Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
16:58, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Menü
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Çarşamba, 30 Temmuz 2025 - 16:58
Arama
MaviKaranlık Forum
Yapısalcılık
-
Tek Mesaj #6
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2013
Mesaj
#6
Kayıtlı Üye
Yapısalcılık (Strüktüralizm)
MsxLabs.org
Başlangıçta, dili yapılanmış bir bütün olarak gören dilbilim kuramlarını; 1960'tan sonra da bu kuramlardan kaynaklanan ve insan bilimlerini kapsayacak biçimde genişlemiş olan düşünce akımını belirten terim (strüktüralizm de denir).
DİLBİLİMSEL YAPISALCILIK
Yapısalcılığı ortaya atan, İsviçreli dilbilimci Ferdinad de Saussure'dür (1857-1913); yapısalcılığın temel kavramlarını ortaya koymuştur. Başlıca yapıtı Genel Dilbilim Dersleri'dir (Cours de linguistique generale,1916). Saussure, Nikolay Trubetskoy gibi izleyicilerinin yazılarında 1930'dan biraz önce Tasladığımız "yapısalcılık" terimini kullanmamıştı. Ama Genel Dilbilim Dersleri'nde ileri sürülen ana düşünce, dilin bir dizge (sistem) olduğuydu. Saussure, "dizge" sözcüğünü, günümüzde "yapı"ya verilen anlamda kullanıyordu.
Saussure kuramının çıkış noktası, o yıllarda egemen olan tarihsel dilbilime karşı ileri sürdüğü eleştiridedir. Tarihsel dilbilim, bağımsız kendilikler gibi görülen dilsel öğelerin (sesler, sözcükler) zaman boyunca geçirdiği dönüşümleri inceliyordu. Sassure, bu anlayışa karşı iki itiraz ileri sürüyordu. Önce, böyle bir yöntemin, tam anlamıyla genel bir dilbilim kuramı ortaya konmasını engellediğini söylüyordu. Ayrıca, içinde bulunduğu bütün incelenmeden, bir öğenin incelenmesinin de olanaksız olduğunu ileri sürüyordu. Bir öğenin tek başına ele alınmasının, içinde yer aldığı mekanizmaya ilişkin bir bilgi sahibi olduğumuzu gösterdiğini düşünüyordu. Tek başına ele
alman
öğeleri incelediğini iddia eden tarihsel dilbilim, bilimkuramı açısından, iyice temellendirilmemiş bir bilimdi. Bu bilim ancak, "gerçek dilbilime", yani eşsüremli dilbilime dayanarak kendini haklı çıkarabilirdi. Eşsüremli dilbilim, dilin durumlarını, yani belli bir zamanda bir arada var olan dilsel olgular topluluğunu inceliyordu. Saussure'e göre, bu tür bir dil durumu, bir dizge oluşturur ve burada her öğe, bütün öbürlerine bağlıdır. Dil, bütün parçaları ortak bir amacın, yani bildirişimin gerçekleştirilmesine yönelen bir makineye benzer. Bu bütün içinde her öğe, öbürlerine karşıtlığı bakımından belirlenir. Bu karşıtlıkları taşıyan tözün (maddenin) pek önemi yoktur. Demek ki, dil dizgesel ayrılıklar ağıdır, yani yapıdır.
Yalnızca ayrılıklar önemli olduğundan dil, bir töz değil, bir biçimdir. Dil, aslında bir bölümlemedir ve bunun sonucu da göstergelerdir. Saussure bunu bir sayfayı bölümlemeye benzetir: Bir sayfanın ön yüzü düşünce, arka yüzü de sestir. "Ters yüzünü kesmeden ön yüzünü kesemezsiniz" der Saussure. Dilin anlıksal ve sessel töze aynı zamanda kabul ettirdiği eklemlenmelerin sonucu olan göstergeler, bir gösteren (ses ya da daha doğrusu işitim imgesi) ile bir gösterilen'den (kavram) oluşur ve bunlar raslantısal bir biçimde, ama ayrılamazcasına birbirlerine bağlıdırlar. Bununla anlatılmak istenen şudur: Örneğin "k.ö.p.e.k." seslerinin bir kavramı (köpek) göstermesinin hiçbir dildışı nedeni yoktur.
Dilin dizgeselliği ve biçimsel özniteliği, göstergenin çift yüzlü bir birim olarak tanımlanması, Saussurre'ün kendisini izleyenlere bıraktığı iki büyük görüştür.
SAUSSURE'ÜN İZLEYİCİLERİ
İzleyiciler, iki büyük okulda toplanır: Prag Çevresi (işlevselcilik) ve Kopenhag Çevresi (glosematik).
PRAG ÇEVRESİ
1926'da kuruldu, ama sesbilimin ortaya çıkmasına yol açan çalışmaları, ancak 1928'de Roman Jakobson'un ve özellikle Grundzüge der Phonologie'm (Sesbilim İlkeleri) yazarı ve okulun manevi önderi Nikolay Trubetskoy'un çevreye katılmasıyla tam bir gelişme gösterdi. Ses-bilgisi uzmanı olan Trubetskoy, sesbilgicilerin dilin sesleri dedikleri şeyi, dilbilimsel ölçütlere dayanarak dizgesel ve tüketici bir biçimde sınıflandıran ilk kişidir. Trubetskoy, Saussure' den, kendi bilim dalma kolayca uygulanabilecek bir kavramı, yani ayırt edici işlev kavramını aldı. Saussure, dilin, bir bildirişim aracı olduğunu söylüyordu. Ama söz zincirini oluşturan temel seslerin bildirişimde oynadıkları rol neydi? Bunların kendi başlarına anlamları yoktu; ama bunların, anlamları olan birimleri birbirinden ayırt etme gibi bir işlevleri vardı: Bu görüş, bir soyutlama ilkesinin ortaya konmasını sağladı: Gerçekten de, bir sesin fiziksel özelliklerinin hepsinde ayırt etme işlevi yoktur. Bundan ötürü bir sesin sessel özellikleri arasında, ayırıcı özellikler ile ayırıcı olmayan özellikleri ayırt etmek gerekir. Bu ayırıcı sessel özellikler toplamının belirlediği kendüik sesten farklı olan bir sesbirimdir.
Prag Çevresi'nden etkilenen dilbilimciler, sesbilimsel işlevselciliğin ilkelerini dilbilgisi betimlemesine (Gougenheim, Martinet) ve anlambilim betimlemesine (Prieto) uygulamaya çalıştılar. Ama sesbirim gibi salt ayırt edici birimler ile sözcük gibi anlamlı birimler arasında bulunan temel fark yüzünden bu uygulamada güçlükler çıktı.
KOPENHAG ÇEVRESİ,
1931'de kuruldu. Çevrenin en dikkate değer temsilcisi, yeni-dilbilgisi okulunda yetişmiş olan, ama modern mantığa da bağlı olan Louis Hjelmslev'dir (Omkring sprogteoriens grundlaeggelse [Dil Kuramının Temel İlkeleri, 1943]). Hjelmslev'in Saussure'den etkilendiği yan, özellikle onun bilimkuramsal irdelemeleridir: Sözgelimi, dillerin betimlenmesine ilişkin bilimsel bir kuramın nasıl ortaya konabileceği sorunu, bunun bir örneğidir. Hjelmslev böyle bir kuramı, mantıkçılar gibi, eksiksiz bir belitsel dizgeye (aksiyomatik), yani temel tanımların açık bir biçimde dökümünün yapılmasına dayandırmak ister. Bu kuramın çelişmezlik (tutarlılık], tümü kapsayıcılık ve yalınlık ölçütlerine uyması-ve bütün dillere uygulanabilecek evrensel yöntemler sağlaması gerekir.
Glosematik (yunanca "dil" anlamına gelen glossa 'dan] olarak adlandıracağı bu kuramı geliştirmek için Hjelmslev, özellikle Saussure'ün dilin bir töz değil de bir biçim olduğunu söyleyen
kesinlemesine dayandı. Sessel ya da anlıksal tözün bir önemi yoktur. Öğeler yalnızca aralarındaki bağıntılarla, oluşturdukları "ağ" ile tanımlanırlar. Böylelikle gerçek bir dil cebirine ulaşılır, buradaki dilsel bağıntılar " Y°g°(V]R", " LY°g°R" vb.biçimmde belirtilir. Saussure'ün gösteren ile gösterilen arasında yapmış olduğu ayrım, iki düzlem arasındaki yani anlatım düzlemiyle içerik düzlemi arasındaki karşıtlık olarak ele alınmıştır; düzlemlerden her birinin de bir tözü ve bir içeriği vardır. Anlatım düzlemi ile içerik düzlemi eşbiçimlidir, bir başka deyişle kurallara göre düzenlenmişlerdir. Anlatım düzleminde töz, insan sesinin çıkarabileceği sonsuz bir sesler dizisinden oluşur, biçim ise ayırıcı karşıtlıklar ağıdır; biçimin töze uygulamasından doğan birimler, boşbirimlerdir (senem);bunlar Prag Çevresi'nin sesbirim'lerine (fonem] denk düşer.İçerik düzlemindeyse, töz, biçimlenmemiş düşünceden oluşur; biçim, dilbilgisi ulamları ve söylem bölümleri ağından oluşur; buradaki birimler dolubirim'lerdir (plerem) ve çok yaklaşık olarak "sözcükler "e denk düşenler. Hjelmslev'in düşünceleri Bröndal, Fischer-Jörgenseni» Togeby tarafından ele alınmış, Greimas ve Fottier gibi göstergebilimci ve dilbilimciler tarafından geliştirilmiştir.
HİÇBİR AKIMA BAĞLI OLMAYANLAR
Saussure'den esirgenmiş olan iki büyük Fransız dilbilimcisi çeşitli dilbilim okullarından nispeten uzak kalmışlardır; bunlar Benveniste (Problemes de linguistique generale [Genel Dilbilim Sorunları] ve Tesniere'dir (Elements de syntaxe structıirale [Yapısal Sözdizimllkeleri]];her ikisinin de araştırmaları, günümüzdeki dönüşümcü kuramların habercisi sayılır.
AMERİKAN YAPISALCI DİLBİLİMİ
Son yıllarda "yapısalcılık" terimi, Bloomfield tarafından kurulmuş olan Amerikan dönüşümcü okulunun çalışmaları için de kullanılmaya başladı.
Bu kullanım, dönüşümcü dilbilimcilerin başlattıkları bir tartışmadan kaynaklanmıştır; söz konusu dilbilimciler, kendi sürdürdükleri araştırmalarla, kendilerinden önceki dilbilimcilerin çalışmaları arasındaki kopukluğu vurgulamak amacıyla, bunları "yapısalcılar" adı altında topladılar. Ama sözcüğün anlamının genişlemesi, herhangi bir gerçeği karşılamaz. Dönüşümcülük, kimi yöntemleri bakımından yapısalcılığa benzer; ama düşünce tarihi açısından, her iki akım birbirinden ayrı gelişmiştir ve düşüncelerinin "iç yapısı" çok farklıdır.
DÜŞÜNCE AKIMI OLARAK YAPISALCILIK
Dilbilimin sınırlarını aşan yapısalcılık, insan bilimlerinin genel bir yöntembilimi olmaya yöneldi. Bu anlamda yapısalcılık iki temel ilkeye dayanır: 1. Her insansal olgu bir dil olgusuna benzer. Bu ilke, insansalın, doğaya bir simgeler ağı uygulayarak kendini oluşturduğu görüşüne dayanır; 2. simgesel bütünler (öbekler] olarak insansal olgular, özgül bir yapının biçimlendirdiği dizgeler olarak görülebilirler. Araştırmacının işi, her zaman gizli olan bu yapıyı gün ışığına çıkarmaktır.
Dilbilimden kaynaklanmış görüşlerin, ilkin, dilin bir başka alanında, yani edebiyatta etkili olmasına şaşmamak gerekir.Bu ilişki daha 1914'te Şklovski'nin şiirsel dilin incelenmesi amacıyla kurduğu Opoyaz derneğiyle gerçekleşti. Bu dernek, biçimcilik denen akımın çekirdeğini oluşturdu. Rus "bi-çimcileri", edebiyat yapıtının her şeyden önce bir biçimsel yapı, bir yöntemler toplamı olduğunu söylüyorlardı ve Prag Çevresi'nin etkisindeydiler. Yapısalcılık yalnızca kuramsal olarak kalmadı; Şklovski gibi bir biçimci, bazı yapısalcı kavramları uygulayarak yazı yazmayı denedi ve aynı eğilim, daha sonra yeni
roman
akımında ya da Philippe Sollers'de görüldü. Ama yapısalcılığın gerçek etkisinden, özellikle edebiyat eleştirisi alanında söz edilebüir. Yapısalcılığın etkisi, bir yapıtı, ona yabancı verilerle açıklamayı reddetme biçiminde kendini gösterdi. Yani, yazarın yaşamı ve ruhsal durumu, düşünceler tarihi, kaynaklar, vb, açıklama verileri olarak kabul edilmiyordu. Eleştiri, yapıtın "nedenleri"ni bulmaya çalışmıyor, ama iç nedenini gün ışığına çıkarmaya yöneliyordu.Bunu da kapalı bir bütün olarak ele alınan, yapıtın öğeleri arasındaki bağıntıları, en anlamlı bir biçimde kurarak yapıyordu. Böylece edebiyat eleştirisi, göstergebilime gittikçe daha fazla yaklaştı. "Yapısal" eleştirinin en tanınmış temsilcisi Roland Barthes'ın edebiyat konusundaki incelemelerine (Sur Racine [Racine Üstüne], Le Degre zâro de l'ecriture [Yazının Sıfır Derecesi]), giyim ya da belli toplumsal davranışların göstergebilimi konusundaki araştırmalarını (Systeme de la mode [Moda Dizgesi], Mythoîogies [Mitolojiler]] eklemesi bunu açıkça gösterdi. Ama yapısalcılığın asıl başarısı insanbilime girmesiyle başladı. "Farkında olmadan yapısalcı olan" Georges Dumezil gibi bir tarihçinin çalışmaları, uygarlıkların incelenmesine bazı yeni kavramlar getirmişti bile. Hindistan'ın, Eskiçağ Roması'nın ve Osetlerin (bir Kafkasya halkıdır) toplumsal-dinsel yapılarını karşılaştıran Dumezil, bunların biçimsel açıdan eşdeğerli olduğunu gösterdi. Çünkü bunların hepsinde, rahipler, savaşçılar ve zanaatkarlar olarak bir üçe ayrılma söz konusuydu. Bu üçe ayrılım, "ilkellik" 'le ilintisi olmayan çok zengin ve soyut bir kavramsal dizge içinde ortaya konup işlenmişti. Böylece iki ana tema ortaya çıkıyordu: Uygarlıkların biçimsel açıdan incelenmesi ve arkaiklik yanılgısının bir yana bırakılması. Bu temalar, Claude Levi-Strauss gibi bir insanbilimci tarafından ele alınıp geliştirildi.
"İnandığımız gibi, zihnin bilinçdışı etkinliği bir içeriğe biçimler kabul ettirmekse ve bu biçimler bütün ilkel zihinler (eskiler ve modernler] için aynıysa (dilde görüldüğü haliyle simgesel işlevin incelenmesi, bunu apaçık bir biçimde göstermektedir], başka kurumlar ve başka töreler için de geçerli bir yorumlama ilkesi bulmak için her kurumun ve her törenin derininde yatan bilinçdışı yapıyı yakalamak, gerekli ve yeterlidir ve kuşkusuz bunun için incelemeyi iyice ilerletmek zorunludur." Anthropologie structurale'den (Yapısal İnsanbilim) yaptığımız bu alıntı Levi-Strauss'un girişimini çok güzel özetlemektedir. Levi - Strauss' un ilk önemli kitabı Tristes Tropiques (Hüzünlü Tropikler) insanbilim alanındaki görüş değişikliğini dile getirir. Burada, Mauss'un ve Griaule'ün izinden gidilerek her kültür, indirgenmez bir değer taşıyan "bütünsel bir toplum fenomeni" olarak incelenir. Uygar kişinin sonunda ortaya çıkmasını sağlayan evrimin ilk dönemini temsil eden bir "vahşi"nin varlığı konusundaki yanılgıyı bir yana bırakmak gerekir. Güney Amerika'da yaşayan Bororoların kültürü çok yüksek soyutlama niteliği taşıyan simgesel bir şemaya ya da iç içe geçmiş şemalara dayanır ve insanbilimcinin bunlardaki eklemlenme yerlerini bulup göstermesi gerekir. Akılsal olarak dile getirilmese bile bu yapının akılsal bir değeri vardır. Kapalı bir dizge olarak ele alınan ve bu kültürün öğelerinin bütünü incelenerek bulunan göstergeler zincirlenişine ilişkin derin bir neden söz konusudur burada. Levi-Strauss'un ikinci kitabı Los Structures elementaires de laparente[Akrabalığm Temel Yapıları) yapısal insanbilimin ikinci büyük savını ortaya koyar. Bu sava göre, doğal insan yoktur. İnsanın varlığı, yapı doğuran bir kuralın doğaya kabul ettirilmesiyle kendini gösterir. Bütün toplumlarda raslanan temel kural, akrabalık sistemlerinin temelini oluşturan yakın akrabayla cinsel ilişkiye girmenin yasaklanmasıdır. Bu sistemler ise, kadın alıp vermeye dayanan toplumsal bildirişim sistemleridir aslında. Böylece, yabancı bir grubun yararına, kendi grubundaki kadınlara dokunulmaz; ama yabancı grubun da aynı şeyi yapması gerekir. Akrabalık kuralları, sistem içinde, olanaksızlığını belirtir yalnızca ve bu, dilbilimde, sesbirimlerin adlarının bir ayırt edici karşıtlıklar ağı içindeki durumları belirtmesine benzer. Levi-Strauss'un yapısalcılığı, tarih kavramıyla ilintisi açısından iki itiraza yol açtı. "Bilimsel" olan birinci itiraz bu yöntemin evrensellik taşımadığını ileri sürüyordu. Levi-Strauss'un çalışmaları, kendisinin de itiraf ettiği gibi insan toplumlarının genel yasalarını bulmayı amaçlıyordu. Ama-bu ilkeler, Batı toplumlarına uygulanmaya kalkışıldığında başarısızlıkla karşılaşılıyordu. Yapısal inceleme, tarihsel açıdan tıkanmış ve evrimleri içinde çok eski bir döneme takılıp kalmış toplumlara uygulanabilir gibi görünüyordu. Bu da, ikinci itiraza, yani Sartre'ın itirazına yol açtı. Sartre, yapısalcılığı, tarihi ortadan kaldırarak toplumu bugünkü durumunda tutmak isteyenlerin kurduğu bir ideoloji olarak görüyordu.
Ama, bazı uzmanlar yapısalcılığı bir tarih kuramıyla uzlaşabilir bir anlayış gibi de görmüşlerdir.NitekimLou-is Althusser, hem marxçı hem de yapısalcı olduğunu söylemiştir. Öte yandan, yapısalcılık, gizli bir sistemin araştırılması olarak görülmüş ve bundan ötürü, hastanın, sözlerinde gizlediği gerçeği yakalamaya çalışan psikanaliz ile yapısalcılık arasında hemen bir benzerlik saptanmıştır. Nitekim psikanalizci Jacques Lacan (Ecrits [Yazılar]) Freud'un düşüncesi ile Saussure'ün düşüncesini kaynaştırması dolayısıyla ün kazanmıştır. Lacan'a göre bilinçdışı, bir dil gibi yapılanmıştır.
Kaynak
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 16:58
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...