Arama

Bilgi savları nasıl doğrulanabilir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 30 Aralık 2009 Gösterim: 4.037 Cevap: 2
980789798 - avatarı
980789798
Ziyaretçi
18 Mart 2009       Mesaj #1
980789798 - avatarı
Ziyaretçi
bilgi savları nasıl doğrulanabilir ?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
ÇOK DEĞERLİ BİLGİ KURAMLARI

Sponsorlu Baglantilar

Çok değerli bilgi kuramlarına geçiş üç aşamalı olmuştur. Önce anlamlar, sonra tutumlar ve en sonra da değerler çokluğu söz konusu olmuştur. Çok-anlamlılık önde geldiğinden, bu anlamlar topluca bölümlenerek dile getirilmiştir. Biz, burada sadece “bilme” ve “tanı bilgisi” hakkındaki anlamlarla yetineceğiz. Hemen belirtelim, “doğruluk” sözcüğü çok anlamlıdır. Artık bugün bilimsel olarak eğitilmiş hiç kimse tek ve her şeyi kapsayan bir doğruluktan söz etmiyor. Böyle bir kimse, doğaldır ki, akılsal doğruluk ve olgusal doğruluktan söz eder. Ama bu ifadeler Leibniz zamanı için yeterli olan ifadelerdi. Ne var ki bugün için yetersizdirler ve ancak iki alana işaret etmek üzere kullanılan sözcüklerdir. Bu iki alanın problemleri çok yönlü ve karmaşıktır.
Formelleştirilmiş dillerde (“mantık” gibi), örneğin semantik doğruluktan söz edilir. Semantik doğruluktan kastedilen şey, bir önermenin işlev özelliğidir. Doğru bir önerme, bağımsız değişkenleri içermesi halinde, bu değişkenlerin tüm değerleri için doğru olan önermedir. Böyle bir önerme Wittgenstein’dan beri totoloji adıyla anılıyor. Tarski, ünlü yazısı “Formelleştirilmiş Dillerde Doğruluk Kavramı”nda, bir mantıksal sistemin (L sisteminin) semantik doğruluğunu bir meta-dil içinde tanımlamayı denedi. Bu meta-dil, L hakkındaki formüller gibi, bunlar arasındaki sentaktik ilişkiler hakkındaki ifadeleri de içerirler. Ne var ki, böyle bir dil, belirli koşullar altında olanaklıdır. B.Russell, matematiksel doğruluğu sentaktik olarak adlandırır; yani bu doğruluk ona göre, matematiksel simgeler arasındaki formel ilişkilerle ilgilidir. Dedüktif bilimlerde bir önerme, sistemin aksiyomlarından zorunlu olarak çıkıyor ve bu sistem içinde bir yere oturtulabiliyorsa, doğrudur. Buna karşılık empirik bilimlerde bir önerme, ancak, gözlem ya da deneyle doğrulanabildiği sürece doğru olarak kabul edilir.

Doğrulama yöntemleri ise, bilimden bilime değişir. Pragmatizm, enstrümantalizm ya da operasyonalizmle birlikte, düşünce eyleme göre düzenlendiği için, bir önermenin doğruluğu onun kullanılabilirliği, yararlılığı ya da verimliliğiyle özdeştir. Burada her hangi bir kabul (tutum) kendisinden beklenen işlevi yerine getiriyorsa doğru olarak görülür; örneğin, biz bu kabulle sorun yaratan bir görünümü açıklayabiliyorsak, bu kabul doğrudur. Daha Kant, kurgucu bilmenin (kurgu bilgisinin) yeni bir doğruluk kavramını gerektirdiğini görmüştü. O, “transendental doğruluk” kavramını bu yüzden vurgular. Bu doğruluk, deneye yönelmiş kavramlar arasındaki genel ilişki içinde bulunur, yani empirik doğrulukla ilişkilidir. Jaspers, doğruluğun çeşitli formlarını kendi felsefesi içinde düzenlemeyi denedi. Ona göre, doğru, bir varoluş basamağında yaşamak için gerekli olan şeydir. Bilinç basamağında bu gereklilik hiçbir çelişki taşımaz; tin basamağında ise, idenin bütünlüğüne göre düzenleyici olur. Varoluş kişisel doğruluğa uyduğunda, onunla özdeşleşilir ve onun uğrunda yaşanır ya da ölünür. Çok değerli bilgi kuramı önünde henüz çözülmemiş bir görev vardır; bu da, doğruluk kavramının çeşitli anlamlarını elden geldiğince sağlam bir şekilde tanımlamak ve göreliliğe düşmemek için, bu anlam bağlamlarım açığa çıkarmaktır.
Çok değerli bir bilgi kuramı, ikinci olarak, bilginin bir çok konumları olduğunu kabul eder ve buna bağlı olarak bilgi kuramına yaklaşır. Paradoksal olarak şöyle denebilirdi: Ne bilgi, ne de bilgi kuramı diye bir şey vardır; tersine, sadece bilgiler ve bilgi kuramları vardır. Ama bu, ışığın renklere ayrılması örneğine göre şöyle açıklanabilir:
Işığın renklere ayrılması nasıl ki bir azlığı değil de çokluğu gösteriyorsa, kendi çok yönlülüğü içinde, kendi başına hiçbir konuma sahip olmayan bilginin de böyle bir çokluğu, zenginliği vardır. Şunu iyice vurgulamak gerekir alternatif bilgi kuramları vardır. Bu olguyu görmezlikten gelmek yanılgılara sürükler. Onu tanımak ise bir tolerans işidir. Locke’dan Prihard’a ve Price’a kadar uzanan klasik İngiliz bilgi kuramı, örneğin önemli ölçüde bir algı bilgisi kuramıydı. Locke için algı bizim tinimizin temel işlevidir ve tüm bilginin kaynağıdır. Locke, kuşkusuz “anlama” ile “algılama” (perceiving)’yı özdeşleştirir. O, algının üç türünü ayırır: 1. İdelerin algısı (örneğin, kırmızı ya da sarının algısı), 2. işaretlerin anlamının algısı (örneğin sözcüklerin algısı) ve 3. herhangi bir idenin uygunluğunun ya da uygunsuzluğunun algısı (örneğin, “kırmızı sarı değildir”). Hume, algı kavramını tinimizin temel akt’ı olarak daha da geliştirir. Tinin her akt’ı, ona göre algıdır. “Kızmak, sevmek, düşünmek, hissetmek, görmek: Bunlar algılama (perceive)’dan başka bir şey değildirler”. Ama algılama kuramları öylesine kurulurlar ki, kendilerine koydukları sınırları zorlamazlar. Buna karşılık Kantçı bilgi kuramı, bir kurgucu bilgi kuramıdır. Olgucu bir kuramcı gözüyle okunduğunda, Kant zorunlu olarak yanlış anlaşılır. Çünkü, onun “Kopernikus devrimi” de tam işte burada, yani algı bilgisinin (ki bu bilgi içinde nesnelere yönelinir) yerine bir kurgu bilgisi (ki bu bilgi içinde nesneye bilgiden kalkılarak yönelinir) koymasıdır. Kantçı, matematiksel bilgiyi kavram kurgusundan çıkan bir bilgi olarak tanımlar ve haklı olarak modern fiziğin kurgusal karakterini vurgular. Bu kurgu bilgisi, Alman düşüncesinde, bu düşüncenin tüm yönelimlerinde, yani kurgucu-spekülatif bir bilgi olarak, Leibniz’den Husserl’e ve Dingler’e kadar merkezcil bir rol oynar.
Son olarak, çok değerli bilgi kuramı, bilginin çeşitli niteliksel ve niceliksel değerlerini araştırmaktadır. Burada yeni araştırmalar için erişilmez genişlikte yeni bir alan açılmaktadır. Bu araştırmaların yönelim tarzları, yeni bir tutum olarak devrimcidir. Bu yeni tutum, günümüz biliminde ortaya çıkan köktenci değişimle sıkı bir ilişki içindedir. Burada ancak bununla ilgili olarak aşağıdaki noktalara değinmekle yetineceğiz: 1. Günümüz fiziğinde olduğu gibi, mikro fiziğin “olasılık önermeleri” nden makro fiziğin “zorunluluk önermeleri” ne, zorunluluğu olasılığın bir sınır durumu olarak görmekle geçilebilir ki, bununla bilgi kuramında “inanç önermeleri”nden yola çıkarak bunları “bilgi önermeleri”ne dönüştürme koşullarını araştırabiliriz. 2. İnanç, tinsel yaşamın temelidir. O sadece bilgi ve eylemle ilgili de değildir, tersine bir karardır ve bu nedenle salt istençten (Dingler) çıkar. Çünkü ancak belirli bir inanç tutumuna da yanılarak karar verilebilir. 3. Bu inanç hem kuramsal bilginin aksiyom, hipotez ve postulatlarında hem de empirik olguların yorumunda temelde yatan şeydir. Ne var ki, inanç, kabul, umut, olgu, deyiş, hipotez, olanak, olasılık ya da tutum gibi çok çeşitli kalıplar içinde, bu kalıplara sinmiş halde bulunabilir. İşte bu kalıpların iyice araştırılması gerekmektedir. 4. İnancın bu rolünden kalkarak, alternatif felsefelerin, mantıkların, matematiklerin, bilimlerin, dinlerin ve sanatların temelini oluşturan perspektiflerin çeşitliliği ortaya konabilir. 5. Tüm bu alanlarda inançtan bilgiye doğru bir geçiş, ne var ki, tek tek elden geçirilmesi gereken çok çeşitli kanallarla olur. Bu geçiş, ancak klasik olmayan mantıkların yardımıyla daha sağın biçimde formüle edilebilir; çünkü böyle bir mantık, “belki”, “olabilir”, “zorunlu”, vb. gibi nüanslarla çalışan bir mantıktır ve konuyu sağın ele almamızı da onun bu niteliği sağlayabilir. 6. Böylece aynı zamanda şimdiye kadarki bilgi kuramının bilen özneyi (süje) bilinen nesnenin (obje) karşısına koyan özne-nesne şeması, günümüz kuantum fiziğinin dayandığı şema ile sıkı bir ilişki içinde aşılabilir. 7. Bununla kuşkusuz bilginin alanı sınırlanmış oluyor. Çünkü bilgi belli bir inanç formu içerir. ‘Öyle ki, nesneleri oldukları gibi bilme savı anlamsızdır. Ama öbür yandan, bilginin alanını sınırsız olarak genişlemiş de buluruz.Bilgimizin sınırları, klasik bilgi kuramının sandığı gibi, hiç de genel ve a priori şeylerde takılıp kalmaz; tersine, ancak durumdan duruma değişen saptamaları gerektirir. Beş duyunun sınırlan uzunca bir süredir aşılmıştır. Psikoanaliz okulları bilincin sınırlarını zorlamaktadır; gizil (okkult) fenomenler artık ciddi araştırmaların konusu olmaya başlamıştır.
Mikroskop ve teleskopun yeni baştan geliştirilmeleri ile, gözlem alanı sınırsızca genişlemiştir. Yanıltıcı çıkarımlardan, yani bir dilin eleştirilmeden benimsenip kullanılmasından ötürü ortaya çıkan bu türlü yanıltıcı çıkarımlardan sakındığımız ve kendi kabullerimizi sert bir eleştiriye tabi tuttuğumuz takdirde, önümüzde bilgi olanaklarının sınırsız zenginliği öylesine
açılır ki, bizden önceki kuşaklardan hiçbiri böyle bir zenginliğe açık değillerdi. Günümüzde bilgi bir macera ve tehlikelerle dolu cesur bir atılımdır. Ama her yerde olduğu gibi, burada geçerli olan da şudur: Tehlikeyi göze alan kazanır.

kaynak
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Mart 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
ÇOK DEĞERLİ BİLGİ KURAMLARI

Sponsorlu Bağlantılar

Çok değerli bilgi kuramlarına geçiş üç aşamalı olmuştur. Önce anlamlar, sonra tutumlar ve en sonra da değerler çokluğu söz konusu olmuştur. Çok-anlamlılık önde geldiğinden, bu anlamlar topluca bölümlenerek dile getirilmiştir. Biz, burada sadece “bilme” ve “tanı bilgisi” hakkındaki anlamlarla yetineceğiz. Hemen belirtelim, “doğruluk” sözcüğü çok anlamlıdır. Artık bugün bilimsel olarak eğitilmiş hiç kimse tek ve her şeyi kapsayan bir doğruluktan söz etmiyor. Böyle bir kimse, doğaldır ki, akılsal doğruluk ve olgusal doğruluktan söz eder. Ama bu ifadeler Leibniz zamanı için yeterli olan ifadelerdi. Ne var ki bugün için yetersizdirler ve ancak iki alana işaret etmek üzere kullanılan sözcüklerdir. Bu iki alanın problemleri çok yönlü ve karmaşıktır.
Formelleştirilmiş dillerde (“mantık” gibi), örneğin semantik doğruluktan söz edilir. Semantik doğruluktan kastedilen şey, bir önermenin işlev özelliğidir. Doğru bir önerme, bağımsız değişkenleri içermesi halinde, bu değişkenlerin tüm değerleri için doğru olan önermedir. Böyle bir önerme Wittgenstein’dan beri totoloji adıyla anılıyor. Tarski, ünlü yazısı “Formelleştirilmiş Dillerde Doğruluk Kavramı”nda, bir mantıksal sistemin (L sisteminin) semantik doğruluğunu bir meta-dil içinde tanımlamayı denedi. Bu meta-dil, L hakkındaki formüller gibi, bunlar arasındaki sentaktik ilişkiler hakkındaki ifadeleri de içerirler. Ne var ki, böyle bir dil, belirli koşullar altında olanaklıdır. B.Russell, matematiksel doğruluğu sentaktik olarak adlandırır; yani bu doğruluk ona göre, matematiksel simgeler arasındaki formel ilişkilerle ilgilidir. Dedüktif bilimlerde bir önerme, sistemin aksiyomlarından zorunlu olarak çıkıyor ve bu sistem içinde bir yere oturtulabiliyorsa, doğrudur. Buna karşılık empirik bilimlerde bir önerme, ancak, gözlem ya da deneyle doğrulanabildiği sürece doğru olarak kabul edilir.

Doğrulama yöntemleri ise, bilimden bilime değişir. Pragmatizm, enstrümantalizm ya da operasyonalizmle birlikte, düşünce eyleme göre düzenlendiği için, bir önermenin doğruluğu onun kullanılabilirliği, yararlılığı ya da verimliliğiyle özdeştir. Burada her hangi bir kabul (tutum) kendisinden beklenen işlevi yerine getiriyorsa doğru olarak görülür; örneğin, biz bu kabulle sorun yaratan bir görünümü açıklayabiliyorsak, bu kabul doğrudur. Daha Kant, kurgucu bilmenin (kurgu bilgisinin) yeni bir doğruluk kavramını gerektirdiğini görmüştü. O, “transendental doğruluk” kavramını bu yüzden vurgular. Bu doğruluk, deneye yönelmiş kavramlar arasındaki genel ilişki içinde bulunur, yani empirik doğrulukla ilişkilidir. Jaspers, doğruluğun çeşitli formlarını kendi felsefesi içinde düzenlemeyi denedi. Ona göre, doğru, bir varoluş basamağında yaşamak için gerekli olan şeydir. Bilinç basamağında bu gereklilik hiçbir çelişki taşımaz; tin basamağında ise, idenin bütünlüğüne göre düzenleyici olur. Varoluş kişisel doğruluğa uyduğunda, onunla özdeşleşilir ve onun uğrunda yaşanır ya da ölünür. Çok değerli bilgi kuramı önünde henüz çözülmemiş bir görev vardır; bu da, doğruluk kavramının çeşitli anlamlarını elden geldiğince sağlam bir şekilde tanımlamak ve göreliliğe düşmemek için, bu anlam bağlamlarım açığa çıkarmaktır.
Çok değerli bir bilgi kuramı, ikinci olarak, bilginin bir çok konumları olduğunu kabul eder ve buna bağlı olarak bilgi kuramına yaklaşır. Paradoksal olarak şöyle denebilirdi: Ne bilgi, ne de bilgi kuramı diye bir şey vardır; tersine, sadece bilgiler ve bilgi kuramları vardır. Ama bu, ışığın renklere ayrılması örneğine göre şöyle açıklanabilir:
Işığın renklere ayrılması nasıl ki bir azlığı değil de çokluğu gösteriyorsa, kendi çok yönlülüğü içinde, kendi başına hiçbir konuma sahip olmayan bilginin de böyle bir çokluğu, zenginliği vardır. Şunu iyice vurgulamak gerekir alternatif bilgi kuramları vardır. Bu olguyu görmezlikten gelmek yanılgılara sürükler. Onu tanımak ise bir tolerans işidir. Locke’dan Prihard’a ve Price’a kadar uzanan klasik İngiliz bilgi kuramı, örneğin önemli ölçüde bir algı bilgisi kuramıydı. Locke için algı bizim tinimizin temel işlevidir ve tüm bilginin kaynağıdır. Locke, kuşkusuz “anlama” ile “algılama” (perceiving)’yı özdeşleştirir. O, algının üç türünü ayırır: 1. İdelerin algısı (örneğin, kırmızı ya da sarının algısı), 2. işaretlerin anlamının algısı (örneğin sözcüklerin algısı) ve 3. herhangi bir idenin uygunluğunun ya da uygunsuzluğunun algısı (örneğin, “kırmızı sarı değildir”). Hume, algı kavramını tinimizin temel akt’ı olarak daha da geliştirir. Tinin her akt’ı, ona göre algıdır. “Kızmak, sevmek, düşünmek, hissetmek, görmek: Bunlar algılama (perceive)’dan başka bir şey değildirler”. Ama algılama kuramları öylesine kurulurlar ki, kendilerine koydukları sınırları zorlamazlar. Buna karşılık Kantçı bilgi kuramı, bir kurgucu bilgi kuramıdır. Olgucu bir kuramcı gözüyle okunduğunda, Kant zorunlu olarak yanlış anlaşılır. Çünkü, onun “Kopernikus devrimi” de tam işte burada, yani algı bilgisinin (ki bu bilgi içinde nesnelere yönelinir) yerine bir kurgu bilgisi (ki bu bilgi içinde nesneye bilgiden kalkılarak yönelinir) koymasıdır. Kantçı, matematiksel bilgiyi kavram kurgusundan çıkan bir bilgi olarak tanımlar ve haklı olarak modern fiziğin kurgusal karakterini vurgular. Bu kurgu bilgisi, Alman düşüncesinde, bu düşüncenin tüm yönelimlerinde, yani kurgucu-spekülatif bir bilgi olarak, Leibniz’den Husserl’e ve Dingler’e kadar merkezcil bir rol oynar.
Son olarak, çok değerli bilgi kuramı, bilginin çeşitli niteliksel ve niceliksel değerlerini araştırmaktadır. Burada yeni araştırmalar için erişilmez genişlikte yeni bir alan açılmaktadır. Bu araştırmaların yönelim tarzları, yeni bir tutum olarak devrimcidir. Bu yeni tutum, günümüz biliminde ortaya çıkan köktenci değişimle sıkı bir ilişki içindedir. Burada ancak bununla ilgili olarak aşağıdaki noktalara değinmekle yetineceğiz: 1. Günümüz fiziğinde olduğu gibi, mikro fiziğin “olasılık önermeleri” nden makro fiziğin “zorunluluk önermeleri” ne, zorunluluğu olasılığın bir sınır durumu olarak görmekle geçilebilir ki, bununla bilgi kuramında “inanç önermeleri”nden yola çıkarak bunları “bilgi önermeleri”ne dönüştürme koşullarını araştırabiliriz. 2. İnanç, tinsel yaşamın temelidir. O sadece bilgi ve eylemle ilgili de değildir, tersine bir karardır ve bu nedenle salt istençten (Dingler) çıkar. Çünkü ancak belirli bir inanç tutumuna da yanılarak karar verilebilir. 3. Bu inanç hem kuramsal bilginin aksiyom, hipotez ve postulatlarında hem de empirik olguların yorumunda temelde yatan şeydir. Ne var ki, inanç, kabul, umut, olgu, deyiş, hipotez, olanak, olasılık ya da tutum gibi çok çeşitli kalıplar içinde, bu kalıplara sinmiş halde bulunabilir. İşte bu kalıpların iyice araştırılması gerekmektedir. 4. İnancın bu rolünden kalkarak, alternatif felsefelerin, mantıkların, matematiklerin, bilimlerin, dinlerin ve sanatların temelini oluşturan perspektiflerin çeşitliliği ortaya konabilir. 5. Tüm bu alanlarda inançtan bilgiye doğru bir geçiş, ne var ki, tek tek elden geçirilmesi gereken çok çeşitli kanallarla olur. Bu geçiş, ancak klasik olmayan mantıkların yardımıyla daha sağın biçimde formüle edilebilir; çünkü böyle bir mantık, “belki”, “olabilir”, “zorunlu”, vb. gibi nüanslarla çalışan bir mantıktır ve konuyu sağın ele almamızı da onun bu niteliği sağlayabilir. 6. Böylece aynı zamanda şimdiye kadarki bilgi kuramının bilen özneyi (süje) bilinen nesnenin (obje) karşısına koyan özne-nesne şeması, günümüz kuantum fiziğinin dayandığı şema ile sıkı bir ilişki içinde aşılabilir. 7. Bununla kuşkusuz bilginin alanı sınırlanmış oluyor. Çünkü bilgi belli bir inanç formu içerir. ‘Öyle ki, nesneleri oldukları gibi bilme savı anlamsızdır. Ama öbür yandan, bilginin alanını sınırsız olarak genişlemiş de buluruz.Bilgimizin sınırları, klasik bilgi kuramının sandığı gibi, hiç de genel ve a priori şeylerde takılıp kalmaz; tersine, ancak durumdan duruma değişen saptamaları gerektirir. Beş duyunun sınırlan uzunca bir süredir aşılmıştır. Psikoanaliz okulları bilincin sınırlarını zorlamaktadır; gizil (okkult) fenomenler artık ciddi araştırmaların konusu olmaya başlamıştır.
Mikroskop ve teleskopun yeni baştan geliştirilmeleri ile, gözlem alanı sınırsızca genişlemiştir. Yanıltıcı çıkarımlardan, yani bir dilin eleştirilmeden benimsenip kullanılmasından ötürü ortaya çıkan bu türlü yanıltıcı çıkarımlardan sakındığımız ve kendi kabullerimizi sert bir eleştiriye tabi tuttuğumuz takdirde, önümüzde bilgi olanaklarının sınırsız zenginliği öylesine
açılır ki, bizden önceki kuşaklardan hiçbiri böyle bir zenginliğe açık değillerdi. Günümüzde bilgi bir macera ve tehlikelerle dolu cesur bir atılımdır. Ama her yerde olduğu gibi, burada geçerli olan da şudur: Tehlikeyi göze alan kazanır.

kaynak
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bilgi savlarının doğrulanmasında kişisel önyargılar e ideolojik önyargılar ne derce etkilidir

Benzer Konular

15 Ağustos 2013 / EgeliAnil Cevaplanmış
7 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış