Arama

Modern Türkiye'nin kuruluş sürecinde toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesi nasıldır?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 25 Şubat 2009 Gösterim: 20.795 Cevap: 4
yılmaz mutlu - avatarı
yılmaz mutlu
Ziyaretçi
24 Şubat 2009       Mesaj #1
yılmaz mutlu - avatarı
Ziyaretçi
Modern Türkiyenin kuruluş sürecinde toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesi nasıldır?

bu konuyu arıyorum kaynak önermenizi rica ediyorum
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
d2 ata09Atatürk yalnızca askerlik alanında bir dahi ve karizmatik bir lider değil, aynı zamanda büyük bir devrimciydi. Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın önde gelen, çağdaş ülkelerinin düzeyine ulaşabilmesi ve kültürel açıdan gelişebilmesi için, toplumsal yapının da modernize edilmesi gerektiğinin farkındaydı. Atatürk bu amaçla, 1922 ile 1938 yılları arasında, toplumsal yaşamın her alanında kökten değişiklikler, devrimler gerçekleştirmiştir. Bunların bir bölümü siyaset, hukuk, ekonomi ve eğitim-kültür alanındadır; bir bölümü de doğrudan toplum yapısına yöneliktir. Toplumsal alanda yapılan devrimlerin başında hilafetin kaldırılması gelir.
Saltanatın kaldırılmasından ve son padişah Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılmasından sonra, TBMM’nin 18 Kasım 1922′de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmişti. Bu durumdan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslam ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üzerine, İslam dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir’deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924′teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924′t kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.
Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı Döneminde halkın giyimi modern dünyanınkinden farklıydı. Özellikle kadınların kıyafetleri oldukça ilkeldi. Erkekler bulundukları sınıfa göre çeşitli başlıklar takıyorlardı. Halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal, 25 Ağustos 1925′te Kastamonu’ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, “Buna şapka derler” diyerek halka şapkayı tanıttı. Bu konuşmasında “fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır” dedi. Bu gezide halkı başı açık olarak selâmladı. Şapkanın sağlık, ekonomi ve estetik açıdan önemini anlattı. Üç ay sonra, 25 Kasım 1925′te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı. Selâm yerine geçen yerden temennalar, eli göğsüne götürmek yoluyla yapılan işaretler kalktı. TBMM’de aynı dönemde toplantılara frak giyilerek başlandı. Meclis başkanı kürsüye frak ve başında silindir şapkayla çıktı. Bu kıyafet gelenek olarak meclis başkanlarınca sürdürüldü.
Çarşafın yasaklanmasıyla, Türk kadını toplumda hak ettiği saygınlığa kavuştu, böylece dinamik bir toplum yapısı kurulması yönünde önemli bir adım daha atılmış oldu. Kadınların giyim kuşamının yanında kadın hakları konusu da ilk ele alınan konulardan biriydi. 1930 yılında kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. 1934 yılında da seçme ve seçilme hakkı tanındı. Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanındı. Kabul edilen Medenî Kanun gereğince bundan böyle kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabileceklerdi. Tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında soyadı kullanmak zorunluluğu getirilmemişti. Bu yüzden çeşitli zorluklarla karşılaşılıyordu. Bu durum Medenî Kanun’un kabul edilmesinden sonra değişti. Uygar ülkelerde olduğu gibi kişilerin soyadı alması uygun görüldü. 21 Haziran 1934′te Soyadı Kanunu ile sorun çözüldü. Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadı verildi. Cumhuriyetin ilânından sonra Atatürk, yeni kurulan bir ülkede din kurumlarının da yeni baştan düzenlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Çünkü başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde Osmanlı siyasal yaşamında etkili rol oynamaya, çıkarları tehlikeye düştükçe halkı ayaklandırmaya yönelmişlerdi. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilânından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları nedeniyle bu alanda en kısa zamanda köklü değişikliklere gidilmesi gereği kendini gösterdi. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız” diyen Atatürk’ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925′te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı.Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti içinde hiçbir tarikat, tarikata mensup hiçbir şeyh ve derviş olamayacağını, bunlara mensup özel kisve ve unvanları kaldırdığını ilân etti. Ardından TBMM, 26 Aralık 1925 tarihinde batı ülkelerin kullandığı milâdî takvimi kabul etti. 1 Ocak 1926′dan başlayarak bu takvim kullanılmaya başlandı. Hafta tatili cumadan pazara alındı. Alaturka denilen yaz kış güneşin battığı anı 12 olarak gösteren saatin yerine, alafranga saat kabul edildi. 1931 yılında ağırlık ölçüsü olarak kullanılan okkanın yerine kilogram (kg) ve metre (m) sistemi kabul edildi. Böylece, ticaret ve ekonomide işler daha kolaylaşarak, ülkede tam bir ölçü düzeni sağlandı.


kaynak
Son düzenleyen BrookLyn; 25 Şubat 2009 01:18
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Toplumsal Yaşam Toplumsal Yaşam Cumhuriyet döneminde her türlü vakıf işleri Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmiş ve 1935 yılında yürürlüğe giren "Vakıflar Kanunu" ile vakıflar idaresinde köklü değişiklikler yapılmıştır. Tüzel kişiliği bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü bugün vakıf mallarını işletmek, mimari ve tarihi değer taşıyan vakıf eserlerini korumak ve vakıfları amaçları doğrultusunda desteklemekle görevlidir. Anadolu'daki tescilli 9289 adet abidevi eski vakıf eseri ile 62.000 civarındaki vakıf emlakı bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kontrolü altındadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bağlı Osmanlı döneminden kalan 334 mülhak (kendi yöneticileri tarafından idare edilen), 5700 civarında mazbut (Genel Müdürlük tarafından idare edilen) ve ayrıca Rum, Ermeni, Musevi vb. azınlıklar tarafından kurulmuş 162 Cemaat ve Esnaf vakfı bulunmaktadır. Genel Müdürlük ayrıca 1967 yılında 903 sayılı kanuna göre kurulan yeni vakıfların denetimini de yürütmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında vakıf sayısı oldukça azdır. Devletin teşvik politikası ve yapılan yasal düzenlemeler sayesinde sonraki yıllarda kurulan vakıf sayısında önemli bir artış gözlenmiştir. Bilhassa 1967 yılında Bakanlar Kurulu'na vakıflara vergi bağışıklığı tanıma yetkisinin verilmesi ve çeşitli vergi yasalarındaki düzenlemelerle vakıflara yapılan bağışların özendirilmesi bu kurumları ilgi odağı haline getirmiştir. Nitekim 1926-1967 döneminde yalnızca 72 olan vakıf sayısı bugün 4689'a ulaşmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Kuruluş amaçlarına göre çok fazla çeşitlilik gösteren vakıfların büyük bir bölümü sosyal yardım, eğitim ve sağlık amaçlıdır. Ayrıca son yıllarda bilim, teknoloji, araştırma, demokrasi, insan hakları, çevre koruma vb. konularda faaliyet gösteren vakıf sayısında da önemli artışlar olmuştur. Çağdaş Eğitim Vakfı, Türk Demokrasi Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Bedensel Engellileri Güçlendirme Vakfı, Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) bugün ülkede etkin faaliyetlerde bulunan vakıflardan bazılarıdır.
Dernekler
Türkiye'de her Türk vatandaşı önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir. Toplumun sosyo-ekonomik gelişmesinin ürünü olarak kabul edilen dernekler, Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle devletin özendirmesi ve önderliği altında kurulmuştur. Daha sonraları ekonomik alanda hareketliliğin artması, toplumsal ve kültürel alanda görülen gelişmeler sayesinde kişilerin gönüllü girişimleriyle kurulan dernekler ve üye sayılarında da önemli artışlar meydana gelmiştir. ülkede bugün spor, kültür, sağlık, sosyal yardım, kadın ve esnaf dernekleri gibi daha pek çok alanda faaliyet gösteren derneklerin sayısı 72.800 civarındadır. özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki derneklerin üye sayıları daha fazla olmakla beraber son yıllarda Anadolu'da faaliyet gösteren küçük çaplı derneklere olan ilgi de artmaktadır. Derneklerin gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü aidatlar ve bağışlar oluşturmakta, ayrıca yayın gelirleri ve piyango, konser, sergi vb. etkinliklerden toplanan gelirler de bulunmaktadır.

Vatandaş Girişimleri
ülkede belli amaçlar doğ- rultusunda biraraya gelen vatandaşlar çeşitli faaliyetlerde bulunmakta ve bazı platformlarda birleşmektedir. Demokratik toplum kuralları içerisinde, toplantı ve gösteri düzenleme özgürlüğü doğrultusunda toplumda varolan aksaklık- ların giderilmesi için biraraya gelen vatandaşlar, çoğu zaman yerel düzeyde bazen de ülke düzeyinde etkili bir söylem geliştirebilmektedir. Hükümetler toplum içerisinde varolan bu işbirlikçi ve yapıcı duyarlılığı desteklemekte ve gerekli tedbirleri almaya çalışmaktadır. Nitekim son yıllarda kadın hakları konusunda faaliyet gösteren ve seslerini duyuran Huzur Hareketi, 8 Mart Kadın Platformu, Perşembe Grubu gibi birçok girişim yaygınlık kazanmaktadır. Uyuşturucu ve alkolle mücadeleden, çevre koruma, aile koruma, güçlü ülke çağrısı ve taban oluşumu hareketi gibi çok değişik konularda birleşen ve bu konularda toplumda var olan sorunların giderilmesine çalışan vatandaşlar, ülkede sivil toplum bilincinin gelişmesine büyük katkıda bulunmaktadırlar.



kaynak

Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
ATATÜRK DEVRİMLERİ ve NEDENLERİ.... Modern Türkiye'nin kuruluş sürecinde toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesi nasıldır?

ATATÜRK DEVRİMLERİ

Siyasal devrimler

Toplumsal devrimler

Eğitim ve kültür alanındaki devrimler

Ekonomi Alanında Devrimler

Hukuksal devrimler


Atatürk'ün devrimlerinin Nedenleri

Atatürk'e göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesine çıkartmakdır.
Osmanlı Devleti'nin içte ve dışta saygınlığını yitirmiş, vatandaşın sorunlarını çözmekten uzak hale gelmiş, ekonomisi bozulmuştu. Büyük devletler, Osmanlı Devleti'ne verdikleri borçların karşılığı olarak, üretilen malların çoğuna el koymaktaydılar.
Birbiri ardı sıra yapılan savaşlar ve ayaklanmalar halkı bezdirmiş, toplum düzeni bozulmuştur. Vergiler adaletsizdi. Kanun karşısında kimseye eşit davranılmıyor ve halk gittikçe daha da fakirleşiyordu.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşından da yenik çıkınca, ülke diğer devletlerce işgale uğradı. Artık Osmanlı Devleti, fiilen çökmüş, sadece ismen varlığını devam ettirmekteydi. Padişah kendi canının ve tahtının kaygısına düşmüş, işgal devletleri ile işbirliği içerisindeydi. Vatanın ve milletin kurtarılması gerekiyordu. Bu da ancak yeni bir devlet ve rejimi kurarak yapılabilirdi.
Atatürk ve arkadaşları Türk Milletini bu durumdan kurtarmak için Kurtuluş Savaşını başlatmış, Samsun'a çıkışından sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaparak Anadolu'nun dört bir yanından gelen temsilciler ile birlikte vatanı kurtarmak için çalışmaya başlamışlardır. Sonunda 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM açılmış ve yeni bir Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş oldu. Bu yeni devlet içte padişah hükümetine, dışta işgalci düşmanlara karşı büyük bir mücadele başlattı. Vatan toprakları düşmandan temizlendi. Sonra da padişahlık yönetimi kaldırıldı. Yerine, akılcı, gerçekçi, ilerici bir yönetim kuruldu. Atatürk'ün yaptığı devrimlerle bugünkü çağdaş Türk toplum düzeni oluşmuş oldu.

SİYASAL DEVRİMLER

Saltanatın Kaldırılması
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin Kaldırılması


Saltanatın Kaldırılması

Dünyada saltanatların devrinin kapandığına dair yaygın kanı Türk kamuoyunu da etkilemiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda sırasıyla Rus Çarlığı (1917), Avusturya-Macaristan ve Alman İmparatorluk hanedanları (1918) ihtilallerle devrilmiştir.
Nihayet İstanbul'daki padişah hükümeti ile Ankara'da Mustafa Kemal önderliğindeki Ulusal Hareket arasında 1919'dan beri tırmanan mücadele ikincisinin zaferi ile sonuçlanmıştır. Bu aşamada Ankara'da yaygın olan görüşlerden biri Vahidettin'i tahttan indirip yeni bir padişah seçmek yönünde iken, Mustafa Kemal'in güçlü müdahalesi sonucunda padişahlığın kökten kaldırılması yoluna gidilmiştir

Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)

23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılışı ile milli egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştu. Ancak Kurtuluş Savaşı devam ederken, milli birlik ve beraberliğin bozulmaması için rejimin adı konulmamıştı.
Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Hükümetinin dayandığı prensipler demokratikti ama bir taraftan da adı "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" idi. Kendisi bir hükümet olan TBMM'nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümeti yönetecek bir başbakanının bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. Bu şekil demokrasi idarelerinden hiç birine benzemiyordu.
Bazı yabancı ülkeler, Lozan Antlaşmasını imzalamak ve onaylamak için yeni devlet rejiminin daha açık bir şekilde belirlenmesini istiyorlardı. Devlet Başkanlığı görevini, o güne kadar, TBMM başkanı olan Mustafa Kemal Paşa yürütmüştü. Yeni devletin şeklinin belirlenip başkanının da seçilmesi gerekiyordu.


Halifeliğin Kaldırılması

Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924), son olarak Osmanlı Hanedanı elinde bulunan halifelik sıfatının, Türkiye Cumhuriyeti tarafından kaldırılması olayıdır.
Devletin laikleştirilmesi yolunda yapılmış siyasi bir devrimdirHalife sözcüğü Arapça kökenli olup Peygamber'in dünya işlerine vekaletini anlatır. Hilafet (veya Halifelik), İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte halifelik Osmanlı Devleti'ne taşınmıştı. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti dini esaslarla yani şeriatla idare edilmeye başladı.
Saltanatın kaldırılmasından ve VI. Mehmet'in (Padişah Vahdettin) İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye, bazı İslam ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üstüne, İslam dünyası'nın siyasi bir önderi gibi davranmaya başlamıştı.
Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdıHilafet yürürlükte kalsın saltanat kaldırılsın iddasını savunanlara karşı Mustafa Kemal, hilafet kalırsa bir gün saltanatın dirilme ihtimalinin olduğunu söyleyecekti.

TOPLUMSAL DEVRİMLER

Seçme ve Seçilme Hakkı
Şapka Kanunu
Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması
Soyadı Kanunu
Lakap ve Ünvanların kaldırılması
Uluslararası Ölçülerin Kabulü

Kadınların seçme ve seçilme Hakkı
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, 1926 - 1934 yılları arasında gerçekleştirilen Atatürk Devrimlerinin bir kısmı, kadınların sosyal ve kültürel alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında, toplumsal yaşamda ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olmasını hedeflemiştir.
Bu konuda yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti'nde toplumsal alanda yapılan en önemli yeniliklerdendir ve birçok Avrupa ülkesinden daha önce gerçekleştirilmiştir. Fransa ve İtalya’da kadınlara 1946’da, İsviçre’de ise 1971’de seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Atatürk'ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930'da belediye seçimlerinde seçme, 1933'te çıkarılan Köy Kanunu'yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934'te Anayasa'da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme hakları tanınmıştır.
Eski Türk Devletlerinde kadınlar aile hayatında, mirasta, devlet yönetiminde hak sahibiydiler. Osmanlı Devleti’nde ise İslamiyet'in de etkisiyle kadınlar birçok sosyal, kültürel ve siyasi haktan mahrumdu. Örneğin; nüfus sayımında toplama dahil edilmiyorlardı, aile hayatında haremlik-selamlık vardı, yüzlerini peçeyle örtmek kanunlar nedeniyle zaruriydi, evlenme, boşanma ve miras işlerinde ikinci plandaydılar ve devlet memuru olamıyorlardı.
Çağdaş, demokratik ve laik bir Türk toplumunu hedefleyen başta Mustafa Kemal Atatürk, dönemin hükümetleri ve TBMM, kadınların insan haklarından eşit olarak yararlanması için gerekli düzenlemeleri yapmışlardır.


ŞAPKA DEVRİMİ
Şapka kanunu yoluyla halk, psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı. Muhtemelen şapka kanunu, tepkileri ölçecek bir barometre işlevi görecek, bu sayede toplumun reformlara tahammül sınırı ölçülerek, reformların çapı ve düzeyi tespit edilecekti. Kıyafet, kendi başına insan davranışına da etki edebilirdi. Kıyafetin taşıdığı sembolün anlamı insanın psikolojisine etki ederek onu yönlendirebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Reformcu devlet adamlarının bakış açısından mistisizmle ve kadercilikle özdeşleşmiş doğu kıyafetleri giyen bir toplumun, o kıyafetleri giydiği sürece, kendisiyle özdeşleşen ruh halini terk etmesi mümkün olmazdı. Batının ruh halini ve davranış biçimini benimsemenin yollarından biri, batı insanının psikolojisini temsil eden giysileri giymekti. Atatürk’ün şapka devrimini yapmaktaki maksadını şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Bayların ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen ‘fes’i atarak onun yerine, bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu.” Cumhuriyet reformlarıyla gelen şapka ve kravat, moda unsuru olmanın ötesinde; dinsel, etnik ve toplumsal (kentli-köylü) farklılıkları eritip ortadan kaldıran bir nitelik kazanmış ve devlete sadakati gösteren bir laiklik üniforması haline gelmiştir.

TEKKE, ZAVİYE VE TARİKATLARIN KAPATILMASI


Osmanlı toplum ve eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuştu Milliyetçilik ideolojisini benimseyen, Türk milletini "ileri" bir millet yapma hedefini batı uygarlığına uyum sağlayarak gerçekleştirmeyi amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti için tekke, zaviye, türbe ve tarikat gibi İslam medeniyetine ait kurumların kaldırılması gerekiyordu. Atatürk, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta türbedarlıkların, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılacağının ve tarikatların kaldırılacağının işaretini verdi: “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

SOYADI KANUNU

Cumhuriyet öncesi Türk toplumunda ailelerin dinî, sosyal, ailevî ve asalet kaynaklı lakaplar taşımaları, gerek insanlar arasında ayırıma yol açmakta, gerekse toplumsal ilişkilerde (nüfus işlemleri, askerlik vb.) karışıklıklara neden olmaktaydı. Bu durum, cumhuriyetin millî sınırlar içinde tüm insanları eşit kabul etme mantığıyla bağdaşmıyordu. Dolayısıyla hızla modernleşen Türk toplumunda böyle bir bölünmüşlüğe yer verilmemeliydi. Bu gaye ile 21 Haziran 1934’te “Soyadı Kanunu” kabul edilmiştir.


Lâkap ve Unvanların Kaldırılması


Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar.

Uluslararası Ölçülerin Kabulü

Osmanlı Devleti'nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa devletlerinde kullanılanlardan farklıydı. Bu durum, sosyal, ticarî ve resmî ilişkileri zorlaştırıyor, bazı karışıklıklara sebep oluyordu. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde bu farklılığı gidermek için bazı çalışmalar yapıldı. Fakat yeterli değildi. Cumhuriyetin ilânından sonra bu zorluklan ortadan kaldırmak için çalışmalara başlandı. Önce 26 Aralık 1925'te çıkarılan bir kanunla, o zamana kadar kullanılmakta olan, Hicrî ve Rumî takvimlerin yerine Milâdî takvim kabul edildi, 1 Ocak 1926'dan itibaren de kullanılmaya başlandı. Böylece devlet işlerinde karışıklık önlendi. Takvimdeki bu değişikliğin yanında, alaturka denilen, güneşin batışına göre ayarlanan saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edildi. Batıdan alınan zaman ölçüsü ile bir gün 24 saate bölünüp, günlük hayat düzene sokuldu. 1928 yılında yapılan bir değişiklikle milletlerarası rakamlar kabul edildi. 1931'de kabul edilen bir kanunla eski ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirildi. Eskiden kullanılan arşın, endaze, okka gibi ölçü birimleri kaldırıldı. Bunların yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi. Uzunluk ve ağırlık ölçülerinde yapılan bu değişikliklerle ülkede ölçü birliği sağlandı. Bu yeniliklerin yanında millî bayramlar ve tatil günleri de yeniden düzenlendi. 1935'te çıkarılan bir kanunla, cuma günü olan hafta tatili değiştirilip, cumartesi öğleden sonra ve pazar günü hafta tatili olarak kabul edildi.



kaynak
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Toplumsal Yaşamın Laikleştirilmesi




Devlet ve hukuk düzeni laikleşirken toplumsal yaşayışın ve günlük hayatında laikleşmesi gereklidir. Dinin toplumsal kurumlarının ve görüntülerinin bir kısmının ortadan kaldırılması, toplumu Arap-Doğu kültüründen uzaklaştırıp, Batı kültürüne yakınlaştırabilmek, laik düzen ve yaşayışı sağlayabilmek ve eşitli k esasına dayalı vatandaş kavramının yerleştirilmesini sağlayabilmek için toplumsal alanda da devrimler gerçekleştirilmiştir.
Tekke, Zaviye Ve Türbelerin Kapatılması
Osmanlı İmparatorluğu’nda, Müslüman halkı dinsel konularda bilgilendirmek ve kendi anlayışları doğrultusunda Tanrı’ya ulaşma yollarını göstermek amacıyla kurulmuş tarikat adı verilen kurumlar vardı. Tarikatlar etkinliklerini asitane, tekke, dergah, han kah, zaviye adı verilen ve her tarikata göre farklı özellikler taşıyan yapılarda sürdürürlerdi. Kuruluşunda dinsel ve felsefi konularda halkı olumlu yönde yönlendiren bu kurumlar, zaman içinde temel amaçlarından uzaklaşmışlardı. Önceleri üyelerine sevgi, hoşgörü, birlik tohumlarını aşılayan bu kurumlar; giderek kendi savundukları görüşlerin en doğru dinsel bilgileri oluşturduğunu savunmaya başladılar. Böylece, hoşgörünün sınırlarını daralttılar, başka tarikat üyeleri arasında kin ve düşmanlığa varan ayrılıklar yaratarak, birer parti merkezi ve bölücülük yuvası haline geldiler.
Bu kurumların çoğunda din, farklı yorumlanarak çalışmadan uzak bir yaşam benimsenerek, toplumun din duyguları sömürülerek, halkın sırtından geçinme yöntemi seçilmiş, bunlar birer dinsel, ekonomik ve siyasal çıkar merkezi haline gelmişti. Yapılan devrimlere karşı birer tepki yuvası haline dönüşmüştü. Şeyh Sait İsyanı’nda olduğu gibi siyasal etkinliği ele geçirmek için ayaklanmalar çıkartmışlar, karşı devrim sürecinin içinde yer almışlardır. Hükümet, girişilen devrimin toplumda kabul görmesi ve korunması için yalnız tekke ve zaviyelerin değil ölülerden yardım beklenen türbelerin de kapatılmasını da uygun görmüştü. Şeyh Sait İsyanı sonucunda 28 Haziran 1925’de ayaklanma bölgesindeki tarikatlar kapatılmıştı.
Aklı ve bilimi topluma rehber olarak seçen Atatürk 30 Ağustos 1925’de Kastamonu’da yaptığı bir konuşmada, ölüleri yardıma çağırmanın uygar bir toplum, ulus için yüz karası olduğunu, bilimin, teknolojinin uygarlık ışıkları günümüzde parlarken, şu ya da bu şeyhin yol göstermesiyle mutluluk aramanın ilkellik sayılması gerektiğini vurguladıktan sonra; “Ey ulus! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır..”

2 Eylül 1925’de Bakanlar Kurulu, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına ve din görevlilerinin kıyafetlerine ilişkin bir kararname yayınladı. Tekke, zaviye ve türbelerle ilgili yasaklama ve kapatma kararı, 30 Kasım 1925’de 677 sayılı yasa ile gerçekleşti. Bu kanunla kapatılmış olan tekke, zaviye ve türbeleri açanlar, yeniden kuranlar, tarikat töreni için yer verenler, yasaklanan kılık kıyafeti giyenler için 3 ay hapis ve 50 liradan az olmamak koşuluyla para cezası yaptırımı da getiriyordu. Aynı kanunla: şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması ve bunlara ait hizmetlerin de yapılması yasaklandı. Kanun bu yerele sahip olanların mülkiyet haklarına dokunmadığı gibi, cami, mescit olarak kullanılanların ise ibadet için açık tutulmasını öngörüyordu.
Bu kanun, kişi ile Tanrı arasına giren çıkarcıları ve vicdan istismarcılarını ortadan kaldıran, Türk toplumunu laik anlayışa yönelten önemli bir adım olmuştur. Atatürk, dini değil yalnızca çağdışı düşünüşü ortadan kaldırmak, vicdanları baskıdan, sömürülmekten kurtarmak, toplumu özgürleştirmek istemiştir. Atatürk, böylesi bir kararla halkın gündelik yaşamına kadar girmiş ve kökleri yüzyılların derinliklerinden gelen mistik doğulu anlayışa, devrimci bir atılımla son vermek istemiştir.
1 Mart 1950 günü 5566 sayılı yasa ile Türk büyüklerine ait olan veya büyük sanat değeri bulunan türbelerin açılmasına imkan verildi. Böylece Ertuğrul Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mimar Sinan gibi şahıslara ait türbeler açıldı.
kaynak
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2009       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
d2 ata09Atatürk yalnızca askerlik alanında bir dahi ve karizmatik bir lider değil, aynı zamanda büyük bir devrimciydi. Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın önde gelen, çağdaş ülkelerinin düzeyine ulaşabilmesi ve kültürel açıdan gelişebilmesi için, toplumsal yapının da modernize edilmesi gerektiğinin farkındaydı. Atatürk bu amaçla, 1922 ile 1938 yılları arasında, toplumsal yaşamın her alanında kökten değişiklikler, devrimler gerçekleştirmiştir. Bunların bir bölümü siyaset, hukuk, ekonomi ve eğitim-kültür alanındadır; bir bölümü de doğrudan toplum yapısına yöneliktir. Toplumsal alanda yapılan devrimlerin başında hilafetin kaldırılması gelir.
Saltanatın kaldırılmasından ve son padişah Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılmasından sonra, TBMM’nin 18 Kasım 1922′de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmişti. Bu durumdan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslam ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üzerine, İslam dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir’deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924′teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924′t kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.
Osmanlı Döneminde halkın giyimi modern dünyanınkinden farklıydı. Özellikle kadınların kıyafetleri oldukça ilkeldi. Erkekler bulundukları sınıfa göre çeşitli başlıklar takıyorlardı. Halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal, 25 Ağustos 1925′te Kastamonu’ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, “Buna şapka derler” diyerek halka şapkayı tanıttı. Bu konuşmasında “fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır” dedi. Bu gezide halkı başı açık olarak selâmladı. Şapkanın sağlık, ekonomi ve estetik açıdan önemini anlattı. Üç ay sonra, 25 Kasım 1925′te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı. Selâm yerine geçen yerden temennalar, eli göğsüne götürmek yoluyla yapılan işaretler kalktı. TBMM’de aynı dönemde toplantılara frak giyilerek başlandı. Meclis başkanı kürsüye frak ve başında silindir şapkayla çıktı. Bu kıyafet gelenek olarak meclis başkanlarınca sürdürüldü.
Çarşafın yasaklanmasıyla, Türk kadını toplumda hak ettiği saygınlığa kavuştu, böylece dinamik bir toplum yapısı kurulması yönünde önemli bir adım daha atılmış oldu. Kadınların giyim kuşamının yanında kadın hakları konusu da ilk ele alınan konulardan biriydi. 1930 yılında kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. 1934 yılında da seçme ve seçilme hakkı tanındı. Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanındı. Kabul edilen Medenî Kanun gereğince bundan böyle kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabileceklerdi. Tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında soyadı kullanmak zorunluluğu getirilmemişti. Bu yüzden çeşitli zorluklarla karşılaşılıyordu. Bu durum Medenî Kanun’un kabul edilmesinden sonra değişti. Uygar ülkelerde olduğu gibi kişilerin soyadı alması uygun görüldü. 21 Haziran 1934′te Soyadı Kanunu ile sorun çözüldü. Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadı verildi. Cumhuriyetin ilânından sonra Atatürk, yeni kurulan bir ülkede din kurumlarının da yeni baştan düzenlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Çünkü başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde Osmanlı siyasal yaşamında etkili rol oynamaya, çıkarları tehlikeye düştükçe halkı ayaklandırmaya yönelmişlerdi. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilânından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları nedeniyle bu alanda en kısa zamanda köklü değişikliklere gidilmesi gereği kendini gösterdi. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız” diyen Atatürk’ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925′te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı.Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti içinde hiçbir tarikat, tarikata mensup hiçbir şeyh ve derviş olamayacağını, bunlara mensup özel kisve ve unvanları kaldırdığını ilân etti. Ardından TBMM, 26 Aralık 1925 tarihinde batı ülkelerin kullandığı milâdî takvimi kabul etti. 1 Ocak 1926′dan başlayarak bu takvim kullanılmaya başlandı. Hafta tatili cumadan pazara alındı. Alaturka denilen yaz kış güneşin battığı anı 12 olarak gösteren saatin yerine, alafranga saat kabul edildi. 1931 yılında ağırlık ölçüsü olarak kullanılan okkanın yerine kilogram (kg) ve metre (m) sistemi kabul edildi. Böylece, ticaret ve ekonomide işler daha kolaylaşarak, ülkede tam bir ölçü düzeni sağlandı.


kaynak
Quo vadis?

Benzer Konular

18 Şubat 2016 / Cobrax Cevaplanmış
15 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
19 Nisan 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
9 Nisan 2012 / missie Soru-Cevap