DOĞA
a. (doğmak’tan).
1. Fiziksel dünya, evren, varlıkların ve nesnelerin tümü; gerçeklik: insanoğlunun doğadaki yeri. Doğanın harikaları.
2. Dünyadaki varlıkların, düzenin ve bu düzenin sürdürülmesine dayanan ahlakın temelini oluşturduğu düşünülen üstün ilke, güçler bütünü: Hiçbir şey yoktan var, vardan yok olmaz, bu bir doğa yasasıdır. Doğaya karşı çıkmak.
3. insanın eyleminden ayrı olarak, ilkelerin, güçlerin özellikle de yaşamın bütünü: Ben umudumu doktorlara değil doğaya bağlarım.
4. Dış dünyada (özellikle kente karşıt olarak) insan tarafından (çok fazla) değiştirilmemiş gibi görünen ve hayranlığımızı çeken şeylerin tümü: Doğayı sevmek. Tatilde doğayla başbaşa yaşamak.
5. Canlı yaratıkların yaşam biçimlerinin kendine özgülüğünü oluşturan özellikler, nitelikler bütünü: insan, hayvan, bitki doğasını incelemek.
6. Cinsel yaşam, içgüdü, cinsel çekim: Doğanın çağrısına uymak.
7. Bir şeyin iç zorunluluğu: Olayın doğası gereği. Bu, eşyanın doğasına aykırı. (TABİAT)
—Biyol. Doğa bilimleri - BİLİM.
—Fels. Doğa durumu, birlikte yaşamalarına rağmen, insanların hiçbir ortak kurum yaratmamış oldukları ve bundan dolayı siyasal otorite diye bir şey bilmedikleri dönemden önce insan toplumunun içinde bulunduğu varsayılan durum.
—doğalar çoğl. a. Fels. Basit doğalar, Descartes'a göre, tanımları bilinmeden birbirinden ayırt edilebilen ve kendi başlarına bilgisi edinilebilen ruhsal ya da cısimsel tözler. ll Doğa yasası - DOĞAL DİN.
—Geom. Daha önce tanımı verilmiş olan bir eğrinin, bir yüzeyin, bir dönüşümün vb., örneğin bir konikte, bir ikilenikte, bir izometride olduğu gibi, daha belirgin ayırt edilmesi.
—Ted. Doğa tedavisi, doğal ilaçları, şifalı bitkileri kullanan tedavi yöntemi.
—ANSIKL. Ed. Divanü lügatıf-Türttleki en eski örneklerden başlayarak türk halk edebiyatında doğaya ait canlı betimlemelerin yer aldığı görülür. Dağlar, yaylalar, pınarlar, bozbulanık akan seller, akarsular, kırlar, turnalar, yeşilbaşlı ördekler halk şiirine konu olur. Divan şiirini ise, doğaya yöneltilmiş gözlemin yerine, bütün şairlerin tekrarladığı ortak mazmunlar besler. Mesnevilerde, kasidelerin nesip bölümlerinde güneşin doğması, batması, bahar, kış mevsimleri efsanelerden, inanışlardan kaynaklanan abartmalarla anlatılır. Gazellerde bülbülle gül âşıkla sevgilinin durumunu anlatmak için, servi sevgilinin boyunu, sümbül saçını, nergis gözünü konu edinmek için birer benzetme öğesidir.
Tanzimat döneminde Namık Kemal eski edebiyatı "doğahın ve gerçeğin dışında kaldığı" için eleştirmişti; ancak kendisi de örneğin Intibah'takı çamlıca betimlemesinde bir kasidenin nesip bölümünü romana uygulamış görünüyordu. Abdülhak Hamit Tarhan'ı doğayı, kır ve köy insanını kuşatan doğal çevreyi konu edinen Sahra'sı (1879), doğayı yüceltişiyle kendinden sonraki yazarlar (örn. Cenap Sahabettin) üzerinde de etkili oldu. Bu dönem Doğa'da Tanrı'nın yansımasını gören panteist dünya görüşüne bağlı kaldı. Servet-i fünun yazarlarının (örn. Halit Ziya Uşaklıgil) dış dünyaya, gerçeğe yönelttikleri dikkatli gözlemler, dile getirdikleri doğaya ayrıntılar kazandırdı. Ancak şiirde doğa kitaplardan, resimlerden kaynaklanan bir çevre, şairin kendi ruhunun bir aynası olmaktan kurtulamadı.
Milli edebiyat akımıyla birlikte büyük kentin gerçeklerinin dışına taşan edebiyat (Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu vd.) ayrıntılı doğa görüntüleri verdi. Halikarnas Balıkçısı, Sait Faik Abasıyanık doğanın görkemli bir parçası olarak denizi anlattılar. Köy çevresini canlandıran edebiyat (Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Talip Apaydın vd.) bu görüntüleri Orta Anadolu bozkırından Çukurova'ya, Ege’den Munzur dağlarına uzanan geniş coğrafya üzerinde zenginleştirdiler.