Arama

Opera

Güncelleme: 28 Ağustos 2016 Gösterim: 10.608 Cevap: 6
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
OPERANIN TARİHÇESİ


Sponsorlu Bağlantılar
Opera sanatının anayurdu İtalya’dır. Rönesans’ın başlıca merkezlerinden biri olan Floransa, çağımız müzikli sahne eserlerinin de beşiği sayılır. Incelemelerden, opera fikrinin bu şehirdeki bazı müzikçi ve şairlerin birleşerek eski Yunan oyunlarına benzer eserler yazmak istemelerinden doğduğu anlaşılıyor. Örnek olarak Yunan Trajedisi alınınca eşlik edecek müziğin nasıl olacağı problemi tartışmalara yol açmış, mısraları Renuccini tarafından yazılan ve Peri tarafından 1594 de bestelenen Dafne adlı ilk opera sanat çevrelerinde büyük heyecan uyandırmıştı. Böyle bir verimde, sarayını operanın ilk yaratıcılarına açıp onları destekleyen sanatsever Vernio Kontu Giovanni Bardi’nin rolü ve hizmeti büyüktür. Peri 1600 yılında Euridice adlı bir opera daha yazmıştır. Her iki verimi de basit şarkılarla donanmış ilkel opera örnekleridir.
Operada ilk gelişimi Monteverdi’de görüyoruz. 1607 yılında bestelediği Orfeo adlı operasıyla orkestrayı birinci plana almış, ses türlerini zenginleştirmiştir. Gagliani ve Rossi gibi bestecilerle koro, resitatif ve gelişmiş arya türleri doğmuş, 1637’de Venedik’te ilk opera binasının açılmasıyla sanatın merkezi Floransa’dan bu şehre geçmiştir. Burada koro ikinci plana alınmış, arioso, canzone, cavatine gibi yeni teganni şekilleri katılmış, resitatif önem kazanmıştır. Cesti, Ziani, Draghi, Pallavicini, Vivaldi ve Lotti gibi sanatçılarla Venedik üslubu opera doğmuştur.
Italyan operası Avrupa’ya tez zamanda yayıldı. Almanya’da 1627’de ilk defa Schütz Daphne adlı Floransa stili bir opera besteledi. Müzikli sahne eserleri Alman şehirlerinde, özellikle Viyana, Münih, Dresden, Hamburg ve Leipzig tiyatrolarında yer buldu. Oynanan eserler İtalyancaydı. Ulusal Alman Operası 1644 yılında Staden tarafından yazılan ve ilk Almanca opera olan Seelewig- adlı eserle başlamış, Hamburg, Alman Operasının ilk belli başlı merkezi olmuştur. Strung, Kusser ve Keiser gibi besteciler de ilk önderlerdir. İngiltere’de Purcell, İtalyan üslubu birkaç opera bıraktı. Fransa’da opera zevki 1645 senelerinden sonra memlekete gelen İtalyan opera truplarının etkisiyle uyandı. 1671’de ilk opera binası Académie Royal de Musique, Cambert adlı bestecinin Pomane- adlı eseriyle açıldı. Fransız Operasının o zamanki büyük yaratıcısı aslen İtalyan olan Lully’dir. Klasik tiyatro eserleri, Corneille’in trajedileri, Moliére’in komedileri bestelendi, saray balesi ve çeşitli danslar operanın ana süsleri olarak kullanıldı. Lully’nin günümüze kalmış eseri 1674’te yazdığı Alceste dir. Lully okulunu Rameau 1733 de bestelediği Hippolyte de Aricie operasıyla sürdürdü. 17.yy. sonlarına doğru Napoli, İtalyan operasının merkezi olmaya başladı. Okul, Provenzale tarafından kuruldu ve Alessandro Scarlatti tarafından başarıyla temsil edildi. Bu okulda bir takım özellikler görmekteyiz; zengin melodik şarkılar bel canto, güzel, uzun aryalar, secco recitativo eşliksiz resitatif’ gibi Scarlatti’den sonra Leo, Durante, Feo ile Haendel’in de etkisinde kaldığı bu okul, müziğin şiir ve söze üstünlüğünü kabul etmişti. Daha sonraları Zeno ve Metastasio gibi metin şairlerinin trajedilerini besteleyen Bonancini, Porpora ve Piccini opera sanatına yeni buluilar getirdiler. Orkestra eşliği ile yapılan resitatifler bunların arasındadır. Almanya’da bu çağın büyük bestecileri Hasse ve Graun opera buffa gülünçlü opera türünde başarı gösterdiler. İtalya’da yive bu çağlarda büyük operaların perde aralarında intermezzo denilen küçük, hafif sahne eserleri oynanıyordu. Pergolesi 1733 de bestelediği La Serva Padrona adlı intermezzosu ile bu tarzın üstün bir örneğini verdi.
La Serva Padrona birçok İtalyan ve Fransız bestecisi üzerinde etkiler yaratarak opera comique in doğmasını sağladı. intermezzonun diğer ustaları şunlardır: Guglielmi, Paisiello ve Cimarosa
Halk müziğinin etkisiyle yazılmış gülünçlü operalar 18. yy.da özellikle İngiltere’de tutuldu. Ballad Opera denilen bu biçim eserlerden Gay’in yazıp Pepusch’un bestelediği Begger’s opera dilenci operası büyük başarı kazanarak Londra’da bulunan Haendel’in yaygın ünü için tehlikeli oldu. Bu biçim Almanya’ya Singspiel adıyla geçti. Weise’nin yazdığı ve Standfuss’un bestelediği Der Teufel ist los adlı singspiel bu yolda ilk eser olarak kabul edilir. Aynı üsluptaki eserlere Fransa’da opéra comique dendi. Bunlara güzel bir örnek J.J. Rousseau’nun Le Devin du Village adlı eseridir. Bu yolda eser veren diğer besteciler şunlardır: Duni, Philidor, Monsigny ve Grétry
Singspiel, Almanya’da Mozart’la en üstün, en zarif örneklerini kazandı: Die Entführung aus dem Serail ve Die Zayberflöte gibi... Haydn, Dittersdorf, Neefe, Benda ve Reichardt bu biçimin diğer tanınmış simalarıdır.
Ciddi opera Gluck ve metin şairi Calzabigi ile sürüp gidiyordu. Buna en belirli örnek 1762 de yazdığı Orfeo ed euridice dir. Fransız operası uzun süre Gluck’un etkisinde kaldı. 19.yy. boyunca devam eden bu etki Cherubini, Méhul, Lesueur, Spontini ve Berlioz’da görülür. Beethoven tek operası Fidelio ile bu etkiden kısmen kurtulmuş, insan sesini çalgı gibi kullanmış, eşliksiz resitatifler dışında süreli bir sahne senfonisi vermemiştir. Mozart önce İtalyan daha sonra Gluck tarzını denemiştir. Operalarının çoğu İtalyanca yazılmış olmasına rağmen özlü bir karakter taşıyor, çok şey vadediyordu. Beklenileni kısa ömrünün sonlarında verdi; bu 1791’de bestelenip oynanan Die Zauberflöte operasıydı. Mozart bu eserle Alman sanatında çağ açıyor, gerçek Alman operası başlıyordu.
Opera sanatı en büyük gelişmeyi 19.yy. da gösterdi. Yüzyılın ilk yarısında opera buffa İtalya’da Rossini ve Donizetti ile dikkate değer örnekler kazandı. Bu bestecilerin zengin melodili neşeli eserleri her tarafta büyük rağbet kazanıyor, ciddi ve romantik opera Bellini ile gelişiyordu. Rossini Fransa’da yazdığı Guillaume Tell ile İtalyan melodi zenginliğini büyük Fransız operası tekniği ile bağdaştırıp başarılı bir eser verdi. Auber, Helévy, Meyerbeer ciddi Fransız operasının, Boieldieu ve Adam komik operanın başlıca temsilcileri oldular.
Yine aynı çağlarda İtalyan opera tarihinin en büyük simalarından biri, Giuseppe Verdi dünya sahnelerini kendisine bağlamaya başladı. Büyük sanatçı melodi zenginliği ve geniş ilhamıyla birbiri arkasına eser veriyor, bunlar büyük başarı elde ediyordu. Almanya’da Weber’le başlayan romantizm Manschner ve Spohr gibi bestecilerin eserlerinde belirli kalıplara yöneliyordu.
Opera sanatı Wagner’le yeni ilklere ulaşıyordu. Yapı yönünden getirdiği yenilik Leitmotivdir. Bu belirli motifler operalarındaki temel fikri açıklamaya uardım eder, bir olay veya kişiyi dinleyiciye yer yer hatırlatır. Wagner, operalarında bütün sanatları birleştirmeye çalışmış, temsillerde büyük önemi olan müzik, şiir, resim, ışık, mimari ile operaları topyekün sanat eseri halinde sunulmak istenmiştir. Bu büyük sanat politikacısı etkisini günümüze kadar uzatmış, opera sanatında yaptığı devrimler geniş yerleşme alanları bulmuşturç
19. yy.ın sonuna doğru İtalya’da edebi etkiler Verismo denilen bir okul yarattı. Büyük temsilcileri Mascagni, Leoncavallo ve Puccini’dir. Lirik dram tarzı Fransa’da Gounod, Thomas, Bizet, Delibes, Massenet, Charpentier ile güzel eserlerin doğmasını sağladı. Debussy, Pelléas et Mélisande dramı ile Wagner’e karşıt bir akımın manifestosunu veriyordu.
Yine 19.yy.da yer yer uyanan ulusal müzik okulları, mahalli renklerle işlenmiş karakteristik operaların yayılmasını sağladı. Rus operası Glinka ile doğdu. Dargomişski, Borodin ve Rimsky Korsakof’la güzel eserler kazandı. Rubinstain ve Çaykovski daha çok lirik Fransız dramları etkisinde eserler verdiler. Operada ulusal dans ve şarkılara önem verilen diğer örneklerle Çekoslovakya’da Dvorjak ve Smetana, Polonya’da Muniuşko’nun eserlerinde rastlıyoruz. Macaristan’da Dohnanyi ve Bartok memleketlerinde ulusal operanın kurucuları oldular.
20.yy.ın ilk yarısında opera sanatı türlü etkilerle oldukça karışık bir durum gösteriri. Bazılarında Wagner ve Debussy’nin karşıt özellikleri birleşmiş, bazılarında caz ve romantizm katılmıştır. Bunun nedenlerini çağımızın bestecilerinin daima yenilik yolunda yaptığı denemelerde aramak yerinde olur. Italya ve Almanya’da yeni klasizm ve yeni romantizm in halk tarafından kolay benimsenmesi Busoni, Orff, Montemezzi, Hindemith, Egk gibi bestecilerin biçim yönünden alışılmış fakat ses unsurları bakımından değşik eserler vermelerine sebep olmuştur. Yalnız Hindemith kısa operalarıyla biçim denemelerinin en parlağını yapmış, Orff, İkinci Düünya Savaşı’ndan sonra verdiği sahne oratoryaları ile bu denemelerin son zamanlarda en çok tutulan örneklerini bestelemiştir. Yüzyılın yaygın müzik müzik elemanlarından CAZ’ı Weill, Kşenek ve Gershwin kullanmışlardır. İngiltere’de Britten yine yeni romantizm’e bağlı kalmış, Amerika’da genç besteci Menotti, vatandaşı Puccini’nin paletinden yararlanarak sevilmiş halk operaları vermeye başlamıştır. İsviçre’de pek lirik iki besteci, Schöck ve Sutermeister yerli kalan bazı eserlerle tanınmışlar, Rusya’da Prokokiyef ve Şostakoviç yeni klasizm’in çerçevesi dışına çıkamamışlardır.
Yüzyılın müzikli dram sahasında ilgiyle karşılanan diğer eserlerini ONİKİ TON kurallarıyla besteleyen sanatçılar, bu arada Berg, Schöberg ve Henze vermişlerdir. Ayrıca Stravinski, bazı Fransız bestecileri, bu arada Honegger, Milhaud ve Poulenc de değişik buluşlarla sahneyi ihmal etmemişlerdir.

Günümüzde opera ikinci bir dünya savaşının sarsıntılarından diğer sanat kolları gibi yavaş yavaş kurtulmakta, uygar ülkeleri yeni binalar, sahneler süslemekte, yüzyılın genç enerjik bestecileri yorulmak bilmez çalışmalarıyla eserler vermektedirler
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 18 Ekim 2010 15:34
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #2
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Operanın kökeni

Sponsorlu Bağlantılar
Opera sözcüğü, İtalyanca opera in musica (müzikli yapıtlar) deyiminin kısaltılmışıdır. Kökeni ortaçağın dinsel oyunlarına (örn. pasyon), Rönesans'ın düğün, şenlik ve festival gibi kültürel etkinliklerine ve 16. yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkan oyunlu madrigallere dayanır, Oyunlu madrigal, bir prologla belirli bir konuyu ele alan beş sesli madrigallerin sahnede oynanmadan yalnızca seslendirilmesiydi; o dönemlerde ortaya çıkan resitatifin ve stile rappresentativo denen, sahnede daha anlatımlı ve oynayarak söyleme anlayışının uygulanması operanın doğmasına neden oldu. 16. yüzyılın sonuyla 17. yüzyılın başlarında Jacopo Peri, Jacopo Corsi, Francesco Cavalli ve Claudio Monteverdi gibi ilk opera bestecileri konulanın Daphne, Odysseus ve Orpheus gibi eski mitoloji kahramanlarından seçti. Ama Monteverdi'nin L'incoronazione di Poppea'sındaki (Poppea'nm Taç Giymesi) Neron ve Poppea Roma tarihinden alınmıştı.

Paris'te XIV. Louis'nin sarayında Jean-Baptiste Lully'nin yapıtlan bu yeni sanatın gelişmesine yol açarken Viyana sarayında da Pietro Antonio Cesti'nin İtalyan operaları sahneleniyordu.. Daha sınırlı bir gelişmenin görüldüğü İngiltere'de ise Henry Purcell bir kız okulunda sahnelenmek üzere yazdığı Dido and Aeneas'ıyla. (Dido ve Aineias) bir opera başyapıtı ortaya koymayı başardı. Operanın Londra'da yaygınlaşması 18. yüzyıl ortalanna rastladı; önce İtalyan tarzını alarak incelten, daha sonra İngilizce sözlü operalar yazan George Frideric Handel, Alessandro Scarlatti'nin resitatif ve aryalara yer veren üslubundan büyük ölçüde etkilenmişti. Aryalarda bir karakter duygulannı uzun uzun dile getirirken olay duruyordu. Bu dönemde başşarkıcının
önemi arttı; erkek rollerinin çoğunu söyleyen kastratolara özel ilgi gösterildi. Aynı dönemde Fransa'da Jean-Philippe Rameau operayı farklı çizgilerde geliştirdi; jest kullanımına, daha esnek bir forma, uzun baleara oyunları gibi sahne gösterilerine ağırlık verdi.

Yaklaşık aynı tarihlerde görece hafif, günlük konulara değinen komik opera türü de belirmeye başladı. İngiltere'de John Gay'in The Beggar's Opera (Dilenci Operası) adlı toplumsal ve siyasal yergisi, Hamburg'da sahnelenen bir dizi hafif konulu opera, Napoli'de Giovanni Battista Pergolesi'nin La serva padrona'sı bu tür yapıtlara örnekti.

Sanat yaşamının başlangıcında opera türüne katkıda bulunan Chnstoph Gluck daha sonra virtüöz şarkıcının rolünü azaltmaya ve ağırlığı dramatik yapıya vermeye yönelik ünlü reformlarını uyguladı. Orfeo ea Eurydice, Armide ve Alceste'nin yanında İphigeneia'yı konu alan iki operasını da bu yeni anlayışla yazdı. Idomeneo, re de Oete'sıyla (Girit Kralı İdomeneus) benzer bir tarzı benimseyen Wolfgang Amadeus Mozart sonraki üç başyapıtında önceki operaların özelliklerini komik opera ile kaynaştırmayı başardı; Le Nozze di Figaro (Figaro'nun Düğünü), Don Giovanni ve Cosi fan tutte adlı bu yapıtlarında toplulukların önemini artırdı ve finallerde senfonik bir yapı kullandı. Die Zauberflöte'deyse (Sihirli Flüt) Alman komik opera türü olan Singspieti yüksek nitelikli yapıtlar düzeyine çıkardı.

Luigi Cherubini Medea, Gaspare Spontini de La Vestale adlı yapıtlarıyla opera seria (ciddi opera) geleneğini geliştirerek sürdürdüler. Onlardan etkilenen Ludvig van Beethoven opera tarihinde benzersiz kalan Fidelio'ya yazdı. Bu arada Domenico Cimarosa'nın matrimonio segreto'su (Gizli Evlilik), Gioacchino Rossini'nin barbiere di Siviglia ( Sevil Berberi) ye La Cenerentola ( Külkedisi) gibi bir dizi başanlı komik operasına esin kaynağı oldu. Rossini'nin sonraki operalannın ağırbaşlı ve romantik üslubu ise Giacomo Meyerbeer'in daha da görkemli üslubuna yol açtı.

19. yüzyılda opera ulusal çerçeveler içinde gelişti. Giovanni Bellini'nin duygulu yapıtlarıyla 60'tan fazla opera yazan Gaetano Donizetti'nin trajedileri ve komedileri Gjuseppe Verdi için basamak oluşturdu. İlk dönem yapıtlarında eksik kalmış yanlar bulunan Verdi, Otello ve Fasta ta dramatik ve müziksel açıdan tam bir ustalığa ulaştı. Almanya'da Cari Mana von Weber' in Der Freischütz (Nişancı) romantik operası ile Heinrich August Marschner'in yapıtları, müzik dramlarıyla operada devrim yapan Richard Wagner'in çıkışını hazırladı. Wagner'in Die Meistersinger von Nürnberg (Nürnbergli Usta Şarkıcılar), Tristan una holde (Tristan ve Isolde), Parsifal ve Der Ring des Nibelungen (Nibelung Halkası) gibi yapıtları günümüze değin opera tarihinin en büyük basanları arasında yerini korudu.

Fransa'da Daniel-François-Esprit Auber'in yapıtlarının çok tutulduğu kısa bir dönemin ardından Charles Gounod, Ambroise Thomas, Georges Bizet ve Jules Massenet yapıtlarında görkemli opera (grand opira) ile opira-comiaue'i ustaca kaynaştırdılar. Bu arada ayrı bir yol izleyen Hector Berlioz Us Troyens {Troyalılar) ile ustalığını kabul ettirdi.

Operada ulusalcılığın etkisi başka yerlerde de görüldü. Rusya'da Mihail İvanoviç Glinka'nın yeni ufuklar açan yapıtları, Çaykovski ile Modest Mussorgski'nin birbirinden çok farklı operalarının hazırlayıcısı oldu. Çekoslovakya'da Bedfich Smetana'nın yurt sevgisiyle dolu yapıtlarını Antonin Dvo-! fâk in lirik operaları izledi. 20. yüzyılda LeoS Janâöek'in gerçekçi yapıtları giderek artan bir ilgi gördü. Macaristan'da Bola Bartök'un Dük Mavi Sakalın Şatosu ve İspanya'da Manuel de Falla'nın La vida breve'si (Kısa Yaşam) hep ülkelerinin halk müziklerinden yararlanarak bestelenmiş yapıtlardı. İtalya'da, Giacomo Puccini ile Pietro Mascagnı'nin önderlik ettiği gerçekçilik (verismo) akımı gelişti. Almanya'da Richard Strauss Salome ve Elektra'sında müzik dramın amaçlarına uydu; daha sonra bunların epik niteliklerini aynı ölçüde başarılı komedilerinde (örn.Ader Rosenkavalier) yumuşattı. Fransa'da Claude Debussy'nin Pellias et Milisande'ı diyalogların müziklendiği çok ilginç bir yaratı olarak özel önem kazandı. Maurice Ravel tek perdelik iki büyüleyici parça yazdı. Arnold Schoenberg'in Moses und Aronı, Alban Berg'in Wozzeck ile LU/M'SU, İgor Stravinski'nin The Rake's Progress'i (Ahlaksızın İlerlemesi), Kurt Weill'ın yergili oyunları ve Benjamin Britten'ın Peter Grimes'ı başarılı modern yapıtlar arasında yer aldı.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Kasım 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
OPERA, belirli bir konusu olan ve orkestra eşliğinde oynanan müzikli sahne oyunudur. Dekor, makyaj ve kostümler oyunun konusu­na uygun biçimde düzenlenir. Oyuncular şar­kı söylerken aynı zamanda tiyatro oyunların­da olduğu gibi rol de yapar. Orkestra sahne­nin önündeki alçak bölmede yer alır. Opera­nın kökeni ortaçağda oynanan dinsel oyunla ra, Rönesans döneminde yapılan şenliklere ve oyunlu madrigallere dayanır
İlk operalar 17. yüzyılın başlarında İtalya' da yazıldı. Günümüze kadar ulaşabilmiş en eski opera metni, 1600'de Jacopo Peri'nin (1561-1633) bestelediği Daphne operasıdır. 17. yüzyılda İtalya'da Jacopo Corsi, Frances­co Cavalli ve Claudio Monteverdi'nin bestele­diği mitolojik konulu operalar bu türün ilk örnekleri arasındaydı. İtalyan opera sanatı zamanla tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazandı.
18. yüzyılda Avrupa'da opera seria (ciddi opera) ve opera buffa (komik opera) egemen oldu. Ciddi operalar konusunu tarihsel olay­lar ve mitolojik öykülerden alıyordu. İtalya' da Alessandro Scarlatti (1660-1725) ciddi opera türünün ilk örneklerini verdi. Komik opera ise yalnızca eğlence amacıyla yazılmış, hafif konulu İtalyan komedileriydi. Aynı sıra­larda İngiltere'de, dönemin sevilen şarkıların­dan oluşan baladlı operalar yaygınlık kazandı. John Gay'in bu türdeki Dilenci Operası top­lumsal ve siyasal bir yergi niteliğindeydi. 18. yüzyılda Christoph Willibald Gluck ve Wolf­gang Amadeus Mozart solo bölümlerin ağırlı­ğını azaltıp dramatik operayla komik operayı başarıyla kaynaştıran yeni opera biçimleri denediler. Gluck'un Orpheus ve Eurydike, Mozart'ın Figaro'nun Düğünü ve Don Gio­vanni adlı operaları bu türün en iyi örnekleri­dir. Mozart Sihirli Flüt adlı operasıyla Alman komik opera türü olan Singspieii en yetkin düzeyine ulaştırdı. Daha sonraki yıllarda Ludwig van Beethoven, tek operası olan eşsiz güzellikteki Fidelio ile dramatik opera gelene­ğini korudu. 19. yüzyılda Fransa'da büyük koroların yer aldığı grand operalar (görkemli opera) sahnelenmeye başladı. Bu türün ör­nekleri arasında Charles Gounod'nun Faust, Georges Bizet'nin Carmen adlı operaları sayı­labilir. 19. yüzyılın ortalarında Paris'te, Al­man asıllı besteci Jacques Offenbach zamanın ünlü kişileriyle alay eden, hafif, eğlenceli, zaman zaman müziksiz konuşmalara yer ve­ren operet türünü geliştirdi. 19. yüzyılın bir başka ünlü bestecisi Richard Wagner ise Tris tram (ya da Tristan) ve Isolde, Parsifal gibi ciddi konulu müzik dramlarıyla opera tarihinde bir devrim yarattı.
İlk opera müzikleri iki değişik türdeydi: Birincisi, genellikle klavsen eşliğinde ve ko­nuşma ritminde söylenen basit şarkılar ya da resitatifierden oluşuyordu. İkinci türde ise oyundaki kişilerin duygularını anlatmak ama­cıyla yazılmış aryalar, iki kişi tarafından söylenen düetler, üç kişinin söylediği f rio'lar vb yer alıyordu.
Operada oyuncuların her şeyi şarkıyla an­lattığı oyun metnine libretto denir. Libretto "küçük kitap" anlamına gelen İtalyanca bir sözcüktür. Bazı librettolar ünlü kişilerin ya­şamlarını konu alır. Wagner'in operalarında olduğu gibi, bazı librettolar efsanelere daya­nır. Bazı operaların konusu ise roman ve tiyatro oyunlarından alınmıştır. Opera genel­likle uvertür denen bir giriş parçasıyla başlar. Oyun boyunca konuşma ve şarkılardan başka yer yer yalnızca orkestraya ya da solo çalgıla­ra yer verilir. Bazı operalarda bale sahneleri de bulunur.
Besteci müziği bestelemek için önce İibrettodaki kişilerin karakterlerine uygun sesleri saptar. Koloratur soprano, soprano, mezzo­soprano, kontralto ve alto gibi en tizden en pese kadın sesleri ve kontrtenor, tenor, bari­ton ve bas gibi gene en tizden en pese erkek sesleri arasından söz konusu operaya en uygun olanları seçer.
Genç kız rolü için genellikle soprano, daha ileri yaşta bir kadın için kontralto, baş erkek oyuncu için tenor ya da bariton, yaşlı bir erkek oyuncu için bas sesler uygundur. Solo seslere ek olarak çok sayıda şarkıcıdan oluşan korolar da vardır.

Bir Opera Bestelemek

Bir operanın tam olarak nasıl oluştuğunu görmek için Giuseppe Verdi'nin Aida adlı operasını inceleyebiliriz . Verdi Mısır hıdivinden, Süveyş Kanalı' nın açılışını kutlamak ve Kahire'de yeni açılan opera binasında oynanmak üzere bir opera siparişi aldı. Librettosu Eski Mısır'da geçen bir olaya dayanıyordu: Habeşistan Kra­lı Amonasro'yu yenen Mısırlı Radames'e firavunun kızı Amneris âşık olur. Radames'i Amneris'in kölesi olan Aida da sevmektedir. Aslında Habeşistan kralının kızı olan Aida' nın sevgisine Radames karşılık verir. Rada-mes Kral Amonasro'yu tutsak alarak Mısır'a getirir. Aida babasını görür görmez tanır; bu gerçeği Aida'dan başka kimse bilmez. Amo-nasro, Radames'ten askeri sırları öğrenmesi için kızına baskı yapar. Aida'yı kıskanan Amneris, Radames ile Aida'nın konuşmaları­nı gizlice dinler ve Radames'i yakalatır. Aida uğruna yurduna ihanet eden Radames sevgili­siyle birlikte diri diri gömülür.
24 Aralık 1871'de sahnelenen Aida opera­sında Verdi, Aida rolünü bir sopranoya, Amneris rolünü bir mezzosopranoya, Rada­mes rolünü bir tenora, Amonasro rolünü bir baritona, kral ve papaz rollerini baslara verdi. Ayrıca Mısır halkı, öteki papazlar, askerler ve tutsaklar büyük bir koro tarafından seslendi­rildi.
Aida dört perdedir. Perde açılmadan önce orkestra, opera boyunca zaman zaman yinele­necek olan melodilerden oluşan bir prelüd çalar. Operada aryalar, düetler, triolar, kuar­tetler ve koro bölümleri, ayrıca bir sahnede de bale vardır (bak. Bale).
İngiliz besteci Benjamin Britten'ın çocuklar için yazdığı Bir Opera Yapalım adlı yapıt bir operanın hazırlanışının ve sahnelenişinin öy­küsüdür. İlk bölümde besteci librettoyu seçe­rek müziğini bestelemeye başlar, ikinci bö­lümde ise oyuna izleyiciler de katılır.
Bir opera sahnelenmeden önce çok sayıda prova yapılır. Bu provaların yönetimi orkes­tra şefi ve yönetmenin görevidir. Orkestra şefi müzikle, orkestra ve şarkıcılarla ilgilenir. Yönetmen ise oyunculara rollerini dağıtır ve operanın canlı ve etkili olması için onları yönlendirir. Dekor, kostümler ve makyaj sahne yönetmeniyle yardımcıları tarafından hazırlanır.

Türkiye'de Opera

Türkiye'de ilk opera örnekleri 19. yüzyıl başlarında, II. Mahmud ve Abdülmecid dö­nemlerinde, İtalya'dan gelen topluluklarca sahnelenen oyunlardı. Sonraları İstanbul'daki Naum Tiyatrosu ile Gedikpaşa Tiyatrosu'nda özellikle Giuseppe Verdi operalarını sahnele­yen topluluklar ülkemizde operaya duyulan ilginin artmasına yol açtı. Abdülhak Hamid Tarhan'ın yazıp Mehmed Baha Bey'in beste­lediği Nesteren (1877), hem bestecisi hem de libretto yazarı Türk olan ilk operadır. Türki­ye'de opera özellikle Cumhuriyet döneminde gelişmeye başladı. O dönemde yetenekli bir­çok genç müzisyen öğrenim için Avrupa'ya gönderildi. Cumhuriyet döneminin Türk halk müziğini temel alan ve batının çoksesli tekni­ğine uyarlamayı öngören müzik politikasına uygun ilk opera, Ahmet Adnan Saygun'un bestelediği Özsoy (Feridun, 1934) operasıydı. Sonraki yıllarda besteci ve yapıt sayısında önemli bir artış gözlendi. Türk operasının en önemli bestecileri arasında, Nevit Kodallı (Gılgameş, 1963), Ferit Tüzün (Midas'ın Ku­lakları, 1969), A. Adnan Saygun (Köroğlu, 1973), Cengiz Tanç (Deli Dumrul, 1979) ve Okan Demiriş (/V. Murad, 1980 ve Karyağdı Hatun, 1985) sayılabilir.

Alman Operaları

Orpheus ve Eurydike. Bestecisi Christoph Willibald Gluck (1714-87). Bu opera. Eski Yunan mitolojisinden alınmıştır. Ölmüş olan karısını kurtarmak üzere yeraltı dünyasına inen ozan Orpheus'un öyküsüdür (bak. Orpheus ve Eurydike).
Figaro'nun Düğünü. Bestecisi Wolfgang Amadeus Mo­zart (1756-91). Bu operanın librettosu Fransız yazar Pierre Caron de Beaumarchais'nin (1732-99) bir yapıtına dayalıdır. Öyküde Almaviva kontunun uşağı olan Figaro, kontesin hizmetçisi Susanna'yla evlenir. Opera, 13. yüzyılda soylula­rın zenginlik ve gösteriş dolu yaşamını alaya alır.
Don Giovanni. Bestecisi Mozart. Bu yapıt, yaşamı boyunca birçok kadınla gönül ilişkisi kuran çapkın Don Giovanni'nin (Don Juan) yaşamını konu alan bir komik operadır.
Sihirli Flüt. Bestecisi Mozart. Kuş avcısı bir prensle tutsak bir prensesin öyküsüdür. Prens ile prenses evlenebilmek için güç sınavlardan geçmek zorunda kalırlar.
Fidelio. Bestecisi Ludwig van Beethoven (1770-1827). Beethoven'in tek operası olan bu yapıt, kocasını hapisten kurtaran bir kadının sevgi ve bağlılığı üzerinedir.
Uçan Hollandalı. Bestecisi Richard Wagner (1813-83). Wagner'in öteki operaları gibi. bu opera da bir efsane üzerine kurulmuştur. Her yedi yılda bir karaya çıkabilen ve yaşam boyu kendisini sevebilecek bir kadın bulana değin denizlerde dolaşmaya mahkûm olan bir adamın öyküsüdür.
Tannhauser. Bestecisi Wagner. Ortaçağ şövalyelerini ve ozanlarını konu alan bu opera. Almanya'da gizemli bir mağarada yaşayan ve karşısına çıkan herkesi baştan çıkaran güzel bir tanrıçanın öyküsüdür.
Lohengrin. Bestecisi Wagner. Bu opera. Kutsal Kâse şövalyelerinin efsanevi öyküsü üzerine kurulmuştur.
Tristraın ve Isolde. Bestecisi Wagner. Wagner'in başyapıtı olarak kabul edilen bu opera, ortaçağda aşk ve sorumluluk lan arasında kalan iki sevgilinin çelişki ve güçlüklerle dolu öyküsünü anlatır. Isolde İrlandalı bir prenses, Tristram ise bir Cornwal şövalyesidir.
Nürnbergli Usta Şarkıcılar. Bestecisi Wagner. Bu opera, Wagner'in güldürü öğeleri kattığı sayılı operalarından biri­dir. 16. yüzyılda Almanya'nın Nürnberg kentinde yapılan bir şarkı yarışmasının öyküsüdür.
Nibelungen Halkası. Bestecisi Wagner. Konusunu efsane­lerden alan bu opera dört bölümden oluşur: Ren Altını, Valkiri, Siegfried ve Tanrıların Günbatımı. Konusu, tanrıla­rın düzenini yıkan bir sihirli yüzüğün öyküsüdür.
Parsifal. Bestecisi Wagner. Bu yapıt bestecinin son operasıdır ve Kutsal Kâse'nin öyküsü anlatılır.
Yarasa. Bestecisi Johann Strauss (1825-99). Hafif ve eğlenceli bir operadır. Yarasa, gece hayatını seven ve güzel kızlarla birlikte olmaktan zevk duyan genç bir adamdır.
Güllü Şövalye. Bestecisi Richard Strauss (1864-1949). Bu opera 18. yüzyılda Viyana'da sahnelenmiştir. Bir prensesin kendisine ilgi duyan genç bir erkeğe olan bağlılığını anlatır.

İtalyan Operaları

Sevi'/ Berberi. Bestecisi Gioacchino Rossini (1792-1868). Beaumarchais'nin bir oyunu üzerine kurulan bu komik opera üç haftadan daha kısa bir sürede yazılmıştır. Rosina ile Almaviva Kontu'nun evlenmeleri için aracılık eden Figaro adındaki bir berberin öyküsüdür. Öykünün daha sonraki bölümü Mozart'ın Figaro'nun Düğünü adlı opera­sında anlatılmıştır.
Rigoletto. Bestecisi Giuseppe Verdi (1813-1901). Victor Hugo'nun bir öyküsü üzerine kurulmuş, trajik bir operadır. Bir dükün yanındaki soytarının yaşamını anlatır. Soytarının kızı düke âşık olur ve bu uğurda canını verir.
Trovatore. Bestecisi Verdi. Çingeneler'ce kaçırılan soylu bir çocuğun öyküsüdür.
La Traviata. Bestecisi Verdi. Sevdiği erkeğin meslek yaşamının yıkıma uğramaması için aşkından vazgeçen bir kadının öyküsüdür.
Aida. Bestecisi Verdi. Bu operanın öyküsü daha önce maddede anlatılmıştır.
Otello ve Falstaff. Bestecisi Verdi. Bu iki yapıt Verdi'nin en güzel operaları olarak kabul edilir. İngiliz yazar ve şair Shakespeare'in Othello ve Windsor'm Şen Kadınları adlı oyunları üzerine kurulmuştur.
La Boheme. Bestecisi Giacomo Puccini (1858-1924). Paris'te yaşayan yoksul ressamların öyküsüdür.
Tosça. Bestecisi Puccini. Bu trajik opera, bir opera şarkıcısı olan Tosça ile sevdiği ressam Cavaradossi ve onu kıskanan kötü yürekli polis şefi Scarpia'nın öyküsüdür.
Madam Butterfly. Bestecisi Puccini. Pinkerton adlı Ame­rikalı bir deniz subayı tarafından terk edilen Japon kızı Madame Butterfly'ın hüzünlü öyküsüdür.
Palyaço. Bestecisi Ruggiero Leoncavallo (1858-1919). Bir grup gezginci oyuncunun öyküsüdür.
Cavalleria Rusticana. Bestecisi Pietro Mascagni (1863-1945). Bu kısa opera Sicilya'da geçen bir aşk öyküsüdür. Genellikle Palyaço ile birlikte sahnelenir.

Fransız Operaları

Faust. Bestecisi Charles Gounod (1818-93). Librettosu Johann Wolfgang von Goethe'nin oyunu üzerine kurulmuş­tur. Şeytanla pazarlık eden Doktor Faustus'un öyküsüdür.
Carmen. Bestecisi Georges Bizet (1838-75). Carmen adlı yaşam dolu genç bir İspanyol Çingene'sinin öyküsüdür.
Hoffman'ın Masalları. Bestecisi Jacques Offenbach (1819-80). Alman yazar E. T. A. Hoffmann'ın (1776-1821) üç öyküsü üzerine kurulan bu yapıt, çok sayıda komik opera yazan Offenbach'ın tek dramatik operasıdır.
Pelléas ve Mélisande. Bestecisi Claude Debussy (1862-1918). Aşk ve kader üzerine kurulan bu opera son derece şiirsel ve büyüleyici müziğiyle tanınır.

İngiliz Operaları

Dido ve Aeneas. Bestecisi Henry Purcell (1659-95). Latin şairi Virjil'in (Vergilius) bir öyküsü üzerine kurulan bu yapıt, İngiliz operasının en güzel örneklerinden biridir (bak. aeneis).
Dilenci Operası. Beste John Pepusch (1667-1752), libretto John Gay (1685-1732) tarafından yazılmıştır. Dönemin sevilen şarkılarından oluşan bir baladlı opera örneğidir. Hırsızları ve eşkıyaları konu alan bu yapıt dönemin önemli kişilerini alaya almak amacıyla yazılmıştır.
Mikado ya da Titipu Kenti. İngiliz oyun yazarı William Schwenk Gilbert (1836-1911) ile besteci Arthur Seymour Sullivan'ın (1842-1900) birlikte yazdığı bir komik opera örneğidir. Dönemin olaylarını ve kişilerini alaya alır .
Peter Grimes. Bestecisi Benjamin Britten (1913-76). İngiliz operalarının en ünlülerinden biridir. George Crabbe' in (1754-1832) bir şiirinden esinlenerek yazılmış olan bu yapıt, Suffolk'ta bir balıkçı kasabasında geçen yaşamı anlatır.
Billy Budd. Bestecisi Britten. abd'li yazar Herman Melville'in (1819-91) romanından esinlenerek yazılan bu yapıt genç bir denizcinin başından geçenleri anlatır.
Yürek Burgusu. Bestecisi Britten. abd'li yazar Henry James'in (1834-1916) aynı adlı uzun öyküsünden esinlenerek yazılmış bir ciddi opera örneğidir.

Rus Operaları

Boris Godunov. Bestecisi Modest Mussorgski (1839-81). Aleksandr Puşkin'in (1799-1837) bir oyunu üzerine kurul­muştur. 1598'de çar olan bir Rus soylusunun öyküsüdür.
Prens Igor. Bestecisi Aleksandr Borodin (1833-87). Puş­kin'in bir öyküsü üzerine yazılan bu opera "Poloveç Dansları"yla ünlüdür.
Altın Horoz. Bestecisi Nikolay Rimski-Korsakov (1844-1908). Puşkin'in bir masalı üzerine yazılmıştır. Bir kral ile onu tehlikelere karşı uyaran altın bir horozu konu alır.

MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
25 Ocak 2012       Mesaj #4
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
OPERA SANATININ DOĞUŞU

Operayı Hazırlayan Etkenler

Opera, iki sanat dalının temelleri üzerinde yükselmiştir: Tiyatro ve müzik. Ancak opera bu iki sanat dalının üst üste getirilmesi ya da birbirine yapıştırılması değildir. Tiyatro ile müziğin kaynaştığı, edebiyat, özellikle şiir ve plastik sanatların güç verdiği bir sanat bireşimidir opera.

Tiyatro sanatındaki söz, operada müziğin akışını engellemez; aynı şekilde, müzik de sözün önemini gölgelemez. Bu ikisi, birbirinin anlatımını güçlendiren yeni bir sanatı, operayı geliştirmiştir.

Curt Sacbs, 16. yüzyılın sonlarında operanın doğuşundaki toplumsal ve kültürel koşulları şöyle anlatmaktadır: "Paris'te Şiir ve Müzik Akademisi'nin kurulması, Floransa'da ressam Angelo Bronzino'nun ve Kurtulan Kudüs şairi Torquato Tasso'nun klasikçiliği, İtalyan ve Fransız mimarlığında, özellikle Palladio'nun eserlerinde tam klasik Vitruvius yasalarına bağlılıkla başlar.

Sachs'ın burada "tam klasik" olarak nitelendirdiği, doğa felsefesinin sanat alanındaki görünüşüdür. Rönesans'ın gelişen dünya görüşü, her şeyden önce yeni bir yaşam duygusudur; "bu yeni hayat duygusu temelinde, antik çağın başlangıçta çok sıkı olan yardımıyla yeni bir insan anlayışına varılmış, yeni bir din görüşü ortaya konmuş, yeni bir devlet ve hukuk düşüncesi gelişmiş ve doğa bilimi doğmuştur.

Özünde dinamik olan Rönesans doğa felsefesi, antik çağın doğa felsefesini yeniden değerlendirmiş ve antik çağın klasik sanatını yeni çağa taşımıştır. Bu noktada Sachs, tam bir özdeyişle yargıda bulunmaktadır:

Her türlü klasik fizik ve yeni-klasikçilik aydınlık arar. İşte, 16. yüzyılın görünüşte zıt akımlarını birbirine bağlayan Palestrina'nın göksel, durağan missa'larıyla Gastoldi'nin yerel, oynak hallettiklerini, Ga1lilei'nin yanık yakarmalarını ve reçitatifin doğuşunu birleştiren bu erektir.

Müzikte "aydınlığı aramak ereği" nedir? 16. Yüzyılın sonlarında müziğin kaçındığı bulanıklık, alacakaranlık neydi?

"Bütün ileri grupların ve ustaların aydınlık mihrabına yerleştirip kestikleri kurban, kontrapunt'tu. Daha doğrusu, çoksesli deyişin tekeli ve kötü kullanılışıydı. Onlar için kontrapunt, salt ustalık göstermek amacıyla elde edilen bir ustalık, anlatımı körleştiren bir beceriklilik, aydınlığı gölgeleyen bir bulanıklıktan başka bir şey değildi; bunu istemiyorlardı.

Gerçekten kontrpuan ustalığı, 16. yüzyılın ikinci yarısında kimi bestecilerce bir "bulmaca çözme ustalığı" haline gelmiş, polifoni de bu yüzden bir "araç" biçiminde kullanılır olmuştu. Bu durum, tepkisini de birlikte getirecekti:

Güçlü bir doğalcılık itmesiyle reçitatif, 1600 yıllarına doğru, yalnız sözün kendisini değil, anlatmak istediği her çeşit duyguyu, kişiliği, iç yaşantıyı verebilir duruma gelmişti. Böyle olunca, bestecilik alanındaki teknik ilerlemeye değil, doğaya ve doğallığa yönelmek eğilimi üstün çıkmıştır. O kadar ki, operada bir anlamda kontrpuana karşı savaş açılmış, antik çağın yalınlık ve saflığını diriltmek, şiirle müziği birbirine sıkı sıkıya bağlamak ve antik Yunan trajedileri gibi güçlü eserler yaratmak amacıyla kontrpuanın karmaşık yöntemlerinden uzaklaşılmıştır.

Bu eğilim, Floransa'da Kont Giovanni Bardi'nin sarayında odaklaşmıştır. Kont Bardi, döneminin ilerici bir aydınıydı; müzik ve edebiyata gönül vermişti. Onun sarayında genç şairler, düşünürler, müzikçiler ve sanat teoricileri toplanır, sanat sorunları üzerine tartışılır, yeni fikirler ileri sürülürdü. 1573-1590 Yılları arasındaki bu toplantılara katılan aydın grubuna camerata denirdi. Özgür bir akademi özelliğindeki camerata hareketi, Rönesans’ın insanı en yüce değer sayan humanist ilkeleri doğrultusunda çağına göre ileri bir anlayışı temsil ediyordu. opera düşüncesi, bu özgür akımın öne getirdiği humanist kavrayıştan doğmuştur denebilir.

Sonuç şöyle özetlenebilir: "1600 Yıllarında, kontrpuanın bir yana itilmesiyle besteci sonunda humanizmin isteklerini yerine getirecek duruma gelmişti.

Daha açık söylenecek olursa opera, kilisenin müzik üzerindeki tahakkümüne bir tepki olarak ortaya çıkmıştır denebilir.

İlk Opera Denemeleri

Kont Bardi'nin sarayında ilk opera denemelerini başlatan sanatçılar şöyle sayılabilir: Ünlü fizikçi ve astronom Galilei'nin babası Vincenzo Galilei (ölümü 1591), şair Ottavio Rinuccini (1562-1621), şarkıcı ve besteci Jacopo Peri, (15611633), bested Giulio Caccini (1545-1618), Emilio de Cavalieri (1550-1602).

Sahne müziğinin nasıl olması gerektiği hakkında ilk düşüncelerin Vincenzo Galilei tarafından ortaya konduğu sanılmaktadır. Toplantılarda sözü önemsenen bir kişi olan Galilei, eski dönemin yalınlığına dönmeyi önerirken, müziğin teknik bakımdan yoksullaşmasına göz yumuyordu. Ona göre, sözlere iyi uyacak, duygu açısından daha içten, biçimi daha doğal bir melodinin yaratılması söz konusuydu. Bu nedenle Galilei, bütün isteklerin yöneldiği yola ilk olarak girmek onurunu kazandı. Kont Bardi'nin desteğiyle Dante'nin ilahi Komedya adlı eserinin "Cehennem" bölümünden duygu körükteyid monoloğu müzikledi.

Eser camerata grubu tarafından sempati ile karşılanmakla beraber, dış çevrelerde şiddetli tartışmalara neden oldu. Ga1ilei, Ügolino'nun monoloğunu viyola eşliğinde kendisi seslendirdi. Bu tekniği zayıf, beceriksizce yazılmış müziğin, ifadedeki düzgünlükten başka hiç bir özelliği yoktu.

Daha sonra Galilei'nin iki yakarı parçası bestelediği biliniyor: Ügolina monoloğuyla birlikte bu üç beste de yakarma parçasıydı. Tam üç kuşak boyunca, acı, baş konu olacaktır. Bu çeşit yakarmaların temelinde Barok sanatının başlıca ereği yatıyor: Müzikçilerin dediği gibi, bir stile reppresentativo ortaya çıkarmak ve insan duygularının derinliklerine inebilmek için duygulanma ortamı yaratmak. Bunun en kısa ve sağlam yolu gözyaşı pınarlarından geçiyordu. Acılı duyular, insan kalbini avlamakta mutluluk duygularından daha sağlam iş görürler. Örneğin, 1608'de yazılmış bir elçi mektubunda, Monteverdi'nin operası Arianna'yı Mantua sarayında dinlerken, Theseus'un bırakıp kaçtığı Arianna'nın yakarmasına pek çok dinleyicinin gözyaşı döktüğünü yazıyordu.

Galilei'nin kontrpuan müziğine karşı bir bildiri niteliğindeki kitabı günümüze kalmıştır: Dialogo della musica antica e della moderna (Modern Müzik ile Antik Müzik Üzerine Diyalog).

Öte yandan, Romalı soylulardan Emillo de Cavalieri, 1589 yılında Medid Dükü Ferdinand ile Lorraine Düşes'i Cristiana'nın düğününe armağan olarak basit bir sahne müziği besteledi. "Bu eserin yönetmenliğini Gionavvi Bardi yapmıştı. Sözler yine Bardi ve Rinuccini tarafından yazılmıştı. Açılış şarkısı Dalle piu alte sfere, genç evlilere adanmıştı. Bu sahne müziği eserini betimlenen gravür (Floransa Merkez Ulusal Kütüphanesi).

İlk opera eseri olarak bilinen Dafne (söz: Rinuccini; müzik: Jacopo Peri ve Corsi, 1589), günümüze kalmamıştır. "Ancak, 1600 yılında önemli üç eserin doğduğunu görüyoruz. Bunlardan ikisi daha dar anlamıyla operadır ve Floransa'da yazılmıştır: Biri Peri'nin, öteki Caccini'nin (her ikisi de aynı sözler üzerine yazılmıştır): Rinuccini'nin Euridice'si, Orfeo öyküsü. Jacopo Peri'nin partituru, Medici ailesi tarihinde önemli bir siyasal ve toplumsal olay için ısmarlanmıştır: Maria'nın Fransa Kralı LV. Henri ile evlenmesi. Caccini'ninki de yandaş bir partisyondu. Bu yıllardan sonra kırk yıl boyunca bütün operalar prens saraylarında bir kez sahnelenip sonradan unutulmak için bestelendi. Yine 1600 yılında Cavalieri'nin Rappresentazione di anima e di corpo (Ruh ve Beden Oyunu) sahnelenmiştir.

Bu üç opera ve 1600'lerin ilk otuz yılında yazılanlar, (1597'deki Dafne ile beraber), bir sürekli bas üzerinde, arada sırada bazı şarkılarla kesilmiş bir reçitatif ezgisiyle, sonunda kısa bir baleden ibaretti. Orkestra sahne çukurunda değil, üstünde, yanların arkasına gizlenmiş olarak bu sürekli basın armonilerini doldururdu. Sachs'ın "sürekli bas üzerindeki reçitatif ezgisi"ni somutlaştırmak için, (Sürekli bas alt kısımda koyu renkte gösterilmektedir.)

Ancak, Sachs'ın belirttiği gibi, opera orkestrasının her üyesi, sayılı bas üzerinde doğaçtan çalabilecek kadar bilgisine egemen olması gerekirdi. Caccini'nin Le nuove musiche (Yeni Müzik) adlı eserinin partiturundan bir satır.

Daha sonraki ilk opera eserleri arasında Marco da Gagliano'nun (1582-1643) Dafne'si önemli sayılmaktadır. Bestecinin yazdığı "önsöz"de, Sachs'ın alıntı lamasına göre şu görüş yer almaktadır:

Bir operada, en soylu eğlenceler birleşiyor: Şiirsel yaratı, dram ve düşünce, deyiş, ritmin yumuşaklığı, seslerin ve çalgıların birleşmesi, tatlı şarkılar, çevik dans ve oyunlar, giysiler, sahne, resim sanatı bile.

Bu opera betimlemesini, ya da nitelemesini Sachs şöyle değerlendirmektedir: Bu anlayış, Wagner'in Gesamt-Kunstwerk (Tüm Sanat Yaratılan) dediğinden başka bir şey değil. Gagliano önsözünde, şarkıcının oyunda hareketlerini ve adımlarını müziğin vuruşlarına uydurmasını söylüyor ve çalış-söyleyiş üzerinde son ayrıntılarına kadar açıklamalarda bulunuyor. Tıpkı, 1852'de Wagııer'in, Uçan Hollandalının sahneye konması konusunda yayınladığı yazıdaki gibi.

17. YÜZYILDA OPERANIN DOĞUŞU

Floransa'da Kont Giovanni Bardi'nin sarayında toplanan bir grup aydın, Rönesans’ın etkisiyle Eski Yunandaki müzikli dramları yeniden canlandırmak çabasına girişir. Camerata adlı bu grubun içinde şairler, besteciler, şarkıcılar ve çalgıcılar yer almaktadır. Operanın ilk adı Drama per musica'dır. Eski Yunan' da Euripides ve Sofokles'in klasik tragedyalarındaki korolardan yola çıkarlar. Sonra, ortaçağdaki dinsel dramların, kilise sınırlarını aşıp dindışı öğelerden etkilenmesiyle. Mystere adlı oyunlar ortaya çıkar. Oyun öncesinde çalgı topluluğu bir giriş müziği çalar; ayrıca sahneye çıkan her yeni karakter müzik eşliğinde duyurulur. Böylece tiyatro, koro ve çalgıların bir araya geldiği ortamlar yaratılır. 13. yüzyıl başındaki pastoral komedilerle (örneğin Adam de la Halle'nin Robin ve Marion adlı oyunu) halk ezgileri tiyatronun içine katılmış. Troubadour'lar da şarkılarında dramatik anlatım kullanmışlardır. Rönesans tiyatrosunda pek çok Yunan tragedyası gündeme gelmiş ve oyunların başına sonuna şarkı söyleyen bir koro yerleşmesi gelenek olmuştur. Daha önemlisi, tragedyaların perde aralarında yer alan intermezzo adlı zengin bölümler, koro, solistler ve geniş bir çalgı topluluğunu gerektirir. Zamanın pek çok ünlü madrigal bestecisi, başlı.başına bir müzik biçimi haline gelen intermezzo için besteler yapmıştır. Konusunu doğadan alan pastoral şiirler ve madrigal komedileri de operanın öncüleri arasındadır.

Opera sözcüğünün İtalyanca’da sözlük anlamı "eser" dir. Önceki müzikli oyunlarda olduğu gibi operada müzik, oyuna sonradan eklenmiş bir öğe değildir. Operanın müziği, metin ve sahnelemeyle kenetlenmiş bir öğedir. Barok opera önce monodi' nin düzeninden yola çıkar. İlk operalar reçitatiflerden oluşur. Reçitatifte konuşma dilinin ritimsel özelliği ve güftenin anlamı, müzik öğesinden öndedir. Daha sonra ise arya (aria) biçiminin akıcı müziği önem kazanmıştır.

Opera bugünkü tanımıyla, solistleri, korosu, orkestrası, kostümü, sahnesi, ışığı, dramatik oyunu ile müziğe uyarlanmış tiyatrodur. Wagner, Romantik çağın sonunda tüm sanat dallarını birleştiren eser olarak Gesamtkunstwerk şeklinde tanımlar operayı,

İtalya' da Opera

Tarihte ilk opera, 1597' de Floransa karnavalında oynanan, Rinuccini'nin şiirsel metni üstüne Peri'nin müziklediği Dafne'dir. Ancak bu operadan çok az bir bölüm günümüze kalmıştır. 1600 yılında Jacopo Peri (1561-1633) ve Giulio Caccini (_15501610) tarafından Euridiee adlı bir mitolojik-pastoral oyunun müziklenmesiyle ortaya çıkan opera, bu türün elimizdeki en eski örneğidir. Fransa Kralı IV. Henri ile Medici ailesinin kızını Marie'nin evlenme töreninde ilk kez halk ö . ünde temsil edilir. Librettosu, yine şair Ottavio Rinuccini'ye aittir. Opera, parlak ve zengin bir eğlence aracı olduğundan hem Kilise hem de soylular tarafından çok büyük bir coşkuyla benimsenir. Aynı yıl Emilio de Cavalieri (1550-1602), Roma'ya ilk dinseloperayı sahneler: Ruh ve Bedenin Piyefi. Opera sahnesine sonradan eklenen bale, sahne efektleri, zengin çalgı topluluğu, dekor ve ışık derinliği, bu türe yeni anlamlar kazandırmış, 19. yüzyılın görkemli yapıtlarına yol açmıştır.

Kilise, opera tekniğini oratoryo türünde kullanmış ya da dinsel konulu operalar sahnelemiştir. Barak dönemde oratoryo, kutsal konuların, koro ve solistler tarafından orkestra eşliğinde söylenmesidir. Dekor, kostüm ve sahneleme öğeleri yoktur.

İtalyan operası 17. yüzyıl başlarında Monteverdi'nin yapıtlarıyla ünlenmiştir. Monteverdi operaları armoni, melodi ve orkestra efektleriyle metindeki dramatik özelliği canlandırırlar. Besteci, ikinci operası Taneredi ile Czorindaının Savaşı (Combatti mento di Taneredi e Czorinda)'rda dotal sesleri kullanarak insan duygularının müzikteki eşdeğer anlatımını arar. Savaşan silahların sesini orkestra çalgılarında duyarız.

Claudio Monteverdi (1567-1643)

Monteverdi, 16 yaşında iyi bir org ve viyol yorumcusu olarak ün yapar. Aynı yıl kutsal konulu madrigallerini yayınlar. Mantova Dükü'nün hizmetine girdiğinde viyol çalıp danslara eşlik eder ve madrigallerde şarkı söyler. Peri'nin operasını Floransa' da duyunca 1607' de Orfeo adlı ilk operasını yazar. Aynı yıl eşi, ardında üç çocuk bırakarak ölür. Çremona ya döner. Arianna operasını yazar. 1610, dinsel içerikli müzik yılıdır. 1613'te Venedik'te San Marko Kilisesi'ne koro şefi olur. 1625'e dek operalar dönemidir. 1630'da Avusturya askerleri Mantova'yı işgal eder; Monteverdi'nin 12 operası ve birçok yapıtı, bu karışıklıkta yiter; aynı yıl Venedik'te de veba salgını olur. Üst üste yaşadığı acılar, bestecinin. kendini dine adamasına yol açar. 1638' de sekizinci madrigal kitabı ardından, Odysseus'un Dönüşü adlı operası ortaya çıkar. Madrigalleri 40 yıllık bir zaman dilimine yayılmıştır. Yeni madrigal stili, Monteverdi ile özdeştir. Monteverdi'nin tüm yapıtları vokal müzik içindir.


Monteverdi'nin Başlıca Yapıtları

Operalar: Orfeo (1606), Arianna (1608), Odysseus'un Dönüşü (1640) Poppea'nın Taç Giymesi (1642), Taneredi ile Clorinda'nın Savaşı (1651); Madrigalleri sekiz kitaptan oluşur (1587-1638). Diğer dindışı vokal yapıtları: Müziksel seherzo'lar, kanzonetler. Kutsal vokal müziği: Vesper (1610), Missa ve mezmurlar için müzik.

Fransa' da Opera

İtalyan operaları 17. yüzyıl boyunca Avrupa’nın her köşesinde sergilenir. Buna karşılık, başta Fransa olmak üzere diğer ülkelerin kendi ulusal operalarını ortaya çıkarmaları zaman alır. 1760'lara dek Fransızlar opera türünü bir türlü benimseyememiştir. En sonunda 14. Louis'nin emri ile Jean-Baptiste Lu1ly (1632-1687), ilk Fransız operasını besteler. İçinde solo, koro, zengin orkestra çalgıları ve danslar yer almaktadır. Lu1ly'nin Moliere ile tarihi işbirliği sonucunda comedie-ballet geleneği doğmuştur. Lu1ly, o güne kadar şarkılı girişi olan operalara çalgısal giriş getirip, opera uvertürünün temel biçimini üç bölümlü yapıda kurmuş, böylece Klasik çağın senfonisine ışık tutmuştur. 18. yüzyılın ortasına kadar yazılan Fransız operalarının iki özelliği vardır: Birincisi mutlaka renkli bir bale bölümü bulunması, ikincisi de klasik Fransız tragedyalarıyla (Racine, Comeille gibi) ilişkili olması gereğidir.

Jean-Baptiste Lully (1632-1687)

1646 yılında İtalya' dan Fransa'ya göç edip, 1652'de on dört yaşındaki Fransa Kralı XIV. Louis'ye keman dersi vermek üzere saray hizmetine girer. Sonradan kralın da dansçılar arasında yer aldığı saray dansları ve baleler besteler'. Kralın özel orkestrası olan Les Petits Violons du Roi'yı düzenler. Müzik yeteneği, organizatörlüğü ve hırsı ile 1661' de kral ailesinin baş müzisyenliği görevine atanır. 1663-1671 arasında Moliere ile işbirliği yapması Kibarlık Budalası (1670 gibi komedi türünde yapıtlar doğurur. Kibarlık Budalası, 1600'lerde bir süre İstanbul' da kalan bir Fransız büyükelçisinin anılarından kaynaklanıp, hayal ürünü Türkçe ve benzeri sözcüklerle bezenmiş bir güldürüdür. 1672' de Fransız operasını geliştirmek için tüm yetki Lully'ye verilmiştir. O da komedi-bale' den trajedi-lirik türüne yönelir. Trajedi-lirik, Lully'nin tüm operaları için geçerli bir terimdir. Metin yazarı Quinau1t ile ortak çalışmalarından 14 yılda sayısı yirmiyi bulan opera üretir. Lully'nin kendine özgü yüksek düzeyli yorum standardı, günün Avrupa'sına ölçüt oluşturmuştur. Fransızca dilini müziğe uyarlamış, kuru reçitati here orkestra eşliğinde yeni bir yorum getirmiştir. En başarılı yıllarında garip bir kaza sonucu ölmesi yıllarca anlatılmıştır:, O zamanlar müzik topluluğunu yönetmek için bugünkü gibi şeherin ellerinde değnek olmadığından şeher, nota yazılı büyük kartonlardan oluşan bir ruloyu yere vurarak tempoyu verirlermiş. Lully de böylesi ağır bir ruloyu yanlışlıkla ayağına vurarak yararlanmış ve bir türlü kapanmayan yara, kangren olup ölümüne yol açmış!

İngiltere' de Opera

İngiltere' de opera, 17. yüzyılda soyluların, eğlencesi olarak Fransız saray balesinin benzeri, masque (maske) adlı oyunlarla başlar. Masque'lar da intennezzo ve mister oyunlarından kaynaklanır. Masque'ın içinde şiir, şarkı, dans, dekor, kostüm, çalgılar ve sahne oyunu yer alır. Konular, alegorik ,veya mitolojiktir. Oyuncuların yüzlerine değişik maskeler takmaları, bu türe adını vermiştir. John Blow'un (1646-1708) Venus, ve Adonis (1681) adlı yapıtı, bilinen en eski masque'tır. İngiltere Kralı II. Charles Fransa' da izlediği Jul1y'nin operalarına hayran kalmış ve kendi saray orkestrasından Fransızlarınkine benzer yapıtlar istemiştir. Henry Purcell (1659-1695) kralın emrini hemen uygulamış, İtalyan ve Fransız stillerini bir araya getirip İngiliz tarihinin ilk operası Dido ve fieneas (1689)'ı bestelemiştir.

Henry Purcell (1659-1695)

Zamanının en önemli İngiliz bestecisi olduğu gibi ölümünden sonra da 200 yıl kadar İngiltere' de besteci yetişmediğinden bu türü korumuştur. Purcell, müzik çalışmalarına babasıyla başlar, kraliyet bandosu müzisyenleriyle sürdürür. 1679'da Westminster Abbey' e orgcu olarak atanır. 20 yıla yakın bir süre içinde her tür için özgün ve alımlı müzikler besteler. Kilise müziği, anthem'ler, motetler, taç giyme törenleri için müzikler, org, klavsen ve çalgı toplulukları için besteler; 100 kadar solo şarkı kraliçeyi, soyluları veya azizler günlerini kutlamak için çeşitli parçalar, oda müzikleri, trio sonatlar bestelemiştir. Çoksesliliğin gelişmesi ve armonik kusursuzluğa varmak için çeşitli deneyler yapmış, ses kitlelerinin karşılıklı dengesini araştırmıştır. Operaları, masque'ları ve yarı-opera olarak adlandırılan, müzikle konuşmanın yer değiştiği dramlarında tiyatro ve müziği ustalıkla birleştirmiştir.

Almanya' da Opera

Alman bestecileri, operada ve ne dik ve Fransız stilinden etkilenirler. Hamburg Alman operasının en önemli merkezidir. Avrupa’nın ilk opera evi 1637'de Venedik'te açılmış, ikincisi de 1678'de Hamburg'da yapılmış ve 1738'de yanmıştır. Almanya' da operanın canlanması, okul piyesleri ve Almanca solo şarkılarla başlar. 1700'lerde opera sözcüğünün Almanca karşılığı singspiel (şarkılı oyun)'dir. Müzikli bir tiyatro oyununda reçitatifler, yerini karşılıklı konuşmalara bırakmıştır. Alman şarkılı oyunları, Fransız gülünçlü operasının benzeridir. Mozart'ın Saraydan Kız Kaçırma operası, şarkılı oyun türünde yazılmıştır. Reinhard Keiser (1674-1739), Hamburg operası için sayısı yüzü aşan opera bestelemiş ve bu dönemin en ünlü Alman opera bestecisi olmuştur.

18. YÜZYILDA OPERADA YENİ SOLUKLAR

18. yüzyılın ortalarında bir çok besteci, operada bir devrim yapılması gereğini duymaktadır. Değişen toplumun değişen koşullarına göre bir opera olmalıdır. Özellikle Paris’te insanların daha güncel konuları sahnede izleyeceği, kendi dillerinde ve karakterlerinde bir opera türü denenir. Konuları hafif ve gülünçlüdür. Daha geniş bir halk kitlesine seslenmeyi amaçlar.

Christopn Willibald von Gluck (1714-1787)

Operada ilk devrimi gerçekleştiren Christoph Willibald von Gluck'tur Gluck, tüm Klasik dönem boyunca geçerli olan uluslararası bir opera türü yaratır. Bohemya'da doğmuş, ilk müzik eğitimini Çekoslovakya' da görmüş, İtalya'da Sammartini'nin öğrencisi olmuştur. Londra ve Almanya'da orkestra şefi olarak görev almış, Viyana' da saray besteciliği yapmıştır. 1756' da Papa tarafından Altın Mahmuzlu Şövalye rütbesine değer bulunur. 1773'te Paris'te, eski öğrencisi Marie Antoinette'in hizmetine girer.

Gluck'un ilk yapıtları İtalyan ciddi operası türündedir. Bu arada opera Seria'nın başarısız yönlerini de saptamıştır. Aynı zamanda Rameau ve Handel'in etkisiyle kendini geliştirir. İtalyan operasında mutlaka bir reform gerektiğini savunur. 17621770 yılları arasında yazdığı üç başyapıt ile reformcu amaçlarını kanıtlar: Orfeo ve Euridice; Alceste; Paris ve Helena. Bu operalarında İtalyan melodi güzelliğini, Alman ciddiyetini ve Fransız lirik trajedisinin görkemini kendi reformcu anlayışı ile birleştirir. Gluck'un reformunda başlıca amaç, şiiri yine odak noktası yapmak, müziği şiirin (güftenin) hizmetine sunmak, solistiri ses güzelliğini sergilemesi için şiiri bozmasına izin vermeyerek bu vokal süslemeleri, yapay uzatmaları, yinelemeleri ortadan kaldırmak; yaşanan anın, yalın ve doğal güzelliğini dramatik yönüyle değerlendirmektir. Böylece İtalyanların ayrı bir olay olarak gördükleri uzun aryalar, Gluck'un operasında yeniden şekillenmiş, yapıtın akışıyla tümleşmiştir. Ayrıca, perde açılmadan önce orkestranın seslendirdiği uvertür bir sinfonia yapısında olup, operanın müziksel özenti olmalıdır. Gluek'a göre bu reformlar müziğe "güzel bir yalınlık" getirmektedir. Bu "güzel yalınlık" felsefesi de Klasik dönem operasının özelliği olmuştur. Gmek, Fransız besteci Etienne Mehul (1763-1817)'ü; İtalyan bestecilerden Luigi cherubilni ve Gasparo Spontini'yi, Avusturya' dan Mozart'ı etkilemiş; bir sonraki yüzyılda Berlioz ve Wagnerin çalışmalarına ışık tutmuştur.

GLUCK'UN BAŞLICA YAPITLARI

Operalar: (40'dan fazla) Artaserse (1741), Orfeo ve Euridiee (1762), Aleeste (1776), ifigeniya Avlis'te (lphigenie en Aulide) (1774), Armide (1777), ifigeniya Tavris'de (Iphigenie en Tauride) (1778).

Don Juan balesi; şarkılar, dinsel vokal müzik, oda müziği yapıtları.

Ciddi Opera (Opera seria)

Yeni İtalyan operası giderek Avrupa sahnelerine egemen olur. Opera seria ise Aydınlanma çağında müzik biçimlerini ve yeni müzik dilini şekillendiren aynı etmenlerin ürünüa4,ir. Net, kolay anlaşılır, mantıklı, doğal, uluslararası dile sahip ve dinleyene zevk verebilen özellikleri içermelidir. İtalyan operasında odak noktası, aryalardır. Orkestranın uvertür dışında şarkıcılara eşlik etmekten öte pek etkinliği yoktur. Reçitatifler bir klavsen eşliğinde sunulur. Şarkıcılar arasında ünlü kastratolar yer alır. Pergolesi, gülünçlü intermezzolarıyla tanındığı halde ciddi opera türüne de örnekler vermiştir. çağın sonuna doğru gerçek reform başlar operada. Besteciler tümüyle daha doğal bir ortam isterler. Özde derin bir anlatımcılık, müziksel kaynaklarda ise çeşitlilik öngörürler. Arya ve reçitatiflerin değiştirimiyle olay daha hızlı akmaya başlar. Orkestra, yapıtın bütününde önem kazanır. Koro yeniden belirir. Bu dönemde Johann Christian Bach, reform özelliklerini içeren 12 opera besteler.

Gülünçlü Opera (Opera-comique)
Kahraman ve mitolojik kişiler, düşlemsel ortamlar yerine tanıdık sahneler, bildik, güncel karakterler sunan, türdür. Libretto (opera metni) yerel dildedir. Müzik de yerel renkleri çağrıştırır. Komik opera, değişik ülkelerde değişik biçimler alır. Önce trajik İtalyan operasına bir başkaldırıdır. İtalya' da en önemli örnek intennezzo'lardır. Bunlar ciddi operanın sahneleri arasına yerleştirilmiş müzikli komik oyunlar niteliğin"de ortaya çıkmışlardır. Viyana' da buffa geleneği, çağ boyunca sürer. Sonradan Mozart, gülünçlü, ciddi ve duygusal dramayı geniş kitlelerin benimseyeceği bir müziksel stilde birleştirecektir. Fransa'daki ulusal hafif opera türü, opera-comique olarak tanımlanır. Bildik ezgiler, yalın bir yapıda eğlence için hazırlanır. Opera-comique, Fransız Devrimi süresince, Napolyon döneminde ve hatta Romantik çağda bile Fransa' da geçerliliğini korur. François Andre Dancan-Philidor ve Andre Ernest Modeste Grey Fransa' da komik operanın başlıca bestecileridir. İngiltere' de ise ballad opera türü gündeme gelir. Dilenci Operası'nın (Beggers Opera) (1728) sahnelenmesinden sonra ilgi çeken bu tür, popüler ezgileri, baladları, ve ünlü operalardan bildik aryaların parodisini içermektedir. İngiltere' de Thomas Arne başlıca balIad opera bestecisidir. Almanya' da singspiel (şarkılı oyun) geleneği sürmektedir. Singspiel, 1700'de opera adım alır. 1800'lerde 18. yüzyılın singspiel'leri Alman şarkılarıyla kaynaşır, halk ezgilerine dönüşür.

Mozart, Klasik operayı kusursuz bir biçim yapısına kavuşturur. Melodik yeteneği, dramatik önsezisi, çalgılar ve solistlerin sesleri arasındaki dengede gösterdiği ustalık, bu çağın tarihini yazmıştır.
Orfeo ve Eurıdıce Operası

Zamanının diğer örneklerinden çok farklı bir operadır. Metni 18. yüzyılın ünlü İtalyan yazarı Raniero di Calzabigi (1714-179s)'ye aittir. Diğerleri gibi konuyu karmaşıklaştırıp geliştirmek yerine, yalın ve içten bir aşk ortamında sunar. Güzel sesi, ses cambazlıklarını gerektiren uzun ve süslü de cafe aryaları yoktur. Arya ve reçitatiflerin değiş iminde orkestranın ördüğü arka doku, müzikte kopukluğu önleyip yapıtın bütününe birliktelik getirir. Koralara insanın çeşitli yönlerini simgeleyen roller verilmiştir. Yas tutanlar, kutsal ruhlar, cinler gibi.

İlk perde, Euridice'nin gömütü başında, yaslılar korosu ile açılır. Ölen eşi için ağlayan Orfeo'ya Zeus'tan bir haber ulaşır: Ölüler ülkesine gidip Euridice'yi getirebilecektir. Tek koşul, yeryüzüne çıkana dek dönüp onun yüzüne bakmamasıdır. Orfeo lirini kapar ve ölüler ülkesine doğru yola koyulur. İkinci sahne tümüyle Orfeo'nun yeraltı dünyası, Hades'e inişine ayrılmıştır. Cinleri güzel müziği ile yumuşatıp Tartare Kapısı'nı açtırır. Elysee çayırlarında mutlu ruhların dansı biterken Euridice görünür ve Orfeo'nun liri eşliğinde onun peşine düşer. Üçüncü sahnede Orfeo Euridice'yi yeryüzüne doğru götürürken, kendisinin yüzüne bakmadığından, onu artık sevmediğinden yakınan Euridice, huzursuz gün ışığına çıkmaktansa ölüler ülkesinin huzurlu ortamına dönmeyi yeğ tutar. O an Orfeo, Zeus'e verdiği sözü tutamaz, dönüp eşinin yüzüne bakar ve onu bir kez daha yitirir. Üstüne kapanmış ağlarken tanrılar Euridice'yi yeniden canlandırır ve birleşmeleri koronun kutlaması, balenin şenliği ile tümleşir. Her şey aşkın yenilmez gücünü kutlamaktadır.

19. YÜZYILDA OPERA

Romantik dönemin en önemli özelliklerinden biri, her ülkenin kendine özgü bir müzik anlayışı geliştirmesi, böylece kendi ulusunun renklerini taşıyan bestelere yol açılmasıdır. çağ başında Fransa' da yazılan operalar, aslında Fransa'ya İtalya' dan göç eden bestecilerin tekelindedir. Bir de Almanya' dan göç eden Meyerbeer gibi bir bestecinin öncülüğü gözlenmektedir. Ancak Paris' e yerleşen bu besteciler, kendi teknik birikimlerini getirdikleri gibi, o sıralarda Fransa'nın içinde- bulunduğu genel havaya uygun, Fransız ulusunu yücelten görkemli duygular içinde besteler yapmaktadırlar. Aynı yıllarda İtalya' da ve Almanya'daki opera çalışmaları da, hem ülkelerinin kimliği ile özdeş, hein de Romantik opera dağarcığının başyapıtları sayılan yapıtlarla sonuçlanır. Fransa' da Meyerbeer, Berlioz, Boieldieu, Offenbach ve Bizet gibi bestecilerle ünlenen sahne sanatları, İtalya' da Rossini, Donizetti, Bellini ve verdi ile doruğa tırmanır. Almanya' da ise Richard Wagner'in müzikli dramları başlı başına bir çığır açar.

Grand Opera

19. yüzyılın ilk yarısında operanın başkenti Paris'tir. Gluck'un etkisi, Fransız Devrimi'nin getirdiği değişimler ve Napolyon'un debdebeli sanat anlatışı, yeni bir opera türünün doğmasına yol açar. Kalabalık sahneler, tarihsel ve mitolojik kahramanlık konuları, bale, dans, geniş koro, zengin dekor ve alabildiğine görkemli bir müzik... Bütün bu etmenler birleşince Grand Opera adını alan tür doğar. Eğitimsiz, hazırlıksız bir dinleyici kitlesine seslenen, içindeki zengin öğelerle izleyiciyi coşturan, oyalayan ve eğlendiren bir türdür bu. Bir önemli özelliği de her sözün müzikleşmiş olmasıdır. Sahnede müziksiz söyleşiler yer almaz. Tüm diyaloglar reçitatif halindedir. Bu akımın öncüleri, opera metin yazarı (libretist) Eugene Scribe (1791-1861), besteci Giacomo Meyerbeer ve Paris Operası'nın müdürü Louis Veron (1798-1867)'dur.


Opera-Comıque

Fransa'da Grand Opera ile atbaşı giden bir diğer opera türü de opera-comique'tir. 19. yüzyıl boyunca bu iki türün başlıca teknik farkı, opera-comique'te reçitatif yerine konuşma diyaloglarının yer almasıdır. Boyut olarak opera-comique daha az şarkıcı ve çalgıcıyı kapsar; daha yalın müziksel kavramlarla yazılır; konusu doğrudan sunulan yarı ciddi bir dram veya gülünçlü bir konudur. Büyük Operanın gösterişli tarihsel debdebesine sahip değildir. Komik opera, yıllar boyu gündemde kalmasını, melodik ve ritmik öğelerinin doğal akıcılığına, armonik yapısının yalınlığına ve biçiminin gelenekselliğine borçludur.

19. yüzyılın başlarında komik-opera iki türe ayrılır: Romantik ve komik. Aslında pek çok yapıtta bu iki özellik de birarada yer alabilir. Birinci tür, Romantik konuların, güzel melodilerin yer aldığı, duygulu ve soylu yapıtlardan oluşur. Bu türün başlıca örnekleri François Adrien Boieldieu (17751834)'nün Beyaz Bayan'ı (La Dame blanche) (1825), (Boieldieu, arp konçertosu ile müzik tarihinde önemli bir yer tutar); Ferdinand Herold (17911833)'un Onur Alanı (1832) ve Zampa (1831)'sıdır. Daniel Auber'in Fra Diavolo (1830) gibi tatlı melodilerle bezenmiş eğlenceli yapıtları, Paris'teki romantik opera-comique türünün başlıca temsilcilerindendir. Komik-opera, İtalyan opera buffası ve İngiliz ballad operasının da etkisinde kalmıştır. İngiliz ballad operası, John Gay ve John C. Pepusch (16671752)'un ortak çalışmaları olan Dilenci Operası'ndan (The Begger's Opera) kaynaklanmıştır. İçinde müzik olmaksızın konuşma söyleşilerinin yer aldığı, popüler melodilere yeni sözlerin yerleştiği, yoksul tiplerden oluşturulan karakterlerle yüksek düzeyin yaşamını irdeleyen bir opera türüdür. Komik opera, önceleri festivallerde, şenliklerde oynanan komik opera türü, opera bouffea dönüşmüş ve operet geleneğini doğurmuştur. Eğlenceli karakterleri gülünçlü ortamlarda yakalayıp, sahneye giriş çıkışın yoğunluğundan doğan bir devingenlik içinde sergiler. Müzik ile bu devingen sahneyi birleştirmek ise, bestecinin özel yeteneğine bağlıdır.

1860'larda yine Paris'te ünlenen opera bouffe, zeki, alaycı, esprili ve tatlı ezgilerle süslü bir türdür. (18. yüzyıldaki İtalyan opera buffası ile karıştırılmamalıdır.) Paris'teki opera bouffeun başlıca kurucusu Jacques Offenbach (1819-1880)' dır. Orpheus Yeraltında (Orphee aux enfers) (1858), Güzel Helena (La Belle Helene) (1864), Offenbach'ın bu türe verdiği en güzel örneklerdir. Paris'e gelip yerleşen bu Alman Yahudisi, sahne yapıtlarını temsil ettirecek bir yer bulamayınca Bouffes-Parisiens (Parisli komikler) adıyla kendi tiyatrosunu kurup, tek perdelik komik-operalarını sahneler ve bu yoldan zengin olur, Paris yaşamındaki yozlaşmayı alaya alan, bu eğlenceli operetler, saçmalığı ustaca kullanan sahneleriyle günümüzde de zevkle izlenmektedir. Örneğin: Orpheus yer altında operetinde Olimpos tanrılarının kan-kan dansı sahnesi gibi. Bestecinin tamamlayamadığı Hoffmann'ın Masalları (Les ConItes dBoffmann) adlı operası ise tek ciddi türdeki çalışmasıdır. Offenbach, Fransa dışında da etkin olmuş, İngiltere'de Gilbert ve Sullivan'ın MikadoI (1885)'suna; Viyana'da oğul Johann Strauss'un Yarasa (1874) operetine yol açmıştır. 20. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar yolculuğunu sürdüren komik-opera geleneği, müzikal başlığı ile değişim geçirmiş ve yeni bir canlılık kazanmıştır.

Komik-operanın romantik dalı, bir süre sonra lyrique-opera'yı geliştirir. Lirik-opera, Grand Opera ile komik-opera arasında bir yerdedir. Tıpkı komik-operadaki gibi güzel melodilerle alımlıdır. Konuları romantik, dramatik ve düşlemsel (fantastik)dir. Genel boyutu komik-operadan geniş ve Büyük Opera' dan daha küçüktür. Zamanında en beğenilen lirik-operalardan biri Ambroise Thomas (1811-1896)'nın Mignon (1866) adlı yapıtı olmuştur. Bu türün en ünlü yapıtı ise Gounod'nun Faust'udur. Önce karşılıklı konuşmaların yer aldığı sahnelerle 1859' da komik-opera türünde verilen temsilinden sonra diyaloglar, bestecisi tarafından müzikli reçitatiflere çevrilmiştir. Fransa' da Gounod'nun izleyicisi bir sonraki kuşaktan Camille Saint-Saens (1835-1921) olmuştur. Samson ve Dalila (1877) lirik-opera türüne iyi bir Örnektir.

İtalya'da Opera

İtalyan bestecileri 19. yüzyıl başında Avrupa'nın her köşesinde etkinlik göstermektedir. İtalya için opera, artık yerleşik bir gelenek halini almıştır. 19. yüzyılda İtalyan operasından söz etmek de, bu yerleşik geleneğin gelişmesine değinmektir. İtalya bu dönemde opera açısından tutucu bir tavır içindedir. İtalyan bestecileri, Kuzey ülkelerindeki gibi yenilikler denemek ve köktenci değişimlere girişmekten yana değildir. Romantik öğeler, İtalyan operasının dokusuna yavaş yavaş işler. Bu dönemde İtalyanların müzik arenasında kendilerini gösterdikleri en önemli biçim, opera olmuştur. Seria ve buffa, 19. yüzyıl başlarına dek kalıtımsal kimliklerini korurlar. İlk değişim ciddi türde (serm) başlar. Francesco Algarotti (1712-1764)'nin kuramsal yazılarında söyledikleri, Gluck'un ilkelerinin benzeridir. AIgarotti zamanın operasını çok sert eleştirip, geleceğin operasına ilişkin varsayımlar ileri sürer. Hatta tıpkı Wagner'in yüz yıl sonra yaptıracağı Bayreuth tipindeki opera merkezlerine değinir. Bu kuramları Niceola Jommelli (1714-1744) Gluck'tan da önce Fransız kültürünün egemen olduğu yörelerde uygular ve lirik trajedi ile ciddi opera arasında bir karışım oluşturur. Uzun aryaların atılması ve dramatik reçitatiflerin kullanımını yerleştiren Jommelli'nin devrimci operası, önceleri İtalya içinde pek geçerli olmasa da opera orkestrasının yapısını etkiler. Orkestra renkleri tahta üflemeli çalgılar ve kornolarla zenginleşir; opera içinde orkestraya daha büyük görev verilir ve koronun kullanımı daha yaygınlaşır. 19. yüzyıl İtalyan ciddi operasının kurucusu Johann Simon Mayr (1763-1845), Alman asıllı bir bestecidir. Romantik İtalyan operası, temelde dört büyük isme dayalıdır: Başlangıçta Rossini; 1830-40'lı yıllarda Bellini ve Donizetti; çağ sonuna doğru Verdi.

Operada Diva kimdir?

Tanrıça anlamına gelen bu İtalyanca kaynaklı sözcük, yeteneği ve saygınlığı ile ünlenmiş, baş kadın oyuncuya verilen addır. Bir opera evinin, bir opera kumpanyasının veya bir mevsimin divası olabilir. Yalnız operada değil, sinema ve tiyatroda da divalar vardır. Opera bestecileri tarihin her döneminde belli seslere, tanıdıkları solist Zere göre roller yazmışlardır. 18. yüzyılda castrato sesinin sanatsallığı bestecileri büyülemiş, her besteci belli bir castratonun özel ses rengine göre yazmıştır. 19. yüzyılda ise soprano kadın sesi gündeme gelir. İlk ünlenen sopranonun Giuditta Pasta (1798-1865) olduğu sanılmaktadır. Bellini, bu sopranonun sesi için N arına ve La sonnambula rollerini yazar. Sesini denetleyebilen, ses sınırlarını zorlayabilen bir sanatçıdır Pasta. Başlıca özelliği dehşet saçan ses niteliği ve sahnedeki oyun yeteneğidir. Olağanüstü bir başka yetenek de, on yıllık kariyeri içinde sesiyle herkesi büyüleyen Maria Malibran (18081836)'dır. Bu dönemin en önemli sopranosu Jenny Und (1820-1887)'dir. Önce vatanı İsveç'te ünlenmiş sonra Londra'ya gelip uluslararası düzlemde sesini duyurmuştur. Yalın, abartısız görünüşü, geniş halk kitlesi tarafından sevilmesine neden olmuştur. Sesindeki sağlık ve genç kız tazeliği ile özellikle erkek dinleyicileri büyülediği söylenir. Örnek bir diva olan, Adelina Patti (1843-1919)'nin kariyeri tam yarım yüzyıl sürmüştür. Sevil Berberi'ndeki Rosina rolü ile ünlenen Patti, Rossini'nin de hayranlığını kazanmıştır. Yetmiş yaşının üstünde olduğu halde sahnedeki duyarlı oyunu ve sesini dramatik kullanma sanatı ile izleyiciyi son derece duygusal bir ortama soktuğu hatta bazı şarkılarda ağlattığı da söylenir. Lilian Norton (1857-1914) Amerikalı bir divadır. Bayreuth'a gelip Wagner operalarında Ün yapmıştır. Renata Tebaldi (1922-), 1949-59 arasında La Scala'nın divası olmuş, 195073 arasında özellikle Verdi ve Puccini operalarındaki rolleriyle New York Metropolitan Operası'nın baş kadın oyuncusu olmuştur. La Scala'nın ünlü bir divası da Türk saprano Leyla Gencer'dir. Donizetti ve Verdi operalarının başrollerindeki başarısı ve disiplinli kişiliği ile seçkinleşmiştir. Diva olabilmek için yetenek, özel bir ses ve yaratıcılığın yanı sıra disiplin, özveri ve sağlam bir kişilik gereklidir.

Giuseppe Verdi

Verdi, Rossini ile başlayıp Puccini ile son bulan 19. yüzyıl İtalyan opera bestecileri yelpazesi içinde en önemli isimdir. İlk dönem çalışmalarında bir önceki kuşağın izinde, Bellini ve Donizetti'nin dilini kullanır. Yapıtlarındaki en önemli etkinlik, vokal çizgidir. Arya ve reçitatiflerde yalın bir çalgı eşliği kullanması; operanın akışı içinde bir parçadan diğerine geçişteki doğal akıcılığı ve sahnelerin birkaç geleneksel kalıptan oluşması ilk Verdi operalarının teknik özelliklerindendir. Aryalar, belirli ve temel bir şancı için yazılmıştır. Verdi bu geleneksel kurallara kendine özgü yeteneğini de ekler: Kulakta kalan melodiler ve özel bir coşku. Örnek bir Verdi operasında tenor ve soprano anlatıcı roldedir. Karşılarında bir romantik düşman vardır. İl Trovatore' de olduğu gibi bir bariton; ya da La Traviata'daki gibi bir baba. Bu bariton rolleri, Verdi operalarının özelliği olmuştur. Operalarının bir diğer ortak yönü de son sahnede temel karakterlerden en az birisinin ölmesidir.

İlk dönemindeki operalarında bazı kolay izlenebilme yollarına başvurmuş, örneğin, Don Carlos ve Macbeth'te Fransızların dans ve bale geleneğini kullanmıştır. Verdi, 1850 ve 60'lı yıllarda geleneksel kalıplardan arınmaya başlar. Eşlikleri daha zenginleşir, müziksel geçişleri daha yumuşak hale gelir; dinleyicinin alışageldiği, beklediği olaylar değişikliğe uğrar. Aida, Otello ve Falstaff gibi yapıtlarında üstün bir opera tekniği ve ustalıklı bir orkestra eşliği kullanmıştır. Verdi, olgunluk döneminde geleneksel yapıyı daha esnekleştirmeye ve müzik eşliğini daha anlatımcı kılmaya çalışmıştır. Yine de melodisinin gücünden, melodik çizginin görkeminden hiçbir zaman ödün vermez. Verdi'nin melodik çizgileri zaman zaman bayağılaşmaya elverişli olduğu gerekçesiyle kınanmıştır.

Verdi'nin ünü, Alman çağdaşı Wagnet'e göre daha az yaygındır. Romantik stili koruyan birçok besteci için Romantik opera, Verdi ve Wagnet'in stilleri bir arada algılandığı sürece önemlidir. Ancak 1900'den sonra gelişen müziksel dil, Verdi'nin lirizminden çok, Wagner'in karmaşık yapısına, polifonik ve kromatik armonisine bağlıdır. Zamanın eleştirmenleri ve akademisyenleri tarafından Verdi, Wagner' e kıyasla daha tutucu olarak nitelenmiştir.

1960'lardan sonra Verdi, daha iyi değerlendirilmeye başlanır ve operaları da daha çok oynanmaktadır. Tüm yapıtları dünyanın dört bir yanında her an temsil edilmekte, operaya adımını atmamış dahi olsa pek çok kişi onun popüler aryalarını tanımaktadır. Plağa kaydı yapılmamış hemen hiçbir operası kalmamış gibidir.

Nabucco'dan Falstaffa kadar Verdi'nin tüm operalarındaki ortak karakter, doğal, dünyasal, doğrudan etkileyen, dolaysız ve yalın anlatımdır. Verdi Romantik olmaktan çok Klasik bir bestecidir. Romantiklere benzemeyen bir yönü de doğaya kutsal bir yer vermemiş olmasıdır. Doğayı betimleyen, Rigoletto'daki, Otello'daki gibi fırtınayı duyuran müziği, Aida'da yarattığı egzotik atmosfer, yalnızca stilize bir anlatımdır. Verdi için doğa çok değerlidir, onu konu olarak kullanabilirsiniz ama ona tapınmaya gerek yoktur. Tümüyle duygusallıktan arınmış bir yaklaşımı vardır doğaya karşı. Besteci aynı zamanda çok iyi bir çiftçi olduğundan doğayı çok yakından tanır.

Verdi'nin Başlıca Yapıtları

Operaları:

Aberto (1837-8); Bir Günlük Kral (Un giorno di regno) (1840); Nabucco (1841); Lombartlar (I Lombardi alla prima crociata) (1842); Ernani (1843); iki Foskariler (I dua Foscari) (1844); Giovanna d'Arco (1844); Alzira (1845); Attila (1845-46); Macbeth (1846-47); Haydutlar (I masnadieri) (1846-47); Korsan (Ilcorsara) (1847-48); Legnano Savaşı (La battaglia di Legnano) (1848); Luisa Miller (1849); Stiffelio (1850); (Sonradan Araldo olarak yenilenmiştir-1856); Rigoletto (1850-51); II travatore (1851-1857); La traviata (1853); Sicilya'nın Akşam Ayinleri (Les Yepres siciliannes) (1854); Simone Boecanegra (1857, 1880); Maskeli Balo (Un ballo in maschera) (1857-58); Kaderin Gücü (La lorza del destino) (1861); Don Cari os (1866,1884); Aida (1870); Otello (188486); Falstaff (1889-1893).

20. Yüzyılda Opera

19. yüzyıl sonundaki lilusal akımlar, opera dalını da etkiler. Rusya' da Orta Asya halk müziği, Rus tarihi ve masalları, Clinka, Mussorgski, Rimski-Korsakof ve Borodin ile sahneye yansır. Bohemya' da Smetana, Dvorak. ve J anacek yine benzeri bir yansımayı simgelerler. ıtalya' daki gerçekçilik akımı, Verdi'nin boşluğunu doldurmak üzere ortaya çıkar, ilk ürününü Palyaça ile verir. Sıradan insanın gündelik acılarını, özellikle 20. yüzyıl gibi bir şiddet çağının başlangıcında, bu gerçekçi operalarda görürüz.

Debussy'nin tek perdelik operası Pelleas ve Melisande (1902), sembolist şiirin, baştan çıkarıcı bir müziğe uyarlanmasıdır. Stravinski, sahne yapıt1arında bale, kantata ve müzikli tiyatroyu bir araya getirir. Bülbül (1914); Mavra (1922) ve Hovardanın Sonu (1951) adlı operalarında Geç Romantizmden Yeni Klasikçiliğe doğru bir değişim göze çarpar. Hindemith de alaycı ve dışavurumcu ilk operalarından sonra giderek derin felsefe taşıyan Ressam Mathis (1938) ve Dünyanın Armonisi (1951) gibi yapıtlara yönelmiştir. İkinci Viyana Okulu bestecileri, 12-ton yöntemini dışavurumcu düşünceye bir araç olarak operada da kullanırlar: Schönberg'in psikolojik ve dinsel derinliği olan, Bekleyiş, Şanslı El gibi operaları; Berg'in 1925'teki toplumsal protestosu Wozzeck ve 1935'teki Lulu'su gibi.. Schönberg'in Pierrot Lunaire adlı yapıtıyla Stravinski'nin Askerin Öyküsü adlı yapıtı, sahneye yeni tip bir uygulama getirmiştir. Konuşma ile şarkı söyleme arasında içini döken bir insan sesi; az sayıda çalgı ile derin bir etkinlik yaratmak! Ayrıca dekor-kostüm gerekliliğini ortadan kaldıran bu yapıtlar, yeni çağın sahnesine yeni bir boyut katarlar.

Hans Werner Henze (1926)

Savaş sonrası birçok kaynağı birleştiren Alman besteci Henze, opera geleneğinden oda operalarına ve dizisel yöntemdeki komik operalara kadar büyük türler dener. Henze için İtalyan şarkı söyleme geleneği önde gelir. 1 Temmuz 1926' da Westphalia' da bir öğretmenin oğlu olarak dünyaya gelen Henze, Brunswick'teki Devlet Müzik Okulu'nda eğitim görür; İkinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere tutsak olur; 1946' dan sonra müzik çalışmalarını Heidelberg'de sürdürür. 1953'te İtalya'ya yerleşen sanatçı burada Marksist eylemlere katılır; aynı zamanda Küba'daki siyasal olaylara ilgi duyar. 1962-66 döneminde Salzburg Mozarteum' da ders verir. Boulevard Solitude (1951) sahne yapıtları arasındaki ilk başarısıdır. Besteci, Stravinski'nin, Schönberg'in, Debussy'nin müziğinden olduğu kadar, Boulez-Stockhausen diziselliğinden, caz müziği ve Karayip halk ezgilerinden de etkilenmiştir. Ayrıca tiyatro sanatının müzikle birleşimini alımlı kılacak niteliklere özen gösterir. Kral Stang operası (1956), zengin armonik buluşlarıyla yüklü düşlemsel bir yapıttır. The Bassarids (1966), Eski Yunan' dan Euripides'in Bakkhalar'ına dayanan, aralıksız dört bölümlü bir senfoni biçiminde bestelenmiştir. 1968' de Vietnam savaşı etkisiyle Amerika ve Avrupa'ya karşı bir sanatçı duyarlılığı içinde, ezilen işçi sınıfına seslenmeye başlar. Medusa'nın Salı başlıklı dramatik oratoryosu bu dönemin ürünüdür. 1969-70 yıllarında Havana'da öğretim üyeliği yapar. 1971'de Edinburg Üniversitesi'nden onursal doktora alır. 1976'daki Akarsuya Varırız adlı operası ile politik konulu çalışmalarının son örneğini verir. Bundan sonra oda müzikleri yazarak 1960 öncesindeki gençlik stiline döner. Henze Roma'da yaşamaktadır.

Luigi Nono (1924-1990)

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra opera türüne örnek verenlerden biri de İtalyan bested Luigi Nono'dur. İşçi hakları, ezilen azınlık, siyasal hükümlüler üstüne yazdığı sosyal içerikli yapıtlarla, teknik olarak koro operaları adı verilen türü doğurur. Hoşgörüsüzlük (Intolleranza) (1960), gibi. Nono, 1950'lerde Boulez-Stockhausen grubunun başlıca üyelerinden biridir. Verdi tipi operaların geniş halk kitlesini kamçılayıcı yönüne dikkati çeker. Aynı zamanda elektronik olanaklardan da yararlanır. İşçilere seslenebilmek için fabrikalarda, yapıtlarından oluşan konserler düzenlemiştir.

Nono, 29 Ocak 1924'te Venedik'te doğar. Venedik Konservatuarı’nda Malipiero'nun öğrencisi olur. 1948'de Maderna ve Scherchen ile çalışır. Padua Oniversitesi'nin Hukuk Bölümü'nü bitirdikten sonra İtalyan Komünist Partisi'nin üyesi olur. 1955'fe Schönberfin kızı Nuria ile evlenir. 1954-60 yıllarında Darmstad'daki öğretmenliği sırasında elektronik müzik dünyasında araştırmalar yapar. 1984'te yazdığı Prometeo adlı operasının özelliği, içinde hiçbir sahne etkinliği olmayışıdır. Yapıtlarının çoğu korolu ve insan sesi ile elektronik seslerin karışımı ortamlar için bestelenmiştir. Oda orkestrası için Kanonik Çeşitlemeler (1950); Kompozisyon 1, 2 (1951, 1959); Bastiana Tai Yang Cheng için Teypli Müzik (1967), başlıca orkestra çalışmalarıdır.



In science we trust.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
8 Haziran 2012       Mesaj #5
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Opera
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Sözlerinin tümü ya da çoğu orkestra eşliğindeki aryalar, resitativler, korolu bölümler, düetler vb. olarak söylenen müzikli tiyatro yapıtı. Sunduğu çok sayıda yaratıcı olanaktan ötürü opera türü, yüzyıllardan beri bestecilerin üzerinde çalıştıkları bir tür olmuştur. Öte yandan, müzikle sözler arasında bir uyum sağlama zorunluluğu, kurgunun zorlayıcılığı ve beğenilerde kendini gösteren değişiklikler, operayı aynı zamanda zor bir tür hâline getirmektedir. Opera, Rönesans çağının son dönemlerinde İtalya'da ortaya çıktı. Eski çoksesli beste yöntemleri, yerini bestecilere daha fazla melodik özgürlük tanıyan tekniklere bırakıyordu. Bu gelişme, Yunan tiyatrosuna ve mitolojisine karşı duyulan ilginin canlanmasıyla çakıştı. Klasik Yunan edebiyatının kimi öykülerini müziğe uyarlamak amacını güden ilk çabalar Venedik'te gerçekleşti. Jacopo Peri'nin bestelediği ve ilk operalardan biri olan "Euridike" ilk kez 1600 yılında oynandı. Opera, 17. yüzyıl boyunca Avrupa'nın birçok ülkesinde yaygınlaştı ve bir tür olarak kendini kabul ettirdi. 1607'de Monteverdi, opera türünün ilk başyapıtı sayılan "Orfeo"yu besteledi. Dramatik aksiyonu güçlendirmek için orkestrayı geniş bir hayal gücüyle kullandı.

Monteverdi'nin yaşadığı ve çalıştığı yer olan Venedik'te, görkemli dekorlarıyla ün kazanan Venedik tarzı opera gelişti. Napoli'de de, neşeli melodileriyle tanınan napoliten tarzı gelişmeye başladı. Fransa'da Lully, baleyi önemli bir öge olarak kullanan operalar besteledi. Bu arada Purcell, İngilizce yazılmış ilk ve belki de en iyi opera olan "Dido ve Aeneas"ı ortaya koydu. 18. yüzyılın başlarında HŠndel, operalarında, hâlâ İtalyan operalarını örnek alıyordu. Daha sonra Gluck operaya birçok yenilikler getirdi. Bu yeniliklerin en önemlisi de gerçekçilikti. Mozart, İtalyan metinlerinden yola çıkarak bestelediği birçok operada resitativleri ve aryaları kullandı. Ancak orkestrasyonu kendisinden önceki bestecilere göre çok daha zengindi ve müziği çok daha dışavurumcu bir nitelik taşıyordu. Tarihten ya da efsanelerden alınan idealleştirilmiş kahramanlar yerine gündelik karakterlerden ve olaylardan yararlandı. Alman metinlerine dayanarak yazdığı operalarındaysa Mozart, simgspiel adı verilen ve diyalogların konuşma biçiminde yapıldığı bir tarz geliştirdi. 19. yüzyıl Alman opera ekolü, Mozart'ın etkisinde kalarak birçok ürün verdi. Bu ekolün en önemli temsilcileri Beethoven, Weber ve Wagner'di. Wagner, operayı en üstün sanat biçimi olarak tanımlıyor ve olgunluk çağı operalarında, müzik, tiyatro ve felsefe alanındaki düşüncelerinin tümünü tek bir yapı içinde sunuyordu. Bu operalar, şarkıcılara ve orkestralara da önemli değişiklikler getirdi.

19. yüzyıl İtalyan opera bestecilerinden Bellini ve Donizetti, "bel canto" (güzel şarkı) adı verilen bir şarkı söyleme tarzı geliştirdiler. Rossini de, komedi ve dramlarında operanın canlılığını artırdı. Bu özelliklerin tümü, en bütünsel ifadesini Verdi'nin operalarında buldu. 19. yüzyılın sonunda İtalya'da Verdi'yi izleyen Puccini, Almanya'da da Wagner'in geleneğini sürdüren Richard Strauss opera alanında ürünler verdiler. Bu dönemin önemli opera bestecileri arasında Çaykovski, Mussorgski, Borodin, Dvorjak ve Smetana vardı. Fransa'da Berlioz, kendine özgü operalar besteledi. Bizet ise, en popüler operalardan biri olan "Carmen"i ortaya koydu. Debussy, "Pelleas ve Mélisande" adlı operasında dışavurumcu eğilimlerini yansıttı. 19. ve 20. yüzyıllarda, Janacek, Bartok, Schoenberg, Berg, Hindemith, Gershwin ve Britten gibi sanatçılar, değişik özellikler taşıyan birçok opera bestelediler. Türkiye'de gerçek anlamda opera çalışmaları, Cumhuriyet döneminde başladı. 1940'ta Devlet Konservatuvarı açıldı ve bu okulun opera bölümünde opera çalışmalarına başlandı. Bu çalışmaları Profesör Carl Ebert yürüttü. İlk opera genel temsili 1941'de Mozart'ın "Bastien ve Bastienne" ile Puccini'nin "Madame Butterfly" operasının ikinci perdesi oldu. 1948'de Büyük Tiyatro'da düzenli opera temsillerine başlandı. Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses, Nevit Kodallı ve Ferit Tüzün gibi yerli besteciler de opera alanında ürünler verdiler.
theMira
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Aralık 2015       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
OPERA a. (ital. söze.; "yapıt" anlamındaki lat. opuseriş'in çoğulu opera'dan).
1. Solocular koro ve orkestra için, sahnede oynanmak üzere yazılan dindışı, dramatik müzik yapıtı. (Bk. ansikl. böl.)
2. Bu türden yapıtların oynandığı tiyatro.
3. Pekin operası, Batı’da cingşiye verilen ad.

—ANSİKL. Bir tür adı olarak "opera”, opera in musica deyiminden türemiştir ve çeşitli adlar taşıyan birçok müzikli sahne yapıtını içine alır. Opera kapsamına giren ciddi yapıtlara italyanlar favoia, dramma per musica, dramma giocoso, azione teatrale, opera seria; Fransızlar divertissement, ballet hörofque (daha sonra opera -ballet), tragödie lyrique, aetion lyrique, Igende dramatique, roman musical gibi adlar verdiler. Almanlar, genellikle İtalyanca terimleri benimsediler. Hafif ya da komik opera türlerine italyanlar intermezzo ya da opera buffa; Fransızlar opöracomique, opöra-bouffe, operette; Almanlar'sa singspiei adlarını verdiler. Çeşitli türdeki operaların oluşumuna, az çok yapılaşmış birçok öğe girer: bir uvertür ya da prelüd; recitativolar; arioso’lar; aryalar (özellikle da capo'lu [başa dönüşlü] aryalar); vokal İkililer, üçlüler, dörtlüler, beşliler, altılılar, solist grupları, zaman zaman korolar ve baleler, öyküyle bütünleşen (marşlar) ya da öykünün dışında kalan senfonik bölümler (enterlüd), müziksiz diyaloglar. Opera türü, bu öğelerin seçilmesi ve birleştirilmesiyle oluşur.

İtalya. Sanatların (şiir müzik ve dans) birleşmesini öngören antik trajedi görüşüne bağlanan İtalya’da Rönesans döneminin sonunda dramatik bir müzikal tür doğdu. Floransa’da kont Bardi'nin etkisiyle, G. Caccini ve J. Peri “temsil üslubu”nun ilk örneklerini verdiler: Dafne (1594), Euridice(1600). Bu arada şair O. Rinuccini, pastoral dramın konusunu, gerçek bir opera librettosuna dönüştürdü. C. Monteverdi, dramatik madrigaller, madrigal tarzı güldürüler ve ilk recitativo denemelerinin bir sentezini gerçekleştirmeyi başararak Orfeo (1607) ve Arianna ile ilk opera tipini yarattı; yaratıcılığının son döneminde de tarihsel operanın bir örneğini verdi (il Ritorno d'Ulisse in patria, 1641). Cavalli ve A. Scarlatti ile doruğuna ulaşan İtalyan barok operası, tüm Avrupa'ya, özellikle de Almanya'ya örnek oldu ve o günden sonra, fiorituralı da capo aryanın kullanımı yaygınlaştı.
Operanın merkezi, Floransa ve Roma' dan Napoli’ye kaydı; burada opera seria’ ların perde aralarında yer alan intermezzolardan türeyen bir güldürü üslubu gelişti; bunun ilk yetkin örneği Pergolesi’nin la Serva padrona'sidir. XIX. yy.'ın başlarında, Rossini hem ciddi (Guglielmo Teli), hem de komik üslupta (Sevil berberi) yapıtlar verdi. Cherubini (Medea) ve Spontini (7a Vestale) büyük operaya bağlı kalırken, bel canto'dan yana olan Bellini (Norma) ve Donizetti (Aşk iksiri), şarkıcıların isteklerini göz önüne aldılar. Romantik hareketin sonunda Avrupa sahnelerine Verdi egemen oldu. Verdi’nin olgunluk çağı yapıtlarından (Rigoletto, il Trovatore, La Traviata), sanatının doruğuna ulaştığı büyük partisyonlara (Don Carlos, Aida, Otello, Falstaff) kadar uzanan dönem boyunca, opera büyük bir çap ve dramatik bir üslup kazandı; çeşitli anlatım yolları arasındaki sınırları kaldıran Verdi, hem sese hem de orkestraya kendi damgasını vurdu. Verismo (gerçekçilik) akımından yola çıkan, ama daha gerçekçi bir tutumu benimseyen Puccini, yalnız ciddi yapıtlarında (La Bohöme, Tosça, Madame Butterfly, Turandot) değil, komik yapıtlarında da (Gianni Schicchi) recitativoların güçlü ve orkestralamanın zengin olmasına önem verdi. Ama, Mascagni, Leoncavallo ve Cilea'nın tüm çabalarına karşın opera günden güne geriliyordu. Busoni de (Doktor Faust), Dallapiccola da (Volo di notte), operayı 200 yıldır işgal ettiği yere geri getiremedi.

Fransa. Fransız operası, saray balesi, Moliöre ve Lully'nin komedi-balesi, Corneille ve Racine’in trajedisi gibi yerli öğelerle, o sıralarda doğmuş İtalyan operasının, Mazarin döneminde ülkeye giren etkisinin birleşmesiyle doğmuştur. Cambert ve Perrin’in pastoral türündeki deneme lerinden (Pomone) ve Krallık müzik akademisinin kurulmasından (1669) sonra, J.-B. Lully, lirik trajedileriyle (Armide), bir yüz yıl değişmeden kalacak olan opera modelini saptadı. Onu, Collasse, Campra, Destouche ve Rameau (Hippolyte et Aricie Castor et Pollux, Dardanus) izlediler. Fransa’da uluslararası opera tipini, Avusturya asıllı olmakla birlikte, İtalya'da yetişen ve sanat yaşamının en önemli dönemini Paris’te geçiren Gluck yarattı (Orphâe, Aiceste). Aynı dönemde F.A.D. Philidor, Monsigny, Duni ve Grötry, Gossec ve Möhul, Martini-Schwarzendorf opera-komik türünde örnekler verdiler.
Devrimden sonra, bir grup müzikçi Ancien Rögime'in opera-komik geleneğini sürdürürken (E. Auber), bir grup müzikçi de, romantizmin etkisiyle, güldürü öğesini bir yana bırakarak duyguları alışılmamış bir yoğunlukla dile getirdi (Gounod [Faust, Mireille, Romöo et Juliette], Bizet [Carmen], Lalo [le Roi d'Ys], Massenet [Manon, VVerther, Don ûuichotte]).
Öte yandan Meyerbeer büyük tarihsel operalar (les Huguenots), Felicien David, Delibes (Lakmö) ve Saint-Saens (Samson et Dalila) egzotik yapıtlar verdiler; Berlioz, efsaneye (Faust'un lanetlenmesi) ya da tarihe dayalı (Benvenuto Cellini, les Troyens) büyük freskler besteledi; A. Bruneau gibi natüralizmden etkilenen G. Charpenti er, popülist bir “müzikal roman”a örnek verdi. Türün alışılmış tanınıma sırt çeviren Debussy’nin operasında (Pellöas et Melisande), inşat en önemli öğedir; orkestra ise, açınlama işlevini üstlenmiştir. Debussy'den sonra transız operasını, Faurö (PeneIope), Dukas (Ariane et Barbe -Bleue), H. Rabaud (Mârouf), Roussel (Padmâvatî, opera-bale), Milhaud (Christophe Colomb), Poulenc (Dialogues des carmâlites) gibi besteciler temsil etti.

Alman okulu. Barok dönemin„bestecileri, İtalya'yı örnek aldılar ve opera -serianın ilkelerini, Viyana, Münih ve Dresden’e aktardılar. Hamburg'da etkinlik gösteren Schütz, Keiser, Mattheson ve Telemann da, Dresden’de etkinlik gösteren ve Hasse de, Âoma, Floransa ve Napoli okullarının etkilerinden sıyrılmayı başaramadılar. Viyana'da gelişecek olan bir ulusal operanın oluşumunu Gluck hazırlamıştır. Böyle bir temele dayanan Mozart, opera-komik tarzındaki Bastien ve Bastienne ve lirik trajediye yaklaşan idomoneo' dan transız üslubuna; klavsen ya da sürekli bas eşlikli recitativolara ve da capo aryalara da yer verdiği Figaro'nun düğünü, Don Giovanni ve Cosi fan tutte’üe İtalyan üslubuna; almanca librettolar üzerine bestelediği, kişilerin psikolojisini bir melodi ve uygun bir orkestralamayla yansıttığı ve romantizmi haber veren büyülü bir atmosfer yarattığı Saraydan kız kaçır ma ve Sihirli flüt’te de yeni oluşmakta olan alman üslubuna bağlandı.
Beethoven’in suyla kişiliğini bulan alman operası, fantastik öğeleri işleyen halk türkülerinden yararlanan ve orkestra renklerine büyük bir önem veren Weber ile (Der Freischütz, Euryanthe, Oberon) ile kendini kabul ettirdi. Her şey, alman operasının şiirle müziğin bir sentezine doğru geliştiğini gösteriyordu. Bunu lirik dramın büyük reformcusu VVagner gerçekleştirdi. VVagner, anlatılarla aryaların dönüşümlü olarak birbirlerini izlemelerine son vererek sürekli melodiyi ön plana çıkardı ve bu melodilere, insan sesiyle olduğu kadar orkestrayla da seslendirilen bir dizi leitmotiv yerleştirdi. Ayrıca, seyirci tarafından görünmesini istemediği orkestrayı, şarkıcıların eşlikçisi durumundan kurtararak, sahnedeki eylemi yorumlamaya ve desteklemeye elverişli bir araç durumuna getirdi ve bu sonuca varmak için de orkestrayı yeni çalgılarla zenginleştirdi. Geleneksel İtalyan operasından kopmak için yaptığı birkaç hamleden (Uçan hollandalı, Tannhauser, Lohengrin) sonra Tetralogie, Tristan und isolde ve Parsifal ile düşlediği reformu bütün boyutlarıyla gerçekleştirdi.
R. Strauss’un başarısı, zamanının armoni ve orkestralama alanındaki edinimlerini bir yana bırakmadan, çeşitli kaynak lara (bu arada barok müziğe de) başvurarak, VVagner’in etkisinden kurtulabilmesindedir (Güllü şövalye).
Onikitonculuğun lirik müziğe girmesi, iki savaş arası dönemin anlatımcılığına katkıda bulundu ve birkaç başyapıta (Schönberg'in Moses und Aron'u, Berg’in Wozzeckve Lulu'su) esin kaynağı oldu. Bu anlatımcılığın etkisi, ikinci Dünya savaşı’ndan sonra da yer yer sürdü (B. A. Zimmermann’in Die Soldateni).

Öteki ülkeler. Müzik, dramatik öykü ve dansın, maske'de bir araya gelmesi, Purcell (Dido and Aeııea) ve J. Blow ile gelişen XVII. yy. sonu İngiliz operasının ha bercisidir. Aslında kendileri de yabancı etkiler altında kalan bu girişimler, İtalyan üslubunun ülkede tutunmasını sağlayan birtakım yabancı bestecilerin (özellikle de Hândel ve Bononcini) Londra’ya yerleşmesiyle gölgede kaldı. Ulusal bir yenilenme, Deüus, Vaughan VVİlliams, Tippett ve Britten ile, ancak XIX. yy. sonunda ortaya çıktı.
İspanyol zarzuela bestecilerinin karşı koymaya çalıştıkları İtalyan etkisinden sonra, XVIII.-XIX. yy.’lar arasında folklor eğilimi ağır bastı ve Granados ile M.de Falla' nın temsil ettikleri ulusal bir okulun kurulmasına yol açtı.
XVIII. yy.’da Rusya’da da İtalyan ürik sanatı egemen durumdaydı. XIX. yy.’da Glinka, halk kaynaklarına dönülmesini savunarak ve ulusal tarihten esinlenerek buna karşı koydu (ivan Susanin). Onun bu girişimini sürdüren Beşler grubu’nun üyeleri, durumların gerçekliği üzerinde durdular ve halktan esinlenerek ünlü koroior yazdılar (Musorgskiy'in Boris Godunov'u; Borodiıı’in Prens igor'u; Rimskiy-Korsakov'un Altın horoz'u). Beşler’e koşut olarak Çaykovskiy, ülkesinden kaynaklanan romantik bir ülküyü savundu (Yevgeniy Onegin, Maça kızı). Rus devrimi, bestecilerin ulusal renge olan bağlılıklarını da ha da pekiştirdi (Prokofyev'in Üç portakalın aşkı).
Orta Avrupa'da yurtseverlik duygusu, Smetana (Satılmış nişanlı), Dvofâk (Rusalka) ve Janâöek’in (Jenufa) lirik partisyonlarının çoğuna girmiştir. Geleneğe bu bağlılık mitolojik (Enesco’nun Oidipus'u) ya da efsanevi ve felsefi (Bartök'un Mavi sakalın şatosu) konulara da yönelmeyi engellemedi. Moniuszko Szymanowski’nin yapıtlarında doğrudan beliren polonyalılık bilinci, Penderecki’de müziğe birer dayanak olarak seçilen birtakım tarihsel olaylarla canlandırıldı (Loudun'un şeytanları).
ABD'de opera tarihi, iki akıma bağlanır; İtalya'dan gelen geleneksel akımın temsilcisi G. C. Menotti’dir (Medyum, Konsolos), ülkenin öz ürünü olan caz ile negro spiritual gibi çeşitli etkileri bağdaştıran öteki akımı G. Gershvvin temsil eder (Porgy and Bess).

Türkiye'de opera. XVI. yy.’ın sonuna doğru (Murat III döneminde) İstanbul’a gelen bir İtalyan kumpanyasının, Saray’da müzikli bir oyun sunduğunu belirten yazılı kaynaklar vardır. Avrupa’dakilere benzer ilk opera temsilleri, Selim III dönemindedir. Mahmut II, özellikle de Batı ile ilişkilerin arttığı- Abdülmecit I dönemlerinde çeşitli İtalyan kumpanyaları, birçok opera oynadılar. XIX. yy.’ın ikinci yarısında transız, İtalyan, alman ve yunan opera toplulukları, İstanbul ve İzmir’de bir mevsim süren opera temsilleri verdiler. Yabancı bestecilerden, Türkiye’de opera besteleyenler oldu. Bunlardan Lombardi’nin Giselda'sı (1849) ve Giacomo Panizza’nın Sillstre'm (1856) Naum tlyatrosu'nda oynandı. Verdl'nln kimi yapıtlarının, İtalya'dan sonra (Fransa ve Almanya'dan bile önce) ilk kez Türkiye'de oynanman özellikle İstanbul'da ciddi bir opera izleyicisinin var olduğunu gösterir Su dönemde azınlıkların kurduğu topluluklar, operet ve öpere komiklerin yanı sıra operalar da sunmaya başladılar, Su topluluklardan Sütlü Agop'un OsmanlI tiyatrosu İle, Dlkran Çuhacıyan yönetimindeki Opera tiyatrosu anılmalıdır. Daha önee yabanoı müzikallerce Türkiye'de bestelenen operaların librettolarını da yabancılar yazmıştı, Türkçe libretto üzerine ilk operayı lübnanlı Vad ya Sabra besteledi: Kenan çobanlan (1810; metin Halide Edip Adıvar'ındır), Mehmet Saha Sey'ln (Pars) Neeterem, bestecisi de, librettoousu da türk olan İlk opera sayılabilir (yapıtın metni Abdülhak Hamit'ln [Tarhan] aynı adlı oyunudur). Bu yolda denemeler librettosunu Şebabettin Süleyman ile Hulki Amll'ln (Keymen) yazdığı, Nurullah îaşkıran'ın bestelediği İhtiyar İle sürdü.
Cumhuriyet döneminde devletin müzik politikası, türk halk müziği temeli üzerinde Batı teknikleri kullanılarak çoksesli yeni bir müzik yaratılmasını öngörüyordu, Bu amaçla, Avrupa'ya yetenekli gençler gönderilirken, türk müzik öğretimi de Avrupa' dan davet edilen uzmanların önerileri doğrultusunda yeniden düzenlendi, Cumhurlyet'in onuncu yıldönümünde, aydınlar, müzikte batılılaşma yolunda atılan adımların somut sonucunu görmek için sabırsızlanıyorlardı. Cumhuriyetçi aydınla rın gönüllerinde yatan, çoksesli müziğin en yetkin ve en çaplı sentezi olan opera türünde, konusuyla, librettosuyla ve bestesiyle türk olan ilk yapıtın bir an önce ya- ratılmasıydı. Metni üzerinde Atatürk'ün kendisinin de titizlikle durduğu İlk opera Münir Hayrı Egeli'nln librettosu üzerine Ahmet Adnan Saygun'un bestelediği, Ötsoydur, (İlk kez, haziran 1934’te, Atatürk ve resmi konuğu Iran şahı Rıza Pehlevl'nln huzurunda oynandı). Birkaç hafta gibi çok kısa bir sürede tamamlanan ve derleme bir kadroyla seslendirilen yapıtın kimi kusurları hoşgörüldü. Aynı yıl yine A, A. Saygun’un Taşbebek ve Necil Kâzım Akses'ln Bayönder adlı operaları da Atatürk'ün önünde sahnelendi.
1936'da kurulan Ankara Devlet konservatuvarı'nın 1937'de açılan "Temsil kısmı", tiyatro opera ve bale altbölümlerinden oluşuyordu. Cari Ebert tarafından örgütlenen bu bölümde Tatbikat sahnesi adlı bir uygulama ekibi oluşturuldu (1940). Ebert'in yönetimindeki Tatbikat sahnesi'nin ilk opera temsili 21 haziran 1940'ta gerçekleştirildi: Mozart'ın tek perdelik yapıtı Bastien ve Bastienne. Daha sonra Puccini'nin Madama Butterfly’inin 2. perdesi, yine Puccini'nin Tosca'sının 2. perdesi ve Beethoven'in Fidetio, Smetana'nın Satılmış nişanlı, Mozart'ın Figaro'nun düğünü, Puccini' nin La Bohöme, Verdi'nin Maskeli balo, Bizet'nin Carmen, Rossini'nin Sevil berberi adlı operaları sahnelendi, 1949 ortasında Tatbikat sahnesi, yerini yeni kurulan Devlet tiyatrosu ve operası'na bıraktı, 1968'de Devlet tiyatrosu ve Devlet operası birbirinden ayrıldı, 27 Mayıs 1960'tan sonra bu iki kurum, yasal olarak birbirine bağlı göründüğünden yeniden birleştirildi, ortasında, yürürlüğe giren yeni bir yasayla tiyatrodan bağımsız Devlet opera ve balesi kuruldu.
Bu arada, Türkiye’de oynanan yabancı operaların sayısı artarken türk besteciler de yem operalar bestelediler: A. A. Saygun (Kerem, 1963), Nevit Kodallı (Van Qogh, 1967), Sabahattin Kalender (Hasrettin Hooa, 1962), N, Kodallı (Sılgamış, 1963), Ferit Tüzün (Midenin kulakları, 1969).
Ankara'dan sonra İstanbul da bir opera topluluğuna kavuştu: İstanbul Şehir operası (1960). Bu topluluk 1970'te İstanbul Devlet opera ve balesi'ne dönüştü 1970'lerde üş yeni türk operası bestelendi: Çetin Işıközlü'nün Oülbahar'ı (1972), A. Adnan Saygun'un Köroğlu'su (prömiyeri, 1973'te ilk İstanbul festlvall'nde yapıldı) ve Cengiz inçim Dell Oumrul'u (1979) 1900'lerden sonra Okan Demırış, türk opera repertuvarına Uç yapıt daha ekledi: IV. Murat (1980), karyağdı Hatun (1965), Yuaut He Züleyhe (1990) Türkiye'nin üçüncü opera lopluluğu'da 1982'de İzmir'de kuruldu.
Opera cemiyeti, Ahmet Adnan Saygun ve Ragıp Kosemihaloğlu tarafından İstanbul'da kurulan (1930) ve müzik sevgisini yaymayı, operayı geniş kitlelere sevdirmeyi amaçlayan , dernek, Bazı opera parçalarını çevirten dernekte, piyona resitalleri de düzenlenmişti.

Kaynak: Büyük Larousse
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
28 Ağustos 2016       Mesaj #7
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  opera.jpg
Gösterim: 640
Boyut:  139.0 KB
🌘 🚀

Benzer Konular

7 Eylül 2011 / RuffRyders Telefon
16 Mart 2018 / GusinapsE Sanat
3 Ekim 2006 / Pollyanna Meslekler
24 Ocak 2008 / virtuecat Sanat
7 Mayıs 2011 / GÖK-TÜRK Bilgisayar