Arama

Türkiye'de Opera

Güncelleme: 16 Mayıs 2016 Gösterim: 13.724 Cevap: 2
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
9 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye'de Opera

Sponsorlu Bağlantılar

Sözlükler ve ansiklopediler "Opera" nın tanımını kısaca şöyle yapmışlar: Sözlerinin tümü ya da bölümü şarkı olarak söylenen, müziğe uygulanmış sahne yapıtı ve baştan sona bestelenmiş, sololu, korolu, orkestralı sahne oyunu gibi.
İlk opera eserinin Jacopo Peri'nin "Dafne" operası 1597 yılında İtalya'da (Floransa kenti) sahnelenmesinden sonra, bu sanat dalı Avrupa'da hızlı gelişti ve yayıldı. Ancak ülkemiz uzun süre opera sanatına kapalı kaldı.
Türkiye'de opera deyince konumuzu iki büyük başlık altında incelemek gerekmektedir.
I. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
II. Cumhuriyet Dönemi

I. OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Avrupa ülkelerine gönderilen elçilerin ülkemize döndüklerinde padişaha hazırlayıp sundukları sefaretnamelerde "Opera" kelimesinden bahsettikleri görülür. Uzun uzun bu seyrettikleri "opera"ları anlatan elçiler sarayda operalara karşı bir ilginin oluşmasına neden oldular. Böylece padişah III Murad döneminde (1574-1595) sarayda ilk müzikli oyun sergilendi. Daha sonraları kendisi de bir besteci olan padişah III Selim döneminde (1761-1808) bu Sefaretnamelerden etkilenerek Topkapı sarayında 1797 yılında yabancı bir topluluğa opera temsili verdirdiği o dönemin saray katibinin tuttuğu notlardan anlaşılmaktadır.
18. ve 19. yüzyıllarda da Osmanlı elçilerinin sefaretnamelerinde opera ile ilgili bilgileri devam etti. Tanzimat'tan sonra İstanbul'da yapılan tiyatro binalarında İtalyan opera toplulukları tarafından Verdi operalarının temsilleri verildi. Türkiye'de daha çok 19.yüzyılın ortalarına doğru başlamış bulunan, müzikte yenilenme çabalarına, herşeyden önce İtalyan opera sanatı örnek olmuş ve bu sanatın beşiği demek olan İtalya'daki hocalardan yararlanılmıştır. Hatta bu konuda karşılaşılan ilk önemli örnek, Tanzimat'tan 7 yıl sonra, büyük İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi'nin (1813-1901) 1846 yılında, bir İtalyan opera grubu tarafından Beyoğlu'nda oynanan "Ernani" operasıdır. Yapılan araştırmalarla, Verdi operalarının, 1846-77 yılları arasında ve İtalya'daki dünya prömiyerlerinden bir ya da birkaç yıl sonra İstanbul'da oynanmış oldukları kesinlikle tespit edilmiştir. Bu dönemde İstanbul'da Beyoğlu tiyatrolarında, İtalyan opera topluluklarının sergiledikleri operalarla ilgili afişler ve dönemin gazetelerinden gösterilerle ilgili yazıların yayınlanmasından da anlaşılıyor ki büyük bir izleyici grubuna hitap edilmeye başlanmıştır.
1840'ta Bosco adlı bir İtalyan tarafından yapılan ilk tiyatro binasında, metinleri Türkçe'ye çevrilerek oynanan operaların ilki, Gaetano Donizetti'nin "Belisario" operasıydı. 1844'te Bosco'nun tiyatrosu Tütüncüoğlu Michael Naum Efendi'ye devredildi. Naum Efendi yirmialtı yıl İstanbullulara hizmet verdi. Naum Efendi Tiyatrosu'nda oynanan ilk opera (29 Aralık 1844) Gaetano Donizetti'nin "Lucrezia Borgia" adlı yapıtı oldu. 1946 yılında yanan bu tiyatronun yerine Naum Efendi, bugünkü Tokatlıyan İşhanının bulunduğu yörede yeni bir tiyatro kurdu ve ilk temsiline Sultan Abdülmecit de geldi.
Michael Naum Tiyatrosu'nun 5 Haziran 1870'de ikinci defa yanması ve Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle o sıralarda büyük siyasi bunalımlar içinde bulunması, opera konusunun gereğince ele alınmasına imkan sağlamamıştır. Ama Naum Efendi'nin tiyatrosu ikinci kez yanıncaya kadar, düzenli opera temsilleri verildi. Naum Efendi, tiyatrosunda yabancı dillerde yapıtlar sahneleyebilmek için "imtiyaz" alarak bu konuda bir tekel oluşturdu. Bu arada azınlıkların kurduğu opera kumpanyaları da ayrı bir önem taşır. Dikran Çuhacıyan'ın, Güllü Agop'un, Küçük İsmail ile Mınakyan'ın kumpanyaları bunların arasında en önemlileridir. Böylece 1885 yılından, imparatorluğun tarihe karıştığı yıl olan 1923'e kadar geçen 38 yıllık bir süre içinde de, çoksesli Türk Sanat Müziği, hele opera konusu tamamen duraklama dönemine girmiştir.


II. CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyet'in ilan edildiği yıllarda ülkemizde opera dalında önemli gelişmeler olmadı. Ziya Gökalp'in müzik konusundaki görüşlerinden etkilenen Mustafa Kemal (Atatürk) Cumhuriyet sonrasında devletin müzik politikasını, "Türk halk müziğini temel alıp Batı'da geliştirilmiş çoksesli teknik ve yöntemleri kullanarak yeni bir müziğin yoğurulması" biçiminde belirlemişti. Bu temel ilke uyarınca yetenekli gençler Avrupa'ya müzik öğrenimine gönderildi. Avrupa'daki müzik eğitimini tamamlayarak yurda dönen genç müzikçiler, 1930'lardan sonra bu alanda da etkinliklerini göstermeye başladılar. Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'nin, İstanbul'da Darülelhan'ın kurulması, dışarda eğitim gören genç öğretim üyelerinin bu kuruluşlarda öğrenci yetiştirmeye başlaması, opera alanında gerek besteci gerekse yorumcu açısından umutlu bir geleceğe atılan ilk adımlar oldu.
Cumhuriyet'in müzik politikasına uygun ilk operayı Ahmet Adnan (Saygun) besteledi. Konusu ve librettosu üzerinde Mustafa Kemal'in de titizlikle durduğu "Özsoy" (öbür adıyla Feridun) adlı bu operanın metnini Münir Hayri (Egeli) yazmıştı. Türkler İranlıların aynı soydan geldiğini temasını işleyen "Özsoy" ilk kez 19 Haziran 1934'te, Mustafa Kemal'in ve onun resmi konuğu İran şahı Rıza Pehlevi'nin huzurunda sahnelendi. Bu ilk operayı, gene Ahmet Adnan Saygun'nun "Taşbebek" iyle, Necil Kazım Akses'in "Bayönder"i izledi.
Türkiye'de oynayan ilk ulusal operalar beklenen sonucu kısa sürede vermiş ve Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk'ün direktifleriyle Ankara'da bir devlet konservatuvarının kurulmasıyla ilgili hazırlıklara başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı'nda ilk olarak bir Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1936 yılında da 1924 yılında Ankara'da faaliyete geçirilmiş bulunan Musiki Muallim Mektebi'nin öğrencileri arasından seçilen yetenekli elemanlarla, gene aynı kurumun içinde ilk olarak devlet konservatuvarı sınıfları faaliyete geçirilmiştir. Çünkü 1935/36 ders yılı döneminde Almanya'dan ünlü besteci Paul Hindemith ile, ünlü tiyatro rejisörü Karl Ebert Ankara'da davet edilmişler ve her ikisinin de yaptığı incelemeler sonunda verilen raporlara göre, Musiki Muallim Mektebi içinde devlet konservatuvarı sınıfları çalışmaya başlamıştır. 1935/36 ders yılında, Musiki Muallim Mektebi'nde kurulmuş bulunan devlet konservatuvarı sınıflarında, müzik sanatının bütün dallarında olduğu gibi, tiyatro ve opera alanında da çalışmalara hızla başlanmış ve kısa zamanda uzun mesafeler alınmıştır. Paul Hindemith'in, sürekli görev kabul etmeyerek, zaman zaman Ankara'ya gelip konservatuvarı denetlemesi ve rapor vermesi yanında, anlaşmalı uzman olarak Ankara'da kalmış olan Karl Ebert, Devlet Konservatuvarı tiyatro tatbikat sahnesi ile, opera stüdyosunu, dokuz yıl kesintisiz yönetmiştir.
Karl Ebert'in Ankara Devlet Konservatuvarı'nın opera stüdyosundaki eğitim öğretimle ilgili çalışmaları, başlangıçta, uluslararası opera literatürünün standart eserlerinden alınan örneklerle, Türkçe metinli denemeler halinde oluşup gelişmiştir ve bu alanda öğrencilerin sahneye koydukları ilk oyun, W. A. Mozart'ın bir perdelik Bastien and Bastienne adlı operası olmuştur. Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın eşliğinde ilk olarak Türkçe metinle oynanmış bulunan bu eser, zamanın basınında geniş ilgi yaratmıştır. Opera konusunda elde edilmiş olan olumlu sonuç, batı operalarından Türkçe librettolu operalar oluşturma çabasına yol açmış ve 1940 yılında Türkiye'de ilk olarak, ünlü besteci G. Puccini'nin Madame Butterfly operasının sadece 2.perdesi, 1941 yılının mayıs ayında da gene Puccini'nin Tosca operasının sadece 2.perdesi, konservatuvarın opera stüdyosu elemanları tarafından, Türkçe librettolarla ve üstün bir başarı ile sahneye konmuş ve bu ilk opera temsilleri, zamanın basınında oldukça ilginç yankılar yaratmıştır. Üç yıllık yoğun çalışma sonunda elde edilen bu büyük başarı, bu konuda gerekli önlemlerin alınması gerektirmiştir. 16 Mayıs 1940 tarihinde yürürlüğe giren bir yasa ile Musiki Muallim Mektebi içinde idareten kurulup faaliyete geçirilmiş olan devlet konservatuvarı sınıflarının: Müzik, Opera, Bale ve Tiyatro bölümlerini içine alan bir Devlet Konservatuvarı'na dönüşmesini sağlamıştır. Nitekim yıllar geçmiş, Ata'nın beklediği günler de gelmiş, devlet konservatuvarı, yetenekli besteciler, müzikçiler, solistler, balerinler yetiştirmiştir.
1947/48 yılları arasında Ankara'da, ünlü Alman mimar Bonatz tarafından, Sergievi binası tiyatro ve opera binasına dönüştürülmüş ve Büyük Tiyatro, 2 Nisan 1948 Cuma gecesi törenle hizmete girmiştir. "Türk Beşlileri" olarak nitelenen bestecilerin eserlerine yer verilen bir programla açılışı yapılan "Büyük Tiyatro" da o gece Ahmet Adnan Saygun'un "Kerem" operası da ilk kez seslendirilmiştir.
1949 yılında özel bir yasa ile çalışmalarına başlamış bulunan Ankara Devlet Opera ve Balesi ile bu kurumun kolu halinde kurulan İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin çeşitli kadro ihtiyacını, devlet konservatuvarından mezun olan sanatçılarla karşılayabilme imkanı elde edilmiştir.
Ankara Devlet Operası'nın kuruluşunda önemle yer alması gereken opera orkestrası ile korusu ve balesinin de 1950/53 yıllarından itibaren organize edilmelerine başlanmış olması, bu üç ayrı ünitenin zamanla üstün düzeyde bir bütün oluşturmasına imkan sağlanmıştır ve bunlardan bale okulu, 1947 yılında İngiltere'den davet edilen ünlü bale uzmanı Dame Ninette de Valois'in katkısıyla, önce İstanbul'da Yeşilköy'deki pansiyonlu ilkokulda kurulmuş ve değerli bale uzmanlarının eğitimi altında yetiştirilmiş bulunan ilk baleciler, üç yıllık bir eğitim ve öğretimden sonra, öğrenimlerini 1950 yılında, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda kurulan bale bölümünde sürdürmüşlerdir. İlk mezunlarını da 1956/57 yılında vermiştir.
Devlet Tiyatroları'nın ilk genel müdürü Muhsin Ertuğrul'dan sonra göreve 1951'de Cevat Memduh Altar getirildi. Altar, operada "repertuvar" sistemi ile "yıldız" sistemine önem vererek, dünya sahnelerinin ünlü kişilerini davet etti.
1958'de tiyatro ile opera ayrılıp iki farklı Genel Müdürlük olunca, Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin ilk genel müdürlüğüne de Necil Kazım Akses getirilmiştir. 1959/60 yılında İstanbul'da da opera kurma çalışmaları sonuçlandı ve Aydın Gün, Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nda İstanbul Şehir Operası'nı kurdu. 1970'te özel bir yasayla devlete bağlanan bu kuruluş halen İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü olarak etkinliklerini Atatürk Kültür Merkezi'nde sürdürmektedir. Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak İstanbul'dan sonra 1983 yılında İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, 1992 yılında Mersin Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü ve 1999 yılında da Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü kurulmuştur.




kaynak = kültür.gov.tr

Son düzenleyen Safi; 16 Mayıs 2016 01:58
we come one - avatarı
we come one
Ziyaretçi
24 Ocak 2008       Mesaj #2
we come one - avatarı
Ziyaretçi
ÇAĞDAŞ TÜRK MÜZİĞİ OPERA SANATÇILARI

Sponsorlu Bağlantılar
Türkiye’de opera sanatının tanınması yolundaki ilk adımlar, gezgin İtalyan opera topluluklarının 19. yüzyılda sarayda verdiği temsillerle başlamıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında ülkemizin özgün opera hareketi için uygun bir ortam olduğu pek söylenemez; oysa bu alandaki gelişimin “başlangıcı” sayılabilecek olguları gözden kaçırmamak gerekir.
TARİHÇE

Batı müziğine yakınlık duyan Sultan III. Selim’in, 1797 yılının mayıs ayında; Topkapı Sarayı’nda bir İtalyan opera topluluğunun temsilini izlediği bilinmektedir. Fransız illüzyonist Robert Houdin, anılarından oluşan kitabında bu olguyu doğrulayarak “Torrini” adlı bir italyanın öncülüğünde sarayda temsiller verildiğini belirtmekte, Maxim de Camp ise 18. yüzyılın sonlarında sarayda bu çeşit gösterilerin gerçekleştiğini, hatta İstanbul’un Beyoğlu semtinde halka açık bir operaevinde yılın üç ayında operalar sahnelendiğini “Souvenirs et Paysages d’Orient” adlı kitabında yazmaktadır. III. Selim’den sonra tahta çıkan ve onun batıcı anlayışını uygulamalarıyla geliştiren Sultan II. Mahmut, çoksesli müziğe duyduğu ilgiden ötürü, opera sanatına da yakınlık göstermiştir. Sultan Mahmut’un kütüphanesinde yaklaşık 500 tiyatro kitabının bulunması, söz konusu ilginin göstergelerindendir: “Revue de Théatre” dergisinin 1836’da yayınlanan 7. sayısında, bu sahne yapıtlarının 40 kadarının trajedi, 50’sinin dram, 30’unun komedi ve 280 adedinin “vodvil” olduğu belirtilmiştir. Sultan Mahmut’un “Saray Müzik Yönetmeni” olarak görevlendirdiği Giuseppe Donizetti, İstanbul’a geldiği 17 Eylül 1828 gününden başlayarak hem saray orkestrasının gelişimine önderlik etmiş ve sarayda bir “müzik okulu” niteliğini taşıyan girişimlerle sıkı bir batı müziği eğitimi vermiş, hem de öğrencilerini opera sanatına özedirecek çalışmalar yapmıştır. Bu yıllarda İstanbul’da bulunan İngiliz subayı Adolphe Slade, “Records of Travel in Turkey” adlı kitabında, 1832 yılında saraydaki Türk müzik öğrencilerinin Rossini operalarından bazı sahnelerin provasında bulunduğunu yazmıştır. Operaya ilişkin ilk kıpırtılar sarayda başlamış olmasıyla birlikte, 19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul, Selanik ve İzmir’e gelen İtalyan opera kumpanyalarının halka açık temsiller sunduğu da bilinmektedir. İtalyan tiyatro sanatçısı ve illüzyonist Giovanni Bartolomeo Bosco (1793 – 1863), İstanbul’da 1839 yılında yerleşik bir tiyatro kurmuştur. Sihirbazlık sanatının önde gelen adlarından biri olan Bosco, “Satanas” takma adıyla yayınladığı Fransızca kitabının “Harem’de” başlıklı bölümünde, kurduğu tiyatronun temsillerini de anlatmaktadır. Daha sonraki yıllarda Bosco’nun tiyatro binasında “Naum Efendi” olarak bilinen ve İstanbul’daki azınlıkların sanatçı bir temsili olan Michael Naum, 26 yıl boyunca temsiller gerçekleştirmiştir. Naum Efendi, kendi adını verdiği tiyatroda, yabancı dillerde temsiller sunmak üzere saraydan imtiyaz almıştır. Türkiye’de tiyatro, operet ve opera sanatlarının tanınmasında Naum Tiyatrosu’nun önemli payı bulunmaktadır. Onun girişimleri arasında, libretto yazarlarına ve bestecilere operet ve opera siparişleri vermesi vardır. Naum Tiyatrosu, İtalyanca opera ve “opera buffa” konularının anlaşılması kolaylığını sağlamak üzere, libretto özetlerini Türkçe olarak bastırıp halka dağıtmak gibi küçümsenmeyecek bir “sanat servisi”ni de üstlenmiştir. Bu konu özetlerinin ilki 1842 tarihini taşımaktadır ve Gaetano Donizetti’nin “Belisario” operasına aittir. Saray içinde sürekli etkinlikler yapılmasına olanak açan salon, 30 locadan oluşuyordu ve yaklaşık 300 kişilikti. Hemen belirtelim ki “İLK TÜRK TİYATRO YAPITI” olarak bilinen Şinasi Efendi’nin “ŞAİR EVLENMESİ”, Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda sahnelenmek üzere yazarımıza sipariş edilmiştir. Bu saray tiyatrosundan sonra Yıldız Sarayı’nda bir tiyatro salonu açılmıştır. Daha önemlisi, 1850’den sonra saray dışındaki tiyatro binalarının sayısındaki artıştır. Operaevi olarak kullanılan bu salonlar, eski İtalyan operaevlerindeki gibi birkaç kat üzerinde çepeçevre localardan oluşuyordu ve teknik donanımları bakımından Avrupa ülkelerindeki küçük salonlarda bulunan teknolojik olanaklardan geri değildi. Başka bir önemli nokta, 19. yüzyılın ikinci yarısında “yerli” opera kumpanyalarının sirekli etkinlikler sergilemeye başlamış olmasıdır. Başlıca yerli kumpanyalar arasında, kendisi de besteci olan DİKRAN ÇUHACIYAN’ın (1836 – 1898) adı başta gelir. Ayrıca “Güllü Agop”, “Küçük İsmail”, ve “Manıkyan” kumpanyaları da bu dönem İstanbul’un sahne sanatları etkinliklerinde rol oynamıştır. Batılı anlamda ve akademik planda opera hareketi cumhuriyetimizin kuruluşuyla başlamıştır. Çoksesli müziğin Türkiye’de filizlenmesine öncülük edecek kadroların yetiştirilmesi amacıyla yurtdışı öğrenime gönderilen genç müzikçiler, 1930’lu yıllarda ulusal operamızın ilk ürünlerini vermişlerdir. Sahnelenen ilk Türk opera yapıtı Ahmed Adnan Saygun’un “ÖZSOY”udur. 1934 yılında Ankara Halkevi’nde temsil edilen Özsoy’un kazandığı başarı ivmesiyle hemen birkaç gün sonra “Devlet Müzik ve Temsil Akademisi”nin kuruluş çalışmalarına girişilmiştir. 1936 yılında lurulan Ankara Devlet Konservatuarı’nda “Şan ve Opera Bölümü”nün yönetmenliğine ünlü Alman rejisör Carl Ebert’in getirilmesi, Türkiye’de opera hareketinin batılı anlamda kimlik kazanmasını sağlayan bir dönüm noktası sayılabilir. Genç Türk opera sanatçıları tarafından “Tatbikat Sahnesi”nde Türkçe olarak sahnelenen ilk yapıtlar, Mozart’ın “Bastien ve Bastienne”si ile Puccini’nin “Madam Butterfly”ıdır (1940 – 1941). Ankara Devlet Konservatuarı’nın Şan-Opera Bölümü ilk mezunlarını 1942 yılında vermiştir. Başlangıçta “Devlet Tiyatroları” kapsamında sürdürülen düzenli opera etkinlikleri, “Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü”nün kuruluşuyla bağımsız bir çatı altında toplanmıştır. Bütün gelişmelerin sonucu olarak Türkiye’de opera sanatı 1940’lı yıllardan başlayarak uluslararası düzeye hızla tırmanmıştır. İlk opera sanatçılarımız arasında, yaşamdan ayrılmış ya da emekli olmuş uluslararası düzeydeki solistlerimiz, çağdaş Türk Operası’nı temellendirmişlerdir. Onları saygıyla anarken sanatını bütün dünyada kabul ettirmiş olan simgesel bir kaç şan solistimizi ve rejisörümüzü anımsatmak istiyoruz…

Son düzenleyen asla_asla_deme; 3 Kasım 2010 15:54
we come one - avatarı
we come one
Ziyaretçi
24 Ocak 2008       Mesaj #3
we come one - avatarı
Ziyaretçi
Opera sanatcilari Biyografileri - Opera sanatcilari hakkında

Carl Ebert - (doğum. 20 Şubat 1887, Berlin - ö. 14 Mayıs 1980 - California) - Alman tiyatro yönetmeni ve oyuncusu, opera yönetmeni, eğitmen.

1909 - 1914 yılları arasında oyunsuluk yaptığı Max Reinhardt'ın Tiyatro Sanatı Okulu'ndan mezun olan sanatçı, ilk olarak Alman Ulusal Tiyatrosu'nda rol alarak sanat hayatına başladı. Berlin ve Frankfurt'ta kendi çabalarıyla oluşturduğu sanat okullarında yönetmen ve oyuncu olarak görev yapan Ebert, bir süre sonra operaya geçerek, Berlin Şehir Operası'nda birçok esere imza attı. Arjantin'e giderek, ülkenin en önemli sanat kurumu olan Teatro Colon`da görev yaptı.

Hitler rejimi ile Almanya'yı terk eden Ebert, Atatürk'ün isteği üzerine 1936 yılında Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası'nın konuğu olarak Türkiye'ye geldi. Ankara'da Devlet Konservatuvarı ve Devlet Tiyatrosu'nun kuruluşuna çok büyük emek ve katkılar sağlamış, 1936 - 1947 yılları arasında Devlet Tiyatrosu'nun ilk yönetmenlerinden biri olmuştur.

1948-1954 yıllarında Los Angeles'ta tiyatro öğretmenliği yapan Ebert; 1954'ten sonra ölene kadar Berlin Devlet Operası'nın da yönetmenliğini yaptı.



Ertuğrul İlgin - (doğum. 1914, ö. 1993 - İstanbul) - Tiyatro, sinema ve opera oyuncusu, yönetmen.

Devlet Tiyatrosu ve Devlet Konservatuvarı'nın Türkiye'deki kurucularından Profesör Carl Ebert'in ilk öğrencisi ve asistanı olan Ertuğrul İlgin, Galatasaray Lisesi öğrencisiyken, Devlet Konservatuvarı'nın öğrenci arayan ilanına, ailesinin karşı çıkmasına rağmen başvurmuş, Fransız Papyon ilkokulunda okuyup dil bilmenin verdiği avantajla, Ebert ve diğer öğrenciler arasında çevirmenlik yaparak iletişimi sağlamıştır. İlk dersler 1 Kasım 1936'da başlar. Böylece Karl Ebert, anlattığı dersleri sanatçı İlgin'in sınıfa (İlk öğrencilerinden bilinenler; Melek Ökte - Gün, Muazzez Lutas - Kurtoğlu, Nermin Sarova, Ertuğrul İlgin, Esat Tolga, Mahir Canova, Nüzhet Şenbay, Salih Canar) aktarmasıyla, Türkiye'de ilk konservatuvar sanatçılarının (1941) yetişmesine büyük katkı sağlayan Ertuğrul İlgin'e, dünya tiyatro oyuncularının tüm geleneklerini öğreterek onu asistanı yapar. İlgin, konservatuvarın ilk mezunlarından biri olmuştur. Eğitimleri sonrası, Muazzez Lutas - Kurtoğlu, sanatçının ilk eşi olmuştur.

Emekliliğinden sonra uzun süre yurtdışında yönetmenlik yapan sanatçı, 1990 yılında, 76 yaşındayken Devlet Tiyatrosu tarafından tekrar göreve çağrılır ve Moliere'in Cimri'sinde Harpagon'u, Damdaki Kemancı'da çok önemli bir rolü üstlenerek başarıyla oynamıştır.

Sanatçı, aynı zamanda Türk tiyatro ve opera tarihi için iyi bir çevirmen olmuştur: Romeo-Juliet. Çevirisi: Ertuğrul İlgin. İstanbul: İnkilab Kitabevi, 1939.

1987 yılından 1990'a kadar dokuz sinema filminde rol alan sanatçı, Madam Butterfly ve La Boheme gibi temsilleri, savaş yıllarında (1943) , tüm İzmir'de karartma uygulanırken, özel izinle Fuar'da ışıklandırılmış ortamda başarıyla sahneye koymuştur.

Rol aldığı bazı oyun ve opera eserleriJulius Caesar, 1942
Bizim Şehir, 1944
Kibarlık Budalası, 1944
Sihirli Kurbağa, 1945
Lokantacı Kadın, 1946
Köşe Başı, 1947
Şamdancı, 1948
Paydos, 1948
Onikinci Gece, 1948
İki Efendinin Uşağı, 1958
Kral Lear, 1958
Hırsız, 1958
Onikinci Gece, 1958
Kral Oidipus, 1958
Kibarlık Budalası, 1960
Don Juan, 1963


FilmografisiAfacan Ateş Parçası - 1990
Kalbe Düşen Nur- 1990
Ayaşlı ve Kiracıları - 1989
Can Şenliği - 1989
A Ay - 1988
Türk Vakıf Medeniyeti - 1988
Bir Tren Yolculuğu - 1988
Dönemeç - 1988
Ateşten Günler - 1987

leyla gencer
Leyla Gencer, (doğum. 10 Ekim 1928, İstanbul) . Opera sanatçısı.

Dünya opera tarihinin en büyük sopranolarından birisidir. Polonezkoyun'de doğup, Minakovski Ailesi'nin (annesi tarafindan) kızıdır. İstanbul İtalyan Lisesi'ni bitirdi ve İstanbul Konservatuvarı'nda eıitimini aldı. Konservatuarda İtalyan soprano Giannia Arangi-Lombardi ve yine İtalyan sanatçı Apollo Granforte ile çalıştı. 1950'de Devlet Tiyatroları Ankara Operası'nda "Cavallerina Rusticana" ile sanat yaşamına başladı.

Batı ülkelerinde "La Diva Turca", "La Gencer", "La Regina" olarak ün yapan; Milano, Roma, Napoli, Venedik, Viyana, Paris, San Francisco, Köln, Buenos Aires, Londra, Rio de Janerio, Bilbao, Chicago'da sanatını dinleten; Lucia'nın, Norma'nın, Lady Macbeth'in, Queen Elizabeth'in, Filoria Tosca'nın, Lucrezia'nın, Madame Butterfly'ın, Alceste'nin, Aida'nın, Violetta'nın, Leonora'nın "Leyla la Turca"sı soprano Leyla Gencer, hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmış sanatçıların başında gelir. Onun opera repertuarı 23 bestecinin 72 yapıtını kapsamıştır.

1954 yılında Napoli'deki ünlü San Carlo Tiyatrosu'nda "Madame Butterfly" ile başlayan uluslararası platformdaki opera serüveni, 1957 yılında Milano'daki La Scala'da kazandığı başarıyla doğruğa çıkmıştır. 1958 yılında La Scala'da "Assassinio nella Cattetrale" operasının dünya prömiyerinde yine sahnede Gencer'in adı vardır ve o günden sonra dünyanın hemen bütün ünlü sahnelerinde "La Regina" olarak alkışlanan Gencer, 1980 yılında operayı bıraktığı güne kadar dorukta kalmıştır.

Leyla Gencer adına basılan para -

Günümüzde As. Li. Co. 'nun genel sanat yönetmeni olan, uluslararası yarışmalarda seçiciler kurulu üyelikleri yapan, festivallere, seminer ve konferanslara katılan Leyla Gencer, İstanbul'da kendi adını taşıyan "Uluslararası Şan Yarışması"nın kurucusudur.

Leyla Gencer, 1988 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanlarıyla onurlandırıldı.

2004 yılında darphane tarafından 1000 yılın Türkleri özel koleksiyonunda adına 15 YTL değerinde gümüş para basıldı.

Diskografi

Bellini: Norma / 1966, de Fabritiis, Gencer, Cossotto, et al
Bellini: Norma / 1965, Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
Bellini: Beatrice di Tenda1964 / Gui, Gencer, Zanasi, et al
Bellini: I Puritani 1961 / Quadri, Gencer, Raimondi, et al
Pacini: "Saffo" 1967 / Gencer, Del Bianco, Mattiucci
Cherubini: Medea 1968/ Gencer, Bottion, et al
Mayr: Medea in Corinto 1976/ Ferro, Gencer, Johns
Gluck: "Alceste" 1967/ Gui, Gencer, Picchi
Chopin: Polish Songs; Liszt / Leyla Gencer, Nikita Magaloff
Donizetti: Anna Bolena 1958/ Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
Donizetti: Anna Bolena 1965/ Gavazzeni, Gencer, Cava, et al
Donizetti: Caterina Cornaro 1972 / Cillario, Gencer, Aragall
Donizetti: Les Martyrs / 1975 Camozzo, Gencer, Bruson, et al
Donizetti: Les Martyrs / 1978 Gelmetti, Gencer, Bruson, et al
Donizetti: Lucrezia Borgia / 1970 Gracis, Gencer, Raimondi et al.
Donizetti: Lucrezia Borgia / 1966 Franci, Gencer, Aragall, Petri et al.
Donizetti: Maria Stuarda / 1967 Molinari-Pradelli, Gencer, Verret, Tagliavini et al.
Donizetti: Messa di Requiem / Gavazzeni, Teatro La Fenice
Donizetti: Roberto Devereux 1964 / Gencer, Cappuccilli, et al.
Donizetti: "Belisario" 1969 / Gavazzeni, Gencer, Taddei et al.
Mozart: Don Giovanni 1960/ Molinari-Pradelli, Gencer, Petri, Bruscantini, Stich-Randall et al
Mozart: Don Giovanni 1962/ Solti, Gencer, Jurinac, Freni
Ponchielli: La Gioconda 1971 / de Fabritiis, Gencer, Raimondi
Zandonai: "Francesca da Rimini" 1961 / Capuana, Gencer, Cioni et al.
Rossini: Elisabetta, Regina d'Inghilterra 1971/ Sanzogno, Gencer, Grilli
Verdi: I due Foscari" 1957/ Serafin, Gencer, Guelfi
Verdi: Battaglia di Legnano 1959/ Gencer, Limarilli
Verdi: "Rigoletto" 1961/ Quadri, Gencer, McNeil, Raimondi
Verdi: Gerusalemme 1963/ Gavazzeni, Gencer, Aragall, Guelfi
Verdi: I Vespri Siciliani 1965/ Gavazzeni, Gencer, et al
Verdi: Macbeth 1960/ Gui, Gencer, Taddei, Picchi et al.
Verdi: Macbeth 1968/ Gavazzeni, Gencer, Guelfi, Corradi, et al
Verdi: "Attila" 1972/ Silipigni, Gencer, Hines
Verdi: "Ernani" 1972/ Gavazzeni, Gencer, Bergonzi
Verdi: Simon Boccanegra 1961/ Gavazzeni, Gobbi, Gencer
Verdi: "Trovatore" 1957/Previtali, Gencer, Del Monaco, Barbieri, Bastianini
Verdi: "Un ballo in maschera 1961/ Gencer, Bergonzi
Verdi: "Aida" 1956/ Capuana, Gencer, Bergonzi, Cossotto
Verdi: "La Forza del Destino" 1957/ Serafin, Gencer, Di Stefano
Verdi: "La Forza del Destino" 1965/ Molinari Pradelli, Gencer, Bergonzi
Biyografisi ve Ropörtaj İngilizce
Adına basılan paranın özellikleri


Leyla Gencer (1928 - .... )

Türkiye'de Opera



Dünyanın önde gelen sopranolarından Leyla Gencer 10 Ekim 1928'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Belediye Konservatuarı'nda başladığı şan eğitimine İtalyan soprano Giannina Arangi-Lombardi ve Apollo Granforte ile devam etti.
leyla gencer1

1950 yılında Ankara Devlet Operası sahnesinde Mascagni'nin Cavalleria Rusticana eserinde Santuzza rolünü yorumlayana dek Ankara Devlet Opera ve Balesi Korosu'nda görev aldı. Birkaç yıl içerisinde tanınan bir opera sanatçısı olan Gencer, bir çok önemli devlet etkinliğine soprano olarak davet edildi.


Leyla Gencer'in İtalyan sahnelerine adım atması Napoli San Carlo Tiyatrosu'nda yine Santuzza rolü ile oldu.


leyla gencer2

Bir yıl sonra Madame Butterfly ve Yevgeni Onegin operalarını seslendirmek için tekrar Napoli'ye döndü. 26 Ocak 1957'de La Scala Tiyatrosu'nda ilk kez sahneye çıkarak Poulenc'in Les Dialogues des Carmelites operasının dünya prömiyerinde Lidoine rolünü yorumladı.


Şubat 1957'de, Milano Duomo Katedrali'nde düzenlenen Toscanini'yi anma törenlerinde, şef Victor De Sebata yönetimindeki La Scala Tiyatrosu koro ve orkestrası eşliğinde, Verdi'nin Requiem'inin final bölümünü yorumlayan Gencer, yine 1957 Temmuz'unda, La Scala Tiyatrosu'nun Köln turnesinde La Forza Del Destino operasında başrolü seslendirdi.


Ünlü soprano 1957 ile 1980 seneleri arasında La Scala Tiyatrosu'nda, Verdi'nin Don Carlos, La Forza Del Destino, Aida, Macbeth, Simon Boccanegra, I Vespri Siciliani; Bellini'nin Norma; Donizetti'nin Poliuto ve Lucrezia Borgia; Mozart'ın Idomeneo; Monteverdi'nin L'Incoronazione di Poppea; Gluck'un Alceste; Tchaikovsky'nin Maça Kızı; Britten'in Albert Herring ve Pizzetti'nin L'Assassinio nella Cattedrale eserinin 1958 yılı dünya prömiyeri de dahil olmak üzere bir çok başrol yorumladı.
leyla gencer3

Kısa sürede ulusararası bir kariyere kavuşan Gencer; Gui, Serafin, Gavazzeni ve Muti gibi büyük İtalyan şeflerle çalıştı. Donizetti'nin unutulmuş operalarını başarılı bir şekilde yorumlayarak "Donizetti Rönesansı"nın gelişmesine büyük katkıda bulundu.


Leyla Gencer'in geniş repertuarı, Monteverdi, Gluck ve Mozart'ın eserlerinden neo-klasik döneme; Cherubini, Spontini, Mayr ve romantik dönemden Puccini, Prokofiev, Britten, Poulenc, Menotti ve Rocca gibi sanatçıların eserlerine; lirik sopranodan dramatik koloratüre uzanan bir yelpazede 72 rolü kapsar.


Paris'te La Scala sanatçılarından Nikita Magaloff ile beraber yorumladığı Chopin'in lirik besteleri, La Scala sahnesindeki Liszt-Bartok yorumu ve 1982'deki Venedik karnavalında La Fenice Tiyatrosu'nda seslendirdiği ve Türkleri konu alan operalardan alınan bölümlerden oluşan konser programı, sanatçının araştırmacı ve titiz tavrını yansıtır.


1985 yılında Venedik La Fenice Tiyatrosu'nda Francesco Gnecco'nun La Prova di un'Opera Seria isimli eseriyle opera sahnelerine veda eden Leyla Gencer, 1992 yılına dek konser ve resitallerine devam etti.


1982'den itibaren, seminer ve yorum kurslarıyla kendini genç opera sanatçılarına adayan sanatçı, 1983-88 yılları arasında As.Li.Co. di Milano'nun didaktik-sanatsal yönetmenliğini üstlendi, 1997-98 yılları arasında ise şef Riccardo Muti tarafından La Scala korosunun genç sanatçılar okulunda yöneticiliğe atandı. Halen La Scala Tiyatrosu'nda opera sanatçıları için kurulan akademinin sanat yönetmenliğini yapan Gencer, opera yorumu üzerine dersler vermeye devam ediyor.


En önemli opera sahnelerinde bir çok başrol yorumlayan Leyla Gencer, "20. yüzyılın son divası" olarak kabul ediliyor. Opera dünyasında bulunduğu yeri, yalnızca repertuarının çeşitliliğiyle değil, canlandırdığı karakterlere kattığı dramatik nüanslarla da sağlamlaştıran Gencer, araştırmacı kişiliği ve iyi bir eğitimci olmanın verdiği sorumlulukla romantik dönemin unutulmuş bir çok eserini tekrar günışığına çıkartmıştır.
leyla gencer4leyla gencer5
Leyla Gencer adına 2004 yılında Darphane tarafından basılan para

Ref:okimdir.com
Son düzenleyen Safi; 16 Mayıs 2016 01:58

Benzer Konular

7 Eylül 2011 / RuffRyders Telefon
3 Ekim 2006 / Pollyanna Meslekler
 Opera
28 Ağustos 2016 / GusinapsE Sanat
7 Mayıs 2011 / GÖK-TÜRK Bilgisayar
17 Haziran 2011 / GusinapsE Sanat