Arama

Ata sporlarımız nelerdir? - Sayfa 2

En İyi Cevap Var Güncelleme: 8 Aralık 2013 Gösterim: 143.175 Cevap: 60
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Şubat 2009       Mesaj #11
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Güreş

Sponsorlu Bağlantılar
Türklerde en eski spor türlerinden biride Güreştir.Güreş,zorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuştur.Dindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştır.Türkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdir.Doğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkler,yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardır.Güreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidir.Böylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur.

İlk çağlarda güreş, elbette bir tür boğuşmadır. Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir. Manas Destanı'nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır.

Kaşgarlı XI. Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır. Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985). Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır.

Aynı dönemlere (XI. Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979).

Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME.’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993).

Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS., 1992) dedikleri görülmektedir. Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS., 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor. Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir. Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur.

“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987). “Eş” ise eski ve yeni Türkçe’de ”arkadaş” anlamına gelmektedir. “Kür-eş-mek” ME:’de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989). Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar. “Türkler de 7. ve 8. Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir.

Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir. Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ. Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur. Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993).
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir. Hanname, Can Çiyan Teskeresi’nde Türkistan’ın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir. Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986).
M.Ö. Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir. 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)’un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümü’nün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996).

İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır. Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ). Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır. Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX. Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989).

Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır. Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türk’lerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988).

Pehlivan
Bu sözcüğün aslı Farsça olup “Pehlevan”dır. Pehlivan “güreşçi, yiğit ve bahadır” anlamına gelmektedir (Develioğlu, 1993). “Pehlevan - ane” (Pehlivanlıkla = pehlivancasına = yiğitlikle = yiğitçesine) “Pehlivani” (pehlivanlık = güreşme = yiğitlik) ile ifade edilmektedir (Develioğlu, 1993).

XI (11). Asrın sonlarına kadar Türk dilinde olmayan pehlivan sözcüğü, İranlılarla savaş ve barış anındaki münasebetlerle Türklere geçmiştir. Önceleri sadece sıfat olarak kullanılan bu sözcük, sonradan özel isim olarak da kullanıldığı olmuştur (Kahraman, 1989).
Aslında mitolojiden genellikle uzak, sosyal yapı ve yaşayışı yansıtan Türk destanlarındaki “Alp” tipi, İran destanlarında “Pehlevan” olarak geçmektedir. Diğer yabancı destanlarda olduğu gibi İran destanlarının da mitolojik yönü çok ağır basmaktadır. Buna rağmen “Şahname”’de Turanlılardan (Türklerden) Peşeng, Efransiyab ve Ercasb hem hükümdar hem de pehlivan olarak sıkça geçer. Yine Şahname’de adı İranlıların efsane güreşçisi Rüstem’inki kadar çok geçen Turanlı (Türk) güreşçi Efransiyab; güçlü-kuvvetli ve kolay yenilmeyen bir yiğittir. İranlılara göre düşman pehlivanlarının en ünlüsü Efransiyab’tır. Diğer düşman saydıkları Arap, Rum vb... kavimlerin pehlivanları, İranlılara göre çok kolay yenilenleridir ve bunları fazlaca ciddiye almazlar (Demirel, 1995).

Türk destanlarında ve gerçek hayatta eskiden ve günümüz Orta Asya Türk toplumlarında güreşte galip gelene “Baatır” (Bahtiyar - Kahraman) denir ve o gözle bakılırdı (Savalayev - Bukayev ve Membetkaliyev, 1995). Türk destanlarında pehlivan sözcüğü “alp” sıfatıyla geçmemektedir. Fakat, savaşlarda güreş (küreş) geçmektedir. Örneğin, iki düşman ordusu karşılaştığı zaman çoğunlukla iki tarafın alp’i veya savaşçısı güreşir, kim yenerse zafer o tarafın sayılır. Manas’ta Türk güreşçici Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşip yenmesi gibi (Demirel, 1995; Saralayev-Bukayev ve Membetkaliyev, 1995).
XII. Asırdan itibaren özellikle Selçuklularda pehlivan hem isim hem de sıfat olarak geçmeye başlar. Bunda önemli sebep de Tuğrul beyin resmi dil olarak Farsça’yı kabullenmesi de gösterilebilir. Selçuklu emiri Şemsettin İldeniz’in oğlunun adı “Nusret üd din Muhammed Pehlivan” idi (Kahraman, 1989). Konya Selçukluları döneminde şimdiki Niğde ilinin adı “Dar ül Pehlivaniye” olarak geçmektedir (Taneri, 1977).
Daha sonraları Şecere-i Terakime/Türk’lerin Soy Kütüğü (Ebülgazi Bahadır Han, 1663/1972) ve diğer eserlerde pehlivan adı ve sıfatının geçtiği görülebilmektedir (BRSMSTS, 1988; Ciley, 1986; Liu, 1987).

Bilindiği gibi bugün Türkiye’de pehlivan sözcüğü güreşçi manasına gelmektedir. Hatta güreşçiler arasında “sen güreşçi olabilirsin ama pehlivan olamazsın” esprisi yaygındır. Bunu demekle pehlivanlığın çok iyi bir güreşçilik gerektirdiği ya da daha iyi meziyetlere sahip olunduğu vurgulanmaktadır.

Bugün Azeriler’in “pahlavan”, Kazaklar’ın “baluvan” Kırgızlar’ın “balban”, Uygurlar’ın “palvan” (KTLS, 1992) dedikleri ve güreşçiyi, hatta iyi güreşçiyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Aynı terimi güreşçi için kullandıkları gibi güreş içinde kullanmaktadırlar (Balgambayev, 1985; Bahtiyavov, 1993; Kılıçov, 1995).

Orta Asya Türk halklarının ata sözleri ve deyimlerinde pehlivan sözcüğü sık sık geçmektedir. Örneğin, Kazaklar “palwağa on tersi birdey” (Pehlivana ters-doğru birdir); “Balwandıgtı al al biledi, mırzalıgtı mal biledi” (Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır) vb artırılabilir (İsmail ve Gümüş, 1995). Trükmenler de buna benzer sözler sarfederler. “Gaharını yuwdan-, palwan” (Kahrını gizleyen pehlivandır) vb. söylemektedirler (Kürenov ve Gümüş)

Güreşte de fütüvvetin remizleri görülmektedir. Şed, üç kez bağlanır. Kispete de üç düğüm atılır. Birinci düğüm; Ahde vefa kılmak Allah için, ikinci düğüm; Bey’ate vefa kılmak Hz. Muhammed için, üçüncü düğüm;Vasiyeti şereftir(buna Mühr-i şed denir) Hz.Ali için Kispetin kemerin içerisinden geçen ipi, düğüm atıldıktan sonra sağa uzatılırsa; Hz.Hasan’a; sola uzatılırsa; Hz. Hüseyin’e işarettir. İpin sol ucu diğerine nazaran biraz uzunca bırakılır. Bu Hüseyin evladının galipliğine işarettir. Bazılarınca sağ üstada, sol yol ataya işarettir. Şed’in uçları da aynı şekilde uzatılır..
Paça bent üç kat sarılır: Bu şeriat, tarikat ve hakikate işarettir: Şeriatte üstüvar ol, tarikatte paydar ol, hakikatden haberdar ol. Ayağa sarılan bu paça-bent/pâ-bend, şed’din mukabilidir. Şed’din yedi adı vardır. Bunlardan birisi de Miyân-bend’dir. Paça bent’in bağlanmasının manası; vefa ve teslîmdir. Paça’ların da bağlanmasıyla harama karşı bir sed çekilmiş olur. Cebrail (s.s.) Nuh Peygamber’in ayağını ve Ibrahim Peygamber de İsmail Peygamber’in ayağını bağlamışlardı.

Güreşlerin giriş ve çıkışları arasındaki merasimlerde dinî ritüelleri görmek mümkündür. Yağlı güreşte göbek-diz altı arası kispetle örtülüdür. Kispet bu yasak bölgeyi örterek haramı önler. Kispet edebin sembolü olan bir işlevi de yerine getirmektedir.Kispet sağ yana alınarak, sağ tarafta taşınır.

Pehlivanlar kullandıkları kispet, paça-bent ve edavata, zembile, güreştikleri çayıra ayrı ayrı hürmet gösterirler. Kispeti taşıdıkları zembilin üzerine kimseyi oturtmazlar. Unvanını kazandığı kıyafete saygı gösterirler. Kispetiyle birçok meydanda şeref kazanmıştır. Bu bağlamda kispetinin de şerefini korur ve zedelenmesine müsaade etmez. Pehlivanlıkta, kispet te en az pehlivan kadar önemlidir. Onunla vücudunun uyum sağlaması gerekir. Güreşi bıraktıkları zaman bile bu saygılarını devam ettirirler. Kispetlerini evlerinde misafir odalarının duvarına asarak muhafaza ederler.

Kispetin siyah renkli yapılmasının da bir anlamı vardır. Kispetin siyah olmasının nedeni; Fütüvvet-nâmelerde Yaratılış Efsanelerinde yer verildiği gibi, gökten inen elbiseler anlatılırken; “Adem oğlanınca beş dürlü ton endi: Evvel Adem’e ak endi. Mûsa’ya saru endi. Isâ’ya gök endi. Nûh’a yeşil endi. Ali’ye sihay endi.” denmektedir. Hz. Muhammed , Hz. Ali’ye şed kuşatır ve icazet verir. Hz. Ali’de, Hz. Muhammed’den aldığı icazetle bu mahalde on yedi kişinin/kemer-bestenin belini kuşatıp icazet verir. Bunlar da sehabelerden diğerlerinin bellerini kuşatır(89).

Güreşçiler abdestsiz güreşe çıkmazlar, pirlerini anmadıkça vazifelerini bitirmiş saymazlar. Kispeti iki rekat namaz kıldıktan sonra, yere diz çöküp şu duayı okuyarak: “Ya kâyimen alâ nefsin bimâ kesebet râhiynetûn” giyerler. Kıbleye doğru kispetinin ön kasnağını öperek başına korlar. Önce sağ ayağını, sonra da sol ayağını geçirerek giyer. Kispeti çıkarırken de önce sol ayağını, sonra da sağ ayağını çıkararak kispetinin kasnağını öperler. Kispet giyilirken ve çıkarılırken uzuvlar gösterilmez. Ustasını yense dahi elini öpme, usta çırak ilişkilerinin saygı kurallarındandır. Kendini üstün görme yoktur. Bu törenler daha güreşe yeni başlarken bütün pehlivanlar tarafından öğrenilirdi.

Bir pehlivanın, güreşe başlamadan önce meydana girdiği zaman, sağ eli ile üç defa toprağı öpmesi farzdır. Teyemmüm gibi bu ritüeli yaparlar. Pir’inin ayağını öpmüş gibi vazifeyi yerine getirir. Aynı işlemi güreşten çıkarken de yapar.

Pehlivanlar güreşe başlamadan önce el tutuşurlar. Rakibin kispetinin ön kasnağının üstüne değecek şekilde sağ eli ile rakibinin sağ elini tutar. Diğer sol elini de rakibinin sol eli ile tutmak suretiyle kispet sıvanır. Cazgır isimlerini okuduktan sonra pehlivanlar hürmet ifadesi olarak önce sağ ayağını ileri atar ve başını eğerek önce sağ eliyle sağ tarafını, sonra sol tarafındaki seyircileri selamlar. Seyirciyi selamladıktan sonra arkasını dönmeden geri geri gelir ve tekrar rakibi ile el tutuşur.

Pehlivanlar peşrev yaparken topluca kıbleye, pirlerinin kabrine doğru önce sağ ayaklarını ileri atarak giderler ve bir mesafeden sonra dururlar. Sonra tekrar geri geri üç adım gelerek dururlar. Sol dizi çökerek sağ dizi dik tutarak temenna ederler. Birinci adımı Allah adına, ikinci adımı Cebrail adına ve üçüncü adımı da Hz.Muhammed adına atarlar.

Peşrev bittikten sonra, alanda dolaşmaya başlayan güreşçilerden birisi elini kispetine vurarak hasmına işaret verir. Bu sesi duyan diğer güreşçi ona doğru gelir ve karşılaştıklarında el sıkışırlar. Sonra ters yönde yürümeye başlayınca ellerini ağızlarına ve alnına götürerek selâm verirler. Kısa bir süre dolandıktan sonra, yine kispetlerine ellerini vurarak yürüyüp karşılaşınca iç tarafta kalan sağ ayaklarını yan yana getirip paçalarının şirazelerini sağ elleri ile yoklar . Bu bir nevi ahilikte şeddin sıvanmasıdır. Şiraze yoklamasından sonra çiftler ayrılarak, diğer yapılması gereken hareketleri yaparak güreşe başlarlar .

Eski pehlivanlar normal yaşantıdaki kıyafetlerinde bellerine yünden yapılmış bir kuşak/şed bağlarlardı. Bunlara ait bir çok fotoğraf mevcuttur

KIRKPINAR GÜREŞLERİNİN TARİHÇESİ
Güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan ve yaşlı güreşçilerle gelenekselliğini sürdüren bir spor türüdür.

Kırkpınar güreşleri ile de bu geleneksellik devam etmekle ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Edirne 'nin 1361 yılında fethinden önce, Anadolu 'da bulunan Osmanlılar, Orhan Gazi devrinde oğlu Süleyman Paşa Komutasında 1356-1357 yıllarında Rumeli 'ye geçerler. Burada yaptıkları akınlar sırasında savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde zamanlarını aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi. Bir keresinde güreşe tutulan 40 yiğit içinden ikisi tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verirler. Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne 'ye doğru akınlarına devam ederler. Edirne 'nin fethinden sonra Ahırköy Çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görmüşler, bu nedenle de "Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar demişlerdir.

I.Murat Edirne 'nin alınmasından sonra, Edirne 'de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.
Kırkpınar Edirne 'yi Ortaköy 'e bağlayan 35 km.lik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan 'a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır. Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa 'nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio 'lu (Totio 'lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu 'nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir. Bu Yiğitleri anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne 'nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır.

YAĞLI GÜREŞ KAİDELERİ

Kırkpınar güreşleri tarihi taşıyan ne önemli bir spor dalı ve yarışmasıdır.
Şu bir gerçektir ki, yağlı güreşlerin yapıldığı ilk yıllarda bir süre söz konusu değildi ve kıran kırana güreşler saatlerce sürerdi.
Bu günkü güreşlerde, ufak tefek ayrılıklar görülürse de eskisinden pek farkı bulunmamaktadır.Ve eskisinin yaşatılmasına itina gösterilmektedir.
Kırkpınar güreşlerine gün geçtikçe artan ilgi nedeniyle katılan güreşçi sayısının artması karşısında bazı kaidelerin değiştirilmesi ve süre kısıtlaması konulması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Güreş yarışmaları Baş, Başaltı, Büyük-Orta,Küçük-Orta, Deste(Ayak)ve teşvik boyu kategori üzerinden yapılmakta olup,bunlar ayrıca pehlivan sayısının çokluğuna göre de Boy’lara ayrılmaktadır.Baş, Başaltı, Büyük Orta, Küçük Orta-Büyük Boy,Küçük Orta-Küçük Boy,Deste Büyük Boy,Deste Orta Boy, Deste Küçük Boy ve Tozkoparan gibi.
15 Mayıs 1991 yılında yayınlanan ‘Yağlı Güreş Yönetmeliği’ uyarınca güreşçiler kur’a ile eşleşirler.Teşvik Boyundan Büyük Orta Boyuna kadar olan (Büyük Orta Hariç) sıkletteki güreşçilerin yarışma süreleri yarım saat, Büyük Orta, Başaltı ve baş Boyu güreşlerinde ise bir saat olarak sınıflandırılmış olup bu süre sonunda yenişemeyenlere,meydan baş hakemi 10 dakika puan güreşi yaptırır, kule hakemleri sonucun belirlenmesine yardımcı olurlar.
Bir saatlik güreş sırasında pasif ve faullü güreşi nedeniyle üç ihtar alan güreşçi yenik ilan edilir. Üç ihtardan daha az ihtarlar, puan güreşinde dikkate alınır.
Yağlanan pehlivanlar tek sıralı saha kenarına yakın olarak dizilir, rakipleri ile el ele tutuşurlar, güreş duasını dinlerler ve peşreve başlarlar.

YAĞLI GÜREŞLERDE OYUNLAR
Evliya çelebi seyahatnamesinde de anlatıldığı gibi keseme, şirasi, kesebend, ters çekme, piş kabzu, yanbaşa, serkelle, cezayir sarması, boğma, karakuş gibi eski güreş oyunlarının yanında künde atmak, ters sarma, ters şak, ters kepçe, paça kasnaktan savurma, sarma, dış kazıkta gerdane, elense, tırpan, çift çaprazda, burun kakması, boyunduruk, karşılıklı paça kasnak, gibi yaklaşık 33 güreş oyunu vardır.

YAĞLI GÜREŞ ARALIĞI
Şimdilerde Ağa seçiminde geleneksel kurallar işlememektedir.Artık para söz konusu olmuştur. Önceleri ise; yörede sözü geçen saygınlığı olan, hali vakti yerinde olan kişiler belirleni, seçilen adaylar iyi niyete ve karşılıklı anlayışa dayalı olarak aralarında bir kişiyi seçerler.Güreşlerin bitim günü bir kuzu arttırma ile satışa çıkarılır adaylar kısa bir attırma yaparlar ve kuzu daha önce belirlenen aday önüne bırakılır ve Ağa seçilmiş olur.

GÜREŞLERİN BAŞLAMASI
Kırkpınar güreşlerine ayrılan bir haftalık sürede ilk dört günde çeşitli Eğlenceler, Konserler, Halk Oyunları gösterileri düzenlenmekte,bu arada güreşlere katılacak güreşçilerin kayıtları yapılarak, güreşlerin başlangıcı olan haftanın son üç gününe hazırlık yapılmaktadır.Eskiden güreşlerin ilk günlerinde at koşuları, merkep ve çuval yarışmaları yapılmaktaydı.
Davetliler güreşlere, eski bir geleneğe uyularak kırmızı dipli mumla davet edilirler.(önceleri kırmızı dipli balmumu)Sahaya çeşitli eğlence yerleri ile birlikte satıcılar için dükkanlar ve teşhir yerleri yapılır.Kırkpınar Ağasının eskiden padişahların av sahasına Tavuk Ormanında vereceği yemeğin hazırlıkları da sürdürülürdü.
Güreşlerin başlangıcının ilk günü olan Cuma günü, tüm güreşçiler pehlivanlar mezarlığını ziyaret ettikten sonra, Selimiye Camiinde okutulan Mevlütten sonra Sarayiçi’ne gidilerek küçük boylardan itibaren cazgırın duası ile güreşleri başlatırlar.
Ünlü cazgırlar arasında,Edirne Ayşekadın Camii imamı Sadık Hoca (Atılgan), Şirin Mustafa sayılabilir.

Kaynak:
Türk spor Tarihi Doğan yıldız
Edirne belediyesi web sitesi
Güreş federasyonu web sitesi
Sn.Osman Gürsesoğlu nun internette bulunan araştırma notları
Dr. Musammet Başaran Serbest ve Grekoromen Güreş
Yrd.Doç.Dr. Mehmet Türkmen

Aba Güreşi

Türk Milleti tarihin her döneminde kendine has gelenek ve görenekleriyle birer kültür merkezi oluşturmuştur.Oluşturulan bu kültürlerin başında Spor ve Güreş kültürü gelmektedir.Güreşin içerisinde ise Türklere özgü bölgelere göre farklılık gösteren "YAĞLI-KARAKUCAK-KISA ŞALVAR GÜREŞİ-ABA ve SİNSİN GÜREŞLERİ vardır.
Toplumları anlamak ve değerlendirmek için önce onların değerlerini , örflerini, Gelenek görenek ve toplumsal değerlerini tanımak gerekir.Bütün toplumların kendine has kültürleri vardır.Bu kültürel değerler ülkelerin gücü ve propagandasını yapabildiği ölçüde evrensel bir niteliğe kavuşmuşlardır.
Bu gün unutulmaya yüz tutan Güreş türlerimizden biriside Aba Güreşleridir.Aba güreşi : Güreşçilerin sırtlarına ABA giyerek , bellerine kuşak bağlayarak yaptıkları güreştir.Günümüzde Hatay ve Gaziantep yörelerinde yapılır.Ancak her iki yörenin de Aba güreşi arasında uygulanış bakımından farklılıklar vardır.t
Önceleri büyük şenliklerle yapılan güreş artık maalesef unutulmaya yüz tutmuş olup ancak yılda bir iki defa yapılmaktadır.Özellikle köylerde yapılan güreşlerde Düğün sahibi çevre köylere haber salarak "OKUNTU YOLLAYARAK" güreşçileri düğün güreşine davet ederdi.
Çevre köylerden gelen güreşçiler köyde düğün süresince misafir edilirdi.Güreş köy meydanında yapılırdı.Bazen bir hafta sürdüğü olurdu.Köylüler meydanın etrafına halka kurarak güreşi izlerlerdi.Bu güreşin diğer güreşlerden en önemli farkı yenen ve yenilen güreşçi hakkında lehte veya aleyhte tezahürat yapılmamasıdır.Eğer herhangi birisi için bir tezahürat yapıldığında köylüler tarafından bu durum yadırganır ve çok ayıplanırdı.Aba güreşlerinde genel manada tezahürat yapılmaz tavrı yıllardan bu yana yerleşik gelen bir adettir.



ABA :

Günlük yaşamda kullanılan çoğunlukla yünden dokunmuş sağlam , kaba ve kalın bir giysidir.Yakasız olup ,uzun kısa boz işlemeli , kırmızı sırmalı Aba gibi bir çok çeşitleri vardır

KÖYNEK :

İçten giyilen uzunca gömlektir.Açık renkli basit keten bezinden yapılmıştır.Uzun ve kısa kollu olabilir.Güreş esnasında kolun serbestçe hareket edebilmesi , kolun hareketini engellememesi iiçin omuzdan koltuk altına kadar yırtılmaktadır.Uzun olan köynekler genellikle dize kadar inmektedir.Bolca ve yakasızdır.Düğme kullanılmayan köynek baştan giyilip baştan çıkarılır.normal günlerde gömlek donun üzerinden giyilmektedir.

DAVUL VE ZURNA :

Bir çok şenliklerde , düğünlerde çeşitli mevsim eğlencelerinde , bayramlarda , törenlerde ve kaynaşmalarda Müzik olarak özellikle davul zurnanın etkinliğin görmekteyiz.Davul zurna bu güreşin vazgeçilmez unsurlarıdır.Güreş esnasında çalınan ezgilere ve kendine has usluba HARBİLEME denir.Harbileme harbten gelip cenk havası , harb havası anlamına gelir.Yiğitçe, mertçe Güreşe davettir.Olağanüstü durumlarda ritim ve vuruşlar artar ve bazende azalır.

ABA GÜREŞİNDE ÇUKUR


Aba güreşinin yapıldığı alana çukur adı verilir.Köy meydanı, harman yeri, çimenlik bir alan , yumuşak topraklı bir alan çukur için arzu edilen uygun olan bir yerdir.Çukurlar genellikle düğünün durumuna göre tesbit edilir.Güreşe ilgi ve kalabalık çok olur ise geniş alanlar çukur olarak belirlenir.Aba güreşleri genellikle düğünlerin yoğun olduğu Sonbahar da organize edilir.Özellikle köylüler harmanlarını kaldırdığı hasatlarını bitirdiği zaman ve gelirlerini elde ettikleri ay olan sonbahar ayında düğün merasimlerini yaparlar.Eğer çukur çamur olursa saman serpilmektedir.Ayrıca çukur bölgesi taş çakıl ve insan bedenine zarar verecek şeylerden tertemiz temizlenir ve tam güreş yapacak evsafa getirilir.
DOLANMA
Güreşin yapıldığı çukurda gezinmeye dolanma adı verilir.Taraftarlar tarafından çukura salınan güreşçi kendine rakip bulabilmek için dolanır.Bu dolanma karakucak ve yağlı güreşteki dolanmaya benzemez.Rakip taraf çukurda gezinen güreşçiye denk bir güreşçi bulduğu zaman hemen soyunup çukura çıkar.Dolanan güreşçi çukurda gezinen güreşçiyi kendine denk bulursa hemen güreş başlar.Eğer dolanan güreşçi rakibi kendine eş görmez ise güreş başlamadan çukurdan çıkar ve giyinir.Fakat genellikle korkmuş havası vermemek için ilk evvela rakibi kabul edip ondan sonra giyinir.Dolanan güreşçi kendine güvenen gururlu cesur güreşcidir.Bu sebeple kendinden daha ağır rakiplerle mücadele etmekten çekinmez.Aba güreşinde özellikle bilhassa düğün güreşinde güreşçileri kilolara göre eşleştirerek güreştirmek pek görülmez. İsteyen isteyenle güreşir.Bur tür güreşlerde rakibe itiraz genellikle güreşçinin taraftarları tarafından yapılmaktadır.Rakip uygun görürse güreş başlar rakip uygun görmez ise yukarıdada belirtmiş olduğumuz gibi güreş başlamaz.

TOP (ödül)
Diğer güreşlerde Yol (Yolluk) adını alan ödül aba güreşinde "TOP" adını alır.Güreşte düğün sahibi tarafından ortaya konan ödüldür.Bu ödül düğün sahibi tarafından çukura getirilen beş metrelik bez, halı , koç vb gibi olabilir.Topun maddi değeri pek fazla yoktur.Manevi değeri vardır.Diğer güreşlerdeki gibi para toplama işi aba güreşinde kesinlikle yoktur.Bu töre yıllardan beri süregelmektedir.Top şampiyon için en büyük zenginlik büyük bir zenginlik ve gururdur.Ancak son zamanlardaki büyük organizasyonlarda ise altın ve para ödülleri verilmeye başlanmıştır.

OKUNTU
Yöredeki köylüleri ve misafirleri güreşe davet, cağrının adıdır.Şimdiki modern anlamda davetiye denen çağrı pusulasına halen anadolunun bir çok yerinde okuntu denmektedir.Okuntuyu düğün sahibi listeler halinde tanzim ederek gönderir.
EŞLEŞTİRMELER
Gaziantep'te yapılan tüm Aba güreşlerinde Pekmezciler, Fıstıkçılar, Dereköylüler diye üç gruba ayrılır.Bağcılıkla uğraşanlara pekmezci ,Fıstıkçılıkla uğraşanlara ise Fıstıkçı adı verilmiştir.Böylelikle kimin fıstıkçı kimin pekmezci olduğu anlaşılır.Bir fıstıkçı ile pekmezci eşleştirilir.Ayrıca burada güreşçilerin beslenme tipinide burada görebiliriz.
HAKEM SEÇİMİ
Hakem seçiminde de fıstıkçılar ve pekmezciler göz önünde bulundurulur.
Önceden Aba güreşi yapmış her iki tarafında saygı duyduğu yaşlı kimselerden bir heyet oluşturulur.Bu heyet seçilirken kişinin sosyal ve dini yaşantısı dikkate alınır.Yalan söylemeyen,doğru,dinine bağlı kişiler heyete kabul edilir.Heyet her iki tarafında kabul edeceği,Eski Aba ustalarını hakem
olarak tayin eder.
ABA GÜREŞİNİN BAŞLAMASI
Güreş yazı tura ile başlar,genellikle iki kez yapılır.Beraberlik durumlarında üç kez yapılır.Güreşe başlamadan önce aba giyilir.Üstünden kuşak bağlanır.Güreşçilerden birisi rakibin kuşağını sağ eli rakibin omzunun üzerinden yakalar.Kuşak sırasıyla önce bir güreşçi sonra diğer güreşçi tarafından sırasıyla tutulur.Kuşaktan tutmaya, aşırma yada el atma denir.Bu pozisyon dezavantaj olduğu için yazı turayı bilemeyen önce aşırır.Güreş esnasında kuşak bırakılırsa güreşçi yenik sayılır.Yenik düşme göbeğin gün görmesidir.Göbeğin güneşe karşı gelmesi sırtın yere gelmesidir.Yerde pek güneş olmaz.
Oyunlar genellikle ayaktan yere düşürmeyle sonuçlanır.İki defa yenen güreşçi çukurdan galip ayrılır.
Berabere kalmaya "Toy gelme" denir.Çukurda dolanan güreşçi yenilinceye kadar çukurdan çıkmayabilir.Rakibi yenen güreşçi alkışlanmaz,yenende yenilende erdemlidir.
TEMEL TEKNİKLER

YAN BAĞDA:El atan (Aşıran)Güreşçi tarafından rakibin yan tarafından,sağ bacağa yapılan ayak
hareketidir.Yan bağda en etkili tekniklerden biridir.

BOŞA KALDIRMA : En önemli tekniklerden biridir.Aşırılan güreşçinin rakibin bağdalarını etkisiz kılarak iki bacağı arasından yoklayıp göğüs hizasına kadar kaldırıp yere vurduğu oyundur

İÇ BAĞDA : Aşıran (el atan) güreşçinin , sağ bacağı ile rakibin sol bacağına yapılan hamlenin adıdır.

SONUÇ OLARAK . Kültürel varlığın vazgeçilmez bir parçası olarak bilinen Aba Güreşimizde gün geçtikçe önemini maselef kaybetmektedir.Nedeni medyanın ve yazılı basının her şeyi futbola endekslemesi bunun en tipik örneğidir.Japonların sumosu gibi temennimiz bu güzelim güreşimizin Ata ecdad yadigarı olarak nesiller boyu sürdürülmesi yaşatılması ve dünyaya tanıtılmasının sağlanmasıdır.

KAYNAKÇA .
Geleneksel spor dalları federasyonu…
Enver KESKİN "ABA GÜREŞLERİ" 1978 Ankara
***Selli Hasan (Canlı Kaynak eski Aba ustası)
***Osman Mehmet (Canlı kaynak eski aba ustası
***Kekeç halil 'Canlı kaynak eski aba ustası. Gaziantep - Nizip-Kilis-Oğuzeli


Kısa Şalvar Güreşimiz

Genellikle Kahraman Maraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedir.Şalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdür.Kısa şalvar adından da anlaşılacağı gibi keçi yününden yapılır.Şalvarın ağız kısmına kösele deri dikilir.Bağı ise kalın örme ipten yapılır.Kısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilir.Kahraman Maraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanılagelmiştir.Yapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş'ın Bertiz , Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır.

ŞALVAR GÜREŞİNDE TEKNİK UYGULAMA

1-Kısa şalvar güreşinde tüm teknikler ayakta yapılır
2-Rakip alta düştüğü anda bir tek hamle şansı verilir.Bu hamlede sonuç olmaz ise genelde ayağa kaldırılır.
3-Dengenin son derece önemli olduğu güreş sporunda Ayakta muazzam bir denge unsuru oluşturan kısa şalvar güreşleri ata sporumuza bir çok şampiyonunun kazandırılmasında bir hayli büyük yararları olmuştur

KAHRAMANMARAŞ'TA YAPILAN KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE UYGULANAN TEKNİKLER

1-YANBAŞI
2-İÇ ÇANGAL
3-DIŞ ÇANGAL
4-BAĞDA
5-TIRPAN
6-DOMUZ TOPU
7-DÖŞ ÇANGALI
8-ALDANGAÇ
9-KÜNDE (ŞARK VE BEL KÜNDESİ)
10-DİLKİDEN ATMA
11-YAN BAĞDA
12-DİLKİ ÇANĞALI
Yöresel şive ile adlandırılan bu teknikler hala daha yapılagelmektedir.Bilhassa Ayakta yapılan güreşlerde çangal fonksiyonunun ne kadar sonuca gidici bir hadise olduğu bilinmektedir.Türk güreş tarihinde Çangalın yaygınlaşmasında Bilhassa Bekir Büke ismi ön plana çıkmaktadır.Türk güreşinde
Maraş çangalı diye bilinen çangalın mücitlerindendir.İzlemiş olduğumuz bir çok güreşlerde bir güreşçi çangal attığı zaman "AHADA MARAŞ" DİYE ESPRÜTEL bir şekilde güreşimize yerleşmesine sebebiyet vermiştir.

KISA ŞALVAR GÜREŞİNİN YAPILDIĞI ZEMİN

1-YUMUŞAK ELENMİŞ KUM ZEMİN
2-ÇELTİK KABUĞU YERE SERİLEREK ÜZERİNDE YAPILIR
3-ÇİM ZEMİN
4-KAR ÜSTÜNDE
5-Genelde açık alanda yapılan bu önemli güreşlerimiz için 1970-2001 dönemini hatırlamaktayım.Genelde Kahraman Maraş Merkez -İlçelerden
Afşin-Elbistan-Türkoğlu-Pazarcık-Göksun-Andırın-Çağlayancediü
Kasabalardan İse :Çardak-Arıtaş Altın elma ve ismini sayamadığımız birçok köyünde yıllarca kısa şalvar güreşleri yapılagelmiştir.Kısa şalvar güreşinden uzun pırpıt güreşine geçiş intibakı bir hayli zor olmuştur.Halk yüksek risk içeren teknikleri ve bilhassa güreşte heyecanlı sahneleri sevdiğinden karakucak güreşlerine geçilip rakip alta düştüğü zaman çok tepki göstermişlerdir.Seyirciler hep bir ağızdan kaldır diyerek hakeme tepki göstermişlerdir.Fakat zamanla bu güzel anane kaybolmaya yüz tutmuş ve şimdilerde ise sadece K.Maraş merkez Bertiz ve baydemirli dışında hiç bir yerde malesef yapılmamaktadır.Tarihi miras olan ve güreşimizin alt yapısına büyük fayda sağlayan böylesine önemli bu güreşlerin yaşatılması için mutlaka yetkililerin çaba sarfetmeleri teşvik unsurları ortaya koymaları ve en azından ananenin kaybolmaması için girişimlerde bulunmaları şarttır.

Kaynak:
Geleneksel spor dalları federasyonu.

Kuraş

Özbek halkının geleneksel güreş türleri 3500 yıl öncesine dayanan dönemi kapsamaktadır. “Kuraş” sözcüğü Özbekçe’den tercüme edildiğinde “Güreş” anlamına gelmektedir. Kuraş ile mücadele ve toplumsal spor olarak çoğu eski doğu literatür kaynaklarında karşılaşmak mümkündür. Bin yıl önce ortaya çıkan “Alpomış” Destanında bile “Kuraş” en sevilen ve saygıyla karşılanan, ayrıca söz konusu dönemlerde Özbekistan’ın tarihi topraklarında yaygın olan bir spor türü olarak ifade edilmektedir.
Çoğu eski ve orta çağ filozof ve tarihçileri kendi el yazmaları ve kitaplarında “Kuraş”dan bahsetmektedir. Doğunun büyük alimi ve fikir adamı İbni Sina, “Kuraş”ın vücudu ve ruhu desteklemenin en iyi yöntemlerinden biri olduğunu yazmıştır. Ancak Kuraş’ın ilk olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili net bir bilgi şu ana kadar yoktur. Buna rağmen, Kuraş’ın en eski güreş türlerinden olduğunu birçok uzman desteklemektedir.
Milattan sonra IX. yüzyılda Kuraş’ın yeni gelişme aşaması başladı. O dönemlerde günümüzün Özbekistan Bölgesine yerleşen insanlar tarafından bayram ve düğün gibi büyük toplumsal olaylar düzenlendiğinde eğlence türü olarak Kuraş kullanılmıştır. Sonradan Kuraş normal eğlenceden bağımsız bir spor türü ve fiziksel hazırlık yöntemlerinden birine dönüşmüştür.
XII. yüzyılda yaşamış Pehlivan Mahmud gibi büyük güçlü güreşçilerin isimleri halk içinde efsaneye dönüşmüştür. Günümüze kadar Hivada yerleşen mezarı kutsal yer olarak kabul edilmekte ve çoğu ibadet edenleri kendisine çekmektedir. XIV. yüzyılda tüm insan tarihinde tanınmış başkomutan ve devlet erbabı Amir Temur, kendi askerlerini fiziksel yeteneklerini geliştirmeleri için “Kuraş”ı kullanmıştır. Bilindiği gibi, Amir Temur’un ordusu o dönemin yenilmez ve dünyanın en güçlü ordusu olmuştur.
Yıllar geçti ve “Kuraş” günümüzün Özbekistan bölgesinde yerleşen halkın en sevdiği ve önem verdiği geleneklerinden biri haline gelmiştir. Kuraş, Özbek’lerin kanında vardır dersek de hata yapmış olmayız. Çocuklar, bu güreş türüne olan sevgiyi babalarından miras almaktadır. Günümüzde sadece Özbekistan’da iki Milyona yakın kişi “Kuraş” ile uğraşmaktadır. Ayrıca bu güreş türünün meraklısı ve takipçilerinin sayısını belirlemek zorlaşmıştır.
1980’li yılların başında Kuraş’ın meşhur Özbek ustası, Judo ve Sambo, ayrıca Kuraş’ın gelişmesinde öncülük eden Kamil Yusupov, Kuraş’ın uluslararası standartlara uygun olacak yeni evrensel kuralların hazırlanması amacıyla miras olan Özbek güreşi öğrenilmesi konusunda araştırmayı başlatmıştır. 90’lı yılların başında bu zor araştırmayı tamamlamıştır ve Özbek Kuraş’ını dünya arenasına çıkarmayı hedeflemiştir. İlk başta kendisi tarafından hazırlanan Kuraş kurallarını uzman ve sevenler arasında kamu görüşüne havale etmiştir. Yeni kurallar, uluslararası spor standartlarına uygun olacak üniforma, güreş yapılacak yer, güreş süresi ve kostüm iyi yönlerini kapsayan Özbek güreş kurallarını birleştirmiştir.
Kuraş kurallarının önemli bir üstünlüklerinden biri de yatık durumunda, yani parter olarak güreş yapmanın yasak olmasıdır. Güreşçilerin birisinin dizi yere deydiği zaman hakem güreşi durdurur ve güreşçilerin ilk pozisyonu almasını sağlar. Bu durum Kuraş’ın spor seyircileri açısından dinamik, hızlı ve ilginç olmasını sağlamaktadır. Bunun dışında Kuraş kuralları bel kemerinin aşağı kısmında tutulması, ayrıca diğer tüm acı veren ve boğucu hareketleri kesin olarak yasaklamaktadır. Bu ise sporcuların sakatlanma oranını en aza indiren Kuraş’ı güvenli bir güreş türü yapmaktadır

Kuraş’ın yeni dönemi eski Sovyet cumhuriyetleri içinde Özbekistan’ın ilk olarak bağımsızlığı ilan ettiği 1991 yılında başladı. Ülke Hükümeti, 70 yıllık totaliter rejiminde engellenen ulusal değerleri ve Özbek halkının gelenekleri yeniden yaşatmak hedefini koydu. Milli güreş türü Kuraş’ın yeniden hayata geçirilmesi konusu öncelikli hedeflerden biri oldu. Kuraş’ı modern uluslararası bir spor olması ve o¬nun Olimpiyat Oyunları kapsamına dahil edilmesi önemli amaçlardan biri olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov’un desteğiyle bu Özbek güreşinin uluslararası kapsamda bir takımın faal grup üyeleri aracılığıyla geliştirme çalışmaları başladı. Bu grup tarafından büyük bir başarılara imza atılmış ve Özbekistan’ın çeşitli bölgelerinde bir kaç büyük turnuvalar düzenlenmiştir. Ülkenin her köşesinden binden fazla güreşçi bu turnuvalara katılma isteğinde bulunmuştur. Milyonlarca meraklı seyirci güreş keyfini tatmak için ülkenin tüm stadyumlarını doldurdu.
Kuraş’çıların faaliyetleri sadece Özbekistan bölgesiyle sınırlı kalmamıştır. 1992 yıldan başlayarak bu grup tarafından Türkiye, Güney Kore, Kanada, Japonya, Hindistan, ABD, Monako ve Rusya gibi resmi spor forumlarında Özbek güreşinin uluslararası platformda bir kaç defa sunumu yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Eylül 1998 tarihinde Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te düzenlenen ilk uluslararası Kuraş turnuvasına dünyanın 30 ülkesinin katılımı sağlanmıştır. Turnuva büyük bir ilgiyle karşılandı. Taşkent merkezinde yerleşen ve 30 bin kişi kapasiteli açık stadyum tamamen doldu. Özbekistan’daki ve dışındaki milyonlarca kişi TV aracılığıyla turnuva gidiş hattını izlemiştir. Cumhurbaşkanlığı Ödülü için düzenlenen 1.Uluslararası Turnuva büyük başarıyla geçti. Meşhur Türk güreşçi Salim Tataroğlu turnuvada galip oldu.
1.Uluslararası Turnuvanın düzenlenmesi yeni bir tarihi bir olaya neden oldu. 6 Eylül 1998 tarihinde Avrupa, Asya ve Amerika gibi 28 ülke temsilcilikleri uluslararası arenada Özbek güreşini temsil eden Uluslararası Kuraş Birliği adıyla (kısaca UKB) resmi bir organın oluşmasını sağladı. Bu organın ilk kurultayında uluslararası Kuraş kurallarını kabul eden ve UKB yönetim kurulunu belirleyen (İcra Komitesi) yeni uluslararası spor organizasyonun tüzüğü o¬naylandı. Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov, Kuraş’ın uluslararası arenada gelişmesinde önemli gayretler gösteren birisi olarak tam oyla UKB’nin “Onur Başkanı” görevine seçildi. İcra Komitesinde 15 üye olup, UKB kurultayında oy çoğunluğu alma yoluyla dört yıllık süre için tekrar seçilebilme hakkı saklı kalmak koşuluyla seçilmektedir.
1999 yılının Mayıs başlarında Taşkent yeni bir olayın şahidi oldu – Avrupa, Asya, Afrika, Doğu ve Güney Amerika gibi beş farklı kıtanın 48 ülkesinden gelen güreşçilerin katılımıyla I. Dünya Kuraş Şampiyonası düzenlendi. Özbek Devleti Başkanı ve UKB’nin o¬nur Başkanı İslam Karimov, bu şampiyonanın açılış konuşmasında Özbek Kuraş’ı Özbek halkının kendine özgü ruhi ve karakterini, özellikle kendi rakibine göre cesur, kararlı ve merhametli, adil, dürüst ve insani olmayı benimseyen özelliklerini kapsadığını ifade etti. Bununla beraber sözü geçen özellikleri kapsayan bu spor türünün tüm dünyanın desteğini ve sempatisini kazanma şansının çok yüksek olduğunu vurguladı.
Günümüzde Kuraş, hemen hemen tüm dünya tarafından kabul görmüştür. Bolivya, Kanada, ABD ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Hollanda, Türkiye, Rusya ve Japonya’ya kadardır. Şu anda UKB, beş kıta Federasyonu ve 70’den fazla Asya, Avrupa, Amerika, Okean ve Afrika Kuraş Milli Federasyon’larını tek çatı altında birleştirmektedir. Gün geçtikçe uluslararası spor organizasyonu olarak UKB’nin itibarı artmaktadır. UKB Başkanı ve diğer İcra Komitesi üyelerin çeşitli uluslararası spor kurumları ve teşkilatların yöneticilerle olan buluşması ve görüşmeleri bunun kanıtıdır.
Kuraş, en eski güreş türü olarak bilinir. Aynı zamanda hiç kuşkusuz ki, bu kadar eski tarihi sahip olmasına rağmen dünya arenasında en genç spor türüdür. Kuraş, 1998 yılında uluslararası arenada kendi yoluna başladı. Kolay ve kısa olmayan bir yoldur. Baştan itibaren bu yolun hedefi net olarak belirlenmiştir. Yani, Özbek Kuraş’ının uluslararası bir spor dalı olmasını sağlamaktır.
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Şubat 2009       Mesaj #12
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Kılıç sporları

Sponsorlu Bağlantılar
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır.Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardır.Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir.Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi.Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler,yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir.Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı.Her bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu.Türkler,kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır.Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır.Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek,yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor,kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu.Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu.Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır.Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir.
M.Ö. 23-24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır.Bir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdi.Uzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Tarihçi lofyor.”Türkler(kılıç,acemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)der.kılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanır.İşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir.
Ayrıca tarihi belgelerde Alparslan’ın yönettiği ani saldırılarda her Türk askerinin biri elinde,biri belinde,biride ağzında olmak üzere üç kılıcı olduğu belirtilir.Savaş dışında ise kılıç bir egemenlik sembolü olarak kullanılıyordu.
Kılıç;kabza,korkuluk ve namlu diye adlandırılan üç bölümden oluşmaktadır.
Kabza: Ağaç,boynuz,kemik yada madeni maddelerden yapılırdı.kabzanın süslü olmasına her dönemde ayrı bir özen gösterilirdi.
Korkuluk: Kılıcı kullanan kişinin elini bir darbeye karşı koruyan bölümdür.
Namlu ise: Kılıcın madeni bölümüdür.Türk kılıçlarının namluları eğridir.Eğri namlular darbede daha büyük yara açtıkları için delici kılıçlardan daha öldürücüdür.Bazı kılıçlarda iki yanları keskin,ucu sivri,düz yada yuvarlak olan namlu türleri de vardır.Namlunun keskin kenarına kılıç ağzı yada kılıç yalmağı denir.Kılıçlar kullanılmadıkları zaman “kın” denilen bir kılıfta korunur ve taşınır.Kın önceden madenden yada tahtadan yapılırdı.Kının üst tarafında bele bağlanmasını sağlayacak olan bölüm vardır.
Eski Türklerde kılıç yapımı ustalığı yanı sıra,kılıç üzerine ve kınına yapılan işlemecilikte büyük bir sanata dönüşmüştür.Kılıçların kınları ilk dönemlerden beri hayvan,bitki türündeki motiflere göre süslenirdi.Kılıçların üzerine de özellikle kabza bölümlerine;kaç yılında,hangi amaçla,kimin tarafından yapıldığı kazınarak işlenirdi.İslam dininin kabulünden sonra kılıçlar üzerine ayet,hadis ya da bazı mısralar işlemekte bir gelenek olarak benimsenmiştir.
11.Yüzyılda yazılan Kaşgarlı Mahmud un eserinde; demir maddesinde şu açıklamalar vardır; Kırgızlar Yabanku,Kıpçaklar ve öteki Türk boyları yemin edecekleri zaman demirden yapılmış kılıcı kınından çıkarırlar önlerine enine koyar “Bu kök girsin,kızıl çıksın” diyerek yemin ederlerdi.Bunun anlamı sözümde durmasam bu kılıç temiz girsin vücudumdan kanlı çıksın biçiminde idi.Bu suretle ”Demir intikamını alsın” demekti.
Eski Türklerde daha 5-6 yaşındaki çocuklar ellerine verilen tahtadan yapılmış kılıçlarla bu uğraşa hazırlanırdı.Daha sonra iki çocuk bu tahta kılıçlarla birbirlerinin karşısında beceri edinirlerdi.Eski kaynaklara göre Türkler eğri ve tek yüzlü bir savaş aracı olarak kullandıkları kılıçları ile ilgili düzenlenen oyunlara büyük önem verirlerdi.Kılıçla ilgili becerilerini artırmak,sergileyebilmek için sık,sık gösteri düzenlenirdi.Bu kılıç oyunları yıl dönümlerinde ve büyük törenlerde yakılan ateşin çevresinde,müzik eşliğinde ritmik hareketlerle yapılırdı.Bu oyunlar ve benzeri akrobatik hareketlerin Türk efsanelerinde, destanlarında geçmesi bunların tarihin derinliklerinden indiğini anlatır.
Kılıç-kalkan oyunu bir dini inançtan oluşmuştur.Bu gösteri ilkbaharda yeniden ateş yakmak amacı ile yeni yılın başında yapılırdı.Bundan yeni yılın ürünü için bir sonuç çıkarılırdı.
İki düşman kabile arasındaki iddialı gösterilerde öldürme koşulu vardı.Düğün ve bayram gibi özel günlerdeki gösterilerde ise oyuncular birbirlerini yaralamaktan kaçınırlardı.Ancak oyunun aşırı heyecan ile yinede ölenler olabilirdi.
Türkler çok iyi kullandıkları kılıçlarına kutsal bir değer kazandırmışlardır.Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlı Türkleri de yeminlerini kılıç üzerine ederlerdi.Fatih Sultan Mehmet Bosna’daki Latin kilisesine tanıdığı ayrıcalığı doğrulamak için ”Kuşandığım kılıç hakkı için” diyerek güvence vermiştir.Yavuz Sultan Selim de Venediklilere ticaret ile ilgili olarak verdiği izni;”Kılıcım hakkı için” diyerek garanti etmiştir.
Kılıç yapımı için 3-5 kg ağırlığındaki kılıç yumurtası 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde oval biçimdeki bir çelik külçe dövülerek yapılırdı.Sonradan değişik formüllerle kılıca su verilirdi.Kılıca su verme işlemi başlı başına bir sanattı.Kılıç ustaları kendilerine özgü değişik su verme formülleri bulmuşlar ve bunları birbirlerinden büyük değer olarak gizlemişlerdir.Bu türde yapılan Türk kılıçları havaya atılan yaş pamuktan bir yumağı kolayca ikiye biçerdi.
Kaynak
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Şubat 2009       Mesaj #13
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Yağlı güreş Yağlı güreş, geleneksel bir Türk sporudur. Güreşçiler vucutlarına yağ sürerek güreştikleri için bu şekilde adlandırılır. Er Meydanı denilen alanlarda yapılır.

Güreşçilerin vucutlarının yağlanması nedeni ile birbirlerini tutmaları zorlaştığından, büyük güç ve ustalık gerektiren bir spordur.

250px Yagli gures1

Tarihçe

Yağlı güreş Mısır kaynaklıdır. Deniz ticareti sayesinde Avrupa'ya, Balkanlar'a taşınmıştır. Özellikle bir düğün eğlencesi olarak, güreşçilerin büyük toprak sahipleri tarafından davet edilmeleriyle başlamıştır. Türklerin MÖ 4. yy.dan beri güreş yaptıkları bilinmektedir. İlkbahar aylarında doğanın canlanışı için yapılan kutlamalarda, evlenme merasimlerinde, zafer şölenlerinde hep güreş müsabakalari yapılırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nda karakucak ve yağlı güreşler yaygın olarak ve devletin kontrol ve himayesinde yapılmaktaydı. Birçok bölgede güreş tekkeleri kurulmuş, bunların başlarında şeyh denilen eski ve ünlü pehlivanlar görev almıştır.

Günümüzde de bu geleneğin bir uzantısı olarak organize edilen güreş etkinliklerinde, ağalık sistemi ile masrafları karşılayan bir kişi bulunur. Bu kişiler genellikle yörenin tanınmış ve varlıklı kişileridir.

Osmanlı padişahlarından Sultan 4. Murad ve Sultan Abdülaziz de bizzat güreş yaparak bu spora gösterdikleri önemi göstermişlerdir. Edirne Sarayiçi’nde yapılan 650 yıllık geçmişe sahip Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu sporun Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.

1996 yılında Geleneksel Spor Dalları Federasyonu kurulmuş ve yağlı güreş için önemli bir adım atılmıştır.

Pehlivan

Pehlivan sözcüğü Farsça'dır. Burhan-ı Katı'ya göre asıl anlamı; yürekli, cesur (şeci), yiğit (dili) ise de, zabit, vali, iri vücutlu ve doğru sözlü kimseye de pehlivan denilir. Bu nedenle yerine göre çeşitli zamanlarda farklı anlamlarda kullanılmıştır.

Selçuklular zamanında kahramanlık gösteren savaşçılara, üstün başarı kazanan atıcı, güreşçi, gürzcülere pehlivan denilse de, bu sıfat 16. yy. başlarında yalnız sporcular için kullanılmıştır. Pehlivan deyiminin bu anlamda kullanılışı Sultan II. Mahmut devrinin sonuna kadar sürmüştür.

Türkler, erkeği, kadını ve çocuğuyla güreş sever; ruhlarındaki savaşçı duyguların da etkisiyile güreşçiye saygı duyar ve pehlivanlara ayrıcalık tanırlar. Güreşçiye karşı duyulan sevgi ve saygı, pehlivanların güçlü kuvvetli, vücut yapısı ve adaleleri gelişmiş, sağlıklı görünümlü insanlar olmasından kaynaklanır. Pehlivanların kahraman, yiğit, doğru ve mert, 'eline, beline ve diline sahip' insanlar olduğu düşünülür.

Osmanlılar zamanında saray dışında yapılan güreş müsabakaları; panayırlarda, düğünlerde, bir hayır kurumu yararına veya bu işi meslek edinmiş kişilerin özel yer ve salonlarında yapılırdı. Ayrıca düğün ve Ramazan güreşleri adı altında düzenlenen etkinlikler de yapılmıştır.

Sıkletler (Boylar)


Kırkpınar başta olmak üzere, büyük çaplı yağlı güreş müsabakalarında boylar şu şekilde düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Küçük Boy
Deste Orta Boy
Deste Büyük Boy
Küçük Orta Küçük Boy
Küçük Orta Büyük Boy
Küçük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu


Güreşçi sayısının daha az olduğu mahalli yağlı güreş etkinliklerinde ise boylar aşağıdaki gibi düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Boyu
Küçük Orta Boy
Büyük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu


Önemli pehlivanlar

Kurtdereli Mehmet Pehlivan
(Gaddar) Kel Aliço
Molla İzzet
Koca Yusuf
Adalı Halil
Nakkaş Eyüp
Kızılcıklı Mahmut
Mehmet Ali Yağcı
Ahmet Taşçı
Nizamettin Akbaş
(BABAESKİLİ nazmi UZUN
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Kasım 2009       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ata sporları, cirit , okçulk , atçılık , güreş , kılıç sporları, ve yağlı güreştir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Aralık 2009       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya nolur kısa kısa yazın bu bnim performans ödevimmmmMsn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Aralık 2009       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Güreş Cirit Okculuk bu kadar galibaaaaaaaaaa
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Aralık 2009       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1.cirit atma
2.meddah
3.okçuluk
4.atçılık-binicilik
5.kılıç sporları
6.güreş
7.yağlı güreş
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Aralık 2009       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aga acaba bana ata sporlarımızın oynandığı arenaların adını ve kabul edildiği tarihin açıklamasını söler misin ltfnn
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
15 Aralık 2009       Mesaj #19
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
bakınız
Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Güreş

Türklerde en eski spor türlerinden biride Güreştir.Güreş,zorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuştur.Dindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştır.Türkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdir.Doğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkler,yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardır.Güreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidir.Böylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur.

İlk çağlarda güreş, elbette bir tür boğuşmadır. Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir. Manas Destanı'nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır.

Kaşgarlı XI. Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır. Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985). Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır.

Aynı dönemlere (XI. Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979).

Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME.’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993).

Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS., 1992) dedikleri görülmektedir. Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS., 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor. Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir. Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur.

“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987). “Eş” ise eski ve yeni Türkçe’de ”arkadaş” anlamına gelmektedir. “Kür-eş-mek” ME:’de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989). Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar. “Türkler de 7. ve 8. Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir.

Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir. Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ. Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur. Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993).
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir. Hanname, Can Çiyan Teskeresi’nde Türkistan’ın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir. Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986).
M.Ö. Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir. 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)’un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümü’nün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996).

İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır. Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ). Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır. Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX. Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989).

Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır. Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türk’lerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988).

Pehlivan
Bu sözcüğün aslı Farsça olup “Pehlevan”dır. Pehlivan “güreşçi, yiğit ve bahadır” anlamına gelmektedir (Develioğlu, 1993). “Pehlevan - ane” (Pehlivanlıkla = pehlivancasına = yiğitlikle = yiğitçesine) “Pehlivani” (pehlivanlık = güreşme = yiğitlik) ile ifade edilmektedir (Develioğlu, 1993).

XI (11). Asrın sonlarına kadar Türk dilinde olmayan pehlivan sözcüğü, İranlılarla savaş ve barış anındaki münasebetlerle Türklere geçmiştir. Önceleri sadece sıfat olarak kullanılan bu sözcük, sonradan özel isim olarak da kullanıldığı olmuştur (Kahraman, 1989).
Aslında mitolojiden genellikle uzak, sosyal yapı ve yaşayışı yansıtan Türk destanlarındaki “Alp” tipi, İran destanlarında “Pehlevan” olarak geçmektedir. Diğer yabancı destanlarda olduğu gibi İran destanlarının da mitolojik yönü çok ağır basmaktadır. Buna rağmen “Şahname”’de Turanlılardan (Türklerden) Peşeng, Efransiyab ve Ercasb hem hükümdar hem de pehlivan olarak sıkça geçer. Yine Şahname’de adı İranlıların efsane güreşçisi Rüstem’inki kadar çok geçen Turanlı (Türk) güreşçi Efransiyab; güçlü-kuvvetli ve kolay yenilmeyen bir yiğittir. İranlılara göre düşman pehlivanlarının en ünlüsü Efransiyab’tır. Diğer düşman saydıkları Arap, Rum vb... kavimlerin pehlivanları, İranlılara göre çok kolay yenilenleridir ve bunları fazlaca ciddiye almazlar (Demirel, 1995).

Türk destanlarında ve gerçek hayatta eskiden ve günümüz Orta Asya Türk toplumlarında güreşte galip gelene “Baatır” (Bahtiyar - Kahraman) denir ve o gözle bakılırdı (Savalayev - Bukayev ve Membetkaliyev, 1995). Türk destanlarında pehlivan sözcüğü “alp” sıfatıyla geçmemektedir. Fakat, savaşlarda güreş (küreş) geçmektedir. Örneğin, iki düşman ordusu karşılaştığı zaman çoğunlukla iki tarafın alp’i veya savaşçısı güreşir, kim yenerse zafer o tarafın sayılır. Manas’ta Türk güreşçici Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşip yenmesi gibi (Demirel, 1995; Saralayev-Bukayev ve Membetkaliyev, 1995).
XII. Asırdan itibaren özellikle Selçuklularda pehlivan hem isim hem de sıfat olarak geçmeye başlar. Bunda önemli sebep de Tuğrul beyin resmi dil olarak Farsça’yı kabullenmesi de gösterilebilir. Selçuklu emiri Şemsettin İldeniz’in oğlunun adı “Nusret üd din Muhammed Pehlivan” idi (Kahraman, 1989). Konya Selçukluları döneminde şimdiki Niğde ilinin adı “Dar ül Pehlivaniye” olarak geçmektedir (Taneri, 1977).
Daha sonraları Şecere-i Terakime/Türk’lerin Soy Kütüğü (Ebülgazi Bahadır Han, 1663/1972) ve diğer eserlerde pehlivan adı ve sıfatının geçtiği görülebilmektedir (BRSMSTS, 1988; Ciley, 1986; Liu, 1987).

Bilindiği gibi bugün Türkiye’de pehlivan sözcüğü güreşçi manasına gelmektedir. Hatta güreşçiler arasında “sen güreşçi olabilirsin ama pehlivan olamazsın” esprisi yaygındır. Bunu demekle pehlivanlığın çok iyi bir güreşçilik gerektirdiği ya da daha iyi meziyetlere sahip olunduğu vurgulanmaktadır.

Bugün Azeriler’in “pahlavan”, Kazaklar’ın “baluvan” Kırgızlar’ın “balban”, Uygurlar’ın “palvan” (KTLS, 1992) dedikleri ve güreşçiyi, hatta iyi güreşçiyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Aynı terimi güreşçi için kullandıkları gibi güreş içinde kullanmaktadırlar (Balgambayev, 1985; Bahtiyavov, 1993; Kılıçov, 1995).

Orta Asya Türk halklarının ata sözleri ve deyimlerinde pehlivan sözcüğü sık sık geçmektedir. Örneğin, Kazaklar “palwağa on tersi birdey” (Pehlivana ters-doğru birdir); “Balwandıgtı al al biledi, mırzalıgtı mal biledi” (Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır) vb artırılabilir (İsmail ve Gümüş, 1995). Trükmenler de buna benzer sözler sarfederler. “Gaharını yuwdan-, palwan” (Kahrını gizleyen pehlivandır) vb. söylemektedirler (Kürenov ve Gümüş)

Güreşte de fütüvvetin remizleri görülmektedir. Şed, üç kez bağlanır. Kispete de üç düğüm atılır. Birinci düğüm; Ahde vefa kılmak Allah için, ikinci düğüm; Bey’ate vefa kılmak Hz. Muhammed için, üçüncü düğüm;Vasiyeti şereftir(buna Mühr-i şed denir) Hz.Ali için Kispetin kemerin içerisinden geçen ipi, düğüm atıldıktan sonra sağa uzatılırsa; Hz.Hasan’a; sola uzatılırsa; Hz. Hüseyin’e işarettir. İpin sol ucu diğerine nazaran biraz uzunca bırakılır. Bu Hüseyin evladının galipliğine işarettir. Bazılarınca sağ üstada, sol yol ataya işarettir. Şed’in uçları da aynı şekilde uzatılır..
Paça bent üç kat sarılır: Bu şeriat, tarikat ve hakikate işarettir: Şeriatte üstüvar ol, tarikatte paydar ol, hakikatden haberdar ol. Ayağa sarılan bu paça-bent/pâ-bend, şed’din mukabilidir. Şed’din yedi adı vardır. Bunlardan birisi de Miyân-bend’dir. Paça bent’in bağlanmasının manası; vefa ve teslîmdir. Paça’ların da bağlanmasıyla harama karşı bir sed çekilmiş olur. Cebrail (s.s.) Nuh Peygamber’in ayağını ve Ibrahim Peygamber de İsmail Peygamber’in ayağını bağlamışlardı.

Güreşlerin giriş ve çıkışları arasındaki merasimlerde dinî ritüelleri görmek mümkündür. Yağlı güreşte göbek-diz altı arası kispetle örtülüdür. Kispet bu yasak bölgeyi örterek haramı önler. Kispet edebin sembolü olan bir işlevi de yerine getirmektedir.Kispet sağ yana alınarak, sağ tarafta taşınır.

Pehlivanlar kullandıkları kispet, paça-bent ve edavata, zembile, güreştikleri çayıra ayrı ayrı hürmet gösterirler. Kispeti taşıdıkları zembilin üzerine kimseyi oturtmazlar. Unvanını kazandığı kıyafete saygı gösterirler. Kispetiyle birçok meydanda şeref kazanmıştır. Bu bağlamda kispetinin de şerefini korur ve zedelenmesine müsaade etmez. Pehlivanlıkta, kispet te en az pehlivan kadar önemlidir. Onunla vücudunun uyum sağlaması gerekir. Güreşi bıraktıkları zaman bile bu saygılarını devam ettirirler. Kispetlerini evlerinde misafir odalarının duvarına asarak muhafaza ederler.

Kispetin siyah renkli yapılmasının da bir anlamı vardır. Kispetin siyah olmasının nedeni; Fütüvvet-nâmelerde Yaratılış Efsanelerinde yer verildiği gibi, gökten inen elbiseler anlatılırken; “Adem oğlanınca beş dürlü ton endi: Evvel Adem’e ak endi. Mûsa’ya saru endi. Isâ’ya gök endi. Nûh’a yeşil endi. Ali’ye sihay endi.” denmektedir. Hz. Muhammed , Hz. Ali’ye şed kuşatır ve icazet verir. Hz. Ali’de, Hz. Muhammed’den aldığı icazetle bu mahalde on yedi kişinin/kemer-bestenin belini kuşatıp icazet verir. Bunlar da sehabelerden diğerlerinin bellerini kuşatır(89).

Güreşçiler abdestsiz güreşe çıkmazlar, pirlerini anmadıkça vazifelerini bitirmiş saymazlar. Kispeti iki rekat namaz kıldıktan sonra, yere diz çöküp şu duayı okuyarak: “Ya kâyimen alâ nefsin bimâ kesebet râhiynetûn” giyerler. Kıbleye doğru kispetinin ön kasnağını öperek başına korlar. Önce sağ ayağını, sonra da sol ayağını geçirerek giyer. Kispeti çıkarırken de önce sol ayağını, sonra da sağ ayağını çıkararak kispetinin kasnağını öperler. Kispet giyilirken ve çıkarılırken uzuvlar gösterilmez. Ustasını yense dahi elini öpme, usta çırak ilişkilerinin saygı kurallarındandır. Kendini üstün görme yoktur. Bu törenler daha güreşe yeni başlarken bütün pehlivanlar tarafından öğrenilirdi.

Bir pehlivanın, güreşe başlamadan önce meydana girdiği zaman, sağ eli ile üç defa toprağı öpmesi farzdır. Teyemmüm gibi bu ritüeli yaparlar. Pir’inin ayağını öpmüş gibi vazifeyi yerine getirir. Aynı işlemi güreşten çıkarken de yapar.

Pehlivanlar güreşe başlamadan önce el tutuşurlar. Rakibin kispetinin ön kasnağının üstüne değecek şekilde sağ eli ile rakibinin sağ elini tutar. Diğer sol elini de rakibinin sol eli ile tutmak suretiyle kispet sıvanır. Cazgır isimlerini okuduktan sonra pehlivanlar hürmet ifadesi olarak önce sağ ayağını ileri atar ve başını eğerek önce sağ eliyle sağ tarafını, sonra sol tarafındaki seyircileri selamlar. Seyirciyi selamladıktan sonra arkasını dönmeden geri geri gelir ve tekrar rakibi ile el tutuşur.

Pehlivanlar peşrev yaparken topluca kıbleye, pirlerinin kabrine doğru önce sağ ayaklarını ileri atarak giderler ve bir mesafeden sonra dururlar. Sonra tekrar geri geri üç adım gelerek dururlar. Sol dizi çökerek sağ dizi dik tutarak temenna ederler. Birinci adımı Allah adına, ikinci adımı Cebrail adına ve üçüncü adımı da Hz.Muhammed adına atarlar.

Peşrev bittikten sonra, alanda dolaşmaya başlayan güreşçilerden birisi elini kispetine vurarak hasmına işaret verir. Bu sesi duyan diğer güreşçi ona doğru gelir ve karşılaştıklarında el sıkışırlar. Sonra ters yönde yürümeye başlayınca ellerini ağızlarına ve alnına götürerek selâm verirler. Kısa bir süre dolandıktan sonra, yine kispetlerine ellerini vurarak yürüyüp karşılaşınca iç tarafta kalan sağ ayaklarını yan yana getirip paçalarının şirazelerini sağ elleri ile yoklar . Bu bir nevi ahilikte şeddin sıvanmasıdır. Şiraze yoklamasından sonra çiftler ayrılarak, diğer yapılması gereken hareketleri yaparak güreşe başlarlar .

Eski pehlivanlar normal yaşantıdaki kıyafetlerinde bellerine yünden yapılmış bir kuşak/şed bağlarlardı. Bunlara ait bir çok fotoğraf mevcuttur

KIRKPINAR GÜREŞLERİNİN TARİHÇESİ
Güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan ve yaşlı güreşçilerle gelenekselliğini sürdüren bir spor türüdür.

Kırkpınar güreşleri ile de bu geleneksellik devam etmekle ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Edirne 'nin 1361 yılında fethinden önce, Anadolu 'da bulunan Osmanlılar, Orhan Gazi devrinde oğlu Süleyman Paşa Komutasında 1356-1357 yıllarında Rumeli 'ye geçerler. Burada yaptıkları akınlar sırasında savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde zamanlarını aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi. Bir keresinde güreşe tutulan 40 yiğit içinden ikisi tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verirler. Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne 'ye doğru akınlarına devam ederler. Edirne 'nin fethinden sonra Ahırköy Çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görmüşler, bu nedenle de "Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar demişlerdir.

I.Murat Edirne 'nin alınmasından sonra, Edirne 'de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.
Kırkpınar Edirne 'yi Ortaköy 'e bağlayan 35 km.lik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan 'a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır. Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa 'nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio 'lu (Totio 'lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu 'nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir. Bu Yiğitleri anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne 'nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır.

YAĞLI GÜREŞ KAİDELERİ

Kırkpınar güreşleri tarihi taşıyan ne önemli bir spor dalı ve yarışmasıdır.
Şu bir gerçektir ki, yağlı güreşlerin yapıldığı ilk yıllarda bir süre söz konusu değildi ve kıran kırana güreşler saatlerce sürerdi.
Bu günkü güreşlerde, ufak tefek ayrılıklar görülürse de eskisinden pek farkı bulunmamaktadır.Ve eskisinin yaşatılmasına itina gösterilmektedir.
Kırkpınar güreşlerine gün geçtikçe artan ilgi nedeniyle katılan güreşçi sayısının artması karşısında bazı kaidelerin değiştirilmesi ve süre kısıtlaması konulması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Güreş yarışmaları Baş, Başaltı, Büyük-Orta,Küçük-Orta, Deste(Ayak)ve teşvik boyu kategori üzerinden yapılmakta olup,bunlar ayrıca pehlivan sayısının çokluğuna göre de Boy’lara ayrılmaktadır.Baş, Başaltı, Büyük Orta, Küçük Orta-Büyük Boy,Küçük Orta-Küçük Boy,Deste Büyük Boy,Deste Orta Boy, Deste Küçük Boy ve Tozkoparan gibi.
15 Mayıs 1991 yılında yayınlanan ‘Yağlı Güreş Yönetmeliği’ uyarınca güreşçiler kur’a ile eşleşirler.Teşvik Boyundan Büyük Orta Boyuna kadar olan (Büyük Orta Hariç) sıkletteki güreşçilerin yarışma süreleri yarım saat, Büyük Orta, Başaltı ve baş Boyu güreşlerinde ise bir saat olarak sınıflandırılmış olup bu süre sonunda yenişemeyenlere,meydan baş hakemi 10 dakika puan güreşi yaptırır, kule hakemleri sonucun belirlenmesine yardımcı olurlar.
Bir saatlik güreş sırasında pasif ve faullü güreşi nedeniyle üç ihtar alan güreşçi yenik ilan edilir. Üç ihtardan daha az ihtarlar, puan güreşinde dikkate alınır.
Yağlanan pehlivanlar tek sıralı saha kenarına yakın olarak dizilir, rakipleri ile el ele tutuşurlar, güreş duasını dinlerler ve peşreve başlarlar.

YAĞLI GÜREŞLERDE OYUNLAR
Evliya çelebi seyahatnamesinde de anlatıldığı gibi keseme, şirasi, kesebend, ters çekme, piş kabzu, yanbaşa, serkelle, cezayir sarması, boğma, karakuş gibi eski güreş oyunlarının yanında künde atmak, ters sarma, ters şak, ters kepçe, paça kasnaktan savurma, sarma, dış kazıkta gerdane, elense, tırpan, çift çaprazda, burun kakması, boyunduruk, karşılıklı paça kasnak, gibi yaklaşık 33 güreş oyunu vardır.

YAĞLI GÜREŞ ARALIĞI
Şimdilerde Ağa seçiminde geleneksel kurallar işlememektedir.Artık para söz konusu olmuştur. Önceleri ise; yörede sözü geçen saygınlığı olan, hali vakti yerinde olan kişiler belirleni, seçilen adaylar iyi niyete ve karşılıklı anlayışa dayalı olarak aralarında bir kişiyi seçerler.Güreşlerin bitim günü bir kuzu arttırma ile satışa çıkarılır adaylar kısa bir attırma yaparlar ve kuzu daha önce belirlenen aday önüne bırakılır ve Ağa seçilmiş olur.

GÜREŞLERİN BAŞLAMASI
Kırkpınar güreşlerine ayrılan bir haftalık sürede ilk dört günde çeşitli Eğlenceler, Konserler, Halk Oyunları gösterileri düzenlenmekte,bu arada güreşlere katılacak güreşçilerin kayıtları yapılarak, güreşlerin başlangıcı olan haftanın son üç gününe hazırlık yapılmaktadır.Eskiden güreşlerin ilk günlerinde at koşuları, merkep ve çuval yarışmaları yapılmaktaydı.
Davetliler güreşlere, eski bir geleneğe uyularak kırmızı dipli mumla davet edilirler.(önceleri kırmızı dipli balmumu)Sahaya çeşitli eğlence yerleri ile birlikte satıcılar için dükkanlar ve teşhir yerleri yapılır.Kırkpınar Ağasının eskiden padişahların av sahasına Tavuk Ormanında vereceği yemeğin hazırlıkları da sürdürülürdü.
Güreşlerin başlangıcının ilk günü olan Cuma günü, tüm güreşçiler pehlivanlar mezarlığını ziyaret ettikten sonra, Selimiye Camiinde okutulan Mevlütten sonra Sarayiçi’ne gidilerek küçük boylardan itibaren cazgırın duası ile güreşleri başlatırlar.
Ünlü cazgırlar arasında,Edirne Ayşekadın Camii imamı Sadık Hoca (Atılgan), Şirin Mustafa sayılabilir.

Kaynak:
Türk spor Tarihi Doğan yıldız
Edirne belediyesi web sitesi
Güreş federasyonu web sitesi
Sn.Osman Gürsesoğlu nun internette bulunan araştırma notları
Dr. Musammet Başaran Serbest ve Grekoromen Güreş
Yrd.Doç.Dr. Mehmet Türkmen

Aba Güreşi

Türk Milleti tarihin her döneminde kendine has gelenek ve görenekleriyle birer kültür merkezi oluşturmuştur.Oluşturulan bu kültürlerin başında Spor ve Güreş kültürü gelmektedir.Güreşin içerisinde ise Türklere özgü bölgelere göre farklılık gösteren "YAĞLI-KARAKUCAK-KISA ŞALVAR GÜREŞİ-ABA ve SİNSİN GÜREŞLERİ vardır.
Toplumları anlamak ve değerlendirmek için önce onların değerlerini , örflerini, Gelenek görenek ve toplumsal değerlerini tanımak gerekir.Bütün toplumların kendine has kültürleri vardır.Bu kültürel değerler ülkelerin gücü ve propagandasını yapabildiği ölçüde evrensel bir niteliğe kavuşmuşlardır.
Bu gün unutulmaya yüz tutan Güreş türlerimizden biriside Aba Güreşleridir.Aba güreşi : Güreşçilerin sırtlarına ABA giyerek , bellerine kuşak bağlayarak yaptıkları güreştir.Günümüzde Hatay ve Gaziantep yörelerinde yapılır.Ancak her iki yörenin de Aba güreşi arasında uygulanış bakımından farklılıklar vardır.t
Önceleri büyük şenliklerle yapılan güreş artık maalesef unutulmaya yüz tutmuş olup ancak yılda bir iki defa yapılmaktadır.Özellikle köylerde yapılan güreşlerde Düğün sahibi çevre köylere haber salarak "OKUNTU YOLLAYARAK" güreşçileri düğün güreşine davet ederdi.
Çevre köylerden gelen güreşçiler köyde düğün süresince misafir edilirdi.Güreş köy meydanında yapılırdı.Bazen bir hafta sürdüğü olurdu.Köylüler meydanın etrafına halka kurarak güreşi izlerlerdi.Bu güreşin diğer güreşlerden en önemli farkı yenen ve yenilen güreşçi hakkında lehte veya aleyhte tezahürat yapılmamasıdır.Eğer herhangi birisi için bir tezahürat yapıldığında köylüler tarafından bu durum yadırganır ve çok ayıplanırdı.Aba güreşlerinde genel manada tezahürat yapılmaz tavrı yıllardan bu yana yerleşik gelen bir adettir.



ABA :

Günlük yaşamda kullanılan çoğunlukla yünden dokunmuş sağlam , kaba ve kalın bir giysidir.Yakasız olup ,uzun kısa boz işlemeli , kırmızı sırmalı Aba gibi bir çok çeşitleri vardır

KÖYNEK :

İçten giyilen uzunca gömlektir.Açık renkli basit keten bezinden yapılmıştır.Uzun ve kısa kollu olabilir.Güreş esnasında kolun serbestçe hareket edebilmesi , kolun hareketini engellememesi iiçin omuzdan koltuk altına kadar yırtılmaktadır.Uzun olan köynekler genellikle dize kadar inmektedir.Bolca ve yakasızdır.Düğme kullanılmayan köynek baştan giyilip baştan çıkarılır.normal günlerde gömlek donun üzerinden giyilmektedir.

DAVUL VE ZURNA :

Bir çok şenliklerde , düğünlerde çeşitli mevsim eğlencelerinde , bayramlarda , törenlerde ve kaynaşmalarda Müzik olarak özellikle davul zurnanın etkinliğin görmekteyiz.Davul zurna bu güreşin vazgeçilmez unsurlarıdır.Güreş esnasında çalınan ezgilere ve kendine has usluba HARBİLEME denir.Harbileme harbten gelip cenk havası , harb havası anlamına gelir.Yiğitçe, mertçe Güreşe davettir.Olağanüstü durumlarda ritim ve vuruşlar artar ve bazende azalır.

ABA GÜREŞİNDE ÇUKUR


Aba güreşinin yapıldığı alana çukur adı verilir.Köy meydanı, harman yeri, çimenlik bir alan , yumuşak topraklı bir alan çukur için arzu edilen uygun olan bir yerdir.Çukurlar genellikle düğünün durumuna göre tesbit edilir.Güreşe ilgi ve kalabalık çok olur ise geniş alanlar çukur olarak belirlenir.Aba güreşleri genellikle düğünlerin yoğun olduğu Sonbahar da organize edilir.Özellikle köylüler harmanlarını kaldırdığı hasatlarını bitirdiği zaman ve gelirlerini elde ettikleri ay olan sonbahar ayında düğün merasimlerini yaparlar.Eğer çukur çamur olursa saman serpilmektedir.Ayrıca çukur bölgesi taş çakıl ve insan bedenine zarar verecek şeylerden tertemiz temizlenir ve tam güreş yapacak evsafa getirilir.
DOLANMA
Güreşin yapıldığı çukurda gezinmeye dolanma adı verilir.Taraftarlar tarafından çukura salınan güreşçi kendine rakip bulabilmek için dolanır.Bu dolanma karakucak ve yağlı güreşteki dolanmaya benzemez.Rakip taraf çukurda gezinen güreşçiye denk bir güreşçi bulduğu zaman hemen soyunup çukura çıkar.Dolanan güreşçi çukurda gezinen güreşçiyi kendine denk bulursa hemen güreş başlar.Eğer dolanan güreşçi rakibi kendine eş görmez ise güreş başlamadan çukurdan çıkar ve giyinir.Fakat genellikle korkmuş havası vermemek için ilk evvela rakibi kabul edip ondan sonra giyinir.Dolanan güreşçi kendine güvenen gururlu cesur güreşcidir.Bu sebeple kendinden daha ağır rakiplerle mücadele etmekten çekinmez.Aba güreşinde özellikle bilhassa düğün güreşinde güreşçileri kilolara göre eşleştirerek güreştirmek pek görülmez. İsteyen isteyenle güreşir.Bur tür güreşlerde rakibe itiraz genellikle güreşçinin taraftarları tarafından yapılmaktadır.Rakip uygun görürse güreş başlar rakip uygun görmez ise yukarıdada belirtmiş olduğumuz gibi güreş başlamaz.

TOP (ödül)
Diğer güreşlerde Yol (Yolluk) adını alan ödül aba güreşinde "TOP" adını alır.Güreşte düğün sahibi tarafından ortaya konan ödüldür.Bu ödül düğün sahibi tarafından çukura getirilen beş metrelik bez, halı , koç vb gibi olabilir.Topun maddi değeri pek fazla yoktur.Manevi değeri vardır.Diğer güreşlerdeki gibi para toplama işi aba güreşinde kesinlikle yoktur.Bu töre yıllardan beri süregelmektedir.Top şampiyon için en büyük zenginlik büyük bir zenginlik ve gururdur.Ancak son zamanlardaki büyük organizasyonlarda ise altın ve para ödülleri verilmeye başlanmıştır.

OKUNTU
Yöredeki köylüleri ve misafirleri güreşe davet, cağrının adıdır.Şimdiki modern anlamda davetiye denen çağrı pusulasına halen anadolunun bir çok yerinde okuntu denmektedir.Okuntuyu düğün sahibi listeler halinde tanzim ederek gönderir.
EŞLEŞTİRMELER
Gaziantep'te yapılan tüm Aba güreşlerinde Pekmezciler, Fıstıkçılar, Dereköylüler diye üç gruba ayrılır.Bağcılıkla uğraşanlara pekmezci ,Fıstıkçılıkla uğraşanlara ise Fıstıkçı adı verilmiştir.Böylelikle kimin fıstıkçı kimin pekmezci olduğu anlaşılır.Bir fıstıkçı ile pekmezci eşleştirilir.Ayrıca burada güreşçilerin beslenme tipinide burada görebiliriz.
HAKEM SEÇİMİ
Hakem seçiminde de fıstıkçılar ve pekmezciler göz önünde bulundurulur.
Önceden Aba güreşi yapmış her iki tarafında saygı duyduğu yaşlı kimselerden bir heyet oluşturulur.Bu heyet seçilirken kişinin sosyal ve dini yaşantısı dikkate alınır.Yalan söylemeyen,doğru,dinine bağlı kişiler heyete kabul edilir.Heyet her iki tarafında kabul edeceği,Eski Aba ustalarını hakem
olarak tayin eder.
ABA GÜREŞİNİN BAŞLAMASI
Güreş yazı tura ile başlar,genellikle iki kez yapılır.Beraberlik durumlarında üç kez yapılır.Güreşe başlamadan önce aba giyilir.Üstünden kuşak bağlanır.Güreşçilerden birisi rakibin kuşağını sağ eli rakibin omzunun üzerinden yakalar.Kuşak sırasıyla önce bir güreşçi sonra diğer güreşçi tarafından sırasıyla tutulur.Kuşaktan tutmaya, aşırma yada el atma denir.Bu pozisyon dezavantaj olduğu için yazı turayı bilemeyen önce aşırır.Güreş esnasında kuşak bırakılırsa güreşçi yenik sayılır.Yenik düşme göbeğin gün görmesidir.Göbeğin güneşe karşı gelmesi sırtın yere gelmesidir.Yerde pek güneş olmaz.
Oyunlar genellikle ayaktan yere düşürmeyle sonuçlanır.İki defa yenen güreşçi çukurdan galip ayrılır.
Berabere kalmaya "Toy gelme" denir.Çukurda dolanan güreşçi yenilinceye kadar çukurdan çıkmayabilir.Rakibi yenen güreşçi alkışlanmaz,yenende yenilende erdemlidir.
TEMEL TEKNİKLER

YAN BAĞDA:El atan (Aşıran)Güreşçi tarafından rakibin yan tarafından,sağ bacağa yapılan ayak
hareketidir.Yan bağda en etkili tekniklerden biridir.

BOŞA KALDIRMA : En önemli tekniklerden biridir.Aşırılan güreşçinin rakibin bağdalarını etkisiz kılarak iki bacağı arasından yoklayıp göğüs hizasına kadar kaldırıp yere vurduğu oyundur

İÇ BAĞDA : Aşıran (el atan) güreşçinin , sağ bacağı ile rakibin sol bacağına yapılan hamlenin adıdır.

SONUÇ OLARAK . Kültürel varlığın vazgeçilmez bir parçası olarak bilinen Aba Güreşimizde gün geçtikçe önemini maselef kaybetmektedir.Nedeni medyanın ve yazılı basının her şeyi futbola endekslemesi bunun en tipik örneğidir.Japonların sumosu gibi temennimiz bu güzelim güreşimizin Ata ecdad yadigarı olarak nesiller boyu sürdürülmesi yaşatılması ve dünyaya tanıtılmasının sağlanmasıdır.

KAYNAKÇA .
Geleneksel spor dalları federasyonu…
Enver KESKİN "ABA GÜREŞLERİ" 1978 Ankara
***Selli Hasan (Canlı Kaynak eski Aba ustası)
***Osman Mehmet (Canlı kaynak eski aba ustası
***Kekeç halil 'Canlı kaynak eski aba ustası. Gaziantep - Nizip-Kilis-Oğuzeli


Kısa Şalvar Güreşimiz

Genellikle Kahraman Maraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedir.Şalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdür.Kısa şalvar adından da anlaşılacağı gibi keçi yününden yapılır.Şalvarın ağız kısmına kösele deri dikilir.Bağı ise kalın örme ipten yapılır.Kısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilir.Kahraman Maraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanılagelmiştir.Yapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş'ın Bertiz , Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır.

ŞALVAR GÜREŞİNDE TEKNİK UYGULAMA

1-Kısa şalvar güreşinde tüm teknikler ayakta yapılır
2-Rakip alta düştüğü anda bir tek hamle şansı verilir.Bu hamlede sonuç olmaz ise genelde ayağa kaldırılır.
3-Dengenin son derece önemli olduğu güreş sporunda Ayakta muazzam bir denge unsuru oluşturan kısa şalvar güreşleri ata sporumuza bir çok şampiyonunun kazandırılmasında bir hayli büyük yararları olmuştur

KAHRAMANMARAŞ'TA YAPILAN KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE UYGULANAN TEKNİKLER

1-YANBAŞI
2-İÇ ÇANGAL
3-DIŞ ÇANGAL
4-BAĞDA
5-TIRPAN
6-DOMUZ TOPU
7-DÖŞ ÇANGALI
8-ALDANGAÇ
9-KÜNDE (ŞARK VE BEL KÜNDESİ)
10-DİLKİDEN ATMA
11-YAN BAĞDA
12-DİLKİ ÇANĞALI
Yöresel şive ile adlandırılan bu teknikler hala daha yapılagelmektedir.Bilhassa Ayakta yapılan güreşlerde çangal fonksiyonunun ne kadar sonuca gidici bir hadise olduğu bilinmektedir.Türk güreş tarihinde Çangalın yaygınlaşmasında Bilhassa Bekir Büke ismi ön plana çıkmaktadır.Türk güreşinde
Maraş çangalı diye bilinen çangalın mücitlerindendir.İzlemiş olduğumuz bir çok güreşlerde bir güreşçi çangal attığı zaman "AHADA MARAŞ" DİYE ESPRÜTEL bir şekilde güreşimize yerleşmesine sebebiyet vermiştir.

KISA ŞALVAR GÜREŞİNİN YAPILDIĞI ZEMİN

1-YUMUŞAK ELENMİŞ KUM ZEMİN
2-ÇELTİK KABUĞU YERE SERİLEREK ÜZERİNDE YAPILIR
3-ÇİM ZEMİN
4-KAR ÜSTÜNDE
5-Genelde açık alanda yapılan bu önemli güreşlerimiz için 1970-2001 dönemini hatırlamaktayım.Genelde Kahraman Maraş Merkez -İlçelerden
Afşin-Elbistan-Türkoğlu-Pazarcık-Göksun-Andırın-Çağlayancediü
Kasabalardan İse :Çardak-Arıtaş Altın elma ve ismini sayamadığımız birçok köyünde yıllarca kısa şalvar güreşleri yapılagelmiştir.Kısa şalvar güreşinden uzun pırpıt güreşine geçiş intibakı bir hayli zor olmuştur.Halk yüksek risk içeren teknikleri ve bilhassa güreşte heyecanlı sahneleri sevdiğinden karakucak güreşlerine geçilip rakip alta düştüğü zaman çok tepki göstermişlerdir.Seyirciler hep bir ağızdan kaldır diyerek hakeme tepki göstermişlerdir.Fakat zamanla bu güzel anane kaybolmaya yüz tutmuş ve şimdilerde ise sadece K.Maraş merkez Bertiz ve baydemirli dışında hiç bir yerde malesef yapılmamaktadır.Tarihi miras olan ve güreşimizin alt yapısına büyük fayda sağlayan böylesine önemli bu güreşlerin yaşatılması için mutlaka yetkililerin çaba sarfetmeleri teşvik unsurları ortaya koymaları ve en azından ananenin kaybolmaması için girişimlerde bulunmaları şarttır.

Kaynak:
Geleneksel spor dalları federasyonu.

Kuraş

Özbek halkının geleneksel güreş türleri 3500 yıl öncesine dayanan dönemi kapsamaktadır. “Kuraş” sözcüğü Özbekçe’den tercüme edildiğinde “Güreş” anlamına gelmektedir. Kuraş ile mücadele ve toplumsal spor olarak çoğu eski doğu literatür kaynaklarında karşılaşmak mümkündür. Bin yıl önce ortaya çıkan “Alpomış” Destanında bile “Kuraş” en sevilen ve saygıyla karşılanan, ayrıca söz konusu dönemlerde Özbekistan’ın tarihi topraklarında yaygın olan bir spor türü olarak ifade edilmektedir.
Çoğu eski ve orta çağ filozof ve tarihçileri kendi el yazmaları ve kitaplarında “Kuraş”dan bahsetmektedir. Doğunun büyük alimi ve fikir adamı İbni Sina, “Kuraş”ın vücudu ve ruhu desteklemenin en iyi yöntemlerinden biri olduğunu yazmıştır. Ancak Kuraş’ın ilk olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili net bir bilgi şu ana kadar yoktur. Buna rağmen, Kuraş’ın en eski güreş türlerinden olduğunu birçok uzman desteklemektedir.
Milattan sonra IX. yüzyılda Kuraş’ın yeni gelişme aşaması başladı. O dönemlerde günümüzün Özbekistan Bölgesine yerleşen insanlar tarafından bayram ve düğün gibi büyük toplumsal olaylar düzenlendiğinde eğlence türü olarak Kuraş kullanılmıştır. Sonradan Kuraş normal eğlenceden bağımsız bir spor türü ve fiziksel hazırlık yöntemlerinden birine dönüşmüştür.
XII. yüzyılda yaşamış Pehlivan Mahmud gibi büyük güçlü güreşçilerin isimleri halk içinde efsaneye dönüşmüştür. Günümüze kadar Hivada yerleşen mezarı kutsal yer olarak kabul edilmekte ve çoğu ibadet edenleri kendisine çekmektedir. XIV. yüzyılda tüm insan tarihinde tanınmış başkomutan ve devlet erbabı Amir Temur, kendi askerlerini fiziksel yeteneklerini geliştirmeleri için “Kuraş”ı kullanmıştır. Bilindiği gibi, Amir Temur’un ordusu o dönemin yenilmez ve dünyanın en güçlü ordusu olmuştur.
Yıllar geçti ve “Kuraş” günümüzün Özbekistan bölgesinde yerleşen halkın en sevdiği ve önem verdiği geleneklerinden biri haline gelmiştir. Kuraş, Özbek’lerin kanında vardır dersek de hata yapmış olmayız. Çocuklar, bu güreş türüne olan sevgiyi babalarından miras almaktadır. Günümüzde sadece Özbekistan’da iki Milyona yakın kişi “Kuraş” ile uğraşmaktadır. Ayrıca bu güreş türünün meraklısı ve takipçilerinin sayısını belirlemek zorlaşmıştır.
1980’li yılların başında Kuraş’ın meşhur Özbek ustası, Judo ve Sambo, ayrıca Kuraş’ın gelişmesinde öncülük eden Kamil Yusupov, Kuraş’ın uluslararası standartlara uygun olacak yeni evrensel kuralların hazırlanması amacıyla miras olan Özbek güreşi öğrenilmesi konusunda araştırmayı başlatmıştır. 90’lı yılların başında bu zor araştırmayı tamamlamıştır ve Özbek Kuraş’ını dünya arenasına çıkarmayı hedeflemiştir. İlk başta kendisi tarafından hazırlanan Kuraş kurallarını uzman ve sevenler arasında kamu görüşüne havale etmiştir. Yeni kurallar, uluslararası spor standartlarına uygun olacak üniforma, güreş yapılacak yer, güreş süresi ve kostüm iyi yönlerini kapsayan Özbek güreş kurallarını birleştirmiştir.
Kuraş kurallarının önemli bir üstünlüklerinden biri de yatık durumunda, yani parter olarak güreş yapmanın yasak olmasıdır. Güreşçilerin birisinin dizi yere deydiği zaman hakem güreşi durdurur ve güreşçilerin ilk pozisyonu almasını sağlar. Bu durum Kuraş’ın spor seyircileri açısından dinamik, hızlı ve ilginç olmasını sağlamaktadır. Bunun dışında Kuraş kuralları bel kemerinin aşağı kısmında tutulması, ayrıca diğer tüm acı veren ve boğucu hareketleri kesin olarak yasaklamaktadır. Bu ise sporcuların sakatlanma oranını en aza indiren Kuraş’ı güvenli bir güreş türü yapmaktadır

Kuraş’ın yeni dönemi eski Sovyet cumhuriyetleri içinde Özbekistan’ın ilk olarak bağımsızlığı ilan ettiği 1991 yılında başladı. Ülke Hükümeti, 70 yıllık totaliter rejiminde engellenen ulusal değerleri ve Özbek halkının gelenekleri yeniden yaşatmak hedefini koydu. Milli güreş türü Kuraş’ın yeniden hayata geçirilmesi konusu öncelikli hedeflerden biri oldu. Kuraş’ı modern uluslararası bir spor olması ve o¬nun Olimpiyat Oyunları kapsamına dahil edilmesi önemli amaçlardan biri olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov’un desteğiyle bu Özbek güreşinin uluslararası kapsamda bir takımın faal grup üyeleri aracılığıyla geliştirme çalışmaları başladı. Bu grup tarafından büyük bir başarılara imza atılmış ve Özbekistan’ın çeşitli bölgelerinde bir kaç büyük turnuvalar düzenlenmiştir. Ülkenin her köşesinden binden fazla güreşçi bu turnuvalara katılma isteğinde bulunmuştur. Milyonlarca meraklı seyirci güreş keyfini tatmak için ülkenin tüm stadyumlarını doldurdu.
Kuraş’çıların faaliyetleri sadece Özbekistan bölgesiyle sınırlı kalmamıştır. 1992 yıldan başlayarak bu grup tarafından Türkiye, Güney Kore, Kanada, Japonya, Hindistan, ABD, Monako ve Rusya gibi resmi spor forumlarında Özbek güreşinin uluslararası platformda bir kaç defa sunumu yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Eylül 1998 tarihinde Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te düzenlenen ilk uluslararası Kuraş turnuvasına dünyanın 30 ülkesinin katılımı sağlanmıştır. Turnuva büyük bir ilgiyle karşılandı. Taşkent merkezinde yerleşen ve 30 bin kişi kapasiteli açık stadyum tamamen doldu. Özbekistan’daki ve dışındaki milyonlarca kişi TV aracılığıyla turnuva gidiş hattını izlemiştir. Cumhurbaşkanlığı Ödülü için düzenlenen 1.Uluslararası Turnuva büyük başarıyla geçti. Meşhur Türk güreşçi Salim Tataroğlu turnuvada galip oldu.
1.Uluslararası Turnuvanın düzenlenmesi yeni bir tarihi bir olaya neden oldu. 6 Eylül 1998 tarihinde Avrupa, Asya ve Amerika gibi 28 ülke temsilcilikleri uluslararası arenada Özbek güreşini temsil eden Uluslararası Kuraş Birliği adıyla (kısaca UKB) resmi bir organın oluşmasını sağladı. Bu organın ilk kurultayında uluslararası Kuraş kurallarını kabul eden ve UKB yönetim kurulunu belirleyen (İcra Komitesi) yeni uluslararası spor organizasyonun tüzüğü o¬naylandı. Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov, Kuraş’ın uluslararası arenada gelişmesinde önemli gayretler gösteren birisi olarak tam oyla UKB’nin “Onur Başkanı” görevine seçildi. İcra Komitesinde 15 üye olup, UKB kurultayında oy çoğunluğu alma yoluyla dört yıllık süre için tekrar seçilebilme hakkı saklı kalmak koşuluyla seçilmektedir.
1999 yılının Mayıs başlarında Taşkent yeni bir olayın şahidi oldu – Avrupa, Asya, Afrika, Doğu ve Güney Amerika gibi beş farklı kıtanın 48 ülkesinden gelen güreşçilerin katılımıyla I. Dünya Kuraş Şampiyonası düzenlendi. Özbek Devleti Başkanı ve UKB’nin o¬nur Başkanı İslam Karimov, bu şampiyonanın açılış konuşmasında Özbek Kuraş’ı Özbek halkının kendine özgü ruhi ve karakterini, özellikle kendi rakibine göre cesur, kararlı ve merhametli, adil, dürüst ve insani olmayı benimseyen özelliklerini kapsadığını ifade etti. Bununla beraber sözü geçen özellikleri kapsayan bu spor türünün tüm dünyanın desteğini ve sempatisini kazanma şansının çok yüksek olduğunu vurguladı.
Günümüzde Kuraş, hemen hemen tüm dünya tarafından kabul görmüştür. Bolivya, Kanada, ABD ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Hollanda, Türkiye, Rusya ve Japonya’ya kadardır. Şu anda UKB, beş kıta Federasyonu ve 70’den fazla Asya, Avrupa, Amerika, Okean ve Afrika Kuraş Milli Federasyon’larını tek çatı altında birleştirmektedir. Gün geçtikçe uluslararası spor organizasyonu olarak UKB’nin itibarı artmaktadır. UKB Başkanı ve diğer İcra Komitesi üyelerin çeşitli uluslararası spor kurumları ve teşkilatların yöneticilerle olan buluşması ve görüşmeleri bunun kanıtıdır.
Kuraş, en eski güreş türü olarak bilinir. Aynı zamanda hiç kuşkusuz ki, bu kadar eski tarihi sahip olmasına rağmen dünya arenasında en genç spor türüdür. Kuraş, 1998 yılında uluslararası arenada kendi yoluna başladı. Kolay ve kısa olmayan bir yoldur. Baştan itibaren bu yolun hedefi net olarak belirlenmiştir. Yani, Özbek Kuraş’ının uluslararası bir spor dalı olmasını sağlamaktır.

Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Kılıç sporları

Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır.Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardır.Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir.Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi.Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler,yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir.Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı.Her bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu.Türkler,kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır.Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır.Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek,yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor,kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu.Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu.Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır.Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir.
M.Ö. 23-24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır.Bir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdi.Uzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Tarihçi lofyor.”Türkler(kılıç,acemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)der.kılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanır.İşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir.
Ayrıca tarihi belgelerde Alparslan’ın yönettiği ani saldırılarda her Türk askerinin biri elinde,biri belinde,biride ağzında olmak üzere üç kılıcı olduğu belirtilir.Savaş dışında ise kılıç bir egemenlik sembolü olarak kullanılıyordu.
Kılıç;kabza,korkuluk ve namlu diye adlandırılan üç bölümden oluşmaktadır.
Kabza: Ağaç,boynuz,kemik yada madeni maddelerden yapılırdı.kabzanın süslü olmasına her dönemde ayrı bir özen gösterilirdi.
Korkuluk: Kılıcı kullanan kişinin elini bir darbeye karşı koruyan bölümdür.
Namlu ise: Kılıcın madeni bölümüdür.Türk kılıçlarının namluları eğridir.Eğri namlular darbede daha büyük yara açtıkları için delici kılıçlardan daha öldürücüdür.Bazı kılıçlarda iki yanları keskin,ucu sivri,düz yada yuvarlak olan namlu türleri de vardır.Namlunun keskin kenarına kılıç ağzı yada kılıç yalmağı denir.Kılıçlar kullanılmadıkları zaman “kın” denilen bir kılıfta korunur ve taşınır.Kın önceden madenden yada tahtadan yapılırdı.Kının üst tarafında bele bağlanmasını sağlayacak olan bölüm vardır.
Eski Türklerde kılıç yapımı ustalığı yanı sıra,kılıç üzerine ve kınına yapılan işlemecilikte büyük bir sanata dönüşmüştür.Kılıçların kınları ilk dönemlerden beri hayvan,bitki türündeki motiflere göre süslenirdi.Kılıçların üzerine de özellikle kabza bölümlerine;kaç yılında,hangi amaçla,kimin tarafından yapıldığı kazınarak işlenirdi.İslam dininin kabulünden sonra kılıçlar üzerine ayet,hadis ya da bazı mısralar işlemekte bir gelenek olarak benimsenmiştir.
11.Yüzyılda yazılan Kaşgarlı Mahmud un eserinde; demir maddesinde şu açıklamalar vardır; Kırgızlar Yabanku,Kıpçaklar ve öteki Türk boyları yemin edecekleri zaman demirden yapılmış kılıcı kınından çıkarırlar önlerine enine koyar “Bu kök girsin,kızıl çıksın” diyerek yemin ederlerdi.Bunun anlamı sözümde durmasam bu kılıç temiz girsin vücudumdan kanlı çıksın biçiminde idi.Bu suretle ”Demir intikamını alsın” demekti.
Eski Türklerde daha 5-6 yaşındaki çocuklar ellerine verilen tahtadan yapılmış kılıçlarla bu uğraşa hazırlanırdı.Daha sonra iki çocuk bu tahta kılıçlarla birbirlerinin karşısında beceri edinirlerdi.Eski kaynaklara göre Türkler eğri ve tek yüzlü bir savaş aracı olarak kullandıkları kılıçları ile ilgili düzenlenen oyunlara büyük önem verirlerdi.Kılıçla ilgili becerilerini artırmak,sergileyebilmek için sık,sık gösteri düzenlenirdi.Bu kılıç oyunları yıl dönümlerinde ve büyük törenlerde yakılan ateşin çevresinde,müzik eşliğinde ritmik hareketlerle yapılırdı.Bu oyunlar ve benzeri akrobatik hareketlerin Türk efsanelerinde, destanlarında geçmesi bunların tarihin derinliklerinden indiğini anlatır.
Kılıç-kalkan oyunu bir dini inançtan oluşmuştur.Bu gösteri ilkbaharda yeniden ateş yakmak amacı ile yeni yılın başında yapılırdı.Bundan yeni yılın ürünü için bir sonuç çıkarılırdı.
İki düşman kabile arasındaki iddialı gösterilerde öldürme koşulu vardı.Düğün ve bayram gibi özel günlerdeki gösterilerde ise oyuncular birbirlerini yaralamaktan kaçınırlardı.Ancak oyunun aşırı heyecan ile yinede ölenler olabilirdi.
Türkler çok iyi kullandıkları kılıçlarına kutsal bir değer kazandırmışlardır.Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlı Türkleri de yeminlerini kılıç üzerine ederlerdi.Fatih Sultan Mehmet Bosna’daki Latin kilisesine tanıdığı ayrıcalığı doğrulamak için ”Kuşandığım kılıç hakkı için” diyerek güvence vermiştir.Yavuz Sultan Selim de Venediklilere ticaret ile ilgili olarak verdiği izni;”Kılıcım hakkı için” diyerek garanti etmiştir.
Kılıç yapımı için 3-5 kg ağırlığındaki kılıç yumurtası 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde oval biçimdeki bir çelik külçe dövülerek yapılırdı.Sonradan değişik formüllerle kılıca su verilirdi.Kılıca su verme işlemi başlı başına bir sanattı.Kılıç ustaları kendilerine özgü değişik su verme formülleri bulmuşlar ve bunları birbirlerinden büyük değer olarak gizlemişlerdir.Bu türde yapılan Türk kılıçları havaya atılan yaş pamuktan bir yumağı kolayca ikiye biçerdi.
Kaynak
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979

Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Yağlı güreş Yağlı güreş, geleneksel bir Türk sporudur. Güreşçiler vucutlarına yağ sürerek güreştikleri için bu şekilde adlandırılır. Er Meydanı denilen alanlarda yapılır.

Güreşçilerin vucutlarının yağlanması nedeni ile birbirlerini tutmaları zorlaştığından, büyük güç ve ustalık gerektiren bir spordur.

250px Yagli gures1

Tarihçe

Yağlı güreş Mısır kaynaklıdır. Deniz ticareti sayesinde Avrupa'ya, Balkanlar'a taşınmıştır. Özellikle bir düğün eğlencesi olarak, güreşçilerin büyük toprak sahipleri tarafından davet edilmeleriyle başlamıştır. Türklerin MÖ 4. yy.dan beri güreş yaptıkları bilinmektedir. İlkbahar aylarında doğanın canlanışı için yapılan kutlamalarda, evlenme merasimlerinde, zafer şölenlerinde hep güreş müsabakalari yapılırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nda karakucak ve yağlı güreşler yaygın olarak ve devletin kontrol ve himayesinde yapılmaktaydı. Birçok bölgede güreş tekkeleri kurulmuş, bunların başlarında şeyh denilen eski ve ünlü pehlivanlar görev almıştır.

Günümüzde de bu geleneğin bir uzantısı olarak organize edilen güreş etkinliklerinde, ağalık sistemi ile masrafları karşılayan bir kişi bulunur. Bu kişiler genellikle yörenin tanınmış ve varlıklı kişileridir.

Osmanlı padişahlarından Sultan 4. Murad ve Sultan Abdülaziz de bizzat güreş yaparak bu spora gösterdikleri önemi göstermişlerdir. Edirne Sarayiçi’nde yapılan 650 yıllık geçmişe sahip Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu sporun Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.

1996 yılında Geleneksel Spor Dalları Federasyonu kurulmuş ve yağlı güreş için önemli bir adım atılmıştır.

Pehlivan

Pehlivan sözcüğü Farsça'dır. Burhan-ı Katı'ya göre asıl anlamı; yürekli, cesur (şeci), yiğit (dili) ise de, zabit, vali, iri vücutlu ve doğru sözlü kimseye de pehlivan denilir. Bu nedenle yerine göre çeşitli zamanlarda farklı anlamlarda kullanılmıştır.

Selçuklular zamanında kahramanlık gösteren savaşçılara, üstün başarı kazanan atıcı, güreşçi, gürzcülere pehlivan denilse de, bu sıfat 16. yy. başlarında yalnız sporcular için kullanılmıştır. Pehlivan deyiminin bu anlamda kullanılışı Sultan II. Mahmut devrinin sonuna kadar sürmüştür.

Türkler, erkeği, kadını ve çocuğuyla güreş sever; ruhlarındaki savaşçı duyguların da etkisiyile güreşçiye saygı duyar ve pehlivanlara ayrıcalık tanırlar. Güreşçiye karşı duyulan sevgi ve saygı, pehlivanların güçlü kuvvetli, vücut yapısı ve adaleleri gelişmiş, sağlıklı görünümlü insanlar olmasından kaynaklanır. Pehlivanların kahraman, yiğit, doğru ve mert, 'eline, beline ve diline sahip' insanlar olduğu düşünülür.

Osmanlılar zamanında saray dışında yapılan güreş müsabakaları; panayırlarda, düğünlerde, bir hayır kurumu yararına veya bu işi meslek edinmiş kişilerin özel yer ve salonlarında yapılırdı. Ayrıca düğün ve Ramazan güreşleri adı altında düzenlenen etkinlikler de yapılmıştır.

Sıkletler (Boylar)


Kırkpınar başta olmak üzere, büyük çaplı yağlı güreş müsabakalarında boylar şu şekilde düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Küçük Boy
Deste Orta Boy
Deste Büyük Boy
Küçük Orta Küçük Boy
Küçük Orta Büyük Boy
Küçük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu


Güreşçi sayısının daha az olduğu mahalli yağlı güreş etkinliklerinde ise boylar aşağıdaki gibi düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Boyu
Küçük Orta Boy
Büyük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu


Önemli pehlivanlar

Kurtdereli Mehmet Pehlivan
(Gaddar) Kel Aliço
Molla İzzet
Koca Yusuf
Adalı Halil
Nakkaş Eyüp
Kızılcıklı Mahmut
Mehmet Ali Yağcı
Ahmet Taşçı
Nizamettin Akbaş
(BABAESKİLİ nazmi UZUN

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

aga acaba bana ata sporlarımızın oynandığı arenaların adını ve kabul edildiği tarihin açıklamasını söler misin ltfnn

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Aralık 2009       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

geleneksel sporlarimiz


geleneksel sporlarımız neler

Benzer Konular

22 Mart 2009 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2007 / Kral_Aslan Edebiyat tr
22 Aralık 2008 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Nisan 2007 / vain Taslak Konular
12 Şubat 2012 / fantaalp Soru-Cevap