Arama

Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir? - Sayfa 4

Güncelleme: 7 Nisan 2014 Gösterim: 43.072 Cevap: 68
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2011       Mesaj #31
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1- Tanzimat döneminde ilk olarak Batı edebiyatından bazı romanlar çevrilmiş, bu çevirileri örnek alan Tanzimat romancıları, "Batılılaşma", "yanlış eğitim", "esirlik" gibi toplumsal kavram ve kurumları bazen alaycı, bazen de gerçekçi bir biçimde işlemişler, romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat Ffendi, Şemsettin Sami) ve gerçekçilik (Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nâzım, Samipaşazade Sezai) akımlarını benimsemişlerdir.

Sponsorlu Bağlantılar
2-Bu dönemde, Türk tiyatrosu oluşmaya başlamıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2011       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
biraz acele olssun eymen 2
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2011       Mesaj #33
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tanzimat döneminde ilk olarak Batı edebiyatından bazı romanlar çevrilmiş, bu çevirileri örnek alan Tanzimat romancıları, "Batılılaşma", "yanlış eğitim", "esirlik" gibi toplumsal kavram ve kurumları bazen alaycı, bazen de gerçekçi bir biçimde işlemişler, romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat Ffendi, Şemsettin Sami) ve gerçekçilik (Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nâzım, Samipaşazade Sezai) akımlarını benimsemişlerdir. Ayrıca bu dönemde, Türk tiyatrosu oluşmaya başlamıştır.

--------------------------------------------------------------------------------



Kaynak: Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2011       Mesaj #34
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tanzimat dönemi Türk edebiyatı, birçok eksikliğine ve yanılgılarına karşın, Batı örneğinde Türk edebiyatının başlangıcını oluşturması bakımından önem taşır. Bu dönemde Batı şiiri, romanı, tiyatrosu Türk toplumuna tanıtılmaya çalışılmış, edebiyat yapıtları aracılığıyla toplumun eğitilmesine ve bilinçlendirilmesine önem verilmiştir. Söz konusu dönemde çıkan gazete ve dergilerinde, özellikle siyasal bilinçlenmede büyük katkısı olmuştur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2013       Mesaj #35
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
daha uzun ama fazlada uzun olmayan cvp bulan vr mı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2013       Mesaj #36
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TANZİMAT DÖNEMİNDE YAZARLAR BATI ŞİİR VE ROMANLARINDAN ETKİLENDİ. BATI EDEBİYATI ESERLERİ ÇEVİRİ YOLUYLA TÜRK TOPLUMU İLE TANIŞTIRILDI.EDEBİYAT YAPITLARI İLE TÜRK TOPLUMU EĞİTİLDİ VE BİLİNÇLENDİRİLDİ.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Kasım 2013       Mesaj #37
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Meşrutiyet dönemi (Birinci ve İkinci Meşrutiyet) dönemi Türkçe

Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayan dil tartışmaları, gerçekte yüzyıllardır yaşanan bir sorunla Türk aydınlarının yüzleşmesidir. Osmanlı devletinde dil sorunu ilk defa en ciddi biçimde, Kanun-ı Esasi’nin hazırlanışında ve Heyet-i Mebusan’da (Birinci Meclis-i Mebusan) resmi makamların gündemine gelmişti. Devletin bünyesine yeni bir kurum olarak katılacak Heyet-i Mebusan, ülkenin değişik yörelerinden gelecek mebuslardan oluşacaktı. Üç kıtaya yayılmış bulunan Memalik-i Devlet-i Osmaniye’nin farklı uluslardan oluşan tebaasını temsil edecek bu mecliste farklı dilleri konuşan insanların bulunacağı muhakkaktı. Farklı dilleri konuşan mebusların mecliste nasıl anlaşacağı, yasama işlevini hangi dille yerine getirecekleri önemli bir sorundu. Bu nedenle, Kanun-ı Esasi hazırlanırken 18. ve 68. maddeler devletin diline ayrıldı. Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde "Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." denilerek hem devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtiliyor, hem de devlet kadrolarında görev alacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu. Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken "...salisen Türkçe bilmeyen...mebus olamaz" denilmektedir (Kili 1982: 18). Bu maddenin son cümlesi, dört yıl sonra yapılacak seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartı aranacağı şu cümleyle belirtilir "Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.".

Heyet-i Mebusan işte bu ortamda açılır. Ancak, daha ilk günden dil sorunu bu defa farklı bir boyutuyla ortaya çıkar. Osmanlı devletinin değişik bölgelerinden gelen mebuslar Türkçe konuşmaktadır, ama her mebus kendi yöresinin ağzıyla hitap etmektedir. Konuşulanlar anlaşılamamakta, mebuslar birbirinin konuşmasını alaya almaktadır. En zor durumda kalanlar da toplantı tutanağını tutmakla görevli katiplerdir. Katipler konuşulanları anlayamadıkları için Ahmet Midhat Efendi, mebusların sözlerini yazı diline çevirerek tutanak tutmakla görevlendirilir. Tartışmaların çok şiddetli geçtiği oturumlardan birinde mebusların konuşmalarını tutanağa geçen Ahmet Midhat Efendi, bu zor işe daha fazla dayanamayarak bayılır. Bunun üzerine toplantıya ara verilir. İstanbul sokaklarında da durum farksızdır. İstanbul’da yaşayan halk, İstanbul dışından gelen mebusların konuşmalarıyla; mebuslar da İstanbulluların konuşmalarıyla alay etmektedir. Devletin ileri gelenleri ilk defa böylesine bir dil sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır.

Heyet-i (Meclis-i) Mebusan’ın kapatılmasından sonra sansürün uygulandığı İstibdat dönemi başladı. Pek çok konunun ele alınması yasaklandığı için yönetimin tehlikeli saymadığı dil ve alfabe konusu en fazla tartışılan konular oldu. Basında daha önce ve daha sonraları örneği görülmeyen ve görülmeyecek olan tartışmalar başladı. Tercüman-ı Hakikat, Ceride-i Havadis ve Vakit gazeteleri iki yıl süresince bu konulardaki tartışmalara yer verdi. Tartışmaya katılanlar arasında Recaizade Ekrem’den Ahmet Mithat Efendiye, Hacı İbrahim Efendiye kadar pek çok kişi bulunuyordu. Latin harflerinin alınmasına karşı görüşler ileri sürecek olan Hacı İbrahim Efendi, düşüncelerini Tarik gazetesindeki yazılarıyla dile getiriyordu. Türkçenin sadeleşmesi konusunda Arapça ve Farsça sözlerin tasfiyesine karşı çıkan Hacı İbrahim Efendi ünlü "vav harfi" tartışmasının çıkmasına da yol açmıştı. Tartışmalara Sultan Abdülhamit de katılmıştı, ancak Sultan Abdülhamit’in düşüncesi farklıydı. Sultan Abdülhamit, Arapçanın resmi dil olmasını bile bir zamanlar teklif etmişti: "Arapça güzel lisandır, keşke eskiden resmi dil Arapça kabul olunsa idi. Hayrettin Paşanın sadrazamlığı zamanında Arapçanın resmi dil olmasını ben teklif ettim. O zaman Sait Paşa başkatip idi, direndi. ‘Sonra Türklük kalmaz’ dedi. O da boş laf idi. Neden kalmasın ? Aksine Araplarla daha sıkı bağlantı olurdu..."

Bu dönemde yapılan dil tartışmaları resmi yazışma dilinin sadeleştirilmesi, alfabenin düzenlenmesi, Türkçenin Arapça ve Farsça unsurlardan temizlenerek bağımsız bir dil durumuna getirilmesi konularında yoğunlaşmıştı. Sadrazam Sait Paşa, resmi yazışma dilinin yalnız yazarların tartışmalarıyla düzenlenemeyeceğini, bu konuda hükûmetçe gayret gösterilmesi gerektiğini öne sürerek uzun cümlelerin kısaltılmasını, gereksiz edat ve deyimlerin bırakılmasını buyurmuştu.

Tartışmalar sırasında Türkçecileri suçlayanlar, teknolojik gelişmeyle elde edilen buluşlara yeni ad vermek için dilin sadeleştirilmesini kabul etmiyorlar, yeni buluşlara Avrupalıların Yunanca veya Latinceden sözler aktarmaları gibi bizim de Arapçadan sözler alabileceğimizi söylüyorlardı. Lastik Sait, özellikle Hacı İbrahim Efendinin dili dine peşkeş çekmesine ve "Arapça olmadan diyanet olmaz" sözüne 12 Ramazan 1299 günlü Tercüman-ı Hakikat gazetesinin 1115. sayısında şöyle karşılık veriyordu: "İslam dini bize Tanrıdan geldi... Hiç Arapça bilmeyen Boşnak ve Arnavutlar da Müslümandır. Din ve iman denilen manevi keyfiyet, dil denilen şeyden tamamen ayrıdır. Düşmana göğüslerini geren bunca Müslüman çocuğu Arapça kuvvetiyle mi savaştılar ?".

Bu tartışmalar içerisinde dil konusunu uluslaşma açısından ele alan ilk aydınlardan biri de Ahmet Rıza’dır. Ahmet Rıza, bir ulusun varlığı ve devamının, dilinin oluşmasına ve yaşamasına bağlı olduğu görüşünü ileri sürer. Türklerin Arapça ve Farsça öğrenmekten bilim öğrenmeye vakit bulamadığını da belirten Ahmet Rıza, bu yüzden yüksek okuldan diploma alarak çıkan pala bıyık bir Türkün bilgisinin Avrupa’da on beş yaşındaki bir çocuğun bilgisi düzeyinde olmadığını söyler.

J
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2013       Mesaj #38
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
JoK3RRRr adlı kullanıcıdan alıntı

daha ayrıntılı vermezmisiniz cevabı Msn Sad

yaaa lütfen meşrutiyet ile ilgili bir bilgi bulun Msn Sad
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2013       Mesaj #39
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kısaca cevap yazarmısınız lütfen kısa ve öz
fok balığı - avatarı
fok balığı
Ziyaretçi
16 Kasım 2013       Mesaj #40
fok balığı - avatarı
Ziyaretçi
cevap ne ya kaç kere bak tım yok tu

Benzer Konular

7 Aralık 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Aralık 2013 / horon Soru-Cevap
5 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Kasım 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
8 Ocak 2014 / please Soru-Cevap