ondalik kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diger dallarina da uygulanarak genellestirilmesi gerekir. Acaba Takiyüddin’in ondalik kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlilarin kullanmis olduklari hesaplama yöntemlerini, yani Hint Hesabi denilen onluk yöntemle Müneccim Hesabi denilen altmislik yöntemi tanitmak maksadiyla yazmis oldugu Aritmetikten Beklediklerimiz adli çok degerli yapitinda Takiyüddin, ondalik kesirleri altmislik kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten sonra, dokuz baslik altinda, ondalik kesirli sayilarin iki katinin ve yarisinin alinmasi, toplanmasi, çikarilmasi, çarpilmasi, bölünmesi, karekökünün alinmasi, altmislik kesirlerin ondalik kesirlere ve ondalik kesirlerin altmislik kesirlere dönüstürülmesi islemlerinin nasil yapilacagini birer örnekle açiklamistir. Ancak Takiyüddin’in tam sayi ile kesrini birbirinden ayirmak için bir simge kullanmadigi veya gelistirmedigi görülmektedir; örnegin, 532.876 sayisini, "5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Ondabirler 7 Yüzdebirler 6 Bindebirler" biçiminde veya "532876 Bindebirler" biçiminde sözel olarak ifade etmekle yetinmistir. Takiyüddin, bu yapitinda göksel konumlarin belirlenmesinde kullanilan altmislik yöntemin hesaplama açisindan elverisli olmadigini bildirir; çünkü altmislik yöntemde, kesir basamaklari çok olan sayilarla çarpma ve bölme islemlerini yapmak çok vakit alan ****** ve güç bir istir; bugün kullandigimiz onluk çarpim tablosuna benzeyen altmislik kerrat cetveli bile bu güçlügün giderilmesi için yeterli degildir. Oysa onluk yöntemde, kesir basamaklari ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme islemleri kolaylikla yapilabilecegi için, Ay ve Günes’in yaninda gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tablolari düzenlemek ve kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktir. Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan Takiyüddin, açilari veya yaylari ondalik kesirlerle gösterirken, bunlarin trigonometrik fonksiyonlarini altmislik kesirlerle gösteremeyecegini anlamis ve ondalik kesirleri trigonometriye uygulamak için Gökler Bilgisinin Siniri adli yapitinda birim dairenin yariçapini 60 veya 1 olarak degil de, 10 olarak aldiktan sonra kesirleri de ondalik kesirlerle göstermistir. Zâtü’l- Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanitirken, "Bir cetvelin yüzeyini altmisli sinüse göre, digerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarinin hesaplanmasina uygun düsecek sekilde kolaylastirip, yararliligini ve olgunlugunu arttirdigim onlu sinüse göre taksim ettim." demesi bu anlama gelir. Takiyüddin, ondalik kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasil uygulanabilecegini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yilinda bitirmis oldugu Sultanin Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarinin Yorumu adli katalogunda uygulamaya geçmistir. Istanbul Gözlemevi’nde yaklasik bes sene boyunca yapilmis gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diger kataloglarda oldugu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnizca ortaçag Islam Dünyasi’nda Batlamyus adiyla taninan Ptolemaios’un kurmus oldugu Yermerkezli sistemin ilkelerine uygun olarak belirlenmis gezegen konumlarini gösterir tablolara yer verir. Takiyüddin, 1584 yilinda Istanbul’da tamamlamis oldugu Inciler Toplulugu adli baska bir yapitinda, son adimi atmis ve birim dairenin yariçapini 10 birim almak ve kesirleri, ondalik kesirlerle göstermek kosuluyla bir Sinüs -Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant - Kotanjant Tablosu hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanimina sunmustur. Eger Takiyüddin bu tablolari hazirlarken birim uzunlugu 10 birim olarak degil de, 1 birim olarak benimsenmis olsaydi, bugün kullanmakta oldugumuz sisteme ulasmis olacakti. Bati’da ondalik kesirleri kuramsal olarak tandan ilk müstakil yapit, Hollandali matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafindan Felemenkçe olarak yazilan ve 1585’de Leiden’de yayimlanan De Thiende’dir (Ondalik). 32 sayfalik bu kitapçikta, Stevin, sayilarin ondalik kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna gitmis ve ondalik kesirleri, uzunluk, agirlik ve hacim gibi büyüklüklerin ölçülmesi islemlerine uygulamistir. Ancak, De Thiende’de ondalik kesirlerin trigonometri ve astronomiye uygulandigina dair herhangi bir bulgu yoktur. Bu durum, Takiyüddin’in yapmis oldugu arastirmalarin matematik ve astronomi tarihi açisindan çok önemli oldugunu göstermektedir.
Rasathanede Kullanilan Ölçüm Araçlari
Takiyüddin'in Istanbul Rasathanesi'nde ölçüm yapmak için kullandigi belli basli dokuz alet insa ettigi saptanmistir. Bunlardan Zâ-tül-Halâk gökcisimlerinin ekliptige göre enlem ve boylamlarinin bulunmasinda kullanilmaktaydi. Bu aletin ilk tanimi usturlap adiyla Batlamyus'un Almagest'inde verilmistir. Takiyüddin'de bu aleti özgün halindeki gibi alti halkali olarak düzenlemistir. Bunlardan ikisi esit çaptadir ve birbirlerine dik olarak sabitlenmislerdir. Birbirine dik olan bu halkalardan biri ekliptigi digeri kutuplar halkasini belirtir. Aletin üzerine küçük boylam halkasi, büyük boylam halkasi, meridyen halkasi ve enlem halkasi olarak adlandirilan dört halka daha takilir ve enlem halkasinin yüzeyine iki dogrulayici yerlestirilir. Zât-ül-Halâk'la Günes ve Ay ufuk çizgisi üzerinde bulundugu zaman gözlem yapilarak Ay'in ekliptikteki enlem ve boylami, saptanabilir. Zât-ül-Halâk kullaniminda asil güçlük, gözlem aninda aleti gökyüzündeki konumuna oturtmaktir. Yildizlarin ekliptik enlem ve boylamlarini saptamak için zodyak üzerindeki takimyildizlara ait bazi yildizlarin ekliptikal boylamlarinin bilinmesi gerekir.
Takiyüddin'in rasathanede kullandigi önemli araçlardan biri de L****'dir. L**** basit olarak çeyrek daire seklindedir ve gökcisimlerinin meridyen, dogrultusunda yüksekliklerini ölçmekte kullanilir. Bu aletle gökcisimlerinin ekvatoral koordinatlari saptanabilir. Takiyüddin ortaçag boyunca kullanilan L****'nin bir varyasyonunu kendisi için insa etmistir. Takiyüddin L**** yardimiyla gökcisimlerinin yüksekligini gözleyerek, gözlem yerinin enlemi bilindiginden gökcisminin deklinasyonunu ve Günes'in meridyen düzleminde en büyük ve en küçük yüksekligini gözleyerek de ekliptigin egimini hesaplamistir.
Takiyüddinin kullandigi üçüncü aletin adi Zâtü's-Semt ve’l-Irtifâ’dir. Bu alet eski Islam gökbilimcileri tarafindan Sam’da da kullanilmistir. Zâtü’s-Semt ve’l-Irtifâ, silindirik bir kule üzerine yatay bakir bir halka ve bu halkanin üzerine ayni çapli bakirdan dikey bir yarim halka konulmasiyla elde edilir. Bu bakir yari halkanin üzerinde derece ve dakika bölümleri isaretlenmistir. Yatay halka da baslangici meridyende olmak üzere 360 dereceye bölünmüstür. Yarim halkanin merkezindeki bir eksen etrafinda dönebilen ve yatay halka üzerinde kayabilen ikiser delikli iki küçük dogrulayici bulunur. Zâtü’s- Semt ve’l-Irtifâ’yla günes gözleniyorsa, cetvel yari halka, yari halka da yatay halka üzerinde kaydirilarak alet, Günes isinlari yari halkanin merkezine düsecek biçimde ayarlanir. Bu yöntemle gözlem zamani için Günes’in yüksekligi yari halka üzerinden ve azimutu da yatay halka üzerinden okunur.

berti
Zâtü’s- Semt ve’l- Irtifâ ortaçag gökbilimcilerinin gelistirdigi bir araçtir. Bu alet günümüzde kullanilmakta olan teodolitin ilkel ve büyük boyutlu halidir. Alet gökcisimlerinin her konumunda kullanilabilmektedir. Takiyyüddin Zâtü’s- Semt ve’l- Irtifâ’yi Merkür ve Venüs gezegenlerinin Günes’ten en uzakta bulundugu zamanki konumu ile diger gökcisimlerinin yükseklik ve azimutlarini bulmakta kullanmistir.

Zat-ü’s- su’beteyn Takiyüddin’in kullandigi dördüncü alettir. Alet olusmaktadir. Ilk cetvel, bulunan eksenler etrafinda dönebilecek sekilde düseylestirilir. Cetvelin üst ucunda bir çiviye asilan çekül yardimiyla düseyligi kontrol edilir. Ikinci cetvel birincinin üst ucuna takilmistir. Böylece hem düsey düzlem içinde rahatça hareket edebilir hem de birinci cetvel boyunca açilmis oyuga girebilir. Bu cetvel üzerinde gözlemi kolaylastirici iki dogrulayici bulunur. Üçüncü cetvel ikincinin aksine birinci cetvelin alt ucuna baglanmistir. Ikinci cetvel ölçüm için hareket ettirildiginde, üçüncü cetvel de onunla birlikte ve ayni düzlemde hareket eder. Ikinci cetvelin hareketi sirasinda alt uç, üçüncü cetvel üzerindeki bölümlü yüzeyde hareket eder ve üç cetvel bir üçgen olusturur. Üçüncü cetvel diger iki cetvelden daha uzundur. Birinci ve ikinci cetveller birbirlerine dik hale geldiklerinde, üçüncü cetvel hipotenüs konumundadir. Takiyüddin Zât-ü’s- su’beteyn’i betimlerken bazi bilim adamlarinin üçüncü cetvel yerine bir daire yayi kullandiklarini ancak, cetvelin daha kullanisli oldugunu belirtiyor.

Rasathane’de kullanilan aletlerden besincisi Rub-i mistar’dir. Aletin sekli dörtte bir dairedir. Aletin tahta oldugunu anlatabilmek için Rub-u Deffe (tahta kuadrant) adi verilmistir. rub- i mistar’i yapmak için 4,5 m uzunlugunda üç tahta cetvel alinir. Bunlardan ikisi aralarindaki açi 90° olacak sekilde uç kisimlarindan birbirine eklenir. Yariçapi 4,5 m olan dörtte bir çember yayiyla bosta kalan iki uç birlestirilir ve üçüncü cetvel bir ucu daire yayinin orta noktasinda, bir ucu kuadrantin tepe noktasinda olmak üzere sisteme eklenir. Bu üçüncü cetvelin tam ortasindan geçirilen bir eksenle sistem yer düzlemine dik bir sütuna sabitlenir. Sistemin düseyligini saglamak ve yükseklik açisini ölçmek için kuadrantin tam merkezine bir çekül asilir. Böylece gökcisimlerinin yükseklik açilari dereceli yay üzerinde okunabilir.

Rasathanede kullanilan altinci alet Zatü’1-ceyb’dir. Zat-ü’s-su’beteyn gibi iki cetvelden yapilmistir. Ayni uzunlukta iki cetvel bir eksen etrafinda hareket edebilecek sekilde uçlarindan birbirine tutturulmus ve merkezden baslayarak 60’a kadar bölümlenmislerdir. Cetvellerden birinin üzerinde, kolay gözlem yapabilmek için, iki dogrulayici ve bölümlemenin son çizgisine de bir çekül yerlestirilmistir. Bazen çekül yerine üçüncü bir bölümlü cetvel konur. Bu durumda yildizin yüksekliginin sinüsü bu cetvel üzerinden okunabilir.

Zatü’1-evtar Takiyüddin’in kullandigi aletlerden yedincisidir. Takiyüddin kendi bulusu oldugunu söyledigi bu aleti Günes’in ekinoks noktasina geldigi ani saptamak için kullanmistir.

Takiyüddin’in buluslarindan biri de Müsebbehetü bi’1-monatik’dir. Bu alet yardimiyla iki yildiz arasindaki açisal uzakliklar ölçülebiliyordu. Müsebbehetü bi’1-monatik yardimiyla Koç takimyildizi içinde bulunan iki yildizin açisal uzakligi da ölçülmüstür.
Rasathane’de kullanilan son alet Bengam’dir. Bengam gökbilim gözlemlerinde Takiyüddin’in kullandigi astronomik bir saattir. Astronomik bir saatin bulunusu ve gözlemlerde kullanilmasi ölçümlerin duyarliligini artirmasi açisindan son derece önemli bir gelisme olmustur.

Takiyüddin’in Optige Katkilari Hüseyin Topdemir Takiyüddin basarili çalismalar sergiledigi optik alaninda, Gözbebeginin ve Aklin Isigi adli bir yapit kaleme almistir. Bu kitabin dikkat çekici yönü, temel dokusunun Islam Dünyasi’nda yaklasik sekiz yüzyil önce baslatilmis olan köklü ve basarili optik çalismalari sonucunda elde edilmis temel argümanlardan ve problemlerden olusturulmus olmasidir: Öyle ki, elde edilen yüksek düzey, l7. yüzyila kadar Bati’da güncelligini koruyan temel tartismalarin çerçevesini olustururken, ayni sekilde, Osmanli Imparatorlugu’nda da bütün canliligiyla etkinligini sürdürmüstür. Bu durumu anlamak ve anlamlandirmak zor degildir. Çünkü l7. yüzyila kadar Bati’da optik konusunda egemen olan görüs, Ibnü’l-Heysem’in bir tür gelenek haline dönüsmüs olan görüsleridir. Bu görüse temel olan düsüncesinin iki boyutu vardir: 1) Optige iliskin sorunlarin, geometrik sorunlara dönüstürülerek geometrik yoldan incelenmesi, 2) Sorunlarin nedensel olarak açiklanmasi. Ayrica, bu iki temel düsünce ayrintili ve ustalikli olarak düzenlenmis deneylerle de desteklenmistir. Bu tarz bir arastirma modeli, çeviriler yoluyla Bati’ya aktarilirken, Dogu’da 14. yüzyilda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin arastirmalariyla çok daha yüksek düzeyli tartismalara olanak ve zemin hazirlamistir. Daha sonra 1579 yilinda, bu kez Takiyüddin, hem Ibnü’l-Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Fârîsî’nin Optigin Düzeltilmesi adli çalismalarina dayanarak Gözbebeginin ve Aklin Isigi adli yapitini yazmistir; Takiyüddin’in amaci, bu iki kitabi yorumlamak ve gereksiz ayrintilardan arindirarak asil amaca yönelik bir olgunluk düzeyine ulastirmaktir. Kitap bir giris ve üç ana bölümden olusmaktadir. Giris’te optige iliskin bazi temel kavramlar tanimlanmis ve optik konusunda etkin olan kuramlardan kisaca söz edilmistir. Birinci bölüm aracisiz görme konusuna ayrilmistir. Burada isik, görme, isigin göze ve görmeye olan etkisi ve isikla renk arasindaki iliski ayrintili olarak tartisilmistir. Bunun yaninda tartismaya esas olan bazi temel ilkeler benimsenmistir. Bunlardan bazilarini söyle siralayabiliriz: 1. Isigin kaynagi nesne, hedefi ise gözdür. 2. Isikla birlikte göze gelen biçimler, ayni zamanda o nesnenin rengini de tasirlar. 3. Göz yalnizca isikli ya da isiklandirilmis nesneleri algilar 4. Görme geometrik bir olgudur. Çünkü yayilan isik, tepesi kaynakta ve tabani da gözde bulunan bir koni olusturmaktadir. 5. Isik maddesel bir seydir; ancak optik incelemeler sirasinda geometrik bir nesne olarak kabul edilebilir. 6. Isik isinlari küresel olarak yayilirlar ve bu yayilim da dogrusal çizgiler boyunca olur. 7. Renk isiga baglidir ve isigin kirilmasi ve yansimasi sonucunda olusur. Burada öncelikle isigin dogrusal çizgiler boyunca, ancak küresel olarak yayildigi savinin öne çiktigini hemen belirtelim. Takiyüddin’in bu savi, daha sonra Hollandali fizikçi Huygens (1629-1695) tarafindan ortaya konulacak küresel yayilim kuraminin ilk anlatimi olarak görülebilir. Takiyüddin’e göre isik, isikli bir nesneden ve o nesnedeki her bir noktadan küresel olarak yayilir ve yayilim sirasinda, ister istemez bazi isin çizgileri paralel, bazilari birbirine yakinlasan ve bazilari ise birbirlerinden uzaklasan dogrular boyunca yol alir. Buna bir de bu dogrusal çizgilerde yol alan isinlarin küresel olarak yayildigi düsüncesi eklendiginde, o zaman, isigin dalga niteligi tasidigi ve tipki durgun bir suya tas atildiginda, suda olusan dalganin etrafa dogru büyüyen daireler seklinde yayilmasi gibi yayiliyor oldugunun kabul edildigi anlasilmaktadir ki, bu da küresel yayilimin yalin bir anlatimindan baska bir sey degildir. Bunun disinda aracisiz görme konusunda Takiyüddin’in üzerinde durmamizi gerektiren bir açiklamasi daha bulunmaktadir. 0 da isik ve renk arasindaki nedensel iliskiyi irdelerken, rengin isiga bagli oldugunu ve isigin kirilmasi ve yansimasi sonucu olustugunu belirtmis olmasidir. Bu belirlemenin önemi de yine optik tarihinde gizlidir. Çünkü rengin gerçek dogasinin anlasilmasi ilk kez Newton’un ayrintili renk incelemeleri sonucu gerçeklesmistir. Newton öncesi dönemde ise renk konusunda egemen olan kuram, degisim kurami adi verilen ve rengin isigin zayiflamasiyla ya da aydinlik ve karanligin karisimiyla olustugunu belirten Aristotelesçi kuramdir. Nitekim ünlü astronom Kepler optik üzerine kalem almis oldugu Ad Vitellionem Paralipomena (Vitelo’nun Paralipomena’sina Ek) ve Dioptric (Kirilma Üzerine) adli kitaplarinda rengin olusumunu Aristotelesçi bir yaklasimla açiklamistir. Oysa Takiyüddin, bu iki bilim adamindan önce rengin olusumunda kirilmayi söz konusu etmis, Newton’un prizmasi yerine cam bir küre kullanmistir. Kitabin ikinci bölümü yansima araciligiyla olusan görme konusuna ayrilmistir. Burada isigin aynalarda ugradigi degisimler ve çesitli aynalarda görüntünün nasil olustugu deneysel olarak tartisilmistir. Yansima optigi, optik biliminin gelisimini en erken tamamlayan ve bu anlamda nisbeten daha kolay olan bir dalidir. Bu nedenle yansima kanunu da dahil olmak üzere bütün ilkeleri Antikçag’da tespit edilmistir. Bu anlamda Takiyüddin’in konuya katkisi, yansima kanununu her tür aynada kanitlamaya çalismasidir. Üçüncü bölüm de kirilma konusu ele alinmis ve yogunlugu farkli olan ortamlarda isigin yol alirken ugradigi degisimler incelenmistir. Ancak yaptigi bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler sonucunda Takiyüddin, kirilma kanununu bulamamistir. Fakat konuya degisik bir yaklasimda bulunmustur. Anlasilan odur ki, Takiyüddin sinüs kanunuyla ugrasmamistir. Çünkü çalismalarini tamamen geometrik olarak ele almis ve trigonometriyi isin içine sokmayarak açilar arasinda oranlar ya da esitsizlikler kurmak yoluna gitmistir. Oysa sinüs kanununa giden yol kirisler veya sinüslerden geçmektedir. Böyle bir girisimde bulunmadigi için, onun kirilma kanunu dedigi seyi, bir aritmetiksel esitsizlik olarak nitelendirebiliriz. Takiyüddin’in Elyazmalari
Takiyüddin’in günümüze ulasan elyazmalari incelendiginde, içerdikleri bilgilerin o dönem gökbilimi hakkinda sagladigi veriler yaninda farkli bir önemi oldugu da görülür.

berti
Takiyüddin el yazmalarinda belirli bir biçim kullanmamistir. Eserlerin hemen hepsi birbirlerinden farkli boyutlardadir. Kitaplarda kullanilan süsler de birbirlerinden farklidirlar. Ancak yazmalara önemli yerleri, basliklari, tablo ve sekilleri belirginlestirmek için farkli renklerden yararlanildigi gözlenir. Baslangiç sayfalarinda yazmalarin Takiyüddin’e ait oldugunu kuskuya yer birakmayacak biçimde kanitlayan açiklamalar, kayitlar ve imza yer alir. Günümüz arastirmacilarini en çok sevindiren de Takiyüddin’in eserlerinin orijinallerinin bir kisminin bugüne ulasmis olmasidir.

O dönemlerde bilim adamlarinin yazdiklari eserlerin kopyalari elle çikarilmaktaydi. Birçok elyazmasinin ancak kopyalari günümüze ulasabilmistir. Orijinal örneklerin kopyalama sirasinda meydana gelebilecek hatalari içermedigi düsünülürse arastirmacilar için ne denli önemli olduklari anlasilabilir.

Takiyüddin’e ait el yazmalarinin bir bölümü Bogaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Arastirma Enstitüsü’nde bulunmaktadir. Enstitü’nün UNESCO’yla (Birlesmis Milletler Egitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttügü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarinin da içinde bulundugu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadir. Takiyüddin’in diger eserleri baska kütüphanelerin raflarindadir.

Rasathanenin Hazin Sonu
Istanbul Rasathanesi ilginç bir yikim yasamasina ragmen, yikimin nedenine iliskin fazlaca veri elde edilememis. Ancak, rasathanenin yikilisinda 1577 yilinda gözlenen kuyrukluyildizin ve 1578’de bas gösteren veba salgininin nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarini gözledigi yolundaki söylentilerin, süpheleri artirdigi söyleniyor. Seyhülislam Kadizade Ahmet Semsettin Efendi’nin de bu görüsleri desteklemesi üzerine, padisahin verdigi emirle, Rasathane 1580 yilinda Kiliç Ali Pasa’ya yiktiriliyor.

Rasathanenin padisah emriyle yiktirildigi kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydinlanmamis birçok nokta vardir. Yaygin bir görüs Rasathane’nin, verilen hatt-i hümayuna dayanarak Kiliç Ali Pasa emrindeki donanma tarafindan denizden topa tutularak yikildigi biçimindedir. Ancak, topa tutma konusunda kisisel ani yazilari disinda günümüze ulasabilmis hiçbir yazili resmi belge yoktur. Rasathanenin betimlenen yerinin çok yakinlarinda yerlesim bölgeleri oldugu da gözönünde tutulursa bu olasiligin tartismaya açik oldugu söylenebilir.

Bunca söylentiye karsin, kesin olarak bilinen Istanbul Rasathanesi’nde nitelikli gözlemler yapildigi ve bu gözlemlere dayanilarak son derece hassas gözlem kataloglari hazirlandigidir. Asil sanssizlik, Takiyüddin’in arkasindan Kepler gibi bir bilim adaminin gelmemesi ve yapilmis çalismalari degerlendirecek bir bilim geleneginin yerlesmemis olmasidir. Bunca söylentinin arkasinda, rasathanenin yikilmasinin gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasina önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile Seyhülislam’in yer aldiklari farkli gruplarin siyasi çekismesi oldugu saniliyor.

Bilim Teknik Dergisi’nin, Subat 1997 tarihli sayisindan alinmistir

http://www.turkmucit.com/
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #23
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
İbni Sina

Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.

İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu.

Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphanesinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi.

İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir.
Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır.

Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.
Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır.

İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü.
İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz.
İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır.
Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki kişinin duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir.
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #24
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
İbn-i Sina (980-1037)

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ...

Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.

İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurdu.Bir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu. Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı. Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü. Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi. Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi. Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı. İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı. Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: “Şükür sana Yârabbi!” diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı. Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı.

Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi.


İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir. Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür. Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır. Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı.


Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir.



Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder. İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.



Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır.



İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü.



İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz.

İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır.

Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir.



İbni-Sina ve Felsefe

İslam filozofu. Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.

İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır.

Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir. Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez.

İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir.

Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar. Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla kazanılır.

Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi). Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır.

İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları.

Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür. Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir.

Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır. Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür.

Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır. Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur.

İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir.

Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir.

Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar.

İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar.

Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır. İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır.

Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de kazandırır.

İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz.

Varlık üç bölüme ayrılır:

1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter.
2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin, yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir.
3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır. Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir.
İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı.

Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir. Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır.

Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır. Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir.

İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı. İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır. Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar.

Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir.

Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri iç bölümde ele alırlar:

1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler.
2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler.
3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi:
Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar.
Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır.

İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.

YAPITLAR (başlıca): el-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat, (ö.s), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak, (ö.s), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Sağlık Kitabı").





Kültür Bakanlığı
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #25
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
ibnisina
İBNİ SİNA
(980 – 1037)


Savaş kazanan, ülkeler fetheden önderlere "kahraman" diyoruz. Ya doğayı fetheden, onun sırlarını çözen, insanı doğa ile boğuşturan bilim adamlarına ne diyelim?... Asıl kahraman onlar değil mi?...

İşte İbni Sina, evren dediğimiz esrarlı âlemin büyülü sırlarını çözen, fikir ve metafizik yönleriyle doğayı keşfeden, insanın ve doğanın karanlığını, gerçeğin küçük güneşleri ile aydınlatan bir bilim adamını, dâhi, bir Türk kahramanıdır. Sanki beyninde bir radyum ışığı taşıyor, her eğildiği konuyu aydınlatıyor, her doğa bilmecesini anında çözüyordu. Onun kadar çok yönlü çalışan ve çalıştığı bütün alanlarda en üstün bilgi seviyesine ulaşan başka bir bilim adamı göstermek güçtür.

18 YASINA GELDİĞİNDE ÇAĞININ BÜTÜN BİLGİLERİNİ ÖĞRENMİŞTİ

Belhli olan ve sonradan Buhara'ya yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. 980 yılında Afşan'da dünyaya geldi. 10 yaşında iken, Kur'an'ı bülbül gibi ezberlemiş, gerekli din bilgisini almıştı. 18 yaşına geldiği zaman çağının bütün bilgilerini öğrenmiş, onların üzerinde düşünmeye ve bilgi üretmeye başlamıştı, İbni Sina kendisi için şunları söylüyor:

"Öteki bilgiler arasında tıp da öğreniyor, nazarî bilgimi hastalar üzerindeki gözlemlerimle tamamlıyordum. Böylece aralıksız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla, yazmakla uğraşıyordum. Uyku bastıracak olsa bir bardak bir şey içerek açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum. Uykuda bile zihnim, okuduğum şeylerle meşgul oluyordu. Çoğu zaman, uyandığım zaman halledemediğim bazı şeylerin uyku sırasında halledilmiş olduğunu gördüm.

Bir ara, Aristoteles'in "Metafizik"ini incelemeye başladım. Bu kitabı belki kırk kere okuduğum halde anlayamadım, ümitsizliğe düştüm. Bir gün mezatta bir kitap satılıyordu. Beni tanıyan tellal bu kitabı almamı tavsiye etti. Bu, Farabî'nin uğraştığım halde anlayamadığım konu üzerinde yazılmış bir eseri idi. Kitabı aldım, eve dönünce hemen okumaya koyuldum. O vakte kadar anlayamadığım Aristotales'in kitabındaki fikirleri derhal kavradım. Buna son derece sevindim. Allah'a şükrederek secdeye kapandım; fakirlere sadaka dağıttım."

"Nazarî bilgimi, hastaların üzerindeki gözlemlerimle tamamlıyorum" diyen İbni Sina o mertebe iyi bir doktordu ki, kimsenin iyi edemediği Buhara Emiri Nuh İbni Mansur'u tedavi etti ve iyileştirdi. Bunun üzerine Emîr, İbni Sina'yı kütüphane müdürlüğüne tayin etti ve burada İbni Sina bulabildiği bütün kitapları okuyarak düşüncesini iyice genişletti ve geliştirdi.
Emir öldükten sonra Buhara'dan ayrıldı ve büyük bilgin Birûni'nin yaşadığı Harzem'e giderek orada bu büyük bilgin ile birlikte çalıştı, iki bilgi denizi Harzem'de birbirine karışarak büyüdüler. Fakat fikirlerinden ötürü takibata uğradı. Bilgisinin enginliği yüzünden kıskançlıklarla boğuştu, İran'da şehirden şehire göç etmek zorunda kaldı. Ama bütün bu dalgalanmalar içinde durmadan okudu, durmadan yazdı... Bütün kurduğu teorileri deneyden geçirmiştir. İbni Sina'nın 10. yüzyılın başında kullandığı deneylerden teoriye geçmek metodunu batı dünyası ancak 16. yüzyılda kullanmaya başlayacak ve çağımız uygarlığını bu metodun getirdiği bilgilerle kuracaktır.

ESERLERİNİN ÇOĞUNU ARAPÇA YAZMIŞTI

İbni Sina'nın 100'den fazla eseri olduğu söylenir. Bazıları, zaman içinde kaybolmuş olsa da en önemlileri ve belli - başlıları bugün elimizdedir. Eserlerini Arapça yazıyordu. Yalnız iki tanesi, Farsça’dır. Eserlerinin çoğu tıbba, fiziğe, astronomiye ve felsefeye dairdir. Büyük ansiklopedik eseri "Aş -Şifa" ve bunun özetlenmişi olan "An - Necat" en ünlülerindendir ve dünya tıp tarihinin en büyük eserleri arasındadır. Batının 19. yüzyılda bir tesadüfle fark ettiği insan vücudunda kanın "küçük deveranını", İbni Sina, 10. yüzyılda biliyordu.

İnsan hekimliğinin bütün yasalarını bir bir deney ve gözlemlerine dayanarak yazdığı "El-Kanun fi’t-tıp" adlı eseri, Latince’ye çevrilmiş, daha sonra Fransızca, Almanca ve İngilizce çevirileri 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batının hemen bütün üniversitelerince ders kitabı olarak okutulmuştur. Bugün de Paris Tıp Akademisi salonlarında İbni Sina'nın heykeli en saygın yerinde durmaya devam ediyor.

İbni Sina, felsefede tıpkı Farabî gibi başlamış, fakat daha sonra ondan ayrılarak Yunan felsefesi ile İslâm Kelâm'ını uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu ilginç deneme, daha sonraki yüzyıllarda sürdürülmüş olsaydı hem doğuda bir felsefe geleneği kurulmuş ve gelişmiş olacak, hem de Batı felsefesi "insan gerçeği" üzerine daha sağlam oturmuş olacaktı. Nitekim 18. yüzyıla kadar Batının hemen bütün filozoflarını etkilemiştir.

YAZDIĞI IKI ROMANLA DÜNYANIN İLK ROMANCISI ŞEREFİNİ KAZANMIŞTI

Dünyada ilk felsefî roman denemesi, İbni Sina tarafından yapılmış ve yazdığı iki romanla, dünyanın ilk romancısı şerefini kazanmıştır. Eserleri Lâtince, İbranice, Süryanice'den başlayarak giderek bütün dünya dillerine bir çok defalar çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Batı bu büyük Türk bilginini "Avicenne" (Avisen) adı ile tanır. Türkçemize de bir çok eseri çevrilmiştir. Bu büyük fikir ve bilim kahramanının 1000. ölüm yıldönümüne, Türk fikir ve bilim adamlarının şimdiden hazırlandıklarını düşünmek tatlı bir umuttur.
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #26
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
HAREZMİ (Algorizm)
(MS 770-840)
harezmi Tam adı Muhammed Bin Musa el-Harezmi olan bu büyük bilim adamı, Horasan’da (Özbekistan’ın Karizmi kentinde) doğmuştur.Hayatının büyük bir bölümü Bağdat’da (Beytü’l Hikme’de) matematik, astronomi ve coğrafya konularında çalışarak geçmiştir.
Cebirin kurucusu olan Harezmi’nin iki önemli matematik kitabı vardır; "Cebir" ve "Hint Hesabı".Harezm'de temel eğitimimini alan Harezmi gençlinin ilk yıllarında Bağdat'taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir.
İlmi konulara doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmi ilmi konularda çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat'a gelir ve yerleşir. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan abbasi halifesi Mem'un Harezmideki ilm kabliyetten haberdar olunca onu kendisi tarafından Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski hint medeniyetlerine ait eserlerle zenginleştirilmiş Bağdat Saray Kütüphanesinin idaresinde görevlendirilir. Daha sonra da Bağdat Saray Kütüphanesindeki yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme 'de görevlendirilir. Böylece Harezmi Bağdat'ta inceleme ve araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkanlara kavuşur. Burada hayata ait bütün endişelerden uzak olarak matematik ve astronomi ile ilgili araştırmalarına başlar.
Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesin'de çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistana giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir.
Harezmi 'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan El-Kitab 'ul Muhtasar fi 'l Hesab 'il cebri ve 'l Mukabele adlı eserinde ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceler.
El Harizmi matematiğin yanısıra astronomi ve coğrafya ilimlerinde de eserler vermiştir. Astronomik cetvellerle ilgili kitaplar yazmış ve bu eserler 12. y.y. da Latince' ye çevrilmiştir. Bunu yanısıra Ptolemy'nin coğrafya kitabını düzeltmelerle yeniden yazmış, 70 tane bilim adamıyla birlikte çalışarak 830 yılında bir dünya haritası çizmiştir. Dünyanın çevresini ve hacmini hesaplama çalışmalarında yer almıştır. Güneş saatleri, usturlaplar ve saatler üzerine yazılmış eserleri de vardır.



DOĞU MATEMATİKÇİLERİ
<FONT face="Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif" size=2>Matematik tarihine kabaca göz attığımızda 14.hatta 15. yüzyıla kadar öncülüğün Doğu'da olduğu görülür. Dönemin en ünlü matematikçileri Arap, Fars, Türk ve Endülüs-Arap kökenlidir. 16. yüzyılın başından itibaren Batı'nın matematikte öncülüğü aldığı, özellikle 17. yüzyılda Descartes'dan sonra Doğu'yu aştığı kabul edilir. أبو عبد الله محمد بن موسى الخوارزمي</SPAN> ) Horasan'da doğup Bağdat'ta yaşamış olan ünlü matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Matematik alanındaki çalışmaları cebirin temelini oluşturmuştur. Bir dönem bulunduğu Hindistan’da sayıları ifade etmek için harfler ya da heceler yerine basamaklı sayı sisteminin (bkz. onluk sistem) kullanıldığını saptamıştır. Harezmî'nin bu konuda yazdığı kitabın Algoritmi de numero Indorum adıyla Latince'ye tercüme edilmesi sonucu, sembollerden oluşan bu sistem ve sıfır 12. yüzyılda batı dünyasına sunulmuştur. Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı kitabı, matematik tarihinde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin sistematik çözümlerinin yer aldığı ilk eserdir. Bu nedenle Harezmî (Diophantus ile birlikte) "cebirin babası" olarak da bilinir. İngilizce'deki "algebra" ve bunun Türkçe'deki karşılığı olan "cebir" sözcüğü, Harezmî'nin kitabındaki ikinci dereceden denklemleri çözme yöntemlerinden biri olan "el-cebr"den gelmektedir. Algoritma (İng. "algorithm") sözcüğü de Harezmî'nin Latince karşılığı olan "Algoritmi"den türemiştir ve yine İspanyolca'daki basamak anlamına gelen "guarismo" kelimesi Harezmî'den gelmektedir. Harezmî, İngilizce'de "al-Khwarizmi", Farsça'da خوارزمی diye anılır.
Konu başlıkları

[gizle]//
[değiştir]

Hayatı

Horasan bölgesinde bulunan Harezm (bugünkü Özbekistan'ın Khiva)şehrinde dünyaya gelen Harezmi'nin tam adı Abdullah bin Musa el-Harezmi'dir. Doğum tarihi konusunda ihtilaf vardır, büyük ihtimalle 780 yılında doğmuş 845'de ise vefat etmiştir. Bu tarihler kesin değildir yine de 800 yılı civarında doğduğu ve 840 yılı civarında da vefat ettiği bilinmektedir.
Harezm'de temel eğitimimini alan Harezmi, gençlinin ilk yıllarında Bağdat'taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir. İlmi konulara doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmi ilmi konularda çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat'a gelir ve yerleşir. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan Abbasi halifesi Mem'un Harezmi'deki ilim kabiliyetinden haberdar olunca onu kendisi tarafından Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski hint medeniyetlerine ait eserlerle zenginleştirilmiş Bağdat Saray Kütüphanesi'nin idaresinde görevlendirilir. Daha sonra da Bağdat Saray Kütüphanesindeki yabancı eserlerin tercümesini yapmak amaıyla kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme'de görevlendirilir. Böylece Harezmi, Bağdat'ta inceleme ve araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkanlara kavuşur. Burada hayata ait bütün endişelerden uzak olarak matematik ve astronomi ile ilgili araştırmalarına başlar.
Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi, Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesi'nde çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistan'a giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir.
Harezmi'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan ve ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceleyen El-Kitab 'ul Muhtasar fi'l Hesab'il cebri ve 'l Mukabele adlı eseri şu cümleyle başlar :
"Algoritmi şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah 'a hamd ve senalar olsun"
[değiştir]

Eserleri

[değiştir]

Matematik ile ilgili eserleri
  • El- Kitab'ul Muhtasar fi'l Hesab'il Cebri ve'l Mukabele
  • Kitab al-Muhtasar fil Hisab el-Hind
  • El-Mesahat
[değiştir]

Astronomi ile ilgili eserleri
  • Ziyc'ul Harezmi
  • Kitab al-Amal bi'l Usturlab
  • Kitab'ul Ruhname
[değiştir]

Coğrafya ile ilgili eserleri
  • Kitab surat al-arz
[değiştir]

Tarih ile ilgili eserleri
  • Kitab'ul Tarih
Retrieved from "http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_bin_Musa_el-Harezmi"
</DIV>
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #27
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
El-biruni





Abu'l-Reyhan Muhammed Bin Ahmet El-Biruni El-Harizmi

O, sadece Türk ve İslam dünyasının değil, dünyanın en büyük bilim adamlarından biri sayılmaktadır. O, Ceyhun nehri kıyısındaki Hive kasabasında doğmuştur. Gazne'de de ölmüştür.

Gerçek bir bilim adamı ve filozof olan El-Biruni'nin çalışma alanları çeşitli olup, başlıcaları matematik, astronomi, etnografya ve tarih'tir. Kendisi Türk'tür ve O'nu Arap ya da Acem olarak göstermek isteyen Avrupalılara da daima karşı çıkmış tır. Ancak Arapçayı çok iyi bildiği ve kullandığı için bu gibi yanılgılara düşülebilmektedir.

O'nun yaşamında, yaşadığı çağın siyasi gelişmelerinin izleri vardır. O henüz 23 yaşında olduğu bir sıra da, bu gibi nedenlerle ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Gürganç yani Cürcaniye adıyla bilmen kasabaya yerleşmiştir. Bir süre sonra kuzeye gidecek ve "Şems-ül Meani Ka-buse"ye katılacaktır.
10-12 yıllık bir aradan sonra tekrar ülkesine döndüğünde, ülkesini yönetmekte olan Harzemşah Memun tarafından hoş karşılanacaktır ve itibar görecektir. Daha sonra bu Halife'nin oğlu Ebu-el-Abbas Ali' ye danışman olacaktır. Harzemşah bir suikastta öldürülmüş ve ortalık yeniden karışmıştır. Sultan Mahmut Sebüktekin bütün Harzem ülkesini kendisine bağlamıştır. Böylece Biruni için yepyeni bir dönem başlamıştır. Sebüktekin Birani'yi kendisine damşman seçince, Gazne'ye gitmek ve oraya yerleşmek zorunda kalmıştır.

Sonunda bilimsel çalışmalara yö-nelebilmek için huzurlu ve uygun bir ortam bulabilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki bilimsel çalışmalarına bir hayli ilerleyen yaşına rağmen başlayabilmiştir. Bir ara, Sultan'in da is -teğini dikkate alarak, Hindistan'a da gitmiştir. Hindlilere ait derin araştırma kayıtlan bulunmaktadır. Bu uygarlığın, dil, din ve geleneklerini, bilimde ve matematikteki çalışmalarım, karşılaştırmalı bir anlatımla bir kitapta toplamıştır. Bu kitabı halen İstanbul'da Köprülü Kütüphanesinde, 1001 sıra no.da kayıtlı bulunmaktadır.

O'nun çevirileri de ünlüdür. Seçtiği eserler genelde pozitif bilimler ile ilgilidir. Yunan, Hİnt ve Arap bilim adamlarının ürettikleri en gözde kitapları incelemiş, büyük bir kısmının çevirisini yapmıştır. Hindistan'da olduğu süre içinde, Sanskritçe'yi de öğrenmişti. Arapça ve Farsça'yı da çok iyi bilmektedir. O eserlerini hep Türkçe yazmıştır. 63 yaşına geldiği yılda, 113 adet yapıta adını yazdırmış bulunuyordu. Bunlar astronomi, matematik, tıp, coğrafya, takvim ve felsefe olarak sıralanabilecektir.

Konularını seçmesi ve işlemesi sırasında kullandığı üslup ve açıklama için kullandığı teknik hayli yeni sayılmaktadır. Bu nedenle O'nun bu çalışmaları Asya'da bir bilim röne-sansı olarak kabul edilmiş ve kurucusu olarak da El-Biruni görülmüştür. O'nun Eski Yunan bilim ve felsefesine olan hayranlığı ve ilgisinden ötürü O'na "Hint kapılarında bir Eflatun " derlerdi.

Matematikteki çalışmaları da çeşitlilik göstermektedir. Bunların içinde "durumlar hesabı"denilen ve içeriği Varyasyon, Kombinezon ve Permü-tasyon konularından oluşan, eşyanın ve nesnelerin düzenlenmesi ve bu düzenlerin sayılması problemlerini ilk kez O incelemiştir.

Seriler ve bunların toplamları ile il-ili tezler oluşturuyor, ortogonal si-indirik projeksiyon hakkında, trigo-Inometriden de yararlanarak, daire-kiriş hesapları yardımıyla bunların jeodezik uygulamalarına dair yeni buluşlar yapıyordu.

Trigonometriyle ilgili kitabında, bulunduğu çağ itibariyle önemli sayılabilecek bazı yenilikler göze çarpıyordu. Bunların başında, trigonometride cosinüs teoremi olarak bilinen ilişkiyi ilk kez ortaya koyan kişi olmuştum Düzgün poligon çizmek (O özellikle 9 kenarlısı ile ilgilenmiştir), bir açıyı üç eşit parçaya bölmek gibi özel problemlerle ilgilendiği görülmektedir. Bir de üçgenin alanını veren bir formül yaptığı ve bunun kenarlar cinsinden hesaplanacağı anlaşılmaktadır. Formül şudur:
s = V2 (a+b+c) olmak üzere, üçgenin A alanı A = Vs(s-a)(s-b)(s-c) ile hesaplanabilecektir.
O'nun matematiğin dışında, diğer alanlarda yaptığı çalışmalar da hayli ilgi toplamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
-hidrostatiğin bazı yasalarını bulmuştur.
- ışığın yayılma hızı hakkında bil-ler oluşturmuştur. Bunların sınırlı bir hız olduğunu söylemiştir.
-gözlem yoluyla güneşin bazı hareketlerini incelemiştir.
coğrafyaya ilişkin çalışmalar yapmıştır.
-bitki biyolojisi alanında da çalışmalan vardır.
-deniz suyunun tuzluluğunu incelemiştir.
-ilaç kavramı ve eczacılık hakkında çalışmalan ve önerileri vardır.
O'nun hayli eser verdiği bilinmektedir. Bunlann önemli olanları aşağıya çıkanlarak incelenmiştir. Bu kitaplann bir çoğu, başta trigonometri kitabı olmak üzere, batı dillerine çevirileri yapılarak Avrupa'da kullanılmıştır. Trigonometri kitabı 1907 yılında bu kez Almancaya çevirilerek yayımlanmıştır.
Eserlerinin başlıcaları şunlardır:
-El-Asarü 'l-Bakiye Ani 'l-Kuruni' Haliye [Geçmiş zamanlardan yapıtlar],
Bu eserini 1000 yılında, 27 yaşında olduğu yıl tamamlamıştır. Bu eserinde, ölçtüğü bu ekliptiğin eğim açısı vardır ve bu açı 23° 27' olarak verilmiştir. Bu konudaki çalışmalanna 995 yılında başlamıştır.
-Tahkik ma li 'l-Hind (ya da Tari-hü Hind)[Hind Tarihi],
Hindistan ve Hintliler hakkında geniş bilgiler içeren bir yapıttır. Bu ülkenin ve uygarlığın dini, felsefesi bilimi, edebiyatı, coğrafyası ve gelenekleri hakkında bilimsel bir dil ve araştırmaya dayalı ender eserlerden biridir.
-El-Kanunü 'IMes 'udi fi 'l-Heyeti ve 'n-Nücum...

1030 yılında tamamladığı bu kitabının içeriği matematik ve astronomi konulanndan oluşmaktadır. Bir çeşit ansiklopedi olan bu eser Gaz-ne'li Mahmud'un oğlu Sultan Mes' ud'a ithaf edilmiştir. Kitapta bir çok yeni konu ve buluş vardır. Trigonometriyle ilgili bir bölüm de bulunmaktadır. -Makaalid el-ilmi el-Hey 'e ma Yuhde s fi basit el Küre [Astronomide küresel şekilleri tanımlayan anahtarlar Bu makalesinde, trigonometriyle ilgili bazı teoremlerin kanıtları ve
rilmiştir. Bu kanıtlar daha sonra övgü almıştır.

Kitab-üssaydele Fittıp adlı eserinde daha çok matematik konulan ve özellikle sayılara ilişkin çalışmaları yer almıştır. Bu kitabındaki bazı açıklamaları günümüzde dahi ilgi uyandıracak derecede çarpıcı belirlemelerdir. Hindlilerin rakamları buluş ve değerlendirişine ilişkin bu bilgilerden Arap ve Türk dünyası matematik bilginlerinin nasıl etkilendiğini açıklamaya çalışmaktadır.

-Tahdidü nihayati 'l-ama-Unli-tashih-I mesafeti 'l-mesakin.
Bu eserinde Hindistan ve Afganistan'daki jeoloji gözlemleriyle ilgili bilgiler bulunmaktadır.Bunlann incelenmesi sırasında kullanılan geometri konularından ve problemlerinden sözeder. Trigonometrik fonksiyonların incelenmesi sırasında birim gember' in kullanılması fikrini ilk kez ö-neren O'dur. "Birim çember", yarıçapı 1 birim olan çemberdir. Bunun, incelemelerde çok kolaylıklar sağlayacağını özellikle belirtmiştir.
Yukarıda sıralananlar dışında diğer eserleri de şunlardır:
-El-Hind [Hindistan],
-Kitab-til Patanjali 'l-Hindi,
-Kitab-ül istihrac-ül-Etvarfi 'd-
Daire bi kavs-il-hatt-il-Münha-yil Vaki Fiha [Dairedeki kirişlerin dairenin çember parçasının kavsi hesabıyla çıkarma kitabı.
-Kitab-ül-Teftnmfi Evaili Sınaatit-Tencim
-Kitab-ül-Cemahir fi Ma 'rifeti
Cevahir [Cevherlerin tanınmasına dair topluluk kitabı]
-Makale fi istihrac-i Kadr-al-ardbi rasadı inhitat-ul u/k an Kulel-ul Cibal [Dağ başlarında yapılan ufuk alçalması gözlemi yardımıyla yer boyutlarının belirlenmesi.]

Bu makalesinde, kendi çalışmalarına dayanarak yer yarıçapının değerini açıklamıştır. Bu hesaplar sonucunda O, yer yançapını 6243,54 km olarak belirlemiştir. Oysa Hindistan[El Hind] adlı eserinde yine bu konuda verdiği bir başka değer vardır ki yer yarıçapını orada daha farklı olarak 6324,66 km vermiştir. Bu ise gerçeğe daha yakındır.

O çok yönlü kişiliğiyle bir çok bilim dalında konu edilmiştir.
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #28
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
10. ve 11. yy.da İslam dünyasında yetişmiş büyük fen ve din alimidir. Eserlerindeki yüksek fen bilgileri kendisinden 8 asır sonra gelen fen alimlerini dahi hayrette bırakmış , bugünkü fennin kurucularının rehberi olmuştur. Aslen Türktür. İsmi Muhammed bin Ahmed el-Biruni el Harezmi olup, künyesi Ebu Reyhan'dır. El-Üstad lakabı ile anılmış , Biruni diye meşhur olmuştur. 973 senesinde , bugün İran sınırları içinde olan Kas'ta (Şah Abbas-ı Veli denilen yerde ) doğdu. 1049 senesinde Gazne 'de vefat etti.
Küçük yaşta babasını kaybeden Biruni daha o zaman üstün kabiliyeti ve zekasıyla dikkatleri üzerine çekti. Harezmşah Hanedanından meşhur alim ve matematikçi Ebu Nasr Mansur bin Ali bin Irak onu himayesi altına alıp , akli ve nakli ilimleri öğretti. Devlet adamlarına ve saray erkanına yakın bir hava içinde yetişen Biruni , çeşitli sebeplerle gittiği değişik memleketlerde görüştüğü alimlerden ilim öğrendi. Astronomi ilmine düşkünlüğü sebebiyle rasatlar yaptı ve kitaplar yazdı.
Biruni astronomi alanındaki çalışmalarına 995-996 yılları arasında Harezm Şehri yakınlarında Buşkatir'de güneşin ve gezegenlerin deklinasyonlarını (meyillerini) tespitle başladı. Ebul Hasan Ali bin Me'Mun 'un daveti üzerine tekrar Harezm'e gelerek 998'de Ebu'l-Vef El-Buzcani karşılıklı rasatlar yaptı. Harezm şehrinin bulunduğu meridyeni Bağdat' göre tahkik etti. Daha sonra Cürcaniye'ye gelip bir müddet orada kaldı. 1009 'da güneşin ve gezegenlerin deklinasyonlarıyla meşgul oldu. Belirli metotlarla o şehrin meridyenini Harezm'e bağladı.
İbn-i Sina ile görüştü. Aralarında fizik ve astronomiyle ilgili münazaralar oldu. İbn-i Sina'nın dini konulardaki bozuk düşüncelerini red ve tenkit ederken, onun fevkalade zeki , kurnaz , fakat felsefi görüşlere ve yanlış düşüncelere saplanmış olduğunu bildirdi.
Ebu Reyhan el-Biruni 44 yaşındayken Gaznelilerin himayesine girdi. Gazneli Mahmut kendisine çok ihsan ve iltifatlarda bulundu. Gazne'de hükümdar sarayında bir rasathane kurarak , güneşin ve gezegenlerin Harezm'de bulduğu deklinasyon değerlerini tahkik için yeni rasatlar yaptı. 1011 senesi ortalarında Kabil şehrinde çalışmalarda bulundu. Gazneli Mahmut'un Hindistan seferine başdanışman ve hazine genel müdürü olarak katıldı. Hindistan'ın fethinden sonra burada bazı ilim çalışmaları yaptı. Yerkürenin çapını hesapladı. Sankskritçeyi öğrendi. Hindistan'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra Gazne'ye döndü. Sultan Mahmut Hanın oğlu Mes'ud ve torunu Mevdud , Biruni'te çok değer verdiler , çalışmaları için ona her imkanı sağladılar. Bu imkan ve fırsatları çok iyi değerlendiren Biruni sıkı bir çalışma ile pek çok hizmetlere vesile oldu. İbranice , Rumca, Süryanice , ve Yunancayı da öğrendi. Tıp , fizik, astronomi, matematik, tarih, kronoloji ve jeodezide pek büyük ihtisas ve maharet gösterdi.
Biruni 1037 senesine kadar çeşitli ilimlere dair 113 eser verdi. 1037 senesinden sonra 12 sene yaşadı ve bu sırada 83 esere daha imza attı. 1049 senesinde Gazne'de vefat etti.
Din ve fen bilgilerinde pek yüksek olan Ebu Reyhan el-Biruni , güzel ahlak sahibiydi. Ehl-i sünnet ve cemaat itikadında (inancında) idi. Onun Harezm 'de iken Şii yani Eshab-ı kiram düşmanı olduğuna dair söylenenlerin aslı yoktur. Peygamber efendimizin Eshab-ı kiramına son derece bağlı olan El-Biruni , Eshab-ı kiram düşmanlarının , İslam dünyasını karıştırmak yolundaki gayretlerinin boşa çıkmasındaki memnuniyetini gençliğinde olduğu gibi ihtiyarlığında yazdığı eserlerde de belirtmişti. Bilhassa batıl inanmış ve hurafelerle durmadan mücadelede bulunmuş , onların yanlışlıklarını delililerle ispat etmişti.
İbadetler hususunda çok dikkatli davranan Biruni, temizlik şartını her fırsatta methetmiş,içki ve kumarın Allahü tealanın Kur!an-ı Kerim' de bildirdiklerini anlamaktan aciz , asi insanların işi olduğunu işaret ederek , zaten kısa olan ömrün ve sağlığın kıymetini bildirmiştir.
Şehirlerin meridyen ve paralellerini ilim namına tespit ederken , Müslümanlara hizmeti ,Allahü tealanın rızasına kavuşturacak bir iş sayarak kendisini bahtiyar addettiğini ve bundan zevk aldığını anlatırdı.
Tarihi hadiseleri iktisadi sebeplerle de izah eden Biruni iktisadi tarihin esaslarını vaz etti. Türklerin İslamiyeti kabullüyle bu medeniyetin çok geniş sahalara yayılmış olmasından dolayı insanlığın bilhassa ilmin büyük kazançlar elde ettiğini bildirdi.
Biruni tam anlamıyla ilmi araştırma metoduna sahipti. Bu yüzden bilim tarihçileri onu bütün devirlerin en büyük mütefekkirleri arasında değerlendirirler. Ortaya koyduğu metot ; eşya ve hadiselerin en ince ayrıntılarından başlayarak araştırma ve incelemelerini sürdürmek , tecrübelerle nazariyeleri sağlam esaslara oturmak ve böylece genel prensip ve kanunlara ulaşmaktır.
Günümüzde özellikle batı bilim dünyasında ve onları körü körüne taklit eden doğulularda yaygın kanaate göre ünlü yer çekim nazariyesi yani cazibe kanunu İngiliz bilim adamı Newton tarafından keşfedilmiştir. Halbuki bu konuda ilk defa fikir ortaya atıp incelemelerde buluna Biruni'dir. Biruni yer çekimi hakkında şunları söylemiştir:dünya dönüyorsa bu dönüşünden dolayı ağaçlar taşlar yerlerinden niçin fırlamıyorlar? Diyenlere şeyle cevap veririz."bu dünyanın dönüşü hakkında ortaya koyduğumuz teoriyi çürütmez. Çünkü her şey dünyanın merkezine düşüyor. Bu da gösteriyor ki o merkezde çekicilik var. İşte bu çekim yeryüzündeki nesnelerin dışarı fırlamasına mani olmaktadır". Bu hususu bilim tarihçisi Carl L. Boyer A History of Mathematics adlı eserinde açıkça belirtmektedir.
Dünya çapının tayinini de ilk defa Biruni yapmıştır. Makale fi İstihracı Kutr-il-ard bi Rasadı İnhitat-il-ufuk adlı risalesinde yer yarı çapının hesabını açıklar ve dünyanın yuvarlak en ufak tereddüde yer vermez.
cosa = R/(R+h)
Biruni düz bir ovada A noktasından uzaktan ölçme metodu ile HH' yüksekliğini h=308 m olarak bu yükseklikte ufuk alçalmasını ise a =34'' olarak ölçtü . OAH' dik üçgenden yukarıdaki bağıntı ile yer yarı çapını R=6297,5 km olarak buldu. Inkra adlı eserinde ise yer yarı çapını R=6324,66 olarak gerçek yarı çapa çok yakın bir şekilde vermektedir.
Biruni'nin eserlerine gerçek ilim haysiyetiyle yaklaşıp tetkik eden bütün bilim adamları, ilim tarihçileri ortaklaşa olarak şu sonuca varmaktadırlar. "Biruni çok nadir yetişen ir dahi , ilim dünyasına şimdi ve gelecekte ışık tutacak büyük bir alimdir. Ona her yaklaşmamızda ; metoduna , haysiyetine , şahsiyetine, derin kavrayış ve nezaketine hayran kalmaktayız". Bu ortak kanaatin sonucu olarak , Amerikalı bilim tarihçisi George Saton 11. asra Biruni asrı demektedir.
Esaslı bir din kültürü almış ve aldığı bu din ilimleri kültürünü tam olarak hazmederek bütün çalışmaları ve hayatına sirayet ettirmiş olan Biruni , ilmi eserlerinde mevzuuyla ilgili Ayet ve hadisleri zikretmiştir. Ayet ve hadisleri eserlerinde zikretmesi onun Kur'an-ı kerim ve hadis ilmindeki vukufunu gösterdiği gibi , Kur'an-ı kerime ve Peygamberimize olan bağlılığını da ortaya koyar.
Biruni'ye göre ilim hazzı yani hak ve hakikati araştırma zevki en yüksek zevkler arasındadır. Bu hususta kendisi şöyle demektedir: "ilim adamına yani ilim hizmetçisine lazım ve kaçınılamaz olan şey, ilmin bütün sahalarında yeterli bir seviyede olamasa bile , ilimler arasında bir ayrım yapmamak her birini hakkını vermektir. Çünkü ilim güzeldir lezzeti de kalıcıdır. Araştırma boyunca bu lezzet sürer gider. Araştırma bitince lezzette son bulur. İlim adamı kendinden önce gelen alimlere hor gözle bakmamalı ; tevazu ile eserlerine yaklaşıp , istifade etmelidir. Böylece en doğru ve sağlam bilgilere ulaşacak , kusurlu , hatalı bilgilerden uzak durmuş olacaktır. İlmin ilerlemesi ve gelişmesi için şunlar lüzumludur:
1. İlmi düşünceye serbestlik tanınmalı yani ilimde söz sahibi olanlar fikir hürriyetine sahip olmalı.
2. İlmi çalışmalar açık ve sağlam metotlara dayanmalı.
3. İlim; batıl düşüncelerden ,sihir ve hurafelerden arındırılmış olmalı.
4. Gerçek ilim adamlarının çalışma zevk , şevk ve gayretlerini arttıran teşvik tedbirleri alınmalı.
5. İlmin ilerlemesi için gerekli her türlü maddi , sosyal ,teknik şartlar ve imkanlar hazırlanmalı.
6. İlme , ilmi eserlere ve ilim adamlarına hürmet edilmeli itibarları sağlanmalı.
7. İnsanların dikkat ve alakalarını ilmi konulara çekme çalışmaları yapılmalı.
8. Devletin ileri gelen adamları ilmin gelişmesi için gereken tedbirleri tespit edip hemen bunları tatbik etmeli.
Biruni beşeri manevi ilimler sahasındaki incelemelerinde bir takım prensipleri esas alıyordu. Bu hususları şöyle demektedir:"Bu ilimlerle meşgul olacaklar önce kalplerini bozuk itikat , kötü huy ve saplantılardan temizlemelidir. İnsanların çoğu manevi hastalıklara yakalanmıştır. Bu hastalıklar sahibini hak ve hakikati göremez hale getirir , kalbi kör kulağı sağır eder. Taassup , başkalarına üstün gelme , nefsin , kötü arzu ve heveslerin peşi sıra gitme ,makam, mevki sevdası peşinde ola , ve benzeri kötü huylar ilim adamına yakışmaz. Bu sebeple de herkes ilim adamı olamaz. İlim yolu çetin bir yoldur. Fakat ele geçmesi de imkansız değildir. Hak ve hakikati araştırırken mümkün olan en yakın , en sahih , en sağlam bilgilere tutunulmalıdır. Bu yapılırken de sahalarının otoritelerine ve ye eserlerine baş vurulur. Yani herkesi sözüne ve eserine değil de , otorite olan alimlerin söz ve eserlerine müracaat edilir. Tespiti mümkün olan hakikatler ortaya çıkarılır."
Biruni muhtelif ilimlere dair 1037 senesine kadar 113 eser yazmıştır. Daha sonra vefat edene kadar 12 sene zarfında ise , 83 eser telif etmiştir. Biruni'nin eserlerini incelediğimizde , onun esaslı bir din kültürü almış ve aldığı bu din ilimleri kültürünü tam anlamıyla hazmetmiş , bütün hayatına ve çalışmalarına sirayet ettirmiş olduğu görülmektedir. Biruni'nin dehasını ve ilmi başarılarının sırrını esasında onun bu yönünde aramak lazımdır. Yazdığı eserlerden bazıları şunlardır:
Asar-ül-Bakiyye: Biruni bu eserini 28 yaşında yazmıştır. Arapça telif eser olup , Cürcan hükümdarı Kabus bin Yaşgir'e ithaf edilmiştir. 1878-1879 senesinde İngilizce'ye tercüme edilen eser 1923 yılında tekrar basılmıştır. Eser beynelmilel bir kronoloji, takvim, tarih, kültür ve astronomi konularını ihtiva etmekte olup, ilmi değerini günümüzde bile sürdürmektedir.
Bu eserinde Harezm şehrinde yaptığı 7,5 m çapındaki duvar rubu' tahtası ile ölçtüğü ekliptik meylini vermektedir.
Sene
Ekliptiğin Meyli
Batlamyus
?
23º50'
El-Me'mun astronomları
832
23º33'39''
Sabit bin Kurre
875
23º33'30''
El-Battani
880
23º27'
El-Biruni
995
23º27'
Techo Brahe
1790
23º30'
Bradley
1750
23º28,8'
Modern Ölçüler
1950
23º26,7'

Bu tabloda da anlaşıldığı gibi Biruni'nin bulduğu değer bu günkü ölçülere çok yakındır.
Tahkiku ma lil-Hind: Bu eserini Gazneli Mahmut ile birlikte gittiği Hint seferinde Hint dini , kültürü ve felsefesi , sanskritçeyi öğrenip yerinde tetkik etme suretiyle hazırlamıştır.
Tahdidu Nihayet-il-Emakin li-tashih-il-Mesakin: 1015 senesinde tamamladığı bu eserde matemetiki coğrafyanın inceleme metotları anlatılmıştır. Harezm, Hindistan ve Afganistan'da yaptığı rasatları ile jeoloji ve jeodeziye ait meselelerden bahsetmekte; trigonometri ile ilgili yeni kavramlar ve yorumlar getirmektedir. Bu eseri ile Biruni jeodezi ilminin kurucusu sayılmaktadır.
El-Kanun-ül-Mes'udi: Astronomik coğrafya demek olan bu eser , Biruni'nin en büyük eseridir. Bu eseri ciddi, ehemmiyeti haiz bir matematik ansiklopedisi mahiyetinde olup, devrinin bir çok yenilik ve keşiflerini ihtiva etmektedir.
Kitab-üt-Tefhim fi Evaili Sanaat-it-Tencim, Kitab-ül Cevahir fi Ma'rifet-il-Cevahir: Bu eseri kıymetli taşlar ve madenlerden bahsetmektedir. Biruni izafi yoğunlukları "mahruti aleti" dediği ve en eski piknometre diyebileceğimiz bir alet vasıtasıyla tayin etmekteydi. Onun sıcak ve soğuk su arasındaki ağırlık farkını daha o vakit 0,041677 olarak tespite muvaffak olduğu bilinirse, kendisinin ne mahir bir ilim adamı olduğu ortaya çıkar. Altının, zümrüdün, kuvarsın izafi kesafetini Biruni daha o zamanlar tayin etmiştir.
Biruni bu eserinde bazı cisimlerin yoğunluklarını aşağıdaki şekilde tespit etmiştir. Bu değerlerle bu gün tespit edilen değerler aşağı yukarı aynıdır.
Bu değerlere göre:
Maddenin CinsiBiruni'ye göreBu günkü değerlere göre Altın19,2619,26Cıva3,74113,59Kurşun11,4011,35Bakır8,928,85Pirinç8,678,40Dem ir7,827,79Kalay7,22 7,29
Kitab-üs-Saydala: Tıp ve eczacılık konusunda yazdığı ansiklopedik mahiyette bir eserdir. Eserde ilaçların ve otların isimleri; Arapça, Farsça, Yunanca, Süryanice, Sanskritçe, Hintçe ve Türkçe olarak kaydedilmiş özellikleri açıklanmıştır.
Biruni yalnız coğrafyaya ait olmak üzere müstakil eserlerde vermiştir. Çapı 6,8m kadar büyük bir yarım küre yaparak , coğrafi mevkilerin enlem ve boylamlarını kendi incelemeleri ile tespit ederek, üzerine kaydetmiştir. Ne yazık ki bu eser ziyan olmuştur.
Taksim-ül-Ekalim adlı bir coğrafya eser ile Tefhim'den alınan bir harita da elde bulunmaktadır. Biruni mühendis ve coğrafyacı olduğu kadar da büyük bir tarihçiydi. Onun Harezm tarihine dair Ahbar-ül-Harezm ve Meşahir-ül-Harezm adındaki eserleri; Gazneliler tarihine dair, Tarihu Eyyam-is,Sultan Mahmud'u; Manihailer ve karamitalılar tarihine dair, Tarih-ül-Mübayyeze vel-Karamita adlı eserleri ile tarih tenkidine ait olduğu isminden anlaşılan Tenkit-üt-Tevarih adlı bir eseri olduğu bilinmektedir.
Jeodeziye dair ilk eseri Biruni yazmıştır. Bu sahada yazılan eserler, ancak 8 asır sonra görülmüştür. Işık hızının varlığını ve bunun sesten kat kat fazla olduğunu belirtmiştir.
Biruni 63 yaşındayken arkadaşına yazdığı bir mektupta büyüklü küçüklü 180 'i bulan eserlerinin listesini vermektedir. Ne yazık ki bunlardan 22 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir.
Biruni bütün bu inceleme ve eserleriyle vardığı neticeleri, eski Yunanlıların ve eski İslam alimlerinin ulaştığı sonuçlara nispetle daha dakik ve daha doğru olmasını, İslam fetihleriyle medeniyet sahasının genişlemesine bağlayarak, bundan dolayı Allahü tealaya hamd etmiştir.
Biruni bütün ömrünü ilme vermiş ve eserlerini pek azı müstesna Arapça olarak yazmıştır. O devirde ve daha sonra çok zengin bir dil olan Arapça, edebi ve ilmi bir dil olarak kullanılmıştır. Biruni ;"Eğer eselerimi kendi dilimde yazacak olsam, bunlar çok saf Arap atlar sürüsü arasında zürafalar gibi garip bir şey olurdu" demektedir. Dünyadaki bütün ilim tarihçilerinin tasdik ettiği gibi o, en hassas manası ile dahi bir alimdi.
Biruni için ilmi araştırma ; fıtri bir arzu, tabi bir ihtiyaç derecesindeydi. Başka şeylere itibar etmiyordu. Öyle ki Gazneli Sultan Mes'ud 'un kendisine gönderdiği fil yükü gümüş liraya dönüp bakmamış devlet hazinesine iade etmiştir.
Biruni ilmi araştırmalarda metot olarak hem teoriyi hem de tecrübeyi birlikte esas alıyordu. Ayrıca tecrübeyi tekrar tekrar yapmak ve neticeye bu yoldan ulaşmak ilmi çalışmanın temelini teşkil ediyordu. İlimde açıklıktan yanaydı. Örtülü, kapalı ve müphem sözlerden nefret ediyordu
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #29
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
PİRİ REİS (1470..-1554)
Piri Reis eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olmasının yanısıra, Osmanlı deniz tarihinde izler bırakmış bir kaptandır. Piri Reis, 1465-1470 dolaylarında, o dönemde Osmanlıların ünlü bir deniz üssü olan Gelibolu'da doğdu. On yaşlarına geldiğinde, dönemin bütün Akdeniz'de nam salmış ünlü korsanı olan, sonradan devlet hizmetine giren amcası Kemal Reis'in seferlerine katılmaya başladı.
Piri ve amcası Kemal Reis, uzun yıllar Akdeniz'de korsanlık yaptılar. 1486'da Granada’nın Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi üzerine 1487-1493 yılları arasında Piri ve amcası, gemilerle Granadalı müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdılar. 1499-1502 yıllarında Osmanlı Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı gemi komutanı idi. Piri Reis Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.
Piri Reis, 1511'de amcasının ölümünden sonra, bir süre için açık denizlere açılmadı ve Gelibolu'ya yerleşti. Burada, önce 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İberik Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yeni dünya Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, işte bu haritanın elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, Kristof Kolomb'un hala bulunamamış olan Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olmasıdır.
Piri Reis haritasını, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında ,1517'de padişaha sundu.
Bazı tarihçilere göre, Osmanlı padişahı dünya haritasına bakmış ve 'Dünya ne kadar küçük...' demiştir. Sonra da, haritayı ikiye bölmüş ve 'biz doğu tarafını elimizde tutacağız..' demiştir.. Padişah, daha sonra 1929'da bulunacak olan diğer yarıyı atmıştır. Bazı kaynaklarca, günümüzde bulunamamış olan doğu yarısını, Hint Okyanusu'nun ve onun Baharat yolunun kontrolunu ele geçirmek için Padişahın yapacağı olası bir sefer için kullanmak istediği bile iddia edilmektedir...
Piri Reis seferden sonra, tuttuğu notlardan Bahriye için bir kitap yapmak amacıyla Gelibolu'ya döndü. Derlediği denizcilik notlarını bir Denizcilik Kitabı (Seyir Kılavuzu) olan Kitab-ı Bahriye'de bir araya getirdi..
Kanuni Sultan Süleyman'in dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri, 1523'deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması'na katıldı. 1524'de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pergeli İbrahim Paşa'nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1526'da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini Kanuni'ye sundu. Piri Reis'in 1526'ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye'den izlenebilir. Piri Reis, 1528'de de ikinci dünya haritasını çizdi. Bugün elimizde olan Kuzey Amerika haritası bu haritanın bir parçasıdır.
Sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalışan Piri Reis, bu dönemde, Hint Kaptanlığı yapmış, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz görevlerinde yaşlandı.
Piri Reis'in Osmanlı donanmasında yaptığı son görev, acı olaylarla biten Mısır Kaptanlığı'dır. 1552'de çıktığı ikinci seferin son durağı Basra'da, tamire ve dinlenmeye muhtaç donanmayı bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndüğü için, burada hapsedi. Donanmayı Basra'da bırakması, Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden 1554'te hizmette kusurla suçlandı ve idam edildi. Ne var ki O, yarattığı evrensel boyuttaki eserleri olan, iki dünya haritası ve çağdaş denizciliğin ilk önemli yapıtlarından birisi sayılan Kitab-ı Bahriye ile günümüzde de halen yaşamaktadır...
Öldüğünde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu. Osmanlı Türklerinde gerçek anlamda haritacılık Piri Reis'le başlar. Bu acemice, emekleyen bir görüntünün aksine, mükemmel bir çıkıştır. Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye adlı kitabı bir Türk'ün meydana getirdiği en önemli denizcilik eseri olarak dünyaca selamlanmıştır. Dünya haritası ve Kuzey Amerika haritasının çizimlerindeki isabet ve projeksiyon sistemindeki mükemmellik, tüm dünyada büyük hayranlık ve hayret uyandırmaktadır.
Piri Reis Haritası
Milli müzeler müdürü Halil Edhem Eldem, 1929 yılında, Topkapı Sarayı'nın eşsiz hazinelerinden biri olan Piri Reis haritasını ortaya çıkardı. Harita o sıralar İstanbul'da araştırma yapan Alman doğubilimci Prof. Paul Kahle tarafından incelenip, 1931 yılında Leiden'de toplanan 18. Doğubilimleri Kongresi'nde dünya bilim çevrelerine sunuldu. İstanbul basınında yer alan yazılardan sonra Ankara'ya taşınan harita, Atatürk ve tarihçileri tarafından incelendi. Atatürk'ün özel ilgi ve emirleri ile devlet matbaasında tıpkıbasımı yapıldı. Birinci Dünya Haritası adı ile anılan ve deve derisi üzerine çizilen, dokuz renkte boyanıp resimlenmiş harita 86 cm. boyundadır.
Üst kısmının genişliği 61 cm, alt kısmının ise 41 cm'dir. Dikkatle bakıldığında, haritanın sağ yanından boydan boya kopmuş olduğu göze çarpar. Alt kısmının genişliğinin kısa oluşu derinin olağan yapısındandır. Bu kopma dolayısıyla Birinci Dünya Harita'sından geriye Atlas Okyanusu'nun boydanboya iki kıyısı kalmıştır. İspanya, Fransa, Amerika'nın doğu kısımları ile Florida kıyıları, Antiller, Güney Amerika'nın doğu bölümü bugünkü haritalara yakın doğrulukta çizilmiştir. Harita tipik bir deniz haritasıdır. Enlem ve boylam çizgileri yerine rüzgar gülü ve yön çizgileriyle, efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslenmiştir. Harita üzerinde yer adlarının yanı sıra, keşif tarihi, efsanevi bilgiler, haritanın oluşumu hakkında notlar vardır. Harita eşsiz bir tablo güzelliğine sahiptir. Görselliğin bu denli öne çıkması, eserin Osmanlı sultanına sunulacak olmasından kaynaklanmıştır. Haritada bulunan rüzgar gülü sayısı üçü küçük, ikisi büyük olmak üzere beştir.
Güney Amerika'nın kuzeybatı bölümünde yer alan satırlarda Piri Reis'in imzası açıkça okunur: " Bunu Kemal Reis'in biraderzadesi diye meşhur, Hacı Mehmet'in oğlu fakir Piri 919 (1513) Muharremülharamında Gelibolu şehrinde yazdı, Allah ikisini de affetsin."
Güney Amerika üzerinde okunan aşağıdaki satırlarda Piri Reis bilim adamlarına yakışan bir dürüstlükle haritasının kaynaklarını açıkça belirmektedir:
"Bu fasıl işbu haritanın ne tarikle telif olunduğunu beyan eder. İşbu harti misalinde harti asır içinde kimsede yoktur. Bu fakirin elinde telif olup şimdi bünyad oldu. Hususan yirmi miktar hartiler ve yappamondolar'dan (Mappa Monde), yani İskender-i Zülkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskun anın içinde malumdur; Arap taifesi ol hartiye Caferiye derler anın gibi sekiz Caferiyeden ve bir Arabi Hint hartisinden ve dört Portukalın şimdi telif olmuş hartilerinden kim Sint ve Hint ve Çin hendese tarihi üzerine ol hartilerin içinde mesturdur ve bir dahi Kolonbo'nun Garp tarafından yazdığı hartiden bir kıyas üzerine istihraç edip bu şekil hasıl oldu; şöyle ki bu diyarın hartisi bahriler içinde nice sahih ve muteber ise, mezbur hartide dahi yedi derya ile sahih muteberdir."
Bu satırların üzerinde yer alan bölümde ise Amerika'nın keşfi ile ilgili bilgiler verilmekte ve son cümlesinde "Mezbur hartide olan bu karalar ve cezireler (adalar) kim vardır, Kolonbo'nun hartisinden yazılmıştır" denmektedir.
Haritayı çekici kılan yönlerden biri de budur. Colombus 1492-1504 tarihleri arasında Amerika'ya 4 kez sefer etmiş ve kıyıların haritalarını yapmıştır. Ancak bu haritaların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır ve bugün sadece Piri Reis'in haritasının içinde yer alan bölümü ile yaşamaktadır. Colombus'la birlikte ikinci yolculuğa kılavuz olarak katılan Juan de la Cosa'nın 1500'de yaptığı dünya haritası, Contarini'nin 1506 tarihli dünya haritası ve Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli dünya haritası (ilk defa bu haritada Kuzey ve Güney Amerika Asya'dan ayrı bir şekilde gösterilmiştir) Amerika kıtasının yer aldığı ilk haritalardır. Piri Reis'in haritası bu üç haritadan daha doğru olarak çizilmiştir. Prof. C. Hapgood tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, Kahire'yi merkez alan hava fotoğrafları ile inanılmaz benzerlik taşıdığı görülmüştür. Erich Von Daeniken ise haritanın uzay gemilerinden çekilen fotoğraflardan yapılabileceği gibi sansasyonel bir görüş ileri sürmektedir. Antarktika dağlarının haritada yer alması ise ayrı bir bilinmezdir. Yüzyıllardır buzullarla kaplı bu dağlar 1951'de ses yansıtıcı bir sistemle keşfedilmiştir. Kısacası, Colombus'un Amerika'yı keşfinden sonra yapılan haritalar içinde en isabetlisi ve bugünkü moden haritalara uygunu Piri Reis'in haritasıdır. Projeksiyon sistemi şaşırtıcı derecede mükemmeldir.
Piri Reis'in ilk haritasının kayıp parçalarının aranması sırasında, Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Öz tarafından yeni bir harita bulundu. Ceylan derisi üzerine, sekiz renkte boyanmış Osmanlı tarzı süslemelerle bezeli çerçevesiyle göze çarpan bu harita da bir deniz haritasıdır. Piri Reis üslubunun tipik bir örneği olan harita 69-70 cm boyutlarındadır. Çerçevenin sadece kuzey ve batı kenarlarında bulunması, üzerindeki notların kenara gelen kısımlarının yarım kalmış olması, bu haritanın da bir kısmının yok olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle elimizdeki harita Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika'yı kapsamaktadır. Harita üzerinde hemen göze çarpan ve deniz haritalarının tipik özelliklerinden olan dördü büyük ve süslü, ikisi küçük altı rüzgar gülü ile iki mil ölçeği bulunmaktadır.
Haritada iki dikey ölçeğin altındaki dört satır, Piri Reis'in imza ketebesidir ve haritanın yapım yılını da ortaya çıkarır: "Bunu 935 (1528) yılında Gelibolu'da Reis Gazi Kemal merhumun biraderzadesi diye meşhur olan Hacı Mehmed'in oğlu fakir Piri Reis tamam etti. Bu iş muhakkak onundur." Bu ketebe Arapçadır. Ancak harita üzerindeki diğer notlar duru bir Türkçe ile yazılmıştır.
Bu haritanın da, ilki gibi bir dünya haritası olduğu öne sürülmektedir. Bizce harita bir dünya haritası değildir. Kaybolmuş olan kısımlardaki alan büyük olasılıkla alt kenarda (güney) Antarktika, sağ kenarda (doğu) İstanbul'u kapsamaktadır. Piri Reis, Osmanlı başkenti ile Yeni Dünya'yı büyük ölçekli bir haritada göstermek istemiştir. Bir diğer amaç, 1513 yılında saraya sunduğu haritadaki bilgileri yeni keşifler ışığında güncelleştirerek Kanuni'ye sunmak istemiş olmasıdır. Bir başka olasılık ise, Amerika kıtasındaki yeni keşiflere ilgi duyan Osmanlı Sarayı bu haritayı çizmek için Piri Reis'i görevlendirmesidir.
İlk haritada bulunan bazı hayali adaların bu haritada yer almaması, Amerika kıyılarının daha isabetli çizilmesi, deniz haritalarında yer alan limanların girinti ve çıkıntılarının abartılı olarak çizilmesi hatasına düşülmemesi, Yengeç Dönencesi'nin çok az hatayla çizilmiş olması (kopuk ve kayıp bölümde Ekvator ve Oğlak Dönencesi'nin de çizildiğine işarettir), ilk haritada göze çarpan efsanevi bilgi ve resimlerin bu haritada bulunmayışı, Piri Reis'in birincisinden daha doğru ve güncel bir harita oluşturma amacı güttüğünü ortaya koymaktadır.

Kitabı Bahriye
Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Piri Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgar çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgarlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır.
Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.

Kitabı Bahriye 'den Piri Reis'in önsözü
Özellikle , güneş gibi parıldayan ve ay ışığı gibi ışıldayan , Arap ve Acem sultanlarının sultanı ve Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan Sultan Bayezid ( II ) Han'ın oğlu , Sultan Selim (I) Han'ın oğlu Sultan Süleyman (kanuni) Han ki ,
"Yüce Allah özellikle kendisinden inayetini esirgemesin, devletini güçlendirsin , ona zaferler versin , dünyanın yıkılacağı kıyamet gününe kadar oğullarına ömürler ve kuvvetler bahşeylesin"
Amin

Bu kitabın yazılış sebebine gelince , cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın yüce devletine ve mutluluklar bahşeden kapısına , zamanın bilgili kişileri , uğurlu hüdavendigarın sonsuz himmetleri ile isim ve şöhret sahibi olabilmek için , çeşitli bilim dallarında eserler vücuda getirmişlerdir.
Merhum Kemal Reis'in kardeşinin oğlu olan bu zayıf ve güçsüz Hacı Muhammed'in oğlu Piri Reis de , bu ümitle , padişah hazretlerinin feleğe benzeyen eşiğine , kuretinin yettiği ölçüde "denizcilik ilminden" ve gemicilerin sanatından yadigar olmak üzere bir kitap yazdım.Çünkü , bu ilimde , şimdiye kadar hiç kimse , böyle faydalı bir eser bırakmamıştır.

Piri Reis Müzesi

Çimenlik Kalesi içinde bulunan Piri Reis Müzesi'de, Piri Reis'in, Kitab-ı Bahriye'sini yazdığı tarihten itibaren değişik tarihlerde çizdiği üç adet Çanakkale Haritası, Dünya Haritası, Piri Reis'i yaşadığı devre ait Bayrak ve Sancaklar, Osmanlı resim sanatı olan Manzaralı Resim Sanatının üstadı Nasuh Matrak-çı'ya ait kitaplardan örnekler yer almaktadır.

Ve Bugünkü Piri Reis

Almanya'da 1978 yılında inşa edilen ve adını dünya denizcilik tarihinde saygın bir yeri olan Kaptan-ı Derya Piri Reis'ten alan gemi, kamuoyunda özellikle Ege Denizi'nde yaptığı araştırmalar sırasında Yunan gemileri tarafından uğradığı tacizle tanındı. Türkiye'nin denizcilik araştırmalarında ilk gemisi olan Piri Reis'in 10 personeli bulunuyor ve sefer sırasında 11 araştırmacı daha alabiliyor. Geminin üzerinde deniz canlıları, jeoloji, jeofizik, biyolojik araştırmalar yapacak ekipmanlar, bir laboratuvar ve haberleşme sistemleri yer alıyor.
Personel yetersizliği nedeni ile göreve çıkamayan Piri Reis, Urla İskelesi'ne çekildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri Entitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ergün, enstitüye bağlı Piri Reis Araştırma Gemisi'nin çalışmalarını yürütmekte eksik personel ve yetersiz ödenek nedeniyle zorlandığını söyledi.
İki haftalık sefer 20 milyar
Piri Reis'in çıkacağı iki haftalık seferin sadece yakıt ve iaşe bedelinin 20 milyar lirayı bulduğunu, bunu kendilerine ayrılan ödenekle karşılamalarının çok zor olduğunu kaydeden Prof. Dr. Mustafa Ergün, özel sektöre yaptıkları işler ve döner sermayeden elde ettikleri gelir ile açığı kapatmaya çalıştıklarını söyledi. Prof. Dr. Ergün, "Gemi 23 yaşında, yenilenmesi gerekiyor. 2-3 yıldır kriz nedeniyle ekipman alımımız durdu. Avrupa'da devlet bu tip araştırma gemilerini merkezileştirmiş ve büyük destek veriyor. Bizde bu yapılmadığı için örneğin deprem araştırmaları için yabancı gemileri çağırıyoruz" dedi.
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
5 Temmuz 2006       Mesaj #30
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
 big 1081694896
PİRİ REİS HARİTASI , 1513 , 42x60 cm, 28 Dpi

AÇIKLAMAMsn TongueİRİ REİS haritası, Topkapı Sarayının kadîm eserler müzesi haline getirildiği sıralarda, Millî Müzeler Müdürü Bay Halil Ethem tarafından, 1929 senesinde, bulunmuştur. Bay Halil Ethem bu haritayı, o zamanlar İstanbul'da misafir bulunan Alman müsteşriklerinden Prof. Kahle ile birlikte tetkik etti ve Prof. Kahle bu tetkiklerin neticesini 1931 senesi Eylülünde Layden'de in'ikat eden XVIII inci Müsteşrikler Kongresine bildirdi. Muhterem Türk ve Alman âlimlerinin bu keşfi ilim âleminin nazarı dikkatini celbetti ve Prof. Kahle'nin maruzası İtalyan ve İspanyol dillerine tercüme olunup, tabı ve neşredildi ; Viyana Üniversitesi Coğrafya Profesörü Oberhummer tarafından da 1931 senesi kânunuevvelinde, Viyana Akademisine bu keşfe dair izahat verildi.

Bazı Türk ve ecnebi gazeteler de Kristof Kolomb'un haritası unvanile mevzubahsimiz olan haritadan, noksan ve hatalı bir surette bahse girişmiş olduklarından, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, bu hataların tashihi maksadile Londra'da çıkan "The Illustrated London News" adlı resimli mecmuaya bir makale ile haritadan ve Piri Reisin "Bahriye" adlı kitabındaki resimlerden fotoğrafiler çıkartıp gönderdi ; bu makale ve resimler ingilizce mecmuanın 23 temmuz 1932 tarihli nüshasında intişar etti.

KAYNAK, YAYIN YERİ:Türk Tarih Kurumu Yayınları
DİĞER:Bu haritayı vücuda getiren Piri Reis, XV inci asrın son rub'unda Türklerin Akdeniz Amirallerinden bulunan meşhur Kemal Reisin kardeşi oğludur. Tarih, Piri Beyin en son resmî vazifesi olarak, Kızıl Deniz ve Umman Denizi donanmalarının Amirallığını tesbit eder.
t285
Piri Reis donanma kumandanlığı vazifesini ifa ettiği gibi, o zamanın denizcilik ilimlerile de meşgul olmuştur. Reisin denizcilik nazariyatındaki kudret ve meharetini, mevzubahsimiz harita ile "Bahriye" adlı kitabı açık göstermektedir. "Bahriye" Akdenizle o zamanlar Akdeniz kıyılarında bulunan şehir ve memleketleri tarif ve tersim ettiği gibi, denizciliğe, gemiciliğe dair de mühim malûmat verir.
Piri Reis, haritasını 1513 senesi Gelibolu şehrinde inşa ve tersim etmiştir ; ve bu tarihten dört sene sonra, yani 1517 de, Mısır Fatihi Sultan Selim I e, Mısırda bulunduğu sıralarda bizzat takdim eylemiştir.




Piri Reis'in Haritasi5/31/20041929 yilinda bir grup tarihçi ceylan derisi üzerine çizilmis olan hayret verici bir harita buldu. Arastirmalar bu haritanin ünlü Türk denizcisi Piri Reis tarafindan 1513 yilinda çizilmis oldugunu gösterdi1929 yilinda bir grup tarihçi ceylan derisi üzerine çizilmis olan hayret verici bir harita buldu. Arastirmalar bu haritanin ünlü Türk denizcisi Piri Reis tarafindan 1513 yilinda çizilmis oldugunu gösterdi. Basarili bir denizci olarak dünya tarihine geçen Piri Reis, haritaciliga tutkundu. Bu ünlü Türk amirali harita üzerindeki bir seri notta, bilgileri M.Ö 4.yy'a kadar dayanan birçok haritadan toparladigini söylüyordu.

Piri Reis'in haritasi Afrika'nin bati sahillerini, Güney Amerika'nin dogu sahillerini ve Antartika'nin kuzey sahillerini gösteriyordu. Antartika'nin kuzey sahilleri son derece detayli bir biçimde çizilmisti. En hayret verici olan ise Piri Reis'in bu kita kesfedilmeden 300 sene önce nasil bu kadar düzgün bir harita çizdigiydi. Harita buna ek olarak buz altinda kalan sahilleri de gösteriyordu. Jeolojik bilgiler Quenn Maud topraklarinin buzla kaplanmadan önceki son halinin ancak M.Ö 4000 tarihinde görülebildigi yönünde.

Bu buzsuz zamanin ne zaman basladigi konusunda ise hala süpheler var. Kimileri bundan 15000 ile 11000 sene önce bu dönemin basladigini iddia ediyor. Peki, Antartika'nin haritasini bundan 6000 sene önce ilk kim çizdi? Hangi bilinmeyen uygarlik bu teknolojiye sahipti ve böyle bir haritayi çizme ihtiyacini niye duydu?

Geleneksel tarihe göre ilk bilindik uygarlik Ortadogu'da M.Ö 3000 civarlarinda kuruldu. Bunu binyil sonra Indus vadisi ve Çin'de kurulan uygarliklar izledi. Bu bilgilere göre bu uygarliklardan hiçbiri bu teknolojilere sahip degildi. Buraya kim M.Ö 4000 yilinda gelip bugün ancak modern teknolijilerle gerçeklestirilebilen bu haritayi çizebildi?

Ortaçag'da "portolani" adi verilen bilindik denizcilik rotalari elden ele dolasmaktaydi. Bunlar genelgeçer denizcilik rotalarinin haritalariydi. Sahil kiyilarini, limanlari, bogazlari ve koylari gösteriyordu. Bu haritalarin çogu Akdeniz ve Ege denizleri üzerinde yogunlasmisti. Ama bazi bilinmeyen topraklar üzerine haritalar oldugu da söyleniyordu ve bazi denizciler bu haritalar hakkindaki bilgilerini sir gibi sakliyorlardi. Colombus'nun da bu haritalardan birini bilen nadir denizcilerden biri oldugu saniliyor.

Piri Reis, XV inci yüzyilin sonunda ünlü denizcilerinden Kemal Reis'in kardesinin ogludur. Piri Reis'in en son resmî görevi, Kizil Deniz ve Umman Denizi donanmalarinin amiralligi olmustur. Piri Reis, bu haritanin yani sira Akdenizle o zamanlar Akdeniz kiyilarinda bulunan kent ve ülkeleri anlatan ve denizcilige, gemicilige dair önemli bilgilere yer veren "Bahriye" bir kitaba imza atmistir. Piri Reis, haritasini 1513 yilinda Gelibolu'da tamamladigi; ve bu tarihten dört yil sonra, yani 1517'de, Sultan I. Selim'e, Misir'da bulundugu siralarda bizzat takdim ettigi söylenir.

Piri Reis, bugün kendi adiyla anilan haritayi çizmek için bir çok farkli kaynak kullandi. Bunlari yolculuklari sirasinda toparlamisti. Ayrica haritanin üzerine çalismalarini gösteren birçok not düsmüstü. Özgün ölçüleme ve kartografiden sorumlu olmadigini söylüyordu. Piri Reis, büyük bir denizci olarak birçok haritadaki nadide bilgiyi derlemeyi basarmisti. Piri Reis kaynak olarak kullandigi bazi haritalarin çagdasi gemiciler tarafindan çizildigini söylerken bazilarinin M.Ö 4.yy'a hatta daha eskilere dayandigini söylüyordu.

Piri Reis büyük ihtimalle bir zamanlar Iskenderiye Kütüphanesinde yer alan haritalardan birine rastgelmisti. Iskenderiye Kütüphanesi antik çaglarin en bilindik kütüphanelerindendi. Kütüphane yakilip yok edilince koleksiyonundaki kimi dökümanlarin kopyalari ve bazi özgün deniz haritalari aralarinda Istanbul'un da oldugu baska ögrenim merkezlerine ulasmisti. 1204 yilinda IV. Haçli Seferi sirasinda Venedikliler Istanbul'a girdikten sonra bu haritalar Avrupali denizciler arasinda dolasmaya basladi.

Piri Reis haritasi, 1929 yilinda Topkapi Sarayi'nin kadîm eserler müzesi haline getirildigi siralarda, Millî Müzeler Müdürü Halil Ethem Bey tarafindan bulundu. Halil Ethem Bey bu haritayi, o zamanlar Istanbul'da misafir bulunan Alman müstesriklerinden Prof. Kahle ile birlikte tetkik etti ve Prof. Kahle bu tetkiklerin neticesini 1931 senesi Eylülünde Layden'de in'ikat eden XVIII inci Müstesrikler Kongresi'ne bildirdi.

1953 yilinda bir Türk denizcisi, Piri Reis haritasini incelenmek üzere ABD'ye gönderdi. Haritayi degerlendirmek için kollari sivayan bas mühendis M. I. Walters antik haritalar uzmani Arlington H. Mallery'i yardima çagirdi. Uzun bir arastirmadan sonra Mallery kullanilmis olan izdüsüm yöntemini kesfetti. Haritanin dogrulugunu görmek için Piri Reis'in haritasini bir kürenin üzerine nakletti. Harita tamamiyle dogruydu. Mallery böyle bir harita çizmenin tek yolunun havadan ölçüleme yapmak oldugu görüsüne vardi. Peki kim 6000 sene önce yerküreyi haritalamak için bir uçak kullanmis olabilir?

Diger taraftan, koordinatlarin belirlenmesindeki kesinlik bu haritayi çizmek için küresel trigonometri kullanmak gerektigini gösteriyor. Bu yöntemin 18. yy'in ortalarina kadar bilinmedigi varsayiliyor. Piri Reis'in haritasi üzerinde çalisan uzmanlar çesitli antik haritalar koleksiyonlarini Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Richard Strachan'a gönderdiler. Uzmanlar bu haritalarin çizilmesi için gerekli olan matematik seviyesini bilmek istiyordu. Strachan 1965 yilinda onlara bu seviyenin çok yüksek olmasi gerektigi cevabini verdi. Aslinda bu tür haritalar çizmek için haritacilarin küresel geometri, dünyanin egriligi, yansitma metodlari bilmeleri gerekiyor. Bu da çok üst düzeyde matematik bilgisine sahip olmak anlamina geliyor.
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..

Benzer Konular

24 Temmuz 2016 / Misafir Cevaplanmış
26 Mayıs 2011 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
1 Ekim 2017 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
6 Nisan 2010 / ThinkerBeLL Osmanlı İmparatorluğu
27 Haziran 2012 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu