Arama

Özgürlükten Kaçış

Güncelleme: 17 Mart 2010 Gösterim: 5.265 Cevap: 0
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
17 Mart 2010       Mesaj #1
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Özgürlükten Kaçış / Erich Fromm

Sponsorlu Bağlantılar

Kişilik Kuramları: Özgürlükten Kaçış / Erich Fromm

Erich Fromm, 1900 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde doğdu. Heidelberg, Frankfurt ve Münih Üniversitelerinde psikoloji ve sosyoloji öğrenimi yaptı. Münih’deki ünlü Berlin Psikanaliz Enstitüsü’nde eğitim gördü. Son yıllarını Meksika’da geçirdi. Tedavi amaçlı gittiği İsviçre’de 18 Mart 1980’de öldü(Geçtan.303).

Temel öğrenimi sosyoloji olan Fromm, toplumsal sorunları psikanalitik açıdan ele aldı. Karl Marks’ın yapıtlarından önemli ölçüde etkilendi.

Erich Fromm, kişisel gelişimini anlattığı “Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum” adlı eserinde Freud ve Marks’a olan yönelimini başından geçen iki olayla anlatır:
“Olay şuydu: Ailemizin dostu olan genç bir kadın tanımıştım. Yirmi beş yaşlarında olmalıydı. Çok güzel, çekici, buna ek olarak da ressamdı. Hem de tanıdığım ilk ressam. Daha önce nişanlanmış ama bir süre sonra nişanı bozmuş olduğunu işittiğimi de anımsıyorum. Genç kadın hemen hemen her zaman dul olan babasıyla birlikte dolaşmaktaydı. Babası ise, anımsadığım kadarıyla ihtiyar, sıkıcı, daha çok insanı iten bir görünüşü olan biriydi. Ya da ben (belki de kıskançlık yüzünden böyle bir yargıya varmış olduğum için) öyle düşünüyordum. Sonra bir gün beni allak bullak eden haberi duydum. Genç kadının babası ölmüştü. O da babasının ölümünden sonra ardında babasıyla birlikte gömülmek istediğini vurgulayan bir vasiyetname bırakarak kendisini öldürmüştü. Daha önce ne Oedipus kompleksini ne de baba ile kız arasında değişmez bir yakınlık olabileceğini duymuştum. Ama olaydan çok etkilenmiştim. Genç kadını çok çekici buluyor, o can sıkıcı babadan ise nefret ediyordum. O zamana kadar da intihar eden hiç kimse tanımamıştım. “Bu nasıl olabilir?” düşüncesi beni perişan etmişti. Öyle genç ve güzel bir kadının yaşamaya, yaşamın ve resmin hazlarına karşın; babasını, onunla gömülmeyi isteyecek kadar çok sevmesi nasıl mümkün olabiliyordu?

Kuşkusuz bu soruya verebileceğim bir yanıt yoktu. Ama “Bu nasıl olabilir?” sorusu kafama takılıp kalmıştı. İşte, Freud’un kuramlarını öğrenmeye başladığımda bu kuramlar bana ergenlik dönemimde yaşadığım o şaşırtıcı ve korkutucu deneyin yanıtı olarak göründüler.”
(Fromm. Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum).

“Bir diğer olay; Birinci Dünya Savaşıydı. 1914 yazında savaş başladığında yaşamımda en önemli yeri, savaş heyecanı, yengilerin kutlanması, tanıdığım bazı askerlerin ölümü gibi trajediler tutan on dört yaşında bir çocuktum. Savaşın o anlamsız insanlıkdışılığı beni etkilememişti. Ama, kısa sürede bunların hepsi değişti. Öğretmenlerimle geçirdiğim bazı deneylerin bana çok yardımı oldu. Savaş öncesi iki yıl boyunca derslerinde en beğendiği kural olarak ‘Si vis Pacem para bellum’ (Eğer barış istiyorsan savaş için hazırlan) tümcesini ilan etmiş olan Latince öğretmenim savaş çıkar çıkmaz ne kadar memnun olduğunu gösterdi. O zaman onun daha önceki barış kaygısının doğru olamayacağını anladım. Barışın korunması konusunda her zaman çok duyarlıymış gibi görünen birinin şimdi savaş konusunda böylesine coşkun bir sevinç duyması nasıl mümkün olabiliyordu? İşte o günden beri Latince öğretmenimden daha onurlu ve istençli kimseler tarafından savunulduğu zaman bile, silahlanmanın barışı koruduğu ilkesine inanmakta güçlük çektim.


Savaş 1918’de sona erdiğinde “Savaş nasıl mümkün oluyor?” sorusuna kendisine saplantı yapmış; insanları kitle halinde davranışlarını ne denli us dışı olduğunu anlamak isteyen, barış ve uluslar arası anlayış için tutkulu bir istek duyan derinden sarsılmış genç bir adamdım. Dahası, tüm resmi ideolojiler ve bildiriler konusunda büyük bir kuşkuya düşmüş ve ‘insan, her şeyden kuşkulanmalıdır’ inancıyla dolmuştum.” (Fromm. Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum).


Bu olayların yanı sıra, 1930’larda Almanya’da Nazi partisinin güç kazanmaya başlaması da görüşlerinin, bireyin toplumsal kaçış düzenekleri geliştirmesi yönünde geliştirdi.

Siz de pek çok insan gibi zaman zaman yaşamın getirdiği sorunlar altında ezildiğinizi hissetmiş olabilirsiniz. Sizden daha güçlü ve akıllı birisinin birden ortaya çıkıp bütün sorunlarınızı halletmesini istemişsinizdir. Belki de yine çocuk olup yetişkinliğin getirdiği kaygı ve sorumluluklardan kurtulmanın ne kadar güzel olacağını düşünmüşsünüzdür. Psikanalitik kuramı sonradan benimsemiş Alman psikolog Erich FROMM’un kişilik kuramı, bu kaygı durumları ve bu durumlardan kaçış üzerine kuruludur(Kişilik.182).

İnsanların Özgürlükle birlikte Gelen Kaygı ve Güçsüzlük Duygularını Aşma Stratejileri:


Otoriter Kaçış: Kendini güçlü hissetmek için daha güçlü insanlarla ya da şeylerle özdeşleşirler. Bu insanlar boyun eğme ve egemenlik kurma çabalarını bir arada yaşarlar. Biryandan güçlü insanlara – örgütlere katılarak bireyselliklerinden vazgeçerler böylece aşağılık duygularını yenmeye çalışırlar. Öte yandan kendisinden zayıf olanları ezip sömürerek güç duygusu elde ederler.

Yıkıcı Kaçış: Kişi, yaşamın tehdit edici durumlarından, onları yok ederek kurtulmayı dener. Yıkıcılık (bilinçaltında), güçsüzlük ve yalnızlık duygularına karşı bu bireyler, tehdit olarak algıladıkları insanları, durumları bir şekilde yok etmeye uğraşırlar. Bunu mantığa da (din, görev, vatanseverlik vb.) büründürürler.

Mekanik Uyum Kaçışı: Kaygılarla savaşmak yerine birey, toplumun birey için uygun gördüğü rol ve yaşam tarzını benimser.

Fromm, psikiyatrinin temel sorununun insanın dış dünyasıyla ilişkilerini anlayabilmek olduğunu savunmuştur. Açlık, susuzluk, cinsellik gibi tüm insanlarda ortak olan belirli ihtiyaçlar fizyolojik kökenlidir. Buna karşılık, sevgi ve kin, güçlü olma tutkusu ve boyun eğme isteği gibi insanlarda karakter farklılıklarına neden olan etmenlerin tümü toplumsal kökenlidir.
Fromm’a göre, insanın en çirkin eğilimleri gibi, en güzel olanlar da, onu yaratan toplumsal sürecin sonuçlarıdır. İnsanın tutkuları ve kaygıları, içinde yaşadığı kültürün ürünleridir.

Temel Bağlar: Birey, kendisini dış dünyaya bağlayan göbek bağını kesmedikçe özgür değildir. Ancak bu bağlar ona güven ve ait olma duygusu da verir. Bireyselleşme sürecinde çocuk, bağlarından koptukça, yalnızlığını ve diğer insanlardan ayrı bir varlık olduğunu fark etmeye başlar. Bu durum onda çaresizlik ve kaygı yaratır.(Geçtan.305) Bir çocuk nasıl fiziksel olarak annesinin karnına geri dönemezse, bireyleşme süreci de psikolojik yönden geri döndürülemez. Geri dönme girişiminin sonucu, otoriteye boyun eğmektir. Boyun eğen kişi, bilinçli dünyasında kendini güvenlik içinde hissetse de, bilinçdışında, böyle bir güvenliğin karşılığını kendi bütünlüğünden vazgeçerek ödemiş olmanın ağırlığını taşır.(Geçtan.305)

İnsanın varoluş koşullarından kaynaklanan 5 ihtiyaç:

1. İlişki İhtiyacı: İnsan doğadan kopmuştur. Diğer hayvanlardan farklı olarak insan, doğayla barışık karşılıklı içgüdüsel bağlardan yoksundur. Bu nedenle insan kendi ilişkilerini kendisi kurmak zorundadır. Bu ilişkilerin en güçlüsü de insanların birbirine duyabileceği yakınlıkla gerçekleşir.
2. Aşkınlık İhtiyacı: Yaratıcı bir varlık olma ihtiyacıdır. Yaratıcı dürtüleri engellendiğinde insan yıkıcı bir varlık olur.
3. Kimlik İhtiyacı: İnsan bir kimliğe sahip olmak ve diğer insanlardan farklı bir varlık olduğunu hissetmek ister.
4. Köklülük İhtiyacı: İnsan, kökenini arar, dünyanın tamamlayıcı bir parçası olmak ve bir yere ait olduğunu hissetmek ister. Yetişkin insan bu ihtiyacını, en iyi biçimde, diğer insanlarla dostça duygular içinde yaşayarak karşılayabilir
5. Algı Dayanağı İhtiyacı: İnsan içinde yaşadığı dünyayı tutarlı bir biçimde algılamasını sağlayacak bir algı dayanağına ihtiyacı vardır. Geliştirdiği algı dayanağı mantıklı ya da mantıksız da olabilir.

Bireyleşme:

Bireyleşme, gerçek arzularımızı yaşamak ve ifade etmek. Ne yapmamız gerektiğini değil de, ne yapmak istediğimizi anlamayı içeren deneyime bireyleşme denir.

Fromm’a göre bireyleşmenin yarattığı tedirginlik, evrensel bir duygudur ve “normal olarak” her insan, belirli bir biçimde kendi özgürlüğünden kaçmaya çalışır. Dolayısıyla, bir insanda nevrotik davranışların oranı, bireyin kendisini ayrı bir varlık olarak nedenli kabul edebildiğine ve bunun sonucu, hangi “üretken olmayan” kaçış mekanizmalarını geliştirmiş olduğuna göre belirlenir. Toplumsal kurallar ve politik öğretiler, yalnızlık ve hiçlik duygularının fark edilmesine karşı insanı korur. Yalnızlık ve hiçlik duyguları insanın “normal” sorunudur.

Fromm’a göre, insanın güçlerini harekete geçirten temel etmen, onun içinde bulunduğu “belirsizlik” durumudur. Eğer paniğe kapılmadan gerçekle yüzleşebilirse, yaşamın kendi başına bir anlamı olmadığını ve ancak kendinde varolan güçleri, harekete geçirerek yaşamına anlam katabileceğini fark edebilir. Bu nedenle, psikiyatrinin antropolojik ve felsefi bir temel üzerine kurulması gerekir.

Bu ihtiyaçların ortaya çıkış biçimi, yani insanın gizilgüçlerini gerçekleştirme olanakları, içinde yaşadığı toplum düzeninin beklentilerine göre belirlenir. Kişiliği, o toplumun kendisine sağladığı olanaklar doğrultusunda gelişir. Örneğin, kapitalist toplumlarda kişi zengin olarak “kimliğini” bulabilir ya da bir şirkette sözü geçen bir işçi olarak “ait olma ihtiyacını” karşılar.

Fromm’a göre, insanda doğuştan gelen “toplumsal ilgi” ve “kusursuz olma güdüsü” yoktur. İnsanın varoluşundaki temel çatışma, onu sürekli yeni çözümler aramaya yönelten bir dinamizm oluşturur. Çünkü bulunan her çözüm, çözümlenmesi gereken yeni çelişkileri de beraberinde getirir. Hayvanlar evreninden ayrılalı beri karşılaştığı çelişkiler, insanı sürekli yeni çözümler aramaya yöneltmiştir ve türünün tükenmemesi için sürekli ilerlemekten başka seçeneği yoktur.

Fromm’a göre Amerikalıların ve Avrupalıların çoğu, o andaki pazarlama değerine göre alınan ve satılan “şeyler” dünyasında yaşar. İnsanın gücü ve yetenekleri pazardaki bir mal durumuna gelir. İnsan, kendisi olacağı yerde, iş ve toplum yaşamında kabul edilebilmesi için ne olması gerekirse o olur. Toplum ve iş yaşamındaki hareketlilik, bireyi, sürekli olarak yeni gruplarla ve değişik beklentilerle baş etmek zorunda bıraktığından, benlik de sürekli değiştirilen bir elbiseye ve en sonunda bir hiçe dönüşür.

Gerçek üretkenlik, insanları oldukları gibi görebilmeyi ve onlara bu durumlarıyla saygı gösterebilmeyi, bir başka deyişle, sevgiyi içerir. Sevgi, yalnız kalmış insanın, dünyasıyla bütünleşme isteğinin anlatımıdır. Üretken bir tutum geliştirememiş insanlar, yalnızlık ve önemsizlik duygularıyla baş edebilme amacıyla çeşitli mekanizmalar geliştirirler. Bunlar, ortak yaşam ilişkisi (mazoşist bir bağımlılık ya da sadist bir egemenlik) ve çekilmedir (dünyaya karşı aşırı ilgisizlik ya da yıkıcılık) (Geçtan.311).

Pazar Ahlakı:
Batılılar alınan ve satılan “şeyler” dünyasında yaşarlar. İnsanın gücü ve yetenekleri pazardaki bir mal durumuna gelir. İnsan, kendisi olacağı yerde, iş ve toplum yaşamında kabul edilmesi için ne olması gerekirse o olur. Toplum ve iş yaşamındaki hareketlilik, bireyi, sürekli olarak yeni gruplarla ve değişik beklentilerle baş etmek zorunda bıraktığından, benlik de sürekli değiştirilen bir elbiseye ve en sonunda bir hiçe dönüşür(Geçtan.311).

Gerçek Üretkenlik:
İnsanları oldukları gibi görebilmeyi ve onlara bu durumlarıyla saygı gösterebilmeyi, bir başka deyişle, sevgiyi içerir. Üretken bir tutum geliştirememiş insanlar, yalnızlık ve önemsizlik duygularıyla baş edebilmek amacıyla çeşitli mekanizmalar geliştirirler. Bunlar, ortak yaşam ilişkisi ve çekilme. Ortak yaşam ilişkisi, mazoşist bir bağımlılığı ya da sadist bir egemenliği içerir. Çekilme, insanı yalnız ve güçsüz bırakan dünyaya karşı aşırı bir ilgisizlik ya da yıkıcılık biçimlerinde yaşanır.

Üretken olmayan insanın dört yönelimi:
1. Alıcı Yönelimli Kişilik: (Açık Ağız) Güvenlikleri bağımlı oldukları kişilerin gücüne bağlıdır. Yaşam sorunlarını kendi gücüyle çözemeyeceğine inanır. Gerilimlerini yiyerek – içerek giderirler. Diğer insanların kendilerini beslemesini sevgi belirtisi olarak yorumlarlar.
2. Sömürücü Karakter: (Isıran Ağız) Kendi değerlerini bile dıştan alırlar. Her şey karşılıklıdır. Hep birilerinden bir şeyler koparma peşindedirler. Duygularına düşmanlık ve haset egemendir.
3. İstifçi Yönelim: “Biriktirdikleri ve sahip oldukları” oranda kendilerini güven içinde hissederler, harcamayı ürkütücü bir tehdit gibi yaşarlar. Bu tip bir erkek, bir kadını sevemez, ona “sahip olmak” ister.
4. Pazarlayıcı Yönelim: Çağdaş dünyanın ürünüdür. Kişinin insan olarak nitelikleri önem taşımaz. İnsanlar alınıp satılacak eşyalara dönüşür. Bir satıcı, bir yönetici ya da bir işçi “kişiliği”, bu pazarda alış veriş konusu yapılır.

Hasta Birey Hasta Toplum


Nevrotik belirti, çocuk ve yetişkin gereksinimleri arasındaki bir uzlaşmayı temsil eder. Psikopatolojinin en temel anlatımı olan ruhsal sakatlık yabancılaşmadır(55). Nevrotik hasta, yabancılaşmış bir insandır. Kendisini güçlü hissetmez. Korkmaktadır ve çekingendir. Çünkü, kendini kendi eylem ve yaşantılarının öznesi ve yapıcısı olarak görmez. Yabancılaşmış olduğu için nevrotiktir. İçsel boşluk ve yetersizlik duygusunu yenmek için tüm insansal niteliklerini, sevgisini, zekasını, cesaretini v.b. yansıtacağı bir obje seçer. Bu objeye boyun eğerek kendini, güçlü, akıllı, cesur ve güvende hisseder(65).


Yabancılaşma


Gerçekte Fransızca’daki aliene, İspanyolca’daki alienado ruh hastalarını dile getiren eski sözcüklerdir. İngilizce’deki “alienist” sözcüğü çıldırmış, tam olarak yabancılaşmış birine bakan doktor anlamına gelmektedir.

Yabancılaşma çağdaş insanın ruhsal bozukluğunun çekirdeğidir(66).
Düşünce yabancılaşması: insan çoğu kez bir şey aracılığıyla düşünmüş olduğuna, düşüncelerinin kendi düşünce etkinliklerinin bir sonucu olduğuna inanmasıdır. Gerçekte ise, beynini kamuoyunun putlarına, gazetelere, iktidara ya da siyasal bir lidere aktarmıştır. Onların kendi düşüncelerini dile getirdiklerine inanmaktadır. Oysa gerçekte onlara ait olan düşünceleri kendi düşünceleriymiş gibi benimsemektedir. Çünkü, onları putları, bilgelik ve bilgi tanrıları olarak seçmiştir. Putlara bu nedenle bağımlıdır ve onlara tapmaktan bir türlü vazgeçemez. O, bu putların kölesidir. Çünkü, beynini onlara emanet etmiştir(68).

Tüm bunalım, bağımlılık ve putlaştırma (fanatizm dahil) durumları yabancılaşmanın doğrudan anlatımları ya da yabancılaşma için ödediğimiz bedeldir. Ruhsal bozuklukların kökeninde önemli bir olay olan, insanın kendi kimliğini yaşamadaki başarısızlığı da, yabancılaşmanın bir sonucudur. Yabancılaşmış biri kendine özgü duygu ve düşünce işlevlerini, kendi dışındaki bir objeye aktarmış olduğu için, artık kendisi değildir. Onda hiçbir “ben” ya da “kimlik” duygusu yoktur(69).

En geniş anlamında, her nevroz bir yabancılaşmanın sonucu olarak ele alınabilir. Bu doğrudur. Çünkü, nevroz bir tutkunun (örneğin, para, mevki, kadın v.b.) tüm kişilikten ayrılarak başat duruma gelmesi, böylece o kişinin yöneticisi olması olgusu ile belirlenir. Bu tutku, insan putunun özünü ussallaştırıp ona çok değişik ve çok kez kulağa hoş gelen adlar verse bile, gerçekte hastanın boyun eğdiği puttur. Hasta, kısmi bir istek tarafından yönetilmekte, kendisinde artakalan her şeyi bu isteğe aktarmaktadır. Bu tutku güçlendikçe hasta güçsüzleşir. Kendisine yabancılaşır, çünkü kendisinin bir parçasının kölesi olmuştur(70). Putperest insan, kendi elinin emeği önünde eğilir. Endüstri toplumunda çağdaş insan, putperestliğin biçimini değiştirmiştir. O, yaşamını yöneten kör ekonomik güçlerin objesi haline gelmiştir. Kendi elinin emeğine tapmakta, kendisini bir nesneye dönüştürmektedir. İnsan elinin emeğidir. Bu putların konuşmayan ağızları, görmeyen gözleri, duymayan kulakları vardır. Hiç soluk almazlar. Onları yapanlar da onlar gibidir; bu nedenle, onlara inanan herkes de…(72)

Bağımsızlık:

Bir varlık, kendi kendisinin efendisi olmadığı takdirde kendisini bağımsız sayamaz. O, ancak kendi varlığını kendisine borçlu olduğu zaman, kendi kendisinin efendisidir(80).

Bir Toplum Hasta Olabilir mi?

Bir toplumun üyelerinin kafa yapılarında aldatıcı olan şey, benimsedikleri görüşlerin “herkesçe geçerli sayılan” görüşler olmasıdır. Büyük bir saflıkla insanlar, çoğunluğun belli bazı fikirleri yada duyguları paylaşmasının, o fikir ve duyguların doğruluğunu kanıtladığına inanırlar. Hiçbir şey bundan daha yanlış olamaz. Bir şeyin herkesçe geçerli sayılmasının, kendi başına akılla ya da ruh sağlığıyla hiçbir ilişkisi yoktur. “Folie a deux” nasıl rastlanan bir şey ise “folie a millions” da görülebilir. Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması, o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışın paylaşılması o yanlışları doğru yapmaz; milyonlarca insanın aynı akıl hastalıklarını paylaşması da, o insanları akılca sağlıklı duruma getirmez(Fromm.26)

Sakatlık ve Nevroz:
Bireysel ve toplumsal akıl hastalıkları arasında önemli bir ayrım vardır. Bu bakımdan iki kavramı birbirinden ayırmak gerekir: Sakatlık ve Nevroz. Özgürlüğe, kendiliğindenliğe erişemeyen, kendini özgür bir biçimde gerçekleştiremeyen kişinin ağır bir sakatlığı var demektir; elbette özgürlüğü ve kendiliğinden olmayı insanın ulaşması gereken nesnel amaç olarak kabul ediyorsak. Herhangi bir toplumun üyelerinden çoğu, bu amaca ulaşamıyorsa o zaman karşımızda toplumun dokusuna işlemiş bir sakatlık var demektir. Birey, pek çok kimseyle paylaşmadığından bunun bir sakatlık olduğunu fark etmez; bu nedenle güvenliği başkalarından değişik olma, toplumun dışında kalma gibi deneylerle tehlikeye girmiş olacaktır. Zenginleşme ve gerçek mutluluk duygularını tadamama gibi kayıpları öteki insanlara benzemenin getirdiği güvenlik duygusuyla ödeyecektir. Aslında, onun bu sakatlığı, içinde yaşadığı kültürde bir erdeme dönüştürülmüş, böylece de ona yüceltilmiş bir başarı duygusu bile veriyor olabilir(Fromm.27).

Toplumsal Kişilik:
Aynı kültür içindeki insanları birbirinden ayıran bireysel niteliklerin tersine, aynı kültürün birçok üyesince paylaşılan kişilik yapısını ifade etmektedir(Fromm.92). Toplumsal kişiliğin işlevi, toplumdaki üyelerin enerjilerini davranmak zorunda oldukları biçimde davranmaya; ve onları aynı zamanda kültürün gereklerine göre davranmaktan doyum alacak biçimde yönlendirmektir. Kısaca, belli bir toplumdaki insan enerjisini, o toplumun sürekli işleyebilmesi amacıyla kalıplamak ve yönlendirmektir(Fromm.92-93).

Sosyal Karakter ve Pazar Ekonomisi:

Ortalama ve sıradan bireyler ile bu bireylerin içinde yaşadıkları toplumun sosyo – ekonomik yapısı arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Bireysel psişik yapı ile sosoyo-ekonomik yapı arasındaki ilişkinin sonucu “sosyal karakter”dir. Toplumun sosyo-ekonomik yapısı, bireylerin sosyal karakterlerini öylesine biçimler ki, kişiler toplum gerekleri doğrultusunda yapmak zorunda oldukları şeyleri, gerçekten de yapmak istediklerini sanmaya başlarlar(Fromm.189)
“Pazar ekonomisi Karakter biçimi” ya da kısaca “Pazar karakteri”, çağdaş toplumlarda bireyler kendilerini birer mal gibi görmeye ve kendi değerlerini “kullanım değeri” olarak değil de, diğer mallarla “değişim değeri” olarak algılamaya başlamalarıdır. Yani insan, “Kişilik Pazarı”nın malı olmuş gibidir. “Kişilik Pazarı”nın değerleme ilkeleri açısından mal ve eşya satılan piyasalardan hiçbir farkı yoktur. Tak değişiklik, ilkinde kişiliklerin, ikincisinde de malların satılıyor olmasıdır. Her iki piyasada da, “kullanım değeri” için gereken, ama tek başına yeterli olmayan, “değişim değeri” ölçüsü kullanılır. Başarılı olmak, bir kimsenin pazarda kendini nasıl sattığına bağlıdır(Fromm.209).

Karakter pazarındaki ana ilke, “ben, bana sahip olmak istediğin gibiyim” ilkesidir.

Medyanın Örtbas Ettiği Toplumsal Hastalık:

İçinde yaşadığımız Batı kültüründe sinemaların, radyoların ve televizyonların, spor olaylarının ve gazetelerin yalnızca dört hafta için bulunmadığını düşünelim. Bu büyük kaçış yolları kapanınca, kendi olanaklarıyla baş başa kalan insanlar ne yapacaklardır? Hiç kuşkum yok ki bu denli kısa bir süre de bile binlerce kişi sinir bunalımları geçirecek, daha çok sayıda insan da klinik anlamda “nevrozlu” denen durumdan pek de değişik olmayan korkunç bir huzursuzluğa kaptıracaktır kendisini. Toplumun dokusuna işleyen sakatlığı yatıştırmak için verilen uyuşturucu kesildiği anda hastalık bütün belirtileriyle dökülecektir ortaya(Fromm.29).

Kaynakça:

1. Geçtan.E. Psikanaliz ve Sonrası.Remzi Kitabevi. İstanbul. 2000
2. Burger.J.M. Kişilik. Kaknüs Yayınları. İstanbul.2006
3. Schultz.D.P. Schultz.S.E. Modern Psikoloji Tarihi. Kaknüs Yayınları. İstanbul. 2002
4. Altıntaş.E. Gültekin.M. Psikolojik Danışma Kuramları. Aktüel Yayınları. İstanbul.2005
5. Fromm.E. Sağlıklı Toplum. Payel Yayınları. İstanbul. 1990.
6. Fromm.E. Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum. Say Yayınları. İstanbul. 1989.
7. Fromm.E. Sahip Olmak Yada Olmak. Arıtan Yayınları. İstanbul. 1990.
8. Fromm.E. Özgürlükten Kaçış. Payel Yayınları. 1988


Benzer Konular

25 Mayıs 2013 / UrBeSTeR Forum Oyunları
11 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük