Arama

Yapısalcılık

Güncelleme: 19 Haziran 2015 Gösterim: 11.606 Cevap: 6
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Eylül 2006       Mesaj #1
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Yapısalcılık Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar
Yapısalcılık 20. yüzyılın ikinci yarısında dil, kültür, matematik felsefesi ve toplumun analizinde en fazla kullanılan yaklaşım olmuştur. Yapısalcılığın çok belirgin bir okulu olmamasına rağmen Ferdinand de Saussure'in çalışmaları genellikle bir başlangıç noktası olarak kabul edilir. Yapısalcılığı birçok çeşitlemesi olan genel bir yaklaşım olarak görmek en doğrusudur.
Kabaca, yapısalcılık bir kültürde anlamı ortaya çıkaran alt birimler arasındaki ilişkileri inceler. Yapısalcılığın ikinci bir kullanımı matematik felsefesinde ortaya çıkmıştır. Yapısalcılık teorsine göre bir kültürdeki mana (anlam) önem sistemleri olarak çalışan çeşitli pratikler, olgular ve aktivitelerle tekrar ve tekrar üretilir. Bir yapısalcı, bir kültürde üretilen ve tekrar üretilen anlamın derin yapılarını keşfedebilmek için yemek hazırlanması ve sunulması ritüelleri, dini ayinler, oyunlar, edebi ve edebi olmayan yazılar ve diğer eğlence formları gibi çok geniş bir aktivite çeşidini çalışır. Örneğin, yapısalcılığın öncülerinden kültür antropoloğu ve etnograf Claude Levi-Strauss kültür olgusunu mitoloji, akrabalık ve yemek hazırlamasını içine alacak şekilde analiz etmiştir.


Dilbilim modeli

Saussure, dilbilime bilimsel bir statü kazandırmaya özen göstererek, dil kavramına ilişkin anlam belirsizliğini gidermek için bir terminoloji belirlemişti. Gerçekten de ondan önce dil, ifade ve söz yazardan yazara değişen özelliklerde kullanılıyordu. Bu da , gerçek dilbilim teorisinin oluşturulmasını imkansız kılan bir terminoloji belirsizliğini doğuruyordu.

Dilin tanımı
Saussere'e göre 'dil bireydeki konuşma yetisinin kullanılabilmesi için, toplumsal yapı aracılığıyla kabul edilmesi gereken anlaşma ve uyuşmalar bütünüdür. Konuşma yetisi dilden ayrı bir olgudur; ama dil olmadan kendini gösteremez.' Dil nedir? Bir öğesindeki değişimin bütününde değişim yarattığı ve öğelerden herbirinin diğerinin tümünün değirinin fonksiyonu olduğu bir işaretler sistemidir. Her öğe, kendinin diğerlerininn karşısına koyan bu ilişkilerden kendi özdeşliğinin çekip alır. Saussure'ün yazdığına göre dilin 'en belirleyici niteliği, diğerlerinin olmadığı şey olmasıdır.' Böylece sintagmatik (başka herhangi bir bir birimle birlikte tasarlanmayacak olan) birime ilişkin bir eksene göre yatay olarak paradigmatik (kendinden farklı, ama yine de bir arada düşünebildiği diğer terimler bütünü için temel oluşturan bire terime ilişkin) bir eksene göre dikey olarak eklemlenen bir 'söylem zinciri' elde edilir. Sintagmatik grup ve paradigmatik birleşimler, yapısal çözümleme aracılığıyla sürekli olarak kullanılacaktır.

Dili oluşturan ayrımsal öğelerin sesbilim açısından çözümlenmesi
Dilin sistemini oluşturan öğeler, gösteren ve gösterilenden veya bir akustik imge ve bir kavramdan ibaret işaretlerdir. Jakobson'un buna katkısı, ikili olarak ortaya çıkan ona göre tüm dillerde bulunan bir akusitk veya fonem imgeleriyle, ayrıcı işlevleri üzerinde durarak, dilbilimsel bakış açısına uygun olarak Saussure'ün olanaksız bulduğu şekilde ilgilenmiş olmasıdır. 'Salt boş ayrım çizgileri' olarak tanımlanan fonemenler, bir sistem içindeki karşıtlıkları ve bilinç dışındaki etkileriyle bu işlevi yerine getirirler.

Yapı kavramı
Jakobson'a göre Saussure'ün büyük yeteneği 'dışa bağlı bir verinin bilinç dışında var olduğunu tam anlamıyla kavramış olmasıdır'. Levi-Strauss da şöyle demiştir: gerçekte bu ancak dilin, diğer her toplumsal kurum gibi fenomenlerin sürekliliğinin ve 'düzenleyici ilkeler'in süreksizliğinin ötesinde ulaşmaya kalkışılan, bilinçsiz düzeyde işleyen zihin işlevlerini varsaydığının anlaşılmasına bağlıdır. Yapının şu özellikleri buradan kaynaklanır: ilişki anlamlarını sistem içindeki konumlarından alan öğeler üzerine kuruludur; her yapı mediatristir ve dilin aracı olduğu simgesel düzene aittir: sonuç olarak yapını ayrıştırıcı kapasitesi, bilinçdışı düzeyinde gerçekleşir. Böylece özneler bir bütün olarak ele alındığında, kendilerini aşan ve onları, isteyen çalışan üreten vs özneler olarak niteleyerek, onlardaki 'durum'u belirleyen aynı zamanda bir ilişkiler ağı içinde kavranmaktadır.

Son düzenleyen Safi; 19 Haziran 2015 01:12
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #2
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi
Jean Piaget; Tercüme: Ayşe Şirin
Günümüzde tek bir yapısalcılıktan söz etmek mümkün olamıyor. Yapısal yöntemi kullanan dilbilim, göstergebilim, budunbilim vb. arasındaki ayırımların yanı sıra, her birinin kendi içinde de önemli yöntemsel farklılıkları bulunuyor. Bu yöntem faklılıkları içerisinde Yapısalcı kabul edilen hangi çalışmanın yapısalcı olduğunu belirlemek güçleşiyor. Örneğin, Noam Chomsky'nin 'üretici-dönüşümsel dilbilgisi' kuramı yapısalcılık içerisinde değerlendirilirken başka bir yerde Chomsky neredeyse yapısalcılık karşıtı olarak değerlendirilir.
Sponsorlu Bağlantılar

Fakat tüm farklı değerlendirmeler yapısalcığın temel eseri ve kurucusu konusunda hemfikirdiler: Genel Dilbilim Dersleri ve Ferdinand de Saussure. Saussure, dilbilimi, diğer bilimler arasında bir yere yerleştirmeni olanaklı olduğunu söyler. Ona göre, 'Dildeki her şey ruhsaldır' ve Göstergebilim, toplumsal ruhbilime bunun sonucu olarak da genel ruhbilime bağlanacak bir bilimdir.

Aslında Yapısalcılık büyük kuramların beşiği olan Avrupa'nın başta Hegelci ve Marksist olmak üzere Bütünlükçü kuramlara gösterdiği bir ilk tepki sayılabilir.

Tüm Yapısalcılar, yapısalcılığın felsefi bir kuram değil, bilimsel bir yöntem olduğunu iddia ederler. Tabii eğer Yapısalcılık bir felsefe değil de bilim yöntemi ise, o zaman Marksizmin Felsefenin ancak bilimlerden sonra ortaya çıkabileceği, tezinin de kabul edilmesi gerekiyor. Bu tez yapısalcılığın kuramı oluyor. Bu anlamda kuramsızlık konusundaki tek örnek Yapısalcılar değildir. Çünkü Nitzsche Yapısalcılardan bi adım öndedir - kuram karşıtlığını açıkça ifade eder.

Antropoloji dışında en önemli Yapısalcılık kuşkusuz Piaget'nin Bütünlük, Özdedüzenleme ve Dönüşüm olarak tanımladığı Yapısalcılıktır. Piaget'nin Yapısalcılığı, Lucien Goldman'ın 'Genetik Yapısallcılık' ında izlenebileceği gibi bazı Marksistlerin yapısalcı ve tarihsici yönelimleri birleştirme girişimlerine yol açtı.

Son düzenleyen Safi; 20 Mart 2016 13:22
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yapısalcılık
Vikipedi, özgür ansiklopedi


200px Ferdinand de Saussure

Ferdinand de Saussure


Yapısalcılık Batı dünyasında Mertyslism olarak bilinir. 19. yüzyılın ikinci yarısında dil, kültür, matematik felsefesi ve toplumun analizinde en fazla kullanılan yaklaşım olmuştur. Yapısalcılığın çok belirgin bir okulu olmamasına rağmen Ferdinand de Saussure'ün çalışmaları genellikle bir başlangıç noktası olarak kabul edilir. Yapısalcılığı birçok çeşitlemesi olan genel bir yaklaşım olarak görmek en doğrusudur.
Yapısalcılık temelde büyük yapılar, sistemler ve oluşumlarla ilgilidir. Yapısalcı hareket çerçevesinde insan davranışları ve olgular bu büyük sistem ve yapılar aracığıyla (örneğin: psikanaliz, marksizm, darvinizm) incelenmeye ve açıklanmaya çalışılmıştır. Yapısalcılığın en etkili olduğu alanlar dilbilim, göstergebilim ve antropoloji olmuştur.
Yapısalcılık bir kültürde anlamı ortaya çıkaran alt birimler arasındaki ilişkileri inceler. Yapısalcılığın ikinci bir kullanımı matematik felsefesinde ortaya çıkmıştır. Yapısalcılık teorisine göre bir kültürdeki mana (anlam) önem sistemleri olarak çalışan çeşitli pratikler, olgular ve aktivitelerle tekrar ve tekrar üretilir. Bir yapısalcı, bir kültürde üretilen ve tekrar üretilen anlamın derin yapılarını keşfedebilmek için yemek hazırlanması ve sunulması ritüelleri, dini ayinler, oyunlar, edebi ve edebi olmayan yazılar ve diğer eğlence formları gibi çok geniş bir aktivite çeşidini çalışır. Örneğin, yapısalcılığın öncülerinden kültür antropoloğu ve etnograf Claude Levi-Strauss kültür olgusunu mitoloji, akrabalık ve yemek hazırlamasını içine alacak şekilde analiz etmiştir.

.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
23 Mayıs 2011       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
YAPISALCILIK

Her türlü yapıyı, bağlı bulunduğu toplumsal-tarihsel özellikleri içinde değil de bütün olarak kendi içinde ve parçalarının karşılıklı konumuna göre kavramayı öngören öğreti, strüktüralizm.

Yapısalcı bakış açısı dili, sanat yapıtını, toplum düzenini ve daha başka yapıları bağımsız ya da koşullanmamış birer sistem olarak görür ve bunların, kendi ögeleri arasındaki bağlarla kavranabileceğini düşünür.

Çağdaş bir bakış olan ve toplumsal-tarihsel boyutu dışta tutmakla Marksist bakış açısına karşıt olan yapısalcılık en açık anlatımını ilkin dilbilimci Ferdinand de Saussure'ün öğretisinde bulmuştur. Buna göre her dil, yapılaşmış bir bütündür, tüm dilbilgisi tanıtlamaları zorunlu olarak yapısal tanıtlamalardır. Her dil, yapısalcı dilbilim anlayışına göre kendi özellikleriyle apayrı bir bütün oluşturur, özgül bir sistem olmakla değişik bir yapı ortaya koyar.

Dilbilim alanında yapısalcı bakış açısını geliştirenler arasında Jakobson da sayılabilir. Saussure'ün öğretisi etnoloji bilgini Claude Lévi-Strauss'un görüşleriyle bütünlenir. Lévi-Strauss, etnolojiyi, düşünsel yapıların araştırılması olarak alır.

Etnolojide en önemli araştırmalar düşüncenin gizli özellikleriyle ilgilidir. Öyleyse etnolojiyi bilinçaltı ruhsallığın bilimi diye de tanımlayabiliriz. Lévi-Strauss'un geliştirdiği yapısalcı anlayış, evrim düşüncesinin tümüyle dışında kalarak, her yapıyı indirgenemez bir sistem olarak değerlendirir.

Yapısalcılığın bir açıklama yöntemi olarak edebiyata uygulanışında dilbilim modelinden yararlanılmıştır. İlkin Rus biçimcileri denilen Boris Tomaşevski, Viktor Sklovski, Roman Jakobson gibi araştırmacılar, çalışmalarını edebiyat olgusu üzerinde yoğunlaştırarak yapıta dönük bir anlayışla edebiyatın yapısını incelemeye yöneldiler. Daha sonra 1926'da V.

Mathesius'un öncülüğünde kurulan Prag Dilbilim Okulu üyelerinin çalışmaları ve yapısalcılığın bir açıklama yöntemi olarak gelişip bağımsızlaşması, sanat, özellikle de edebiyat eleştirisi alanında etkili oldu. Roland Barthes gibi yazarların öncülüğünde gelişen bu eleştiri anlayışı, yapıtı kendisi olarak ögeleriyle kavrayıp değerlendirmeyi, bu arada toplumsal-tarihsel olanın dışta tutulmasını öngörmektedir.

Ruhbilimde yapısalcılık, işlevsel ruhbilimin karşısında yer alır. İşlevsel ruhbilim zihinsel süreçleri dinamik açıdan ele alır, buna karşılık yapısalcı ruhbilimin yöntemi, ruhsal olguları, ögelerine (duyum, imge) ayırarak çözmeye, sonra bu ögelerin boyutlarını (yoğunluk, süre) belirlemeye dayanır.

Böyle olmakla yapısalcı ruhbilim ayrıştırmalı ruhbilimdir. Psikanaliz alanında yapısalcılığın başlıca temsilcisi de J. Lacan'dır. Yapısalcılığı felsefe alanında geliştirenler arasında L. Althusser ve M. Foucoult'yu da sayabiliriz. L. Althusser, yapısalcılığı Marksist öğretiye uygulamaya çalışmıştır.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
GüNeSss - avatarı
GüNeSss
Ziyaretçi
1 Ekim 2011       Mesaj #5
GüNeSss - avatarı
Ziyaretçi
Yapısalcılık Nedir?

Yapısalcılık 20. yüzyılın ikinci yarısında dil, kültür, matematik felsefesi ve toplumun analizinde en fazla kullanılan yaklaşım olmuştur. Yapısalcılığın çok belirgin bir okulu olmamasına rağmen Ferdinand de Saussure'in çalışmaları genellikle bir başlangıç noktası olarak kabul edilir. Yapısalcılığı bir çok çeşitlemesi olan genel bir yaklaşım olarak görmek en doğrusudur.

Kabaca, yapısalcılık bir kültürde anlamı ortaya çıkaran alt birimler arasındaki ilişkileri inceler. Yapısalcılığın ikinci bir kullanımı matematik felsefesinde ortaya çıkmıştır. Yapısalcılık teorsine göre bir kültürdeki mana (anlam) önem sistemleri olarak çalışan çeşitli pratikler, olgular ve aktivitelerle tekrar ve tekrar üretilir. Bir yapısalcı, bir kültürde üretilen ve tekrar üretilen anlamın derin yapılarını keşfedebilmek için yemek hazırlanması ve sunulması ritüelleri, dini ayinler, oyunlar, edebi ve edebi olmayan yazılar ve diğer eğlence formları gibi çok geniş bir aktivite çeşidini çalışır. Örneğin, yapısalcılığın öncülerinden kültür antropoloğu ve etnograf Claude Levi-Strauss kültür olgusunu mitoloji, akrabalık ve yemek hazırlamasını içine alacak şekilde analiz etmiştir.

Bilgiler
Yapısalcılık bir mevcudiyet düşüncesidir.
Yapısalcılıkta şöyle bir şema çizilebilir: Sözcükler, gösterge; ses, gösteren; anlam gösterilendir.
Bu açıklama ve benzetme, yapısalcı bir açıklamadır.
Post-yapısal açıklamada ise gösterge, başka bir göstergeyi ifade eder ve göstergenin gösterileni yoktur.
Söz, derin yapı olan dilin yüzeydeki görünüşüdür. Dil yapısı zıtlıkları barındırır. Dil; bireyin dışında var olan soyun bir yapı; söz, dil yapısının kullanılmasıyla oluşan somut olgudur. Bu somut olgulardan yola çıkarak soyutluğu açıklamaya çalışır. Göstergeden yola çıkarak kültür açıklanmaya çalışılır.

kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2013       Mesaj #6
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Yapısalcılık (Strüktüralizm)
MsxLabs.org

Başlangıçta, dili yapılanmış bir bütün olarak gören dilbilim kuramlarını; 1960'tan sonra da bu kuramlardan kaynaklanan ve insan bilimlerini kap­sayacak biçimde genişlemiş olan dü­şünce akımını belirten terim (strüktüralizm de denir).

DİLBİLİMSEL YAPISALCILIK

Yapısalcılığı ortaya atan, İsviçreli dil­bilimci Ferdinad de Saussure'dür (1857-1913); yapısalcılığın temel kav­ramlarını ortaya koymuştur. Başlıca yapıtı Genel Dilbilim Dersleri'dir (Cours de linguistique generale,1916). Saussure, Nikolay Trubetskoy gibi iz­leyicilerinin yazılarında 1930'dan bi­raz önce Tasladığımız "yapısalcılık" terimini kullanmamıştı. Ama Genel Dilbilim Dersleri'nde ileri sürülen ana düşünce, dilin bir dizge (sistem) oldu­ğuydu. Saussure, "dizge" sözcüğünü, günümüzde "yapı"ya verilen anlam­da kullanıyordu.
Saussure kuramının çıkış noktası, o yıllarda egemen olan tarihsel dilbili­me karşı ileri sürdüğü eleştiridedir. Tarihsel dilbilim, bağımsız kendilikler gibi görülen dilsel öğelerin (sesler, sözcükler) zaman boyunca geçirdiği dönüşümleri inceliyordu. Sassure, bu anlayışa karşı iki itiraz ileri sürüyor­du. Önce, böyle bir yöntemin, tam an­lamıyla genel bir dilbilim kuramı or­taya konmasını engellediğini söylüyor­du. Ayrıca, içinde bulunduğu bütün incelenmeden, bir öğenin incelenme­sinin de olanaksız olduğunu ileri sü­rüyordu. Bir öğenin tek başına ele alınmasının, içinde yer aldığı meka­nizmaya ilişkin bir bilgi sahibi oldu­ğumuzu gösterdiğini düşünüyordu. Tek başına ele almanöğeleri incele­diğini iddia eden tarihsel dilbilim, bilimkuramı açısından, iyice temellendirilmemiş bir bilimdi. Bu bilim ancak, "gerçek dilbilime", yani eşsüremli dilbilime dayanarak kendini haklı çı­karabilirdi. Eşsüremli dilbilim, dilin durumlarını, yani belli bir zamanda bir arada var olan dilsel olgular top­luluğunu inceliyordu. Saussure'e gö­re, bu tür bir dil durumu, bir dizge oluşturur ve burada her öğe, bütün öbürlerine bağlıdır. Dil, bütün parça­ları ortak bir amacın, yani bildirişi­min gerçekleştirilmesine yönelen bir makineye benzer. Bu bütün içinde her öğe, öbürlerine karşıtlığı bakımından belirlenir. Bu karşıtlıkları taşıyan tözün (maddenin) pek önemi yoktur. De­mek ki, dil dizgesel ayrılıklar ağıdır, yani yapıdır.

Yalnızca ayrılıklar önemli olduğun­dan dil, bir töz değil, bir biçimdir. Dil, aslında bir bölümlemedir ve bunun so­nucu da göstergelerdir. Saussure bu­nu bir sayfayı bölümlemeye benzetir: Bir sayfanın ön yüzü düşünce, arka yüzü de sestir. "Ters yüzünü kesme­den ön yüzünü kesemezsiniz" der Saussure. Dilin anlıksal ve sessel töze aynı zamanda kabul ettirdiği eklem­lenmelerin sonucu olan göstergeler, bir gösteren (ses ya da daha doğrusu işitim imgesi) ile bir gösterilen'den (kavram) oluşur ve bunlar raslantısal bir biçimde, ama ayrılamazcasına bir­birlerine bağlıdırlar. Bununla anlatıl­mak istenen şudur: Örneğin "k.ö.p.e.k." seslerinin bir kavramı (kö­pek) göstermesinin hiçbir dildışı nede­ni yoktur.

Dilin dizgeselliği ve biçimsel özniteliği, göstergenin çift yüzlü bir birim ola­rak tanımlanması, Saussurre'ün ken­disini izleyenlere bıraktığı iki büyük görüştür.

SAUSSURE'ÜN İZLEYİCİLERİ
İzleyiciler, iki büyük okulda toplanır: Prag Çevresi (işlevselcilik) ve Kopen­hag Çevresi (glosematik).


PRAG ÇEVRESİ

1926'da kuruldu, ama sesbilimin ortaya çıkmasına yol açan çalışmaları, ancak 1928'de Ro­man Jakobson'un ve özellikle Grundzüge der Phonologie'm (Sesbilim İlke­leri) yazarı ve okulun manevi önderi Nikolay Trubetskoy'un çevreye katıl­masıyla tam bir gelişme gösterdi. Ses-bilgisi uzmanı olan Trubetskoy, sesbilgicilerin dilin sesleri dedikleri şeyi, dilbilimsel ölçütlere dayanarak dizge­sel ve tüketici bir biçimde sınıflandı­ran ilk kişidir. Trubetskoy, Saussure' den, kendi bilim dalma kolayca uygu­lanabilecek bir kavramı, yani ayırt edici işlev kavramını aldı. Saussure, dilin, bir bildirişim aracı olduğunu söylüyordu. Ama söz zincirini oluştu­ran temel seslerin bildirişimde oynadıkları rol neydi? Bunların kendi baş­larına anlamları yoktu; ama bunların, anlamları olan birimleri birbirinden ayırt etme gibi bir işlevleri vardı: Bu görüş, bir soyutlama ilkesinin ortaya konmasını sağladı: Gerçekten de, bir sesin fiziksel özelliklerinin hepsinde ayırt etme işlevi yoktur. Bundan ötü­rü bir sesin sessel özellikleri arasın­da, ayırıcı özellikler ile ayırıcı olma­yan özellikleri ayırt etmek gerekir. Bu ayırıcı sessel özellikler toplamının be­lirlediği kendüik sesten farklı olan bir sesbirimdir.

Prag Çevresi'nden etkilenen dilbilim­ciler, sesbilimsel işlevselciliğin ilkele­rini dilbilgisi betimlemesine (Gougenheim, Martinet) ve anlambilim betim­lemesine (Prieto) uygulamaya çalıştı­lar. Ama sesbirim gibi salt ayırt edi­ci birimler ile sözcük gibi anlamlı bi­rimler arasında bulunan temel fark yüzünden bu uygulamada güçlükler çıktı.

KOPENHAG ÇEVRESİ,

1931'de kurul­du. Çevrenin en dikkate değer temsil­cisi, yeni-dilbilgisi okulunda yetişmiş olan, ama modern mantığa da bağlı olan Louis Hjelmslev'dir (Omkring sprogteoriens grundlaeggelse [Dil Ku­ramının Temel İlkeleri, 1943]). Hjelmslev'in Saussure'den etkilendiği yan, özellikle onun bilimkuramsal irdele­meleridir: Sözgelimi, dillerin betimlen­mesine ilişkin bilimsel bir kuramın na­sıl ortaya konabileceği sorunu, bunun bir örneğidir. Hjelmslev böyle bir ku­ramı, mantıkçılar gibi, eksiksiz bir belitsel dizgeye (aksiyomatik), yani temel tanımların açık bir biçimde dökümü­nün yapılmasına dayandırmak ister. Bu kuramın çelişmezlik (tutarlılık], tümü kapsayıcılık ve yalınlık ölçütlerine uyması-ve bütün dillere uygulanabilecek evrensel yöntemler sağlaması ge­rekir.

Glosematik (yunanca "dil" anlamına gelen glossa 'dan] olarak adlandıraca­ğı bu kuramı geliştirmek için Hjelm­slev, özellikle Saussure'ün dilin bir töz değil de bir biçim olduğunu söyleyen kesinlemesine dayandı. Sessel ya da anlıksal tözün bir önemi yoktur. Öğe­ler yalnızca aralarındaki bağıntılar­la, oluşturdukları "ağ" ile tanımlanır­lar. Böylelikle gerçek bir dil cebirine ulaşılır, buradaki dilsel bağıntılar " Y°g°(V]R", " LY°g°R" vb.biçimmde belirtilir. Saussure'ün göste­ren ile gösterilen arasında yapmış ol­duğu ayrım, iki düzlem arasındaki ya­ni anlatım düzlemiyle içerik düzlemi arasındaki karşıtlık olarak ele alın­mıştır; düzlemlerden her birinin de bir tözü ve bir içeriği vardır. Anlatım düzlemi ile içerik düzlemi eşbiçimlidir, bir başka deyişle kurallara göre düzenlenmişlerdir. Anlatım düzlemin­de töz, insan sesinin çıkarabileceği sonsuz bir sesler dizisinden oluşur, bi­çim ise ayırıcı karşıtlıklar ağıdır; bi­çimin töze uygulamasından doğan bi­rimler, boşbirimlerdir (senem);bunlar Prag Çevresi'nin sesbirim'lerine (fo­nem] denk düşer.İçerik düzlemindeyse, töz, biçimlenmemiş düşünceden oluşur; biçim, dilbilgisi ulamları ve söylem bölümleri ağından oluşur; bu­radaki birimler dolubirim'lerdir (plerem) ve çok yaklaşık olarak "sözcük­ler "e denk düşenler. Hjelmslev'in düşünceleri Bröndal, Fischer-Jörgenseni» Togeby tarafından ele alınmış, Greimas ve Fottier gibi göstergebilimci ve dilbilimciler tara­fından geliştirilmiştir.

HİÇBİR AKIMA BAĞLI OLMAYANLAR

Saussure'den esirgenmiş olan iki bü­yük Fransız dilbilimcisi çeşitli dilbilim okullarından nispeten uzak kalmışlar­dır; bunlar Benveniste (Problemes de linguistique generale [Genel Dilbilim Sorunları] ve Tesniere'dir (Elements de syntaxe structıirale [Yapısal Sözdizimllkeleri]];her ikisinin de araştır­maları, günümüzdeki dönüşümcü ku­ramların habercisi sayılır.


AMERİKAN YAPISALCI DİLBİLİMİ
Son yıllarda "yapısalcılık" terimi, Bloomfield tarafından kurulmuş olan Amerikan dönüşümcü okulunun çalış­maları için de kullanılmaya başla­dı.

Bu kullanım, dönüşümcü dilbilimcile­rin başlattıkları bir tartışmadan kay­naklanmıştır; söz konusu dilbilimci­ler, kendi sürdürdükleri araştırmalar­la, kendilerinden önceki dilbilimcile­rin çalışmaları arasındaki kopukluğu vurgulamak amacıyla, bunları "yapı­salcılar" adı altında topladılar. Ama sözcüğün anlamının genişlemesi, her­hangi bir gerçeği karşılamaz. Dönüşümcülük, kimi yöntemleri bakı­mından yapısalcılığa benzer; ama dü­şünce tarihi açısından, her iki akım birbirinden ayrı gelişmiştir ve düşün­celerinin "iç yapısı" çok farklıdır.

DÜŞÜNCE AKIMI OLARAK YAPISALCILIK

Dilbilimin sınırlarını aşan yapısalcı­lık, insan bilimlerinin genel bir yöntembilimi olmaya yöneldi. Bu anlam­da yapısalcılık iki temel ilkeye daya­nır: 1. Her insansal olgu bir dil olgu­suna benzer. Bu ilke, insansalın, do­ğaya bir simgeler ağı uygulayarak kendini oluşturduğu görüşüne daya­nır; 2. simgesel bütünler (öbekler] ola­rak insansal olgular, özgül bir yapının biçimlendirdiği dizgeler olarak görü­lebilirler. Araştırmacının işi, her za­man gizli olan bu yapıyı gün ışığına çı­karmaktır.

Dilbilimden kaynaklanmış görüşlerin, ilkin, dilin bir başka alanında, yani edebiyatta etkili olmasına şaşmamak gerekir.Bu ilişki daha 1914'te Şklovski'nin şiirsel dilin incelenmesi amacıy­la kurduğu Opoyaz derneğiyle gerçek­leşti. Bu dernek, biçimcilik denen akı­mın çekirdeğini oluşturdu. Rus "bi-çimcileri", edebiyat yapıtının her şey­den önce bir biçimsel yapı, bir yön­temler toplamı olduğunu söylüyorlar­dı ve Prag Çevresi'nin etkisindeydiler. Yapısalcılık yalnızca kuramsal olarak kalmadı; Şklovski gibi bir biçimci, bazı yapısalcı kavramları uygulayarak ya­zı yazmayı denedi ve aynı eğilim, da­ha sonra yeni roman akımında ya da Philippe Sollers'de görüldü. Ama ya­pısalcılığın gerçek etkisinden, özel­likle edebiyat eleştirisi alanında söz edilebüir. Yapısalcılığın etkisi, bir ya­pıtı, ona yabancı verilerle açıklama­yı reddetme biçiminde kendini göster­di. Yani, yazarın yaşamı ve ruhsal du­rumu, düşünceler tarihi, kaynaklar, vb, açıklama verileri olarak kabul edilmiyordu. Eleştiri, yapıtın "nedenleri"ni bulmaya çalışmıyor, ama iç ne­denini gün ışığına çıkarmaya yöneliyordu.Bunu da kapalı bir bütün olarak ele alınan, yapıtın öğeleri arasında­ki bağıntıları, en anlamlı bir biçimde kurarak yapıyordu. Böylece edebiyat eleştirisi, göstergebilime gittikçe da­ha fazla yaklaştı. "Yapısal" eleştiri­nin en tanınmış temsilcisi Roland Barthes'ın edebiyat konusundaki ince­lemelerine (Sur Racine [Racine Üstü­ne], Le Degre zâro de l'ecriture [Ya­zının Sıfır Derecesi]), giyim ya da belli toplumsal davranışların göstergebilimi konusundaki araştırmalarını (Systeme de la mode [Moda Dizgesi], Mythoîogies [Mitolojiler]] eklemesi bu­nu açıkça gösterdi. Ama yapısalcılığın asıl başarısı insanbilime girmesiyle başladı. "Farkında olmadan yapısalcı olan" Georges Dumezil gibi bir tarihçinin çalışmaları, uygarlıkların incelenmesine bazı ye­ni kavramlar getirmişti bile. Hindis­tan'ın, Eskiçağ Roması'nın ve Osetlerin (bir Kafkasya halkıdır) toplumsal-dinsel yapılarını karşılaştıran Dumezil, bunların biçimsel açıdan eşdeğerli olduğunu gösterdi. Çünkü bunların hepsinde, rahipler, savaşçılar ve za­naatkarlar olarak bir üçe ayrılma söz konusuydu. Bu üçe ayrılım, "ilkellik" 'le ilintisi olmayan çok zengin ve soyut bir kavramsal dizge içinde ortaya ko­nup işlenmişti. Böylece iki ana tema ortaya çıkıyordu: Uygarlıkların biçim­sel açıdan incelenmesi ve arkaiklik yanılgısının bir yana bırakılması. Bu temalar, Claude Levi-Strauss gibi bir insanbilimci tarafından ele alınıp ge­liştirildi.
"İnandığımız gibi, zihnin bilinçdışı et­kinliği bir içeriğe biçimler kabul ettirmekse ve bu biçimler bütün ilkel zihin­ler (eskiler ve modernler] için aynıysa (dilde görüldüğü haliyle simgesel iş­levin incelenmesi, bunu apaçık bir bi­çimde göstermektedir], başka kurum­lar ve başka töreler için de geçerli bir yorumlama ilkesi bulmak için her ku­rumun ve her törenin derininde yatan bilinçdışı yapıyı yakalamak, gerekli ve yeterlidir ve kuşkusuz bunun için in­celemeyi iyice ilerletmek zorunlu­dur." Anthropologie structurale'den (Yapısal İnsanbilim) yaptığımız bu alıntı Levi-Strauss'un girişimini çok güzel özetlemektedir. Levi - Strauss' un ilk önemli kitabı Tristes Tropiques (Hüzünlü Tropikler) insanbilim alanındaki görüş değişikliğini dile getirir. Burada, Mauss'un ve Griaule'ün izin­den gidilerek her kültür, indirgenmez bir değer taşıyan "bütünsel bir top­lum fenomeni" olarak incelenir. Uy­gar kişinin sonunda ortaya çıkmasını sağlayan evrimin ilk dönemini temsil eden bir "vahşi"nin varlığı konusun­daki yanılgıyı bir yana bırakmak ge­rekir. Güney Amerika'da yaşayan Bororoların kültürü çok yüksek soyutla­ma niteliği taşıyan simgesel bir şema­ya ya da iç içe geçmiş şemalara da­yanır ve insanbilimcinin bunlardaki eklemlenme yerlerini bulup gösterme­si gerekir. Akılsal olarak dile getiril­mese bile bu yapının akılsal bir değe­ri vardır. Kapalı bir dizge olarak ele alınan ve bu kültürün öğelerinin bü­tünü incelenerek bulunan göstergeler zincirlenişine ilişkin derin bir neden söz konusudur burada. Levi-Strauss'un ikinci kitabı Los Structures elementaires de laparente[Akrabalığm Temel Yapıları) yapısal insanbilimin ikinci büyük savını ortaya koyar. Bu sava göre, doğal insan yok­tur. İnsanın varlığı, yapı doğuran bir kuralın doğaya kabul ettirilmesiyle kendini gösterir. Bütün toplumlarda raslanan temel kural, akrabalık sis­temlerinin temelini oluşturan yakın akrabayla cinsel ilişkiye girmenin yasaklanmasıdır. Bu sistemler ise, kadın alıp vermeye dayanan toplumsal bil­dirişim sistemleridir aslında. Böyle­ce, yabancı bir grubun yararına, ken­di grubundaki kadınlara dokunulmaz; ama yabancı grubun da aynı şeyi yap­ması gerekir. Akrabalık kuralları, sis­tem içinde, olanaksızlığını belirtir yalnızca ve bu, dilbilimde, sesbirimlerin adlarının bir ayırt edici karşıtlıklar ağı içindeki du­rumları belirtmesine benzer. Levi-Strauss'un yapısalcılığı, tarih kavramıyla ilintisi açısından iki itira­za yol açtı. "Bilimsel" olan birinci iti­raz bu yöntemin evrensellik taşımadı­ğını ileri sürüyordu. Levi-Strauss'un çalışmaları, kendisinin de itiraf etti­ği gibi insan toplumlarının genel ya­salarını bulmayı amaçlıyordu. Ama-bu ilkeler, Batı toplumlarına uygulan­maya kalkışıldığında başarısızlıkla karşılaşılıyordu. Yapısal inceleme, ta­rihsel açıdan tıkanmış ve evrimleri içinde çok eski bir döneme takılıp kal­mış toplumlara uygulanabilir gibi gö­rünüyordu. Bu da, ikinci itiraza, yani Sartre'ın itirazına yol açtı. Sartre, ya­pısalcılığı, tarihi ortadan kaldırarak toplumu bugünkü durumunda tutmak isteyenlerin kurduğu bir ideoloji ola­rak görüyordu.

Ama, bazı uzmanlar yapısalcılığı bir tarih kuramıyla uzlaşabilir bir anla­yış gibi de görmüşlerdir.NitekimLou-is Althusser, hem marxçı hem de ya­pısalcı olduğunu söylemiştir. Öte yandan, yapısalcılık, gizli bir sis­temin araştırılması olarak görülmüş ve bundan ötürü, hastanın, sözlerin­de gizlediği gerçeği yakalamaya çalı­şan psikanaliz ile yapısalcılık arasın­da hemen bir benzerlik saptanmıştır. Nitekim psikanalizci Jacques Lacan (Ecrits [Yazılar]) Freud'un düşüncesi ile Saussure'ün düşüncesini kaynaş­tırması dolayısıyla ün kazanmıştır. Lacan'a göre bilinçdışı, bir dil gibi ya­pılanmıştır.

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
4 Nisan 2013       Mesaj #7
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Yapısalcılık (sturcturalisme) nedir?

Yirminci yüzyılın başında yapı kavramı,dil bilimde “yapısalcılık” adını alan bir öğretinin kurulmasını sağlamıştı. Bu öğreti içinde iki akım vardı. Biri,dilin genel yapısını ,dilin öğeleri üzerine baskı yaptığını ve başka toplumsal olguların ve toplumsal değişmelerin,dilin genel yapısını değiştiremeyeceğini ileri sürüyordu. Öbürü,dilde sesin bölümlenme sınıflarının yapılar meydana getirdiğini ve dilin bir davranış oluğunu savunuyordu.
Sosyolojide yapısalcılık akımının başında,Fransız Antropolog,sosyolog ve etnologu,Claude Levi –Strauss (doğumu:1908) görülmektedir. Şunu önce belirtmek gerekir ki,yapı fikri, özellikle etnologlar arasında yandaş bulmuştur. Etnolog,her şeyden önce artakalanı,eski grupları inceler. Ve genel olarak eski olanı inceleyen etnologlar,evrim ve hareketi,gereği gibi dikkate almazlar. Başta şu Levi –Strauss olmak üzere,onların birçoğu için yapısalcılık bir tutum,yani bir yöntemdir. Çünkü ,çok sayıda ve değişik bilgiler toplayan etnologlar için bunları karşılaştırmak ve sınıflandırmak ve özellikle bunlar bir ortak payda bulmak önemlidir.
Sosyolojide tarihselliğe ya da tarihsel yaklaşımı karşı çıkan ve tarihin bilim olduğuna inanmayan Levi –Strauss’un düşüncesinde yapıların araştırılması,(örneğin,aile yapıları ) zaman içinde değişmeyen yasaların araştırılmasıyla birbirine karışır. Levi –Strauss’a göre bu yasalar,”düşüncenin bilinçsiz etkinliği”nin sonuçları olarak doğal bir öze biçimler verirler;başa bir deyişle,”toplumsal yapılar, insan düşüncesindeki anlamsal yada kavramsal yapıların yankısıdırlar.” Ve bu yasalar ,”eski ve yeni,ilkel ve uygar bütün düşünceler için esas olarak aynıdırlar.” Şu halde yapısal bir çözümleme,her kurumun,her adetin altındaki bilinçsiz yapıyı bulabilir. Böylece, “kesin özelliği bütün değişkenler arasında korunan” başka kurumlar,başka adetler için geçerli bir yorum ilkesi elde eder. Yasaların öve ilkelerin araştırılması önceden duygulardan ve iradelerden,bireysel olan her şeyden arınmayı,kopmayı gerektirir. “Gerçeğe varmak için yaşanılmışı (yani tarihi) bir yana ayırmak gerekir,”önermesi Levi –Strauss’a aittir. Ona göre ,gerçek ve anlaşılır şey tastamam yapılarda rastlaşır; hısımlık yapılarında,deyişlerin yapılarında,mitlerin yapılarında. Yapılar,şeylere anlamlar vererek insanın düşüncesinde anlamlaşır. Tarihe gelince,yapısalcılığa göre,tarih,evrensel ve değişmez yasaların yaşanmasını geçici özelliklerine indirgenir. Ayrıca yapısalcı yöntem, dilin yapısı ile antropoloji ve sosyolojinin incelediği sistemlerin yapısı arasında kesin bir uygunluk arar. Hem gerçek olarak, hem anlaşılırlığın temeli olarak tasarlanan bu uygunluk, yapısalcılığa göre , toplumsal grupların bağlantısını , bütünlüğünü sağlar. Uygunluk ve iç denge kavramlarına bağlanan sistem kavramı, birinci plana gelir ve kurumlar , adetler , bütünlük ve değişmez denge ile tanımlanır. Levi –Strauss’a göre her kültür, ilk sırasında dilin, evlenme kurallarının, ekonomik ilişkilerin, sanatın, bilimin , dinin, yer aldığı bir simgesel sistemler bütünü olarak düşünülebilir.
Levi –Strauss yapısalcılığı doğrultusunda ilerleyen ve çalışmalarının amacı, özellikle Marksist düşünceye karşı bir seçenek(alternatif) geliştirmek olan yapısalcılığın yaklaşımları, aşağı yukarı şöyle özetlenebilir: özellikle ekonomik alt yapı tarafından yönetilen toplum tarihinden, bir başka alt yapı olan bilinç dışının yönettiği bireysel tarihe geçmek gerekir böylece, “anlam üreticisi insan her şeyden önce anlam içinde insan olarak ele alınmaktadır.” Bu tür yapısalcılara göre insan gerçeği, bireyin yalnız ailesi ile ve toplumuyla ilişkileri içinde açıklanacak bir şey değildir. İnsan gerçeği kültürler içinde tasarlanarak açıklanmalıdır. Bu yeni açıklama yöntemine göre, “bilinç-bilinç dışı , bireysel-toplumsal, altyapı-üstyapı karşıtları, araştırmanın bütün düzeylerini birleştirecek olan mantıklı bir uygunluk uruna diğerlerini (daha doğrusu uygunluklarını) yitirmektedir.”
Marksis düşünceye karşı bir seçenek olarak geliştirilmek istenen yapısalcılık , Marksizmi toplumsal olayların bütünleştirici bir kuramı olarak tanımlarken, kendini “insan olgularının anlaşılırlığını ortaya çıkaracak bir yöntem olarak” görmektedir.
Bir olayı açıklamaya çalışan yapısalcı çözümlemenin , olayın yapısını, yani bir bütünün öğelerinin birleştiren bağlarının biçimini ve niteliğini, ve özellikle bu bütünün kuruluşunu hazırlayan , yöneten başlıca ilkeyi (anlamı) aradığı görülmektedir. Ve böylece, yapısalcılık için her hangi bir olayın yada her hangi bir gerçeğin “ortaya çıkış ve kayboluşundan yani oluş ve tarihinden çok, bu gerçeğin içinde bulunduğu bütün, kapalı sistem, çerçeve ve yapı önemlidir.” Bir gerçeği açıklamaya bilmek için diyalektik yöntemin bütünlük yasasını gözden kaçırmamak, evrenin hiçbir nesnesini , hiçbir olayını kendisini çevreleyen nesnelerden, olaylardan ayrı olarak düşünmemek demektir. Ama diyalektik mantık , bir gerçeği ortaya çıkaran, oluşturan ve ortadan kaldıran güçleri, başka bir deyişle bu gerçeğin aşılmasını, belli yanlarıyla ve nitelik değişimine uğrayarak daha yüksek bir düzeyde , yeniden ortaya çıkmasını da göz önünde tutar. Bu da diyalektiğin en temel ilkelerinden biridir, yani değişme ve oluş ilkesidir. Yapısalcılıkla maddeci diyalektik arasındaki temel fark, birinci görüşün oluş, tarihsel ve aşma ilkesine önem vermeyişidir.
Toplumsal yapıya kesin öncelik ve aşırı bir ayrıcalık veren yapısalcılara göre , toplumsal yapı , dondurulmuş bir iz yada bir kemik çatısıdır.
Yapısalcılığın düşünce ve önermelerinin genel olarak şunlar olduğunu söyleyebiliriz: toplum öyle bir duruma ulaşmış olarak görünmektedir ki, artık ahenkli olarak büyüyebilir, bu büyüme, düzeni ve öğelerin bir araya gelmesini bozmaz. Tarihin yönü de anlamı da yoktur, ya da anlamı teknikçi bir ussallıkla ulaşılmıştır. Her devirde, insanlığın düşünme ve yaşama tarzları kuramsal bir yapının etkisi altındadır, bir devrin ve bir dilin düşüncesi olan , bilinmeyen ve zorlayan bir düşüncenin içinde düşünülür. Bir toplumdaki bütün kurallar bütün kurumlar , ancak yapısal bir inceleme ile açıklanır, toplumun işlemesi (fonksiyon) ve tarihide önemli değildir. Yapısalcı çözümleme, hareketliliği parça parça , an an, yer yer, durum durum çözmeye çalışır ve tarihteki hareketi tanımaz.


kaynak: 100 soruda sosyoloji
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

18 Aralık 2012 / şirivan Soru-Cevap
20 Mart 2016 / Safi X-Sözlük