ATATÜRK’ÜN KİŞİLİĞİ
Mustafa Kemal, müzik dinlemeyi, kitap okumayı, dans etmeyi, ata binmeyi, uçuş seyretmeyi ve yüzmeyi çokRumeli türkülerine,oyunlarına, güreşe, ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan keyif alırdı. Sakarya adlı atına ve köpeği Fox’a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği’ne gider, modern tarıma geçiş yolunda yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.
Devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri Çankaya Köşkü’nde sık rastlanan bir durumdu.
Atatürk’ün çocuğu olmamıştı, savaş yıllarından başlayarak birçok çocuğun hamiliğini üstlenmiş, birçoğunu da evlat edinmişti. Atatürk’ün manevi evlatları, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Ülkü Adatepe, Nebile Hanım, Rukiye Erkin, Zehra Aylin, Sığırtmaç Mustafa, Abdurrahim Tuncak, İhsan’dır.
İzmir’e girerken Yunan komutanının Türk bayrağını çiğnemesine ithafen, İzmir’de Yunanları bozguna uğrattıktan sonra basması için önüne serilen Yunan bayrağını yerden alması bilinen bir olaydır.
ATATÜRK’ÜN TİYATRO İLE İLGİLİ ANILARI
Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sofya ataşemiliteri olarak görevlidir.
Davetli olduğu Carmen'in galasında, zaman zaman durgunlaşarak yapıtı izlemiş ve operanın bitiminde, perdenin en az yirmi kez açılıp kapanmasını, sahneye çiçekler taşınmasını, izleyicinin coşkun alkışlarını, artistlerin sevincini hayranlıkla gözlemlemiştir. Ancak, yüzündeki burukluğun ayırtına varan Varna Türk Milletvekili Şakir Zümre'ye eğilip şunları söylemekten de geri durmamıştır:
"Balkan Savaşı'nda yenik düşmemizin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. Ben Bulgarları çiftçi halk olarak biliyordum. Oysa adamların operaları bile var. Sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi var.. Hepsi de eğitimli. Şu opera binalarına bak!"
Kokteyl sonrası Mustafa Kemal ve Şakir Zümre Splendid Palas'a gidiyorlar. Yol boyunca hiç konuşmuyor Mustafa Kemal. Durgunluğu sürüyor.. Ve odalarına çekiliyorlar. Aradan birkaç dakika geçiyor geçmiyor Şakir Zümre odasının kapısında Mustafa Kemal'i görüyor.
"Uyku tutmadı, biraz konuşalım diye geldim" diyor Gazi heyecanlı bir görünümle.
"Ne kadar müthiş bir olaydı.." diye ekliyor. "Çok sesli müzik, çağın gereğidir. Bulgarlar bunu başarmış..Bizim ülkemizde de operaya kavuşacağımız günleri görebilecek miyiz acaba?"
* * *
Son devrin hat üstatlarından Macit Ayral'ın başından geçen olay da beni derinden etkiledi. Bu olayı Ocak l988'de yayımlanan Atatürk Kültür Merkezi Dergisi'nin l0 uncu sayısından aktaralım:
"Çanakkale Savaşları'nın sürdüğü günlerde Macit Ayral Çanakkale'de asker olarak bulunmaktadır. Savaş derince kazılmış çukurlarda sürerken Macit Ayral sıtmaya yakalanır.
Sıtma nöbetinin gelmediği zamanlarda güzel yazı örnekleri hazırlamakta ve bunları da moral olsun diye siperlerin duvarlarına asmaktadır üstat. Mustafa Kemal bir gün siperleri gezerken bu güzel yazı örneklerini görür ve "Bunları yazan kimdir?" diye sorar. Macit Ayral bir adım öne çıkarak "Ben." der.
Mustafa Kemal hemen yanındakilere dönerek aynen şöyle söyler:
"Bunların hepsi de sanat eseri. Ülkeler böyle sanatçıları kolay yetiştiremez. Böyle bir sanatçının burada ne işi var? Kendisini yarın terhis edip memleketine göndereceksiniz.
O eller silah değil kalem tutarsa daha yararlı olur ülkemiz için."
* * *
Mustafa Kemal'in Muhsin Ertuğrul'la ilgili olayı da yazılmaya değer. Özellikle bu günlerde, sanat kurumlarında yönetici konumunda olanların kulağına küpe olacak önemli bir dersi de içermektedir çünkü. Muhsin Ertuğrul, bugünkü adıyla İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Genel sanat yönetmenidir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Dolmabahçe'de kalmaktadır o günlerde.
Bir gece Gazi'nin oyun izlemeye geleceği duyurulur Muhsin Ertuğrul'a.
Herkes telaş içindedir. Çünkü oyunun başlama saati gelmiştir ancak Mustafa Kemal gecikmiştir.
Ne olacaktır şimdi?
Muhsin Ertuğrul tam saatinde başlatır oyunu .
Bir süre sonra Gazi gelir.
Yanındakiler korkarak oyunun başlatıldığını haber verirler Gazi'ye.
"Ya, öyle mi? Bitimde görüşürüz Muhsin Ertuğrul'la.." der ve locaya girip oyunu izler.
Oyunun bitiminde beğeniyle alkışlamaktadır aktörleri.
Muhsin Ertuğrul girer Gazi'nin yanına.
Gazi ayağa kalkar:
"Sizi kutlarım.." der. "İşinizle ilgili ciddiyetiniz, ülkenin gelişimini ciddiye aldığınızı da gösterir. Biz geç geldik. Oysa böyle bir kurum perdesini zamanında açmak zorundadır. Görevinizi yaptığınız için özellikle kutlarım sizi.."
Muhsin Ertuğrul'a böyle söylediği için kimse şaşırmamalı.
Çünkü daha ileriki yıllarda yanındaki yönetici takımını "Efendiler! Bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ancak sanatçı olamazsınız!" diye uyaracak kadar yanında olacaktır sanatçının ve sanatın.
ATATÜRK MİLLİ KÜLTÜR VE AHLAK
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.
* * *
Atatürk, güzel ahlaklı olduğu kadar aynı zamanda çok ince düşünceli bir insandı. Neşeli, nüktedan yapısı ve keskin zekası ile açıkları kapatır, kimsenin utanacağı bir duruma düşmesini istemezdi. Bir ülkenin Kralının katıldığı yemekli bir davette gelişen bir olay onun güzel ahlakını yine ön plana çıkarmıştı. Atatürk'ün bu olay esnasında gösterdiği ince davranışı şöyle anlatılmıştır: "Yemek sırasında garsonlardan biri, fazla heyecanlandığı için mi nedir, elindeki büyük porselen tabakla yere yuvarlandı. Sofradakiler utanç içinde önlerine baktıkları bir anda Atatürk sanki hiçbir şey olmamış gibi Kral'a doğru eğilerek : Bu millete herşeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim. diye hem meseleyi kapattı, hem de ortalığı neşeye boğdu. Garsona da 'vazifene devam et! Emrini verdi.
* * *
Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.
ATATÜRK’ÜN TÜRK DİLİNE VERDİĞİ ÖNEM
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'tür. Atatürk, Türk dili konusunda; "Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir." diyerek hem Türk diline verdiği önemi, duyduğu sevgiyi belirtmekle beraber, Türk dilinin büyüklüğünü ve Türk milleti için önemini ortaya koymuştur.
* * *
Atatürk, bir dil bilimci değildi. Ancak, dile sadece bir devlet adamı ya da siyasetçi gözüyle de bakmıyordu. O, dilin bir milleti meydana getiren unsurları bir arada tutan en önemli etken olduğunu biliyordu. 1931 yılında söylediği sözle bunu açıkça beyan etmişti. "Milletin çok açık niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, Türk toplumuna bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru değildir." Ayrıca Atatürk'ün, dil konusundaki hassasiyeti eski tarihlere dayanmaktaydı. 1916 yılında okuduğu şiir kitaplarına dil konusunda notlar düşmesi bunun açık delilidir.
* * *
2 Ağustos 1936 tarihinde üçüncü Dil Kurultayı'nı açtı. Yaptığı konuşmada: "Konuk dil bilginlerinin, Türk dil bilginleri ile birlikte çalışmalarından, dil bilimin şimdiye dek çözemediği bir çok güçlükleri aşacağına, bu çalışmaların bir çok gerçeklerin günışığına çıkmasını sağlayacağına güvenim tamdır" diyordu. Günlerce süren kurultayın en sağlam izleyicisi, Atatürk'tü.. Genel Kurul çalışmalarını izliyor, komisyonlardaki çalışmalara katılıyor, fikirlerini söylüyor. Hedefin yalnız Anadolu Türkleri'nin değil, bütün Türklerin ortak dilini yaratmak olduğunu durmadan tekrarlıyordu.
1936 yılının 19 Ekiminde Türk Dil Kurumu'na gitti ve uzmanlarla 6 saat süren bir çalışma yaptı. Bu, o kadar uzun ve sürekli çalışma idi ki, uzmanların takatı tükendi. Bunu görünce Atatürk: "Yorulduğunuz anlaşılıyor. Benim bazı işlerim olmasa, sizinle kalıp çalışmaları birlikte sürdürmek isterdim. Başka bir fırsatta, bu çalışmaları yine birlikte yaparız, demişti.