Arama

Korku (Fobi) Nedir? Korku Hastalığı ve Fobik Bozukluklar Hakkında - Sayfa 2

Güncelleme: 25 Ekim 2017 Gösterim: 156.917 Cevap: 16
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
13 Mart 2016       Mesaj #11
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Korkularımdan nasıl kurtulurum?


MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Kendinizi mutsuz, önemsiz ve umutsuz mu hissediyorsunuz? Korkularınız size bunu yapıyor ve hayatı yaşanmaz hale getiriyor. Peki, bunların üstesinden nasıl geleceksiniz, korkuları hayatınızdan nasıl çıkarabilirsiniz? Özel haberimiz size yardımcı olacak, dikkatle okuyun!

Hayatlarımızı bizler değil korkularımız yönetiyor. Hayat akıp giderken tek yaptığımız korkmak ve korkularımızdan korunmak… Çok sevmekten, yalnız kalmaktan, yaşlanmaktan, kilo almaktan, aldatılmaktan, sorumluluk almaktan, ölümden, sevdiklerimizi kaybetmekten, hastalanmaktan, parasızlıktan, başarısız olmaktan, insanların güvenini yitirmekten ve daha pek çok şeyden korkuyoruz… Korkuyoruz da korkuyoruz. Ve korkularımızın arkasına saklanarak hayatı ıskalıyoruz…

Peki nerden kaynaklanıyor bu korkularımız? Bu korkularımızdan kurtulmak mümkün mü?
Korkularımızın ya geçmişte yaşadığımız olaylardan ya da gelecek endişesinden kaynaklandığını söyleyen Spiritüel Gelişim Danışmanı Gülnur Ünal, “Nelerden korkuyorsak aslında onu yaşıyoruz. Aklımıza gelen başımıza geliyor. Korktuğumuz için korunmuyoruz. Aksine, korktukça hata yapıyoruz ve kaybediyoruz” diyor.

Korkuyu bir olayı algılama ve ona yüklediğimiz anlam neticesinde yarattığımızı söyleyen Gülnur Ünal, geçmişte yaşadığımız tecrübeler neticesinde de karşılaştığımız davranışlara bir takım anlamlar yükleyerek korkular yarattığımızı ifade ediyor.

Ad:  8.jpg
Gösterim: 3288
Boyut:  146.9 KB
Çocukluğumuzdan beri negatif kodlanıyoruz
Oysa her insan mutlu, özgür, sevgi dolu, bolluk ve bereket içinde bir yaşam sürme bilinciyle doğar. Ancak hayata geldiği andan itibaren güvensiz, korkulu ve endişeli bir ortamın içinde bulur kendini. Anne-babası ve etrafındakiler tarafından sistematik olarak olumsuz zihin bombardımanına tutulan çocuklar, bilinçsizce boş zihinlerine bunları kaydeder. Bu kayıtların onların hayatı olacağını bilmeden… Özellikle de ilkokul çağlarında, tüm hayatını etkileyecek enerjileri ve kayıtları kabul ederler. Gülnur Ünal hepimiz için tanıdık gelen olumsuz cümlelerden bazılarını bize hatırlatarak konuşmasını sürdürüyor:

“Koşma düşersin, çok hareket etme terlersin, yemeğini bitirmezsen arkandan ağlar, bırak sen yapamazsın, kazanamazsın boşuna girme, uyumazsan sabah uyanamazsın, elimden tut yoksa kaybolursun, dondurma yeme hasta olursun, ders çalışmazsan asla başarılı olamazsın, onların içinde senin hiç şansın yok ki, bu kadar çalışmanın bir anlamı yok, çalış çalış nereye kadar, çalışarak zengin olmanın imkanı yok, zenginler kim bilir o parayı nasıl kazanıyor, dikkat et hasta olursun, en az iki yabancı dil bilmeden iyi bir iş sahibi olamazsın, üniversitede okumadan asla olmaz… Bunları daha da çoğaltabiliriz. Çocuklukta aldığımız kayıtlar, fark edilip dönüştürülmezse hayat boyu bizi etkilemeye devam ederler.”

Ad:  9.jpg
Gösterim: 3263
Boyut:  115.4 KB
Neyle ilgili sorun yaşıyorsak ona dair korkularımız var
Olumsuz düşüncelerimizin temelinde genellikle içimizde gelişip büyüyerek hayatımızı kontrol altına alan bu korkularımızın yattığını söyleyen Gülnur Ünal, “Yaşamımızda neyle ilgili sorun yaşıyorsak mutlaka ona dair geçmiş ya da gelecek korkularımız var” diyerek konuşmasını şöyle sürdürüyor:

“Güzel bir hayat istiyorsak, atmamız gereken ilk adım korkularımızla yüzleşmek… Aksi takdirde korkularımız olumsuz düşünceleri yaratır ve güçlendirir. Ancak korkularımızı yok etmeye çalışmak yerine dönüştürmek için çaba göstermeliyiz. İnsanların kendilerini güvende hissettikleri konforlu ortamlarının değişmesinden korku duyarak buna karşı direnç gösterir. Ancak ilerlemek ve gelişmek için değişimi kabullenme cesaretini göstermek gerekiyor. Her yenilik içinde bilinmezlik taşıdığı için korku yaratır ama bu duygunun kararlarınızı engellemesine izin vermeden onunla birlikte hareket etme becerisini göstermelisiniz.”

Ad:  10.jpg
Gösterim: 3228
Boyut:  88.2 KB
Korkunun şimdiki zamanda var olmadığını, kaynağının geçmiş deneyimler ya da gelecek kaygısı olduğunu ifade eden Gülnur Ünal, “Korkunuzu dönüştürmek için geçmişin gölgesinden ve geleceğin kaygısından kurtulup ‘anda’ kalmayı başarmalısınız. Ve en önemlisi de sevgiyi hissetmelisiniz. İçinizde var olan sevgiyi açığa çıkartarak benliğinizle uyum içinde olduğunuz zaman kendi yarattığınız korkuların da farkın varacak ve dönüşmesine izin vereceksiniz” diyor.

Korkularınızla yüzleşin ve vedalaşın

“Korkularımızla dönüşü olmayan sözleşmeler imzalamıyoruz. Korkunuzla yüzleşip, dönüştürmek için adım attığınızda sözcüklerin büyüsünden de yararlanın” diyen Gülnur Ünal her gün tekrarlamanın faydalı olacağı olumlama cümlelerini şöyle sıralıyor:
  • Gelecek korkusu: “Yaşamın akışına güveniyorum.”
  • Başarısızlık korkusu: “İstediğim her şeyi başarabilecek güçte olduğumu biliyorum.”
  • Değersizlik korkusu: “Ben çok değerliyim.”
  • Kaybetme korkusu: “Ben sahip olduklarımı özgürce seviyorum.”
  • Yetersizlik korkusu: “Ben yeterliyim kendi iç gücüme inanıyorum.”
  • Parasızlık korkusu: “Bolluk, bereket içindeyim.”
  • Hastalık korkusu: “Ben sağlıklı yaşamayı seçiyorum ve bedenime değer veriyorum.”
  • Sevilmeme korkusu: “Kendimi çok seviyorum.”

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 23 Şubat 2017 19:22
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
13 Mart 2016       Mesaj #12
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

1. Korku Nedir?


MsXLabs.org
«Korku, hayatta kalabilmenin vazgeçilmez bir unsurudur.» (Hannah Arendt)
Sponsorlu Bağlantılar
Korku, Gerçek ya da hayali bir tehlike ya da ağrı sonucunda şiddetli bir heyecan ve dehşete kapılma haliyle ortaya çıkan duyusal durum.
"Korku" olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur. Buna rağmen korkuyu, irade ve mantıkla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir yakın tehdit hissi olarak açıklayabilmemiz mümkündür. Tıbbi açıdan bakıldığında korku – hemen hemen her vakada – soluk beniz, terleme, titreme veya çarpıntı halleri ile birlikte seyreder. Korku hastalıkları ise, korkunun şiddetli bir hali olarak kabul edilir.
Ad:  fob10.jpg
Gösterim: 475
Boyut:  26.9 KB
Bilinçli olarak tanınan dış tehlike kaynaklarına karşı gösterilen emosyonel tepkiye korku denir. Günlük hayatımızda huzursuzluk ve ürkme halinden dehşet duygusuna kadar sübjektif olarak değişen korku de­receleri yaşarız. Korkunun bedensel veya fizyolojik belirtileri ise otonom sinir sisteminde ve iç salgı bezlerinde meydana gelen değişmelerdir. Korkunun arkasından yapılan kan muaye­nelerinde serumda bazı maddelerin (adrenalin, kortizol gibi) artmış olduğu görülür. Deri damarlarının büzülmesi kılların dikilmesi (ürperme), kan dolaşımının artması, nabzın hızlanması, terleme ve titreme (tremor) insanda görülen tipik korku belirtilendi.

Anksiyete veya huzursuzluk denilen halde ise korku kaynağı bilinmediği halde psiko­lojik bir gerginlik vardır. Psikolojik bozuk­luklar arasında hastalık derecesine varan korkuya ise fobi adı verilir. Fobileri olan insanlar bazı durumlara, kimselere veya nesnelere özel bir anlam verirler ve bun­larla karşılaştıkları zaman korku duyarlar.

Korku genellikle bir insanın tehdit edici bir duruma verdiği tepki olarak tanımlanır. Örneğin bir çocuk havlayan bir köpek tarafından kovalanıyorsa ya da sınıfın kabadayısı bahçede yumruklarını sıkarak üstüne geliyorsa korkar. Korku neredeyse herkesin yaşamının belli zamanlar bir parçası olmuştur. Çocuklar için korku gelişimin normal bir parçasıdır ve dile getirilmesi büyümenin olumlu ve sağlıklı bir yönüdür. Çocuklar bu normal korkular aracılığıyla çevrelerine uyum sağlamayı ve kendilerini sıkıntıya sokan şeylerle baş etmeyi öğrenirler. Hatta korku çocukları güvende tutan bir işleve de sahiptir. Korku olmasaydı, çocuklar okul bahçesinde oynar gibi trafikte koşabilirlerdi. Anne babalar bilerek ya da bilmeyerek çocukların bazı korkuları edinmesini sağlar; caddeye fırlamamalarını, sıcak bir sobaya dokunmamalarını, vidayı elektrik prizine sokmamalarını ya da gök gürlerken dışarı çıkmamalarını söylerler. Bu korkuların yerleşmesi hem çocuğunuzun korunmasına hem de sizin içinizin rahat olmasına yardım eder.

Freud bilinçdışı süreçler üzerinde durmuştur. Bilinçdışı süreçler, insanın farkında olmadığı, ancak yine davranışı etkileyen düşünce, korku ve arzulardır. Freud'a göre çocukluk sırasında anne baba ve toplum tarafından yasaklanan davranışlar, doğuştan gelen içgüdülerden kaynaklanmamaktadır. Freud'a göre bilinçdışı davranışlar, rüyalarda, dil sürçmelerinde, tutumlarda ve bunun yanı sıra sanatsal ya da edebi etkinlik gibi toplumsal olarak onaylanan davranış biçimleriyle ifade edilmektedir.

Birey kendini, kendisi için önemli olan kişilerden daha aşağı durumda (statüde) algıladığında, onlar tarafından onaylanma ve onları memnun etme gereksinimi artmaktadır. Bireyin bu başkalarını memnun etme gereksinimi ve onaylanmama korkusu, insan olarak başarısız olma, saygınlığını yitirme, zayıf görülme gibi duygu ve davranışların depresyonla ilişkisi, onun bu kişilere bağlılığı veya onlara yakın olma gereksiniminden çok, onu boyun eğici davranışlara yönelten yetersizlik korkuları ile açıklanabilir.

Ruh hastalıkları Arasında çeşitli fobik reaksiyonlar (agorafobi, klaustrofobi vb.) vardır. Yabancılardan korkmak, (ksenofobi), sos­yal korku şekli, kedi, köpek, fare, örümcek ve yılan korkusu özel korku biçimleridir.

2. Korkunun Nedenleri


Yeni ve bilinmeyen her şey insana ürküntü verir. Çocuğun da güçsüzlüğü ve bilmediklerinin çokluğu düşünülürse, özellikle ilk yıllarda korkuların çokluğu daha rahat anlaşılabilir. Çocuk çevresini tanıdıkça, beden gücü ve zihin yetenekleri geliştikçe, korkularını bir bir yener. Bir bakıma insan yavrusu, çevresinden ve kendi içinden gelen korkuları yene yene olgunlaşır. Örneğin; bir bebek için her şey korkutucudur; gürültüler, alışılmamış nesneler, yabancı bir yüz gibi... Ayrıca bebek, acıkma, susama, altının ıslanması gibi kendi içinden gelen nedenlerle de korku tepkisi gösterebilir.[4]
Korku, birçok tehlikeli durumlar yaratan bir heyecan halidir. Herkes korku ve kaygı yaşar. Korku aslında, tehlikeli durumlardan sakınmamıza yardım eden sağlıklı ve uyum sağlayıcı bir tepkidir. Korku hayali şeylere tepki olarak gösterildiğinde veya normal günlük işleyişi aksattığında problem olmaya başlar. Korkunun aşırı gelişimi ve sürekliliği Fobi'leri yaratır. Çocuklarımızın hissettiği korkuların olası nedenleri şunlardır:
  1. Bedensel bozukluklar, hastalıklar ve kazalar çocuklarda köklü korkuların yerleşmesine neden olabilir.
  2. Çocukları korkutmalar (cin, şeytan, gulyabani vs. öyküleri anlatarak),
  3. Çocukları tek başlarına bırakma yoluyla onları korku verici yaşantılarla tek başına bırakmak,
  4. Yanındaki insanın korktuğu şeylerden korkması yani taklitçilik geliştirmek yoluyla
  5. Korkuyu eğitimde bir motive aracı olarak kullanmak (yaramazlık edersen....olur vs.)
  6. Çocuğun ve gencin geçirmiş olduğu şoklar (boğulma tehlikesi geçirmiş çocuk denizden korkar vs.).
Çocuklarda belli korkular belli gelişme aşamalarında yaygındır. Burada normal olan korkuların onların görüldüğü yaş dönemlerini belirtmek istiyoruz.

0 – 6 Ay Gürültülü sesler
6 – 9 Ay Asıl bakıcının dışındaki yetişkinler ve düşmek
2. Yıl Gök gürültüsü, canavarlar, büyük nesneler (arabalar, trenler vs)
3. Yıl Hayvanlar, karanlık, yalnız kalmak
4. Yıl Büyük hayvanlar, anne ve babanın geceleri veya işe gitmek için yalnız bırakması
5. Yıl Karanlık, düşmek, köpekler
6. Yıl Canavarlar, hayaletler, büyücü kadınlar, hırsızlar, yatağın altındaki bir şeyler veya birileri, dişle ilgili işlemler

Bu ve benzeri korkular çocuklarda çok yaygındır. Bunlar tahmin edilenden çok fazla sürmediği ve/veya aşırı kaçmadığı, normalden sapmadığı müddetçe çok fazla endişelenmeye gerek yoktur. Çoğu çocuk onları terk edecektir. Anne ve babalar sadece çocuğun içini rahatlatmalı ve düzenini sürdürmelidir. Örneğin canavar korkusuyla çocuğun uyku saatinin aksatılmasına veya yerinin değiştirilmesine izin verilmemelidir. Bu kaçma, sadece korkunun güçlenmesine hizmet edecek ve onu sakinleştirmek daha da zorlaşacaktır.

İki-üç yaş çocukları yüksek seslerden, tuvaletin çekilmesinden, elektrik süpürgesinden, gök gürültüsünden ürkerler. Üç-dört yaşlarında bunlara karanlık, dilenci, hırsız, polis ve öcü korkuları eklenir. Bu yaşlarda anne-babadan ayrı kalmak tedirginliğe yol açar. Kalabalıkta, birkaç dakika annesinden ayrı kalan üç-dört yaş çocuğunun uğradığı panik herkesçe bilinir. Çocuk yırtınırcasına ağlar; gözlerinden korku ve şaşkınlık okunur. Çoğu kez de altını ıslatır. Balta girmemiş bir ormanda tek başına yol arayan yetişkin bir insanın durumu da bu çocuğunkinden farklı değildir. Çarşıda pazarda bazı konularda ısrarcı davranan çocuklara anneler bundan yararlanarak kolayca susturur: "Uslu durmazsan bırakır giderim!" derler.

Gerçekten çocuklar için düşünülebilecek en büyük korku anne-babadan ayrı düşmek, ortalıkta kalmaktır. Her tehlikede sığındığı anne-babasının kendisini bırakıp gitmesi olasılığı, çocuğu sınırsız biçimde tedirgin eder; güvenini sarsar. Dört yaşında doruğa varan korkularda yavaş yavaş azalma görülür. Korkular daha somutlaşır. Köpekten, düşüp yaralanmaktan, bir yerinin sıyrılıp çizilmesinden, kesilip kanamasından korkulur.

Anaokulundan dönüşte anneyi evde bulamamak da çocuk için katlanılması güç bir şeydir. Altı yaşında, korkularda yeni bir artma gözlenir; hayalet, cadı ve hortlak korkusu alevlenir. "Karyolanın altında biri var" diye odalarında yatmaktan çekinirler. Yangından ve hırsızdan korkarlar. Filmlerin çok etkisinde kalırlar. Bu yaşlardan sonra genellikle korkularda yatışma olur ama eski korkuların arada bir depreşmesi ya da yenilerin ortaya çıkması da olağandır.

Çocuklar deneylerinin az, düşünme yeteneklerinin sınırlı olması nedeniyle, gördüklerini ve duyduklarını gerçekçi olarak değerlendiremezler. Benzeterek, gördüklerini çarpıtarak, abartarak, süsleyerek korkulu sonuçlar çıkarabilirler. Bodrumda gördükleri korkunç hayvandan, karanlık odada saklanan umacıdan and içerek söz edebilirler. Çocukluk çağının bu özellikleri göz önüne alınırsa, çocukları korkak yetiştirmenin çok kolay olduğu sonucu ortaya çıkar Kimi evde çocuk, korkutulmadığı halde ürkektir, korkaktır. Anneler çocuklarını hiç korkutmadan eğittiklerini övünçle söylerler, doğrudur. Ancak, yapılan görüşme, annenin kendisinde birçok korku olduğunu ortaya çıkarır. Bunlar yanlarına kedi köpek yaklaşınca ürküp sıçrayan, evde böcek görünce çığlığı basan, kocası evde yokken çocuklarını yanına almadan yatamayan annelerdir. Ya da çocuklara sık sık kapıyı yabancılara açmamalarını öğütleyen, kapıya ikiden çok kilit ve sürgü taktıran annelerdir. Kısacası böyle bir evde korkutma yoktur ama annenin aşırı korkaklığı ve ürkekliği çocuklara bulaşmıştır.

Korkutma yönteminin hiç kullanılmadığı evlerde sıklıkla görülen başka bir durum da, aşırı koruyucu ve kollayıcı tutumdur. Bu tutumla yetişen çocuğa, "Aman düşersin!" , "Çocuklara sokulma döverler.", "Sen karşıya geçemezsin, dur ben geçireyim." siyerek çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu inancı aşılanır. Çocuk adım atsa yanında birisi vardır ve yardıma hazırdır. Özgürlüğü bu denli kısıtlanmış bir çocuk, neyin tehlikeli, neyin tehlikesiz olduğunu öğrenmeye olanak bulamaz. Her şeyden ürker, kendi gölgesinden bile korkar. Burada "sakınan göze çöp batar" sözünün gerçeği yansıttığını söyleyelim. Denemeye fırsat verilmediği için kendine güveni gelişmemiş bir çocuk, elbette ilk denemelerinde düşecek ya da ürkütücü bir durumla karşılaşacaktır. Ülkemizde annelerin, bunaldıkça çocuklarına uyguladıkları bir sindirme yöntemine de değinmek gerekir. Bu "beni üzersen hastalanıp ölürüm, annesiz kalırsın!" ya da benzeri sözlerle çocuğu bir yandan suçlama, bir yandan da sindirme ve kendine acındırma yöntemidir. Bu yöntemle, çocuk bir süre için sindirilebilir, içten içe tedirgin olur, her hastalanışında annesinin yanına koşar merakla sorular sorar. Hele anne birkaç kez, karı koca kavgasının ardından fenalık geçirmiş ya da baş ağrısından dolayı uzanıp yatmışsa, çocuk bu sözlerin doğruluğuna iyice inanır.

Kimi evlerde, sık başvurulan bir yıldırma yöntemi de Allah'ı yardıma çağırarak uygulanır: "Sus, Allah baba seni taş eder! Çarpılırsın! Allah'ı her yaptığını görür!" Bu yola sık sık başvurulursa, çocuk kendini kötü görmekle kalmaz Allah'a karşı bir öfke de geliştirir.

Çocuklarda görülen kimi korkulardan anne-baba sorumlu tutulamaz. Aile ve çocuğun elinde olmayan birçok neden çocukta korkuyu başlatılabilir ya da olağan saydığımız korkuların artmasına ve uzamasına yol açabilir. Kaza geçirmek, evin soyulması, ev dışında korkutulmak, deprem, yangın, su baskını, yıldırım gibi olaylar etkisi erişkin yaşlara dek süren izler bırakabilir. Çocuğun ev dışında tanık olduğu büyük kavgalar, yaralanmalar ya da ölümle biten kazalar da çocukları belirli bir süre tedirgin eder. Sık sık hastaneye yatan, arka arkaya ameliyatlar geçiren çocuklarda da korkuların yer etmesi doğaldır.

3. Sağlıklı Korku ve Patolojik Korku


Korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku öncelikle, hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve itinalı olma yetisini kazandırır bize. Nasıl ağrının beden için önemli bir alarm fonksiyonu varsa, korkunun da hayati bir önemi söz konusudur. Örneğin korkmadan ve ağrı hissetmeden ateşe yaklaşabilseydik, hayati tehlike arz edebilecek yanıklara maruz kalmamız çok kolay olurdu. Yani, korkunun da sağlık açısından önemli yönleri vardır kuşkusuz. Bu durumda gerçek korku olarak tabir edilen olgudan bahsedilir: Dışarıdan gelen bir tehlike karşısında insan; bedenen, hissi olarak ve akıl seviyesinde alarma geçirilmektedir. Ancak korku olgusunun nasıl yaşandığını veya algılandığını da herkes bilir. Örneğin bize korku veren duruma başka bir anlam vermek suretiyle: Geceleri evimizde sesler duyduğumuzda, bunu evde bulunan muhtemel soygunculara değil, örneğin evin içinde dolaşan kediye yormaya eğilim gösteririz. Ancak makul bir ölçüde gerçek korku hissine sahip olmak da önemlidir. Bu korkunun dozu, risk taşıyan bir olayda hazırlıksız yakalanmayacak kadar yeterli olmalı, ancak tepki gösteremeyecek kadar da ("korkudan donakalma") fazla olmamalıdır. İşte gördünüz: hem aşırı korku, hem de korkusuzluk derecesine varan az korku halleri, hastalık özelliklerini taşımaktadır. Aşırı korku halinde mutlaka yardıma ihtiyacınız var demektir, üstelik yaşam kaliteniz de kısıtlanmış olacaktır. Ancak korkusuzluk halinde sosyal açıdan topluma uyumlu ve de başarılı olmanız mümkündür. Korku olgusunun bu her iki türünün de hastalık niteliği taşımasına rağmen, aşırı korku vakasının daha önemli olduğu da bir gerçektir.

4. Korku Koşullaması


korku koşullanması , gündelik hayatta daha önemli bir rol oynar. Çoğumuz korku koşullanması türünde deneyimler geçirmişizdir; bu deneyim ve korkular çevreye yaptığımız uyum (veya uyumsuzluğun) temelini oluşturmuştur, insanlarda korku koşullanmasının psikolojide çok ünlü bir örneği, Albert adlı 11 aylık bir erkek çocuğun vakasıdır.

Deneyin başlangıcında Albert'in hayvanlardan korkusu yoktur. Kendisine beyaz bir tavşan sunulduğunda sevinç gösterilerinde bulunmuş ve hayvandan uzaklaşmak için hiç bir çaba göstermemiştir . Ancak daha sonra kendisine bir fare gösterilirken çok şiddetli bir gürültü duyması sağlanmıştır. Şiddetli gürültüler genellikle çocuklar için, hatta hepimiz için, korku uyandırıcı uyarıcılardır . Ses Albert'in geriye doğru çekilmesine neden olmuştur. Beyaz farenin gösterilip hemen arkasından şiddetli bir gürültünün verilmesi işlemi, birçok kez tekrar edilmiştir. Daha sonra, önceleri korku uyandırmamış olan beyaz tavşan, Albert'e yeniden gösterilince, bu kez tavşanın sadece görünümünden bile korkan Albert ondan uzaklaşmaya çabalamıştır. Hatta bu korku diğer tüylü beyaz nesnelere, örneğin bir insanın yüzündeki beyaz sakala karşı da gösterilmeye başlamıştır. Tavşana ve diğer tüylü beyaz nesnelere bu geçiş, bir sonraki bölümde ele alınacak olan uyarıcı genellemesi olayını göstermektedir. Şu halde, korkuyu koşullanmak için gerekli olan şey nötr bir uyarıcıyı , doğal ya da koşulsuz bir korku uyarıcısıyla eşleştirmektir. Korku koşullanmasının önemli bir özelliği çok çabuk, adeta bir anda oluşmasıdır. Salya koşullanmasının gerçekleşmesi için birçok tekrar gerekir, oysa korku koşullanması birkaç tekrarda oluşur.

Boğulma geçiren bir insanın suya karşı çok şiddetli bir korku geliştirmesi sık sık görülen bir olaydır. "The Locomotive God" (Leonard, 1927) adlı kitapta şöyle bir yaka anlatılmaktadır: Evinden birkaç sokak uzakta dolaşırken tren raylarına çok yaklaşan bir çocuk, geçen bir trenin çıkardığı buharla haşlanmıştır. Yıllar sonra, bir profesör ve ozan olan bu aydın kişi evinden ya da evinin yakın çevresinden uzaklaşması gerektiğinde çok şiddetli bir korku göstermektedir.

5. Korkunun Gelişimi


Korkumuz, ancak hayatımız sürecinde gelişen bir olgudur. Yani ne "ödlek" olarak, ne de özellikle cesur ve korkusuz bir insan olarak dünyaya geliriz. Gözle görülür ilk korku reaksiyonlarını, bebeklerin dördüncü ila altıncı ayları arasındaki dönemlerde algılayabilmemiz mümkündür. Çocukların ebeveynlerinden uzun süre uzak kalmalarına katlanmaları, içlerinde bu şahısların bir imajını muhafaza edebildikleri sürece mümkündür.
Bebeğin anneye bağlanmasının en önemli nedenlerinden birisi de annenin bebekteki korkuyu azaltma kapasitesidir. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde, yeni bir durumla karşı karşıya kalındığı zaman, çocuğun göstereceği tepkide, annenin tepkisi çok belirleyicidir. Çocuk, örneğin ilk kez bisiklete binmeyi öğrenecekken annenin yüzündeki ifadeyi ve davranışlarını inceler. Eğer anne, çocuğa destek veriyorsa ve onun gittikçe kendine güven kazanmasını ve bağımsız olmasını sağlıyorsa, çocuk bisiklete binmeyi zevkli bir durum olarak algılayacak ve bütün dikkatini bu etkinliğe yöneltecektir. Öte yandan, anne ya da çocukla ilgilenen diğer bir kişi, çocuk bu öğrenme sürecini yaşarken sürekli endişeli bir yüz ifadesiyle onu izler ve uyarılarda bulunursa veya onu azarlarsa, çocuk dikkatini vermesi gereken etkinlikten ziyade, hayatında kendisi için çok önemli olan kişiyle ilgilenecek ve o durumla bağlantılı olarak ortaya çıkan endişesi giderek yükselecektir. Bu da, çocuğun o durumdan kaçınmasına ve bir daha karşılaşmak istememesine neden olacaktır. Bu kaçınma davranışına biz “korku” diyoruz.

Korku bir kaçınma davranışı olarak ortaya çıkabileceği gibi bir şartlanma olarak da ortaya çıkabilir. Bebeklik döneminde yüksek sesten korkmanın normal olduğundan bahsetmiştik. Bu dönemde, bebek tam banyosunu yaparken, dışarıda çok büyük bir gürültü meydana geldiğini varsayalım. Bu talihsiz durum, bebeğin bir su veya banyo fobisi geliştirmesine neden olabilir.

Kaçınma ve şartlanmanın yanı sıra korkuya neden olan bir diğer faktör de endişelerdir. Endişenin yarattığı korkuya en çok karanlıkta ve uykuya dalarken yalnız kalındığında rastlanır. Çocuk, yaklaşık 3 yaşından itibaren toplumun kurallarıyla annesi ve babası aracılığıyla daha çok tanışmaya başlar. Artık istediğini yapmada eskisi kadar özgür değildir. Bunun sonucunda, çocuk kendini bu sıkıntılı duruma sokan anne ve babasına karşı bir öfke duymaya başlar, ancak bu duygusunu onlara yansıtmaya çekinir. Yine de böyle bir duyguya sahip olduğu için suçluluk hisseder. Ona rahatsızlık veren bu durumla baş edebilmek için, anne ve babasını ya da genel olarak toplumu ve kuralları temsil eden bir takım korkutucu figürler bularak, korku ve suçluluk duygularını onlara yansıtır; bunlar bir cadı, hayalet ya da ejderha olabilir. Uykuya dalmadan önce çocuk bilinçle bilinçdışı arasındadır. İçinde biriktirdiği öfkelerin farkına varır, bunları bastıracak gücü kendinde bulmakta zorlanır. O zaman da, aslında bu duyguların yaşanmasına neden olan, ama aynı zamanda ona destek olan ve güven veren annesini ya da babasını yanında ister. Onlar yanında olduğu zaman onların varlığından ve sevgisinden emin olur ve uykuya dalabilir. Karanlık da çocuğun kendini, yine kontrolünü kaybetmiş olarak hissettiği bir andır ve endişe vericidir. Bu endişeyle baş etmek için yine bir dış desteğe ihtiyaç duyabilir.

Çocukluk psikolojisi açısından korkunun gelişimine gelince şunları söyleyebiliriz: Doğduğu andan itibaren, çevresiyle çeşitli ilişkiler içerisine giren çocuk için aslında herhangi bir korku objesi söz konusu değildir. Genellikle çocuklarda korkular 2-3 yaşlarında ortaya çıkmaktadır. Bu yaşlar ise, zihni gelişimin başladığı çağa rastlamaktadır. Çocuğun, daha birkaç aylık iken yüksek sese karşı ağlayarak tepkide bulunması ise, korku coşkusunun sadece bir belirtisidir.

Korkular genellikle yaşa paralel olarak artmaktadır. Ancak bir çocuğun ne zaman neden korkacağını tespit etmek oldukça zordur. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, korkunun -meydana gelişinde, çevre şartları, geçmiş yaşantılar ve o andaki psiko-fizyolojik durum rol oynamaktadır. Mesela, köy çocukları incelenmiş ve korkuya sebep olan faktörlerin u'ini hayvanların oluşturduğu tespit edilmiştir.

Batı'da yapılan bir araştırmada ise, “dokuz yaşındaki çocukların @'ından fazlasının korkularının bedensel zarar, soygunlar, çocuk hırsızları ya da ölüm ve hayvanlar çevresinde yoğunlaştığı belirtilmektedir.

Görülüyor ki bir bölgede hayvan korkusu birinci sırada yer alırken bir başka bölgede son faktör olabilmektedir. Batı'da soygun ve çocuk hırsızlığının ilk sırada yer alması ayrıca dikkatle incelenmesi gereken bir başka konudur.

Çocuklarda rastlanılan korkuların 'ının hatalı ve yanlış eğitimden kaynaklandığı gerçeği, bizi korkunun en önemli nedenine götürmektedir. Çünkü hakkında hiç bir fikre sahip olmadığı herhangi bir şeyi çocuk, -telkin vasıtasıyla- sevebilir veya ondan korkabilir. Ergenlikte korku tepkisi bir anlamda çocukluktakiyle eşdeğerdir. Korkular çocuklukta başlar ve ergenlikte devam etme eğilimi gösterir. Üniversite seviyesinde yapılan bir incelemeye göre, ergenlik çağı yıllarının sonlarında yani yetişkinlik yıllarının başlangıcında bulunan kimseler hâlâ çocukluk çağlarından kalma korkularıyla birlikte yaşamaktadırlar. Gençlikte korku heyecanı ile ilgili değişiklikler “nitel” olmaktan daha ziyade “nicel”dir. Artık gencin ilgi sahaları değişmektedir. Ergenin ilgilendiği faaliyetlerin sonucunu kestirememesi ve toplumdaki yerini yitirme endişesi çocukluğa göre daha farklı korkulara neden olabilir. Sonuç olarak şunu belirtmeliyiz ki, korku ve endişe yaştan yaşa ve kültürden kültüre farklılık arz edebilir. Bunda inanışların ve çocukluk döneminde alınan telkinlerin büyük rolü vardır. Yaş ilerledikçe, çevreyle olan ilişkilerin artması sonucu korkuların giderek azaldığı veya mevcut korkuların daha anlamlı bir zemine oturduğu görülür. Bu durum aynı zamanda kişinin eğitimi ve yaşantıları ile de bağıntılıdır.

Korkunun bir diğer kaynağı da, çocuğun başkalarını korktukları durumlar içinde izlemesidir, yani korkuyu görerek öğrenmesidir. Örneğin, çocuk annesini uçağın içinde bembeyaz olmuş bir yüzle görür ve annenin panik içinde olduğunu anlarsa, o da uçaktan korkmaya başlayabilir.

Ayrılma korkusunda, korkunun nedeni genellikle çocuk değil annedir. Anne, çocuğun kendisinden ayrılıp, örneğin okula başlamasını istemez ve bunu çok dolaylı ve ince mesajlarla çocuğa aktarır. Anne, çocuğa, o okula başladığında kendisinin bütün gün onu bekleyeceğini, bunu yaparken onu çok özleyeceğini, birlikte ne kadar güzel zaman geçirdiklerini anlatmaya başladığında ve bunu uzunca bir zaman sürdürdüğünde, çocuk okula başlamayı adeta annesine ihanet etmekle eşanlamlı tutmaya başlar ve okula gitmek istemeyebilir. Bu da okul fobisi veya ayrılma endişesi olarak tanımlanabilir.

Sonuç olarak çocukluk döneminde çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilen, çok çeşitli tiplerde korkular olabileceğini gördük. Çocukta korkuyla baş ederken, korkunun bir yaş döneminin özelliği mi olduğu, korkuya neden olan belli bir olayın olup olmadığı iyice araştırılmalıdır. Anne ve babalar, çocukla kurdukları ilişkiyi gözden geçirmeliler, çocukla birlikte bu konuyu ele almalılardır. Bütün bunlara rağmen çocuğun korkusunda bir azalma olmuyorsa, bu konuyla ilgili profesyonel bir yardım aramakta yarar vardır.

6. Korkunun Motive Edici Etkisi


Uyandırılan korku derecesi ile bunun tutum ve davranışlar üzerindeki etkisi çeşitli araştırmalarla incelenmiştir. Bu konu daha çok sosyal psikoloji ve iletişim uzmanlarının dikkatini çekmektedir.

Korkunun yüksek düzeyde olmasının çocuklarda olumsuz yönde tesir yaptığı bilinmektedir. Çünkü çocuk, korku ile oluşturulmak istenen davranış değişikliğinin sebebini bilmemekte ve korkuyu içselleştirememektedir.

Kağıtçıbaşı, bir faraziye ile bu konuyu şöyle açıklamaktadır: Örneğin, ders çalışmayı sevmeyen Fatma'nın bu davranışına büyük bir ceza ile mi yoksa küçük bir ceza ile mi korkutarak engel olmak daha etkilidir?

Fatma ders çalışmak istememektedir. Bu tutumuna ters düşen bir davranışı yani ders çalışması sağlanmıştır. Büyük bir ceza söz konusu ise, Fatma, davranışını bu cezaya çarpılmamak için yaptığını düşünecek, ders çalışmayı sevmeme tutumunda herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Yanında kendisini cezalandırabilecek bir büyük var iken Fatma ders çalışacak, fakat kendi kendine kalınca -tutumu değişmemiş olduğundan- yine çalışmayacaktır.
Oysa küçük bir ceza ile Fatma'nın ders çalışması sağlanmışsa durum farklıdır. Fatma ders çalışma davranışını, bu hafif ceza ile kendi kendine açıklayamayacağı için, yani bu kadar az bir cezadan kurtulmak için bu kadar tatsız bir işin yapılması pek akla yatkın olmayacağından, onu bir iç nedenle açıklayacaktır. Yani, Fatma tutumunu davranışı doğrultusunda değiştirerek aslında ders çalışmaktan o kadar nefret etmediğine, hatta belki çalışmaktan hoşlandığına kendisini inandıracaktır.

Gençlerde ve yetişkinlerde yüksek korkunun toplumsallık üzerinde yoğun motive edici etkisi olduğu bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur: Schachter'in 1959 yılında bu konuda yaptığı deney özetle şöyledir: Kendilerine, yapılan araştırmanın elektrik şokunun etkileri ile ilgili olduğu söylenen deneklerden bir gruba elektrik şoku hakkında yüksek düzeyde korkutucu bilgiler, diğer gruba da düşük korku düzeyinde rahatlatıcı bilgiler verilmiş ve ilk grubun ikincisinden daha fazla korktuğu gözlenmiştir. Elektrik şokuna bağlanmadan, isteyenlerin odalarda birlikte veya yalnız olarak beklemeleri gerektiği söylenmiştir. Korku düzeyi yüksek olan deneklerin b.5 oranında birlikte bekledikleri, bu oranın düşük korku düzeyinde 3 olduğu tespit edilmiştir. Buradan yüksek korku düzeyinin toplumsallık eğilimini artırdığı anlaşılmaktadır.

Yüksek korkunun bu noktadaki motive edici etkisi evrenseldir. Ancak farklı konulardaki korkuların eğitim ve zekâ düzeyine göre farklı kişilikteki insanlarda değişik etkiler yaptığı ortaya konan başka araştırmalarla belirlenmiştir:

1953 yılında Janis ve Feshbach tarafından yapılan bir deneyde üç grup dinleyiciye diş sıhhati ve bakımı konusunda fotoğraflar da kullanılarak konuşma yapılmıştır. Bu konuşmalardan biri çok korkutucu olarak hazırlanmış, dişlere bakılmadığı takdirde çeşitli hastalıkların meydana gelebileceği öne sürülmüş ve çok çirkin görünüşlü diş ve ağız hastalıklarının fotoğrafları gösterilmiştir. Diğer iki konuşma, orta derecede ve az derecede korku meydana getirecek şekilde hazırlanmıştır.

Bu işlemler sonunda, yukarıdaki toplumsallaşma deneyinin aksine, az korku yaratıcı iletişimin en etkili olduğu görülmektedir. Bu gruptaki dinleyicilerin 6'sının diş bakımına daha fazla önem verdiği görülmüştür. Kuvvetli korku yaratıcı iletişim sonucunda ise deneklerin sadece %8'inin davranışlarında bu tür bir değişme görülmüştür.

Denekler, aşırı korku yaratıcı iletişime inanmamışlar, bir art niyet olabileceğini düşünmüşler, onu şüphe ile karşılamışlardır. Yani kendilerini savunmuşlardır. Aşırı korku verici iletişim çok rahatsız edici olduğundan, kişi bu sıkıntıdan kurtulmak için iletişimi reddetmektedir. Buna, aşırı korkuya karşı benliği savunma da diyebiliriz. Yüksek korku, dinleyicide korunmak için engelleyici tepkiler öğrettiğinden beklenen tutum değişimi meydana gelmemektedir.

Daha sonra yapılan bazı araştırmalar, tam tersine korkutulan kişinin, etkili davranışa geçtiğini göstermektedir. Bu konuda bir seri araştırma yapan Leventhal, bir deneyde, dinleyicileri, sigara içmeyi bırakıp göğüs röntgeni çektirmelerini öngören iletişime tabi tutmuştur. Üç ayrı şekilde üç denek grubuna verilen iletişim, çok, orta ve az korku uyandıracak biçimde hazırlanmıştır. Çok korku sağlamak için bir de kanser ameliyatı içeren renkli bir film gösterilir. Sonuç, çok korku içeren iletişime hedef olmuş deneklerin bu iletişimden en çok etkilendiklerini, bunların sigarayı bırakıp göğüs filmi çektirdiklerini göstermiştir.

Anlatılan ayrı iki deneyde kişiler arası farklılıkların ön plana çıktığını görüyoruz. Leventhal'in bulgusu özellikle kendine güveni yüksek olan kimseler için, Janis ve Fesbach'in bulgusu ise, kendine güveni az olan kimseler için geçerli görünmektedir. Yani, kendine güvenen kimse, çok korkutucu bir iletişime hedef olunca hemen tedbir alıcı bir davranış gösterebilmekte, kendine güvenmeyen kimse ise bu tür bir iletişimi kabul etmeyerek kendini -devekuşunun başını kuma sokması misali- korkuya karşı korumaktadır.

Ancak, Leventhal'in elde ettiği ilginç bir sonuç da şöyledir: kendine güveni az olan kimseler, korkutucu iletişimden bir müddet sonra, kendine güvenen kimseler gibi davranabilmektedirler. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Kendine güveni az olan kimseler, sorunlarla başa çıkmakta zorluk çekerler. Hâlbuki daha hafif bir korkunun altında ezilmeden harekete geçebilirler. Fazla korku durumunda ise bir müddet sonra, korkunun ilk uyuşturucu etkisi geçince -kendine güvenen denekler gibi- sorunu çözümleyici davranışa geçerler.

Yukarıda bahsedilen deneylere benzer deneyler yapılmış, benzer ve tutarlı bilgiler elde edilerek korkunun tutum değişikliğini kolaylaştırıcı etkisi olduğu ispatlanmıştır. Ancak korkunun motive edici etkisinin kişinin benlik yapısı ve ruh sağlığı açısından değeri ayrı bir tartışma konusudur. Öz Sevgi ve korku insan için doğal duygulardır. Ancak ilâhî kelâmdan hareketle insanın mayasının aşkla yoğrulduğunu söylersek, aşk ve sevginin insanı daha çok etkilediğini, bir başka ifadeyle insanı daha çok dönüştürdüğünü düşünebiliriz. Korku ise insan olarak sınırlarımızı hatırlatan bir kavramdır.

Sevginin insanı motive edici etkisi, korkunun motive edici etkisinden daha yoğun ve daha kalıcıdır. Yetişkinlerde korku, nesne ve algılama açısından uygun bir zemin varsa insanı tutum değişikliğine götürmekle birlikte çocukluk ve ergenlikte bu tutum değişikliği kalıcı veya yeterince anlamlı olmamaktadır.

7. Korku ve Fobi


Korku normal ve oldukça sıradan bir duygudur. Hoş bir duygu değildir bazı durumlarda yararlı olduğunu kabul etmek gerekir. Tehlikelerden korur hatta uygun dozlarda motive edici bile olabilir. Aşırı ve panik şeklinde olursa tam tersine bizi engeller. Korkunun objesi gerçek ya da hayal ürünü olabilir. Korku mantıklı ya da mantıksız (usdışı) olabilir. İşte bu irrasyonel olanlara fobi adı verilir. Fobi Yunanca bir kelimedir (phobos) anlamı kaçmaktır. Adından da belli olduğu gibi fobi korku ile kaçınma arası bir duygudur.

Fobi, psikiyatrideki tarifine göre bireyin bir şeyden korkusu ona saçma ve mantıksız gelmesine ve bundan korkmamalıyım demesine rağmen bu korku ve kaçınmadan kendini alıkoyamamasıdır. Bunu saçma bulduğu için başkalarına anlatamaması, hayatını, ya da bir işlevini aksatması nedeniyle duyulan sıkıntı, ızdırap ve engelleme durumu da fobinin bir parçasıdır.

Fobi ile korku ya da korkaklık farklı olgulardır. Fobik kişi sadece fobik olduğu şeyden kaçınır. Başka konularda ise oldukça girişken ve cesur olabilir. Sonuçta; bir veya birkaç fobimiz olması her şeyden korktuğumuz anlamına gelmez. Hele cesur bir olmadığımız anlamına hiç gelmez. Uçak fobisi olan bireylerin çoğu entelektüel; iş ya da sosyal yaşamında başarılı olmuş kimselerdir. Elde ettikleri konumu birçok insanın denemeye cesaret edemeyeceği riskleri üstlenerek kazanmışlardır. Fobik psikiyatri de korku bozuklukları başlığı altında değil, Anksiyete bozuklukları başlığı altında toplanırlar. Anksiyete, gerginlik stres, endişe kelimelerine karşılık gelir. Büyülü kelime de budur. Uçuş korkusu olanlar gergin, endişeli olabilen insanlardır. Öğrenilmiş ya da koşullanılmış olan bu duygu birçok fizyolojik değişimlere, bu değişimlerde korku ve panik duygusunun oluşmasına neden olur. Gerginlikle baş etmede tedavinin temel noktası, fizyolojik değişimleri kontrol etme ve paniğe dönüşümünü engellemeye dayanır güzel bir şey korku.

8. Fobik Bozukluk


Fobik bozukluk, daima spesifik bir durum veya obje ile bağlantılı olan bir korku halidir. Objeye bağlı fobi, örneğin örümcek, yılan veya ateş gibi belli bir nesneye bağlı olarak ortaya çıkan bir korku halidir.

9. Genel Korku Bozukluğu


Korku belirtilerinin çoğu günlerde, en az birkaç hafta boyunca devamla ortaya çıktığı hallerde, genel korku bozukluğundan söz edilir. Bu bozukluğu teşhis eden doktorun, teşhisine temel aldığı en önemli belirtiler arasında şu haller de bulunmaktadır:
  1. Kaygılar (gergin his hali, heyecanlı olma, belli bir olguya konsantre olmada zorlanma)
  2. Motorik gerginlik (örneğin titreme, kaslarda gerginlik hissetme, sakin olamama)
  3. Aşırı vejetatif (kontrol dışı) reaksiyonlar (örneğin terleme, baş dönmesi).
Çocuk yaşta ortaya çıkan korkuları düşündüğümüz zaman genellikle hepimizin kafasında başka şeyler oluşur. İlk aklımıza gelenler arasında okul korkusu, karanlık korkusu, yalnız kalma korkusu, anneden ayrılma korkusu, yabancı korkusu bulunur. Bu listeyi tabii ki daha da uzatmak mümkündür.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, korku normal gelişimin bir parçasıdır ve kişinin kendini tehlikelerden sakınmasını sağlar. Korku, bebeklikten ergenlik dönemine kadar, sıkça rastlanan bir durumdur. Öyle ki araştırmalar, çocukların 'ında gelişimlerinin bir döneminde herhangi bir şeyden korktuklarını göstermektedir. Bu nedenle çocuklardan kayıtsız, şartsız korkusuz olmalarını beklemek çok gerçekçi olmaz.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 08:10
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
fatmakatarci - avatarı
fatmakatarci
Ziyaretçi
4 Ağustos 2016       Mesaj #13
fatmakatarci - avatarı
Ziyaretçi

Fobik Bozukluklar


Kişinin bir nesne ya da durumun tehlikesiyle ilgili, orantısız, günlük işlevselliğini bozacak şekilde rahatsızlık duyduğu bir bozukluktur. Özgül (spesifik) fobi ve sosyal fobi olmak üzere iki çeşit fobik bozukluk vardır.

Özgül fobi


Kişide belirli bir nesne ya da durumla ilgili ortaya çıkan abartılı ve asılsız korkulardır. Özgül fobi, kaza geçirme korkusu, uçağa binememe ya da ısırılma tehlikesi ile köpeklerden korkma gibi durumlarla karşımıza çıkabileceği gibi, korkulan nesne ile karşılaşınca kontrolünü kaybetme, bayılma gibi sonuçlardan kaygı duyma şeklinde de kendisini gösterebilir. Örneğin; kişi yüksek yerlere çıkınca başının döneceğinden, kapalı yerlerde kalırsa kontrolünü kaybedeceğinden yoğun bir şekilde endişe duyar.
Kişi, fobik nesne ya da durumla karşılaşmasa da, zihninde görüntüsünün, hayalinin belirmesi bile, genellikle korkunun ortaya çıkması için yeterli olabilmektedir.
Fobik bozuklukta kişi, uyarana karşı mevcut korkusunun yoğun ve anlamsız olduğunun farkındadır. Rahatsızlık veren durumlardan, öncelikle kaçma eğilimi gösterir; zorunlu kaldığında ise ancak şiddetli bir gerginlik ve kaygı hali ile bu duruma katlanır.
Fobik uyarandan kaçınma davranışı yüzünden ya da fobik uyaranla zorunlu durumlarda yüzleşme sırasında çekilen sıkıntı nedeni ile kişinin olağan günlük işlerini sürdürmesi güçleşir, sosyal ve mesleki işlevselliği bozulur.
En sık rastlanan özgül fobiler; hayvan fobisi, kan ve enjeksiyonla ilgili fobiler, durumsal (uçak, asansör, kapalı yerler) fobilerdir.

Özgül Fobinin Belirtileri


Birey yaşadığı korkunun yoğun ve anlamsız olduğunun farkında olmasına karşın, fobik bir durumla karşılaştığında veya durumu hayal ettiğinde kaygı belirtileri ortaya çıkar. Bu belirtiler farklılık göstermesine rağmen en sık karşılaşılanlar, kalbin hızlı çarpması, titreme, terleme, sık idrara çıkma ihtiyacı, bayılacak gibi olma hissi, nefes darlığı, baş dönmesi, vücüdun herhangi bir bölgesinde uyuşma ve karıncalanmadır.

Özgül Fobinin Nedenleri


Özgül fobilerin nasıl oluştuğu konusunda tek bir açıklama yoktur. Yapılan araştırmalara göre, genetik yatkınlık kadar biyolojik olayların ve çevreninde etkisi önemlidir.
Genetik aktarım ile ilgili yapılan araştırmaların sonucuna göre, özgül fobi bozukluğu olan kişilerin birinci derece akrabalarında, özgül fobinin diğer bireylere oranla yaklaşık üç kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle, kan aldırma veya enjeksiyon fobisi olan kisilerin ailesinde benzer bir durumun olduğunu ortaya koyan birçok araştırma mevcuttur.
Özgül fobinin nedenleri biyolojik açıdan incelendiğinde ise, adrenalin ve noradrenalin salınımının fazla olmasının özgül fobiye yol açtığı sonucu ortaya çıkmıştır.
Özellikle çocukluk çağlarında aşırı korku yaşamamıza sebep olan olayların, ilerleyen süreçlerde fobilere neden olduğu düşünülmektedir. Fakat, geçmiş yaşantısında olumsuz bir olaya maruz kalmayan bireyin de, özgül fobi geliştirmesi olasıdır. Ayrıca, kişi için korku uyandırmayan bir uyaranın travmatik bir olayla eşleştirilmesi ve zihinde o şekilde kodlanması fobilere yol açabilir. Aynı şekilde, korku uyandırmayan bir nesne ya da duruma karşı, bir başkasının verdiği tepkilerle korkma davranışının öğrenilip korku geliştirmesi mümkündür.

Hangi sıklıkta ve kimlerde görülür?


Özgül fobi toplumda en sık görülen ruhsal bozukluklardandır. Toplumda yaygınlığı %10 civarında tespit edilse de, bu oranın % 25 dolaylarında olduğu düşünülmektedir. Bunun nedeni, toplumda fobilerin bir huy ya da kişilik özelliği olduğunun düşünülmesi ve tedavi için başvuranların sayısının az olmasıdır. Özgül fobi kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülür. Bunun nedeni olarak ise erkeklerin korkularını gizleme eğiliminin olması gösterilmektedir.

Tedavi


Uzmanlara sadece özgül fobiden dolayı başvuran hasta sayısı oldukça azdır. Genellikle başka problemlerle gelen hastalarda herhangi bir özgül fobiye de rastlanır. Özgül fobilerin tedavisinde psikoterapi daha çok tercih edilen bir yöntemdir. İlaçların özgül fobi tedavisinde kullanımları oldukça sınırlıdır. Psikoterapide en çok bilişsel davranışçı yöntem kullanılır. Bilişsel modelde durum ile ilgili yanlış düşünceler düzeltilir ya da farklı alternatifler geliştirilir. Davranışçı modelde ise, kişinin kaygı yaratan nesne ya da durumun üzerine giderek kaygıyı nasıl yaşadığı ve onunla nasıl başa çıkacağını adım adım öğrenmesi hedeflenir.

Sosyal Fobi


Kişinin toplulukta etkileşimden kaçınma ve yoğun bir şekilde rahatsızlık duyma hissidir. Sosyal fobiye sahip kişilerin en çok rahatsız oldukları durumlar, genellikle konuşmaya katılma, sunum yapma, toplum içinde yemek yemedir. Sosyal fobinin şiddetine göre, kişinin yaşam kalitesi önemli oranda bozulabilir. Örneğin işyerindeki bir toplantıda söz sırasının kendine gelmesinden dolayı çok endişe duyar ve bu nedenle gözlerden uzak yerlere oturmayı tercih eder. Alışveriş için bir mağazaya girmesi, çalışanların ve orada bulunanların önünde beğendiği bir şeye bakması, değişim yapması, fiyat sorması çok zor bir durumdur. Bu sebeple kişinin, işi ve sosyal hayatı olumsuz şekilde etkilenir. Bu durumdaki kişilerin birçoğu yaşadığı kaygı ile zor da olsa başa çıkar, bazıları ise işten, okuldan ayrılma noktasına gelirler.

Sosyal Fobinin Belirtileri


Sosyal fobiye sahip kişiler, rahatsızlık duydukları durumlara maruz kaldıklarında, ortamı terk etme, göz teması kurmama, ilgisiz şeyler düşünme gibi kaçınma belirtileri gösterirlerken, bazı bedensel belirtiler de ortaya çıkar. Bu belirtiler fobik bozukluğun şiddetine göre değişmektedir. En sık karşılaşılanlar, yüz kızarması, yoğun terleme, titreme, ateş basması, kas gerginliği, çarpıntı, nefes darlığı, tuvalete çıkma ihtiyacıdır.

Sosyal Fobinin Nedenleri


Sosyal fobinin nedeni tam olarak kesinlik kazanmamasına karşın, genetik nedenler, çevresel etkenler, beyin işlevlerindeki bozulma ve psikolojik nedenler üzerinde durulmaktadır.
Araştırmalar sonucu anne, baba veya birinci derece akrabalarda da sık olarak sosyal fobiye rastlandığından, sosyal fobinin genetik geçişli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca beyinde sinirler arası iletimi sağlayan maddelerden biri olan serotonin dengesizliğinin de sosyal fobiye neden olduğu yönünde araştırmalar mevcuttur.
Sosyal fobinin diğer nedenlerinden birisi ise, bireyin sosyal durumlarda yeteneklerini küçümseyerek ya da çıkabilecek problem olasılığını abartarak, bu durumları tehdit olarak görmesi ve kaçınma davranışı göstermesidir. Diğer taraftan birey, başkalarının davranışları sonucunda yaşadıkları olumsuz durumları gözlemleyerek de sosyal fobi geliştirebilir.
Son olarak, çocukluk döneminde ebeveyenleri tarafından korumacı şekilde büyütülmüş bireylerin, sosyal becerileri yeterince gelişmediğinden sosyal fobi geliştirme olasılıkları diğer kişilere oranla daha yüksektir.

Hangi sıklıkta ve kimlerde görülür?


Sosyal fobi en sık görülen ruhsal hastalıklardan biridir. Yapılan çalışmalara göre, yaşam boyu yaygınlığı %2 ile %13’tür. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. Hastalık daha çok çocukluk döneminde veya gençlik döneminin ilk zamanlarında ortaya çıkar.

Tedavi


Sosyal fobi tanısı alan kişilerin büyük bir çoğunluğu tedaviden olumlu sonuç almaktadır. Tedavide, hem ilaç hem de psikoterapi yaklaşımı önemli bir yer tutmaktadır. Bazı durumlarda, terapi ve ilaç yaklaşımının bir arada kullanılması tedaviyi daha etkili kılmaktadır.
En yaygın kullanılan psikoterapi yöntemlerinden bir tanesi bilişsel davranışçı terapidir. Terapideki temal amaç, kişideki olumsuz düşüncelerin belirlenip, terapistle beraber tekrar yapılandırılıp, yüzleştirme alıştırmalarının yapılmasıdır.

IrResistibLe - avatarı
IrResistibLe
Kayıtlı Üye
23 Şubat 2017       Mesaj #14
IrResistibLe - avatarı
Kayıtlı Üye
Ad:  thumbnail_detail_489072.jpg
Gösterim: 366
Boyut:  332.1 KB

Venüstrafobi


Fobi denince akla ilk kapalı yer, yükseklik ya da ölüm gelse de son zamanlarda öyle bir fobi ortaya çıktı ki adeta erkeklerin hayatını cehenneme çeviriyor. Bu korkunun adı Venüstrafobi. Yani güzel kadından korkmak. Uzmanlar, erkeklerin çoğunda görülen Venüstrafobi'nin, güzel bir kadın görüldüğünde; terlemeye, kalp artış hızının artmasına ve nefesin kesilecekmiş gibi hissedilmesine yol açtığını söylüyor.

Üsküdar Üniversitesi Uzman Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin’e göre erkekler, güzel kadınlarla birlikte olmayı hedefleyerek bir yandan rekabette kendisini yüceltmeye çalışırken bir yandan da o rekabete kendini kurban ederek güzel bir kadınla olmaktan kaçabiliyor. Bu kaçınmanın nedenlerinden biri de yetersizlik duygusudur. Bireyin güzel bir kadın gördüğünde bazı fizyolojik tepkileri yaşadığını aktaran Çetin, “Venüstrafobi'de terleme, kalp artış hızının artması ve nefesi kesilecekmiş gibi hissetme semptomlarıyla karşılaşabiliyoruz” diye konuştu.

İddiasız kişilerle ilişki tercih ediliyor
Karşı tarafı güvenilmez olarak düşünme, kişinin özgüveni ile ilgili sorunu tetikleyebiliyor. Özellikle kaygılı ve çekingen kişiler ya da ilişkilerde güvensizliğe maruz kalmış bir deneyim yaşayanlar, kendilerine kıyasla görünüş olarak daha iddiasız kişilerle ilişki tercih edebiliyorlar.

“Kadın, toplumda sorumluluk ve tehdit unsuru olarak görüldüğü sürece erkekte güzel kadın fobisinin oluşması son derece doğal” diyen Çetin, erkeğin; yetersizlik, güvensizlik, tehdit ve baskı gibi unsurları kolaylıkla hissedebildiğini ve güzelliği tamamen farklı bir noktada arayabildiğini belirtiyor.

Fobilerin genellikle çocukluk yıllarında yaşanmış olan olayların ya da travmatik durumların etkisi ile ortaya çıktığını da belirten Çetin, bu konuda da şunları söyledi: “İnsan hayatında geçmiş yaşantılar, tetikleyici durumlar, kişilik özellikleri, yetiştirilme tarzlar gibi birçok paydayı bir arada düşünmek daha gerçekçi olacaktır. Bunun dışında düşünce yapısının da önemi oldukça büyüktür.”

karar.com
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
12 Mart 2017       Mesaj #15
Avatarı yok
Yasaklı

Korku Gençlerin Dürtü Kontrolünü Etkiliyor!


Bir araştırmanın bulgularına göre; tehdit edilmiş bir gencin geri çekilmemesinin sebebi, beyninde bu tehditi korkuya çeviren bir mekanizma olması olabilir. Araştırmanın yazarları, bulgularının gençlik döneminde suç faaliyetinin artmasının sebeplerini açıklayabileceğini söylüyor.

Yazarlar, gözlemlerini San Diego’daki Society for Neuroscience toplantısında aktardılar. New York’taki Weill Cornell Tıp Okulu’ndan Kristina Caudle ve meslektaşları, 6- 29 yaşları arasındaki 83 kişinin dürtü kontrollerini test etti. Caudle’ın ekibi her bir katılımcıya; karşılarındaki bilgisayar ekranında mutlu bir yüz ifadesi gördüklerinde butona basmalarını, ancak tehditkar bir yüz ifadesi gördüklerinde butona basmamalarını söyledi.

Tehditkar bir yüz ifadesi gösterildiğinde butona en çok basanlar 13- 17 yaşları arasındaydı. Bu tepki, gençlerdeki düşük dürtü kontrolüne kanıt olarak gösterildi. Araştırmacılar, katılımcıların beyin aktivitelerini de gözlemlemek için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme tekniğini kullandı. Beyin taraması sonuçları, katılımcılar yüz ifadelerine bakarken bazı durumlarda orbitofrontal kortekslerinde yükselmiş aktivite olduğunu gösterdi. Hatta bu aktivite, en sık, katılımcılar butona basmaktan kaçındıkları zaman yükseldi. Caudle, bu bulguların orbitofrontal korteksin dürtü kontrolünde rol oynadığını gösterdiğini bildirdi.

Caudle’ın ekibi, daha küçük çocukların tehditkar bir yüz ifadesi görünce neden 13- 17 yaş aralığındaki çocuklarda görülen dürtü kontrolüne benzer tepkiler vermediklerini bilmiyorlar. İleriki çalışmalar, beynin davranışı kontrol eden kısımlarının gençlik döneminde nasıl geliştiği ve değiştiğini belirleyebilir.

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Ağustos 2017       Mesaj #16
Avatarı yok
Yasaklı

Fobi Türleri / Zenofobi!


Zenofobi, bireyin kendisinden farklı olan insanlardan veya yabancılardan korkması ve nefret etmesi psikolojik literatürde zenofobi olarak adlandırılır. Birey değişik ve farklı olanı tehlikeli olarak algılar ve bu özellik zenofobik olarak nitelendirilir. Dünya dışı yaşam formlarından korkma, ırkçılık bağlamında zenofobinin uç noktası olarak değerlendirilir. İlgili fobinin daha ileri boyutu ise toplumları soykırım yapmaya varacak şekilde dışlamak olarak görülür. Araştırmacılar zenofobinin bir nedeninin de kültürel farklılıkların yanlış yorumlanması olduğunu bu bağlamda zenofobik bir birey olmamak için de toplumları ve bağlantılı olayları hoşgörülü bir şekilde anlamaya çalışmak gerektiğini belirtiyor.

Zenofobinin Nedenleri!

  • Belirli bir gruba dair davranış ve tutumları gerçekle bağdaşmayacak şekilde algılama.
  • Devletin etnik kökenli, ırkçılığı temel alan bir politika yürütmesi.
  • Kültürel farklılıkların yorumlanmasında gerçeklerden uzaklaşılması.
  • Yabancılara dair gerçekçi olmayan analizlerin yapılması.

Kaynak: Science
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Ekim 2017       Mesaj #17
Avatarı yok
Yasaklı

Yılan ve Örümcek Fobisi!


Fobiler üzerine araştırma yapan bilim insanları, 6 aylık bebeklerin bile yılan veya örümcek gibi hayvanlarla karşı karşıya geldiklerinde paniğe kapıldığını tespit etti. Yapılan araştırmaya göre söz konusu korku, milyonlarca yıldır ölümcül olabilecek bu canlılarla bir arada yaşamanın bir sonucu ortaya çıkmış olabilir. The Times gazetesinin sonuçlarını aktardığı araştırma bağlamında yılan ve örümcek karşısında stres yaşayan bebeklerin aynı tepkiyi, gergedan ve ayı gibi hayvanların resimlerini gördüklerinde vermediği belirlendi.

Konuyla ilgili daha önce yapılan araştırmalar, söz konusu korkuyu öğrenmiş olması muhtemel, daha büyük yaştaki çocuklar ve yetişkinler üzerinde gerçekleştirilmişti. Araştırmayı yöneten Leipzig Enstitüsü'nden Stefanie Hoehl, bebeklere, çiçek ve balık resmi yerine, yılan ve örümcek resmi gösterildiğinde bebeklerin gözbebeklerinin dikkat çekici şekilde büyüdüğünü ifade etti. Araştırmacılar, aktarılma yoluyla geçebilen yılan ve örümcek korkusunun, gerçek anlamda bir fobiye, ebeveynlerin gösterdiği bir panik tepkisinin gözlemlenmesi ile geçebildiğini de belirtiyor.

Kaynak: BBC Bilim / Frontiers in Psychology (24 Ekim 2017)

Benzer Konular

30 Mart 2016 / ThinkerBeLL X-Sözlük
28 Mart 2012 / Misafir Cevaplanmış