Arama

1920'li yıllarda sosyal hayat nasıldı? - Sayfa 3

En İyi Cevap Var Güncelleme: 6 Mayıs 2014 Gösterim: 58.853 Cevap: 42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2011       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1920li yılları kendince yorumlayabilir misiniz? acil lazım ödevim var
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2011       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Küçük sınıfların zayıflaması,bunların mesleki organizasyonları olan Loncaları da etkilemiş ve

Sponsorlu Bağlantılar
Kaynak: 1920'li yıllarda sosyal hayat nasıldı?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2011       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
arkadaslar bana 1920 yilinda ulkemizin bulundu[u tarihi gercekler lazim cok acil
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2011       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kadın nüfusun (12+) 1992'de sadece %18.65'i istihdam edilirken, bu oran erkekler için %68.31'dir. Çalışan nüfus içinde kadınların payı %21.83, erkeklerinki ise %78.17'dir. (Atalay ve Diğerleri, 1992:54).

Kadınlar politikada da yeterince temsil edilmemektedir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bunlar arasında diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de politik mücadelenin zorlu olması, kadının toplumsal yaşamdaki geleneksel rolü ve eğitimsizliği sayılabilir. 1935'te 18 milletvekili ile kadınların toplam milletvekilleri arasındaki oranı %4.6 iken giderek bu oranda düşmeler olmuş, 1950-54 döneminde %0.6 olan oran 1991'de % 1.8'e, (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Uyarınca Hazırlanan Türkiye Raporu, 1993:::44), 1995'de %2.4'e (KSS. Gen. Md. Yay.) yükselmiştir.

1991 genel seçimleri sonrası kurulan kabinede biri ekonomiden, diğeri ise kadın, aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu olmak üzere 2 kadın bakan görev almıştır. 1993 yılında Türkiye'de ilk kez bir kadın başbakan iş başına gelmiştir. 1995 seçimi sonucu kurulan kabinede iki kez 3 kadın bakan görev almıştır. 1997 yılında oluşturulan 56. Hükümette ise Devlet Bakanı olarak görev yapan iki kadın üye mevcuttur.


Kaynak: 1920'li yıllarda sosyal hayat nasıldı?


makbule parlak
web tasarım
istanbul host
çok bilmiş - avatarı
çok bilmiş
Ziyaretçi
3 Kasım 2011       Mesaj #25
çok bilmiş - avatarı
Ziyaretçi
Altın Ordu'nun XIII-XIV. Yüzyıllarda siyasî, iktisadî ve kültür bakımından yalnız Şarkî Avrupa'nın değil, umumiyetle Türk dünyasının en mühim mevkilerinden biri olduğunda şüphe yoktur. Bu devletin ahalisinin büyük bir kısmı -Rus yurdu müstesna- halis Türk'tü; ancak üst tabakada Moğol unsur mevcuttu. Bu unsur da kısa bir zaman içinde tamamiyle Türkleşmişti. Devlet teşkilâtı, Çingiz'den çok önce teşekkül eden devlet sisteminden ibaretti. Gök-Türk ve Uygur teşkilâtının mühim unsurlarının Altın Ordu (ve umumiyetle bütün diğer Türk devletlerinde ) mevcut olduğu muhakkak gibidir; hele teşkilât sözleri (ıstılahları)nde Uygarca mefhumların kullanıldığı görülmektedir; bunun içindir ki, Altın Ordu ve sonraki hanlıkların devlet, iktisat ve sosyal teşkilâtlarını öğrenmek, Moğolların kendi iç teşkilâtlarından başka daha evvelki Türk devletleri ve hey'etlerinin vaziyetlerini bilmeğe bağlıdır. Elde mevcut sınırlı kaynaklara göre Altın ordu'da askerlik, ziraat, ticaret, vergi ve her çeşit mükellefiyetleri tanzim eden belirli kanunlar mevcuttu. Çingiz tarafından kurulan teşkilâttan başka, siyasî ve sosyal hayatın her safhasını düzenleyen birçok nizamlar tatbik edilmekte idi. Bu itibarla da Altın Ordu Devleti'ni "yasalı" (kanunlu) bir siyasî varlık olduğu ortadadır.

Ahalinin yalnız göçebe olmadığı, şehirlerin ve köylerin çokluğu ile derhal görülmektedir. Zaten Orta-İdil boyundaki Türkler'in çok erkenden köyler ve şehirler kurdukları malûmdur. İdil'in aşağı mecrasında bulunan Türk-Moğol unsurunun da yavaş yavaş şehir ve köylere yerleştikleri görülüyor. Azerbaycan da dahil olduğu halde Altın Ordu'ya ait sahada şimdiye kadar 25 şehir tesbit edilmiştir. Bunlar: Azak, Batçin, Baku, Büler, Bulgar, Derbent, Gülistan (Saray'ın banliyösü), Kırım, Kırım-Cedit, Macar, Macar-Cedit, Mahmûd Âbad, Muhşı, Ordu, Ordu-Cedit, Ordu-Bazar, Recan, Saray, Saray-Cedit, Saraycık, Sığnak-Cedit, Tebriz, Ükek, Hacı-Tarhan (Zeci-Tarhan), Şabran, Şamaha.

Demekki, Altın Ordu sadece bir "step imparatorluğu" değildi. Bu sayılan şehirlerin büyük bölümü büyük ticaret merkezleri ve "ihracat ve ithalât" iskeleleri ve transit istasyonları idi. Bilhassa Saray şehrinin büyüklüğü ve güzelliği hakkında şehri bizzat gezen seyyahların elinden çıkan kayıtlar mevcuttur. Bu cins kayıtlar yapılan hafriyat neticesinde tamamiyle tesbit edilmiştir. Saray şehrinde mükemmel bir su tesisatı olduğu, bahçelere, evlere varıncaya kadar su borulariyle su getirildiği meydana çıkmıştır; çini tezyinatı, yapıcılık ve bilhassa maden işleme hususunda mühim ilerlemeler elde edildiği, çıkan eserlerle sabittir.

Bu itibarla, Saray şehrinin ve içinde yaşayan ahalisinin (yani yerli Türkler'in), devirlerinin diğer memleketlerinden geride durmadıkları açıktır. Meydana çıkarılan maden eritme ve işletme tesisatının mükemmelliği, Altın Ordu ustalarının, hattâ bu hususta birçok millet ustalarını geride bıraktıklarını gösterir. Bu suretle Saray şehrinde (bilhassa Saray-Berke'de) İtil ve Bulgar şehirlerinin geleneği yalnız muhafaza edilmekle kalmamış, daha da ileriye götürülmüştür. Saray aynı zamanda Türkistan, İran, Anadolu, Bizans, Rus, Ceneviz ve Orta Avrupa'dan gelen tüccarların buluştukları bir merkez olması hasebiyle de büyük bir ehemmiyete sahipti; burada ayrı milletler için ayrı mahaller kurulduğu ve herkese kendi memleketinde alışık olduğu hayata göre yaşamak imkânı verildiğini biliyoruz. Altın Ordu'nun merkezi Saray şehri idi. Saray şehrine "Taht ili" denirdi. Batu zamanında tesis edilen Saray şehri, Berke Han zamanında daha müsait bir yere nakledilerek Yeni Saray, yahut Saray-Berke adını aldı (İdil'in sol kollarından biri olan Tsares mevkiine yakın). Hanlar Saray şehrinin "Gülistan" denilen banliyösünde yaşıyorlardı; burası bilhassa hanların kışı geçirdikleri bir yerdi; yazları ise eski âdet üzere "yaylağa" çıkarlar, Don ve Özü arasında kalırlardı. Hanların "yaylak"lardaki ordugâhları da büyük bir şehir manzarası arzediyor, hanım ve büyüklerin süslü çadırları geniş bir sahayı kaplıyordu.

Keçeden yapılan çadırların (yurt) içi kıymetli halılarla süslü idi; hanın tahtı altun ve kıymetli taşlarla bezenmiş, ayakları gümüşten idi. Bayram ve yortu günlerinde yabancı elçiler merasimle kabul edilirdi; bu münasebetle hanın tahtı etrafında hatunu ve hanedan âzasına mensup büyükler bulunuyordu. Hanın birkaç karısı olurdu; fakat biri Ulu-Hatun, yani baş kadın sayılırdı. Ulu-Hatunların mevkileri gayet yüksek olup, devlet idaresine bilfiil iştirak ederler, hattâ, hanın muvaffakiyetiyle, kendi adlarından "yarlık" verdikleri olurdu. Ulu Hatun Osmanlı sultanlarının saraylarındaki Baş-kadın efendi ve Valide sultana çok benzemektedir; yalnız Valide Sultanın yetkileri daha geniştir.

Hanlar, yalnız Tatar büyüklerinin kızlarını değil, Bizans imparatorlarının ve Rus knezlerinin kızlarını da alıyorlardı; ezcümle Özbek Han'ın karısı Rum kayseri Andronik Paleologos'un kızı idi. Umumiyetle Altın Ordu Devleti'nde kadınların sosyal konumları yüksekti ve bu konuda eski Türk gelenenekleri devam ettiriliyordu. Doğu memleketlerinin kadınları ezici tesirleri henüz kökleşmemişti. Hanın hatunları ayrı saraylarda yaşıyorlar, göç ederken kendilerine mahsus çadırları bulunuyordu; hattâ kendilerinin mescit ve camileri, hoca ve imamları olduğu gibi umumî hayatta ayrı muhafız kıt'aları da vardı; Altın Ordu kadınları peçe taşımadıkları gibi, umumî hayatta görünürler, hattâ han hatunları âlimler ve şairler meclisine bile devam ederlerdi.

Kaynak: 1920'li yıllarda sosyal hayat nasıldı?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Kasım 2011       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bnce yanlış dusunuyosunn..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Kasım 2011       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1920'lerde ekonomik ve sosyal hayat nasıldı?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2011       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
siyah beyaz televizyonlar vardı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2012       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal hayat hakkında bildiğiniz şeyleri yazarmısınız Msn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2012       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eski İnsanların Yaşam Biçimi



İnsanın yaşayışı değiştikçe evi de değişiyordu. Evlerin tarihi yazılsaydı mağaradan başlamak gerekirdi. Do­ğa yapısı olan bu evi, insan hazır ola­rak bulmuştu. Doğa, kötü bir mimardır. Dağla­rı ve dağlardaki mağaraları yaparken bunlarla insanın yaşayacağını kesin­likle önemsememiştir. Bu nedenle in­sanlar barınacak mağara ararlarken kendilerine her bakımdan uygun ola­nına pek sık rastlamıyorlardı. Evin ya tabam çok alçaktı, ya duvarları çök­mek üzereydi; ya da kapısı alabildi­ğine dardı ve içeriye emekleye emekleye girmek zorundaydı. Evi, içinde yaşanabilecek duruma getirmek için bütün topluluk kolları sıvar, mağaranın tavanıyla duvarları­nı taş âletlerle hazır ve ağaç kazıklar­la da düzeltirdi. Anneler yavrula­rına özerde “yataklar” hazırlarlardı. Yerde bir çukur kazdır ve döşek ye­rine de ocaktan ılık kül koyarlardı. Mağaranın bir kösesinde ayı eti ve her türlü yiyecek için bir ambar ya­pılırdı.
Böylece insan, doğanın yaratmış olduğu mağaraya bir çeki düzen ve­riyor, kendi gücüyle bunu insan evine çeviriyordu.
İnsan; kaya diplerinde hazır çatunsı yerler bulduğunda altına duvar örüyor, hazır duvar bulunca da üze­rini çatıp ev yapıyordu.
Fransa’nın güneyindeki dağlarda ilk insanlardan kalma böyle bir ev bu­lunmuştur. Yerli halk bu eve “Şeytan Ocağı” gibi yadırgatın bir ad vermiş­tir. Çünkü, büyük tas parçalarından yapılmış bu inin ocağında yalnız şey­tan ısınabilir sanmışlardır. Atalarının tarihini daha iyi bilselerdi, “Şeytan Ocağr’nın şeytan tarafından değil, in­san eliyle yapılmış olduğunu an­larlardı. İlk avcılar bir zamanlar burada kayalık bir çatı altında ve dağdan kopmuş taş parçalarından meydana gelen iki duvar bulmuşlar. Bu hazır iki duvara, dikey iki duvar da insan­lar örmüş… Duvarların biri büyük taş levhalardan, öbürü de kazıklar ara­sına dallar örülüp üzeri hayvan derisiyle kaplanarak yapılmış…
Bu sonuncu duvarın böyle yapıl­dığını yalnızca var sayıyoruz, çünkü zamanla yıkılıp gitmiştir. Duvarlarla çevrili geniş bir çukur olan zeminliğin dibinde çakmaktaşı parçaları, kemik âletler ve boynuzlar da bulunmuştur. “Şeytan Ocağı” yarı ev, yarı ma­ğaradır. Artık buradan gerçek eve ge­çiş pek uzak değildir. Böylece, mağaralarla hazır kaya çatılan akında değil, açık havada ku­rutmuş ilk evler belirdi.

Benzer Konular

11 Şubat 2013 / Misafir Soru-Cevap
8 Şubat 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Nisan 2009 / üeüe Cevaplanmış
20 Mayıs 2011 / Misafir Soru-Cevap
29 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap