Arama

Bilim Kurgu Sanatı

Güncelleme: 15 Şubat 2017 Gösterim: 13.244 Cevap: 6
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
7 Kasım 2006       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

bilimkurgu


bilimsel buluşların, teknolojik gelişmelerin, gelecekteki olay ve toplumsal değişimlerin insanlar üzerindeki etkilerini araştıran, 20. yüzyılda gelişmiş edebiyat ve sinema türü.
Sponsorlu Bağlantılar

Bilimkurgu, bilimsel olgu ve ilkelerden yola çıkan gelecek tahminleri biçiminde olabileceği gibi, bu olgu ve ilkelere açıkça aykırı düşen, bilim dışı bir nitelik de kazanabilir. Ama her iki bilimkurgu türünde de bilime dayalı bir inandırıcılığın sağlanması gereklidir. Bu açıdan Mary Shelley’nin Frankenstein, or The Modem Prometheus (1818; Frankeştayn, 1971) adlı gotik romanı ile Robert Louis Stevenson’ın Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Flyde (1886; Dr. Jekyll ile Mr. Hyde, 1944 adlı yapıtı bilimkurgu türünün öncüleri sayılırken, Bram Stoker’ın Dracula'sı (1897; Drakula. Kan İçen Adam, 1940) bütünüyle doğaüstü olaylara dayandığı için bilimkurgu romanı sayılmaz.

Bilimkurgunun ortaya çıkışı, çağdaş bilimin gelişmesiyle, özellikle de astronomi ve fizik alanındaki devrimlerle gündeme gelebilmiştir. Bilimkurgu tanımına girmeyen, çok eski bir tür olan fantezi edebiyatı dışında da bilimkurgunun habercisi olan birçok yapıttan söz edilebilir. Ay’a ve başka gezegenlere yapılan düşsel gezileri anlatan yapıtlar, Voltaire’in uzay yolculuğuna yer veren Micromegas'sı (1752; Yıldızdan Yıldıza Seyahat, 1909) ve Jonathan Swift’in yabancı garip kültürleri anlatan Gulliver’s Travels'ı (1726; Gülliverin Seyahatleri, 1935) 18. yüzyıldaki örnekler arasındadır.

19. yüzyılda Edgar Allan Poe, Nathaniel Hawthorne ve Fitz-James O’Brien’ın öykülerinde bilimkurgu öğelerine rastlanır. Ama gerçek anlamda bilimkurgu, ancak 19. yüzyılın sonuna doğru, Jules Verne’in bilimsel serüven romanları ve H. G. Wells’in bilimsel yaklaşımlı toplumsal eleştiri romanlarıyla ilk ürünlerini vermiştir. Verne’in De la Terre â la Lune (1865; Aya Seyahat, 1939), Vingt mille lieues sous les mers (1870; Deniz Altında Yirmi Bin Fersah, 1949) adlı yapıtları ile Wells’in The Time Machine (1895; Zaman Makinesi, 1945), The Island of Doctor Moreau (1896; Doktor Moro’nun Adası, 1938) ve The War of the Worlds (1898; Dünyanın Sonuna Doğru, 1983) adlı romanları bilimkurgunun ilk klasikleri arasındadır.

Bilimkurgunun kendi başına bir tür olarak ortaya çıkması 1926’dan başlatılır. İngilizcedeki Science (bilim) ve fiction (kurgu) sözcüklerinden scientifiction terimini ortaya atan Hugo Gernsback, bu tarihte Amazing Stories adlı ilk bilimkurgu dergisini yayımlamaya başladı. Bu ve buna benzer ucuz popüler dergilerde yayımlanan ve giderek büyük ilgi gören bilimkurgu öyküleri, önceleri ciddi bir edebiyat ürünü olarak değil, duyguları harekete geçiren ilginç yapıtlar olarak değerlendirildi. 1930’da yayımlanmaya başlayan Astounding Science Fiction adlı bilimkurgu dergisinin başına başarılı yayımcı John W. Campbell’in geçmesi ve Isaac Asimov, Arthur C. Clarke ve Robert A. Heinlein gibi yazarların öykü ve romanlarının yayımlanmasıyla birlikte, bilimkurgu ciddi bir edebiyat türü olarak değer kazandı. Aldous Huxley, C. S. Lewis, George Orwell ve Kurt Vonnegut, Jr. gibi bilimkurgu dışında da ürün vermiş yazarların bu alandaki atılımları da bilimkurguya saygınlık kazandırdı.

II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda bilimkurgunun okuyucu kitlesinde büyük bir artış görüldü. Türün zengin bir düşünsel boyut kazanması, karakterlerin iyice işlenmesi, gitgide daha çeşitli toplumsal ve psikolojik sorunların vurgulanması, geniş bir okur kitlesinin bilimkurguya ilgi duymasına yol açtı. Bilimkurgu eleştirisi, edebiyat eleştirisinin önemli bir dalı haline geldi. Bilimkurgu özellikle ABD üniversitelerinde bir edebiyat dalı olarak okutulmaya başladı. ABD’de ve uluslararası düzeyde bilimkurgu konferansları düzenlendi. Bilimkurgu meraklılarına yönelik, türün bütün yönlerini ele alan popüler dergiler yayımlanmaya başladı. Bazı bilimkurgu yazarlarına duyulan ilgi bir kült niteliği kazandı ve bilimkurgu yapıtları en çok satan kitaplar listelerine girdi.

1950’lerden sonra bilimkurguda öyküden romana doğru bir kayma oldu. Savaş sonrası dönemin başarılı bilimkurgu yazarları arasında, A. E. Van Vogt, J. G. Ballard, Ray Bradbury, Frank Herbert, Harlan Ellison, Paul Anderson, Samuel R. Delany, Ursula K. LeGuin, Frederik Pohl ve Brian Aldiss sayılabilir. Bu yazarlar, yeryüzünde gelecekte kurulacak toplumlara ilişkin hem iyimser, hem de kötümser tahminlerde bulundular. Gezegenlerarası yolculuğu olanaklı kılacak güçlü teknolojik gelişmelerin sonuçlarını inceledikleri gibi, başka dünyalarda bulunduğu varsayılan yaşam ve toplum biçimlerini zengin bir düş gücüyle ele aldılar.

Bilimkurgu, ABD ve İngiltere dışında da, özellikle SSCB’de ve Doğu Avrupa ülkelerinde önemli bir gelişme gösterdi. SSCB bilimkurgusunun önemli adları arasında karşı-ütopya türünün öncülerinden Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in yanı sıra, 1960’larda ürün veren İvan Yefremov ile Arkadi ve Boris Strugatski sayılabilir. PolonyalI Stanislaw Lem ise, günümüz bilimkurgu yazarlarının en ünlülerinden biridir.

Radyo, televizyon ve özellikle sinema, bilimkurguyu daha da popüler bir tür haline getirdi. Aslında sinemada 20. yüzyılla birlikte bilimkurgu ürünleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Georges Melies tarafından gerçekleştirilen Jules Verne uyarlaması Le voyage dans la lune (1902; Aya Seyahat) gibi filmler, bilimkurgunun sinemadaki ilk örnekleriydi. Frankenstein ile Dr. Jekyll ve Mr. Hyde öyküleri, sessiz sinema sonrası yıllarda başlayıp daha sonra da sık sık ele alman konular oldu. Fritz Lang’ın 1926 tarihli Metropolis'i ise (1985’te yeniden gösterime çıkarıldı) türün klasikleri arasında baş sırada yer alır.

Uzunca bir durgunluk döneminin ardından, atom bombasının etkilerinden ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanan uzay araştırmalarından esinlenen filmlerle 1950’lerden başlayarak canlanan bilimkurgu sineması, asıl doruğunu 1960’lar ve sonrasında yaşadı. Jean-Luc Godard’ın filmi Alphaville, une etrange aventure de Lemmy Caution (1965; Alphaville, Lemmy Caution’ın Garip Öyküsü), François Truffaut’nun Ray Bradbury’den uyarladığı Fahrenheit 451 (1966; Değişen Dünyanın İnsanları), Franklin Schaffner’ın Pierre Boulle’den uyarladığı ve daha sonra bir diziye dönüşen Planet of the Apes (1968; Maymunlar Cehennemi) gibi filmlerin ardından Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke uyarlaması 2001: A Space Odyssey ile (1968; 2001: Uzay Yolu Macerası) hem sinema sanatının, hem de bilimkurgu sinemasının dönüm noktalarından biri olan başyapıtını verdi. Andrey Tarkovski de 1972’de Stanislaw Lem’in romanından uyarladığı Solyaris'ı (Solaris) çekti.

Sinema tekniğinde ulaşılan ileri aşamalar, özel efektlerin olağanüstü gelişmesi, özellikle ABD’nin geniş olanaklar sağlayan stüdyolarında ilginç bilimkurgu örneklerinin doğmasına yol açtı. Üst üste hasılat rekorları kıran 1970’ler ve 80’lerin bu büyük bütçeli yapımları arasında George Lucas’ın Star Wars (1977; Yıldız Savaşları), Steven Spielberg’in Close Encounters of the Third Kind (1977; Tehlikeli İlişkiler), Robert Wise’ın Uzay Yolu adlı televizyon dizisinden perdeye aktardığı Star Trek (1979; Uzay Macerası), Irvin Kershner’ın Yıldız Savaşlarının devamı olarak çektiği The Empire Strikes Back (1980; İmparator), Spielberg’in E.T. (1982; E.T.) ve Richard Marquand’ın Yıldız Savaşları dizisinin üçüncüsü olan The Return of the Jedi (1983; Jedi’nin Dönüşü) adlı filmleri sıralanabilir.

Bilimkurgunun tarihini anlatan kitaplar arasında Brian Aldiss’in Billion Year Spree (1973; Milyar Yıllık Cümbüş), Robert E. Scholes ile Eric S. Roblein’in Science Fiction: History, Science, Vision (1977; Bilimkurgu: Tarih, Bilim, Düş) adlı yapıtları vardır. Samuel R. Delany’nin Jewel-Hinged Jaw (1977) adlı kitabı, bilimkurguya eleştirel yaklaşımlar getirir. Darko Suvin’in Metamorphoses of Science Fiction: On The Poetics And History of a Literary Genre (1979; Bilimkurgunun Değişimleri: Bir Edebiyat Türünün Tarihi ve Poetikası Üzerine) adlı yapıtı, bilimkurgunun olanaklarını ve etkilerini ele alan kapsamlı bir kuramsal çalışmadır. John Baxter’ın Science Fiction in the Cinema (1970; Sinemada Bilimkurgu) adlı yapıtı, bilimkurgu sinemasının tarihini ele alır.

Türkçede konuya eğilen bir çalışma, Ünsal Oskay’ın Çağdaş Fantazya: Popüler Kültür Açısından Bilim Kurgu ve Korku Sineması (1982) adlı kitabıdır. Atillâ Dorsay’ın Beyaz Perdede Kırmızı Filmler (1986) başlıklı kitabının bilimkurgu sinemasına ayrılan bölümü, yazarın bilimkurgu filmleri üzerine yazmış olduğu eleştiri yazılarını içerir.
kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 15 Şubat 2017 00:09
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
2 Aralık 2006       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Bilim-kurgu yazını, geçmişteki tek tük örnekler bir yana bırakılırsa çağımızın bir olgusudur. Söylemeğe gerek yok, bilim ve teknik gelişmenin çok hızlandığı, yoğunlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Yeni bulgular, yeni bilimsel uygulamalar baş döndürücü bir hızla birbirini kovalıyor. İnsanoğlu nerdeyse artık ne olup bittiğini tam kavrayamaz duruma geldi. Çağımız insanı bir yandan bilimin üstünlüğüne ve yüceliğine boyun eğerken ve ona inanırken, bir yandan da bilime ve onun uygulamalarına yabancılaştı. Bilime ilkel bir korku içinde kavranması güç mucizeler yaratan bir araç gözüyle bakmaya başladı. Bugün bilime derinden inanıyoruz, kimi zaman bir din gibi, kimi zaman tek kurtarıcı gibi bakıyoruz ona. Aynı zamanda da korkuyoruz ondan, tam anlayamadığımız için. Bugün kim anlıyor kuantum varsayımını ya da Einstein'ın birtakım formüllerini. Bilim Adamlarının kendi aralarındaki konuşmalarını kim anlayabiliyor doğru dürüst. Büyük çoğunluk radyonun ya da televizyonun düğmesini çeviriyor ama elindeki aracın çalışma yasalarını bilmiyor. Olağanüstü bir şeymiş gibi bakıyor ona.

Tam olarak kavrasak da kavramasak da büyük gelişmeler oldu son yıllarda bilim ve uygulama alanında. Bir yandan uzay kapısı açıldı ve insanoğlu aya ayak bastı. Haberleşme araçları son derece gelişti. Elektronik alanda minyatürleşme görülmedik bir düzeye ulaştı. Korkunç öldürücü araçlar, bombalar, kıtalararası füzeler güçlerini her gün biraz daha arttırıyor. Atom ve hidrojen bombaları insanoğlunun tepesinde Demokles'in kılıcı gibi asılı duruyor. Çekirdeksel bir savaş korkusu etkisini sürdürüyor. Büyük devletler, çekirdeksel, kimyasal ya da biyolojik silâhların kullanılacağı bir dünya savaşından kaçınmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama yerel savaşlarda teknik ilerlemenin yeni etkilerini görüyoruz her gün. Bir bölgenin iklimi değiştiriliyor, yapay yollardan yağmur yağdırılıyor, ormanlar ortadan kaldırılıyor, varacağı hedefi arayan bombalar insanları kovalıyor. İnsan öldürme alanında durum böyle. Biyoloji alanında hücrenin yapısını çözmek ya da tüpte hayat yaratmak konusunda önemli gelişmeler sağlanıyor. Propaganda ve beyin yıkama yöntemleri korkulacak bir düzeye ulaşıyor. Kısacası bilimsel ve teknik gelişmenin iyice yoğunlaştığı, insanları tümüyle etkisi altına aldığı bir çağda yaşıyoruz.

Sponsorlu Bağlantılar
Bütün bunları bilim-kurgu yazınının ortaya çıkış etkenlerini göstermek için yazıyorum. Bilim-kurgu yazınının ortaya çıkışına sadece bütün bu olağanüstü bilimsel ya da teknik gelişmeler mi yol açmıştır? Hayır, insanların düşe, olağanüstülüğe, doğa-dışı olaylara düşkünlüğünü unutamayız bu arada. Hepimiz masallarla büyüdük. Acayip olayları, değişik ülkelerde olup bitenleri yalan da olsa, uydurma da olsa dinlemek merakı vardır insanda. Bu merakı doyuracak çeşitli araçlar görürüz her çağda.

Bilim-kurgu yazını da belki, bilim ve tekniğin bu derece egemen olduğu bir çağda insanların yukarda belirttiğimiz gereksinmelerini gidermek için çıkmıştır ortaya. Eskiden insanlar cinlere, perilere, tansıklara (mucizelere) inanıyordu. Bugün onların yerine füzelere, atom bombasına ya da başka teknik gelişme örneklerine inanıyor. Bilim-kurgu yazınının çağımızla derinden bağlantısı vardır öyleyse. Okurları başka dünyalara, olağanüstülüğe, doğa-dışına sürüklese de kullandığı dil bilim dilidir ya da bilimsi bir dildir hiç olmazsa. Bilim-kurgu yazını geleceğe, özgür olanaklara açılmış bir kapıdır bir bakıma. Sınır tanımaz bir ölçüde. Güçlük tanımaz. İnsanoğluna güveni tamdır çoğu kez.

Bilim-kurgu yazınının, aşırı tutkunların öne sürdükleri gibi, çağımızın en önemli, geleceğe kalacak tek yazın biçimi türü olduğunu söyleyemeyiz. Ama bilim-kurgu türünün, öteki yazın dallarında olduğu gibi iyi ya da kötü örnekleri bulunduğunu söylemekle yetinebiliriz. Ucuz tefrika romanlarındaki, kovboy filmlerindeki serüvenlerin benzerlerini bu yazın türü içinde deneyenler olduğu gibi, üstün bir deyiş ve kurgu gücüyle okuyuculara yeni dünyalar açan, yeni kavramlar getiren yazarlar da vardır. Öyleyse bilim-kurgu yazı türüne ne heyecanla bağlanmak, ne de onu küçük görmek çıkar bir yol değildir. Başka yazın türlerine verdiğimiz önem kadarını buna da vermeliyiz. Soğukkanlılıkla bilim -kurgu olayına eğilmeliyiz.

Bilim-kurgu yazınının tanımına girişelim şimdi de.

Nedir bilim-kurgu?
Tanım bir ölçüde güç olacaktır. Çünkü kimi zaman, bilim-kurgu alanı, başka alanlarla istenerek karıştırılmakta, böylece ya bilim-kurgu alanının genişletilmesine yada bilim-kurgunun başka bir yazın alanı içine sokulmasına çalışılmaktadır. Biz ise burada ne genişletme ne de daraltma yapmadan sınırlı bir tanıma girişeceğiz.

Çoğu kez bilim-kurgu yazını ile ilgilendiğinizi söylediğiniz zaman kimse anlamaz ne demek istediğinizi. Ama Uzay öyküleri okuyorum. ya da Başka dünyalarda geçen öyküler okuyorum. diye anlatmaya kalkışınca karşınızdaki Haa, evet anladım. der, geçer. Gözünün önüne belki de Bin bir roman zamanından kalma Bay-tekin öyküleri gelir. Bilim-kurgu ise aslında çok az ilgilidir bu gibi konularla. Uzay öyküleri ya da başka dünyalarda deyimleri yetersizdir çünkü bilim-kurgu yapıtlarını anlatmaya. Uzayda geçen olayları da ele alır bilim-kurgu yazını, ama hepsi bununla kalmaz. Bakarsınız bir öykü uzayda geçer de bilim-kurgu alanına girmez.

Bilim-kurgu yazınını Türkçe anlatabilecek en iyi deyim belki de Olmaz olmaz deme! Olmaz olmaz! sözüdür. Çünkü bilim-kurgu, olabileceklerle, olması olanak içinde olanlarla uğraşır.

Bilim-kurgu yazını, Kingsley Amis'in de belirttiği gibi, bilim ve teknik alanda yeni buluşlara ya da varsayımlara, giderek bunların kurgusal yollarla ileri götürülmüş biçimlerine dayanan bir durumu ele alır ve bu durum üzerine kurar öyküsünü, romanını. Söz konusu bilim ve teknik alandaki gelişmeler yeryüzünde daha ortaya çıkmamış olabilir. Gelecekte ortaya çıkması mümkün görülüyorsa sorun yoktur. O da olmadı başka yıldızlarda var olduğu yazarca ortaya atılan bilimsi ya da tekniğimsi verilere göre yaratılmış bir durum da ele alınabilir. Michel Butor Bilim-kurgu, bilimin izin verdiği oranda mümkün olabilecek olanı kullanan bir yazındır, gerçekçilikle sınırlandırılmış bir düşçülüktür. diyor. En iyi tanımı yapıyor belki de böylece. Çünkü bilim-kurgu, aslında çağdaş birtakım gerçeklerden başlayarak, bunları gelecekte ya da başka dünyalarda uzatır ve geliştirir düşsel yöntemlerle. Bu nedenle bilimsel gerçeklerden ya da günümüz gerçeklerinden uzaklaşamaz tam olarak. Bir kaçış yazını değildir bilim-kurgu.

Bilim-kurgu yazarı, ya bugünün çağdaş bilim ve teknik gelişmelerini ya da bunların kısa sürede gerçekleştirecekleri sanılan etkilerini dikkate alır, bunlar olmazsa gelecekte var olacağını öne sürdüğü bir bilimsel gelişmeye dayandırır öyküsünü. Bu bilimsel gelişme ya da teknik buluş salt uydurma da olabilir, çağımızdaki bir varsayımın uzantısı da olabilir, örneğin Jules Verne, çağdaş bilim verilerine saygılıdır ve onların dışına çıkmaz pek. Öyküleri öğretici nitelikte bilimsel tanımlar ve kuramlarla doludur. Verne, aya adam gönderirken, füzenin itme gücünü, yer çekiminden kurtulması için gereken zamanı ve başka güçlükleri hesap eder. Çağdaş yazarlar ise bilim verilerine pek aldırmazlar, bilimsi bir açıklama onlar için yeterlidir.

Bu noktada bilim-kurgu yazını ile bu yazına yakın olduğu sanılan başka türleri birbirinden ayırmaya çalışalım. Bilim-kurgunun karıştırıldığı başlıca tür düşsel fantastique denilen türdür. Örneğin Fransız eleştirmen R.M. Alberes bilim -kurguyu düşsel tür içinde incelemektedir. Oysa düşsel türde olayları, durumları bilimsel ya da bilimsi bir yolla açıklama kaygısı yoktur. Masallarda olduğu gibi cinler, periler, cüceler, devler, Drakulalar, vampirler, büyücüler, olağanüstü ama gerekçesiz olaylarla karşılaşırız düşsel yazın türünde. Bilim-kurgu türünde ise bunların yerini uzay gemileri, başka dünyalardaki inanılmaz yaratıklar, teknik olağanüstü buluşlar almıştır. Bilim-kurgu türünde her zaman bilimsel yada bilimsi gerekçe bulma kaygısı yaygındır.

Bilim-kurgu yazınının en çok üzerinde durduğu konulan şöyle özetleyebiliriz:

Uzay gezileri, zaman içinde yer değiştirme ya da zaman içinde geziler, başka boyutlarda ya da koşut evrenlerde geziler.

Başka yıldızlardan gelen akıllı ya da akılsız yaratıklarla, uzay canavarlarıyla karşılaşma.

Dünyanın gelecekteki tarihi ya da varsayımlı tarih. Dünyanın sonu.

Olağanüstü buluşların yarattığı durumlar. Robotlar. Telepati ve duyular üstü algılama (ESP).

Ütopyalar, kurgusal dünyalar.

Şimdi bu konuları teker teker inceleyelim.

Lukianos ile Cyrano'yu saymazsak daha geçen yüzyılda Jules Verne ve H. G. Wells aya yapılacak gezileri düşlemişler ve bunları romanlarında anlatmışlardı. Onlardan sonra pek çok yazar ay yolculuğunu konu olarak ele almıştı. Onların düşleri artık gerçekleşti bugün. Ay yolculuğu yapıldı. İnsanoğlu aya ayak bastı. Ay yüzeyinde yürüdü. Gözlemler yaptı. Örnekler toplayarak dünyaya döndü. Böylece bilim-kurgu yazınının önceden haber verdiği bir düş daha gerçekleşmiş oldu. Bilim-kurgu yazarlarının öngördükleri her şey gerçekleşir mi ? Hayır. Ama ay yolculuğu gibi başka örneklerde vardır. Örneğin, 1944'lerde Amerika gizlice atom bombası hazırlıkları içindeydi. O sıralarda yayımlanan bir bilim-kurgu dergisinde çıkan bir öykü, atom bombasının nasıl yapılacağını nerdeyse gerçeğe yakın bir biçimde anlatıyordu. FBI çok telâşlanmıştı ama öykü yazarının böyle gizli bir denemeden haberi bile olmadığı ortaya çıktı.

İnsanoğlu aya ayak bastıktan sonra bilim-kurgu yazarları için ay yolculuğu konusu kapanmış sayılır. Ama uğraşacakları sonsuz başka konular vardır önlerinde: Merih, Zühre ve bütün öteki gezegenler, en yakın yıldızlar ve galaksiler, bütün Samanyolu açıktır onlara. Buralara yapılacak gezileri, yolculukları kurarlar ve onları anlatırlar okuyuculara. Nitekim yapıyorlar da bunu yıllardan beri. Uzay yolculuklarını anlatırken yazar bütün hayal gücünü kullanabilir. Yazarın sihirli değneğini bir dokundurmasıyla gözlerimizi menekşe rengi bir gök kubbenin altında açabiliriz. Bir bakarız ki gökyüzünde biri portakal rengi, öbürü yeşil iki güneş asılıdır ve uzayın bilinmeyen köşesindeki bu gezegeni aydınlatmakta, ısıtmaktadır. Gezegenin denizleri amonyaktan, dağları kurumuş cıvadan, atmosferi ise diyelim ki fluor di oksittendir. Bu ortam içinde olayın kahramanını izleriz.

Uzay yolculuklarında bilim-kurgu yazarlarının karşılaştıkları birtakım güçlükler vardır. Bunlardan başlıcası Einstein'ın bir formülüdür. Buna göre herhangi bir madde ışık hızına ulaştığı zaman kitlesi sonsuz olacaktır. Yani uzay gemileri ışık hızına ulaşamazlar. En yakın yıldız bile ışık yıllarıyla ölçülen bir uzaklıkta olduğuna göre, ışık hızına da ulaşılamayacağına göre, en yakın yıldızlara ulaşmak bile yıllarca sürecektir. Her şeyi bilime ya da bilimsi kuramlara dayandırmak zorunda olan bilim-kurgu yazarı birkaç yolla bu çıkmazı aşar:

Ya böyle bir yolculuğa çıkanları dondurur ya da başka teknikler uygulayarak kış uykusuna yatırır. Kış uykusu süresince ya da donmuş durumda, uzay yolcuları güçlerini yitirmezler ve yaşlanmazlar. Uzay gemisi kendi kendine yoluna devam eder, sonunda uzay yolcuları varacakları yere yaklaşınca kış uykusundan uyandırılırlar.

Ya da yazar, uzay yolcularını büyük bir uzay gemisine, aileleri ile bindirir. Bunlar yıllarca süren uzay yolculuğunda ölürler, yerlerine çocukları büyür, çocukları yollarına devam eder, onlar da ölür, aradan birkaç kuşak geçtikten sonra uzay gemisi erişeceği yere gelir. Bu arada yazar, yiyecek sorununu da çözümlemek zorundadır. Bu sorun da, ya yapay yollardan yiyecek üreten araçlar ya da hidroponik denilen sürekli üreyen alg'ler kullanarak çözümlenir. Böyle birkaç kuşak süren bir uzay yolculuğunu İngiliz yazarı Brian Aldiss Yıldız Gemisi (Starship) adlı romanında çok ilginç bir biçimde işlemiştir. Romanda aradan birkaç kuşak geçtikten sonra amaçlarını unutan, içine kapandıkları uzay gemisini tek evren sayan bir uzay yolcuları topluluğunun öyküsü anlatılır. Harry Harrison da Tutsak Evren (Captive Universe) adlı romanında buna benzer bir durumu anlatır. Burada başka bir dünyaya yol alan bir uzay yolcuları topluluğu, bilerek yapay yabanıl bir ortamda yaşatılmaktadır. Böylece varacakları dünyanın koşullarına daha kolayca alışabileceklerdir.

Uzak yıldızlara ulaşmak ve kısa sürede büyük yol almak amacıyla yazarlar ayrıca, uzayın dışında uzay üstü hyperspace denilen bir bölge olduğu varsayımını ortaya atarlar. Uzay gemileri dünyadan ayrıldıktan sonra uzay-üstü bölgeye geçerler, bu bölgede Einstein yasası işlemediği için yüzlerce yılda gidilebilecek bir yolu kısa sürede aşarak amaçlarına erişirler. Bilim-kurgu yazarları, uzay yolculukları için bir de Transmitter yani Geçirgeç diyebileceğimiz bir araç uydurmuşlardır. Kapı gibi bir şey olan bu araçtan geçtiniz mi kendinizi istediğiniz başka bir gezegende bulursunuz. J.T. Mclntosh'un Limbo'dan Altı Geçit (Six gates from Limbo) adlı romanı böyle araçların varlığı gerekçesine dayandırılmıştır. Romanın kişileri uzaydaki bir merkezden altı ayrı yıldıza altı ayrı geçitten geçerek yolculuk yaparlar.

Böylece bilim-kurgu yazarları, bilime dayalı ya da bilime yakın uydurma yöntemlerle okurlarını uzayın derinliklerinde başka dünyalara sürükler. Uzay yolculuklarını konu alan başlıca yazarlar arasında Ray Bradbury, Hal Clement, Harry Harrison, Robert A. Heinlein, Van Vogt, Alfred Bester'i sayabiliriz, özellikle Ray Bradbury'nin yazdığı Merih Günlüğü ( Martian Chronicles ) adlı yapıt dünyanın her yerinde büyük ilgi görmüştür. Merih Günlüğü kısa öykülerle doludur. Bu öykülerden birinde Merih'e inen bir uzay gemisinin kaptanı anlatılır. Merih acayip bir yerdir ama orada da yeryüzündekilere benzeyen insanlar, evler ve kentler vardır. Uzay gemisi kaptanı Merih'e indiklerinde kendilerini karşılayanlar olacağını sanır ama kimse onu karşılamaz. Karşısına çıkan ilk evin kapısını çalar ve kapıyı açan Merihli ev sahibine kendinin dünyadan ilk defa gelen uzay gemisinin kaptanı olduğunu bildirir. Merihli aldırmaz ve başka bir Merihliye gönderir kaptanı. O Merihli de başkasına gönderir. Kaptan her seferinde Dünyadan geldiğini anlatır. En sonunda kaptanı bir yere kapatırlar. Burası hastane gibi bir yerdir. Kaptan neden sonra bir tımarhaneye kapatıldığını anlar.

Zamanda yolculuk ise H.G. Wells'in Zaman Makinesi'nden başlayarak pek çok yazara konu olmuştur. Bilim-kurgu yazarları, zaman da bir boyut olduğuna göre bu boyut üzerinde ileri ya da geri gidilebileceği varsayımına dayanarak öykülerini düzenlerler. Bu öykülerde kişilerden kimi, zaman içinde geriye giderek kendi büyük babalarıyla, kimi zaman kendileriyle karşılaşırlar, olmadı Roma ordularına komutanlık yaparlar, ya da geleceğe giderek, olacakları önceden bilmeye çalışırlar. Çeşitli aykırılıklarla karşılaşılır bu arada. Zamanda geri giden bir kişi, daha önce işlediği bir kötü eylemi düzeltebilir mi? Alın yazısını değiştirebilir mi? Bir bakarsınız ilk çağları görmek isteyen bir zaman yolcusu, bakır çağında ezdiği bir kelebek yüzünden kendi zamanına dönüşünde her şeyin değişmiş olduğunu görür. Böyle şeyler olmasın diye örneğin Paul Anderson'un Zaman Kokuları (Guardians of time) adlı romanında, tarihin akışını düzenli tutmak için çaba harcayan bir örgütün çalışmaları anlatılır.

Dördüncü boyutta ya da başka boyutlarda yolculuklar ele alındığında bilim-kurgu öykülerinin kişileri üç boyutlu olan evrenimizden ayrılarak serüvenlerini dört ya da daha çok boyutlu evrenlerde yaşarlar. İlgi çekici başka bir konu ise koşut dünyalar ya da koşut evrenlerdir.

Başka yıldızlardan gelen yaratıklarla karşılaşma konusu da Voltaire'in Micromegas'sından bu yana çeşitli yazarlarca işlenmiştir. Başka yıldızlardan gelen yaratıklar, ya insanlara benzerler fa da benzemezler. Ya akıllı yaratıklardır ya da canavar gibidirler. Ya iyidirler ya da kötü. Ama kötü niyetli ve tehlikeli oldukları kanısı yaygındır bu çeşit bilim-kurgu öykülerinde. Bilim-kurgu yazarları, ya ilk kez başka bir yıldızdan gelen yaratıkla karşılaşma konusunu işlerler, ya da çok iyiymiş gibi gözüküp sinsice insanların kuyusunu kazan yaratıklardan söz açarlar. Bakarsınız sevimli gibi gözüken yaratıklar birdenbire canavar kesilirler. Kimi zaman başka yıldızlardan gelen dünya dışı yaratıkların gözünden insanların nasıl göründüğünü anlatan öyküler de vardır.

Çoğunlukla insanlar dünya dışı yaratıklarla savaşırlar ve savaşlarından çoğu kez başarıyla çıkarlar. H.G. Wells'in Dünyalar Şavaşı adlı romanında insanları Merihlilerin elinden, birtakım mikroplar kurtarır. Brian Aldiss Çevirmen (The Interpreter) adlı romanında uzayda bir sömürge imparatorluğu kuran ve dünyayı da işgal eden yaratıklarla yapılan çarpışmayı anlatır.

Dünyanın gelecekteki tarihi pek çok yazara konu olmuştur. Örneğin Amerikalı yazar Isaac Asimov, insanlığın büyük bir uzay uygarlığı kurduğunu düşleyerek, bu uygarlığın tarihini ayrıntılı bir biçimde yazmıştır. Robert Heinlein de yazdığı bir dizi romanda aynı yolda bir denemede bulunmuştur. Bir de varsayımlı tarih denilen bilim-kurgu örnekleri vardır. Burada yazar, tarihteki bir olayın başka bir biçimde sonuçlanması durumunda ne olabileceğini kurarak yola çıkar, iyi bir örneği Philip K. Dick'in Yüksek Şatodaki Adam (The Man in The High Castle) adlı romanıdır. Yazar, Hitler'in İkinci Dünya Savaşını kazandığı varsayımını kabul ederek, dünyanın ne durum alabileceğini düşünmüş ve romanını bunun üzerine kurmuştur. Tlön Uqbar Orbis Tertius adlı öyküsünü de örnekler arasında sayabiliriz.

Bütün bu bölümlemenin dışında toplumsal konulara eğilen ya da belli toplumsal eğilimleri yansıtan bilim-kurgu öykülerini, romanlarını ayrıca incelemek gerekir. Bu çeşit bilim-kurgu öyküleri aslında çağımızı ilgilendiren başlıca sorunları ele almaktadır. Toplumsal, dinsel, cinsel, siyasal her çeşit konu girer bunun içine. Amerikalı ortak yazarlar Pohl ve Kornbluth Uzay Tacirleri (The Space Merchants) adlı romanlarında Amerika'daki reklâm ve halkla ilişkiler şirketlerini eleştirirler. Aynı yazarlar Hukuk Gladyatörü (Gladiator at Law) adlı kitaplarında ise devleşmiş şirketler ve elektronik beyinle çalışan bir borsa merkezinin karşısında ezilen insanları ve onların çabalarını dile getirmektedirler. Ünlü yazar Ray Bradbury aslında çağımızı eleştirir yapıtlarında. Yaya (The Pedesterian) adlı öyküsünde hemen herkesin otomobille dolaştığı ve yaya kaldırımlarının yok olmaya başladığı bugünün Amerika'sından esinlenir. Öyle bir dünya kurar ki orada yayalar bozguncu diye hapse atılır. Bradbury Fahrenheitt 451 adlı romanında da dünyamızın taşıdığı tehlikelere işaret eder. Yazara göre bugünkü eğilimler insanlığı öyle bir noktaya götürmüştür ki kitap okumak ve bulundurmak suç olmuş, itfaiyeciler de yangın söndürmek yerine kitapları yakmak görevini yüklenmiştir. Bradbury aslında TV, resimli roman ve özetleme tekniğinin alabildiğine geliştiği Amerikan toplumunu eleştirmektedir böylece.

Türkiye'de Durum
Bilim-kurgu yazını konusunda Türkiye' deki durum pek iç açıcı değildir. Şimdiye kadar yabancı dillerden o da çoğunlukla kötü çevirilerle yetinilmiştir. En çok dikkat gösterilen çevirilerin Jules Verne'in yapıtları olduğunu sanıyorum. Onlar da çocuk kitapları olarak değerlendirilmiştir. Bir ara Çağlayan Yayınları ucuz cep kitapları arasında on kadar önemli bilim-kurgu çevirisi yayımlamıştır. Ancak ne yazık ki hangi yazarlardan çevrildiğini belirtmek gereği bile duyulmamıştır. Bu çeviriler içinde Asimov, Van Vogt gibi önemli bilim-kurgu yazarlarının yapıtları da bulunmaktadır. Son zamanlarda Okat Yayınevi, bir Uzay Serisi yayımlamıştır. İçinde Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'ı, Asimov'un Çelik Mağaralar'ı ve Kan Damarlarında Yokculuk'u, Pierre Boulle'un Maymunlar Gezegeni de bulunmaktadır.

Türk bilim-kurgu yazarının ne zaman çıkacağını bilmiyoruz. Ama herhalde bilim ve teknik gelişmeye bağlı olsa gerek. Umalım bu da yakındır.

Orhan Duru

Son düzenleyen NihLe; 2 Haziran 2007 15:01
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Aralık 2006       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Bilim-kurgu yazınının kökenini araştıranlar İ. S. II. yüzyılın ortalarında yaşayan Lukianos'a kadar gidiyorlar. Lukianos'un yapıtları Ataç tarafından dilimize çevrilip üç cilt olarak Millî Eğitim Bakanlığı klasikleri arasında yayımlanmıştır. Yazar Olmuş Bir Öykü adındaki öyküsünde aya ve başka gezegenlere yapılan düşsel bir geziyi dile getirmektedir. Lukianos aslında Olmuş Bir Öykü'yü Herodotos ve Homeros'la alay olsun diye kaleme almış, palavracı birtakım eski yazarlara ince ince takılmıştır.

Olmuş Bir Öykü'de olayın kahramanı bir gemiyle Cebelitarık boğazından okyanusa açılır. Orada yakalandıkları bir fırtına bunları aya fırlatır. Ayda, aylılar ve güneşlilerin savaşlarına tanıklık eder. Başka gezegenlerde yaşayanların öykülerini dinler, çeşitli serüvenler geçirdikten sonra yeryüzüne iner. Lukianos bu yapıtıyla, ilk kez bir uzay yolculuğu düşleyen yazar olmuştur. Üzerinde durulacak bir başka nokta da Lukianos'un Samsatlı oluşudur. Eski adiyle Samosata kenti, adını bir ölçüde koruyarak bugüne kadar gelmiştir. Samsat bugün Adıyaman ili içersinde Fırat kıyısında bir kasabadır. Lukianos'un ana dilinin Süryanca olduğunu ama eski Yunan diliyle yazdığını, bir ara Roma'da yaşadığını biliyoruz.

Lukianos'tan sonra aradan yüzyıllar geçer, bu kez ünlü astronom Kepler, 1634 yılında yazdığı Somnium adlı betiğinde cinler ve şeytanların ittiği bir araçla ayda yapılan bir geziyi anlatır. Hemen aynı yıllarda (1638) İngiliz papazı Badwin Ayda İnsan (Man in The Moon, or a discourse of a voyage thither by Domingo Gonzales) adlı betiğinde bir ay gezisini konu alır. Olayın kahramanı bu kez yaban kuğularının çektiği bir salla aya gider. 1650 yılında ise Cyrano de Bergerac, Ayda Gezi (VOYAGE DANS LA LUNE et histoire comique des etats et empires du soleil) adlı betiğinde, kahramanını, bugünküleri yansıtır biçimde, fişeklere bağlı bir arabayla aya ulaştırır. Cyrano aynı yapıtında gramofon, paraşüt gibi buluşları önceden haber verir. Daha sonraki yıllarda ünlü Fransız filozofu Voltaire Micromegas adlı anlatışında başka bir yıldızdan gelen bir yaratığın insanlarla yaptığı konuşmaları ele alır. Böylece başka amaçla yazılmış olsa da, bu yapıtıyla Voltaire, başka yıldızlardan gelen yaratıklardan ilk kez söz açan yazar olur. Swift'in Guliver'in Gezileri adlı betiği, özellikle cüceler ve devler ülkesinden sonra gelen üçüncü bölümü bilim-kurgu tanımına girebilir. Swift'in bu bölümde anlattığı Laputa ülkesi, atom enerjisiyle dünya çevresinde dolaşan bir yapay uyduya benzer.

Bilim-kurgunun tarihçesine eğilirken Thomas More'un Ütopya'sına Bacon'un Yeni Atlantis'ine de değinebiliriz. Ancak bu yazarlar betiklerinde daha çok kendi görüşlerini açıklamak için yeni bir dünya yaratmak yolunu tutmuşlardır. 1830'larda ünlü İngiliz ozanı Shelley'in eşi Mary Shelley'in yazdığı Frankenstein'da bilim-kurgu türünün iyi bir örneğini buluyoruz. Romanda, üstün bir insan yaratmak isteyen çılgın bir bilim adamı sonunda bir canavar ortaya çıkarır. Frankenstein, çılgın bilim adamları ve yaratıcılarına baş kaldıran yaratıklar konusunda, çağdaş birçok bilim-kurgu yazarına esin kaynağı olmuştur.

XIX. yüzyılda ise gerçek bilim-kurgu türünün yaratıcılarından Jules Verne'i görüyoruz. Deniz Altında Yirmi Bin Fersah, Aya Yolculuk, Doktor Oks adlı romanları bilim-kurgunun çağdaş anlamda en önemli yapıtları arasında sayılabilir. Ardından H.G. Wells gelir. Wells, Zaman Makinesi adlı betiğiyle ilk kez bir zaman gezisini dile getirir. Dünyalar Savaşı, Görünmeyen Adam, Gelecek Günlerin Öyküsü adlı betikleri çağının en iyi örnekleridir.

XX. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak özellikle Amerika'da bilim-kurgu dalının büyük bir gelişmeye ulaştığını, giderek 1950 yıllarında altın çağını yaşadığını belirtelim. Bilim-kurgunun ilk Amerikan örneği 1911 yılında Modern Electrics adlı bir dergide yayımlanan Ralph 124C 41+ 2660 Yılının Romanı adlı yapıttır. Kitabın yazarı Hugo Gernsback daha sonra Amerikan bilim-kurgusunun babası sayılmış, adına Hugo armağanı diye bir armağan kurulmuştur. Bu armağan her yıl en iyi bilim-kurgu yapıtına verilir. Science-fiction sözcüğünü ilk ortaya atan yazar da Gernsback olmuştur. Gernsback 1927 yılında Amazing Stories (Şaşırtıcı Öyküler) dergisini çıkarmış ve burada tüm olarak bilim-kurgu öyküleri yayımlamıştır. Ama ondan önce de, Murray Leinster adlı bilim-kurgu yazarı 1917'de yayımlanmaya başlayan Argosy-all-story dergisine yazıyordu. 1923'de yayına geçen Weird Tales (Acayip Masallar) dergisinin yazarları arasında H.P. Lovercraft da vardı. Sonradan en ünlü bilim-kurgu yazarlarından biri olan Ray Bradbury de ilk öyküsünü bu dergide yayımlamıştı. Kendi de bir bilim adamı olan John Compell 1937'de Astounding sciene-fiction dergisini, daha sonra önemli bir bilim-kurgu dergisi olan Analog'u yayımlamaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra bilim-kurgu dergilerinin sayısı iyice artmıştır. 1950 yılından sonraki dönemde McCarthy'ciliğin baskısından kaçan birtakım yazarlar bilim-kurguya sığınarak bu türün daha da gelişmesini sağlamışlardır.

Bilim-kurgu türü öteki ülkelerde de gelişme göstermiştir aynı dönem içinde. Aldous Huxley'in Yeni Dünya'sını, George Orwell'in 1984'ünü, Karel Capek'in R. U. R.'unu, Pierre Boulle'un Maymunlar Gezegeni'ni bir yana bırakamayız. Polonya'dan Stanislas Lem, Sovyetler Birliğinden Yefremov gibi bilim-kurgu yazarları, yakın çağda yetişmişlerdir.
Orhan Duru
Son düzenleyen NihLe; 2 Haziran 2007 15:01
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
25 Mart 2007       Mesaj #4
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
KURGUBİLİM, NASIL BİR EDEBİYAT TÜRÜ ?
Sokaktaki insan kurgubilime ne ölçüde ilgi gösteriyor? Bu sorunun yanıtı, toplumun kendi geleceğine yönelik düşünsel özelliklerinin güvenilir göstergesidir. Kurgubilime duyulan ilgi, devingen ve verimli bir düşünce dünyasının şaşmaz belirtisi... Bu bakımdan, bilim adamlarımıza, edebiyatçılarımıza, eğitimcilerimize ve yayıncılarımıza büyük sorumluluk düşüyor...
Kurgubilimin konusu, gelecekteki evren, gelecekteki insan, gelecekteki insan toplulukları gibi görünür. Oysa aslında yapılan, günümüz gerçeklerinin geleceğin dünyalarına yansıtılmasından başka birşey değildir. Çağımız insanına, bugün vereceği kararların yarın yol açabileceği olası sonuçları irdeleyen olasılık aynaları sunuluyor. Bilimlerin önerdiği yeni evren modellerinden, teknolojinin olanak sağlayacağı yeni yaşam tarzlarından söz ediliyor.
Dolayısıyla, kurgubilim ürünleri, bilim ve hümanizmanın kimi zaman uzlaştığı ütopyacı bir dünyayı, kimi zaman da çatıştığı gerilimli, ürpertici bir dünyayı yansıtıyor. Dünkü duygularımızın, bugünkü kararlarımızın ve yarınki sonuçlarının dünyası...
Edebiyat ürünlerimiz, çoğu kez, geçmişten kaynaklanan mutluluk yada pişmanlıklarımızın belgeleridir. Bu geçmişle bir hesaplaşma -- yada tokalaşma; ama her durumda geçmişin mitolojisidir. Kahramanlar artık durağan bir evrende, sonsuza değin tekrarlanabilir çizgilerini yaşamaktadır.
Çağdaş bilim ise değişmezliği reddetmiş, bizi jeolojik zaman anlayışına, biyolojik evrim kavrayışına, kültürlerin sürekli kandeğişimi tezine ve -- sanırım -- insanın evrendeki gerçeğine yöneltmiştir. İster aklayalım ister karalayalım, evrimci görüşün zaferidir bu. İnsanoğlu, geriye işletilmesi olanağı olmayan bir yolda, geleceğine akmaktadır. Güvenebileceğimiz, tutunabileceğimiz tek gerçek vardır. O da, geleceğin bugünden farklı olacağıdır. Zamanın akışı, döngüler, ya da "tekerrürler" getirmiyor.
barx
Kurgubilim, geleceğin -- bugünden yazılan -- mitolojisidir. Bunun mutlu bir mitoloji olmasına çalışılıyor. Dolayısıyla kurgubilim, bilim ve teknolojinin yaşam vereceği heyecan dolu bir geleceğin umutlarıyla mayalanıyor. Fakat bunun yanında, yanlış seçeneklerin birlikte getireceği pişmanlıkların bilinci, yeni mitolojinin yazılmasmdaki tedirginlik, sorumluluk ve gerilim boyutunu oluşturuyor.
Değişme, yeni uyarlanmalar gerektirecektir. Kurgubilimin amacını belirlemek istersek, geleceğin bilinmezlikleri karşısında çözümler önermektedir, diyebiliriz. Geleceğin dünyalarını bugünden gözümüzde canlandırmaya, elimizden gelirse belki de bu geleceği bizim için daha kabul edilebilir doğrultularda doğiştirmeye çalışıyoruz.
Yazar da, okuyucusu da, anlatılanların hayal ürünü olduğunu şüphesiz bilmektedirler. Fakat anlatılan dünyaların, olasılığında birleşmektedirler. Kurgubilim öyküsünün önde gelen özelliği, bilimsel verilere, güçlü varsayımlara, geçerli görünen kuramlara ters düşmemeye özen gösterilmesidir. Yazarın, ya da okuyucunun hayal gücü, bilim adamının da bilinmezler karşısında takındığı varsayımdangelimci tavırla eşçizgidedir.
barx
Çağımız bilimcisi, insandan yola çıkmak ve perdeyi yine insanla kapamak zorunda olduğunu, büyük gerçekleri örten giz perdesini ise hiçbir zaman bütünüyle kaldıramayacağını biliyor. Çünkü insanoğlu, sonsuza değin kendi biyo-psikolojik düzeni içinde -- değişiyor olsa da -- kısıtlanmış olacaktır. Ondokuzuncu yüzyılın coşkulu ve umut dolu bilim adamı, artık yüceliğini alçakgönüllü bir yorumcu olmakta aramakta, bulmaktadır. Yirminci yüzyılın bilimcisi, erişilen her düzeydeki "bilgi" dağarcığımızın, ancak o gün için geçerli bir açıklama modeli oluşturabileceğini biliyor. Yarınki bilgimiz yarınki deneyimlerimiz, farklı bir modeli gerekli ve geçerli kılabilecektir.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlarında geliştirilen kuantum ve görelilik fiziği modelleri, Newton fiziğinden çok farklı bir evren anlayışını gündeme getirmemiş midir? Bilim tarihinde bu tür dönüşümler, bilim adamlarının, son çözgülemede, değişmez gerçeklerin bilgisi üzerinde değil, devingen olasılıklar üzerinde çalıştıklarının apaçık kanıtıdır. Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions, 1962) başlığını taşıyan ünlü çalışmasında, bilimlerin bu niteliğini gözler önüne sermektedir. Çağımız bilim felsefesinin açık seçik gösterdiği yol, bilim adamının sürekli daha iyi işleyen modeller arayışı içinde olması, açıklama gücünden yana daha soluklu kuramlar geliştirildikçe, eskilerini sürdürmekte direnmemesi gerektiğini vurguluyor.
Bilimler ve edebiyat arasında yaratıcı ve verimli bir bileştirmenin ürünü olan kurgubilim de, geleceğe yönelik çok sayıda model geliştirmekte, bunları seçenek olarak çağın insanına sunmaktadır.
İnsan ve insan topluluklarının içinde yaşadıkları fiziksel, biyolojik, sosyal evrene ilişkin kavramlarımızda önyargılardan kaçınmak zorundayız. Değişen ve değişmesini sürdürecek olan bir dünyaya ilişkin belirlemelerimizde "iyiyi, güzeli, doğruyu" eski durağan dünyamızdaki özgüvenle tanıma ya da tanımlama olanağı kalmamıştır. Dolayısıyla, geleceğin yürekli yeni dünyalarını bugünkü değer ölçülerimize vurduğumuzda onaylamamız mümkün olmayabilir. Fakat geleceğin dünyaları yine de yürekli ve yeni dünyalar olacaklardır.
Biyolojik evrim ölçütlerine göre çok kısa bir zaman dilimi içinde avcı-toplayıcı dönemden tarım dönemine, sonra sanayi dönemine, oradan sanayi sonrası toplumlara ve daha dünse bilişim toplumuna geçişin şaşkınlığını yaşıyor insanoğlu... Kültür örüntülerimizdeki bu köklü değişmeler, düşünce ortamımıza, duygusal dünyamıza, değerler sistemimize bütün çarpıcılığıyla yansıyor. Temelini, belirsizlik ve değişme kavramlarının oluşturduğu yeni bir evren anlayışına ihtiyacımız var. Doğa ve fizik bilimcilerinin ortaya koymakta oldukları yeni görüşler, sosyal bilimcinin de aynı doğrultudaki gereksinmesiyle atbaşı gidiyor.
Max Planck, 1900 yılında, enerjinin de tıpkı madde gibi süreksiz olduğunu, kuantum adını verdiğimiz belirli büyüklükteki paketçikler halinde bulunduğunu gösterdi. Daha 1910'lara varılmadan, ne bu parçacıkların, nede bunlara ilişkin olayların, şimdiki yada gelecekteki konumlarını belirlemenin hiçbir yolu olmadığı anlaşılmıştı. Önceki mekanikçi fizik anlayışıyla taban tabana zıt bir bilgi...
Bu belirleme, 1927 yılında, Werner Heisenberg'in Bilinmezlik İlkesi ile çağımız fizik biliminin kabulleri arasına girdi. Parçacığın hızını ne denli doğrulukla ölçmeye kalkışırsak, konumu hakkında da aynı derecede bilmezliğe sürükleniyorduk. Elektronun hızını yada konumunu ölçmemiz olanaklı. Fakat her iki ölçümü birlikte gerçekleştirebilmemiz sözkonusu olamıyor. Sonuç: Bu parçacığın geleceğini kesin olarak yordamlamanın hiçbir yolu yoktur.
Evren bizim için, sürekli oluşum halindeki bir bağlaşık olaylar görüntüsünden öteye hiçbir anlam taşımıyor. İnsan da bu bağlaşık dizilerde bir oluşum devresi... Sistemin bütününü anlamaya kalkışması, belki de kendisini pabuç bağlarından havaya kaldırmağa çalışması kadar anlamsız bir uğraş. İtiraf edelim ki, bugünkü bilgi dağarcığımıza vurduğumuzda, evrenin -- varsa bile -- amaçlarını çözmemiz olası görünmüyor. Evren, bugünkü durumumuzda bizim için, başı sonu belli olmayan, anlamsız bir oluşum...
Huzursuzluğumuz, kuşkularımız, ve bilinmezlik duygumuz, sürekli oluşum durumundaki giz dolu bir evrende ne şimdiki nede gelecekteki konumumuzu belirleyemeyişimizden ileri geliyor. Kurgubilim de yine aynı kuşku ve bilmezlik kaynağından besleniyor. Geleceğin dünyalarına ilişkin sonsuz olasılıkları yakalamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Karabasanlarımızı -- umut ve önerilerimizi de katarak -- yaşanabilir düşlere dönüştürmenin yollarını arıyoruz.
Çünkü insan, çevresinin kısıtlamasına bağımlı olduğu kadar, çevresini etkileme, istediği doğrultuda oluşturma gücünü giderek daha büyük ölçeklerde gerçekleştirmekte olan bir canlı türüdür. Bu gücünü, artan bilgi birikiminden, gelişen teknolojisinden alıyor. İnsan artık evrende edilgen bir gözlemci olmakla yetinmemekte, yaman bir plânlamacıya, etkin bir eylem ve uygulama adamına dönüşmektedir.
Bu yüzden evrenin anlamsızlığına anlam vermek, amaçsızlığına amaç kazandırmak yükümlülüğünü de omuzlarında taşıyor. Düşünen, plânlayan, tutkularını, korkularını, umutlarını, kaygılarını yaşayan bir canlı türü... Geleceğin çok sayıda modellerini çiziyor; cennet ve cehennemlerini kavramlaştırmağa çalışıyoruz.
Çağımız insanının kurgubilime duyduğu büyük ilgi, geleceğin gizemli büyük serüvenlerine hazırlanırken, kendi merak dolu devingen ruhunun da en güçlü simgesi olmak durumundadır.
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
6 Haziran 2007       Mesaj #5
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi

Yazın'da bilim kurgu

  • Jules Verne
  • Karel Čapek
  • Arthur C. Clarke
  • Isaac Asimov
  • Frank Herbert
  • H.G. Wells
  • Yevgeni İvanoviç Zamyatin (Zemyetkin)
  • Stanislaw Lem
  • Philip K. Dick
  • Ursula K. LeGuin
  • J. G. Ballard
  • Samuel Delany
  • Jack Vance
  • David Brin
  • Thomas Disch
  • Robert Sheckley
  • Harry Harrison
  • John Brunner
  • Alexei Panshin
  • Poul Anderson
  • Robert A. Heinlein
  • Kurt Vonnegut Jr.
  • Frederik Pohl
  • Roger Zelazny
  • Bernard Werber
  • Brian W. Aldiss
  • C. M. Kornbluth
  • Eric Frank Russell
  • Larry Niven

Sinemada bilim kurgu

  • Metropolis
  • Solaris
  • İz Sürücü (Stalker)
  • 2001 Bir Uzay Efsanesi
  • Zardoz
  • Blade Runner
  • Yıldız Savaşları
  • Dune
  • Maymunlar Gezegeni
  • Matrix
  • Küp
  • Uzay Yolu
  • Serenity
  • E.T.
  • Üçüncü Türden Yakınlaşmalar
  • Terminatör, Terminatör 2: Kıyamet Günü & Terminatör 3: Makinelerin Yükselişi
  • Kurtuluş Günü
  • Yaratık & Yaratık 2
  • Dünyalar Savaşı
  • Yıldız Gemisi Savaşçıları
  • Dünyayı Kurtaran Adam
  • Av & Av 2
Son düzenleyen Safi; 29 Haziran 2020 18:05
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
1 Şubat 2008       Mesaj #6
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
Herşeyden önce bilimkurgu,bileşik bir kelimedir.Bilim kelimesinin anlamı konusunda bir tartışma yoktur.Kurgu kelimesini, hayal üretme veya düş gücü olarak algılarsak bilimkurgunun tarifini,’bilim verileri ile düş gücünden oluşan eserler’ şeklinde yapabiliriz.
Daha yakın sayılabilecek zamanlara kadar bilim tabanlı düş gücü eserlere kurgubilim diyenler vardı.Hem de ünlü eleştirmen ve yazarlar bile bu hataya düşüyorlardı.Haydi diyelim ki İngilizce ‘science fiction’ kavramını gözden kaçırmışlardı,ama düşgücünün bilimi şeklinde algılanan bu yanılgının uzun süre devam etmesi ilginçtir.
Fantastik kelimesini görünce gerçekte var olmayan,hayal ürünü gibi anlamları düşünürüz.Bu nedenle gerçek dünyada rastlanmayan olayları içeren her eseri fantastik eser çerçevesinde ele alırız.
Bilimkurgu ile fantastik eserleri birbirinden kesin olarak ayırmak belki o kadar kolay değildir ama en azından hangisinin ağır bastığını söyleyebiliriz.Konusu ileriki çağlarda geçen bir eserde gökdelenler insanlara karşı başkaldırıyorlarsa o eseri sırf ele aldığı ‘zaman’ için bilimkurgu olarak niteleyemeyiz.
Bir de bilimkurgu gerçekten bilimkurgu kıvamında olmalıdır.Ben öyle filmler gördüm ki konunun geçtiği zamanı beşyüz yıl öncesine çekseler hiçbir şey fark etmezdi.Örneğin bundan üçyüz yıl sonra bir adam ışın tabancası kullanırken kovboy döneminde tabanca kullansa filmin işlediği konu arasındaki fark anlaşılmazdı bile.
Bilimkurgu eserlerin ana motifi bilim olmasına rağmen bilimin aşırı zorlanması da işin tadını kaçıran unsurlardan biri oluyor.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Eylül 2008       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
BİLİMKURGU, bilimsel buluşların sağladığı yeni olanakları düşsel bir biçimde yorumlayan bir edebiyat türüdür. Böylece, yeni buluşların nelere yol açabileceğini ve bizi nasıl bir geleceğe götürebileceğini düşündürür.

Ay'a ilk düşsel gezi öyküsünü İS 2. yüzyılda Eski Yunan yazarı Lukianos yazmıştır. Ama, bizim anladığımız anlamda bilimkurgu, tek­nolojik açıdan gelişmiş çağların ürünüdür. 18. yüzyıldan beri, bilim ve teknoloji insanların dünyaya bakışını ve yaşam biçimlerini artan bir hızla değiştirmiştir.

Bilimkurgu türünün bu hızlı değişimlere bir yanıt olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Buna örnek, Daniel De-foe'nun Dünya ile Ay arasında bağlantı kura­bilecek bir aracı düşleyerek yazdığı Consoli-dator or Transactions from the World to the Moon (1705; "Birleştirici ya da Dünya'dan Ay'a İletişim") adlı yapıtıdır. Jonathan Svvift'in Güliver'in Gezileri (Gullivers Tra-vels; 1726), Mary Shelley'nin Frankeştayn (Frankenstein; 1818) adlı yapıtları ile Nath-aniel Hawthorne ve Edgar Allan Poe gibi yazarlar, bilimkurgunun öncüleri olarak bili­nirler

İlk Klasikler

1864'te, Jules Verne'in Dünya'nın Merkezine Seyahat (Voyage au centre de la Terre) adlı yapıtı Fransa'da yayımlandı. Bu roman, bi­limsel buluşlar ve ilerlemelerden esinlenen bir dizi öykü içinde, dünyada yankı uyandıran başarılı örneklerdendir. 1865'te, dev bir top­tan fırlatılan bir uzay taşıtının öyküsü, Ay'a Seyahat (De la Terre a la Lune) yayımlandı. 1870'te yayımlanan Deniz Altında Yirmi Bin FersaKla (Vingt Mille Lieues sous les mers) okyanus dibinin olağanüstü görüntüleri, bir denizaltıdan izleniyormuş gibi anlatılıyordu

Etkisi bugün de süren en önemli bilimkur­gu yazarlarından biri H. G. Wells'dir (bak. wells, H. G.). Wells, toplumsal eşitsizliklerin ortadan kalktığı, barış içinde bir dünyadan yanaydı. Bilimkurgu türündeki yapıtlarında da toplumsal sorunlara ağırlık verdi. Zaman Makinesi (The Time Machine; 1895) zaman içinde yapılan bir yolculuğun öyküsü olmanın ötesinde, toplumda var olan sınıfları ve bu sınıfların evrimini simgesel bir anlatımla dile getirir. Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds; 1898) ise Mars gezegeninden dünya­mıza gelen istilacıların öyküsüdür. Wells bu kitabı, imparatorluklar kurmuş Avrupa'nın, ezici teknolojik donanıma sahip bir düşmanın saldırısı karşısında düşeceği durumu göster­mek için yazmıştı. H. G. Wells yapıtlarında, bilimkurgunun çok geniş bir alanı kapsayabi­leceğini göstermiştir. Doktor Moro'nun Ada­sı (The Island of Dr. Moreau; 1896), hayvan zekâsını neredeyse insan düzeyine çıkartabi-len bir bilim adamının öyküsüdür.

Ama, hayvan-insanlar bir süre sonra insan nitelik­lerini yitirerek yeniden hayvanlaşırlar. Bunun üzerine adadan kaçıp uygarlığa geri dönen doktor, oradaki insanların da hayvanlaştığını dehşetle görür. Roman Wells'in, insanoğlu­nun doğasındaki hayvansılığa karşı duyduğu üzüntü ve kaygıyı dile getirdiği bir karabasan gibidir. Bilimkurguyu güçlü kılan da, bu hem mantıklı, hem de düşsel olabilme özelliğidir.

20. Yüzyıl

Çek romancı ve oyun yazarı Karel Capek'in 1920'de yazdığı R.U.R. adlı oyunda, insanlar kendilerine benzeyen ama çok daha yetkin bir makine yaparlar. Zamanla bu makineler insa­na egemen olur; insanlar yaşamlarına göz diken bu makinelerden son anda kurtulmayı başarırlar. Oyunda makine adam olarak kul­lanılan robot sözcüğü bugün bütün dillere yerleşmiştir.

İngilizce'deki selence (bilim) ve fiction (kurgu) sözcüklerinden scientifiction sözcüğünü uyduran Hugo Gernsback'tır. Gernsback, 1926'da ABD'de Amazing Stories ("Şaşırtıcı Öyküler") adıyla ilk bilimkurgu dergisini yayımladı. Çok ucuza satılan bu dergi, kötü kâğıda basılmış, okurları heyecan­landırmayı amaçlayan ve edebiyat değeri ol­mayan bir yayındı. Ne var ki, okurların ilgisini çekerek bilimkurgunun yaygınlaşması­nı sağladı. Daha sonra yayımlanan As-tounding Stories ("Başdöndürücü Öyküler") dergisinin 1938-50 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlenen John W. Campbell, yazıların niteliğini ve öykülerin kurgusunu iyileştirme konusunda titizlik gösterdi. Ro-bert A. Heinlein ve Isaac Asimov gibi bugün hâlâ bu türün önde gelen yazarlarını yürek­lendirdi ve dergide öykülerine yer verdi. Bu dönemde, teknoloji ağırlıklı bilimkurgunun en önemli örnekleri yayımlandı ve bilimkurgu bir edebiyat türü olarak saygınlık kazandı.

Bilimkurgu günümüzün verilerinden kalka­rak, geleceğe ilişkin mantığa aykırı gelmeyen düşsel öngörülerde bulunur. Bu yüzden çoğu zaman geleceği değil de içinde bulunduğumuz durumu zorlayan bir edebiyat türü olarak algılanır ve bizi gezegenimize farklı bir biçim­de bakmaya yöneltir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra irdelenen belli başlı konular arasında, SSCB ile ABD ve Batı Avrupa ülkeleri arasındaki soğuk savaş, atom bombası, rek­lamcıhğın ve ticaretin etkileri, uzaydaki yeni buluşlar vardı. İnsanlığı yakından ilgilendiren bu gibi konuların işlenmesi, bilimkurguya olan ilginin artmasına yol açtı. Bu dönemin önemli yapıtları arasında Alfred Bester'in, Tiger! Tiger! (1952; "Kaplan! Kaplan!"), Theodore Sturgeon'un More Than Human (1953; "İnsandan Öte"), Arthur C. Clarke'm Son Nesil (Childhood's End; 1953) ve Frede-rik Pohl ile C. M. Kornbluth'un The Space Merchants (1952; "Uzay Tüccarları") adlı ortak yapıtları sayılabilir.

Deneysel Bilimkurgu

Bilimkurgu yazarları 1960'larda yeni biçem arayışlarına giriştiler. İngiltere'de yayımla­nan, önce Edvvard Carnell'in sonra da Mi­chael Moorcock'un yayın yönetmenliğini yap­tığı New Worlds ("Yeni Dünyalar") dergisin­de, Yeni Dalga adı verilen bu akımın örnekle­rini görebiliriz. Bu derginin yazarları arasın­da, bir atom bombası deneme üssündeki gizlerin araştırıldığı "The Terminal Beach" ("Son Kumsal") öyküsünün yazarı J. G. Bal-lard ile Hothouse (1962; "Limonluk") ve Reports on Probability A (1967; "A Olasılığı Raporları") romanlarının yazarı Brian Aldiss de vardı. ABD'de ise, önemli bir yazar olan Harlan Ellison'un derlediği Dangerous Vi-sions (1967; "Tehlikeli İmgelemler") adlı kitap, bilimkurguda içerik ve biçem değişikliğini gösteren örnekleri içerir.

1970'lerde, Arthur C. Clarke'ın Rama ile Randevu (Rendezvous with Rama; 1973) ve Gregory Benford'un Timescape (1980; "Za­man Görünümü") gibi yapıtlarıyla bilime dayalı "geleneksel" bilimkurguya yeniden dö­nüldü. 1970 ve 1980'lerde kadınların yazdığı bilimkurgu türündeki öykü ve romanlarla, kadın sorunları ve geleceğe yönelik yeni toplumsal öngörüler gündeme geldi. Ursula K. LeGuin'in The Left Hand of Darkness (1969; "Karanlığın Sol Eli") yapıtı, genetik mühendisliğinin etkilediği bir dünyada, hem kadın, hem erkek olabilen insanları anlatır. Kalıplaşmış kadın ve erkek tiplerine ve cins ayrımına karşı bir deneme niteliğinde olan bu romanıyla LeGuin, bilimkurgu alanında en önemli ödüller olan Hugo ve Nebula'yı ka­zandı .

Bilimkurgu ABD ve İngiltere dışında, özellikle SSCB ve Doğu Avrupa'daki sosya­list ülkelerde 1950'lerin sonuna doğru önemli bir gelişme gösterdi. Bu alanda ürün veren SSCB'li yazarlar arasında Yevgeni İvanoviç Zamyatin'in 1924'te yayımlanan ve Türkçe'ye çevrilen Biz adlı kitabını, İvan Yefremov, Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin yapıt­larını sayabiliriz. Bilimkurgu türünün başya­pıtları arasında yer alan Solaris'i (1961) ise ünlü Polonyalı yazar Stanislavv Lem yaz­mıştır. Brian Aldiss ve David Wingrove 1986'da, Trillion Year Spree ("Trilyon Yıllık Cümbüş") adında kapsamlı bir bilimkurgu tarihi yayımladılar.

1980'lerde "cybopunk" adı ile adi suçlar ve bilgisayarları konu alan yeni bir bilimkurgu türü gelişmiştir.

Sinema ve Televizyonda Bilimkurgu

Radyo, sinema ve televizyonun yaygınlaşması bilimkurguya ilgiyi artırdı. Georges Melies 1902'de Jules Verne'in Ay'a Seyahatim sine-meya uyarladı. Bu bir başlangıçtı; ardından Frankeştayn ve Robert Louis Stevenson'un 1886'da yayımlanan ünlü romanı Dr. Jekyll ile Mr. Hyde (Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde) sinemalaştırıldı. Fritz Lang 1926'da sinema klasikleri arasında yer alan Metropo-lis'i gerçekleştirdi.

1950'lerde bilimkurgu sinemasında yeni bir canlılık gözlendi. Ray Bradbury'nin, kitapları yakılan ve televizyon ekranlarından yönlendi­rilen bir toplumda, bir avuç kitap severin kültür birikiminin yok edilmesine karşı, bel­leklerinde tuttukları kitapları gizli gizli birbir­lerine aktarışlarını anlattığı romanı, Değişen Dünyanın İnsanları (Fahrenheit 451; 1966) François Truffaut tarafından özgün adıyla si­nemaya uyarlandı.

Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes, 1968) türünden dizi filmler, 2001: Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey; 1968), Andrey Tarkovski'nin sinemalaştırdığı ünlü bilimkurgu yazarı Stanislavv Lem'in Solaris'i (1972) başarılı bilimkurgu filmleridir. Sinema tekniğindeki gelişmeler, bilimkurgunun düş evreninin ufuklarını genişletti. George Lu-cas'ın Yıldız Savaşları (Star Wars; 1977), Robert Wise'ın Uzay Yolu adlı televizyon dizisi, Spielberg'in uzaydan gelen sevecen bir yaratıkla küçük bir çocuğun dostluğunu dile getiren E. T. 'si, dünyanın her yanında milyon­larca izleyici buldu.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

25 Haziran 2020 / [WoL]bL Fantezi Dünyası
11 Ekim 2014 / Misafir Cevaplanmış