Arama

Doğa Felsefesi

Güncelleme: 22 Nisan 2018 Gösterim: 11.144 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Doğa Felsefesi

Ad:  doğa.JPG
Gösterim: 1302
Boyut:  80.8 KB

İlk insan topluluklarının doğaya bakış açılarından başlarsak, onlar tam anlamıyla doğanın bir parçasıydı. Acıkınca yemek ararlar, tehlikeyle karşılaşınca kaçarlar yani yaşamlarını ve ırklarını devam ettirme güdüleriyle yaşarlardı. Bilgi düzeyleri yetersiz olduğundan doğaya etki edemedikleri gibi doğrudan doganın etkisi altında idiler. Dolayısıyla doğanın kurallarına uyarak doğal bir hayat yaşadılar. Fakat zaman içerisinde insanın doğa ile olan bütünlüğü ortadan kalkmaya başladı.
Sponsorlu Bağlantılar

Peki neden insan doğadan koptu?


Çünkü insan biyolojik evrim sonucunda kendine dışarıdan bakabileceği, duygulardan uzak, mantık kurallarına baglı bir beyine sahip oldu. Bu beyin ona kendini savunmasında ve barınmasında etkinleşme şansını verdi. İnsanoğlu kapasitesinin farkına vardı ve bilgi düzeyinin arttırmasıyla organik toplumlarda bir değişim süreci başladı. Avcılık ile insan doğa karşısında etkili olabildiğini gördü. Ayrıca şehirlerin ortaya çıkısı toplumsal yapı nın kökünden sarsılmasına neden oldu. Varolan kadın-erkek eşıtliğinin erkek lehine değişmesini sağladı. Evde de ekonomide de toplumsal işbölümü geleneksel eşitlikçi özelliğini kaybetti ve hiyerarşik bir şekil kazanmaya başsladı. Bu durum yalnızca toplumsal alanda etkili olmakla kalmadı; aynı zamanda insan doğa ayrımının daha da belirginleğmesine neden oldu.

İlk çağlarda özellikle Yunanlı filozoflar doğa üzerinde yoğun bir sekilde düşünmeye başladılar. Doğayı ve insanın doğa içerisindeki yerini kavramaya çalıştılar. Karmaşayı, düzensizliği ve vahşi yaban hayatını temsil eden doğaya karişı, düzenliliğe, birliğe, uyuma ve sürekliliğe sahip "polisler", ilkçağ Yunan toplumlarında insanların yaşadığı korunaklı, güvenli ve korunması gereken şehir devletleriydi. Yani insan mücadele içinde oldugu doğadan ayrı ve kopuktu. Feodalizmin hakim oldugu Ortaçağ'da insanıin doğayı algılayışında pek bir değişiklik olmadı. Şehir devletleri imparatorluklara, sahip olduğu tebaasını ve doğayı daha sistemli ve verimli sömüren devasa devletlere dönüştü. Fakat aydınlanma dönemi doğayı algılayış açısından bir dönemeçti. Çünkü "mekanist görüsü" gelistirdi.

Doğa felsefesi, felsefe tarihinde ilk çağ Yunan felsefesinin başlagıcında merkezi tema olarak doğanın ele alındığı felsefe yönelimidir, daha sonra çeşitli biçimlerde sürmüş, yeni nitelikler kazanmış ve yeniden değerlendirilmiştir.

Doğa Felsefesinin Ana Problemi


Varolanların nedenin ne olduğunun araştırılması ve bu yönelimle doğanın düşüncenin temel meselesi olarak düşünülmeye başlanması doğa felsefesinin çerçevesini oluşturmuştur. Din ve mitolojinin dışına çıkarak varolanların ve nedenlerinin araştırılmasını başlatan Thales olmuştur.
Thales bu anlamda felsefenin babası sayılmakta ve onunla başlayan felsefi düşünce de doğa felsefesi ya da varlık felsefesi olarak değerlendirilmektedir. Thales'i Anaximandros, Anaximenes gibi isimler izlemiştir. Farklı şekillerde içerilendirmiş olmakla birlikte, doğa filozofları, genel bir yaklaşım biçimini benimsemişlerdir; bu yaklaşım biçimi de doğayı incelediklerinde karşılarına çıkan çokluk ve onun temeleinde olduğunu ve ondan kaynaklandığını düşündükleri temel kaynak (arkhe) düşüncesinden kaynaklanmıştır. Doğa felsefesinin bu anlamda temel prensibi, dış dünyadaki varlıkların kendisinden doğup geldiği ilk maddenin bulunması ya da belirlenmesidir.

Thales için ana mdde su 'dur; belirli bir maddedir. Anaksimandros bunu sonsuz olan ile değiştirir, cünkü su nitelik ve nicelik bakımından sınırlıdır; her şeyin kedisinden çıkıp geldiği kaynak sonsuz olmalıdır ona göre. Bu belirsiz ve soyut varlık ilkesini apeiron olarak belirtir. Onun öğrencisi olan Anaksimenes'de, arkhe'nin birlik ve sonsuzluk niteliğine sahip olması gerektiğini öne sürer; ancak buradan itibaren hocasında ayrılarak daha çok Thales'e yakın bir düşünce geliştirir. O da Thales gibi anamaddeyi belirli bir madde olarak değerlendirir; ona göre arkhe hava'dır. Hava hem somut belirli bir varlıktır, hem de soyut sınırlanamaz bir varlıktır. Hayatın ve ruhun temel maddesidir hava.

Böylece belirli tarzda bir maddecilik anlayışı da belirginleşmeye başlar. Daha sonra bu giderek soyut düşüncelere doğru evrilecektir.
Pisagorcularda örneğin anamadde ya da varlığın temeli sayı oarak belirtilecektir. Elea Okulu'nda Bir Olan diye adlandırılan tek ve değişmez ilke öne çıkacaktır. Empedokles bu iki yöndeki gelişmeleri birleştirmeye çalışan bir ana ilke arayışında olmuştur. O temel ögelerden ya da elementlerden bahseder ve ona göre bunlar hava, toprak, su ve ateş olarak belirtilirler. Bu dört element evrenin yapısının unsurlarıdır. Onların birleşmeleri ya da dağılmalarından diğer her şey meydana gelir. Anaksagoras düzenleyici bir ilke düşüncesini de işin icine katarak oluşun temel ilkesini nous olarak belirtir.

Farklı Okullar


Sokrates öncesi felsefe içinde doğa felsefesi çok önemli bir yer tutar; ilk doğa filozoflarından sonra doğa felsefesinin felsefi problemini sürdüren başka okullar da meydana gelmiştir. Bunları şöyle belirtmek mümkün:
Milet Okulu: Thales, Anaksimandros, Anaksimenes.
Pisagorculuk: Pisagor
Elea Okulu: Parmanides, Zenon
Efes Okulu: Heraklitos
Atomculuk: Demokritos
Çoğulculuk Okulu: Empedokles, Anaksagoras

Bu okulların tamamı birbirnden farklı ve temelde zıt görüşlerden hareket etmiş ve birbirleriyle tartışma halinde olmuşlardır. Ancak temelde varlık problemi merkezi bir konu olarak hepsinde sürdürülmüştür. Örneğin Milet okulu temel maddenin ne olduğuna bir cevap ararken, Pisagorcular form üzerine ağırlık vermişler; Heraklitos ve Elea okulu değişim problemi ekseninde yoğunlaşmış; Çoğulcular ve Atomcular ise çokluk ve maddesellik ekseninde temel varlık ya da varlığın temeli sorununa cevaplar vermeye girişmişlerdir. Doğanın ve evrenin, bu temelde varlığın ve yaşamın temelinin açıklanması girişimi ortaya konulmuştur.

Modern Doğa Felsefesi


Ortaçağ'ın sonundan itibaren Rönesans'la birlikte hem felsefe alanında yeni bir canlanma meydana gelmeye başlamış, hem de bilimler de önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu dönemde doğa bilimleriyle doğa felsefesini birbirinden ayırmak olanaklı görünmemektedir. Kopernikus ile birlikte yeni bir dünya ve evren kavrayışı ortaya çıkmış, bunun devamında doğa felsefesi yerini giderek doğa bilimleri denilen alana bırakmaya başlamıştır. Böylece doğa ve evrene ilişkin felsefi yaklaşımların, soyut arkhe arayışının yerini somut bilgiler, gözlem ve deney merkezli aıklamalar almaya yönelir. Bu süreçte özellikle ortaçağdaki doğa felsefesi anlayışıyla bir hesaplaşmaya girildiği ve doğa bilimlerinin bu hesaplaşmanın sonucunda geliştiği söylenebilir. Her alanda olduğu gibi bilimin gelişmesi, özelliklede bu gelişmenin felsefenin içinden gelerek meydana gelmesi, felsefe ile bilim arasındaki ayrımın nasıl konulacağı sorununu gündeme getirmiş, doğa felsefesi ile doğa bilimleri arasındaki ayrım konusunda bu özellikle belirgin bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Francis Bacon, Kepler, Laplace gibi bilgin düşünürler bu sürecin önemli isimleri olmuşlardır. Doğa felsefesi bu sürecte bir tür felsefi materyalizm biçimine de bürünmüştür.

Doğa Felsefesi ve Doğa Bilimi


Doğa felsefesi ve doğa bilimi 17. yüzyıla gelinceye kadar birbirinden ayrılan alanlar değildir; hatta bu alanlar arasında açık ayrımlar yapma konusunda süregiden sorunlar sözkonusudur. Çoğu zaman ve çoğu yerde doğa felsefecisi aynı zamanda fizik ya da diğer doğal bilim alanlarıyla da ilgilenen hatta onlar üzerinde otoriteye sahip olan bir kişiydi. 17. yüzyıldan itibaren felsefe ve bilim alanları birbirinden ayrışmaya ve bilimler kendi alanlarında daha da özerkleşmeye başlamasıyla doğa felsefesiyle doğa bilimlerinin ayrışması sorunu da gündeme geldi. Bu bir anlamda iki farklı bilgi türü arasında yapılması beklenen bir ayrımdı; ancak yine de bu ayrım her zaman açık seçik değildir. Modern doğa biliminin aldığı biçim ve geldiği bilgi düzeyi, belirli bir tarihsel dönemde bu ayrımı koşullandırmıştır. Özellikle Galileo ve Newton ile bu gelişmenin ortaya çıktığı saptanabilir; belirli bir yöntemle bir anlamda bilim empirikleşiyor, gözlem ve deney önemli bir nitelikle öne çıkıyordu. Felsefe ise spekülatif bir görünüme bürünüyordu bu gelişmeler karşısında. Bu eksende giderek bir ayrışma meydana gelmiş olsa da felsefe düzeyinde doğa bilimi ile doğa felsefesini ayrıştırmanın açık ve kesin bir şekilde görünebildiğini söylemek zordur.

BAKINIZ
Doğa Nedir?
Son düzenleyen Safi; 22 Nisan 2018 02:32
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Mart 2010       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Tabiatı, tabiat ürünlerini ve orada olanla­rı inceleyen sistemli düşünce. Daha özel olarak tabiat felsefesi, tabiî varlığı organik ve inorganik olarak ayırdığımızda, her iki alanın birbirinden farklı olduğunu göz önünde bulundurarak, her iki varlık alanının özel ilkeleriyle, ortak ilkelerini ayrı bir in­celeme objesi yapan, zaman mekân, tabiatta geçerli olan oluş, her türlü bağlılıklar, karşı­lıklı etki, tabiata hakim olan düzen ve niza­mı, gerçek bağlar, denge sistemleri vb. hu­sustan inceleyip çözüme kavuşturmaya ça­lışan felsefe disiplinidir.

Sponsorlu Bağlantılar
Tabiat felsefesi deyimi oldukça yakın zamanlara ait olup, geçmişte "tabiat metafi­ziği", "tabiatın felsefesi", "spekülatif fizik" şeklinde eşanlamlı kullanımlarıyla birlikte, Seneca'nm "philosophia naturalis" deyimi­nin karşılığıdır. Devimin bu anlamda ortaya çıkışı XVIII. yüzyıl Aydınlanması döne­mindedir ve özel bir disiplinin adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Önceki zaman­larda yani Antik Çağ ve Orta Çağda tabiat felsefesiyle tabiat bilimi arasında herhangi bir aynm yapılmadığından tabiat (physis) üzerine bir öğreti, yani bütün olarak "kosmos" ile varlık üzerine bir öğreti şeklindey­di.

Bu bağlamda üç alanın aynım yapılıyor­du:
a) Anorganik tabiatın öğreticisi olarak kosmoloji,
b) Organik tabiatın veya organizmalann öğretisi olarak teleoloji,
c) ve son olarak psikoloji... XVII. yüzyılda psi­kolojinin bu grubtan ayrılmasıyla geriye kalan iki disiplin fizyoloji olarak anıldı.

Ayrıca Francis Bacon'ın bilimler ve felsefe alanındaki sımflandirmasıyla tabiat bilimi, Bacon'ın ifadesiyle "historia naturalis"ten, yani "tabiat felsefesi"nden aynldi. Sonraki yüzyılda, yani XVIII. yüzyılda fizyoloji de tabiat felsefesinden ayrılarak bağımsız bir disiplin özelliği kazandı. Yine benzer şekil­de spekülatif fizik (physica speculativa) ve ampirik fizik (physica empirica) ya da de­neysel fizik (physica experimentalis) ve ge­nel kozmoloji (cosmologia generalis) tasni­fi, mesela Wolff tarafından yapıldı. Bugün­kü tabiat felsefesi ve tabiat bilimi ayrımları, sonuncu tasnife uymaktadır. Bu deyimler d'Holbach'ın Tabiatın Sistemi (1770), Kan tın Tabiat Bitiminin Metafizik ilkeleri (1786) ve Schelling'in Bir Tabiat Felsefesi Taslağı (1799) isimli eserlerinde kullanıl­mak suretiyle yaygınlık kazandılar. Ne var ki XIX. yüzyılda, özellikle Schelling ile Hegel'in spekülatif tabiat felsefelerine karşı gösterilen şiddetli tepkiler de tabiat felsefe­si şeklinde ifade edildi.

XX.- yüzyılda bazı düşünürler tarafından tabiat felsefesinin bilimsel bir nitelik taşı­yamayacağı ileri sürüldü. Buna göre bili­min doğru Önermelerden oluşan bir sistem olmasına karşılık felsefe genellikle, öner­melerin anlamlarını zihni ve fiziki insan fa­aliyeti ve davranışları bakımından açıkla­yan bir etkinliktir. Özellikle mantıkçı pozi-tivistler sözgelimi Schlick ve Wittgenstein, bu anlayışı dile getirdiler. Dolayısıyla tabi­at felsefesi, tabiat biliminin yanında yer alan bir düşünce alanı, bir disiplin niteliği kazanmaktadır. Nitekim XX. yüzyılda tabi­at felsefesi bu şekilde, hiç değilse önemli ölçüde böyle anlaşılagelmiştir. Ne var ki soruna böyle bir yaklaşım tabiat felsefesiyle tabiat biliminin ilişkisini gündeme gel­mekten alıkoyamamaklâdır. Gerçekten ta­biat felsefesiyle tabiat biliminin eşdeğerde olduğunu ileri sürenler yanında araştırma alanları veya konulan bakımından temel­den farklı olduğunu savunanlar da vardır. Eğer bu iki disiplin eşdeğer iseler, bunun doğal sonucu olarak özdeş oldukları da ileri sürülebilir. Mesela Haeckel'in tabiat felse­fesiyle tabiat bilimini farksız kabul eden monizmi burada hatırlatılabilir.

Buna karşı­lık her iki disiplin özdeş değil, sadece eş-cinsten sayılırsa, o takdirde tabiat felsefesi­ni gelişmemiş bir tabiat bilimi olarak kabul etmek mümkün görülebilir. Ancak tabiat felsefesi, tabiat bilimlerinin sonuçlarını toplu olarak bir tabiat tasvirinde, bir "evren tablosu"nda birleştirirse ve tabiat bilimleri­nin en genel bölümü olarak kavranırsa, o takdirde tabiat biliminin ulaşılan son nokta­sı kabul edilebilir. Ne var ki tabiat felsefe­siyle tabiat biliminin ortak bir zemine da­yandığı söylenebilir. Bu anlamda tabiat fel­sefesi hem felsefeye hem de tabiat bilimine dayanan bir alan olarak görülebilir. Aynı şekilde tabiat felsefesi, bağımsız labiat bili­minden ilke yönünden farklı bir disiplin olarak da düşünülebilir. Fichte, Schelling ve Hegel yanında başka düşünürler bu son anlayışı savunurlar.

Ancak hemen belirtilmelidir ki tabiat fel­sefesi olmaksızın tabiat bilimi "kör", tabiat bilimi olmaksızın da tabiat felsefesi "boş"tur. Kısacası tabiat felsefesi tabiat hakkındaki bilgimizin olabilirlik ve gerçek­liğe uygunluk şartlarını tartışma, etkinlik ve çabasıdır.
Tabiat felsefesi, Antikçağ Yunan düşün­cesinden Yeniçağa kadar tabiat bilimleriyle hemen hemen aynı anlamda kullanılmıştır.
Bu sebeple, tabiat hakkında ortaya ablan felsefe görüşlerine, aşağı-yukarı, her filo­zofun felsefesinde rastlanır. Bu anlamda ta­biat felsefesi, tabiat üzerine; tabiatın özü, biçimleri ve gerçekleri üzerine bir bilim an­lamına gelir. Metafizikte, özellikle Alman İdealistlerinin yüksek seviyede tabiat bilgi­sine erişmek için tabiatı felsefî açıdan ince­lemelerine de bu ad verilir. Bir de, tabiat bi­limlerinin ana kavramları, ilkeleri, varsa­yımları üzerine felsefe yapmak isteyen bilgi dalına da tabiat felsefesi denilmiştir. Bura­da tek tek bilimlerin araştırma alanlarına ve sonuçlarına dayanılarak tabiat üzerine ku­şatıcı bir felsefe görüşüne varılmak iste­nir.
Tabiat felsefesinin çıkış kaynağını misti­sizme bağlayan yazarlar vardır. Sözgelimi Jöel Tabiat Felsefesinin Mistik Düşünce­den Kök Salısı (1926) adlı çalışmasında bu görüşü savunur.

Tabiat felsefesi tarihi iki bölüme ayrıla­bilir ki, bunlar klasik ve modern tabiat fel­sefesi tarihleridir. Tabiat felsefesinde üç klasik çağ ayrımının yapılması da müm­kündür: Sokrates öncesi, Rönesans ve Ro­mantik... Tabiat felsefesinin modem evresi ise, H. V. Helmholtz, E. Mach ve W. Ostwald gibi öncülerden başlatılabilir. Gerçek­ten Ostwald'ın Tabiat Felsefesi Yazıları (1902-1921), tabiat felsefesine ait sorunla­rın tartışılmasını sağlayacak bir ortam oluş­turmuş ve dolayısıyla tabiat felsefesi, siste­matik şekilde araştırılan bir felsefe alanına dönüştürülmüştür. Nitekim R. Carnap ve H. Reichenbach'ın yayınladıkları Erkenntnis (Bilgi) dergisi (1930) ile E. May'ın kurduğu Philosophia Naturalis dergisi (1950) bu konuda önemli birikim sağlamışlardır. Tabiat felsefesi, bu günkü anlamıyla, zamanunızda ortaya çıkan bir felsefe dalıdır. Da­ha Önceleri tabiat ya nazarî metafizik bir so­run olarak ele alınıyordu, yahut 19. yüzyıl­da ve yüzyılımızın başında olduğu gibi, ta­biat bilimlerinin bir metodolojisi veya tabi­at bilimlerinin bir felsefesi olarak inceleni­yordu. Neticede tabiatın değil de, tabiat bi­limleriyle uğraşan bilimlerin felsefesi yapı­lıyordu. Gerçi her filozof felsefesinde tabi­ata yer vermiştir; hatta ilk felsefe tabiatı in­celemekle başlamıştır da denilebilir.

Zira Antikçağ ilk Yunan filozofları tabiatı göz­lemekle işe başlamışlar ve düşüncelerini ta­biatla açıklamışlardır. Bundan dolayı, onla­ra, tabiat filozofları denilmiştir, flk filozof­lar düşüncelerini "Yoktan hiçbir şey var ol­maz" ilkesine dayandırarak her şeyin tabi­attan çıktığı sonucuna varmışlardır; ilk ta­biat bilimlerinin henüz insan düşüncesine hizmet edememesi yüzünden, bu düşünce Sofistler ve Sokrates'le birlikte insan felse­fesine, daha sonra da birleştirilmiş ve bü­tünleştirilmiş bir varlık açıklaması demek olan sisteme gitme gayretleriyle Platon ve Aristoteles'de metafizik açıklamalara dö­nüşmüştür. Ortaçağda da aynı sistemcilik ve metafizik hakikat arayışı sürmüş, bu me­tafizik arayışa, ancak Rönesanstan sonra güçlü bir şüphecilik karşı koyabilmiştir. Ortaçağ Batı Hıristiyan dünyasındaki taas­sup ve fikir karanlığı, tabiat bilimleriyle ye­ni bir dialektiğe kavuşturulan yeni bir tabiat felsefesi aracılığı ile aşılmaya çalışılırken, İslâm dünyasındaki tabiat felsefesi faaliyet­leri, hem çok daha Önce başlamış, hem de böyle bir taassubun ve karanlık fikirlerin kök salmasına imkân vermemiştir.

İslâm dünyasında ilk felsefe hareketleri, Sokrates öncesi tabiat filozoflarının tesiriy­le başlamıştır. Thales, Empedokles vb. gibi filozofların tabiat görüşü ile Demokritos'un atomcu görüşünden ilham alan İslâm kelâmcılan bu görüşleri, islâm öğretisi ile az çok uzlaşmış bir şekilde yeni bir takım fel­sefe akımları haline getirmişlerdir. Bunlar arasında Tabiatçılar (Natüralistler)'ı, Mad­decileri, Bâtmileri, Ihvanu's-Safâ vb.ni sa­yabiliriz, ilk kelâmcılardan Mutezile; var­lık açıklamasında atomculuk ve Empodok-les'den ilham almıştır. Meselâ İbrahim Naz-zam, Ebu'l-Hüzeyl, Câhız, Hayyat vb. bun­lardandır. Bunlann Eski Yunan felsefesin­den başka Hind ve İran felsefesi etkisinde de kaldıkları görülür. Halbuki felsefenin, düşüncenin beşiği olarak vasıflandırılan Batı dünyasında tabiat felsefesine yeniden dönüş, ancak Rönesansla başlayabilmiştir. İngiliz filozofu Roger Bacon ile ortaya çı­kan bu yeni akım en büyük gelişmesini ital­yan filozofu G. Bruno'da bulur. Bu akıma ad olan "Tabiat Felsefesi" terimi ise ilk defa Alman idealizminde, özellikle Schelling ve Hegel felsefelerinde, mantık ve ruh felsefe­lerine karşıt olarak kullanılır. Tabiat felse­fesi adı altında yazılan ilk felsefe eseri de Schelling tarafından kaleme alınmıştır. Fa­kat bu eser sadece adı bakımından Tabiat Felsefesi'dir; muhteva bakımından ise na­zari bir tabiat metafiziğidir. Bu metafiziğin­de Schelling bizdeki manevilik (Geist) ile tabiattaki manevilik (Geist) arasında bir Özbirliği bulmaktadır. Diğer bir ifadeyle Schelling'e göre, tabiat, oluş halinde bulu­nan bir "ben" dir.

Ondokuzuncu yüzyılda tabiat bilimleri büyük bir ilerleme kaydettiği halde, tabiat felsefesi tabiat bilimlerinin felsefesi olmak­tan bir adım bile ileri gidememiştir; çünkü bu felsefe, tabiat bilimlerinin sonuçlarını ve metodlannı tesbite çalışan bir bilgi olmaktan kendini bir türlü kurtaramamıştır. Şura­sı da bir gerçektir ki, tabiat bilimlerinin fel­sefesi olan bir bilgi dalı hiçbir şekilde bir varlık alam olan tabiatın felsefesi olamaz.

XX. yüzyılda felsefenin, özellikle tabiat felsefesinin bağımsız bir araştırma alanı ol­ması Husserl'in Fenomenoloji'siyle başlar. Husserl bu hususta şunları söyler: "Felsefe, mevcut felsefelerden değil de, fenomenler­den hareket etmeli; yani felsefe yine şeylere dönmelidir." Husserl'in bu görüşlerini Ni-colai Hartmann hareket noktası yaparak Modern Ontoloji'yi kurdu. Bu sayede felse­fe, bilimlerin tasallutundan kurtularak ba­ğımsız bir bilgi haline geldi. Böylece bilim ile felsefe arasındaki uçurum da kapanmış oldu.

İşte tabiat felsefesi, ancak böyle bir te­mel üzerine kurularak, Schelling'in metafi­zik nazariyelerinden ve bilimlerin metodo­lojisi (Bilim Mantığı) olmaktan kurtulabil-di. işte bundan sonra tabiat felsefesi, her felsefe disiplini gibi bağımsız bir felsefe da­lı haline geldi. Artık o, ne organik varlığı, inorganik varlığın bir devamı olarak gördü; ne inorganik varlığı, organik varlığa irca et­meye çalıştı; ne de tabiatın Geist'ın ürünü olduğunu ileri sürdü ve ne de Geist'da tabia­tı gördü. Doğrudan nesneler ve fenomenler dünyasını olduğu gibi incelemek tabiat fel­sefesinin hedefi haline geldi. Bütün feno­menlerin esasım, temelini tabiat felsefesi inceler; fakat, hiçbir zaman, tabiat felsefe­siyle tabiat bilimlerini birbirinden ayırmak söz konusu olamaz; çünkü onlar arasında içten bir bağ vardır. Emprik (tecrübî) araş­tırmalarla felsefe araştırmaları yanyana ve birbirine dayanarak ilerler ve felsefe bilim­sel araştırmaların ortaya koyduğu sağlam bilgiyi görmezlikten gelemez; fakat tamamen bilimin buyrukları doğrultusunda da hareket edemez, aksi halde bağımsızlığını kaybeder.

Tabiat felsefesi konusunda ortaya çıkan akımlar şöylece özetlenebilir:
a) Skolastik veya Yeni Skolastikçiler: Bunlar tabiat fel­sefesini "ilk nedenden" hareket ederek tabi­atın açıklanması şeklinde anlarlar. Bu anla­yış tabiat biliminin tabiat açıklamasına kar­şıt olarak tabiatı daha kolay görülebilir olan nedenlerden hareket ederek görmeyi hedef­ler. Nedenlerden kasıt ilk nedenler olarak Aristotelesin dört nedeni olabileceği gibi, "ilk varlık nedeni" olarak değişen şeylerin özü veya herşeyi belirleyen sonuçtaki ontolojik ilkedir,
b) Fenomenolojik Bakış: Aristotelesçi skolastikten etkilenen H. Conrad Martius'un tabiat felsefesi konusundaki açıklamasında fenomenolojik bir bakış ağır basar. Fenomenolojik anlayışta Max Scheler ve H. Weyl öncelikle anılmalıdırlar.
c) Kategoryal'Ontolojik tabiat felsefesi: Fe­nomenolojik anlayışa oldukça yakın ve am­pirik araştırmaya da bağlı akım. N. Hartmaran, H. Plassner, özellikle de G. Jacoby. Bu­na göre tek tek özel bilim alanlarını; araştır­ma sonucunda kategoryal olarak "objektif gerçeklik" ve "ideal" varlık yapılarını bir­likli biçimde belirginleştirmek veya açığa çıkarmak asıldır. Mantıkçı ampirist tabiat felsefesi kendisini "tabii bilimsel felsefe" olarak kavrar,
d) A priorici-eleştirel tabiat felsefesi: Kant a ve Yeni Kantçılara özel­likle Natorp, Cassirer, C.F.V. Weizsaecker, P. Plaass, L. Scheafcr ile Fries (yeni Friesci akım)'e dayanarak, Kant'ın tezlerine, bu arada a priori konusuna döner ve bilgi şart­larının aynı zamanda bilgi objesinin de şart­lan olduğunu belirlemek ister. Üzerinde ıs­rarla durulan konu ise, tabiat bilimini her türlü metafizikten arındırmak "boşuna bir çaba"dır, çünkü bu tabiat biliminin olabilir­liğini ortadan kaldırır,
e) Metafîziksel tabi­at felsefesi: Tümevanmsal (istikrai, endüktif) metafizik, tabiat bilimlerinin verilerini, irade özgürlüğü, hayatın menşei, evrenin sonsuzluğu, ruhun ölümsüzlüğü gibi konu­lar hakkındaki metafîziksel sorulara cevap getirmek bakımından değerlendirir. Ayrıca tabiat bilimlerinin sonuçlarının bir felsefi sistem içinde biraraya getirilmesi, bu so­nuçların sistemi doğrulaması denenir. Bun­lardan başka Diyalektik maddeci tabiat fel­sefesiyle Epistemolojik tabiat felsefesi de vardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, tabiat felse­fesi, genel ontolojinin bir bölümünü mey­dana getirir; ona dayanır, fakat onun aynı değildir. Tabiat felsefesi, bu görünümüyle, tabiat verileri üstünde yeni bir takım ihti­malleri düşünen bir varlık felsefesidir.
Hüsamettin ERDEM

Son düzenleyen Safi; 22 Nisan 2018 02:29
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

7 Mayıs 2009 / virtuecat Felsefe
1 Mayıs 2017 / Asi-BeL Felsefe
28 Kasım 2006 / virtuecat Felsefe
23 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış
27 Ekim 2008 / Misafir Felsefe