Arama

Anadolu Medeniyetleri - Sayfa 2

Güncelleme: 4 Aralık 2012 Gösterim: 134.441 Cevap: 17
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2005       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
PERS EGEMENLİĞİ (M.Ö 545 - 383)
Anadolu 6. yy'ın ortasından Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Dara'yı 333 tarihinde İssos da yenmesine değin, İran egemenliği altında kalmıştır. İranlıların bütün Anadolu'yu ele geçirmeleri sonunda İon uygarlığının dünyadaki öncülüğü son bulmuştur. Ancak bazı İran satraplarının bağımsız krallar gibi hareket etmeleri nedeniyle M.Ö 5. yy Sonunda ve 4. yy da özellikle "aryada, Likya'da ve Propontis de dünya çapında eserler meydana gelmiştir. Bunların en önemlileri Xanthos'daki Nereidler anıtı ile Bodrum'daki Maussoleum idi. Her iki anıtın mimarlık ve heykel eserleri şimdi büyük ölçüde British Museum da olmakla birlikte Bodrum'da da bazı buluntular mevcuttur.

Sponsorlu Bağlantılar


HELLENİSTİK ÇAĞ (M.Ö 333 - 30)
Büyük İskender'in Anadolu'yu İranlıların alinden alıp Hellen kentlerine bağımsızlıklarını kazandırması ile Yarımada yeniden dünya sanatında ön sırada yer aldı. Gerçekten, Assos, Bergama, Magnesia, Efes, Tralleis ( Aydın ) Miletos ve Didyma gibi kentler yine ön plana geçti ve burada yaratılan mimarlık eserleri büyük ölçüde Roma sanatına da etkili oldu.

Kaynak: bilgidunyasi.net

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2006       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Büyük İskender
Ad:  180px-AlexanderTheGreat_Bust.jpg
Gösterim: 698
Boyut:  9.4 KB

Sponsorlu Bağlantılar
3. Aleksander, Makedonyalı İskender olarak da bilinir(d. İÖ 356, Pella, Makedonya - ö. İÖ 13 Haziran 323, Babü), İÖ 336-323 yılları arasında Makedonya kralı ve tarihteki en büyük komutanlardan biri. Pers İmparatorluğu'nu yıkarak Yunanistan'dan Hindistan'a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş, Eski Yunan uygarlığının Doğu'ya yayılmasında etkili olmuş ve efsanevi bir kahramana dönüşmüştür.

Gençliği ve tahta geçişi
II. Philippos ile Epeiros (Epir) kralı Neoptolemos'un kızı Olympias'ın oğlu olan İskender, 13-16 yaşlarında Aristoteles'ten aldığı derslerin etkisiyle felsefe, tıp ve bilime ilgi duydu. Babası II. Philippos'un Byzantion'a ( İstanbul) saldırdığı IO 340'ta Makedonya'yı yönetti ve bir Trak kabilesini yendi, iki yıl sonra II.Philippos'un Yunanlılara karşı kazandığı Khaironeia Çarpışması'nda ordunun sol kanadına komuta etti. Babasının annesini boşaması ve bir komutanının kızıyla evlenmesi üzerine annesiyle birlikte Epeiros'a gittiyse de daha sonra babasıyla barıştı. II. Philippos'un öldürülmesinin (İÖ 336) ardından komutanlarca kral ilan edildi. Öncelikle bütün olası hasım ve rakiplerini öldürttü. Babasının sağlığında Asya seferini gerçekleştirmek üzere oluşturulan, Korinthos'taki Helen Birliği synhedrion'da (meclis) bu birliğin hegemon'u ve başkomutanı seçildi. Delphoi üzerinden Makedonya'ya dönerken İÖ 335 ilkbaharında Trakya'ya girdi. Şipka Geçidini aşarak Triballileri (Triballoi) ezdikten sonra Tuna'nın öbür yakasına geçerek Getaları dağıttı. Ardından batıya dönerek Makedonya'yı istila etmiş olan Hyrialıları yendi. Bu sırada öldüğüne ilişkin söylentiler üzerine Thebai ve Atina'da ayaklanma patlak verdi. Bu ayaklanmanın ardında hem yeni Pers kralı III. Dareios' un mali desteği, hem de Demosthenes'in çabalan yatıyordu. Askerlerini günde 30 km gibi o çağa göre çok yüksek bir hızla ilerleterek Yunanistan'a giren İskender, tapınaklar ve şair Pindaros'un evi dışında bütün Thebai'yi yerle bir etti. Yaklaşık 6 bin kişinin öldürüldüğü, sağ kalanların köle olarak satıldığı bu sindirme hareketi sonunda bütün Yunan devletleri Makedonya üstünlüğüne boyun eğdi.

Asya'nın fethi
Tahta çıkışından beri Pers İmparatorluğu'nu ele geçirmeyi tasarlayan Büyük İskender, II. Philippos'un kurduğu orduyu beslemek ve 500 talente ulaşan borçları ödemek için gerekli kaynakları bulma düşüncesiyle hemen sefer hazırlıklarına girişti. Kral naibi olarak yönetimi Anti-patros'a bıraktıktan sonra İÖ 334 ilkbaharında toplam 30 bin piyade ve 5 binin üzerinde süvariden oluşan ordusuyla yola çıktı. Bu ordunun içinde 14 bin Makedonyalı ve Helen Birliği'ne bağlı 7 bin asker yer alıyordu. Silah ve güç dağılımı açısından çok iyi düzenlenen orduya mühendis, mimar, bilim adamı, saray görevlisi ve tarihçiler de eşlik ediyordu.
Homeros'tan aldığı esinle önce İlion'u ( Troya) ziyaret ederek Akhilleus'un mezarına çelenk koyan İskender, Pers ordularıyla ilk kez Granikos Çarpışması'nda karşı karşıya geldi. Bu çarpışmada elde ettiği zafer ona Batı Anadolu'nun kapılanın açtı. Yunanistan'da izlediği politikanın tersine, tiranları sürerek demokrasilerin kurulmasına ön ayak oldu. Ama kentleri fiilen kendisine bağlama yoluna gitti. Karya'daki Miletos (Milet) ve Halikarnassos ( Bodrum) kentlerinin direnişini kırarak yöneticilerini teslim olmaya zorladı.
İÖ 334-333 kışında Batı Anadolu'nun fethini tamamladıktan sonra, İÖ 333 ilkbaharında Akdeniz kıyı yolunu izleyerek Perge'ye ulaştı. Söylenceye göre Frigya'dan geçerken, Asya'ya hükmedecek kişinin çözebileceğine inanılan Gordion düğümünü kesti. Gordion'dan Ankyra'ya (Ankara) yöneldi, oradan da Kapadokya ve Kilikya Kapıları (Kilikiai pylai; bugün Gülek Boğazı) üzerinden güneye indi. Myriandros (bugün İskenderun yakınında) dolayında kamp kurduğunda, Pers hükümdarı III. Dareios da Pinaros Çayı (bugün Deliçay) kıyısında savaş düzeni almış bulunuyordu. Bu karşılaşmayı izleyen İssos Çarpışması (IÖ 333 sonbaharı) sonunda Dareios kesin bir yenilgiye uğradı ve ailesini savaş alanında bırakarak kaçtı.
İskender bu zaferden sonra Suriye ve Fenike'ye doğru ilerledi. Amacı Fenike kıyılarını fethederek Pers donanmasını üssüz bırakmak ve etkisizleştirmekti. Dareios' un barış önerisine karşı, kendisini Asya'nın efendisi olarak tanımasını ve koşulsuz teslim olmasını istedi. Başlangıçta Pers kentlerini kolayca ele geçirmesine karşın, Tyros (bugün Sur) önünde sert bir direnişle karşılaştı. Uyguladığı bütün kuşatma taktiklerine karşın, bu müstahkem ada kenti yedi ay boyunca başarıyla saldırılara karşı koydu. Kuşatma sürerken Dareios, ailesi için fidye olarak 10 bin talent ödemeyi ve Fırat Irmağının batısında kalan topraklan bırakmayı önerdi. Bu olayla ilgili olarak, İskenderun komutanı Parmenion'un "İskender'in yerinde olsam kabul ederdim" dediği, buna karşılık İskender'in de "Parmenion olsaydım, ben de kabul ederdim" biçiminde bir karşılık verdiği anlatılır.
Tyros şiddetli saldırılara daha fazla direnemeyerek İÖ Temmuz 332'de düştü. İskender'in en büyük askeri başarısı sayılan bu harekâta geniş çaplı bir yağma da eşlik etti. Kentin bütün erkekleri öldürüldü, kadın ve çocukları da köle olarak satıldı. Suriye'yi Parmanion'a bırakarak güneye ilerleyen İskender, Gaza'da (Gazze) iki ay süren direnişe son verdikten sonra İÖ Kasım 332'de Mısır'a girdi ve halk tarafından kurtarıcı olarak karşılandı. Memphis'te (Memfis) kutsal Apis'e kurbanlar keserek firavunların geleneksel çifte tacını giydi. Kışı Mısır'da yönetimi düzenlemekle geçirdi. Mısırlı yöneticiler atamakla birlikte, orduyu Makedonyalıların komutasında tuttu. Günümüzde İskenderiye olarak anılan Alexandreia kentini kurdurdu. Bazı kaynaklara göre Nil'in taşmasının nedenlerini araştırmak üzere bir keşif grubunu görevlendirdi. Bu arada Amon Tapınağı (Ammoneion) ve kâhininin bulunduğu Siva Vahasına sonradan çeşitli söylencelerle süslenen çetin bir yolculuk yaptı. Tanrı Zeus'un oğlu olduğuna ilişkin söylence de bu tapmakta Asya seferinin geleceği konusunda Tanrı Amon'la görüştüğü ve aldığı yanıtı kimseye söylemediği yolundaki kayıtlara dayanır. Mısır'ın fethiyle Doğu Akdeniz'de kesin denetimi sağlayan İskender, İÖ 331 ilkbaharında Tyros'a döndü. Suriye'ye Makedonyalı bir satrap atadıktan sonra Mezopotamya' ya ilerledi ve temmuzda Fırat kıyısındaki Thapsakos'a vardı. Ninive'yle Arbela (Erbil) arasındaki Gaugamela Ovasında Dareios'la yeniden karşı karşıya geldi ve onu bir kez daha yenerek kaçmaya zorladı (bak. Gaugamela Savaşı). Güneye inerek Babil'i aldı ve Mazaios adında bir Persi satrap olarak atadı. Ardından Susa'ya girdi ve Zagros Dağlarını aşarak İran içlerine yöneldi. Persepolis'te I. Kserkses'in sarayını törenle yaktı. Kserkses'in Yunanistan'da yaptıklarına karşı bir misilleme olan bu hareketle aynı zamanda "öç seferi"nin sona erdiğini gösterdi.
İÖ 330 ilkbaharında Media' ya girerek başkent Ekbatana'yı aldıktan sonra, Yunanlı askerlerin geri dönmesine izin verdi.Pers topraklarını içine alan yeni bir imparatorluk kurmayı ve "Asya'nın efendisi" olmayı amaçlayan İskender, daha doğudaki toprakları ele geçirmeye yönelik yeni bir sefer başlattı. Kısa sürede yerel satraplara boyun eğdirerek Hazar kıyılarına, oradan da Afganistan içlerine ulaştı. Bu fetihler sırasında Makedonyalı ve Pers bileşimine dayalı yeni bir yönetim sistemi oluşturduğundan, eski komutanlarıyla baş-gösteren anlaşmazlıktan giderek derinleşti. Kendisine suikast girişimiyle suçladığı Parmenion'la oğlunu ortadan kaldırarak ordusunu yeni baştan düzenledi. İÖ 330-329 kışında Helmand Irmağını izleyerek kuzeye doğru ilerledi. Bu sırada Baktriane satrabı Bessus'un genel bir ayaklanma başlatması üzerine, Hindukuş Dağlarını aşarak karışıklıklara son verdi. Bu harekâtı yürütürken Siriderya' ya kadar ilerledi ve burada İskitlerin sert direnişiyle karşılaştı. Başka göçebe halkların da ayaklanmasıyla büyük güçlükler çıkaran bu direnişi ancak İÖ 328 sonbaharında bastırabildi.
Davranışlarıyla giderek bir Doğu despotuna dönüşen İskender, Pers hükümdarları gibi giyinmeye ve proskynesis (hükümdar karşısında yere kapanarak selamlama) uygulaması gibi Pers geleneklerini benimsemeye başladı. Bu arada Baktriane prenseslerinden Roksane'yle evlendi. Kendini tanrılaştırmaya giriştiyse de, Makedonyalılar ve Yunanlılarca alaya alınınca bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Bir komploya karıştığı gerekçesiyle tarihçi Kallisthenes'i hapse attırması bilgin ve filozoflar arasındaki desteğini yitirmesine neden oldu.

Hindistan'ın fethi
Fethettiği ülke halklarından yeni askerler toplayarak engebeli arazide savaşma yeteneğine ..sahip yeni bir ordu oluşturan İskender, İÖ 327 yazında Hindistan üzerine yürümek amacıyla Bak-triane'den ayrıldı. Daha hafif silahlar kullanan piyade birliklerinin yanı sıra ok ve mızrak kullanan süvari birliklerinin yer aldığı bu ordunun asıl savaşçı gücü 35 bin askerden oluşuyordu. Plutarkhos'un bu ordu için yerdiği 120 bin rakamının yedek kuvvetleri, katır ve deve sürücülerini, sağlık görevlilerini, seyyar satıcıları, askerleri eğlendirmekle görevli gösteri gruplarını, kadın ve çocukları da kapsadığı sanılmaktadır. Hindukuş Dağlarını ikinci kez geçen İskender, İÖ 326 baharında İndus Irmağı yakınındaki Taksila'ya (bugün Takshaşila) girdi. Hydaspes (bugün Cihelum) ile Akesines (bugün Çhenab) ırmakları arasındaki bölgenin hükümdarı Poros'u, Hydaspes Çarpışması'nda yenilgiye uğrattı. Başarısını kutlamak üzere Aleksandreia Nikaia kentini, ayrıca burada ölen atı Boukephalos'un adını verdiği Bukephala (Boukephalia) kentini kurdu. Asya'nın doğusuna doğru yoluna devam etmek için Hyphasis (Beas) Irmağına kadar gitmesine karşın, ordusunun ayaklanmak üzere olduğunu görerek geri dönmeye karar verdi.
Hydaspes Irmağı kıyısında 800-1.000 gemiden oluşan bir donanma kurduktan sonra bazı birlikleri karadan yürüterek İndus Irmağı boyunca Hint Okyanusuna kadar ilerledi. Bu arada Hydroates (Ravi) Irmağı yakınlarında Mallilerle girişilen çarpışmada ağır biçimde yaralandı. İÖ Ağustos 325'te İndus Deltasının ağzındaki Patala'ya vardı; burada bir liman ve tersane yaptırdı. Dönüş yolculuğu için ordusunun bir bölümü Nearkhos'un komutasındaki gemilerle İÖ Eylül 325'te denize açılırken, kendisi de kıyıyı izleyerek yiyecek sıkıntısı içinde ve çok zor koşullarda Gedrpsia'yı (bugün Belucistan) geçti.

İmparatorluğun güçlendirilmesi
Daha Hindistan seferine başlamadan yönetimde kanlı temizlik hareketlerini başlatan İskender, yokluğu sırasında da "bu politikayı sürdürerek satraplarından üçte birini değiştirmiş, altısını öldürtmüştü. IÖ 324 ilkbaharında Susa'ya vardığında hazine görevlisi Harpalos'un 6 bin paralı asker ve 5 bin talentle Yunanistan'a kaçtığını öğrendi (Harpalos daha sonra Girit'te öldürüldü). Makedonyalılarla Persleri kaynaştırma politikasına daha çok ağırlık verdiği bu dönemde, Dareios'un kızı Barsine'yle (Stateira olarak da bilinir) evlendi ve komutanlarıyla askerlerini de aynı yolu izlemeye özendirdi. Ama Perslerin ordu ve yönetimde giderek eşit bir konuma yükselmesi Makedonyahla-nn tepkisini çekmeye başladı. Makedonya' da askeri eğitim gören 30 bin Persli gencin dönüşü, Baktriane, Sogdiana ve Arakhosia gibi Doğu ülkelerinden gelenlerin süvari birliğine, ayrıca Pers soylularının kraliyet muhafız birliğine alınmaları bu hoşnutsuzluğu daha da artırdı. İskender'in Makedonyalı eski askerleri ülkeye geri göndermeye karar vermesi, imparatorluğun güç ve yönetim merkezini Asya'ya kaydırmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirildi. 10 324'te Gpis'te çıkan ayaklanmaya kraliyet muhafızları dışında bütün ordu katıldı. Bunun üzerine iskender bütün orduyu dağıtarak Perslerden yeni bir ordu kurdu ve ayaklanmanın sona ermesinden sonra 10 bin eski askeri armağanlarla yurda gönderdi.
Kendisine tanrısal onurlar yakıştıran ve bunu Yunan kentlerine zorla kabul ettiren İskender, İÖ 324 kışında Luristan'da yerel halka yönelik sert bir sindirme hareketine girişti. İlkbaharda Babil'e geçerek bir bölümü uzak ülkelerden gelen elçileri kabul etti. Bu arada Hindistan'la deniz bağlantısını sağlamak için Arabistan kıyılarına yönelik bir sefer için hazırlıklara başladı. Ayrıca Hazar Denizinin ötesine bir keşif birliği gönderdi. Babil'de sulama kanalları yaptırmayı ve İran Körfezi kıyılarında yeni kentler kurmayı planladığı bir sırada, uzun bir içkili eğlencenin ardından hastalandı ve on gün sonra daha 33 yaşındayken öldü. Cenazesi önce Memphis'e, oradan İskenderiye'ye götürüldü ve burada altın bir tabuta kondu.

Ad:  400px-Map-alexander-empire.JPG
Gösterim: 765
Boyut:  23.9 KB
İskender'in İmparatorluğu-O zamanlar bilinen dünyanın tümü

Tahtın vârisi belirlenmemiş olduğundan, İskender'in komutanları II.' Philippos'un geri zekâlı oğlu Philippos Arrhidaios ile iskender'in ölümünden sonra Roksane'den doğan oğlu IV. İskender'i kral seçerek satraplıklan aralarında paylaştırdılar. Daha sonra iki kral da öldürüldü ve satraplıklar zamanla bağımsız krallıklara dönüştü.

Değerlendirme
Genç yaşta ölmesine karşın 12 yıl 8 ay süren hükümdarlık dönemine büyük çaplı seferleri sığdıran İskender'in kurduğu geniş imparatorluk temelde Perslerden kalma yönetim sistemine dayanıyordu. Bununla birlikte yerel satraplara bağlı olmayan tahsildarlardan oluşan merkezî bir vergi toplama mekanizması kurarak yeni bir mali sistemin temelini attığı bilinmektedir. Görevlilerin yolsuzlukları ve yiyiciliği nedeniyle bu sistemi iyi işletememekle birlikte, sikke çıkarma hakkım tekeline alarak ve Pers hazinelerinde birikmiş gümüş ve altını para biçiminde piyasaya sürerek bütün Önasya'da ve Akdeniz'de ticaret ve para ekonomisini geliştirdiği söylenebilir.
Öte yandan İskender'in yeni kentler kurması (Plutarkhos bu kentlerin sayısının 70'in üzerinde olduğunu söyler) Yunan yayılmasında yeni bir dönem açtı. Askeri birer üs olarak kurulan, ama zamanla birer kültür ve ticaret merkezine dönüşen bu kentler Eski Yunan etkisinin Hindistan'a kadar yayılmasında önemli rol oynadı. Bu arada Pers-Makedonyah karışımıyla yeni bir ırk yaratma girişimi sonuçsuz kaldıysa da, Yunan kültürüne yatkın, ama Doğu'ya özgü yeni bir soylu sınıfı ortaya çıktı.
Kendisini ve askerlerini en güç işlere yöneltmeyi başaran güçlü bir irade ve yetenekle esnek bir düşünce yapısını birleştiren İskender, koşullar gerektirdiğinde geri çekilmeyi ve değişiklikler yapmayı bilen bir kişiydi. Düş gücü ve romantizmi kendisini Herakles, Akhilleus ve Dionysos gibi kahramanlarla özdeşleştirmesine yol açacak ölçüde güçlüydü. Çabuk öfkelenme, acımasızlık ve inatçılık gibi özellikleri uzun seferlerde daha çok ortaya çıkıyordu. Güvenmediği kişileri hiç sorgulamadan öldürmekten çekinmemesine karşın, adamları onun peşinden gidiyor, ona bağlı kalıyor ve güçlüklere katlanıyordu.
Dünyanın en büyük askeri dehaları arasında sayılan İskender, değişik kuvvetleri bir arada kullanmada ve düşmanın yeni savaş biçimlerine yeni taktiklerle karşı koymada son derece ustaydı. Yaratıcılığıyla, savaşın sonucunu belirleyecek fırsatları değerlerdirmeyi çok iyi bilirdi.
İskender'in kısa süren hükümdarlığı, Avrupa ve Asya tarihi açısından önemli bir dönüm noktası sayılır. Seferleri ve bilimsel araştırmalara merakı, coğrafya ve doğa tarihi gibi konulardaki bilgilerin gelişmesine katkıda bulunmuş, ayrıca büyük uygarlık merkezlerinin geliştirdiği bilgi birikiminin ortak bir potada kaynaşmasına zemin hazırlamıştır. Siyasal açıdan olmasa bile, ekonomik ve kültürel açıdan Cebelitarık'tan Pencap'a uzanan, ticarete ve toplumsal ilişkilere açık bir imparatorluk kurduğu ve ortak sayılabilecek bir uygarlığa ve bir lingua franca olarak Yunan Koine lehçesine dayalı yeni bir dünya meydana getirdiği söylenebilir.


Kaynak: tr.wikipedia.org

Son düzenleyen Blue Blood; 2 Ocak 2006 16:11
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ocak 2006       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Roma İmparatorluğu

Ad:  Roman_Empire.JPG
Gösterim: 968
Boyut:  37.4 KB

Roma İmparatorluğu toprakları MÖ 133 (kırmızı),MÖ 44 (turuncu), MS 14 (sarı) ve MS 117 (yeşil)

Krallık Öncesi Dönem (İ.Ö. 753 öncesi)
İtalya’da eski taş çağından beri yaşayan insan toplulukları vardı. İ.Ö. 3000’lerde, yeni taş çağına geçmiş Akdeniz asıllı halklar görülür. İtalya’ya 1200yıllarında gelen kabileler İtalikler’dir. İtalikler’in yerli halkla karışmalarından “Latinler”(ovalılar) denen halk doğmuş. İtalya’ya Anadolu’dan gelen, Romalı ozan Vergilius’un Aeneas destanında anlatılan Etrüskler’in, denizcilikte usta bir halk olduğu anlaşılıyor. Etrüksler, İtalya’da tarımcı köy toplulukları halinde yaşayan Latinler üzerinde kurdukları egemenlikle, toplumsal farklılaşmaya uğramış toplumların,dolayısıyla uygarlığın orataya çıkmasına yol açmıştır.
Bu olaydan yüzyıl kadar sonra bazı Latin köyleri birer kent duruma geçmişler. Bu kent toplumlarında şarap, zeytinyağı ve maden işletmeciliği, Kartaca , Fenike ve Ege adaları ile ticaret ilişkileri görülür. Siyasi örgütleniş “civitas” denen bağımsız kent devletleri biçimindedir. Kent devletleri önceleri seçimle iş başına gelen ve aynı zamanda en yüsek komutan, yargıç,din adamı olan krallarca yönetilirdi. Zamanla monarşilerin yerini aristokrasiler alır.

Krallık Dönemi (İ.Ö. 753 - 509 arası)
Efsaneye göre, Roma’yı Romus ve Romulus kardeşler kurmuştur. Eskiçağ tarihçileri, Roma krallığının başlangıcı olarak I.Ö. 753’ü verirler. Etrüksler, üzerinde egemenlik kurdukları Latin köylerini birleştirip Roma kentini kurarken, yerli halkı kentin kurulmasında zorla çalıştırmışlar. Bu durum iki toplumun arasını açmış. Latin halkın zamanla güçlenen aristokratları , bir buçuk yüzyıl sonra ayaklanarak I.Ö. 509’da Etrüks kralını kovmuşlardır.

Cumhuriyet Dönemi (İ.Ö. 509 - 27 arası)
Etrüks kralını kovarak yönetimi el geçiren, kendilerine Patricii(babalar) denen Latin aristokratları, Etrüks karallık kurumuna duydukları düşmanlıktan dolayı, krallık düzenini yıkıp, cumhuriyeti kurmuşlar. Batı dillerinde cumhuriyet anlamına gelen “republic” Latince’de “halk için” anlamına gelen “Res publica”den gelmektedir.Res publica zamanla, toplumun tek kişi tarafından değil meclislerce yönetilmesi anlamını kazanmıştır. Bir yönetime cumhuriyet denilmesi için meclislerin halk meclisi olması zorunlu değildir. Gerçekten, Roma Cumhuriyeti de “aristokratik bir cumhuriyer”tir. Nüfusunun %10’nu oluşturan patriciler iyi örgütlenmiş büyük toprak sahipleri sınıfıydı ve tam vatandaşlık haklarına sahiptiler. Nüfusunun %90’nı oluşturan sınırlı vatandaşlık hakları tanıdıkları plebler üzerinde aristokratik bir cumhuriyet yönetimi kurmuşlardı.
Plebler sınıfı da yoksul ve zengin plebler olarak ikiye ayrılır. Zengin plebler bir kentsoylular sınıfını oluştururken, pleblerin yoksullaşan kesimi Rıma proletaryasını oluşturacaktık. Latince’de “proles” çocuk demektir. Vatandaşları zenginliklerine göre ordunun birliklerine almak ve öteki vatandaş haklarıyla ve görevleriyle ilgili düzenlemeleri yapmak amacıyla, Roma vatandaşları çeşitli server sınıflarına ayrılırlarken, ploterya adı, vatandaşların çocuklarından başka servertleri olmayan yoksul kesimini belirtmek için kullanılmıştı.
Roma toplumunun cumhuriyet dönemindeki bu sınıfları dışında ileride imparatorluk döneminde, plenblerin orduya süvari olarak atlarıyla katılan üst tabakalılardan oluşan bir “atlılar” sınıfı ortaya çıkacaktır. Zenginleşen plebler patricileri zorlayarak siyasal haklarını genişletip memur olmaya başlayınca, patrici üyeleriyle evlenmelerini önleyen yasaları da kaldırtmışlardır. Böylece patrici üyeleriyle zengin pleblerin karışmalarından doğan bu sınıfa, iyiler anlmına gelen “optimates” denecektir. Buna karşılık zengin olmayan halk sınıfına “populares” denmeye başlanacaktır. Daha önceleri patriciler ile plebler arasında olan sınıf ve iktidar kavgaları, cumhuriyetin sonlarına doğru ve imparatorluk döneminde optimates ve populares sınıfları arasında sürecektir.
Roma’da cumhuriyet döneminin tarihi, dışta Roma’nın gelişmesinin, içte sınıf kavgalarının tarihi olmuştur. Roma kent devleti güçlenirken, Romalılar Sicilya’da ve Kartaca’da kölelerin ya da serflerin çalıştırıldıkları büyük topraklarda kapitalist yöntemlerle, pazara dönük, karlı tarımsal üretmin yapıldığına tanık oldular. Roma toprak ağaları, “latifundia” denen çiftliklerde yapılan bu yönetim biçimini benimsediler. Bu, bir yandan sınıf çatışmalarına yol açarken, öte yandan Roma’yı geniş toprakları olan bir kara imparatorluğu durumuna getirme yolunda sonuçlar doğurdu. Roma, Atina’dan çok daha büyük çapta köle emeğine dayanan bir toplumdu.
İç gelişmeler alanında Roma plebleri, patrici sınıfyla savaşımlarında adım adım ilerleyerek, Roma’nın yönetiminde gittikçe daha fazla söz sahibi olabilmeyi başardılar. Önce patricilerin “Senato”suna karşlık kendi “Pleb Meclsini” kurdular. Patricilerdenn istedikleri hakları alamayınca “öyleyse kendi başınızın çaresine bakın” diyerek, Roma’dan ayrılıp başka bir yerde kendi topluluklarını kurmak üzere yürüyüşe geçince, borçlarını bağışlatıp, köle durumuna düşmüş üyelerinin özgürlüklerini geri verdirip “tribün” denen memular ile Roma yönetimine katılma haklarını elde ettiler. İ.Ö 450 yılında “On iki Levha Yasası”nı, aristokratik sözlü hukukunun yerine geörmeyi başardılar. İ.Ö. 447’de Pleb meclisini bir halk meclisi durumana getirerek, Senato gibi yasa çıkarma yetkisine sahib bir meclise kavuştılar. İ.Ö. 445’te ise, pleblerle patrici sınıfından olanların evlenmlerini yasaklayan yasayı kaldırttılar. İ.Ö. 421’de, daha önce yalnızca patrici üyelerine açık olan Roma yüksek memurlukları pleblere açıldı. İ.Ö. 326’da borç köleliği kaldırıldı. İ.Ö. 287’de plebler bir kez daha kendi devletlerini kurmak üzere Roma’dan ayrıldıklarında, çaresiz kalan patriciler, pleb halk meclisini Senatoya eşit bir yasama gücüne sahip olmasını kabul ettiler.
İçte sınıf çatışmaları bu yönde gelişirken, dışta Roma’nın hızla genişlendiğini görüyoruz. Roma ilk gelişmelerini tuz ticareti yolu üzerinde bulunuşuna borçludur. Tuz ticaretine zamanla zeytinyağı ve şaağ ticareti eklenmiş, bu yolla zeytin ve üzüm tarımına geçilmiştir. Latifundilarda köleler çalıştırarak pazara yönelik bir tarım gerçekleştirilmiştir. Bu gelişmeler patricilerin topraklarını genişletme yolunda bir politika izlemelerine neden olmuştur.
İ.Ö. 493’de Roma’nın otuz Latin kent ile kurduğu “Latin Birliği” giderek Roma’nın bunlar ve bunlara eklenen kentler üzerine dayattığı bir egemenliğe dönüşür. İ.Ö.448’de Roma Akdeniz ticaretine girerek, genişlemesine hem karadan hem denizden sürdürme olanağı bulmuştur.
Roma kentince yönetilen Latin Birliği’ni yönetime katılma hakkı olmayan kentleri, kendilerine de Roma vatandaşlık haklarının tanınması isteği ile İ.Ö.340’ta ayaklandılar.Bu ayaklanma bastırıldı; ama dene de bunların halklarına Roma vatandaşlık hakları tanındı. Ancak Roma, kentler arası ticareti elinden kaçırmamak için, bu kentlerin birbirleri ile olan ticareti yasakladı.İ.Ö.272’den sonra Roma, Güney İtalya daki Yunan kent devletlerini ele geçirdi. İ.Ö.264’te Akdeniz ticareti ve gemenliği yolunda Kartaca ile savaştı. İ.Ö.210’da Kartaca’yı kesin olarak yenince Akdeniz’i ele geçirdi. İ.Ö.168’de Makedonya’yı İ.Ö.146’da Yunanistan’ı topraklarına kattı.

İmparatorluk dönemi (İ.Ö. 27– I.S. 476 arası)
MÖ III. yüzyılın sonlarına doğru, Yunan uygarlığı Roma’da yayılmaya başladı. Romalılar bu uygarlığa büyük bir saygı ve hayranlık duydu. Bu nedenle, Makedonya Kralı V. Philippos ( MÖ 238 – 179 ) Yunan kentlerini ve Anadolu’yu tehdit edip de, bu kentler Roma’dan yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt veren Romalılar, Makedonyalılar’la dört yıl çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz Roma’nın hakimiyetine girdi; MÖ 146’da Makedonya ve Yunanistan da birer Roma eyaleti oldu. Böylece tüm Akdeniz Roma’nın egemenliği altına girdi. Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti. Senatörler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olmanın yollarını ararken, bazı eyalet yöneticilerinin de vergi toplarken zora başvurmaları halkın tepkisini çekiyordu. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverliğin ve özverililiğin yerine geçmişti.
MÖ II. yüzyılın sonlarına doğru yönetici sınıfın davranışlarını eleştiren Tiberius ve Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın daha fazla hak sahibi olması için mücadele etmeye başladılar. MÖ 133’te soyluların el koyduğu kamu topraklarını yoksul halka dağıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar. Romalılar’ı uyandırmak için canları pahasına mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acımasızca öldürüldü. Ama çabaları boşuna olmamış, Romalılar’da haksızlıkların ortadan kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşmiştir.
Bu sıralarda Roma ordusunda köklü bir değişiklik oldu. Ücretli askerler, yurttaş askerlerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkelerine bağlı oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona bağlanıyordu. Bu durum Roma’nın siyasal hayatını büyük ölçüde etkiledi. O tarihten sonra başarılı generaller ordularının desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi olmaya başladı.
Gaius Marius’un askerlerin desteğiyle nasıl yükseldiği buna örnektir. Doğuştan “pleb” olan Marius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül olmuştu. İlk kez MÖ 105’te Kuzey Afrika’da Numidya’nın kralı olan Iugurtha’yı yenerek ünlenen Marius, daha sonra İtaly’nın kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı. Bundan sonra patricilerin generali Sulla ile güçlerini birleştirerek Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Yunanistan’ı ve doğuyu tehdit eden Mithridates’le savaşmak için Roma’dan ayrıldı.
“Mithras” Güneş tanrısının adıydı.Mithridates ise “Güneş tanrısının soyundan” anlamına geliyordu. Karadeniz’in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mithridates kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmış, annesini hapse attırdıktan başka, kardeşini de öldürtmüştü. Üç ayrı zamanda Roma’ya savaş açan Mithridates, sonunda Romalı general Pompeius’a yenildi. Sulla doğuda Mithridates’le savaşırken, Marius Roma’da yönetime el koydu. Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü, ama Sulla öcünü Marius’un yandaşlarından ve halktan aldı. Sonsuz yetkilerle MS 82’de kendini diktatör seçtirdi. Sulla’dan sonra Roma’da yasadışı olaylar ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. MÖ 73’te Spartaküs adında bir gladyatör kölelerden oluşturduğu ordusuyla Roma’ya baş kaldırdı. Çok sayıda Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra MÖ 71’de yenildi ve öldürüldü.
MÖ I. yüzyılın ortaları Julius Caesar ile Pompeius arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soyu olan Marcus Crassus’u da aralarına alarak “birinci Triumvirlik” denen üçlü yönetim denemesinde bulundular. Crassus , MÖ 53’te öldükten sonra Pompeius Caesar’ın Galya’daki askeri başarılarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Caesar’ın geri çağırılması için hükümeti etkiledi. Caesar, bu buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusunu terketmek zorunda kalacağının bilincindeydi. Bu yüzden MÖ 49’da ordusunun başında yola çıktı. Kendi bölgesi olan Galya Cisalpina ile geri kalan İtalyan toprakları arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı’nı geçtikten sonra, dönüşü olmayan bi noktaya geldi. Roma’da güçlü bir destek sağlayamayacağını anlayan Pompeius Yunanistan’a kaçtı.
Gücünü kanıtlamak için savaşmayı sürdüren Caesar, MÖ 45’te Roma’ya döndü ve ömür boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı senatörler Roma’nın özgürlüğü açısından Caesar’ın planlarını sakıncalı buluyordu. Caesar çok geçmeden, bir senato toplantısından sonra hançerlenerek öldürüldü. ( MÖ 44 ).
Bundan sonra iktidar Marcus Antonius’a geçti. Ne var ki Caesar’ın evlat edinmiş olduğu genç Octavius Roma’ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. Octavius senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla Caesar’ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir süre sonra Octavianus ve Antonius uzlaşmaya vararak, Caesar’ın süvari komutanı Marcus Lepidus’un da katılmasıyla “ikinci Triumvirlik”i kurdular. Caesar’a komplo kurarak öldüren Brutus ve Gaius Longinus Cassius’a karşı savaş açarak, onları MÖ 42’de Makedonya’da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antonius, orada karşılaştığı Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya aşık oldu ve arkasından Mısır’a gitti. Octavianus’la yeniden arası açıldı. MÖ 31’de Yunanistan’ın batı kıyılarındaki Aktium Savaşı’nda Octavianus, Antonius’un donanmasını dağıttı ve Roma’nın rakipsiz önderi olarak yönetimi eke geçirdi.
Octavianus MS 14’te ölünceye kadar tam 45 yıl Roma’yı yönetti. MÖ 27’de kendisine, yüce anlamında Augustus sanı verilmişti. Çok büyük bir güce sahip olmasına karşın, Roma’nın eskiden olduğu gibi comhuriyetle yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak egemenliğe sahipti. Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu.
Augustus yönetiminde Roma en parlak dönemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme gösterdi. Roma yasaları imparatorluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hükümet, lejyonlarca da destekleniyordu. İmparatorluğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkların haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllardan beri sürmekteolan çekişme ve kargaşanın sona ermiş olması Augustus’un başarısıydı. Halk, yasaların güvencesi altında olmanın huzuru içindeydi.
Augustus’tan Sonra İmparatorluğun Durumu
Augustus ölmeden önce imparatorluğa üvey oğlu Tiberius’u seçmişti. MS 14’te başa geçen Tiberius , yayılmacı bir siyasetten yana değildi. Daha yönetimdeyken Tiberius’tan sonra başa kimin geçeceğine ilişkin tartışma ve kavgalar başlamıştı. Augustus’un kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesini önledi. Tiberius’tan sonra Caligula 25 yaşında imparator oldu. Babası Germanicus asker olduğu için çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk yıllarda iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. Ama sekiz ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın etkisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davranışlarda bulunmaya başladı. Roma’nın en tanınmış ailelerin yok etti. Cumhuriyet döneminin törelerine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sevdiği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının çoğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan oldu. Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra, koruma görevlilerinden biri tarafından öldürüldü.
Caligula’nın ardından , MS 41-54 arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma yurttaşlığını genişleterek, yabancı topluluklara da yurttaşlık hakkı verdi. Özgürlüğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi. Bu onların güçlenmesine yol atı. Üçüncü karısı Valeria Massalina entrikaları yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. MS 48’de idam edildi. Claudius’un dördüncü karısı olan Agrippina, önceki kocasından olan oğlu Neron’u evlat edinmesi için Claudius’a baskı yaptı. Oysa Claudius’un Britannicus adında bir oğlu vardı. MS 43’te Romalılar Claudius’un komutasında İngiltere’yi işgal ederek, adanın doğusunu Roma İmparatorluğu’na kattılar. Caligula’nın ve Claudius’un dönemlerinde eyalet yöneticilerinin yetkin ve güçlü olmaları sayesinde imparatorluk gelişmesini sürdürdü. MS 54’te Agrippina Claudius’u zehirleri, böylece yerine oğlu Neron tahta geçti. İlk beş yık sorunsuz geçti; ne var ki, sonraki yıllar benzeri görülmemiş bir dehşet yaşandı. Neron annesini ve karısını öldürttükten başka, zamanın önde gelen yöneticilerini de birer birer ortadan kaldırdı.
Neron atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları da düzenletti. Hükümdarlığının 10. yılında Roma’da büyük bir yangın çıktı. Neron bunun ilk Hristiyanlar’ın suçu olduğunu ileri sürdü ve onlara eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için büyük paralar harcadı.
Roma İmparatorluğu’nun tarihine bakacak olursak çöküşün Neron zamanında başlamış olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz olmuştu. Ordu siyasete karışıyor, hükümet ordunun istemlerine çoğu zaman boyun eğiyordu. Neron’un savurganlığı imparatorluğun birçok yerinde ayaklanmalara yol açmıştı. Sonunda orduyu da karşısındabulan Neron intihar etti.
Çok geçmeden lejyonlar arasında kıran kırana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın sonunda Vespasianus adında bir general Flavius hanedanını kurdu. Ağır vergilerle ülkenin mali durumunu düzeltti. MS 69-79 arasında hüküm süren Vespasianus ve ondan sonra gelen Titus ve Domitianus adlı imparatorlar büyük ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri düzenlemelerle sınırları koruyabildiler. MS 79’da, Titus döneminde patlayan Vezüv Yanardağı bir Roma kenti olan Pompei’yi lavlar ve küller altında bıraktı. Bu zamandan kalan kalıntılar , Roma kentindeki yaş** hakkında önemli bilgilere sahip olaya yaramıştır.
Domitianus 81’de imparator oldu. İmparatorluğunun son üç yılında Romalılar insanlıkla bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar. Domitianus 96’da öldürüldü. Ondan sonra tahta geçen Nerve yalnız iki yıl yaşadı. Traianus ve yeğeni Hadrianus düzeni yeniden kurmakiçin çok çaba gösterdiler. MS 98’de başa geçen Traianus imparatorluğun sınırlarını genişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeniden devlete güven duymasını sağladı. Hadrianus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu geri getirmekte başarılı oldu. 117’de imparator olan Hadrianus, Roma topraklarını baştan başa denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri surlarla güçlendirdi. 122’de İngiltere’ye kadar gitti. Adanın kuzeydoğusunda İskoç saldırılarına karşın kendi adıyla anılan Hadrianus Duvarı’nı yaptırdı. Onun başarısı sayesinde bir sonraki imparator Antoninus Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi.138-161 arasında Pius yönetiminde imparatorluk çok gelişti.
Marcus Aurelius’un öğrenmeye hevesli, zeki ve akıllı bir genç olması Pius’un ilgisini çekti. Lucius Commodus adında başka bir gençle birlikte onu evlat edindi. Amacı tahtını bu gençlere bırakmaktı. MS 161’de ikisi birden tahta geçti. Lucius 169’da öldü ve Marcus Aurelius tahtta tek başına kaldı.
Nerva ile başlayan Marcus Aurelius’a kadar süren dönem, Roma tarihinin varlık ve barış içinde yaşadığı yıllar oldu. Amaimparatorluğun bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu dönemin sona ermekte olduğunu gösteriyordu. Marcus Aurelius imparatorluğun doğu sınırını güvence altına aldıktan sonra kuzeydeki barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerlerine sürdü. Depremler ve su baskınları Roma’nın büüykbir bölümününyıkılmasına, tahıl depolarının zarar görmesine neden oldu. Bu da kenti kıtlığa sürükledi. Doğudan gelen veba da hızla yayğınlaştı. Tüm bunlara karşın, Marcus Aurelius vergileri olabildiğince düşük tutmaya çalıştı ve mahkemelerin iyi işletilmesini sağlayarak sorumlu bir yönetici olduğunu gösterdi. İmparatorluğun gücünü tehtit ettiğini düşündüğü Hristiyanları’a karşı baskıcı bir siyaset izledi.
Marcus Aurelius “Ta eis Eauton” ( Kendime Düşünceler ) adlı kitabında bilgelik, doğruluk, dürenç ve ölçülülük olarak belirlediği dört temel erdemden söz eder. MS 180’de Marcus Aurelius’un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl kadar “barbar” denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Barbar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafından, Romalılar da içindeolmak üzere, kendilerinden olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Yunanlılar tüm yabancıların yabanıl ve uygarlıktan yoksun olduğuna inanırlardı. Romalılar ise aynı sözcüğü Roma topraklarına saldıran, Got, Frank, Vandal ve Germen kavimleri için kullandılar. Roma İmparatorluğu denetlenmesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En görkemli çağında sınırları:
Kuzeyde İngitere’den güneyde Afrika çöllerine
Batıda Atlas Okyanusu’ndan doğuda Mezopotamya topraklarına kadar uzanıyordu.
Bugün hâlâ izlerine rastlanan Roma yoları, insanların güvenlik içinde imparatorluğun bir ucundan diğerine gidip gelmelerini sağlardı.

Çöküş
İmparatorluk sınırlarının böylesine genişlemesi Roma’nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimini giderek zorlaştırıyordu. Kölelik yaygınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk içindeydi. İmparatorluğun başlıca sorunlarından biri, sınırları korumak için büyük bir ordu besleme zorunluluğuydu. Marcus Aurelius’un yerini alan oğlu Commodus döneminde (180-192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı. Commodus’tan sonra cumhuriyet kurumları yıkılmaya başladı. İmparatorlar yetkilerini genişletti MS 193’te Septimus Severus imparator oldu. 235’e kadar süren Severus hanedanı döneminde Roma’nın mali ve askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanından gelen imparatorların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemdeki en önemli gelişme Hristiyanlık’ın daha özgür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Severus hanedanından sonra barbar kavimlerin saldırılarına uğrayan Roma, Tuna eyaletleri gibi bölgeleri birer birer kaybetti. Bu sırada doğudan Sasaniler saldırıyordu. Barbar akınları kentlerin yıkımına, yolların bozulmasına yol açtı.
III. yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yönetmek öylesine güçleşmişti ki, İmparator Diocletianus MS 286’da Roma İmparatorluğu’nun geniş topraklarını dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski disiplini kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler’i geriletmeyi başararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı’na kadar götürdü. Hristiyanlar üzerindekibaskıyı arttırdı. Milano’yu batıimparatorluğunun başkenti yaptı; böylece Roma eski önemini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir yöneticiydi ve imparatorluğun yeniden güç kazanmasnı sağladı.
Diocletianus’un ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar başladı. Oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak imparatorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele geçirdi. MS 330’da Yunanlılar’ın Avrupa ila Asya’nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans’a kendi adını verdi ve burayı Roma’nın başkenti ilan etti. Bundan sonra ünlü Bizans kenti, 1453’te Türkler tarafından fethedilinceye kadar Konstantinopolis (Constantinus’un kenti) olarak anıldı.
Constantinus’un hükümdarlığının en önemli olayı Hristiyanlık’ı kabul edişidir. 300 yıldan beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hristiyanlık giderek daha çok yandaş kazanıyordu. Çoktanrılı dinler eskisi gibi etkili değillerdi. Constantinus’un Hristiyan olması Hristiyanlar’ın üzerindeki baskıların kalkmasını saağladı.
Constantinus’tan sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. MS 364’te ikiye ayrıldı:
  • Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu)
  • Batı Roma İmparatorluğu
Konstantinopolis Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Milano ise Batı Roma İmparatorluğu’nun başkenti oldu. I. Valentinianus batıda, kardeşi Valens ise doğuda hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İmparatoru Valens 378’de Gotlar’a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan Roma lejyonları tarihten silindi. MS 410’da Alarik’in öncülüğündeki Vizigotlar Roma’yı ele geçirip sonra güneye inerek bereketli ovaları talan ettiler. Roma’nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin tarihinde bir dönemin kapanması demekti.

Aynı yıllarda Vandallar İspanya’ya saldırırken, Hunlar da Orta Avrupa’ya akın ediyordu. Önderleri Atilla 451’de Galya’da yenilgiye uğradıysa da bir sonraki yıl toparlanarak Kuzey İtalya’nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma’ya yöneldi. Papaın ricası üzerine Roma’ya girmekten vazgeçti. Batı Roma İmparatorluğu artık iyice sallantıdaydı. 476 yılında İmparator Romulus Augustulus, Germen Kralı Odoaker’e yenildi. Odoaker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu’na kalmıştı. Ne var ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydoğu Avrupa’da Yunan kültürünün çok güçlüolduğu bir bölgede kurulmuştu. Üstelik egemenliği altında bulunan halklar Asyalı’ydı. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri birbirinden etkilendi. MS VI. yüzyılın ilk yarısında İmparator I. Justinyen’in generallerinden Belisarios Kuzey Afrika’yı, İtalya’yı ve İspanya’nın bir bölümünü barbar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya, Germen kavimlerden Lombardlar’ın eline düştü. Bizams İmparatorluğu olarak bilinen Doğu Roma İmparatorluğu X. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı.
Batıda, 800 yılı Noel’inde, papanın Frank Kralı Charlemagne’a imparatorluk tacı giydirmesiyle yeni bir imparatorluk kuruldu. Kutsal Roma-German İmparatorluğu adını alan bu devletin eski Roma İmparatorluğu ilk bir ilişkisi yoktu.
Çok uzun birsüre boyunca, papalarla imparatorlar arasında kimin daha üstün olduğu konusunda rekabet çatışma ve savaşlara yol açtı. Reformcu Papa VII. Gregorius ile Kutsal Roma-German İmparatoru IV. Heinrich arasında baş gösteren çatışma sırasında Heinrich’in askerleri Roma’ya girerek kenti ele geçirdiler.(1084) Papalık 1309-1417 arasında Fransa’da Avignon kentine yerleşti. Roma ise bir süre İtalyan soylularının savaş alanı oldu. XVI. yüzyıldan sonra papalar yeniden Roma’ya yerleşti.
Papalar ve kardinaller Roma’yı sayısız kilise, saray ve heykelle doldurdular. Eski anıtların ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda kullandılar Böylece Eski Roma’dan geriye pek az şey kaldı. Roma1870’de İtalya Krallığı’nın başkenti olunca, tekrardan büyümüş ve bugünkü durumuna gelmiştir.


Kaynak: tr.wikipedia.org
Son düzenleyen Blue Blood; 21 Ocak 2006 16:43
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2006       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bizans İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu
’nun İS 395’te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerince yıkıldı. Merkezi Konstantinopolis (bugün İstanbul) olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen Bizans İmparatorluğu ise, bin yılı aşkın bir süre varlığını sürdürdü. Bizans’ın ortaya çıkışı, Roma İmparatoru Constantinus’un başkenti Roma’dan bugünkü İstanbul’a taşımasıyla da yakından ilişkilidir.
Roma İmparatoru I. Constantinus, İS 330’da imparatorluğun başkentini eski Yunan kenti Byzantion’a (Bizans) taşıdı ve yeni başkente, Constantinus'un kenti" kenti anlamına gelen Konstantinopolis (Constantinopolis) adını verdi. Constantinus, Roma'dan senatörler ve yüksek memurlar getirterek Konstantinopolis’te yeni bir yönetim oluşturdu ve kenti bayındır hale getirdi. Roma çoktanrılı olmasına karşın, Konstantinopolis’i bir Hıristiyan kenti yaptı ve kendisi de bu dini benimsedi.
Bizans’ın yöneticileri kendilerini Roma İmparatorluğu'nun gerçek mirasçıları olarak kabul ettiler. Öte yandan Roma’yla ilişkilerini sürdürdüler. Roma İmparatorluğu'nun batı kesimi küçük devletlere ayrılıp parçalanırken, Bizans İmparatorluğu bütünlüğünü korumayı başardı. Batıdan bağımsız olarak Doğu Akdeniz'de egemen olan Bizans İmparatorluğu, Yunan ve Roma uygarlıklarının son merkezi oldu.

İmparatorluğun Kuruluşu (610’dan Öncesi)

Ad:  Byzantium550.JPG
Gösterim: 1264
Boyut:  46.5 KB
550
yılında Bizans. Yeşil alan I. İustinianos döneminde genişlemeyi gösterir.

Roma İmparatoru Julianus döneminde (361-363) putperestlik yeniden canlandırılmak istendi ve Hıristiyanların etkinlikleri yasaklandı. Julianus'un ölümünden sonra Hıristiyanlık yeniden güç kazandı. 4. yüzyıldan başlayarak Roma toprakları Barbar akınlarına uğradı. I. Theodosius (379-395), Roma'yı ve Konstantinopolis'i ele geçirmek isteyen Vizigotları Balkanlar'da yendi ve onların Tuna Irmağı’nın güneyine doğru ilerlemelerini engelledi. Hıristiyanlığı benimseyen Theodosius, Batı Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı kesimlerini yöneten son imparator oldu. 395’te I. Theodosius öldü ve Roma İmparatorluğu ikiye bölündü.
Batı Roma İmparatorluğu topraklarına saldıran Vizigotlar, 410'da Roma'yı ele geçirdiler. Öbür Barbar kavimlerden Vandallar Kuzey Afrika'yı, İspanya'yı ve İtalya'yı yağmaladılar. Barbar akınlarını arkası kesilmedi ve 5. yüzyıl sonlarında Germen kavimleri Batı Roma İmparatorluğu'na son verdiler. Bizans İmparatorluğu ise bu saldırılara karşı koydu. Balkanlar'da Slavları, doğuda da Sasanileri yenilgiye uğrattı.
Bizans İmparatorlu I. İustinianos (527-565), uzun süren iktidarı döneminde Kuzey Afrika, İtalya ve Doğu İspanya'yı yeniden ele geçirdi. Sasani kralıyla barış yaparak doğu sınırlarını güvence altına aldı. Ne var ki ülke içindeki siyasal ve dinsel anlaşmazlıkların önüne geçemedi. Bu anlaşmazlıklar, 532'de bir halk ayaklanmasına dönüştü. Nika Ayaklanması adıyla bilinen bu ayaklanma, komutan Belisarios tarafından başkentteki Hipodrom'da (bugünkü Sultanahmet Meydanı) bastırıldı ve 30 bin kişi öldürüldü.
Böylece ülke içinde istikrarı sağlayan Jüstinyen çeşitli alanlarda reformlara girişti. Onun en kalıcı reformlarından biri, Roma hukuku konusundaki derleme oldu. Bir komisyonun uzun çalışmalar sonunda oluşturduğu bu derleme, Corpus luris Civilis ("Medeni Hukuk Yasaları") adıyla bilinir ve çağdaş Avrupa hukukunun gelişmesine de temel oluşturmuştur.

Müslüman Akınları ve Dinsel Uyuşmazlıklar (610-867)
Bizans İmparatorluğu 7. - 8. yüzyıllarda doğuda Müslüman ve Pers ordularının saldırısına uğrarken, batıda Slavların tehdidi altında kaldı. 610'da, Bizans tahtını ele geçiren Herakleios (Herakleius), Perslerin saldırılarını durdurdu ve başkentin savunmasını güçlendirdi. Tuna Irmağı’nı geçerek Bizans topraklarına inen Avarları da yendi. Bu dönemde Araplar İslam dinini yaymak için fetihlere girişmişlerdi. Arap orduları 632'de Suriye ve Filistin'i ele geçirdiler. İskenderiye’in teslim olmasından sonra Araplar, 642'de Mısır’ın tamamını denetim altına aldılar. 674-678 arasında Araplar birçok kez Konstantinopolis'i kuşattılarsa da ele geçiremediler.
Bizans tahtı 8. yüzyıl başlarında, Herakleios hanedanından İsauria (İsoriya) hanedanına geçti. İsauria hanedanından ilk imparator olan III. Leon (717-741), yeni Arap saldırılarını ve Bulgarları geri püskürttü. Daha sonra tahta çıkan V. Konstantinos (741-775) yaptığı seferlerle Balkanlar’da Bulgarların gücünü kırdı.
Bu savaş yıllarında Bizans’ta, Roma kültürünün ve Latince’nin yerini Yunan dili ve kültürü aldı. Dinsel uyuşmazlıklar da sonunda, imparatorluğun batısı ile doğusu arasında kesin bir kopuşa yol açtı.

Güçlenme Dönemi (867-1081)

Ad:  Byzantium1180.png
Gösterim: 1101
Boyut:  28.1 KB
1180 yılında Bizans İmparatorluğu

Bizans, 867-1056 arasında imparatorluğu yöneten Makedonya hanedanı döneminde altın çağını yaşadı. Makedonya hanedanın kurucusu I. Basileios (867-886), daha önce yitirilmiş olan Anadolu'daki toprakları yeniden imparatorluk sınırlarına kattı. I. Basileios ve ardılı VI. Leon (886-912) dönemlerinde, imparatorluğun hukuk sistemi yeniden düzenlendi. II. Nikephoros Phokas (963-969), Girit ve Kıbrıs'ı yeniden imparatorluğa kattı; Suriye ve Balkanlar'da yeni topraklar ele geçirdi.
II. Basileios (976-1025), 1001'de Araplarla yaptığı anlaşmayla Kuzey Suriye'yi egemenliği altına aldı. 1018'de Bulgar topraklarını ve Anadolu'daki eski Bizans topraklarını imparatorluğa kattı. Ne var ki II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar çıktı. Doğuda Büyük Selçuklular Anadolu'ya akınlar düzenlemeye başladılar. İmparator Romen Diyojen, 1071'de Malazgirt Savaşı’nda Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'a yenilerek tutsak düştü. Büyük Selçuklu komutanları Anadolu içlerine yaptıkları akınlarla 10 yıl içinde başkent Konstantinopolis sınırına dayandılar. 1075’te, başkenti Nikaia (İznik) olan Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu.
Bu dönemde, Konstantinopolis'in güçlü patriği ile papa arasındaki görüş ayrılıkları sert tartışmalara yol açtı ve 1054'te Roma Katolik Kilisesi ile Yunan Ortodoks Kilisesi bağımsız kiliseler haline geldi.

Haçlı Seferleri (1081-1204)
Konstantinopolis’e dayanan Anadolu Selçukluları Bizans için önemli bir tehdit oluşturuyordu. Güney İtalya'ya egemen olan Normanlar da, imparatorluğu tehdit eden bir başka tehlikeydi. Komnenos hanedanından İmparator I. Aleksios (1081-1118) Normanlara karşı Venedik’le işbirliği yaptı. 1085'te Normanların önderi Robert Guiscard'ın, ertesi yıl da Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ın ölmesiyle Bizanslılar bir süre için de olsa bu tehlikelerden uzak kaldılar.
I. Aleksios, 1096'da Avrupa'dan gelen ilk Haçlılarla, Anadolu’da geri alınacak toprakların Bizans'a bırakılması konusunda anlaştı. Ama Haçlıların asıl hedefi, Kutsal Topraklar'ı (Kudüs) ele geçirmekti ve bu da Bizans’ın beklentilerini karşılamıyordu. Üstelik Haçlılar, Kudüs'e doğru ilerlerken aldıkları yerlerde kendi krallıklarını kurdular. IV. Haçlı Seferi’nde ise, Bizans'ın başkentini işgal ettiler. 13 Nisan 1204'te Konstantinopolis'i ele geçiren Haçlılar, kenti yağmaladılar.

Latin Egemenliği (1204-1261)
1204’te Konstantinopolis'te, Flandre Kontu Baudouin'in yönetiminde bir Latin imparatorluğu kuruldu. Parçalanan Bizans İmparatorluğu'nun diğer yerleri Haçlı önderlerin yönetiminde Latin devletleri haline geldi. Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında ise bağımsız küçük Bizans devletleri kuruldu. Bu devletlerin en güçlüsü Nikaia’da (İznik) ortaya çıktı. 1208'de, I. Theodoros Laskaris, "Roma imparatoru" ilan edildi. Daha sonra tahta geçenler Nikaia egemenliğini Avrupa'ya kadar genişleterek devleti bir imparatorluğa dönüştürdüler. Trabzon’da ise, Gürcistan Kraliçesi Tamar’ın desteğiyle 1204’te Trabzon İmparatorluğu kuruldu. Komnenos hanedanından Aleksios ve David tarafından kurulan ve Pontos Devleti de denen bu devlet, 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürdü.
Nikaia imparatorlarından IV. İoannes'i tahttan indiren general Mikhael (Mihail) Palaiologos, VIII. Mikhael adıyla taç giydikten sonra, 1261'de Konstantinopolis'e girerek Latin egemenliğine son verdi. Böylece Bizans'ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemi başladı.

Son Dönem: Osmanlıların İstanbul’u Fethi (1261-1453)
VIII. Mikhael’in Bizans tahtını yeniden canlandırmasının ardından Avrupa devletleri Konstantinopolis'i ele geçirmek için yeni bir Haçlı Seferi düzenlediler. Ama 1281'de, Fransa Kralı IX. Louis'nin kardeşi Anjou Dükü Charles'ın komuta ettiği Haçlı ordusu Arnavutluk'ta yenilgiye uğradı. VIII. Mikhael döneminde Bizans doğuda Anadolu beyliklerinin saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Mikhael'in oğlu II. Andronikos (1282-1328) ve onun torunu III. Andronikos dönemlerinde Bizans, Anadolu'da Osmanlılarla, Balkanlar'da da Sırplarla savaşmak zorunda kaldı. 1299'da bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti, Nikaia (İznik) ve Nikomedeia (İzmit) ele geçirdi. Osmanlılar Prusa'yı (Bursa) da alarak burayı Osmanlı Devleti'nin başkenti yaptılar.
Bizans, Sırpların ve Osmanlıların arasında sıkışıp kaldı. Taht kavgaları da devleti zayıf düşürdü. Sırp Kralı Stefan Dusan, Sırp ve Bizans kralı olarak taç giydi. Daha sonra İoannes Kantakuzenos, VI. İoannes adıyla Bizans tahtına çıkarken Osmanlılardan destek gördü. Osmanlı Padişahı I. Murad, 1362'de Konstantinopolis'in kuzeybatısındaki Adrianopolis'i (Edirne) ele geçirdi ve kenti Osmanlı Devleti'nin yeni başkenti yaptı. Böylece Bizans İmparatorluğu, Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında, dört yanından Osmanlı topraklarıyla çevrilmiş bir ada haline geldi.
Konstantinopolis 1391'de Osmanlılar tarafından ilk kez kuşatıldı. Yedi ay süren kuşatmadan sonra Bizans, Osmanlılara eskisinden daha çok vergi ödemeyi ve Konstantinopolis'te bir Türk mahallesi kurulmasını kabul etti. Bizans İmparatoru II. Manuel’in Macar kralından yardım istemesi üzerine sefere çıkan Haçlı ordusu, 1396’da Yıldırım Bayezid tarafından Nikopolis'te (Niğbolu Savaşı) yenilgiye uğratıldı. 1402'de Osmanlıların Ankara Savaşı’nda Timur'un ordusuna yenilmesi, Bizans’ı rahatlattı. Bizans, Mora’yı yeniden egemenliği altına aldı ve Osmanlılara vergi ödemeyi kesti. 1421'de Osmanlı tahtına çıkan II. Murad, ertesi yıl Konstantinopolis'i ve Thessaloniki'yi (Selanik) yeniden kuşattı.
1444'te yeni bir Haçlı ordusu da Varna Savaşı’nda Osmanlılarca bozguna uğratıldı. Dört yıl sonra, 1448'de Bizans tahtına XI. Konstantinos çıktı. Konstantinopolis'i ele geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı Padişahı II. Mehmed, Nisan 1453'te kenti kuşattı. 29 Mayıs1453'te de Konstantinopolis'e girdi. Son İmparator Konstantinos çarpışma sırasında öldü ve Bizans İmparatorluğu da böylece tarihten silindi. İstanbul’u fetheden II. Mehmed, Fatih Sultan Mehmet olarak tarihe geçti.

Devlet Yönetimi
Bizans Devleti, çok geniş yetkilerle donanmış bir imparator tarafından yönetiliyordu. Genelde iktidar babadan oğula geçerdi. Ama Bizans İmparatorluğu’nda, ordu komutanlarının zor kullanarak tahtı ele geçirdikleri ve yeni bir hanedanın yönetime geldiği dönemler olmuştur. Bizans'ı bazen imparatoriçeler de yönetti. İmparator aynı zamanda en yüksek rütbeli ordu komutanı, en yüksek yargıç ve tek yasa koyucuydu. Konstantinopolis’teki Ortodoks Kilisesi’nin patriğini de imparator atardı. Başkent Konstantinopolis’te, Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuş bir senato vardı. Bu senato imparatora yönetim işlerinde danışmanlık yapardı. Bazı yasalar yürürlüğe girmeden önce senatoda okunurdu. Senato da yasa tasarıları hazırlayarak imparatora sunabilirdi.
Ayrıca imparatorun hizmetinde bir başgörevli vardı. Bu kişi, bugünkü içişleri ve dışişleri bakanlarının görevlerine benzeyen bir görev üstlenirdi. Devlet daireleri, saray görevlileri, saray muhafız kıtaları, güvenlik, posta örgütleri ve yabancı elçilerle ilişkiler bu başgörevlinin sorumluluğunda ve yönetimindeydi. Maliye ve devlet topraklarının yönetiminden ise başka görevliler sorumluydu.
Bizans toprakları thema adı verilen askeri bölgelere ayrılmıştı. Bu yönetim sistemini ilk kez İmparator Herakleios uygulamış ve bu bölgelerin başına strategos denen komutanları atamıştı. Thema’daki askerlere toprak veriliyordu ve thema komutanı da çağrıldığında askerleriyle savaşa katılıyordu.

Bizans Sanatı
Bizans sanatının kökeni Eski Yunan ve Roma sanatına dayanır. Bununla birlikte Mısır, İran ve Suriye kültürlerinden de etkilenerek, doğu ve batı uygarlıklarının bir bireşimi olarak gelişmiştir. Bizans’ın başkenti Konstantinopolis, ortaçağda dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Kent gösterişli sarayları, kiliseleri, hipodromu, zafer takları, dikilitaşları ve surlarıyla Bizans’ın da başlıca kültür ve sanat merkeziydi. Bizans sanatı, en önemli gelişmeyi mimarlık alanında yaptı. Bizans mimarlığının en belirgin özelliklerinden biri, yapılarda dev boyutlu kubbeler kullanılmasıdır. Öte yandan, duvar resimleri, mozaik, minyatür ve fildişi işçiliği gibi süsleme sanatlarında da Bizans çok ileriydi.
Sanat tarihçileri Bizans sanatını, Erken Bizans (330-726), Orta Bizans (867- 1204) ve Son ya da Geç Bizans dönemi (1261-1453) olmak üzere üç döneme ayırırlar.
Erken Bizans döneminde başlıca iki tür yapıya rastlanır. Bunlardan biri, uzunlamasına eksenli bazilika biçiminde ve kubbeyle örtülü merkezi planlı yapılardır. Yunan ya da Latin haçı planlı bazilika örnekleri ise ikinci tür yapı biçimidir. İstanbul'daki İoannes Studios Kilisesi (İmrahor Camisi), Efes'teki Azize Meryem Kilisesi, Selanik'teki Ayios Dimitrios Kilisesi ve Aya İrini, uzunlamasına eksenli bazilika türünün başlıca örnekleridir. Kubbeyle örtülü merkezi planlı yapıların en çarpıcı örneği, 532-537 yılları arasında yapılan Ayasofya’dır. Bu yapı dünya mimarlık tarihinin de başyapıtlarından biridir. Kubbeli bazilika türünün İstanbul'daki başka örnekleri ise, Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camisi) ile Khora Kilisesi'dir (Kariye Camisi). Bizans’ın imparatorluk sarayı olan Tekfur Sarayı, bir Orta Bizans dönemi yapısıydı. Bugün İstanbul'un Eğrikapı semtinde kalıntıları bulunan saray, üç katlı bir yapıydı ve duvarları tuğla ile kesme taşla bezenmişti.
İstanbul'un su gereksinimini karşılamak için yapılan Binbirdirek Sarnıcı ve Yerebatan Sarayı, Bizans mimarlığının bu alandaki en başarılı iki örneğidir. Constantinus'un yaptırdığı Binbirdirek 224 mermer sütun üzerine ve İustinianos yaptırdığı Yerebatan Sarayı da 336 sütun üzerine oturtulmuştur.
Bizans’ın mozaik resim sanatı ve duvar bezemeciliğinin en güzel örneklerine, Ayasofya, Kariye Camisi, Tekfur Sarayı ve Ravenna'daki San Vitale Kilisesi'nde rastlanır. Bu erken Bizans dönemi yapıtlardaki hayvan figürleri ve mitolojik sahnelerde, Sasani geleneğinin etkileri de görülür. Kilise denetiminin güçlendiği ve ikonaların yok edildiği dönemde (717-867), erken Bizans dönemi sanatındaki gelişme de durdu. Bu yeni dönemde mozaik resim sanatı yüzeysel ve simgesel bir anlatıma yöneldi, haç ya da benzeri simgeleri öne çıkardı.
Geç Bizans döneminde, yeni yapılardan çok, var olan yapılar onarıldı ya da ek yapılarla zenginleştirildi. Dönemin başlıca yapıları Konstantin Lips Manastır Kilisesi güney yapısı (Fenari İsa Camisi), Hagios Andreas Kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camisi) ve Khora Kilisesi'dir . Dinsel tasvire karış gelişmiş olan hareket, geç Bizans döneminde etkisini yitirdi. Bizans sanatı yeniden Helenistik ve Roma anlayışına dönerek, doğalcı ve gerçekçi bir üslubu benimsedi.

Kaynak: wikipedia.org.tr
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
5 Ağustos 2009       Mesaj #15
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Anadolu Tarihi

Tarih Öncesi Çağlar
Paleolitik Çağ (M.Ö. 600.000-8000)
İnsanın yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri'ne rastladı. Yarım milyon yılı aşan bu uzun devre boyunca insan henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinen mağara ve ağaç kavuklarında barınan doğadaki taşlardan avlanma aletleri yapan ilkel bir durumdadır.Buzul Dönemi'nin izlerini Anadolu'da da bulmak mümkündür. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı Mağaraları bu dönemin sonlarında (M.Ö 20.000-8000) kullanılmışlardır. Karain, Beldibi ve Belbaşı'nda bulunan eserlerin bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Karain Müzesi'nde sergilenmektedir.

Neolitik Çağ (M.Ö. 8000-5000)
İnsanoğlu bundan 40 bin yıl önce, bugünkü fizik yeteneklerine ulaşmaya başladığı ve ateş yakmasını da öğrendiği halde uygar denebilecek duruma ancak on iki bin yıl önce yerleşik hayat şekline geçmesiyle ulaşabilmiştir. Yerleşik olmak insana mal ve zahire biriktirme imkanları sağladı. Dünyanın bir çok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan ikisi Orta Anadolu'da Konya dolaylarındaki Çatalhöyük yerleşmeleridir. Çatalhöyük'te insanoğlu daha M.Ö. 7. ve 6. binlerde duvarları renkli resim ve renkli kabartmalarla kaplı kerpiçten evlerde oturuyor, odalarını pişmiş topraktan renkli vazolar ve heykelciklerle süslüyordu. Heykelciklerin büyük bir bölümü çıplak bir tanrı kadını, toprak anayı, tasvir etmektedir. Duvarcılar ve çeşitli meslek erbabı obsidyandan yapılmış aletleri kullanıyorlardı, çiftçiler öküzlerle sürdükleri tarlalarda buğday, arpa ve mercimek yetiştiriyorlardı. İş adamlarının pişmiş topraktan mühürleri, kadınların cilalanmış obsidienden aynaları vardı. Çatalhöyüklüler'in sofralarında ekmek, sebze ve meyveden başka keçi ve koyun eti de yer alıyordu. Evlerini, evcil hale getirdikleri köpekler koruyordu. Bu evlerden birinin duvarında patlama halinde bir yanardağın, muhtemelen Hasan Dağı'nın tasviri bulunuyordu. Bu eser, sanat tarihinin bu güne kadar bilinen en eski manzara (paysage) resmi olup, sözü edilen öteki buluntularla Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Müzede ayrıca evlerden birisinin 'kült odası' orjinal şekline yakın hali ile yer almaktadır.

Kalkolitik Çağ (M.Ö. 5000-3000)
Kalkolitik Çağ'da, yani Maden - Taş çağında, Anadolu bir duraklama dönemi geçirir. Bu iki bin yıl içinde de güzel keramik örneklerine rastlanırsa da Mısır ve Mezopotamya yanında Anadolu artık geri kalmış bir ülkedir.

Tunç Çağı (M.Ö.3000-2000)
Bakır, çinko ve kalayın karışımı ile elde edilen tunçtan eserlerin ortaya çıktığı çağda Anadolu bir ölçüde olsun canlanmaya başlar. Troia II yerleşmesi erken Tunç Çağı'nın (M.Ö. 3000-2500) Anadolu'daki en parlak merkezidir; ancak Mısır'da ve Mezopotamya'da yazının kullanıldığı bir dönemde Anadolu hâlâ geri kalmış durumdadır.
Anadolu 2500 yılı bulan bir duraklamadan sonra ilk önce Orta Tunç Çağı'nda (M.Ö. 2500-2000) yeniden gelişmeye başlar. Her ne denli yazı kullanmıyorlarsa da Orta ve Güneydoğu Anadolu'daki Hatti Uygarlığı ile kuzeybatı Anadolu'daki Troia II yerleşmesi dünya medeniyetinde müstesna bir yer alırlar.

HATTİ UYGARLlĞl (M.Ö. 2500 - 2000)
Hitit metinlerinde kalıntılarına rastladığımız Hatti dili kendine öz bir yapıya sahip olup, kendisi ile çağdaş olan dillerden hiç biriyle benzerlik göstermez. Hattiler Mezopotamya etkileri taşımakla birlikte sanat ve genellikle maddi kültür yönünden güçlü bir özgünlük gösterirler. Din, töre, mitoloji ve sanat bakımından büyük bir varlık sergileyen Hattilerin etkileri Anadolu'da iki bin yıla yakın bir süre boyunca yaşamıştır. Nitekim Anadolu M.Ö. 2500 - 700 tarihleri arasında bütün komşuları tarafından hep Hatti ülkesi adı ile anılmıştır. Yine bu nedenle Indo-Avrupa kökenli Hititler de bütün tarihleri boyunca yazılı kaynaklarında Anadolu'yu Hatti Ülkesi olarak anmışlardır. Eski Testament'deki Cheta (Kheta) ile de Anadolu'da oturan halkın kastedildiği sonradan, bu yüzyılın basında Boğazköy tabletlerinin keşfinden ve okunmasından sonra anlaşıldı.
Hatti ülkesi küçük beyliklerden oluşmakta idi. Aynı zamanda en yüksek rahip sıfatını da taşıyan bu kralcıklar çok özgün sanat eserlerinin meydana gelmesini sağlamışlardır. Alacahöyük, Horoztepe ve Mahmatlar gibi Kızılırmak kavsi içindeki bölgelerde bulunmuş olan bu eserler hayvan şeklindeki tanrıları; boğalar fırtına tanrısını; geyikler onun karısı olan tanrı kadın Vuruşemu'yu; kral standartları ise evreni (Universium'u) tasvir etmektedirler. Çoğunlukla bir çift öküz boynuzu üstünde duran bu evren sembolü, Türkiye'de hâlâ yaşayan bir masalın 'Dünya bir öküzün boynuzları üzerinde durur ve öküz başını salladığında deprem olur' biçimindeki inancın kaynağı olmak gerektir.

TROİA II YERLEŞMESİ (M.Ö. 2500- 2000)
Orta tunç çağının Anadolu'daki ikinci büyük kültür merkezini yukarıda da Söylediğimiz gibi Çanakkale'deki Troia 2 yerleşmesi oluşturmaktadır. Troia'yı ilk kazan Schliemann'ın burada bulduğu ve yanlışlıkla Priamos'un hazinesi adını verdiği altından kaplar ve çeşitli ziynet eşyasından oluşup, Berlin Müzesi'ne götürülmüş olan eşsiz eserler ne yazık ki II. Dünya Savaşı'nda ortadan yok olmuşlardır. Bugün bu ünlü hazineden sadece İstanbul Müzesinde küçük fakat çok önemli bir bölüm kalmıştır. Ancak yitirilen altın kapların çok güzel galvanize kopyaları mevcuttur. H. Schliemann yaptığı kazılar sırasında Troia II 'yi büyük ölçüde tahrip etmiş olmakla birlikte bugün kazı yerinde bu yerleşmenin giriş rampası ve kent duvarı ile büyük megaronların bir bölümü ayakta durmaktadır.

HATTİ - HİTİT BEYLİKLER DÖNEMİ (M.Ö 2000 - 1750)
M.Ö. üçüncü binin sonlarında Kuzey Avrupa'dan sıcak ülkelere doğru olagelen Indoavrupalı kavimlerin büyük göçü sırasında aynı kökten olan Hititler, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya geldiler. Ancak Hitit kabilelerinin bu göçü, istiladan çok sızma yolu ile gelişti. O dönemlerde Hatti beyliklerinin egemenliğinde olan Anadolu'da M.Ö. 2. binin ilk çeyreğinde Indoavrupalı kökenli beyliklerin de birdenbire yer aldığını görüyoruz. Giderek Hitit beylikleri çoğalmış ve böylece 1750 sıralarında Anadolu dışardan gelen Hititlerin eline geçerek Hitit Devleti kurulmuştur.

HİTİT DEVLETİ (M.Ö 1750-1200)
Yukarıda anlatıldığı üzere Anadolu'ya M.Ö 2000 tarihlerinde gelen Hint Avrupalı Hititler 1750 tarihlerinde ilk krallıklarını 2. bin ortalarında ise Hitit Büyük Krallığı'nı (Hitit İmparatorluğunu) kurdular.
Hititler M.Ö 15 ve 14. yüzyıllarda yakın doğunun en büyük devletlerinden birini oluşturuyorlardı 13. yüzyılda ise dünya egemenliğini Mısır İle paylaşıyorlardı. M.Ö 1875'te Hititlerle Mısırlılar arasında Kadeş'te yapılan büyük savaşta Hitit kralı Muvattalli o çağın en güçlü vurucu silahı olan atlı savaş arabalarından 3500 tane kullanarak rakip orduyu bozguna uğrattı. Hattuşili 4 ile Ramses 2 arasında imzalanan muahedenin Hititce metni İstanbul arkeoleji müzesinde sergilenmektedir. Bu belge Dünya tarihinin iki büyük devlet arasında aktedilmiş ilk politik antlaşmasıdır.
Hititlerin ilk merkezlerinden biri olan Kaneş'te (Kayseri yakınındaki Kültepe'de) M.Ö 18. yy da çivi yazısı kullanılmakta idi. Ayrıca halkın anlaması için kendi icatları olan hieroglifleri, yani resimli yazıları da vardı. Böylece Anadolu'da tarihi çağ Mısır ve Mezopotamya'dan 1000 yıl sonra, ilk önce Hititlilerle başlamış bulunuyordu.
Yukarıda Hatti bölümünde Hititlerin Mezopotamyalılar gibi Anadolu'yu 'Hatti ülkesi' adı ile andıklarını ve eski Testamente de zikredilen Khetaların da bu Hatti adında geldiğini söylemiştik. Hitit dilinin çözülmesi sırasında filologlar hep Hatti adına rastladıkları için Hint-Avrupa kökenli olan ve aslında Nesi'ler denmesi gereken bu kavme, eski Testamenteki deyişten de esinlenerek yanlışlıkla Hitit adını taktılar. Hititlere İngilizce 'The Hitites' Almancada 'die Hethister', Fransızcada 'Les Hitites', İtalyancada ' Gli ititi ' denmektedir. Türkçede önceleri 'Eti' sözcüğü kullanılıyordu. Şimdi ise Hitit tabiri yerleşmiş bulunmaktadır.
Hititler, din, mitoloji, töre, örf ve adet ile kültür ve sanatın bütün alanlarında Hattilerin etkisi altında kalmışlar; birçok tanrı adı ile ırmak ve kent adlarını da Hattilerden almışlardır. Örneğin Hitit başkenti Hattuşa'nın aslı Hattice olup Hattuş'tan gelmektedir. 4 büyük Hitit kralının adı olan Hattuşili de aynı kökten kaynaklanmaktadır.
Büyük oranda Hatti ve Mezopotamya etkileri taşıdığı halde Hitit kültürü kendine has ilginç bir karakter sergiler. Tapınakları, özgün bir nitelikte olup, 'kent duvarları ise düşmana saldırı imkanına sahip bir savunma sistemi oluşturmaları bakımından Dünya'da eşsizdirler. Hitit figüratif sanatı da İkonografi bakımından Mezopotamya etkileri göstermekle birlikte orijinal ve ilginç bir sitil yaratmıştır.
Hitit ülkesi yakın şarkta kadını önemli sosyal haklara sahip olduğu ve insan haklarının büyük ölçüde yasa güvencesi altında bulunduğu tek memleketti.

HURRİ UYGARLIĞI
Aşağı yukarı Hititlerle çağdaş olarak Doğu Anadolu'da egemen olan ve Hintli bir krallık ailesi tarafından idare edilen Mitanniler Hurrice konuşuyorlardı. Kendi başına bir tür oluşturan bu dil daha sonra adlarına 13. Yüzyılın ilk yarısından beri rastlanan Urartular (M.Ö 900-600) tarafından da kullanılmıştır. Hititler 13. yüzyılda da büyük ölçüde Hurri etkisinde kalmıştır.

Troia 6 Uygarlığı (M.Ö. 1800 - 1275)
Hitit büyük krallığı ile çağdaş ve üstün düzeyde bir krallık da Çanakkale'de Troia 6 uygarlığını geliştirmiştir. Myken'lerle akraba olan bu kavmin meydana getirdiği yerleşme Homeros'un Ilias destanına sahne olan Ilion kentdir. Troia 6'nın kent duvarı ve megaronları çok iyi korunmuş olup, Türkiye'nin en değerli ziyaret yerlerinden birini oluştururlar. Troia kazılarında bulunan önemli keramik eserler İstanbul Arkeoloji Müzelesi'nde sergilenmektedir.

'Ege Göçü' ve Balkan halklarının Anadolu'yu istilası (MÖ 1200)
MÖ 1200 tarihlerinde olagelen büyük 'Ege Göçü' sonu Balkanlardan gelen Indoavrupalı kavimler önce Troia 6'yı sonra Hattuşa'yı tahrib ederek bu iki özgün kültürlü devletin ortadan kalkmalarına neden olmuşlardır. M.Ö. 1200 den sonra yazı da kullanılmaktan çıkmış, Anadolu bölge bölge 300-400 yıl boyunca kültürden yoksun fakir bir seviyeye düşmüştür. Troia 7b1 bölümde de bulunan elle yapılmış kaba keramikle Troia 7b2'de ele geçen Buckelkeramik söz konusu Balkan kavimlerine ait olup İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. O. birinci binin ilk yarısında küçük Anadolu Devletleri M.Ö. 2. Binin ilk çeyreğinde olduğu gibi demir çağında da (M.Ö. 1200-700) Anadolu yarımadası çeşitli topluluklara ait büyüklü küçüklü beyliklerin idaresinde idi. Güneydoğu Anadolu'da kısmen Suriye'de olmak üzere Geç Hititler, Doğu Anadolu'da Hurrilerin devamı olan Urartular, Orta Anadolu'da ise Frygler, Lydialılar ve Güneybatı Anadolu'da Kanalılar, ve Lykialılar üstün değerde uygarlıklar kurmuşlardır.

Geç Hitit Beylikleri (M.Ö. 1200 - 700)
Güneydoğu Anadolu'da ve bugünkü kuzey Suriye'de yerleşik olan Geç Hititler büyük oranda Anadolu Hitit kültürünü sürdürmüşlerdir. Giderek Babil, Asur, Aram ve Fenike etkisine girmiş olan Geç Hititler özellikle 8. ve 7. Yüzyıllarda henüz gelişme yolundaki Hellen sanatına büyük ölçüde etkili olmuşlardır.

Urartu Uygarlığı (M.Ö. 900-600)
Doğu Anadolu'da Van bölgesinde ve İran'la bugünkü Rusya'da yerleşik olan Urartular Sami, Hint avrupa ve Hatti dilinden de başka bir dil olan Hurrice'nin bir lehçesini konuşuyorlardı. Krallıkları 8. yüzyılın ortalarında kısa bir süre için Suriye kıyılarına dayanan Urartular özellikle maden işçiliğinde ileri bir düzeyde idiler. Urartu tunç eserleri Frygia ile Etrüsk kentlerinde bulunmuştur.

FRİGYA UYGARLIĞI (M.Ö 750 - 300)
Frigler Troya 6'nın tahribinden sonra Anadolu'ya gelen Balkan kökenli kavimlerden biridir. Ancak siyasal bir topluluk olarak ilk defa M.Ö 750'den sonra ortaya çıkmışlar, Midas döneminde ise (M.Ö 725 - 675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu'ya egemen güçlü bir Krallık seviyesine ulaşmışlardır. Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaşmışlar ve büyük oranda Geç Hitit ve Hellen etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün bir kültür oluşturmuşlardır. Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta yarattıkları eserler Helen dünyasına örneklik yapmıştır. Frigler Helenlere ayrıca müzik alanında esinlenme kaynağı olmuşlardır.

LİDYA UYGARLIĞI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalıların dili Hint Avrupa kökenli olmakla birlikte M.Ö 2. binden önceki yerli Anadolu dillerinin unsurlarımda taşır M.Ö 7. yüzyılda İon kentlerine zaman zaman egemen olmuşlarsa da büyük ölçüde Helen kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Böyle olmakla birlikte yapı işçiliğinde ise onlara örnek olmuşlardır.

KARYA & LİKYA UYGARLIKLARI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalılar gibi Karya ve Likyalılar da büyük ölçüde eski Anadolu dillerinden unsurlar taşıyan ancak Hint Avrupalı olan bir lehçe konuşuyorlardı. Karyalılar hakkındaki bilgimiz çok azdır. Buna karşılık Likyalıların Güney Batı Anadolu'da sağlam olarak ayakta duran fevkalade güzellikteki kaya mezarları, Türkiye'nin en göz alıcı anıtları arasında yer alırlar.

İON UYGARLIĞI (M.Ö 1050 - 300)
Eski İzmir kazılarının ortaya koyduğuna göre İon kentleri 1050 sıralarında kurulmuşlardır. 300 yıl boyunca ilkel bir düzeyde tarımcı topluluklar olarak yaşayan İonlar, 8. yüzyılın ikinci yarısında Mısır, Fenike, Asur ve Hitit merkezlerinin etkileri ile gelişmeye başlamışlar, ancak parlak dönemlerinin M.Ö 650 - 545 yıllarında idrak etmişlerdir.
İonların Dünya tarihindeki önemleri özgür düşünce ile özgür bilimsel araştırmanın ilk önce onların kurdukları kentlerde doğmuş olmasından ileri gelmektedir. Özellikle Miletos kentinde doğan filozofları, doğayı ve doğa olaylarını dinsel kurallardan ve boş (batıl) inançlardan sıyrılmış bir davranışla araştırmaya başladılar. Annesi Helen, babası Karyalı Hexamyes olan doğa filozofu Thales başta olmak üzere Anaximondros ve Anaximenes gibi düşünürler. Mısır ve Mezopotamyadan öğrendikleri bilgilere dayanarak bu yeni özgür davranışla, felsefe, matematik, geometri ve astronomi gibi müspet ilimlerin İlk temellerini attılar. Mısır'ı ve Mezopotamya'yı gezmiş olan Thales, o ülkelerde elde ettiği bilgilerle dünya'da ilk defa bir doğa olayını, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını, önceden hesap etti. Bu bilimsel tespit ilk adım oldu: İslâm dünyasında Arap, İran ve Türklerin M.S 9. ve 12. yüzyıllarda geliştirdikleri ilk Rönesans hareketiyle gelişti. Daha sonra Avrupa'da Rönesans çağında ve özellikle l9. ve 20. yüzyıllarda oluşturulan, nihayet Ay'a insan gönderme başarısına kadar uzanan bilimsel araştırmaların ilk adımı oldu.
Bu çağda İonia, şiir ve sanat alanında da Dünya'nın bir numaralı merkezi idi. Gerçekten Efesos'daki 55 x 110 metre boyutlarındaki Artemis tapınağı Dünya'da ilk defa olmak üzere tamamıyla mermerden inşa edili, İon mimarlık düzeni Atina'ya da geçmiş ve sonraları Avrupa'nın ve Amerika'nın çeşitli dönemlerde tekrar etmekten zevk aldığı bir mimarlık düzeni olarak 20. yüzyıl başlarına kadar yaşamıştır.
İon mimarlığının güzel ve iyi korunmuş kalıntıları bugün, Bergama, Sardis, Efes, Priene, Miletos, Didyma, Afhrodisias ve Aizanoi gibi eski kentlerde bütün güzellikleri ile ayakta durmaktadır. İon sanatının heykelleri de Türk müzelerinde korunmaktadır. İon vazoculuğu, Yunanistan'daki yaratıların yanında ikinci plânda kalırsa da taşıdıkları cana yakın mizah üslubu bakımından eşsizdirler.

PERS EGEMENLİĞİ (M.Ö 545 - 383)
Anadolu 6. yy'ın ortasından Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Dara'yı 333 tarihinde İssos da yenmesine değin, İran egemenliği altında kalmıştır. İranlıların bütün Anadolu'yu ele geçirmeleri sonunda İon uygarlığının dünyadaki öncülüğü son bulmuştur. Ancak bazı İran satraplarının bağımsız krallar gibi hareket etmeleri nedeniyle M.Ö 5. yy Sonunda ve 4. yy da özellikle 'aryada, Likya'da ve Propontis de dünya çapında eserler meydana gelmiştir. Bunların en önemlileri Xanthos'daki Nereidler anıtı ile Bodrum'daki Maussoleum idi. Her iki anıtın mimarlık ve heykel eserleri şimdi büyük ölçüde British Museum da olmakla birlikte Bodrum'da da bazı buluntular mevcuttur.

HELLENİSTİK ÇAĞ (M.Ö 333 - 30)
Büyük İskender'in Anadolu'yu İranlıların alinden alıp Hellen kentlerine bağımsızlıklarını kazandırması ile Yarımada yeniden dünya sanatında ön sırada yer aldı. Gerçekten, Assos, Bergama, Magnesia, Efes, Tralleis (Aydın) Miletos ve Didyma gibi kentler yine ön plana geçti ve burada yaratılan mimarlık eserleri büyük ölçüde Roma sanatına da etkili oldu.

ROMA ÇAĞI (M.Ö 30-M.S 395)
Romalılar tuğlaları harçla birbirlerine bağlama (perçinleme) yöntemini geliştirerek inşa ettikleri kemerler, tonozlar ve kubbeler sayesinde geniş hacimli yapılar ortaya koymuşlar ve böylece tarihin ilk büyük mühendislik eserlerini yaratmışlardır. İlk önemli eserler Roma da geliştirilmiş olmakla birlikte, Anadolu da kısa sürede yeni inşa yönteminin büyük bir başarı ile uygulandığı ülke oldu. Batı ve Güney Anadolu'da olduğu gibi Yarımadanın içlerindeki birçok yerde de bayındır kentler gelişti. Bu kentlerin hepsinde Agora, Belediye binası, Gymnasium, Stadium, Tiyatro, Hamamlar ve Çeşmeler gibi birçoğu mermerden yapılmış olan anıtsal yapılar yer alıyordu. Yollar da mermer plakalarla döşeliydi ve iki yanlarında sütunlu revaklar bulunuyordu. Böylece kentliler yazın güneşten ve tozdan, kışın soğuktan ve çamurdan korunuyorlardı. Yarımadanın bütün bölgeleri sağlam ve iyi bakımlı yollar taş köprülerle birbirine bağlanmıştı. Tarihte ilk kez olmak üzere yollarda mesafeleri gösteren mil taşları da vardı. Özellikle M.S 2. yüzyıl süresince Anadolu dünyanın en bayındır ülkelerinden biri idi ve kentlerinin konforu ve güzelliği yönünden Roma ile boy ölçüşecek seviyeye ulaşmıştı. Batı ve Güney Anadolu'da bugün düzinelerce ören yeri Roma çağındaki durumları ile korunmuş olup, ziyaretçilerin hayranlıklarını çekmektedirler.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
15 Haziran 2010       Mesaj #16
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Anadolu Uygarlıkları:
  • Anadolu Asya'nın batısında bir yarımadadırTaş, tuğla ve topraktan yapılar yapılmış, günümüze kadar gelmiştir (İklimsel özellik)
  • Yazısız dönem uygarlıkları Truva, Alişar Alacahöyüktür
  • Truva ev yapımında ileri gitmiştir. (Megaron tipli evler yapmış­lardır.)
Anadolu'da Yontma Taş Devrinden İtibaren Bazı Eski Yerleşim Yerleri;
  • Antalya -> Karain Mağarası, Beldibi
  • Adıyaman ->Dülük
  • Burdur -> Hacılar
  • İstanbul -> Yarımburgaz
  • Konya -> Çatalhöyük
  • Samsun -> Tekkeköy
  • Denizli —> Çivril
  • Diyarbakır -> Çayönü yazısız dönem uygarlıklarıdır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Aralık 2010       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HİTİTLER
  • Başkentleri: Hattuşaş
  • Kraliçeleri: Tavananna
  • Meclisleri: Pankuş
  • Anlaşmaları: Kadeş anlaşması
  • Yıllıkları: Anal

URARTURLAR
  • Başkentleri: Tuşpa
  • Kanal: Şamran Kanalı

FRİGLER
  • Başkentleri: Gordiyon
  • İnanış: Kibele
  • Halı ve Kilim: Tapetes

LİDYALILAR
  • Başkentleri: Sard
  • Kralları: Giges
  • Yol: Kral Yolu

Anadolu ve Mezopotamya'da kurulan uygarlıklar

turkiyebolgelerharitasi
Uploaded with ImageShack.us

_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
4 Aralık 2012       Mesaj #18
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
ANADOLU MEDENİYETLERİ

ANADOLU: (Küçük Asya) Tarih boyunca bir çok göç ve istilaya uğramıştır.
Neden?:
1- Üç tarafının denizlerle çevrili oluşu, Avrupa ve Afrika arasında deniz ve karadan kolayca bağlantı kurulması
2- Olumlu iklim şartları, verimli toprakları bol su kaynaklarına sahip olması

ANADOLU'DA UYGARLIK NEDEN GELİŞMİŞTİR?
1- Göçler ve istila amacıyla gelen topluluklar sahip oldukları kültür ve medeniyeti Anadolu'ya taşıdılar.
2- Anadolu'nun Mısır, Ege ve Yunan Medeniyetlerine yakın bir konumda olması bu medeniyetlerden etkilenmesini sağlamıştır.

ANADOLU MEDENİYETLERİ:
Anadolu'da kurulan uygarlıklar sırasıyla şunlardır:
1) Hititler, Frigler,Lidyalılar, İyonlar, Urartular (MÖ 2.bin-Mö.600 yılları arasında)
2) Persler (M.Ö 543-333)
3) İskender İmparatorluğu
4) Roma İmparatorluğu
5) Bizanslılar (395-1071)
6) Türkler (1071-....)


1) MÖ.2.BİN- MÖ.600 YILLARI ARASINDA ANADOLU MEDENİYETLERİ


A) HİTİTLER:
* Anadolu'ya Kafkaslar'dan geldikleri tahmin edilmektedir.
* Kızılırmak çevresinde kurulmuştur. Başşehirleri HATTUŞAŞ (Boğazköy)'dır.
* Hititler Suriye toprakları için Mısır ile yaptıkları savaş sonucunda KADEŞ ANTLAŞMASINI imzaladılar. Kadeş Antlaşması tarihte bilinen ilk antlaşmadır.
* Hititler'de asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu.
* Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi.
* Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır.
* Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır.( İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.)
* Hititler Asurlular tarafından yıkıldılar.
B) FRİGYALILAR (FRİGLER):
* Orta Anadolu'da(Sakarya nehri çevresinde) MÖ. 800 yıllarında devlet kurdular. Başşehirleri GORDİON'du.
* Kimmerler tarafından yıkıldı.
* Friglerin en büyük Tanrıları KİBELE 'dir.
* Frigler dokumacılıkta ileri gitmişlerdir. Frigyalılar TAPETES adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler.
C) LİDYALILAR:
* Bugünkü Gediz ve Menderes ırmakları arasındaki bölgeye eski çağlarda LİDYA deniliyordu.
* Başkentleri SARDES(Sard)'dır.
* Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır.
* Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular.
* Lidyalılara Persler son vermiştir.
* Lidyalıların kısa zamanda yıkılmasının sebebi, ordularının çeşitli kavimlerden toplanan ücretli askerlerden oluşmasıdır.(Düzenli ve sürekli milli ordusunu oluşturamamıştır.)
D) İYONYALILAR (İYONLAR):
* İzmir Körfezinden, Güllük Körfezine kadar olan bölgeye İYONYA denilirdi.
* Yunanistan'dan gelen AKALAR buradaki yerli halkla karışarak, şehir devletleri halinde yaşadılar.
* Başlıca İyon şehirleri şunlardır: Efes, Milet, İzmir, Foça, Bodrum.
* Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir.
* İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi.
* İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.
* İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen)
E) URARTULAR:
* Van Gölü ve çevresinde devlet kurmuşlardır. Başşehirleri TUŞBA(Van)'dır.
* Urartular'da kral ülkeyi savaş tanrısı HALDİ adına yönetirdi.
* Urartular madencilik ve maden işletmeciliğinde ileri gitmişlerdi.
* Urartular kaleler ve su kanalları ile ünlüdür. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri)

KÜLTÜR VE MEDENİYET DEVLET YÖNETİMİ:
1)- Anadolu'da kurulan bu devletler genellikle krallıkla yönetilmiştir. Kral hem başkomutan, hem baş yargıç, hem de baş rahipti.
NOT: Bu durum kralın siyasi, askeri ve dini gücü elinde bulundurduğunu gösterir. Ayrıca kralın başrahip oluşu laik olmayan bir anlayışı yansıtmaktadır.
2)- Hititlerde asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu.
3)- Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi.
4)- İyonyalılar merkezi krallık yerine SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır.

DİN VE İNANIŞ:
1)- Anadolu'da çok tanrılı inanış mevcuttu.
2)- Hititler kendi tanrılarından başka Ön Asya tanrılarına, Lidyalılar da Yunan tanrılarına tapınmışlardı.
NOT: Bu durum Anadolu'da dini etkileşimi yansıtmaktadır.
3)- Urartular ölümden sonra hayata inanmışlardı. Bu yüzden mezarlarını ev ve oda biçiminde yapıp içine çeşitli eşyalar koyuyorlardı.
4)- Friglerin en büyük Tanrıları KİBELE 'dir.
5) Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir.
6) Urartular'da kral ülkeyi savaş tanrısı HALDİ adına yönetirdi.

SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT:
1)- Halk genellikle Asiller, Rahipler, Hürler ve Köleler olarak sınıflara ayrılmıştı.
2)- Anadolu'da ekonomik hayatın temelini tarım, ticaret ve hayvancılık oluşturuyordu.
3)- Urartular madencilik ve maden işletmeciliğinde ileri gitmişlerdi.
4)- Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır.
5)- İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi.
6)- Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular.

YAZI, DİL VE EDEBİYAT:
1)- Anadolu'ya yazı Asurlular tarafından getirilmiştir. Hititler ve Urartular Asurlulardan aldıkları ÇİVİ yazısını ve kendi buluşları olan HİYEROGLİF(resim yazısı) yazısını kullandılar.
2)- İyonlar ve Lidyalılar Fenike yazısını kullandılar. Fenike yazısını batıya aktaran İYONLAR olmuştur.
3)- Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır.
4)- Hititler, Mısırlılarla tarihte bilinen ilk antlaşmayı (KADEŞ ANTLAŞMASI) imzaladılar.(MÖ.1280)
5)- İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.

HUKUK:
Anadolu'da kanunlar Mezopotamyadaki gibi kısasa kısas değildi.

BİLİM VE SANAT:
1)- Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır. (İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.)
2)- Urartular kaleler ve su kanalları ile ünlüdür. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri)
3)- İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen)
4)- Hititler ve Frigler dokumacılıkta ileri gitmişler- dir. Frigyalılar TAPETES adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler.


ANADOLU'YA HAKİM OLAN DEVLETLER
1) PERS İMPARATORLUĞU:
Anadolu M.Ö 543-333 yılları arasında İran'da kurulan PERS İMPARATORLUĞUNUN hakimiyetinde kaldı.

2) İSKENDER İMPARATORLUĞU:
Makedonya kralı II. Filip'in ölümüyle yerine geçen oğlu BÜYÜK İSKENDER Asya seferine çıkarak büyük bir imparatorluk oluşturmuştur.
ASYA SEFERİ:
Büyük İskender bu seferle Anadolu, Suriye, Mısır ve Hindistan'ın bir bölümünü ele geçirdi. Pers İmparotorluğuna son verdi. Bu sefer dönüşünde yolda öldü.
HELENİSTİK MEDENİYET:
Büyük İskender'in Asya seferi sırasında Yunan Medeniyeti ile Doğu Medeniyetleri birbirlerinden etkilendiler. Böylece doğu ve batı medeniyetlerinin karışımından HELLENİZM MEDENİYETİ ortaya çıktı. İskender'in ölümünden sonra Anadolu'da küçük krallıklar kuruldu. Bunların başlıcaları;
a) BİTİNYA KRALLIĞI: Kuzeybatı Anadolu'da
b) PONTUS KRALLIĞI: Karadeniz'de
c) BERGAMA KRALLIĞI: Batı Anadolu'da kurulmuştur.
Bergama kralları bilim, edebiyat ve sanata önem verdiler. Koyun ve keçi derisinden PARŞÜMEN kağıdını icat ettiler. Bu sayede pek çok kitap günümüze geldi. Yine Bergama Krallığı Döneminde yapılan ZEUS tapınağı meşhurdur.

3) ROMA İMPARATORLUĞU:
* İtalya'da kurulan bu devlet kısa zamanda Avrupa, Asya ve Afrika topraklarına yayılmıştır. 395 yılında Batı ve doğu Roma imparatorluğu olarak ikiye ayrılmıştır. Batı Roma 476 yılında, Doğu Roma (Bizans) ise 1453'te yıkılmıştır.
* Bozdoğan Kemeri(istanbul), Çemberlitaş(istanbul), Ogüst Mabedi ve Roma Hamamı (Ankara), Aspendos tiyatrosu (Antalya) Romalılardan kalan ünlü eserlerlerdir.
* Romalılar Mısırlılardan aldıkları Güneş takvimini JÜLYEN TAKVİMİ adıyla geliştirdiler.
* Fenikelilerin bulduğu harf yazısı(alfabe), İyonlar yoluyla Yunanlılara ve onlardan da Romalılar'a geçmiş, Romalılar bunu geliştirerek LATİN ALFABESİNİ oluşturmuşlardır.
* Roma'da ilk yazılı kanunlar 12 Levha Kanunlarıdır. Roma kanunları günümüz Avrupa hukukunun temelini oluşturur.

4) BİZANS İMPARATORLUĞU(DOĞU ROMA İMP.):
* Merkezi İstanbul olan bu devlet 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmıştır.
* Ayasofya, Aya İrini, Hora, Sergios ve Baküs kiliseleri ile Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları en ünlü eserleridir.


TÜRKİYENİN ÇEVRESİNDEKİ KÜLTÜR VE MEDENİYETLER
MEZOPOTAMYA MEDENİYETİ
Mezopotamya: Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir. Mezopotamya Verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiştir.

BAŞLICA MEZOPOTAMYA KAVİMLERİ:
1- Sümerler
2- Akkadlar
3- Elamlılar
4- Babilliler
5- Asurlular

1) SÜMERLER:
* Birbirinden bağımsız SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri; Ur, Uruk, Lagaş'tır. Bu şehir devletleri ENSİ veya PATESİ denilen Rahip-krallar tarafından yönetiliyordu.
* Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına ZİGGURAT denirdi.
* Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır.
NOT: Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır
* Günümüz Uygarlığının temeli olan yazıyı (ÇİVİ YAZISI) ilk kez Sümerler bulmuştur.(MÖ. 3500)
* Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz.
NOT: Lagaş Kralı URUKAGİNE tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu.
* Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir.
* Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atnışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.)
* Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.
NOT: Dünyada ilk kez AY YILI hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır.
* Son araştırmalara göre örf, adet,geleneklerine ve dil yapılarına, kullandıkları aletlere bakılarak Sümerlerin Mezopotamya'ya Orta Asya'dan geldikleri Türk olabilecekleri tahmin edilmektedir.
* Akkadlar tarafından yıkılmışlardır.
2) AKKADLAR:
* Arap Yarımadasından Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir.
* İlk sürekli ve düzenli orduları kurmuşlardır. (Bu sayede kısa zamanda Mezopotamya'nın tamamına sahip olmuşlardır.)
* Tarihte bilinen ilk büyük imparatorluğu kurdular.
* Kurucuları SARGON, başkentleri AGADE'dir. (Tapınaklarına da AGADE denilirdi.)
* En önemli mimari eserleri ZAFER ANITI'dır.
3) ELAMLILAR:
* Elam güneydoğu Mezopotamya'ya verilen addır.
* Başkentleri SUS'dur.
* Bilim ve teknikte ileri olmamalarına rağmen, güzel sanatlar ve süsleme alanında gelişmişlerdir.
4) BABİLLİLER:
* İlk "Mutlak Krallık" anlayışı Babil'de ortaya çıkmıştır.
* Ünlü kralları HAMMURABİ, ilk ANAYASA olarak bilinen "Hammurabi Kanunlarını" oluşturdu. (Bu kanunlar Sami geleneklerinden ve Urukagine kanunlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.)
* "Babil Kulesi" ve "Babil'in Asma bahçeleri" en önemli eserleridir.
5) ASURLULAR:
* Yukarı Mezopotamya'da(Güneydoğu Anadolu) kurulmuşlar, Toroslar ve Kapadokya'ya kadar yayılmışlardır.
* Anadolu'da ticaret kolonileri kurdular. (KÜLTEPE'de)
* Çivi yazısını Anadolu'ya öğreterek, Anadolu'da tarih devirlerini başlattılar.
* Tüm çivi yazılı eserleri başkentleri NİNOVA'da toplayarak, ilk KÜTÜPHANECİLİK ve ARŞİVCİLİK faaliyetini başlattılar.

MISIR MEDENİYETİ
* Kuzey Afrika'da NİL NEHRİ ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir.
* Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır Medeniyeti KENDİNE ÖZGÜ bir medeniyettir.
* Önceleri NOM adı verilen şehir devletleri varken, MÖ.IV. binden itibaren Kral MENES'ten itibaren merkezi krallık haline gelmiştir. Kral Menes'le FİRAVUNLAR DEVRİ başlar.
* Mısır krallarına FİRAVUN denirdi. Firavunlar dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı. Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi.
NOT: Mısır'daki TANRI KRAL anlayışı, Mezopotamya'da ise RAHİP KRAL anlayışının egemen oluşu hem Mısır hem de Mezopotamya'da LAİK olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır.
* Dinleri çok tanrılıdır. tanrılarını insan veya hayvan şeklinde tasavvur etmişlerdir. Firavunlar için PİRAMİT'ler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir. Halk mezarlarına ise LABİRENT denilirdi.
* MÖ. 525'te Persler, MÖ.333'te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir.
NOT: Büyük İskender'in istilası ile Yunan ve Mısır medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir.
* MÖ.1280'de Hititlerle KADEŞ ANTLAŞMASINI imzaladılar.
* Kendilerine özgü HİYEROGLİF (Kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır.
* Yazılarını PAPİRÜS adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır.
* Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir.(Mumyacılık)
* Matematikte Pi sayısını buldular. Astronomide gelişmişlerdi. Rasathaneler kurmuşlar ve Nil nehrinin taşma sürelerini hesaplamışlardı.
NOT: Dünyada GÜNEŞ YILI esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır. Romalılar Mısırdan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Milat takvimini oluşturdular.
* Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu.

EGE VE YUNAN MEDENİYETLERİ
Girit Adası, Yunanistan, Makedonya, Trakya, Batı Anadolu ve Ege Adalarında yaşayan toplulukların meydana getirdiği medeniyettir.

A) GİRİT MEDENİYETİ:
Ege ve Yunan Medeniyetinin ilk ortaya çıktığı yer GİRİT ADASI'dır. Bu medeniyet buradan diğer adalara, Mora ve Yunanistan'a yayılmıştır. En önemli eserleri KNOSSOS SARAYI'dır.

B) MİKEN MEDENİYETİ (AKALAR):
Anadolu'dan MÖ. II. binde Yunanistan'a gelen AKALAR tarafından kurulmuştur.
* Şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri MİKEN'dir. (Bu yüzden Miken Medeniyeti diye anılır.)
* Akaların siyasi tarihinin en önemli olayı TRUVA SAVAŞLARI'dır. (Boğazların egemenliği için Mikenlilerle Truvalılar arasında yapılmıştır. Truva Savaşları tarihte ilk defa "Boğazlar Sorununu ortaya çıkarmıştır. Homeros'un İLYADA adlı eserinde bu savaşlar anlatılır.
* Önemli Mimari eserleri Miken ve Tirins Şatoları'dır.
* Miken Uygarlığı DORLAR tarafından yıkılmıştır.
C) YUNAN MEDENİYETİ:
Akalara son veren DORLAR tarafından kurulan bir medeniyettir. Yunan Medeniyeti kendinden sonraki Hellen ve Roma Medeniyetleri üzerinde etkili olmuştur.
* POLİS adı verilen şehir devletleri kurdular. Önemli şehir devletleri Atina, Sparta ve Korint'dir.
* Yunan şehir devletleri güç olarak birbirlerine denk olduklarından, birbirlerine karşı üstünlük sağlayamamışlardır. Bu nedenle Yunanistan'da ilk çağda milli bütünlük sağlanamamıştır.
NOT: Sadece ülkelerini ele geçirmeye çalışan Persler'e karşı birlik sağlamışlar ve PELEPONNES savaşlarında Persler'i yenilgiye uğratmışlardır.
* Yunanistan'da Halk; Soylular, tüccarlar, köylüler ve köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. Bu sınıf farkları sınıflar arası çekişme ve mücadeleyi doğurmuştur.

FENİKE MEDENİYETİ
Lübnan dağları ile Akdeniz sahili arasındaki bölgede yaşamışlar gemicilik ve ticarette gelişmiş bir medeniyettir.
* Doğu Akdeniz ve batı Afrika sahillerinde ticaret kolonileri kurdular. Doğu ve Batı medeniyetlerinin kaynaşmasında TAŞIYICI bir rol oynadılar.
* Mezopotamya Çivi yazısından ve Mısır Hiyeroglifinden etkilenerek HARF YAZISI'nı (alfabe) buldular.
NOT: Fenikeliler'in 22 harften oluşan yazıları, Yunanlılara, onlardan da Romalılara geçerek bugünkü LATİN alfabesini oluşturmuştur.
* CAM'ı icat etmişler, Fildişi işlemeciliğinde ileri gitmişlerdir.

İBRANİ MEDENİYETİ
MÖ. 1500'lerde Filistin ve Lübnan dolaylarında yaşayan İbraniler Sami ırkındandırlar.
* Hz. MUSA zamanında birlik haline geldiler, devlet haline gelmeleri Hz. DAVUD zamanında oldu. En güçlü dönemler Hz. SÜLEYMAN zamanıdır.
* Hz. Süleymandan sonra İbrani Devleti İsrail ve Yahudi devleti olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İsrail devletine Asurlular, Yahudi(Yuda) devletine ise Babilliler son vermişlerdir.
* Dinleri Tek tanrılıdır. (Yahudilik=Musevilik). İlk çağın tek tanrılı dine inanan ilk kavmidir. Kutsal kitapları TEVRAT 'dır.
NOT: İbraniler Museviliği Milli bir din olarak kabul ettiklerinden bu din diğer kavimler arasında fazla yayılmamıştır.
NOT: Dinlerinin etrafında milli bir birlik oluşturduk larından dünyanın dört bir yanına dağılmış olmalarına rağmen birbirleriyle dayanışma içinde olmuşlardır.
* II. Dünya Savaşı sonunda İngiltere ve Amerika'nın yardımıyla bugünkü Filistin'de İsrail devletini kurmuşlardır.
* En önemli eserleri Kudüs'teki MESCİD-İ AKSA (Süleyman Mabedi)' dir.

Kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

25 Nisan 2011 / B.L.A.C.K Turizm
17 Aralık 2012 / isimsiz Soru-Cevap
2 Ocak 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Ekim 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap