Ziyaretçi
Keşanlı Ali'nin destan ve aşkla sınavıApartman aralarından sarkan çamaşırlar; derme çatma kondular ve kondu sakinleri... Kopup geldikleri topraklardan uzaklarda, kente teğet kenar mahallede, Sineklidağ'da yaşamı yeniden kodluyorlar. Tepeden baktıkları kenti gözleyen gözleri, yaşamlarını kimi zaman yaşanmaz kılsa da, onları sahici kılan tek şey, kendi kalmaları olmalı.
Haldun Taner'in usta kaleminde hayat bulan Sineklidağ ve bu kenar mahallenin destan sahibi bıçkın delikanlısı Keşanlı Ali. Ve Ali'nin gönlünü düğümleyen güzel Zilha. Yalçın Tura'nın müzikleri ile hafızalara kazınan Keşanlı Ali Destanı, 'müzikaller çağı' diye adlandırabileceğimiz günümüz tiyatro ortamının nitelikli eserlerinden bir tanesi. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun seyirciyle buluşturduğu Keşanlı Ali Destanı, destanların yüzündeki aylayı sıyırıp ardındaki insanı çıkarması bakımından da farklı bir yerde duruyor.
Tiyatroseverlerin ilk olarak Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu'ndan seyrettikleri Keşanlı Ali Destanı, Türk tiyatrosunun önemli yazın örneklerinden bir tanesi. Ali, kendi halinde bir kenar mahalle delikanlısı iken, namlı bir kabadayıya dönüşür. Yokluğunda mahallede başlamış olan anarşi, durulmak için Ali'nin mahpushaneden gelmesini bekler. Bir de gönlü kırık Zilha gizliden gizliye bekler, Ali'yi. Keşanlı Ali için Sineklidağ'ın kendisine biçtiği 'rol'ü giymek bir yana, 'aşk' postunu yerlere sermek ve serilmek de bir yoldur. Ali'nin önünde, bir yanda 'destan' öte yanda 'aşk' olmak üzere iki yol uzanır. Destan bu ya, her zaman 'kahraman' kılıç kuşanmaz; aşk da kuşanır.
Ali'nin dramı ya da destanı... Bir şey keşfeder Ali; "Bu dünyada namuslu, insaniyetli oldun mu, alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu saygı itibar görüyorsun." Kentin içinde kaybolmaktansa, kenar semtlerine sığınıp kendileri olarak kalmış bu insanların yani kondu sakinlerinin önlerinde görmek istediği bir figürdür Ali. Onların yükünü sırtlanır; kendi yüküne ilaveten. Bir de aşkını vurunca sırtına, dizleri titrer, gözlerindeki fer yiter, dizindeki derman gider. Yüklendiği sorumluluk, "muhtar" bir Ali"yi doğururken, Ali'nin gönlü aşkta, Zilha'dadır. Bir an değiştiği, "makam"ın nimetini devşirdiği, semirdiği, serpildiği de olur. Öyle ki, kentin ağababası, müteahhit İhya Onaran'a (Sükan Kahraman) bile kafa tutabilecek duruma gelir. Fakat, aşk, sağaltan, durultan, yalınlaştıran bir şey olarak, yanı başında durur Ali'nin. Dram, budur. Seçilmişin, seçmek zorunda kaldığı iki gerçek vardır. Hangi yoldan giderse, başka bir Ali olacaktır. Keşanlı Ali Destanı, iflah olmaz kentliliğimiz ve vazgeçilmez köylülüğümüz ile dalga geçen, kahraman kültünü yerle bir ederken, geriye 'insaniyetliğimizi' sağ bırakan bir oyun. Keşanlı Ali Destanı, seyredenlere hoş vakit geçirten, düşündüren, eğlendiren bir oyun. Geçimini tuvaletten sağlayan Şerif Abla'sı (Hikmet Körmükçü); kundura boyacısı, cin fikirli İzmarit Nuri'si (Murat Garibağaoğlu), bıçak bileycisi Temel'i (Serdar Orçin), âkil kişisi Derviş Dayı'sı (Münir Kutluğ), hamalı Beşvakit Niyazi'si (Hakan Arlı), utangaç, mahçup, alımlı ve bir o kadar da mangal yürekli Zilha'sı (Meriç Benlioğlu), Çakal Rüstem'i (Tuğrul Arsever), Teke Kâzım'ı (Çağlar Yiğitoğulları), Kürt Sabri'si (Erarslan Sağlam), Sipsi Selim'i (Savaş Barutçu), Manyak Cafer'i (İskender Bağcılar), Suhandan Gülperi'si (Aslı Aybars) ile Sineklidağ'ın konduluları, bir destan yazıyor sahnede. Sineklidağ'a yolunuzu mutlaka düşürün ve destanı bir de Keşanlı Ali'den dinleyin.

Haldun Taner'in usta kaleminde hayat bulan Sineklidağ ve bu kenar mahallenin destan sahibi bıçkın delikanlısı Keşanlı Ali. Ve Ali'nin gönlünü düğümleyen güzel Zilha. Yalçın Tura'nın müzikleri ile hafızalara kazınan Keşanlı Ali Destanı, 'müzikaller çağı' diye adlandırabileceğimiz günümüz tiyatro ortamının nitelikli eserlerinden bir tanesi. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun seyirciyle buluşturduğu Keşanlı Ali Destanı, destanların yüzündeki aylayı sıyırıp ardındaki insanı çıkarması bakımından da farklı bir yerde duruyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Ali'nin dramı ya da destanı... Bir şey keşfeder Ali; "Bu dünyada namuslu, insaniyetli oldun mu, alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu saygı itibar görüyorsun." Kentin içinde kaybolmaktansa, kenar semtlerine sığınıp kendileri olarak kalmış bu insanların yani kondu sakinlerinin önlerinde görmek istediği bir figürdür Ali. Onların yükünü sırtlanır; kendi yüküne ilaveten. Bir de aşkını vurunca sırtına, dizleri titrer, gözlerindeki fer yiter, dizindeki derman gider. Yüklendiği sorumluluk, "muhtar" bir Ali"yi doğururken, Ali'nin gönlü aşkta, Zilha'dadır. Bir an değiştiği, "makam"ın nimetini devşirdiği, semirdiği, serpildiği de olur. Öyle ki, kentin ağababası, müteahhit İhya Onaran'a (Sükan Kahraman) bile kafa tutabilecek duruma gelir. Fakat, aşk, sağaltan, durultan, yalınlaştıran bir şey olarak, yanı başında durur Ali'nin. Dram, budur. Seçilmişin, seçmek zorunda kaldığı iki gerçek vardır. Hangi yoldan giderse, başka bir Ali olacaktır. Keşanlı Ali Destanı, iflah olmaz kentliliğimiz ve vazgeçilmez köylülüğümüz ile dalga geçen, kahraman kültünü yerle bir ederken, geriye 'insaniyetliğimizi' sağ bırakan bir oyun. Keşanlı Ali Destanı, seyredenlere hoş vakit geçirten, düşündüren, eğlendiren bir oyun. Geçimini tuvaletten sağlayan Şerif Abla'sı (Hikmet Körmükçü); kundura boyacısı, cin fikirli İzmarit Nuri'si (Murat Garibağaoğlu), bıçak bileycisi Temel'i (Serdar Orçin), âkil kişisi Derviş Dayı'sı (Münir Kutluğ), hamalı Beşvakit Niyazi'si (Hakan Arlı), utangaç, mahçup, alımlı ve bir o kadar da mangal yürekli Zilha'sı (Meriç Benlioğlu), Çakal Rüstem'i (Tuğrul Arsever), Teke Kâzım'ı (Çağlar Yiğitoğulları), Kürt Sabri'si (Erarslan Sağlam), Sipsi Selim'i (Savaş Barutçu), Manyak Cafer'i (İskender Bağcılar), Suhandan Gülperi'si (Aslı Aybars) ile Sineklidağ'ın konduluları, bir destan yazıyor sahnede. Sineklidağ'a yolunuzu mutlaka düşürün ve destanı bir de Keşanlı Ali'den dinleyin.

Tiyatro Severlere












