Arama

Tiyatro Severlere - Sayfa 7

Güncelleme: 28 Mayıs 2013 Gösterim: 167.717 Cevap: 163
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #61
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
“AKILLI SOYTARI” ÇIKTI!

Sponsorlu Bağlantılar
Çocuk tiyatrosunun yetkin imzası Fikret Terzi’nin “Akıllı Soytarı” adlı oyunu, yayın sahnesinde “perde” dedi. Türkiye’de çocuk tiyatrosu alanının her aşamasında, kendine özgü kuramları, en doğru iletileriyle; en uzun süre emek ve ürün veren Terzi’ye göre, yaygın bilinişin aksine, “Çocuk tiyatrosu, yarının seyircilerinin değil kurucularının yetiştirilmesinde etkendir.”

Dünyanın bugün ulaştığı siyasal ve sosyal kirliliğin boyutunu gözler önüne seren oyunda bunu engellemenin ancak çocuklarla olabileceğinin altı çiziliyor. Yazarın “Çocuk tiyatroya seyretmek için değil, oynamak için gelir” yaklaşımıyla, izleyici çocuk rol kişiliğine büründürülerek aktif katılımcı kılınıyor.


“Akıllı Soytarı”, insanın ancak eşit, özgür ve demokratik bir ortamda mutlu olabileceğini evrensel bir tema ve masalsı bir kurguyla anlatan çağdaş fantastik bir oyun. Akıllı Soytarı ve çocuklar; savaş başta olmak üzere kötülük kavramlarının bilinmediği uzayın mutluluk gezegenini yalan - dolan - çıkar adlı üç dünyalı düzenbazın kirletmesine izin vermiyor.

Çocuk tiyatrosu ustası Fikret Terzi’nin çocuklar için kaleme aldığı 23 oyundan biri olan “Akıllı Soytarı”, kezlerce devlet ve şehir tiyatrolarında küçük tiyatroseverlerin alkışlarını aldı.

Kuramlarından birini “Tiyatrosuz büyüyemeyiz; ne çocuk ne de yetişkin olarak.” şeklinde özetleyen yazarın Mitos Boyut Yayınları arasından çıkan bu kitabı, salt çocuklara ya da alanın ilgililerine değil herkese yönelik. Çocuğu tiyatro seyircisi olmaya özendirecek kadar çarpıcı olan yapıt, iyi bir okuyucu olmasında da etkili bir dramatik kurgu içeriyor.

Mitos Boyut Yayınları, Fikret Terzi’nin; şu sıralar İzmit Şehir Tiyatroları’nca sahnelenen “Keloğlan (O Benim O)”, Ankara Devlet Tiyatroları’nca sahnelenen “Gölgenin Canı” ve Bakırköy Belediye Tiyatroları’nca üç sezondur sahnelenen “Barış Ormanında Yarış” oyunlarını da önümüzdeki aylarda tiyatrosever çocuk okurlarla buluşturmaya hazırlanıyor.


eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #62
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
Murtazamurtaza ak
Oyun, otoriter bir toplumun yetiştirdiği bir kişilik olan Murtaza ile otoritenin eğitemediği sıradan insanlar arasındaki çatışmayı aktarıyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Orhan Kemal Murtaza adlı oyunuyla, toplumsal yaşamın ikilemlerini, acımasızlıklarını, küçük ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Oyun 1940'larda geçer. Büyük kentler, sınıflar, küçük dünyalar, avarelikler, politika, aşk, hırs, onur, riya, ihanet, fabrikalar, işçiler... anlattığı bin bir kavramdan ilk akla gelenlerdir. Önce gece bekçisi, sonra fabrika gece kontrolörü olan Murtaza'nın etrafındaki kraldan çok kralcı yaşamları anlatır…
Sistemin kendisine sunduğu doğruları kendi doğruları olarak kabullenen Murtaza'nın en önemli sözü şudur: "gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden, görseydin kurs, alsaydın amirlerinden çok sıkı disiplin konuşmazdın büyle cayıl cayıl." ya da "Yukarıda Allah, Ankara'da devlet, burada da ben"...

Oyun kişileri , eşine rastlanmayan çeşitlilik ve renk bolluğuna sahiptir. Bu zengin hatta kalabalık kadronun her üyesi oyuna kendi nesnel-toplumsal durumu ve öznel-kişisel tutum ve davranışıyla girer. Oyunun ne anlattığını tespit etmek, seyircinin dikkat ve derinliğine kalmıştır. İsteyen oyundaki toplumsal tabakalar zenginliğine kaptırır kendisini; isteyen oyunun renkli kişilerini daha yakından ve derinden izlemeye çalışır. İsteyen de eserin mükemmelliğinin zevkine varır...

Orhan Kemal’in eserinden uyarlanan Murtaza, sistemle bütünleşmiş bireyin traji-komik öyküsünü anlatıyor.
Sahneye Uyarlayan: Günay Ertekin
Yönetmen: Işıl Kasapoğlu, Bülent Emin Yarar
Sahne Dekor Tasarım: Metin Deniz
Müzik: Nejat Yavaşoğulları
Kostüm Tasarım: Mualla Erkut
Dramaturji: Yavuz Pekman, Günay Ertekin
Işık Tasarım: Sema Öztaş, Zeyno Sürek
Kukla Tasarım ve Uygulama: Senem Orhonsayın
Yönetmen Asistanı: Emel Çölgeçen

Oyuncular:
Bakkal, Mahalleli: Fulya Aksular
Kedi, Mahalleli: Sibel Altan
Makara, Dubara: Sarp Aydınoğlu
Murtaza: Tansu Biçer
Fen İşleri, Kahveci: Asil Büyüközçelik
Anne: Aylin Çalap
Mahalleli, Komşu Kadın: Banu Çiçek
Koca, Simitçi, Ensiz: Bülent Çolak
Komiser, Dokuma Şefi: Fatih Dönmez
Akile Hala: Sibel Altan
Karı, Mahalleli, Komşu: Özlem Durmaz
Firdevs: Banu Çiçek
Cemile: İrem Erkaya
Yassı, Yarasa, Mahalleli: Gülin Kılıçay
Bekçi, Nuh: Serkan Keskin
Adam, Ferhat, Hasan: Ahmet Kaynak
Zehra, Mahalleli: Serap Matyaş
A. Katibi, Mahalleli, Recep, Vezneci:Ümit İlban
Yaşlı Adam, Azgın Ağa, Mahalleli: Ali Savaşçı
Müzisyenler:
Flüt: İlkay Aknam
Klarnet: Volkan Kaya
Gitar: Fatih Dönmez / Gülin Kılıçay



Enka Açıkhava Tiyatrosu
Sadi Gülçelik Spor Sitesi, İstinye

Tarih : 19 Temmuz Çarşamba 21:15
Fiyat : 22,50 YTL


eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #63
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Tiyatrosu günümüz tiyatrosunun birçok olumsuz yanlarına ışık tutabilir. 130 yıl önce Batı Tiyatrosu örneğinde bir tiyatro kurarken ne seyirci, ne tiyatro sanatçısı ve teknik adamı, ne yazar ne de yönetmen ve sahne tasarımcısı vardı. Osmanlı Tiyatrosu kısa zamanda bunların hepsini sağlamıştır. Ayrıca Müslüman kadın seyirci, müslüman kadın oyuncu sorunlarına da çözüm getirmiştir. Oyun yazarlarını tiyatro içine çekmiştir. Bu kadar kısa sürede her bakımdan iyi örgütlenmiş yerleşik bir repertuar tiyatrosunun kuruluşuna dünya tiyatro tarihinin hiç bir döneminde rastlanmamıştır.

Önce Osmanlı Tiyatrosunun çok çağdaş bir tutumuna ilgiyi çekmek isterim. Osmanlı Tiyatrosu Namık Kemal, Ali Bey, Ahmet Mithat Efendi gibi oyun yazarlarını tiyatro içine çekmiş, bu yazarların tiyatro sanatçılarıyla elele birlikte çalışmalarına olanak sağlamıştır. Çoğunluğu Ermeni olan sanatçıların bozuk teleffuzlarını düzeltmişlerdir. Ayrıca Güllü Agop, tiyatro bilgisi ve deneyimiyle bir takım oyunları yazarlarıyla birlikte yazmıştır. Böylece tiyatrocu eylemi ile edebiyatçı eylemi güç birliği yapmıştır. Sahneye çıkan ilk Türk oyunu olan Mustafa Efendi’nin Leyla ve Mecnun oyunuda böyle bir işbirliğinin sonucudur.

Günümüzde ise yazarlar oyunlarını evlerinde yazıp tiyatroya verdikten sonra yalnız ilk gösteriminde görürler.
Osmanlı Tiyatrosu’ndan günümüz tiyatrosuna ışık tutabilecek 2. Öğrenek oyuncular bakımındandır. Osmanlı Tiyatrosu’nun sanatçıları tam anlamıyla profesyoneldi; kendilerini yanlızca sanatlarına adamışlardı. İçlerinde Avrupa görmüş,bir kaç yabancı dil bilenler vardı. Kolaylıkla devlet kapısında iyi aylıklı bir iş bulabilirlerdi. Kimininde iyi para getirebilecek bir zanaatı vardı. Ancak onlar kendilerini tiyatroya adamışlardı. Çoğu da yaşlılıklarında veremden, yoksulluktan ölmüşlerdi. Günümüzün tiyatrocularına gelince çoğu reklamlara çıkar, tv dizi filmlerinde rol alır, sunucu olur. Çoğunlukla Brezilya,Amerikan dizilerini seslendirir,Milyonların izlediği bu dizilerde de bir ses olarak kalırlar.

Osmanlı Devleti’nin ilk padişahları sade ve gösterişsiz bir hayat sürmüş olamakla beraber kısa bir zaman sonra saray, Selçuklularınkine uygun bir gelenekle kurulmuştur. Selçuk Sarayı’nda büyük ziyafetler verilir, çalgılar çalınıp şarkılar söylenir,şiirler okunur, hikayeler anlatılır, mudhik (güldürücü) ve mukallid (taklid edici) ler tarafından eğlenceler düzenlenirdi. Osmanlı Sarayı’nda da az zaman sonra böyle bir hayatın yerleşip kökleştiğini görüyoruz.

TANZİMAT VE İSTİBDAT DÖNEMİNDE TÜRK TİYATROSU (1839-1908)

1839 Tanzimat Dönemi’nin başlangıcı olarak benimsenirken aynı yıl tiyatro bakımından da bir önem taşır. Bu yıl tiyatro binalarının yapımının yoğunlaştığı yıldır.Türkler ilk bakışta kendi geleneksel tiyatrolarıyla Batı Tiyatrosu arasında 2 önemli ayrılık görüyorlardı. Bunlardan ilki geleneksel tiyatromuzun bir sahne üzerinde ve bir tiyatro binasında oynanmayışına karşı Batı Tiyatrosunun sahne üzerinde ve tiyatroda oynanışıdır. Bu nedenle ayrımı belirtmek için Ortaoyuncular sahne üzerinde oynadıklarında bunu ‘perdeliye çıkmak’ deyimiyle karşılıyordu.
Tiyatronun Batılılaşmasına Neden Olan Etkenler

1-Saray ve Çevresi:

Batılılaşmada girişim padişahlardan gelmiştir. Batı tiyatrosu içinde bu böyle olmuştur. Ayrıca tiyatroya karşı dinden ve gerici çevrelerden gelecek karşıcılıkta gene padişah-halife’nin tiyatroya gösterdiği yakın ilgi ile sönmüştür.
Saray daha baştan beri geleneksel tiyatromuz için uygun bir ortamdı. Genel şenliklerde seyirlik oyunlara saray geniş ölçüde önem verdiği gibi ,saray içinde de bu oyunların eğitimi ve gösterileri düzenlenmişti.Padişahların daha önceki y.y.’lardaki ilgilerini bir yana bırakarak Batılılaşmanın bilinçleştiği 3.Selim çağını alırsak bu yenilikçi sultanın çağında Batı Tiyatrosunun artık Türkiye’ye girdiğini söyleyebiliriz.
2. Mahmut çağında tiyatroya ilginin daha da çoğaldığını görüyoruz. 2 tane anfiteatr kurulmuştur.

İlk başlarda sarayda temsil veren sanatçılar daha çok gözbağcılar ve sirk topluluklarıydı. Ancak ileride de görüleceği gibi bunların tiyatronun gelişmesinde önemli yeri vardır.
Saray içinde önce geçici tiyatrolar yapıldı. (Çırağan Sarayı’nda,daha sonra 1856’da Dolmabahçe Sarayı’nda) Padişahların dışarıdaki tiyatrolara ilgisi,bunları fermanla ve ödenekle desteklemesi tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sultanın ve yabancı konukların gidebileceği bir tiyatronun olması , sarayın saygınlığı içindi.
2.Abdülhamid döneminde ya saraydaki yerli ve yabancı sanatçılarla temsil düzenlenmiş, yada dışarıdan gelen topluluklara ve sanatçılara saray tiyatrosunda temsiller verdirmiştir. Asıl önemlisi sarayın kendi sanatçılarıyla düzenlediği Türkçe temsillerdir. Unutmayalım ki ilk Türk oyunu olarak benimsediğimiz İbrahim Şinasi Efendi’nin Şair Evlenmesi komedyası Dolmabahçe Saray tiyatrosunda oynanmak üzere yazarına ısmarlanmıştı.

Abdülaziz çağında saray ve çevresinin tiyatrosu kısıtlanmış olmakla birlikte tersine dışarda Türk Tiyatrosu altın çağını yaşamıştır. Bunu ise padişahtan çok, yüksek devlet görevlilerinin katkısı ve çabasına borçluyuz. Abdülhamid çağında ise tam tersine saray dışı tiyatro can çekişecek kadar kısıtlanmış, saray tiyatrosu ise saray içi ve saray dışından yerli ve yabancı sanatçılarla güçlenmişti.

2-Yüksek Devlet Görevlileri-Türk Elçileri-Basın

Batı Tiyatrosu ile tanışıklığımızda ve bu tiyatronun ülkemizde gelişmesinde saray ve çevresi ölçüsünde belki daha da önemli bir etken olarak devlet görevlilerinin, dışarıya giden Türk elçilerinin ve yeni gelişmekte olan basın ve yayınında önemli katkısı vardır. Saraya koşut olarak devlet adamları da konaklarında Batı Tiyatrosu ve müziğine önem veriyorlardı.

Avrupa Tiyatrosu’nun tanınmasında Tanzimat öncesi ve sonrası kurulan elçiliklerimizinde önemli katkısı vardır. Asal görevleri diplomatik ilişkilerin yanısıra, elçiliklerimizden gittikleri ülkede Türkiye’nin batılılaşmasına katkısı olacak bilgileri vermeleri istenmişti.

Tiyatronun tanınmasında basının önemli yardımı görülmüştür. Tiyatro duyurularına, haberlerine, eleştirilerine ve özellikle Avrupa’daki tiyatro yaşamı üzerine verdiği bilgilerle halkı tiyatro konusunda aydınlatıyorlardı. Hatta oyun metinlerine de yer veriyorlardı.

3.Yabancı Elçilikler

Kimi elçiler,elçilikleri içinde tiyatro yaptırıp, burada temsiller verdirmişlerdir, bu temsillere Türkler seyirci olarak gelmiş, temsillereTürk oyuncularınında kendi gösterileriyle katıldığı olmuştur. Elçiler ayrıca dışardaki, özellikle kendi ülkelerini ilgilendiren temsilleri çeşitli yollardan desteklemişlerdir.

4-Azınlıklar

Azınlıklar denilince ilk akla gelen Yahudiler,Rumlar ve Ermenilerdir. Ancak özellikle Avrupa’dan gelen çeşitli nedenlerle Türkiye’ye yerleşmiş Levantin ve Türkçe deyimiyle Tatlısu Frenkleri’ni anlamak gerekecektir. Bunlar arasında özellikle İtalyan, Fransız ve Almanları düşünmemiz gerekir. Bu topluluklar için tiyatro binaları yapılmış, düzenli temsiller verilmesi sağlanmıştı. Bunların katkıları daha çok Türkiye’ye yerleşik azınlığın kendi olanaklarıyla ve kendi aralarında sürdürdükleri tiyatro yaşamıdır. Türkiye’de Batı Tiyatrosu’nun başlaması ve gelişmesinde Ermeni azınlığın katkısı çok önemlidir.

5-Yabancı Topluluklar

Temsil için dışarıdan sık sık yabancı sahne sanatçıları ve toplulukları gelirdi. Bunlar yanlız seyircinin yetişmesi ve sahne sanatlarını tanıması bakımından değil, yerli sahne sanatçıları ve tiyatro adamlarının görgü ve bilgi kazanmaları, yerli toplulukların oyun dağarları,yerli yazarların Avrupa Tiyatrosunu tanımaların bakımından önemli katkıları olmuştur. Tiyatro binalarının yapılmasında da doğrudan doğruya yada dolaylı payları vardır.

6-İlk Türkçe Oyunlar

Geleneksel Tiyatromuz doğmaca olduğundan bir yazılı metin söz konusu değildi. İlk Türkçe oyun sarayın ısmarlaması üzerine 1859’da Şinasi tarafından yazılan Şair Evlenmesi’dir.
Türkçe oyun yazılmasında veya Türkçe’ye yabancı oyunların çevrilmesinde katkısı olan bir kurum Doğu Dilleri Okulu’dur.Bu okulda Fransız ve başka ülkelerden gelen gençlere Türkiye’deki elçiliklerde görevlendirilmek üzere Arapça, Farsça ve Türkçe öğretiliyordu. Yabancı elçiliklerde çevirmen olarak kullanılan Ermeni, Yahudi ve Rumların çeşitli nedenlerle işe yaramadıkları görülünce bunlara tiyatro oyunu çevirileri işi verildi.

Osmanlı Tiyatrosu’nun kuruluşunu ve sona erişini kesin olarak saptamak güçtür.Bu kuruluştan ve sona erişten ne anladığımıza bağlıdır.Güllü Agop’un bu sırada kurduğu topluluğun adı Asya kumpanyası idi. OsmanlıTiyatrosu adı altında ilk Türkçe Gösterimini verdiği yıl olan 1868’I benimsemek daha uygun gözüküyor.
Osmanlı Tiyatrosu’na asıl gücünü veren 1870 yılında devletin tanıdığı tekel imtiyazıydı. Nitekim bu imtiyazı aldığı yıldan başlayarak tiyatro hızlı bir gelişme göstermiştir; daha önemlisi Türk aydınları, yazarları ve devlet adamlarıyla sıkı ilşkisi bu yıldan sonra artmıştır.

Sona erişe gelince burada da çeşitli tarihler düşünülebilir. Eğer Osmanlı Tiyatrosu adına bağlı kalacak olursak, bu adı Güllü Agop’tan sonrada kullananlar olmuştur,öyleki Meşrutiyet döneminde de adı Osmanlı Tiyatrosu olan topluluklar vardı. On yıl için verilen tekelin işlerlik gücü 1880’den daha önce azalmıştı. Buna karşı, Güllü Agop tekelin sona erdiği yılda da , duyurularında imtiyaz sahibi olduğunu gösteren başlıkları kullanagelmiştir.
Kimi görüşe bakılırsa Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yıktırılış yılı olan 1884 tarihi önemlidir. Ancak bu yıl, başka bakımlardan önemli olmakla birlikte Osmanlı Tiyatrosu’nun sona erişi olarak kabul edilemez.

Güllü Agop

Batı Tiyatrosu’nun gelişmesi, Türk yazarlarının dramatik sanatla ilgilenmesi, profesyonel tiyatroculuğun gelişmesi kadar, her bakımdan örnek bir kültür kuruluşu olan ve izleri günümüze kadar gelen Osmanlı Tiyatrosu’nu kuran, geliştiren, ona yön veren Güllü Agop üzerine tiyatroculuğu dışında bilgimiz pek azdır; doğum ve ölüm yılları bile kesin değildir. Güllü Agop hem Türk, hem Ermeni olamak üzere iki toplumun ilişginiydi. Bizler her zamanki değerbilmezliğimizle onunla ilgilenmemişiz.
Güllü Agop’un tiyatroda adına ilk 1862’de rastlıyoruz. Şark Tiyatrosu, dönemi 5 Mayıs 1862’de Hugo’nun Kral Eğleniyor’u ile kapatmıştıAgop burada sahneye çıkmış ve herkes tarafından beğenilmişti.

Bundan sonra sahne koyucu ve oyuncu olarak katıldığı İzmir’de Vaspuran Tiyatrosu’nda ve sonra başına geçtiği Asya Kumpanyası’nda çalışmalarına devam etmiştir.
Güllü Agop tiyatroculuk yaşamında hep Türk ve Ermeni toplumları arasında sıkışmış, bocalamış, iki yanı da hoşnut etmeye çaba göstermiştir
Osmanlı Tiyatrosu günümüz tiyatrosunun birçok olumsuz yanlarına ışık tutabilir. 130 yıl önce Batı Tiyatrosu örneğinde bir tiyatro kurarken ne seyirci, ne tiyatro sanatçısı ve teknik adamı, ne yazar ne de yönetmen ve sahne tasarımcısı vardı. Osmanlı Tiyatrosu kısa zamanda bunların hepsini sağlamıştır. Ayrıca Müslüman kadın seyirci, müslüman kadın oyuncu sorunlarına da çözüm getirmiştir. Oyun yazarlarını tiyatro içine çekmiştir. Bu kadar kısa sürede her bakımdan iyi örgütlenmiş yerleşik bir repertuar tiyatrosunun kuruluşuna dünya tiyatro tarihinin hiç bir döneminde rastlanmamıştır.

Önce Osmanlı Tiyatrosunun çok çağdaş bir tutumuna ilgiyi çekmek isterim. Osmanlı Tiyatrosu Namık Kemal, Ali Bey, Ahmet Mithat Efendi gibi oyun yazarlarını tiyatro içine çekmiş, bu yazarların tiyatro sanatçılarıyla elele birlikte çalışmalarına olanak sağlamıştır. Çoğunluğu Ermeni olan sanatçıların bozuk teleffuzlarını düzeltmişlerdir. Ayrıca Güllü Agop, tiyatro bilgisi ve deneyimiyle bir takım oyunları yazarlarıyla birlikte yazmıştır. Böylece tiyatrocu eylemi ile edebiyatçı eylemi güç birliği yapmıştır. Sahneye çıkan ilk Türk oyunu olan Mustafa Efendi’nin Leyla ve Mecnun oyunuda böyle bir işbirliğinin sonucudur.

Günümüzde ise yazarlar oyunlarını evlerinde yazıp tiyatroya verdikten sonra yalnız ilk gösteriminde görürler.
Osmanlı Tiyatrosu’ndan günümüz tiyatrosuna ışık tutabilecek 2. Öğrenek oyuncular bakımındandır. Osmanlı Tiyatrosu’nun sanatçıları tam anlamıyla profesyoneldi; kendilerini yanlızca sanatlarına adamışlardı. İçlerinde Avrupa görmüş,bir kaç yabancı dil bilenler vardı. Kolaylıkla devlet kapısında iyi aylıklı bir iş bulabilirlerdi. Kimininde iyi para getirebilecek bir zanaatı vardı. Ancak onlar kendilerini tiyatroya adamışlardı. Çoğu da yaşlılıklarında veremden, yoksulluktan ölmüşlerdi. Günümüzün tiyatrocularına gelince çoğu reklamlara çıkar, tv dizi filmlerinde rol alır, sunucu olur. Çoğunlukla Brezilya,Amerikan dizilerini seslendirir,Milyonların izlediği bu dizilerde de bir ses olarak kalırlar.

Osmanlı Devleti’nin ilk padişahları sade ve gösterişsiz bir hayat sürmüş olamakla beraber kısa bir zaman sonra saray, Selçuklularınkine uygun bir gelenekle kurulmuştur. Selçuk Sarayı’nda büyük ziyafetler verilir, çalgılar çalınıp şarkılar söylenir,şiirler okunur, hikayeler anlatılır, mudhik (güldürücü) ve mukallid (taklid edici) ler tarafından eğlenceler düzenlenirdi. Osmanlı Sarayı’nda da az zaman sonra böyle bir hayatın yerleşip kökleştiğini görüyoruz.

TANZİMAT VE İSTİBDAT DÖNEMİNDE TÜRK TİYATROSU (1839-1908)

1839 Tanzimat Dönemi’nin başlangıcı olarak benimsenirken aynı yıl tiyatro bakımından da bir önem taşır. Bu yıl tiyatro binalarının yapımının yoğunlaştığı yıldır.Türkler ilk bakışta kendi geleneksel tiyatrolarıyla Batı Tiyatrosu arasında 2 önemli ayrılık görüyorlardı. Bunlardan ilki geleneksel tiyatromuzun bir sahne üzerinde ve bir tiyatro binasında oynanmayışına karşı Batı Tiyatrosunun sahne üzerinde ve tiyatroda oynanışıdır. Bu nedenle ayrımı belirtmek için Ortaoyuncular sahne üzerinde oynadıklarında bunu ‘perdeliye çıkmak’ deyimiyle karşılıyordu.

Tiyatronun Batılılaşmasına Neden Olan Etkenler
1-Saray ve Çevresi: Batılılaşmada girişim padişahlardan gelmiştir. Batı tiyatrosu içinde bu böyle olmuştur. Ayrıca tiyatroya karşı dinden ve gerici çevrelerden gelecek karşıcılıkta gene padişah-halife’nin tiyatroya gösterdiği yakın ilgi ile sönmüştür.
Saray daha baştan beri geleneksel tiyatromuz için uygun bir ortamdı. Genel şenliklerde seyirlik oyunlara saray geniş ölçüde önem verdiği gibi ,saray içinde de bu oyunların eğitimi ve gösterileri düzenlenmişti.Padişahların daha önceki y.y.’lardaki ilgilerini bir yana bırakarak Batılılaşmanın bilinçleştiği 3.Selim çağını alırsak bu yenilikçi sultanın çağında Batı Tiyatrosunun artık Türkiye’ye girdiğini söyleyebiliriz.
2. Mahmut çağında tiyatroya ilginin daha da çoğaldığını görüyoruz. 2 tane anfiteatr kurulmuştur.
İlk başlarda sarayda temsil veren sanatçılar daha çok gözbağcılar ve sirk topluluklarıydı. Ancak ileride de görüleceği gibi bunların tiyatronun gelişmesinde önemli yeri vardır.

Saray içinde önce geçici tiyatrolar yapıldı. (Çırağan Sarayı’nda,daha sonra 1856’da Dolmabahçe Sarayı’nda) Padişahların dışarıdaki tiyatrolara ilgisi,bunları fermanla ve ödenekle desteklemesi tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sultanın ve yabancı konukların gidebileceği bir tiyatronun olması , sarayın saygınlığı içindi.
2.Abdülhamid döneminde ya saraydaki yerli ve yabancı sanatçılarla temsil düzenlenmiş, yada dışarıdan gelen topluluklara ve sanatçılara saray tiyatrosunda temsiller verdirmiştir. Asıl önemlisi sarayın kendi sanatçılarıyla düzenlediği Türkçe temsillerdir. Unutmayalım ki ilk Türk oyunu olarak benimsediğimiz İbrahim Şinasi Efendi’nin Şair Evlenmesi komedyası Dolmabahçe Saray tiyatrosunda oynanmak üzere yazarına ısmarlanmıştı.

Abdülaziz çağında saray ve çevresinin tiyatrosu kısıtlanmış olmakla birlikte tersine dışarda Türk Tiyatrosu altın çağını yaşamıştır. Bunu ise padişahtan çok, yüksek devlet görevlilerinin katkısı ve çabasına borçluyuz. Abdülhamid çağında ise tam tersine saray dışı tiyatro can çekişecek kadar kısıtlanmış, saray tiyatrosu ise saray içi ve saray dışından yerli ve yabancı sanatçılarla güçlenmişti.
2-Yüksek Devlet Görevlileri-Türk Elçileri-Basın
Batı Tiyatrosu ile tanışıklığımızda ve bu tiyatronun ülkemizde gelişmesinde saray ve çevresi ölçüsünde belki daha da önemli bir etken olarak devlet görevlilerinin, dışarıya giden Türk elçilerinin ve yeni gelişmekte olan basın ve yayınında önemli katkısı vardır. Saraya koşut olarak devlet adamları da konaklarında Batı Tiyatrosu ve müziğine önem veriyorlardı.

Avrupa Tiyatrosu’nun tanınmasında Tanzimat öncesi ve sonrası kurulan elçiliklerimizinde önemli katkısı vardır. Asal görevleri diplomatik ilişkilerin yanısıra, elçiliklerimizden gittikleri ülkede Türkiye’nin batılılaşmasına katkısı olacak bilgileri vermeleri istenmişti.
Tiyatronun tanınmasında basının önemli yardımı görülmüştür. Tiyatro duyurularına, haberlerine, eleştirilerine ve özellikle Avrupa’daki tiyatro yaşamı üzerine verdiği bilgilerle halkı tiyatro konusunda aydınlatıyorlardı. Hatta oyun metinlerine de yer veriyorlardı.

3.Yabancı Elçilikler

Kimi elçiler,elçilikleri içinde tiyatro yaptırıp, burada temsiller verdirmişlerdir, bu temsillere Türkler seyirci olarak gelmiş, temsillereTürk oyuncularınında kendi gösterileriyle katıldığı olmuştur. Elçiler ayrıca dışardaki, özellikle kendi ülkelerini ilgilendiren temsilleri çeşitli yollardan desteklemişlerdir.

4-Azınlıklar

Azınlıklar denilince ilk akla gelen Yahudiler,Rumlar ve Ermenilerdir. Ancak özellikle Avrupa’dan gelen çeşitli nedenlerle Türkiye’ye yerleşmiş Levantin ve Türkçe deyimiyle Tatlısu Frenkleri’ni anlamak gerekecektir. Bunlar arasında özellikle İtalyan, Fransız ve Almanları düşünmemiz gerekir. Bu topluluklar için tiyatro binaları yapılmış, düzenli temsiller verilmesi sağlanmıştı. Bunların katkıları daha çok Türkiye’ye yerleşik azınlığın kendi olanaklarıyla ve kendi aralarında sürdürdükleri tiyatro yaşamıdır. Türkiye’de Batı Tiyatrosu’nun başlaması ve gelişmesinde Ermeni azınlığın katkısı çok önemlidir.

5-Yabancı Topluluklar

Temsil için dışarıdan sık sık yabancı sahne sanatçıları ve toplulukları gelirdi. Bunlar yanlız seyircinin yetişmesi ve sahne sanatlarını tanıması bakımından değil, yerli sahne sanatçıları ve tiyatro adamlarının görgü ve bilgi kazanmaları, yerli toplulukların oyun dağarları,yerli yazarların Avrupa Tiyatrosunu tanımaların bakımından önemli katkıları olmuştur. Tiyatro binalarının yapılmasında da doğrudan doğruya yada dolaylı payları vardır.

6-İlk Türkçe Oyunlar

Geleneksel Tiyatromuz doğmaca olduğundan bir yazılı metin söz konusu değildi. İlk Türkçe oyun sarayın ısmarlaması üzerine 1859’da Şinasi tarafından yazılan Şair Evlenmesi’dir.
Türkçe oyun yazılmasında veya Türkçe’ye yabancı oyunların çevrilmesinde katkısı olan bir kurum Doğu Dilleri Okulu’dur.Bu okulda Fransız ve başka ülkelerden gelen gençlere Türkiye’deki elçiliklerde görevlendirilmek üzere Arapça, Farsça ve Türkçe öğretiliyordu. Yabancı elçiliklerde çevirmen olarak kullanılan Ermeni, Yahudi ve Rumların çeşitli nedenlerle işe yaramadıkları görülünce bunlara tiyatro oyunu çevirileri işi verildi.
Osmanlı Tiyatrosu’nun kuruluşunu ve sona erişini kesin olarak saptamak güçtür.Bu kuruluştan ve sona erişten ne anladığımıza bağlıdır.Güllü Agop’un bu sırada kurduğu topluluğun adı Asya kumpanyası idi. OsmanlıTiyatrosu adı altında ilk Türkçe Gösterimini verdiği yıl olan 1868’I benimsemek daha uygun gözüküyor.
Osmanlı Tiyatrosu’na asıl gücünü veren 1870 yılında devletin tanıdığı tekel imtiyazıydı. Nitekim bu imtiyazı aldığı yıldan başlayarak tiyatro hızlı bir gelişme göstermiştir; daha önemlisi Türk aydınları, yazarları ve devlet adamlarıyla sıkı ilşkisi bu yıldan sonra artmıştır.

Sona erişe gelince burada da çeşitli tarihler düşünülebilir. Eğer Osmanlı Tiyatrosu adına bağlı kalacak olursak, bu adı Güllü Agop’tan sonrada kullananlar olmuştur,öyleki Meşrutiyet döneminde de adı Osmanlı Tiyatrosu olan topluluklar vardı. On yıl için verilen tekelin işlerlik gücü 1880’den daha önce azalmıştı. Buna karşı, Güllü Agop tekelin sona erdiği yılda da , duyurularında imtiyaz sahibi olduğunu gösteren başlıkları kullanagelmiştir.
Kimi görüşe bakılırsa Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yıktırılış yılı olan 1884 tarihi önemlidir. Ancak bu yıl, başka bakımlardan önemli olmakla birlikte Osmanlı Tiyatrosu’nun sona erişi olarak kabul edilemez.



Batı Tiyatrosu’nun gelişmesi, Türk yazarlarının dramatik sanatla ilgilenmesi, profesyonel tiyatroculuğun gelişmesi kadar, her bakımdan örnek bir kültür kuruluşu olan ve izleri günümüze kadar gelen Osmanlı Tiyatrosu’nu kuran, geliştiren, ona yön veren Güllü Agop üzerine tiyatroculuğu dışında bilgimiz pek azdır; doğum ve ölüm yılları bile kesin değildir. Güllü Agop hem Türk, hem Ermeni olamak üzere iki toplumun ilişginiydi. Bizler her zamanki değerbilmezliğimizle onunla ilgilenmemişiz.
Güllü Agop’un tiyatroda adına ilk 1862’de rastlıyoruz. Şark Tiyatrosu, dönemi 5 Mayıs 1862’de Hugo’nun Kral Eğleniyor’u ile kapatmıştıAgop burada sahneye çıkmış ve herkes tarafından beğenilmişti.

Bundan sonra sahne koyucu ve oyuncu olarak katıldığı İzmir’de Vaspuran Tiyatrosu’nda ve sonra başına geçtiği Asya Kumpanyası’nda çalışmalarına devam etmiştir.
Güllü Agop tiyatroculuk yaşamında hep Türk ve Ermeni toplumları arasında sıkışmış, bocalamış, iki yanı da hoşnut etmeye çaba göstermiştir
eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #64
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi



halduntaner0705h
HALDUN TANER
Haldun Taner, 16 Mart 1915 tarihinde İstanbul'da doğdu. Beş yaşında iken, devletlerarası hukuk profesörü olan babası ölünce, annesiyle birlikte büyükbabasının konağında kalmaya başladı. Annesine ve kendisine "Hidemat-ı Vataniye" fonundan maaş bağlanmasının yanısıra (1925), vatana hizmeti geçenlerin veya şehit düşenlerin çocuklarına tanınan haktan yararlanıp parasız yatılı olarak Galatasaray Lisesi'ne girdi. Buradan mezun olduktan sonra (1935), bir süre, Almanya'da Heidelberg Üniversitesi'nde iktisat ve siyaset öğrenimi gördü (1936-1938); üniversitenin üçüncü yılında tüberküloza yakalanarak bir süre Karaormanlar'da bir sanatoryumda tedavi gördü. Sonra yurda döndü ve Erenköy Sanatoryumu'na yatırıldı (1938 - 1942). 1950'de İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olarak aynı üniversitede sanat tarihi asistanlığına başladı. Viyana'da tiyatro eğitimi de gördükten sonra (1955-1957), Edebiyat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'nde tiyatro tarihi, dramaturji, edebiyat ve estetik dersleri verdi. Bu arada gazetelerde fıkralar, başyazılar yazarak, söyleşiler yayımlayan Haldun Taner 1967 yılında Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nu kurdu. 1973'de Milliyet'te fıkra yazmaya başladı ve Ankara Gazeteciler Derneği tarafından yılın gazetecisi seçildi. Yazıya, öyküyle başlayan (1945) Haldun Taner, New York Herald Tribune gazetesinin düzenlediği uluslararası bir yarışmada (1953) Şişhaneye Yağmur Yağıyordu adlı öyküsüyle birincilik aldı. Yoğun bir yazı ve tiyatro faaliyetinden sonra, 7 Mayıs 1986 tarihinde İstanbul'da kalp krizinden öldü.

ESERLERİ:

Tiyatro:
Ayışığında Şamata, Eşeğin Gölgesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Günün adamı-Dışardakiler, Haldun Taner Kabare, Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Vatan Kurtaran Şaban, Ve Değirmen Dönerdi-Lütfen Dokunmayın.

Deneme:
Berlin Mektupları, Çok Güzelsin Gitme dur, Hak dostum Diye başlayalım Söze, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Koyma Akıl Oyma Akıl,Önce İnsan.

Hikaye:
Kızıl Saçlı Amazon, Onikiye Bir Var, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, Yalıda Sabah.


ayisigiafis 171685 k 1002177380 k 4951



eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #65
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
MUAMMER KARACA:

ad alacakaptan 09 small
Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen.
1906 yılında İstanbul'da doğan Muammer Karaca, 1978 yılında İstanbul'da öldü. Veterinerlik öğrenimini yarım bırakarak tiyatroya yönelen Karaca, sanat yaşamına ilk kez 1923'te Sahir Opereti'nde sahneye çıktı; 1924 yılında da Darülbedayi'ye girdi ve Renkli Fener oyununda rol aldı. 1930'daki kısa süren Süreyya Opereti deneyiminden sonra tekrar Darülbedayi'ye döndü. 1945'te bir süre Ses Opereti'nde çalıştıktan sonra Karaca Opereti'ni, 1955'te ise Karaca Tiyatro'yu kurdu. Kendi mizacına uygun, güncel politik olayları yergi üslubu içinde ele alan, zaman zaman doğaçlamaya dayalı vodviller, komediler oynadı. Bunlardan üç binin üstünde oyunla afişte kalma rekoru kıran "Cibali Karakolu"ndan sonra "Etnan Bey Duymasın", "Demirel'e Söylerim", "Lahmacun Cumhuriyeti" gibi oyunlarla geniş bir seyirci topluluğunun sevgisini kazandı. Muhsin Ertuğrul'un "Karım Beni Aldatırsa" (1938) filmiyle sinema oyunculuğuna da başlayan Karaca, "Leblebici Horhor", "Aynaroz Kadısı", "Bir Kavuk Devrildi", "Akasya Palas" gibi bir çok filmlerde karakter rollerinde; Cibali Karakolu gibi tiyatrodan uyarlanan bazı filmlerde başrol oynadı
. Muammer Karaca, tuluat tiyatrosu geleneğini politik taşlamalarla güncel olana uygulamış, kalın çizgili güldürü kanavası içinde doğaçlamaya bolca yer vererek hem oyunculuk hünerini göstermiş, hem de sahneden doğrudan seyirciye yönelttiği taşlamalarla kıvrak zekasını kanıtlamıştır. İlk kadrosunda Adile Naşit, Salih Tozan, Selim Özcan, Ziya Keskiner, Tolga Tigin, Güler Kıpçak, Mesude Eker, Aysel Gürel gibi sanatçılar bulunan, daha sonra da bu kadroya yeni sanatçılar eklenen Muammer Karaca Tiyatrosu'nun, Türk tiyatro yaşamında kendine özgü bir yeri vardır. Muammer Karaca tiyatrosu 1959'da dağılmış, bir yıl sonra yeniden kurulmuştur." /
Sevda Şener-Cumhuriyet'in 75. yılında Türk Tiyatrosu-s:115

"Tiyatrosuna ne zaman gitsem, beni hep ön sıraya oturturdu. O gün salonda bulunan seyircilerin hepsinden daha çok gülerdim de ondan... Çocukluğumdan beri gülmeyi çok severim. Hoş, gülmeyi kim sevmez ki? Bir de hem gülmeyi, hem de güldürmeyi sevenler vardır. İşte, onlardan biri de Muammer Karaca idi. Tiyatroya, işine, güldürmeye aşık biriydi. Giyimi kuşamı, yemeyi içmeyi de çok severdi. Nükte, taşlama yaşamının özü, kanıydı... 1963-64 tiyatro mevsimi. Kurban Bayramı'nın birinci günüydü. Eşimle birlikte, elimizde bir buket gülle, gündüz seansında, Muammer Karaca'nın oyununu izlemek için, Karaca Tiyatro'ya gittik. Makyajını yapmış, hazırlığını tamamlamış, odasında perdenin açılmasını bekliyordu. Gül buketini verdim, bayramını kutladık; çiçeklere teşekkür etti, fakat biraz şaşırmış gibi, buketi evirdi çevirdi, sonra gülerek:
"Bana bak Mücap, doğru söyle, bu çiçekler kaç el değiştirdi?"
diye sormaz mı!
Eşimle gülmeye başladık. Karaca haklıydı. Gül buketini daha önce bayramlaşmaya gittiğimiz ünlü iş adamımız Sayın Vehbi Koç'un evinden almıştık. Vehbi Beyin büyük kızı Samahat Arsel eşimin okuldan sınıf arkadaşıdır. Eşimde o yıllarda Koç Holding'de Personel Koordinatörlüğü yapıyordu; eşimle, Karaca'ya çiçek götürsek, nasıl olur, diye konuşurken, Samahat Arsel "Baksanıza ev çiçek dolu, alın şu buketlerden birini götürün" demişti...
Karaca'ya:
"Olur iş değil, nereden anladın?" dedim. Karaca:
"Yahu, oyuncu oyuncuya, hele bir erkek oyuncuya masrafa girip çiçek getirir mi?"......... Perde açıldı, bir de ne görelim? Üç el dolaşmış, üç sahip değiştirmiş gül buketimiz sahnenin ortasındaki masanın üzerinde vazoya konmuş, Karaca da masanın yanında bir koltukta oturuyor... Uzun bir alkış koptu, Karaca seyircilerini gülerek selamladı, sonra bana doğru uzanıp, bir eli vazoda, gözlerimin içine bakarak:
"Söyle bakalım, bu çiçekler kaç el dolaştı?" diye sormaz mı?"
Eşimle birlikte iki büklüm olduk, gülelim mi, ağlayalım mı? Oyun tek dekorluydu. Rahmetli Karaca, arada sırada bana dönüp,
"Söyle Mücap, bu çiçekler kaç el değiştirdi?" diye takıldı durdu..." / Mücap Ofluoğlu/Aynada Anılar-2 /s:36


"O günler, Muammer Bey'in büyük şöhreti başlamak üzere. Şehir Tiyatrosu'ndaki para ve şöhret yetmemiş, yeteneklerine güvenmiş, basmış onca yıl sonra istifayı, kendi tiyatrosunu kurmuş. Gün bugün, vakit bu vakit gerçekten Muammer Bey için. Tek olmak istiyor kendi tiyatrosunda. Ancak, Şehir Tiyatrosu alışkanlığıyla, iyi bir kadro içinde oynamayı seviyor. Seyirciye, "Kaliteli bir özel tiyatro bu" dedirtmek amacı. Ama hem iyi oyuncularla, hem de tek başına oynamak olanaksız. O yüzden kulisi hep huzursuz Muammer Bey'in. Yanında şöhretler olsun, ama onlar kukla gibi dolaşsınlar, oyuna fazla renk katmasınlar. Seyirci yalnız Muammer Bey'i sevsin, beğensin. Oyunun provasında, espriler diğer rollerden alınıp Muammer Bey'e veriliyor genellikle. Ancak Celal Amcam, Muzaffer Hepgüler gibi oyuncular sahnede sürpriz tuluat, espriler yapıyorlar, seyirciden alkış almanın çaresini buluyorlar. Ancak bu kez Muammer Bey gayet sempatik bir tavırla satın alıyor esprileri. Evet, yani şaka ile karışık, espriyi bulup yapan oyuncuya, "Yarın gece bunu ben söyleyeyim, kaç para istersin?" deyiveriyor. Ve böylelikle, Hollywood usulü espri satın alma, Türk tiyatrosuna ilk adımını atıyor.
Sanırım Muammer Bey yıllarca sürdürdü bu alışkanlığını. Bazen sırf para almak, para kazanmak için espri bulup satan oyunculara rastladım çevresinde. Kadın rollerinin önemi yok zaten. Oyunlar Muammer Bey'e göre adapte ediliyor..." / Gülriz Sururi/Kıldan ince kılıçtan keskince/s:175




Tiyatro Severlere
eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #66
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
Tuncer Cücenoğlu Tuncercucenoglu



(Oyun Yazarı)

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi mezunu..
T.C. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Edebi Kurul üyesi.
Türkiye Yazarlar Sendikası ve Uluslararası P.E.N. Türkiye Merkezi üyesi.
MSM Özel Konservatuarı “Dramatik Oyun Yazarlığı” öğretmeni.
“Papirüs Yayınevi” Tiyatro Bölümü Yönetmeni.

Oyunları:
Kördövüşü, Öğretmen, Kadıncıklar, Çıkmaz Sokak, Dosya, Biga-1920, Kumarbazlar, Helikopter, Yıldırım Kemal, Matruşka, Ziyaretçi, Şapka, Boyacı, Neyzen, Kızılırmak, Çığ, Tiyatrocular, Sabahattin Ali, Yeşil Gece, Ah Bir Yoksul Olsam, Che Guevara.

Yazar Olarak Ödülleri :
Tobav(2),Türk Kadınlar Birliği (l),Ankara Sanat Kurumu (2), Abdi Ipekçi (l), İsmet Küntay (l) , Avni Dilligil (2) , Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (l) , Kasaid (l) , Lions (2), Kültür Bakanlığı (l) olmak üzere Türkiye'den 14, ayrıca Yugoslavya (l) ve Hollanda (l) olmak üzere toplam l6 ödül kazandı.

Oyunlarının Çevirilerinin Yapıldığı Diller:
Cücenoğlu'nun oyunları Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca, Bulgarca, Yunanca, Makedonca, İsveççe, Gürcüce,Urduca, Japonca, Romence, Azerice, Tatarca, Lehçe, Çuvaşça, Sırpça, İspanyolca, Arapça, Farsça vb. olmak üzere bir çok yabancı dile çevrildi/çevriliyor.
Başta Çığ, Matruşka, Boyacı, Kadıncıklar, Kızılırmak, Çıkmaz Sokak, Dosya, Helikopter, Şapka, Ziyaretçi olmak üzere, oyunları; otuzu aşkın ülkede sahneleniyor.







Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #67
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
YUNANİSTAN’DA YAPILAN DÜNYA KÜLTÜRLERİ BULUŞMASI'NA KOCAELİ DAMGASI!
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 2005-2006 sezonunun finalini çok farklı bir projeyle gerçekleştirdi.
Yunanistan’ın en önemli tarih ve kültür kentlerinden Delphi’de gerçekleştirilen 2006 Kültür Sempozyumu’ndan davet alan Kocaeli Şehir Tiyatroları, kültür ve sanat etkinlikleri kapsamında, Aristophanes’in “ Kuşlar “ adlı oyununu sahneledi.1-6 Temmuz günleri arasında gerçekleştirilen sempozyumda farklı ülkelerin tiyatro oyunları, dans gösterileri ve resim sergileri yer aldı. Şehir tiyatroları bu kez kadrolu sanatçılarıyla değil İzmit'te yaşayan ve tiyatroya meyilli minik oyuncu adaylarıyla Yunanistan’ı fethetti.


kocaeli yunanistan

Kocaeli Şehir Tiyatroları’nı izleyenler arasında Yunanistan Başpiskoposu Hristodulos , Yunanistan Kültür Bakanı George Voulgarakis ve Delphi Belediye Başkanı Panagiotis Kaltsis'de vardı . Ayrıca festivale katılan ülkelerin önde gelen bilim adamlarıyla eğitim görevlileri ve profesörleri de yer aldı. Büyük bir katılımın gerçekleştiği sempozyumda, Kültür Bakanı Voulgarakis tarafından Türk- Yunan dostluğu için çocuklara zeytin ağacı hediye edildi. Fatih Sevdi’nin yönettiği oyunda, bir aylık prova döneminin ardından ilk kez bir tiyatro oyununda yer alan ve yaşları 6-11 arasında değişen Simay Bardakçı, Selin Akyüz, Erenay Kılıç, Berfu Emek, Gürkan Koç, Emin Çakır, Berkay Caner ve Ahmet Erdem Yunanlı çocuklardan da büyük ilgi gördü. Delphi kültür ve sanat festivalinde Türk ,Yunan dostluğunu pekiştirici bir rol oynayan Kocaeli Şehir Tiyatroları,sanatın birleştirici gücünü ve Türkiye'nin sanata verdiği önemi bir kez daha Yunan halkına göstermiş oldu. Kocaeli Şehir tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ragıp Savaş,önümüzdeki yaz aynı tarihlerde gerçekleşecek festivale bu kez kadrolu sanatçıların hazırlayacağı bir oyunla katılacaklarını söyledi.


eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #68
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
Oyun Adı:Jan DarkYazar:Bernard Shaw(30 Mayıs 1431. Jan Dark’ı yargılamak üzere Engizisyon Mahkemesi kurulmuştur.Jan Dark’a, önce yaptıklarından pişman olduğuna ilişkin bir itiraf yazısı imzalatılır. Mahkeme başkanı bu şekilde ölümden ve aforozdan kurtulacağını, ama ömür boyu hapsa mahkûm edildiğini söyleyince, Jan Dark atılıp imzaladığı kâğıdı yırtar; bunun arkasından da mahkeme heyetine haykırır.)
JAN DARK :
Verin o yazıyı bana (Masaya koşup, kağıdı kaparak parça parça eder) Varın yakın ateşinizi. Fare gibi deliğe tıkılmam ben.Seslerim haklıymış. Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmemek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam, yerim, ne de duru su içmek derttir benim için.Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırlarından, çimeninden yoksun bırakmak beni... Dağda bayırda askerlerle at koşturmamayım diye ayağıma pranga vurmak... Bana havasız , nemli karanlığı koklatmak... Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı’dan bile soğuturken, gönlümü gene O’nun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur. Sancaklar, borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır kuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam ben. Bunları benden ya da başka bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren Tanrı’dır. Tanrı’nın hikmetine aklınız ermez sizin.Beni ateşlerden geçirip bağrına basacak odur. Çünkü öz evladıyım O’nun. Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek? Ne zaman ulu Tanrım, ne zaman... Son sözüm bu işte.


(oyunu oynayacak arkadaşlara fikir edinmek için bir tavsiye JAN DARK ın LUC BESSON tarafından çekilmiş bir filmi var başrol Milla Jovovich
,belki kafanızda bir jan dark tasviri oluşmasına yardımcı olur)


fragman için link
Alıntı
descartes - avatarı
descartes
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #69
descartes - avatarı
Ziyaretçi
ITI 2006 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisİ

Her gün bir Dünya Tiyatro Günü sayılmalıdır, çünkü geçen 20 yüzyıl boyunca tiyatro ateşi hiç durmadan dünyanın çeşitli yerlerinde ısrarla yanmıştır.

Tiyatro, özellikle sinema, televizyon ve şimdi sayısal medyanın gelişmesiyle sürekli yok olma tehdidi altında olmuştur. Teknoloji sahneyi istila etmiş ve insan boyutunu imha etmiştir. Ve uçuşan repliklerin yerini bir çeşitli hareketli resmin aldığı naylon bir tiyatro yaratmak için çaba harcanmıştır. Oyunlar yalnızca kuklalar ve oyuncak bebekler kullanılarak katmerli ışık etkisiyle ambalajlanıp, diyalogsuz, ışıksız veya oyuncusuz sahnelenmiştir. Teknoloji, tiyatroyu bir havai fişek gösterisine veya panayır eşlencesine dönüştürmeye çalışmıştır.

Şimdi oyuncuların seyirci karşısına geri dönüşüne şahit oluyoruz. Bugün, repliklerin sahneye geri geldişini görüyoruz.

Tiyatro artık kitle iletişimini reddetti ve kendine özgü sınırlarını kabul etti; iki varlık birbirleriyle yüzleşir, hassasiyetleri, duyguları, hayalleri ve umutları aktarır. Sahne sanatı tartışmayı alevlendirecek fikirleri konu etmeyi terk ediyor.

Tiyatro hareketlendirir, aydınlatır, endişelendirir, rahatsız eder, ruhu yüceltir, ifşa eder, kışkırtır ve gelenekleri ihlal eder. O, toplumla paylaşılan bir sohbettir. Tiyatro, boşluşa, gölgelere ve suskunluğa, replikleri uçuşturmak, hareketlendirmek, aydınlatmak ve hayatı galeyana getirmek için karşı duran ilk sanattır.

Tiyatro, yaratıldıkça kendini yok eden yaşayan bir varlıktır, fakat hep küllerinden yeniden doğar. O, bütün insanların bir şeyler aldığı ve verdiği böylece biçim deşiştirdikleri sihirli bir
iletişimdir.

Tiyatro insanoğlunun varoluş acısını yansıtır ve insanın durumuna açıklık getirir. Tiyatroda, yaratıcılar değil oyunun geçtiği dönemin toplumu konuşur.

Tiyatroyu keşfetmeyi ve ondan hoşlanmayı engelleyen çocuklukta sanat eğitimi eksikliği, dünyada kol gezip seyirciyi uzakta tutan yoksulluk ve desteklemesi gerekirken, ona karşı kayıtsız kalan ve onu göz ardı eden hükümetler tiyatronun aleni düşmanlarıdır.

Bir zamanlar sahnede tanrılar ve insanlar birbirleriyle konuşurdu, fakat şimdi öteki insanlarla konuşuyorlar. Bu nedenle, tiyatro yaşamdan daha büyük ve iyi olmalıdır. Tiyatro, çılgın bir dünyada bilgelik sözünün değerine inanma eylemidir. Tiyatro, kendi kaderinden sorumlu insanoğluna inancın gösterisidir.

Bize ne olduğunu anlamak, hepimizi çevreleyen acı ve ıstırabı nakletmek ve hatta günlük yaşamımızın kargaşası ve kâbusunda anlık bir umut ışığı yakalamak için tiyatroyu
deneyimlemek zorundayız.

Çok yaşayın tiyatro töreninin kutsal katılımcıları! Çok yaşa tiyatro!Smiley32

Víctor Hugo Rascón Banda
eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
20 Temmuz 2006       Mesaj #70
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
TİYATRO ÜZERİNE AKLA ZARAR SORULAR!


Tiyatroya neşter vurmak kimin haddine? O kendi yatağında ağır aksak ilerliyor. Bu ilerlemede lokomotif güç yaşama bilinçli bir tanıklık öncelikle. Yanlışın, çirkinin, eğrinin "yoruma açık bir yanı" yoktur. Yanlıştır, çirkindir, eğridir ve "gösterilirse" fark edilir.

Peki tiyatro günümüzde ne "türden" sorunların paçasına sarılır, ne tür meselelere tebelleş olur dersiniz? Öyle ya, sorun olmayınca bir şeycikler de olmuyor. Soru ya da sorunların yaratıyı besleyen bir katmanda yer alması, kısaca "neyim, neredeyim, nereye gidiyorum" benzeri dertleri "zevk" edinmesi öncelikli bir tercih olsa gerek. Saklı hayatlara ışık tutma girişimi, yüzleşme çabalarındaki umutsuz gel-gitler ve sokağa açılan pencereden içeriye dolan çığlık... başka, bambaşka sorular için yalnızca bir başlangıcı imliyor.
Yaratıcının sonsuz sınavıdır bu. Kimse kendini "tartıya" vurmaktan uzak tutmamalı böyle anlarda. İçtenlik, sınav görevlisine "ibraz edilecek" kimlik olmalı yalnızca.
Ya sorular? Kestirmeden oraya gelmekte yarar var. Konu tiyatro, sınıfı dolduranlar da tiyatroya gönül verenler olduğuna göre, bir yerden başlanabilir mutlaka.
"Neden tiyatro?"
İşte baraj sorusu. İçtenlik konusunda ısrarımızı saklı tutalım ve olası yanıtları görmeye çalışalım:

- Bu saatten sonra başka bir iş yapmam mümkün değil. Ayrıca, tiyatro benim için bir yaşam biçimi! (Tüm zamanların en ürkütücü yanıtıdır bu)

- Tiyatro aracılığıyla insanlara bir şey söylemek istiyorum. (Konuşma özürlü olabilir misiniz? Temel bir cümleniz olduğunu varsayalım, başka hangi ifade türlerini denerdiniz?)

- Biz tiyatroyu çok seven üç beş gürbüz arkadaşız. Yine toplandığımız bir gün, neden tiyatro kurmayalım dedik! (Düş kurmanın bu örgütlü biçimi tiyatro için her zaman için bir "infaz" olmuştur nedense)
"Beslenme kaynaklarınız nelerdir?"
Bu ise kazık soru besbelli. Geçiştirilecek türden değil. Hakkını vererek yanıtlamak gerekiyor.
Bir yazarın yoğun okumasının kaçınılmaz bir durum olması örneğinden yola çıkalım en iyisi. Literatürü izlemek, peryodik yayınların peşine düşmek, antenleri her daim açık tutmak; yazılmışları, dahası yazılmakta olanları "koklamak", ek olarak dil bilmek, dışarıda olup bitenlerden haberdar olmak, yeni yazılan oyunları takip etmek, sahnelenenlere kulak kabartmak... Kısacası, kolay erişim, atik davranış, sağlıklı beden, zımba gibi bir beyin ve her türlü yeniliğe gönül akıtan pupa yelken bir "yürek". (Bu sistemi sindirimle karıştırmayanlar için)

"Oyun seçiminizi belirleyen ölçüler nelerdir?"
Bu konuda iyi koku alan burnunuzun, ufku gören keskin gözlerinizin dışında başka nelere baş vuruyorsunuz peki? Piyasa dengesi, gayrısafi milli hasıla ve bireylerin aylık gelirlerinden sanata ayırdıkları "miktarla" ilgili ölçütler ne yazık ki konumuz dışında kalıyor. Toplumsal değişim ve dönüşümün takibinde olan bir merak ve birikim daha önemli bir ölçüt. Bireysel sorumlulukla, aydın görevciliğini "terkibe" ilave edebilirsiniz. Keskin bir saptama olarak değerlendirilebilir belki ama, 80 öncesinde bu tür sorunlara kestirmeden yanıt bulmak daha kolay oluyordu sanki.

Toplumsal sorumluluk bilinciyle yol göstericilik hevesinin tuhaf karışımı, seçeneği fazla olmayan adreslere götürüp bırakıyordu insanları. Günümüzde ise birey "çırılçıplak" karşınızda. Varoluş kaygısından tutun da tedirginliğin adresi belirsiz sokaklarına çıkılan yolculuklara kadar, "hal ve durumun temaşası" bizi bekliyor. Soru işaretleri en hakikatli yol arkadaşınız olun. Sanatın sonsuz coğrafyasında bilinçli kayboluşu başlatabilirsiniz!

"Tiyatronun yeniden yeniden tarifini yapma zorunluluğu hissediyor musunuz?"

Tıpkı kendimiz gibi! Ayaklarımızın altından hızla akıp giden hayatı algılama biçimimiz gibi. Değişen ve bizi düşünmeye zorlayan her "esrarlı şey" gibi. Yola çıkarken ve yol alırken belirlediği ilkelerden "milim taviz vermeyen" bir serüven, hiçbir menzile taşıyamaz bireyi. Merak yeni kapıları aralamaktan geçer, algılar konusunda ihanete cevaz vermeyen bir sanatçının adı bir türlü konamayan arayışı sonunda kendi suretinde buza dönüşen bir gülümsemeyle noktalanır çünkü.
Son bir soru. "Sancı çekiyor musunuz?"
(Baş ağrısından tutun da doğum sancısına kadar! Yeni bir yönelişin, tazelenmenin, kabına sığmazlığın bu sıkıntılı göstergesi "olmazsa olmaz " bir durumun habercisi belki de.)

Tüm bu soruların zorlayıcı bir tarafı var. Bağlayıcılıklar kaçınılmaz bir kere. Kurum ve kuruluşlarla gerçekleştirilen zorunlu "göbek bağları", özgün ve özgür tavırlar konusunda belirleyici olsa gerek. Günün gerçeği bu. Sonuç olarak, kimse eleştiremez sizi. Ayrıca sanat "artı değerle" yakından ilgilidir! Haydn'ın sarayda gezinirken hizmetlilerle aynı giysiyi giydiğini hatırlayın lütfen. Tabii, bütün bu bağlayıcılıkların ötesinde Haydn olabilme "özgünlüğünü" elde etme becerisinin, belki de sanatın asıl kavgasıyla bir güzel örtüştüğünü akıldan çıkarmamak kaydıyla.
Sanat, dışarıdan bakıldığı gibi kolay değil sonuç olarak. Yoksa soru sormak kolay mı sanıyorsunuz?
Hadi bu soruyu "en basit biçimiyle" örnekleyerek işe başlayalım!
Son günlerde nasılsınız?


Ahmet Önel

Benzer Konular

11 Aralık 2012 / Misafir Sanat
22 Ocak 2008 / Misafir Sanat
22 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
21 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Sanat
21 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Taslak Konular