Arama

Askerî Tarih - Savaşlar Tarihi

Güncelleme: 18 Mayıs 2008 Gösterim: 12.222 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Askerî Tarih
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Askerî tarih, insanlık tarihi boyunca süregelen ve çatışma kategorisine giren olaylardan oluşur. Bunlar iki kabile arasındaki küçük çaplı dövüşmeden yeryüzündeki birey nüfusunun çoğunluğunu etkileyen düzenli ordular arasında geçen bir dünya savaşına kadar sıralanırlar. Bu olayları yazarak ya da diğer yollardan kaydeden kişilere de askerî tarihçi denir.
Askerî etkinlikler binlerce yıldır süregelmiş ve tarih boyunca temel taktikler, stratejiler ve askerî harekâtların ana amacı çok fazla değişmemiştir. Merkeze hücum eden düşmanı her iki kanattan da çevirerek kuşatmaya almak için uygulanan kanatlardan kuşatma taktiği mükemmel bir askeri manevra olarak sayılmaktadır ve 2,200 yıl önce M.Ö 216 yılında Cannae Savaşında Hannibal tarafından uygulanmıştır. Roma İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarında ünlü kitabını yazan Çinli askerî teorisyen Sun Tzu'da Savaş sanatı 'nda aynı manevradan sözetmiştir. Geçmişte yapılmış hatalara düşmemek, çarpışma esnasında tarihteki benzerlerini hatırlayarak komutanların performansını iyileştirebilmek ve yaşanan deneyimlerden dersler çıkarabilmek için askerî kuvvetlerde askerî tarihin öğrenilmesi çok önemlidir. Askerî tarihin ana bölümleri savaşların, çarpışmaların ve vuruşmaların tarihi, askerlik sanatı tarihi, ve her silahlı kuvvetin kendi özel tarihinden oluşmaktadır.
Savaş sanatını bölümlere ayırmanın değişik yolları vardır. Bunlardan bir tanesi konvansiyonel ya da konvansiyonel olmayan savaş diye ikiye ayrılır. Konvansiyonel savaşta, düzenli ordular, birbirleriyle kitle imha silahları kullanmadan görece doğrudan savaşırlar. Konvansiyonel olmayan savaş tanımı ise diğer tüm tip çatışmaları tanımlamak için kullanılır: Baskın, Gerilla savaşı, ayaklanma, ve terörizm gibi taktikler. Aynı zamanda nükleer, kimyasal veya biyolojik silahların kullanması da konvansiyonel olmayan savaş sayılmaktadır.
Bu kategorilerin tamamı daha geniş iki kategoride de değerlendirilir: Yüksek yoğunluklu ya da düşük yoğunluklu savaş. İki süpergüç ya da büyük ülkeler arasındaki siyasî nedenlerle yapılan çarpışmalar yüksek yoğunluklu, ayaklanmaları bastırmak, gerilla savaşı ya da devrimcilere karşı özel birliklerle çarpışmak düşük yoğunluklu savaş sayılmaktadır.

Dönemler
  • 1. Tarih öncesi savaş
  • 2. Antik çağlarda savaş
  • 3. Ortaçağda savaş
  • 4. Barutlu silahlarla savaş
  • 5. Sanayi Çağı'nda savaş
  • 6. Günümüzde savaş
Bu kadar geniş bir konuyu bölmenin bir yolu tarihsel dönemlere ayırmaktır. Bu yöntem yararlı olduğu kadar bazen hatalı da olabilmektedir çünkü tarihsel ayrım farklı coğrafyalarda farklı zamanlara rastlamaktadır. Antik çağlarda savaş diye tanımlanan yöntemler hala dünyanın bazı bölgelerinde kullanılmaktadır. Ortaçağ Avrupa için oldukça ayırdedici bir bölümleme olsa da Doğu Asya için bir anlam ifade etmemektedir.

Tarih Öncesi Savaş
Tarih öncesi savaşların başlangıcı antropologlar ve tarihçiler arasında bir tartışma konusudur. Avcı-toplayıcı ilk toplumlarda sosyal roller yoktu ve sınıflar bulunmuyordu (yaş ve cinsiyet farklılıkları dışında.) Dolayısıyla bölgeyi korumak için ya da salrırıda bulunmak için her yetkin birey katkıda bulunabiliyordu.
Tarımın ortaya çıkması tarımla uğraşan toplumlarla avcı-toplayıcı toplumlar arasında büyük farklılıklar yaratmıştır. Büyük bir olasılıkla, kıtlık zamanlarında avcılar, tarımla uğraşanların köylerine yoğun saldırılar düzenleyerek belki de ilk düzenli savaşı başlatmışlardır. Görece daha ileri aşamadaki tarımla uğraşan toplumlarda sosyal rollerin ayrımı mümkündü ve ayrı organize birimler olarak profesyonel askerler ilk defa ortaya çıkıyordu.

Antik Çağlarda Savaş
Hala ilk olup olmadığı tartışılan ilk arkeolojik savaş kaydı Mısır'da Nil nehri bölgesinde bulunan ve 117 nci Mezarlık diye bilinen bölgedeki yedi bin yıllık savaş hakkındadır. İskeletlerinde okbaşı bukunan birçok vücut bir savaş sonucu ölenler olabilir.
Antik tarih hakkında bildiklerimizin çoğu aslında orduların tarihidir: Hangi fetihlerde bulundukları, hareketleri ve teknolojik icatları. Bunun böyle olmasını birçok sebebi vardır. antik çağlarda idarî birim olarak bulunan krallık ve imparatorluklar ancak askerî güç ile kontrol altında tutulabiliyordu. Sınırlı sayıda yapılan tarım nedeniyle büyük topluluklara destek olabilen çok az yer vardı ve sık sık savaşılıyordu.
Silahlar ve zırhlar dayanaklı olmak için tasarlanmışlardı dolayısıyla diğer nesnelerden daha uzun süre dayanıyorlardı. Bu nedenle ortaya çıkarılan nesnelerin büyük bir çoğunluğu bu iki sınıfa girmektedir. Silahlar ve zırhlar aynı zamanda tarih boyunca oldukça yüksek sayılarda üretilmişlerdir ve bu da arkeolojik kazılarda bunların bulunma olasılığını artırmaktadır. Bu tarz nesneler aynı zamanda gelecek kuşaklar için bir erdem simgesi de sayılıyordu ve önde gelen savaşçıların mezarlarına ya da anıtlarına konulması en olası nesnelerdi. Ve yazı bulunduktan sonra sık sık kralların askerî fetihlerini ve zaferlerini övmek için kullanılmıştır.
Yazı, sade vatandaş tarafından kullanılsa bile yazmaya değer böyle olayları kaydetmek için de kullanılmıştır. Savaşlar da ister Homer'in Truva Savaşı'nı anlattığı destanlarında olsun, isten kişisel yazışmalarda olsun her zaman için kaydedilen konular olmuştur. Gerçekten de ilk yazılı eserler savaş üzerinde dönmektedirler. Savaş yaşamın hem çok yaygın hem de dramatik bir bölümünü oluşturmaktaydı. Bugün bile binlerce askerin katıldığı çarpışmalara tanık olmak bunun hem sanat yoluyla hem de gerçekçi tarihî yazılarla kayıt altına alınması için yeteri kadar önemlidir. Daha sonraları ulus-devletler gelişip imparatorluklar büyüdükçe, düzen ve verimlilik gereksiniminin artması, yazılı kayıtların da artmasını getirmiştir. Sun Tzu'nun sözleriyle "devlet için hayatî derecede önem taşıyan bir konu" olan savaşlarla ilgili kayıtların tutulması ordular ve devlet görevlileri için büyük önem taşıyordu. Bütün bu nedenlerden ötürü, antik tarihin büyük bir bölümünü askerî tarih oluşturmaktadır.
Bu uygarlıklar Antik yeryüzündeki dikkate değer askerî güçlere sahipti : Mısırlılar, Babil, Pers İmparatorluğu, Yunanlılar, Çinliler, Makedonlar, Romalılar, Hintliler, Gandhara, Qin, Xiongnu.
Mezopotamya'nın verimli topraklarında tarih öncesi dönemin önemli fetihlerine sahne olmuştur. Mezopotamya Sümerler, Akadlar, Persler, Babil ve Asurlar tarafından fethedilmiştir.
Antik Mısır kuvvetli bir güç haline gelmeye başlamıştı ama daha sonra Eski Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar ve Persler tarafından işgal edilmişlerdir.

Ortaçağda Savaş
Karanlık çağın bir yerinde üzengiler kullanılmaya başlandığında ordular tamamen değişecekti. Bu buluşla birlikte teknolojik, kültürel, ve toplumsal gelişmeler askerî taktikleri ve süvari ile topçunun rolünü değiştirerek savaşların antik çağdaki tarzı dramatik bir şekilde değiştirilmiştir. Aynı savaş tarzı dünyanın diğer bölgelerinde de varolmuştur. Bozkırların göçmen savaşçılarını taklit eden Çin ordusu beşinci yüzyılda yoğun piyade kuvvetinden süvari ağırlıklı kuvvetlere dönüşmüştür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika Avrupa'dakine benzer ve sıklıkla da daha gelişmiş teknolojiler kullanmıştır. Çoğu kişi tarafından Japonya'daki ortaçağ savaş tarzının 19. yy. ortalarına kadar devam ettiği kabul edilmektedir. Afrika'da da Sahel boyunca ve sennar Krallığı ile Fulani İmparatorluğu gibi Sudan devletleri de ortaçağ savaş taktiğini ve silahlarını, bunlar Avrupa'da kullanımdan kalktıktan sonra uzun süreler kullanmaya devam etmişlerdir.
Ortaçağ'da feodalizm çok geniş bir şekilde yayılmıştı ve Avrupa'da birçok derebeyi vardı. Derebeyleri topraklarını korumak için çoğunlukla kalelerde yaşarlardı.
İslam İmparatorluğu da genişlemekteydi ve Emeviler zamanında batıda İspanya'ya doğu da da İndus nehrine uzanmıştı. Daha sonra iktidara Abbasiler geçmiştir. Abbasilerde Selçuklular ve Moğollar tarafından yenilmişlerdir. Tours Savaşı'nda Charles Martel komutasındaki Franklar, müslümanların Avrupa içlerine doğru olan ilerlemesini durdurmuştur.
Çin'de Sui Hanedanı ve diğer hanedanlar yükselmişti ancak Cengiz Han ve Kubilay Han komutasındaki Moğollar Çinlileri yenerek toprakları işgal etmişlerdir. Genişlemeye devam eden Moğol İmparatorluğu Kubilay Han'ın ölümüyle parçalanmıştır.

Barutlu Silahlarla Savaş
16'ncı yüzyılın başlarındaki İtalyan Savaşları sırasında Avrupa ordularının arkebüsü (arquebus) kullanmayı benimsemeleri savaşalanındaki zırhlı süvari üstünlüğüne son vermiştir. Feodal sistemin çökmesi ve ortaçağ şehir devletlerinin daha büyük uluslar altında toplanması Ortaçağ'daki standart askeri bileşen olan paralı askerlerin ve feodallerin zorla topladığı orduların yerine profesyonel orduların kurulmasını sağlamıştır.
Bu dönemdeki bazı önemli gelişmeler şunlardır:
  • Sahra topu
  • Topçu bataryaları
  • Piyade talimi
  • Ağır süvari (Dragoon)
  • Süngü
Sanayi Çağı'nda Savaş
Silahların, özellikle de küçük silahların kullanımı kolaylaştıkça ülkeler profesyonel askerlerden oluşan ordulardan çok belirli süreli askerî hizmete almaya dönmüşlerdir. Teknolojik ilerlemeler giderek daha da önemli hale gelmeye başlamıştır. Önceki dönemlerde savaşan orduların benzer silahları olmasına rağmen Sanayi Çağı'nda Sadowa Çarpışması gibi daha ileri teknolojiye sahip olmanın çarpışmanın sonucunu belirlediği de görülmüştür.
Sanayi çağı'nda uygulanan askerî hizmet altına alma yöntemiyle çarpışma için gerekli olan askerlerin sayısında artış sağlanmıştır. Bu yöntem Napoleon Bonaparte tarafından Napolyon Savaşları'nda kullanılmıştır.
Sanayi Çağı'nda diğer bir ulusun savaşa girmesini engellemek amacıyla topyekün savaş kullanılmıştır. William Tecumseh Sherman'ın "March to the Sea" (Denize Yürüyüş'ü) ve Philip Sheridan'ın Shenandoah Vadisi'ni yakıp yıkması bu topyekün savaşın örnekleridir.

Günümüzde Savaş
Günümüzde savaş yüksek teknolojinin de yaygın olarak kullanıldığı oldukça karmaşık bir olaydır. Terim olarak elektronik çağında, birinci dünya ülkelerinden bir ya da birkaçının da katıldığı çatışmalar kastedilmektedir. Elbette, üçüncü dünya ülkeleri de savaş yapmaktadırlar ancak bu genellikle düşük teknolojili savaş ya da gerilla taktikleri olmaktadır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tarih Öncesi Savaş
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Tarih öncesi savaş, yazının bulunmasından ve devletler gibi büyük sosyal yapıların kurulmasından önceki çağlarda yapılan savaşlardır. Tarihî savaşlar Sümerlerde Bronz Çağı'ndaki profesyonel ordularla birlikte başlar. Bazı topluluklarda ise daha sonraki dönemlerde dahi tarih öncesi savaş varolmaya devam etmiştir.
İnsanın ilk ne zaman savaşmaya başladığı antropologlar ile tarihçiler arasında süregelen büyük bir tartışmadır. İskeletlerinde mızrak izleri bulunan Neandertal insan örnekleri bulunmasına rağmen bazı antropologlar bunların savaş sonucu değil de kurban edilme, cinayet ya da av kazaları nedeniyle ortaya çıktığını düşünmektedir. Bu tartışma, "savaş" sözcüğünün tanımına ilişkin bir sorunun cevabı ile yakından ilişkilidir: Avcılık yapan iki ayrı grup arasındaki dalaşma ne zaman iki siyasi ya da etnik grup arasındaki silahlı mücadeleye dönüşür?
Tarih öncesi orduların boyutu da bir tartışma konusudur. Tarih öncesi savaş kavramını reddedenler, o zamanlar nüfus yoğunluğunun çok düşük olduğunu, dolayısıyla hiçbir zaman birkaç düzine kişiden oluşan baskın gruplarından daha büyük toplulukların karşı karşıya gelmesinin olası olmadığını savunurlar. Bu görüş bugünkü İsrail ile Ürdün'ün bulunduğu bölgede yapılan kazılar sonucu ortaya çıkan Amarna mektupları'yla da desteklenmektedir. Eski Mısır yönetimi ile bu bölgedeki temsilcileri arasındaki diplomatik yazışmalardan oluşan bu mektuplarda, Güney Levant bölgesindeki şehirleri yaklaşık yirmi kişiden oluşan grupların yıldırdığından sözedilmektedir. Aksi görüşte olanlar ise, Türkiye'deki Çatalhöyük büyüklüğündeki şehirlerin birkaç yüz silahlı adam bulundurmuş olabileceğini ve birkaç şehrin kurduğu ittifaklar sonucunda hatırı sayılır bir orduya ulaşılmış olacağını savunmaktadır. Büyük olasılıkla yeteri kadar büyük olan bu gruplar herhangi bir seferin başarıya ulaşmasında önemli olan askerî taktikleri, lojistiği ve organizasyonel yapıyı uygulamışlardır.
  • Yöresel savaşlar
  • Paleolitik Çağ
  • Neolitik Çağ
  • Bronz Çağı
  • Demir Çağı
Yöresel Savaşlar
Günümüzde hâlâ yaşayan avcı-toplayıcı toplulukların bazıları şiddet dozu yüksek bir yaşam sürmekte ve sıklıkla komşu gruplara baskın yapıp güç göstererek toprak, kadın ve yiyecek ele geçirmektedir. Kalahari'deki Bushmen gibi topluluklar ise savaşsız ve çok az cinayet işlenen bir hayat sürerler. İlk çağlarda bu topluluk tiplerinden hangisinin yaygın olduğu bilinmemekte ve bu da tartışma konusu olmaktadır. Günümüzde hâlâ savaşan bu tarz topluluklardaki ortak yanlar ise savaşmanın oldukça törensel olması, yöresel savaş adı verilen ve çatışmanın süresinden savaş kurbanlarının sayısının sınırlanmasına kadar birçok tabu ve uygulama içermesidir. Yöresel savaşlar yapan kabileler arasında birkaç nesilde bir nüfus baskısı, kaynaklar üzerine anlaşmazlıklar ya da anlaşılamayan sebepler yüzünden gerçek savaşlar da çıkabilmektedir.

Paleolitik Çağ
İlk insanların kullandığı en yaygın silahlar basit ve kolay üretilebiliyordu. Sopa ve mızraklardan oluşan bu tarz silahlar MÖ 35.000 yıllarından beri avcılık için kullanılmış, başka amaçla kullanıldığına dair kanıt bulunamamıştır. Bu çağdan kalan mağara resimlerinden hiçbirinde insanın insana saldırdığı resmedilmemiştir. Sosyal evrimin bu aşamasında geniş çaplı bir savaşın olduğuna dair herhangi bir arkeolojik kanıt yoktur.
MÖ 12.000 yıllarından itibaren yay, topuz ve sapanın geliştirilmesiyle çarpışmalar değişikliğe uğramıştır. İlk savaşların ortaya çıkmasında yay büyük öneme sahiptir. Uzaktan saldırabilme olanağıyla, yakın döğüş silahlarından daha az risk taşır. İnsanlar arasında sopalarla savaşıldığına dair mağara resmine rastlanmaz. İki ya da daha fazla grup insanın birbirlerine organize şekilde saldırmasının resmedilmesi, yayın gelişimi ile aynı zamana rastlar. Bu çizimlerde hatlar ve kollar belirgindir ve değişik giysilerle resmedilmiş liderler göze çarpmaktadır. Bazı resimlerde de yandan kuşatma gibi askerî taktikler açıkça görülür.
Topuz, kişisel çarpışma için bir süre en favori silah olsa da deri zırhın geliştirilmesi etkisini sınırlamış ve uzaktan saldırı silahlarıyla keskin kenarlı silahlar en çok kullanılan silah tipleri olmuştur.

Neolitik Çağ
Tarih öncesi savaş sayılabilecek olan bir olayın ilk arkeolojik kaydı Mısır'ın Sudan sınırına yakın bölgesinde Nil nehrinde bulunmaktadır. 117. Mezarlık olarak bilinen bu yer en az yedi bin yıllıktır. İçinde çok sayıda iskelet vardır ve bu iskeletlerin çoğunda okbaşı kemiklerin içine girmiştir. Bunlar belki de bir savaşın kayıplarıdır. Ancak kimileri, bu iskeletlerin yıllar boyu toplanmış olabileceğini ve hatta savaştan çok, oradan geçenlerin öldürülmesi sonucu olabileceğini savunmaktadır. Bulunanların yarısı kadındır ve bu da geniş çaplı savaş olasılığını azaltan bir unsur olarak görülmektedir.
Tarımın gelişmesi ve hayvanların evcilleştirilmesiyle insan topluluklarının savaşa daha yatkınlaştığı düşünülmektedir. Tarım sayesinde oluşan artı değer sayesinde çiftçiler zamanlarını savaşa ayırabiliyor ya da bir savaşçı sınıfını besleyebiliyordu.
Yeni Zelanda Maorileri Güney Pasifik'te bulunan adalarında hemen hemen sürekli savaşırken kendilerini güven altına almak için binlerce müstahkem yer inşa etmişlerdir. Kuşatma silahlarının henüz gelişmediği çağlarda, yani saldıranların sınırlı erzağının bulunduğu durumlarda, tarlalar ve evler talan edilse de müstahkem mevkilerin insanları ve malları korumak için başarılı bir yöntem olduğu görülmüştür. Bu dayanıklı müstahkem yerler tarih öncesi çağdaki toplumlarda önemli ölçüde sosyal örgütlenme olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda dolaylı olarak da olsa o çağlarda örgütlü savaşlar yaşandığının da doğal kanıtı olmaktadır.

Bronz Çağ
Kalkolitik dönemde bakırdan yapılmış hançer, balta ve diğer nesneler ortaya çıkmıştır. Bunlar, çok pahalı ve dövülgen oldukları için çoğunlukla etkili silahlar değildi. Birçok bilimadamı tarafından daha çok ayinlerde kullanıldıkları düşünülmektedir. Bronzun bulunmasıyla birlikte keskin kenarlı metal silahlar artık sıradan hale gelmiştir.

Demir Çağı
Erken Demir Çağında ortaya çıkan Dorların işgali, Eski Yunan sömürgeciliği ile Fenikeliler ve Etrüsklerle olan ilişkileri tarih öncesi döneme denk gelir. Kavimler Göçü'nün savaşçı topluluklarından olan Cermenler yöresel savaşlar yapmışlardır. Anglo-Sakson savaş biçimi ise tarih öncesi ile tarih arasında bulunur, çalışmalar daha çok arkeolojiye dayanmakla birlikte az da olsa yazılı kanıtlar da bulunmaktadır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Antik Çağda Savaş
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Ad:  800px-Hoplites_fight_Louvre_E735.jpg
Gösterim: 450
Boyut:  79.0 KB
Hoplite'lar savaşırken. MÖ 560-550, Louvre Müzesi

Antik çağlarda savaş yazılı tarihin başlangıcından antik dönemin sonuna kadar geçen dönemdeki savaş tarzıdır. Avrupa'da Eski Çağ'ın sonu genellikle Roma İmparatorluğu'nun bölünmesiyle (476) eş tutulur. Çin'de de aynı şekilde beşinci yüzyılın sonu sayılabilir.

Başlıklar
  • 1 Genel bakış
    • 1.1 Savaş arabaları
    • 1.2 Piyade
    • 1.3 Süvari
    • 1.4 Deniz savaşları
  • 2 Taktikler ve silahlar
    • 2.1 Strateji
    • 2.2 Taktik
    • 2.3 Silahlar
    • 2.4 Kuşatmalar
  • 3 Kültürler
    • 3.1 Eski Mısırlılar
    • 3.2 Türkler
    • 3.3 Çinliler
    • 3.4 Hintliler
    • 3.5 Persler
    • 3.6 İlliryalılar
    • 3.7 Eski Yunanlar
    • 3.8 Makedonyalılar
    • 3.9 Romalılar
    • 3.10 Cermenler
  • 4 Japonlar
  • 5 Önemli antik savaşlar
  • 6 Önemli antik çarpışmalar
  • 7 Birlik tipleri
  • 8 Kaynakça
  • 9 Dış bağlantılar
Genel Bakış
Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran, teknolojiden ziyade örgütlenme farklılığıdır. İlk şehir-devletlerin ve imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştır. Başta Mezopotamya olmak üzere yeteri kadar tarımsal artı ürün sağlandığından, tam zamanlı yönetici elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmıştır.
Bu yeni ordular devletlerin büyümelerine ve merkezîleşmelerine yardımcı olacak ve Mezopotamya'da ilk imparatorluk olan Akkad İmparatorluğu kurulacaktı. Antik çağdaki ilk ordular, tarih öncesi çağda avlanmak için geliştirilen yayları ve mızrakları silah olarak kullanmaya devam edecekti. Eski Mısır ve Çin'deki ilk ordular da aynı şekilde gelişerek yoğun piyade kuvvetlerini yay ve mızraklarla donatacaklardı.
Antik çağ savaşlarında özellikle atlı orduların yaya ordular karşısında ki üstünlükleri, ve bu yüzden atın savaşlarda kullanımı bu dönemde hızla yayılmış olduğu dikkati çekmektedir.
Askeri strateji ve taktikler, beklenenin tersine doğrusal bir gelişme göstermiş değildir. Antik çağları izleyen dönemlerde -erken modern dönem olarak tanımlanan 15. ve 17. yüzyıllar arası- dönemlede bu strateji ve taktikler terk edilmiş görünmektedir. Antik çağ savaş strateji ve taktikleri, (bakınız, altbaşlık Strateji 18. yüzyıldan itibaren yeniden uygulamaya girmiştir. Erken modern dönem, müstahkem mevkilerde görülen patlamayla karakterize edilebilir ve dönemin genel çatışma tarzı, birkaç yüz kişilik akınlara dayanır. Bununla birlikte savaşlar daha sık görülür. 18. yüzyıl Avrupasında en uzun barış süresi 16 yıldır. 16. yüzyılda barış dönemleri 10 yıldan azdır ve 17. yüzyılda 4 yıldır.
Antik çağ strateji ve taktiklerine dönüş 18. yüzyıldan itibaren başlamış ve modern dönemlere kadar geliştirilerek sürdürülmüştür. Bu bağlamda bu strateji ve taktikler, özellikle 20. yüzyıl savaşlarının strateji ve taktiğin temel çıkış noktalarını oluşturmuştur. Clausewitz'in düşmanı savaşmaktan vazgeçirmek ya da düşman kuvvetlerini savaş alanında imha etmek tezleri, daha sonra yıldırım savaşı stratejisi ile geliştirilmiştir.

Savaş Arabaları
Ad:  Hittite_Chariot.jpg
Gösterim: 440
Boyut:  32.8 KB
Hitit savaş arabası. Bir Mısır rölyefinden çizim. Paul Volz: Die biblischen Altertümer
(1914), sf. 514

Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de arttı, çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu. Buna getirilen ilk çözüm MÖ 2000 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu. Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı savaş arabalarını daha da etkin hale getirmiştir.
Savaş arabalarının hem ulaşımda hem de savaş alanındaki gücü, MÖ ikinci binyılda Antik Yakın Asya'daki halklar tarafından ana silah olarak kullanılmasını sağlamıştır. Tipik bir savaş arabasında iki kişi bulunurdu: Biri okçuluk yaparak düşman kuvvetlerine saldırır diğeri de arabayı sürerdi. Zamanla, beş savaşçıyı taşıyacak savaş arabaları geliştirildi. Bu araçların yeterince etkili olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Çin'deyse savaş arabaları Shang hanedanı'nın ana silahı olmuş ve hanedanın büyük bir alana hâkim olmasına olanak sağlamıştır.
Savaş arabaları savaşlarda oynadıkları rol açısından günümüzün tanklarına benzetilse de, asıl katkıları, yaya okçulara taktik manevra sağlama yeteneğidir. Bu devirlerde generallerin savaş sırasında sevk ve idareyi elde tutabilmek ve ortak korunmayı sağlamak için seçtiği sık saflı piyade düzenine karşılık uzak mesafeden piyadelere ok yağdıran savaş arabaları bu birliklere karşı koyabiliyordu. Hızları nedeniyle piyade saldırılarından kaçmaları mümkün oluyordu. Öte yandan, oklardan gelen zararı azaltmak için dağınık düzene geçen piyade birlikleri ortak korunma avantajlarını kaybediyor ve savaş arabaları tarafından kolaylıkla ezilebiliyordu.
Taktik açıdan bakılırsa savaş arabalarının karşısına çıkan kuvvetler bir ikilem karşısında kalıyor, bu da savaş arabalarını ordular için elzem kılıyordu. Savaş arabaları bakım için özel zanaatkâr gerektiren karmaşık yapılı araçlardı. Bu da savaş arabalarını pahalı kılıyordu. Savaş arabaları, Homeros'un İlyada'sında görüleceği gibi bir topluluk içindeki bireyler tarafından sahip olunduğunda savaşçı sınıfının ve feodal sistemin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Kamu malı olduğu yerlerde ise, Yeni Mısır Krallığı gibi güçlü merkezî devletlerin kurulmasına olanak sağlıyordu.

Piyade
Ad:  Phalanx1.png
Gösterim: 379
Boyut:  22.5 KB
Yunan Falanksı hücum ederken

Savaş arabası çok yararlı olsa da Akdeniz'in kuzey kıyılarında yani Anadolu, Yunanistan ve İtalya'daki engebeli ve dağlık arazide çok etkili değildi. Bu nedenle Eski Yunanlılar daha çok piyade taktikleri kullanıyordu. Etrafa kapalı kalan Mısır'ın aksine Yunanistan dışarıdan gelen kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Dağlık arazi, birlik olasılığını azaltıyor ve dolayısıyla da şehir-devletler birbirleri ile sürekli çatışma halinde oluyorlardı. Bu yüksek baskılı ortamda piyade silah ve taktikleri hızla gelişti. Yaratılan falanks düzeni, birlikte hareket eden bir grup insandan oluşan bir duvarın tek başına hareket edenlerden daha etkili olduğunu göstermiştir. Eski Yunanlılar daha önce kullanılandan daha uzun mızraklar kullanıyor ve daha çok zırh kuşanıyorlardı. Pers Savaşlarında Perslerin çok sayıda piyadeyi kitlesel olarak kullanma ve dalgalar halinde taarruz etme taktikleriyle karşı karşıya kalan Eski Yunanlılar daha az olsalar da bu savaşlardan zaferle çıkmışlardır. Ama Romalılar, Eski Yunanlılara benzer Falanks taktikleri kullanan Makedonyalılarla karşılaşınca, Roma Lejyonerlerinin taktik esnekliği, Falankslara kanat açıklarından saldırıp yenmelerine olanak verdi. Falanks Eski Yunan savaşlarında hüküm sürdü ancak daha hareketli bir rakibi yenmek için yeterli esnekliğe sahip değildi.
Pers İmparatorluğunun hâkimiyetinde olan Orta Doğu'da savaş arabaları giderek önemini yitirmeye başladı. Bu arada atlar artık tepeden tırnağa silahlı bir adamı kolaylıkla taşıyabilecek kadar güçlenmişti. Böylece savaş arabalarındaki okçular, at üstündeki okçular ve mızrak taşıyan hafif süvarilerle yer değiştirmişti.
Bu gelişme, düzlüklerde yaşayanlara büyük bir dezavantaj getiriyordu. Yalnızca piyadelerden oluşan bir çatışmada tarımsal bölgelerdeki daha büyük insan gücü her zaman galip çıkabiliyordu. Savaş arabaları için gerekli olan altyapı ve eğitim ise yalnızca şehirlerde bulunuyordu. Yalnız gezen atlı savaşçılar kendilerini tarımsal alanlardan çok bozkırlarda evinde hissediyordu. Daha güçlü atlar ve eyer gibi donanımlar yayıldıkça, tarımın mümkün olmadığı ancak hayvancılıkla uğraşılan yerlerdeki göçebeler tarafından kısa sürede kullanılmaya başlandı. Bu göçebeler zamanlarının çoğunu at sırtında geçirdiklerinden savaş sırasında atları daha etkin kullanabiliyorlardı. Yüzyıllar boyunca, Avrupa, Orta Doğu, Çin ve Güney Asya'daki devletler Avrasya bozkırlarından gelen atlılar tarafından tehdit altında kalacaktı.

Süvari
Ad:  800px-Checa-HunCharge.jpg
Gösterim: 698
Boyut:  63.6 KB
Attila önderliğindeki Hunlar İtalya'yı işgal ederken, V. Checa'nın bir resminden

M.Ö. 4. yüzyılda II. Philip ve oğlu Büyük İskender yönetimindeki Makedonyalılar atlı savaşçılarla kuvvetli Yunanlı piyade birliklerini başarıyla birleştirerek eşi görülmemiş güçte bir ordu yarattılar. Yunanistanı fetheden Büyük İskender dikkatini görkemli Pers İmparatorluğu'na çevirdi.
Bu sırada Persler savaş arabasından tamamen vazgeçmişlerdi ancak Büyük İskender'e karşı giriştikleri MÖ 331 yılındaki Gaugamela savaşında tek tük de olsa kullanılmıştı. Savaş arabası sadece imparatorun tören aracı olarak kullanılıyordu ve Pers ordusu piyade ve süvariden oluşan bir karma orduydu ve savaş filleri gibi egzotik birlikler de bulunuyordu. Yine Makedonların saldırı gücü karşısında bu ordu pek işe yaramadı ve arka arkaya yapılan üç savaşta da Persler bozguna uğradılar.
Bu sırada Çin'deki vadi imparatorlukları kuzeyde bulunan Doğu hunlar devletin'deki Türkler ve diğer halklar tarafından gittikçe artan bir şekilde taciz ediliyorlardı. Krallıklarını korumak için insan gücü ve örgütlenme üstünlüklerini kullanan Çinli hükümdarlar süvari güçlerinin önünü kesmek için Büyük Çin Seddini inşa ettiler. Bu bile yeterli olmadığından Çin ordusuna süvari birliklerini de katmak ve doğu hun ordularının savaş yöntemlerini taklit etmek zorunda kaldılar. Doğu hunların saldırılarına karşı daha etkili olabilmek için, Çin'in Zu-dönemi'nin M.Ö. 325-M.Ö. 298 yılları arasında hükümdarı olan Wu-ling, ordularına ata binmeyi ve ok atmayı öğretmiş, ve hatta onları Doğu hunlar gibi giyindirmiştir. Bu gelişme sayesinde bazı başarılar elde etmiş olsalar da, Doğu hunların Hiung-nu devletinin nihai sonunu getirmeyi, daha geç bir zamanda ancak onları entrikalar ile ayırıp, onların bir bölümünü kendileri için savaştırarak başarmışlardır.
Avrasya'nın büyük bölümünde süvari ve piyade karmasından oluşan ordular standart hale gelse de Avrupa ve Kuzey Afrika'da farklı bir savaş tarzı gelişiyordu. Akdeniz bölgesi atların bile kullanımını zorlaştıran dağlarla çevrilidir. Üstüne üstlük piyade deniz yoluyla daha kolay taşınabiliyordu. Dolayısıyla süvari gücünden aşağı kalmayacak bir piyade gücüne sahip olabilen topluluk bölgeyi yönetimi altına alabilecekti.
Bu kuvvet Roma şehrinde geliştirilecek ve Roma daha önce eşi görülmemiş şekilde Akdeniz bölgesinde yayılmaya başlayacaktı. Roma orduları teknolojik yeniliklere sahip değildi, ama yoğun örgütlenme ve eğitim sayesinde başarılı oluyordu. Roma orduları profesyonel askerî güç oldu. Hayatlarını bu yola adayan askerler disiplinleri, yetenekleri, müstahkem bölgeleri ve sayıları ile bölgedeki diğer tüm kuvvetleri yenebiliyordu. Piyadenin yavaş ilerleme hızını çözmek için önemli derecedeki kuvvetlerin hızlı hareket etmesini sağlayan yüksek kaliteli ve düzenli bakılan yollarla tüm imparatorluğu birbirine bağladılar. Süvari sadece izcilik ve destek kuvvetler olarak kullanılıyordu.
Romalıların başarısı imparatorluğun yaygın yapısına ve örgütlenmesine bağlıydı. Bu yapı sallanmaya başladığında ordu da yıkılmaya başladı. Bozkırlardan gelen atlılar olan Hunlar sürekli ilerliyordu. Atlar güçleniyor, yaylar daha ölümcül, sürüş ekipmanları daha etkili oluyordu. 4'ncü yüzyıldan itibaren ordudaki merkezî rolü ağır piyade değil, süvari birlikleri almaya başlamıştı. Destek kuvveti olarak piyade görev yapıyordu.

Deniz Savaşları

Ad:  Battle_of_Actium.jpg
Gösterim: 417
Boyut:  95.4 KB
Aktiyum savaşı

Tarihte kaydedilmiş ilk deniz savaşı MÖ 1210 yılında geçmiştir. Hitit kralı II. Şuppililiuma Kıbrıs'tan gelen bir filoyu yenmiş ve tüm gemilerini yakmıştır.
İlk geniş çaplı deniz harekâtları Pers Savaşları sırasında görülmüştür. Yalnızca her iki taraftaki düzinelerce trireme'in birbiriyle mücadelesi değil aynı zamanda kara ve deniz harekâtları da bağlantılı olarak yapılmıştır. Antik çağlarda gemiler yalnızca sakin sularda ve ırmaklarda kullanılabiliyordu. Okyanuslar sınır ötesiydi. Donanmalar kara kuvvetlerine destek veriyor ve erzak taşımacılığı da yapıyordu. Kendi başlarına nadiren saldırıda bulunuyorlardı. Menzili sınırlı silahlar kullanıldığından deniz savaşları da aslında kara savaşları gibiydi ve çarpışmanın çoğu gemiye çıkan gruplar tarafından gerçekleştiriliyordu.
Pön savaşları ile birlikte açık denizlere de çıkılmaya başlandı. Roma o güne kadar daha çok İtalya yarımadası ile ilgilendiğinden deniz savaşlarına çok fazla eğilmemişti. Ticaret uygarlığı olan Kartaca ise geniş bir donanmaya sahipti. Romalılar Kartaca gemilerinin kalıntılarını inceleyerek etkili bir donanma kurmuşlardır. Düşman gemisine borda iskelesini yerleştirmek için corvus adlı bir alet de geliştiren Romalılar büyük avantaj sağladılar. Yakın döğüşte üstün olan Lejyonerler, kolaylıkla Kartaca gemilerine bordalayıp mürettebatı öldürebiliyordu.

Taktikler ve Silahlar
Strateji
Ad:  Roman_siege_machines.gif
Gösterim: 402
Boyut:  37.1 KB
Romalıların bir kaleyi feth etmek için geliştirdikleri kuşatma silahları

Antik çağda strateji kabaca iki ana kolda uygulanmıştı: bir stratej, genellikle savaş alanında karşı tarafın ordusunu yenmekten geçiyordu. Ancak karşı tarafın kral ya da imparatoru savaş alanından hazinesiyle birlikte kaçmayı başarabilirse yeni bir ordu düzenleme şansına sahip olacaktır. Bu durumda karşı tarafın ordusunu savaş alanında imha etmek tek başına yeterli olmuyor, tercihan kral ya da imparatoru da, hiç olmazsa hazinesini ele geçirmek gerekiyordu.
Bu strateji en belirgin biçimiyle İskender'in Pers İmparatorluğu'na karşı giriştiği savaşta ortaya çıkmaktadır. Pers ordusunun merkez bölümü üzerinden imparatorun ordugahına yapılan ani akın, Pers hazinesinin ele geçirilmesi yanı sıra ordunun başsız kalarak dağılmasını sağlamıştır. Hemen ardından bir süvari görev kuvveti oluşturularak imparator, ele geçirilinceye kadar izlenmiştir.
İkinci bir strateji ise, savaşa devam etmenin teslim olmaktan daha çok kayba neden olacağına düşmanı inandırmak ve savaştan mümkün olan en büyük kazançla çıkmak. Bu, düşmanı teslim olmaya zorlamanın bir yoludur. Düşman bir kere bozguna uğratıldıktan sonra, kuşatma tehdidi, sivil ölümler ya da köle olarak alınıp götürülmesi ve benzeri tehlikeler, çoğunlukla pazarlık masasına oturmayı sağlıyordu. (örneğin Hitit-Antik Mısır arasındaki savaşlar) Tabii ki bunu sağlamanın başka yolları da vardı. Düşman tarlalarını yakmak, süravi ya da savaş arabalarıyla ezmek, karşı tarafa iki seçenek bırakıyordu: Ya teslim olmak ya da baskı altında savaşmak. Hasat sezonunun başlaması ya da paralı askerlere verecek para kalmaması nedeniyle düşmanın karşısına çıkmayı geciktirmek de aynı seçeneklere itiyordu.
Her iki strateji de ya ayrı ayrı savaşlarda ya da her ikisi birlikte uygulanmıştır.
Her iki strateji de sadece antik çağladaki savaşlara özgü değildir. 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren de aynı stratejiler uygulanagelmiştir. Clausewitz, Savaş Üzerine adını verdiği çalışmasında her iki stratejiyi de incelemiştir.
Bu savaş kurallarına uyulmadığında ortaya antik çağın istisna çatışmaları çıkmıştır. Spartalılar ve Atinalıların uzun yıllar süren Peloponnez Savaşı'nda neredeyse iflas etmelerine rağmen teslim olmayı kabul etmemesi böyle bir örnektir. Başka bir örnek de II. Pön Savaşları sırasında gerçekleşen Cannae savaşı'ndan sonra Romalıların teslim olmayı reddetmesidir.
Daha kişisel bir amaç da kâr etmekti. Gallilerin yağma kültüründe görüldüğü gibi bu kâr genellikle parasaldı. Başarılı komutanlar hükümette görev aldıkları için siyasî kârdan da söz edilebilir. Bu "stratejiler" genellikle savaşa katılan devletlerin sağlayacağı fayda ile çatıştığından günümüz anlayışı ile çelişir.

Taktik
Geçerli taktikler bazı kriterlere bağlı olarak değişiyordu:
  1. Generalin emri altındaki kuvvetin büyüklüğü
  2. Karşı kuvvetin büyüklüğü
  3. Arazi koşulları
  4. Hava durumu
Eğer general büyük bir güç avantajı olduğunu biliyorsa, sıklıkla piyadeleriyle düşmanın cephesine saldırır ve süvarisini kanatlarda tutardı. Bu manevra piyadenin gerisinde güven altında tutulan okçular ve kuşatma araçları tarafından düşman üstüne birkaç vole atıştan sonra yapılırdı. Bu atışlar düşmanı yumuşattıktan sonra piyade ilerler ve düşman hattına hücum ederdi. Piyade yakın dövüşe girip düşmanın dikkatini üzerine topladıktan sonra sağ-sol kanatlardan saldıran süvari düşmanı kuşatma altına alır ve geri çekilmek için bile olanak vermeden kırıp geçerdi.
Eğer generalin avantajı çok değilse düşmanı bozguna uğratmayı seçebilirdi. Bozguna uğrayan birlikler daha az örgütlü olduğundan öldürülmeleri daha kolay oluyordu. Bunu sağlamak için düşmanın zayıf birliklerine güçlü piyade birlikleri ile saldırılıyor, içlerinden çoğu katlediliyor ve bozguna uğraması sağlanıyordu. Bir birliğin bozguna uğradığını gören diğer birlikler paniğe kapılıp kaçmaya daha meyilli oluyordu. Daha büyük bir başarı ise düşman generalinin iradesini kırmak ve hatta onu öldürmekti. İradesi kırılan düşman generali ve fedaisi kaçmaya başlıyor, geride kalan birliklerine de onu izlemekten başka seçenek kalmıyordu. Bu taktik, domino etkisi başlatarak karşı kuvvetin tamamının savaş alanından kaçmasıyla sonuçlanıyordu. Düşman kuvvetinin tamamı bozguna uğratıldıktan sonra süvari kullanılarak kaçan kuvvetlerin çoğu yokediliyor ve düşman daha da zayıflatılıyordu.

Silahlar
Antik Çağ silahları arasında ok ve yay, mızrak ve cirit, kılıç, sopa, balta, topuz, gürz ve bıçak sayılabilir. Katapult ve koçbaşı kuşatmalar sırasında kullanılan araçlardı. Antik Türklerde basit maddelerle cok etkili silahlar gelistirmislerdir. Örnegin Türklerin keci bagirsagindan üretikleri bir yay ile attiklari oklarin 80 metre mesafede bile hala öldürücü olmus oldugu bilinmektedir.

Kuşatmalar
Antik çağda Yakın Asya’da bulunan ilk şehir surları ve müstahkem yerler savunma için gerekliydi. Bu surlar toprak tuğla, taş, odun kullanılarak ya da yörede bulunma imkânlarına göre bunların karışımından yapılıyordu. Bilinen en erken kuşatma savaşları MÖ 3000 yıllarında Eski Mısır’ın hanedanlar öncesi dönemine rastlar. MÖ 24'üncü yüzyıla ait Eski Mısır mezar rölyeflerindeki tekerlekli merdivenler, resmedilmiş ilk kuşatma araçlarıdır. MÖ 9'uncu yüzyıldan 7'nci yüzyıla kadar olan Asur saray rölyefleri değişik Yakın Asya şehirlerinin kuşatmalarını resmeder. Basit koçbaşları bir önceki binyılda bulunmuş olsa da Asurlular kuşatma savaşlarını çok geliştirdiler. Kuşatma savaşında uygulanan en yaygın uygulama, kuşatmayı başlatmak ve içeride kalan düşmanın teslim olmasını beklemekti. Lojistik problemler nedeniyle az sayıda birlikle yapılan kuşatmalar dışındakiler nadiren sürdürülebiliyordu.

Kültürler
Eski Mısırlılar

Ad:  800px-Ramses_IIs_seger.png
Gösterim: 435
Boyut:  276.8 KB
II. Ramses'in Cheta halkını yenmesi ve Dapur kuşatması, II. Ramses'in Thebes'teki tapınak duvar resimlerinden

Uzun tarihinin büyük bölümünde Eski Mısır uygarlığı tek hükümet tarafından yönetilmiştir. Ulusun ana askerî hedefi düşman işgalini önlemekti. Mısır’ı çevreleyen kurak topraklarda ve çöllerde yaşayan göçebe kabileler verimli Nil vadisine yerleşmek için sık sık akın ve yağma yapıyordu. Mısırlılar Nil Deltası’nın doğu ve batı sınırları boyunca, Doğu Çölü’nde ve güneydeki Nubya’da kaleler ve ileri karakollar inşa etmişlerdi. Küçük garnizonlar ufak çaplı ayaklanmaları engelleyebiliyordu. Büyük kuvvetler ortaya çıktığında gönderilen mesajlarla asıl ordu kuvveti çağırılıyordu. Birçok Mısır şehrinde şehir surları ve diğer savunma yöntemleri bulunmuyordu.
İlk Mısır askerleri, temreni bakır mızrak ile deri kaplı büyük tahta kalkandan oluşan basit silahlarla donatılmıştı. Eski dönemlerdeki taş topuzun yerine bronz savaş baltası geçmiş ve taş topuzlar sadece törensel amaçlarla kullanılmıştır. Mızrakçılara destek olarak çakmaktaşı ya da bakır uç taşıyan okları kullanan ve bileşik yaylara sahip okçular da bulunuyordu. MÖ üçüncü binyıl ile ikinci binyılın başlarında hiç zırh kullanılmamıştır. Silah teknolojisinde ve savaş tarzındaki en önemli gelişme MÖ 1600 yıllarında Mısırlıların kendilerini Aşağı Mısır’ın hâkimi ilan eden Hyksos halkıyla savaşıp yenmesiyle başlamıştır. At ve savaş arabaları bu dönemde Mısır’a girmiştir. Diğer yeni aletlerin arasında orak kılıç, gövde zırhı ve geliştirilmiş bronz döküm sayılabilir. Bir sonraki sıçrama Geç Dönem’de (MÖ 712-332) atlı birliklerin ve demirden yapılmış silahların kullanılmasıyla gerçekleşmiştir. Büyük İskender tarafından fethedildikten sonra Mısır Yunanlılaştırılmış ve ana askerî güç falanks olmuştur. Eski Mısırlılar silah teknolojisinde büyük yenilik yapmamış, silah konusunda tüm gelişmeler Batı Asya ve Eski Yunan dünyasından alınmıştır.
MÖ ikinci binyılda Mısır toplama ordudan, profesyonel askerlerin oluşturduğu iyi örgütlenmiş orduya geçmiştir. Nubya gibi yabancı toprakların fethi, ülke dışında sürekli bir garnizon tutmayı gerektirmiştir. Mitanniler, Hititler ve sonraları da Asurlular ile Babilliler gibi yakın doğunun güçlü krallıklarıyla olan karşılaşmalar nedeniyle Mısırlılar kendi vatanlarından uzakta sefere çıkma gereksinimi duymuşlardır.
Bu askerlere ailelerinin istihkakı için toprak verilerek ödeme yapılıyordu. Hizmet süresini bitiren kıdemli askerlerin emekliye ayrılmasına izin veriliyordu. Generallerin saray üzerinde büyük nüfuzu olmasına karşılık diğer feodal devletlerin tersine Mısır ordusunun kontrolü tamamen krala aitti. Yabancı paralı askerler de bulunduruluyordu. Bunlar ilk olarak Nubyalılar (Medjay), sonraları da Yeni Krallık'ta Libyalılar ve Sherdenlerdi. Persliler döneminde, Eski Yunanlı paralı askerler başkaldıran firavunların emrine girmiştir. Elephantine'deki Yahudi paralı askerler MÖ 5'inci yüzyılda Mısır'ın yöneticileri olan Perslere hizmet etmiştir. Aynı paralı askerler MÖ 6'ncı yüzyılda da Mısır Firavunlarına hizmet etmiştir.
O zamanın kraliyet propagandasına bakıldığında Mısır birliklerine savaşa giderken kralın ya da veliaht prensin şahsen önderlik ettiği görülür. Ordu onbinlerce askerden oluşabilir, dolayısıyla 250 askerden oluşan ve bir subay tarafından önderlik edilen küçük taburlar idarenin anahtar noktasını oluşturur. İzlenen taktik, önce yoğun ok atışı ardından bozulan düşman hatlarına piyade ile birlikte savaş arabalarının hücum etmesiydi. Mısır askerî sefer kayıtlarına göre düşman büyük Mısır kuvvetine karşı pusu kurarak ya da yolları bloke ederek şaşırtmacaya kalkışabiliyordu.
Nil vadisinde gemi ve mavnalar önemli askerî elemanlardı. Gemiler askerî birliklere erzak sağlamak için vazgeçilmez unsurlardı. Nil nehrinde sığ geçişler olmadığı için mavnalar kullanılıyordu. Nehirde hüküm sürebilmek için kuşatma yapabilmek gerekliydi, aynı Hyksos başkenti Avaris'in Mısırlılar tarafından fethi gibi. Geç Dönem'den önce Mısırlıların denizde savaşmak için donanmaları yoktu. MÖ 12'nci yüzyılda III. Ramses ile Deniz halkı arasında Mısır kıyılarında gemilerin de yeraldığı bir savaş geçmiştir.

Türkler
Antik çağın Türk toplulukları dünya üzerindeki hakimiyetin Göktanrı tarafından kendi Türk hükümdarlarına buyrulmuş olduğu inancı ile çok kez "gök'ün altındaki bütün topraklara" sahib olmak için harekete geçmiş, ve bu hedeflerine ulaşamamış olsalarda atlı orduları ve iyi gelişmış savaş yöntemleri ile çok kez kısa ömürlü büyük devletler kurmuş ve tarihte önemli rol oynamışlardır. Antik Türkler diğer halkların yazılı kalıntılarında çoğunlukla "zayıf bir kültüre sahib, ama çok iyi savaşcılar" olarak tarif edilmişlerdir. Antik Türklerin hakkında bulunan en eski kalıntılar bile iyi organize edilmiş ordulara sahib olduklarına işaret ederler.
Türkler, bu dönemde ilk olarak Teoman Yabgu önderliğinde Hiung-nu İmparatorluğu'nu kurarak, büyük bir devlet örgütlenmesine girmişlerdi. Daha önceki İskit ya da Saka yönetimi, daha çok boylar birliği idi.
Sakalar, İran'da Medler ve daha sonra Perslerle sürekli savaş halinde olmuştur. Ayrıca Sakaların, Kuzey Karadeniz kolu da, İllirya, Makedonya ve Yunanistan'a sürekli akınlarda bulundu. Sakaların Medlerle olan savaşları, Türklerde "Alp Er Tunga", İranlılarda ise "Şehname"nin oluşumunu sağlamıştır. Saka Hükümdarı Alp Er Tunga'yı tuzak kurarak öldüren Medlere karşı, onun yerine tahta geçen Tomiris (Demir), Med ülkesini istila ederek, intikamını almıştır. Ayrıca yine Saka Hükümdarı Şu ile Makedonya Hükümdarı İskender arasındaki ilişki de önemlidir. Türkeli'ne yönelen İskender, düşmanının gücünü belirlemek için birkaç öncü birlik göndermiş, ancak iki tarafta, denk olduklarını anlayınca savaşmamışlardır.
Sakaların bölgeden çekilmesinin ardından bölgede çeşitli Türk boyları egemen olmaya başlamıştır. M.Ö. 1000'li yıllardan beri Çin ile ilişki içinde olan Kunlar, Teoman Yabgu zamanında bir devlet örgütlenmesine girmişlerdir. Her ne kadar, M.Ö. 1558 yılında Çin'e elçi de göndermiş olsalar, devlet örgütlenmesi çok sonraları olmuştur.
Motun Tanhu (Mete) (M.Ö. 209-180) zamanında gücünün zirvesine çıkan Kunlar, Çin'i vergiye bağlamış ve bütün Türk boylarına egemenliklerini kabul ettirmişlerdir. Ordularda "onlu" sistem kurulmuş, savaş teknolojisi geliştirilmiş ve dünyada dönemin en büyük gücü olmuştur.
Kunların zayıflaması ile birlikte Çin'in etkisi artmış ve bir süre sonra ikiye bölünmüşlerdir. Kuzey ve Güney Kunları adı ile bölünen Kunlar, daha sonra Çi-çi Yabgu önderliğinde göç etmiş ve bugünkü Aral Gölü bölgesinde Batı Kun Devleti'ni kurmuşlardır. Ancak Çin baskını ile bu devlette tarihe karışmıştır.

Çinliler
Ad:  Suntzu2.jpg
Gösterim: 342
Boyut:  62.7 KB
Sun Tzu, Savaş Sanatı'nı yazan askerî stratejist
Shang Hanedanı zamanındaki antik çağ Çin'i savaş arabalarından oluşan ordularıyla bir Bronz Çağı uygarlığıydı. Anyang yakınlarındaki Shang sitlerindeki arkeolojik çalışmalarda, çok sayıda savaş arabasına ve bronz silahlara rastlanmıştır. Shang hanedanının Zhou Hanedanı tarafından devrilmesiyle askerî açıdan soylu savaş arabaları savaşçıları (士) sınıfına dayanan bir feodal sosyal düzen kurulmuştur.
İlkbahar ve Sonbahar Döneminde savaşlar önemli derecede artmıştır. Zuo zhuan
bu dönemde feodal lordlar arasındaki savaşları tanımlar. Savaş hem daha şiddetli ve kesin sonuca götüren hale gelmiş hem de törensel ögelere bürünmüştür. Askerî hükümran kavramı (霸) ve onun "etkileme tarzı" (霸道) Çin toplumuna egemen olmuştur. Ayodhya’yı şu sözlerle tanımlar: "Şehir korkusuz, silah kullanmakta becerikli, dağ inlerindeki aslanlara benzeyen yenilmez savaşçılarla doludur. Chakravyuha gibi değişik askerî tekniklerden sözeder.
Savaşan Beylikler Dönemi'nde savaş daha da yoğun, acımasız ve kesin hale gelmiştir. Büyük sosyal ve siyasi değişikliklere, savaş arabalarından vazgeçilip yoğun piyade gücünün kurulması eşlik etmiştir. Elbise giyen Çinli erkekler bir kültürel meydan okuma olsa da kuzey sınırlarının etkisiyle süvariler de ortaya çıkmıştır. Askerî strateji artık kandırmaca, haberalma ve Sun Tzu'nun Savaş Sanatı kitabında düzenlendiği üzere savaş hilelerine dönüşmüştü.

Hintliler
MÖ 1500-500 yılları arasındaki Vedalar dönemi’nde “Vedalar” da ve diğer bağlantılı yazılarda savaşlardan bahsedilir. Belirli bir savaşa ait ilk kayıt Rigveda’nın 7'nci Mandala’sında bahsedilen On Kral Savaşıdır. Savaş fillerinin ilk askerî kullanımı da eski Hindistan’da MÖ 1100 yıllarındadır ve birçok Sanskrit Veda ilahisinde bahsi geçer.
Hindistan’ın iki büyük destanı Ramayana ve Mahabharata (MÖ 1000-500 yılları) anlaşmazlıklar üzerine kurulmuştur ve askerî düzenlere, savaş teorilerine ve ezoterik silahlara değinir.
Valmiki'nin RamayanaAyodhya'nın ordusunu, saldırgan olmaktan çok savunmaya yönelik betimler, şehrin çok iyi korunduğundan ve derin bir hendek ile çevrelendiğinden bahseder.Ramayana Ayodhya’yı şu sözlerle tanımlar: Şehir korkusuz, silah kullanmakta becerikli, dağ inlerindeki aslanlara benzeyen yenilmez savaşçılarla doludur. Mahabharata Chakravyuha gibi değişik askerî tekniklerden sözeder.

Ad:  The_phalanx_attacking_the_centre_in_the_battle_of_the_Hydaspes.jpg
Gösterim: 403
Boyut:  53.5 KB
Hydaspes Nehri Savaşı'nda. André Castaigne'in resmi (1898-1899)

Savaş filleri Hindistan’dan Pers İmparatorluğu’na geçti. MÖ 331 yılında Büyük İskender’e karşı Gaugamela Savaşı’nda Pers kralı III. Darius yaklaşık 50 savaş fili kullanmıştır. Hydaspes Nehri Savaşı’nda Pencab’ta hüküm süren Hintli kral Porus 200 savaş fili, 2.000 süvari ve 20.000 piyadeden oluşan küçük ordusuyla Büyük İskender’in 4.000 süvari ve 50.000 piyadeden oluşan güçlü ordusuna büyük zorluk yaşatmış olsa da sonunda Porus yenilmiştir. Aynı zamanlarda daha kuzey ve doğuda bulunan Magadha İmparatorluğu 6.000 savaş fili, 80.000 süvari, 200.000 piyade ve 4.000 silahlı savaş arabası ile muazzam bir orduya sahipti. Eğer Büyük İskender Hindistan seferini sürdürmeye karar verseydi bu büyük ordunun güçlü karşı koymasıyla yüz yüze kalacaktı.
Chanakya (MÖ 350-275 yılları) Takshashila Universitesi’nde bir siyasal bilgiler profesörüydü ve sonraları Maurya İmparatorluğu’nun kurucusu imparator Chandragupta Maurya’nın başbakanlığını da yapmıştır. Chanakya Arthashastra adlı, eski Hint savaş tekniklerini ve savaş stratejilerini detaylı anlatan bir kitap yazmıştır. Arasında casusluk ve suikastin ilk örnekleri de bulunan bu teknikler Chanakya’nın öğrencisi olan Chandragupta Maurya ve sonraları da Büyük Aşoka (MÖ 304-232) tarafından uygulanmıştır.
Chandragupta Maurya Magadha İmparatorluğu’nu fethetti, sınırları Arap Denizi’nden Bengal Körfezi’ne kadar uzanan ve tüm kuzey Hindistan’ı içine alan Maurya İmparatorluğu’nu kurdu. MÖ 305 yılında Seleucid İmparatorluğu’nu yöneten Seleucus I Nicator’u yenen Chandragupta, Büyük İskender'in fethettiği ülkelerin büyük kısmını idaresi altına almıştır. Seleucus sonunda güney Afganistan dahil olmak üzere Güney Asya’daki topraklarının tamamını Chandragupta'ya kaptırmıştır. Seleucus İndus nehrinin batısındaki toprağı 500 savaş filiyle değişmiş ve kızını da Chandragupta ile evlenmek üzere sunmuştur. Bu evlilik ile oluşan ittifak sonucu düşmanlık dostluğa dönüşmüş ve Seleucus, Pataliputra’da ki Mauryan tahtına Megasthenes’i elçi olarak göndermiştir. Bu antlaşmanın sonucunda Maurya İmparatorluğu Eski Yunan Dünyası tarafından büyük bir güç olarak tanınmış ve Mısır ile Suriye kralları da kendi elçilerini göndermiştir. Megasthenes’e göre Chandragupta Maurya 30.000 süvari, 9.000 savaş fili ve 600.000 piyadeden oluşan ve Antik Çağ’da bilinen en büyük orduyu kurmuştur. Büyük Aşoka, Maurya İmparatorluğunu genişletmiş, Afganistan ve İran’ın büyük kesimiyle tüm Güney Asya’yı idaresi altına almıştır. Aşoka Budizmi seçtikten sonra savaşmayı bırakmıştır.

Persler
Eski Persler ilk defa Büyük Keyhüsrev zamanında önemli askerî güç olarak ortaya çıkmışlardır. Savaş tarzları, hafif zırhlı piyadenin yoğun saldırısıyla düşmanı hareketsiz kılıp süvarinin ölümcül darbeyi indirmesini sağlamak şeklindeydi. Ağır zırhla donatılmış süvariler muazzam sayıdaydı. İlk dönemlerde kullanılan savaş arabalarının yerini Pers İmparatorluğu’nun son zamanlarında atlılar almıştır. Pers İmparatorluğu’nun zirvede olduğu zamanlarda Kuzey Afrika ve Hindistan’dan gelen savaş filleri de kullanılmıştır. Pers ordusunun seçkin kuvvetleri mızrak, kılıç ve yay ile donatılmış 10.000 profesyonel askerden oluşan ünlü Pers Ölümsüzleridir. Okçular da Pers ordusunun önemli bölümünü oluşturur.
Taktikleri oldukça basitti. Geriden düşman üzerine yoğun ok atışından sonra muazzam sayıda piyade ve süvariyle saldırılırdı. Pers okçularının güneşi kapatacak kadar çok ok attığı söylenir. Bu kadar çok asker kullanılmasının nedeni korku uyandırmaktı. Yüzbinlerce askeri gören düşmanın cesaretini yitirip teslim olması kaçınılmazdı. Eğer düşman teslim olmazsa Pers komutanı herhangi bir gücü yenebilecek sayıda askerden oluşan ilk dalgayı düşman üstüne sürer, eğer bu başarılı olmazsa ikinci dalgada daha kaliteli birlikleri gönderir, bunun da başarısız olması durumunda önderliğini şöhretli Ölümsüzlerin yaptığı üçüncü dalgayı gönderirdi. Bu taktikler Orta Doğu’da genellikle başarılı oluyordu ancak Persler batıya doğru ilerledikçe karşılarına çıkan Eski Yunanlıların daha iyi eğitilmiş ve daha ağır zırhla donatılmış ‘’Hoplite’’leri tarafından katledildiler.

İlliryalılar
İllirya askerî taktikleri hakkında çok az şey bilinmektedir. İllirya kralı Bardyllis MÖ 4'üncü yüzyılda İllirya'yı zorlu bir yerel güç haline getirmiştir. İllirya krallığının başlıca şehirleri Lissus ve Epidamnus'tu. Şiddetli rekabet ve kıskançlık nedeniyle güçleri zamanla yokolmuştur.
Genel olarak hiçbir zaman birleşmeyen ve herhangi bir işbirliğine girmeden dövüşen savaşçı kabileler olarak tanınırlar. Dövüş teknikleri örgütlü bir birlikten çok kişisel başarıya dayanıyordu. MÖ 359 yılında Makedon Kralı III. Perdiccas İlliryalılara saldırırken öldürülmüştür. MÖ 358 yılındaysa Büyük İskender'in babası II. Philip İlliryalıları yenmiş ve Ohri Gölü'ne kadar olan toprakları yönetimi altına almıştır.
İllirya uygarlığı Romalılar, Makedonyalılar ve daha sonraları Osmanlılar (artık bu bölge halkına Arnavut deniyordu) tarafından fethedilmiştir.

Eski Yunanlar
Eski Yunan askerî teknolojisi ve taktikleri, tarlalarda ihtiyaç duyulmadığı zaman savaşa gidebilecek olan çiftçi yurttaşlara dayanarak oluşturulmuştur. Bu askerler zırh ve mızrak taşıyarak, birbirine geçen kalkanlarla korunan sık bir düzende savaşmaktaydılar. Bu düzenin adı falankstır.
Çoğu Yunan şehri çok iyi tahkim edilmiş olsa da, Yunan teknolojisi bu korumayı aşmaya yetmediğinden savaşların çoğu açık alanda yapılırdı. Bunun bir diğer nedeni Yunanlı askerlerin tarlalarına dönmeden önce ancak sınırlı süre için askerlik yapabilmeleriydi. Bir şehri savunanları dışarıya çıkarabilmek için tarlaları yakıp yıkma tehdidi yapılırdı. Kışı kıtlık içinde geçirmek istemeyen savunmacılar teslim olmak ile savaşmayı kabullenmek arasında seçim yapmak zorunda kalırlardı.
Bu tarz Peloponnez Savaşı sırasında işe yaramamıştır. Tarlaları yakıp yıkmakla tehdit eden Spartalılara karşı Atinalılar, deniz hâkimiyetine sahip olduklarından, gemilerle Kırım'dan tahıl getirmişlerdir. Bu, anlaşmaya varmaksızın her iki tarafın tekrar eden baskınlarla birbirine saldırmak zorunda kaldığı bir tarza dönüşmüştür. Aynı zamanda deniz savaşını da önemli bir noktaya taşımıştır. Yunan deniz şavaşları triremeler arasında geçerdi. Bunlar uzun ve hızlı gemilerdi ve birbirlerine saldırarak bordalama ile savaşırlardı.

Makedonyalılar
Ad:  Makedonische_phalanx.png
Gösterim: 450
Boyut:  36.0 KB
Sarissa ile Makedonya falanksı

Eski Makedonyalılar o zamanlar dünyanın en düzenli ve örgütlü askerî kuvvetine sahipti. Büyük İskender'in zaferleriyle tanınsalar da, bu mükemmel dövüş gücünü tasarlayan ve hayata geçiren babası II. Philip (Makedonya)'tir. Eğer bu ordu daha önce hazırlanmış olmasaydı, Büyük İskender'in fetihlerinin hiçbiri gerçekleşmeyebilirdi.
Philip Falanks düzenindeki askerlerine 6 metre uzunluğundaki sarissa denen mızrağı verdi. Sarissa, falanksın arka sırasındakiler tarafından (genelde sekiz sıra olurdu) dik bir şekilde yukarıya doğru tutulduğunda gerideki manevralar düşman tarafından görülmezdi. Ön sıradakiler tarafından ileri doğru uzatıldığında ise, uzaktan düşmanı delip geçecek acımasız bir silah oluyordu.
MÖ 358 yılında tekrar örgütlenen Makedonyalı phalanxlarla İlliryalılarla karşılaşan II. Philip, onları yenilgiye uğratmıştır. İlliryalılar, savaş alanında 7.000 ölü (kuvvetlerinin dörtte üçünü) bırakarak kaçtılar. Dolayısıyla, bir gecede sayısal olarak büyümüş gibi görünen Makedonya ordusu tüm İllirya’yı fethetti ve Makedonya’nın sınırları Adriyatik Denizi’ne kadar ilerledi.
Ad:  150px-AlexanderTheGreat_Bust.jpg
Gösterim: 282
Boyut:  6.3 KB
British Museum 'da bulunan Büyük İskender büstünün Andrew Dunn tarafından çekilmiş fotoğrafı
İlliryalıların yenilmesinden sonra Makedonya daha da saldırgan davranmaya başladı. Paeonia Philip zamanında zorla Makedonya yönetimi altına girmişti. MÖ 357 yılında Philip Atinalılarla olan antlaşmayı bozarak iktidara geldikten sonra Yunanlılara teslim etmek zorunda kaldığı Amphipolis’e saldırdı. Yoğun bir kuşatmanın ardından şehir tekrar Makedonyalıların eline geçti. Bundan sonra, gelecekteki savaşları finanse edecek olan hemen yakındaki Pangaeus Dağı altın madenlerini de güvence altına aldı.
MÖ 356 yılında daha da doğuya ilerleyen Makedonya ordusu günümüzdeki Drama şehrinin yakınlarında Traklar’ın elinde bulunan Crenides şehrini ele geçirdi ve Philip kendi ismini şehre vererek adını Philippi olarak değiştirdi. Makedonya’nın Trakya ile olan sınırı artık Nestus nehriydi.
Philip daha sonra kuzey Yunanistan’a doğru yürüdü. Thessaly’de düşmanlarını yendi ve MÖ 352 yılında tüm kuzey Yunan bölgesini kontrolü altına aldı. Makedonya ordusu Yunanistan’ı ikiye ayıran Termofil geçidine kadar ilerledi. Ancak burayı ele geçirmeye çalışmadı çünkü, Atinalılar, Spartalılar ve Akalardan oluşan ortak bir güçle çok sıkı olarak korunmaktaydı.
Makedonya’nın sınır bölgelerini güvence altına aldıktan sonra büyük bir ordu toparlayan Philip uzun sürecek bir fetih seferi için Trakya’ya girdi. Bir dizi savaşta Trakları yenilgiye uğrattıktan sonra MÖ 339 yılında en doğudaki Byzantium ve Perinthus kıyı şehirleri haricinde Trakya’nın tamamı Makedonya’nın kontrolü altına girmişti. Eğer bu iki şehir değişik Yunan şehirlerinden ve Pers İmparatorluğu’ndan destek görmeseydi kesinlikle düşeceklerdi. Pers kralı Makedonların yükselişini ve doğuya doğru yayılışını endişeyle izliyordu. En az bir yüzyıldır Yunanistan’da en nefret edilen halk Persler olmasına rağmen, Yunanlılar Makedonya’ya karşı savaşmak üzere Persleri davet edip ittifak teklif etmiştir. Yaklaşık 150 yıl kadar önce Persler tarafından işgal edilmiş olmalarına rağmen Yunanlıların Makedonlara karşı nefreti bunu unutturmuştur.
Daha sonraları oğlu Büyük İskender Yunan savaş tarzını geliştirerek bir süvari savaş tarzı yaratacak ve fetihler yapacaktı. Büyük İskender, bu tarzla uzun süre askerlik yapacak insanları toplayarak Perslere karşı seferlerde kullanmıştır. Özellikle elit Yoldaşlar (süvariler) Büyük İskender’in savaş tarzında önemli yer tutmaktadır.

Romalılar
Roma ordusu dünyanın ilk profesyonel ordusudur. Bu ordunun temelinde, Roma için zorunlu hizmet yapan yurttaşların oluşturduğu Roma Cumhuriyeti ordusu yatmaktadır. Gaius Marius'un MÖ 100 yılındaki reformları orduyu profesyonel bir yapıya oturttu. Askerler hâlâ yurttaşlardan oluşuyordu ama ordudan ayrılmadan önce 25 sene hizmet ediyorlardı.
Romalılar aynı zamanda destek kuvvetlerini kullanan ilk ordudur. Bunlar Romalı olmayanlardan oluşan ve geleneksel Roma ordusunun dolduramadığı boşlukları dolduran hafif çarpışma birlikleri ile ağır süvari gibi birliklerdir. İmparatorluğun sonraki dönemlerinde, yabancı paralı askerlerle bu destek birlikleri Roma ordusunun belkemiğini oluşturmuştur. İmparatorluğun son dönemlerinde ise Vizigotlar gibi kavimler paralı asker olarak dövüşmek için ayartılmıştır.
Roma donanması geleneksel olarak pek önemli değildi. Ancak birliklerin ve erzakların taşınmasında önemli rol oynuyordu. MÖ 1'inci yüzyılda Büyük Pompey tarafından Akdeniz'in korsanlardan arındırılmasında önemli rol oynamıştır. Roma savaşlarının çoğu karada geçiyordu. İmparatorluk zirvede iken Akdeniz bir Roma gölü haline gelmişti, çünkü çevreleyen toprakların hepsine Roma İmparatorluğu hâkimdi.
Dikkate değer istisnalar da vardır. MÖ üçüncü yüzyılda Roma ile Kartaca arasındaki önemli bir çatışma olan I. Pön Savaşı genel olarak bir deniz savaşıdır. Actium Savaşı da Roma'yı Augustus'un idaresine sokmuştur.

Cermenler
Ren nehrinin doğusu ve Tuna nehrinin batısındaki Cermen kabileleri hakkındaki tarihsel kayıtlar antik dönemin sonlarına doğru başlamıştır ve ancak MÖ 100 yılından sonraki dönem incelenebilmektedir. Açık olan, Cermen savaş tekniklerinin Roma ve Yunan savaş tekniklerinden çok farklı olduğudur. Cermenler daha çok küçük ya da büyük baskın gruplarıyla savaşmayı tercih ediyorlardı.
Bu tarz savaşmanın amacı toprak kazanmak değil kaynakları ele geçirmek ve prestij sağlamaktı. Bu baskınlar 10 kişilik aile gruplarından 1.000 kişilik köy gruplarına kadar düzensiz gruplarla gerçekleştirilirdi. Olağanüstü kişisel güçleriyle uzun süreler etrafında asker toplayabilen liderler vardı, ama ne asker toplamanın ne de eğitmenin sistematik bir yöntemi olmadığı için karizmatik bir liderin ölümü o ordunun yokolması demekti. Ordular sıklıkla yüzde 50 çarpışmaya girmeyenlerden oluşuyordu. Yerlerinden olan yaşlı, kadın ve çocuklar askerlerle birlikte yolculuk ediyorlardı.
Tarih kitaplarında sözü edilen büyük askerî birlikler antik savaş tarzının genel kuralı değil, istisnasıydı. Dolayısıyla tipik bir Cermen kuvveti 100 kişiden oluşurdu ve hedefleri komşu Cermen ya da başka halka ait bir köyü yağmalamaktı. Eski Roma kaynaklarına göre Cermen kabileleri savaşmak zorunda kaldığında, piyadeler genellikle kama düzeninde hareket eder, her kamanın başını bir klan lideri çekerdi.
Romalılar tarafından sıklıkla yenilmiş olsalar da, Cermen kabileleri Roma kayıtlarında vahşi ve acımasız savaşçılar olarak gösterilmiştir. Cermen halkının başarısızlığının sebebi tek komuta altında birleşmiş tek kuvvet oluşturamamış olmalarıdır. Halefleri en sonunda antik dünyayı yenecek ve fethedecek, böylece modern Avrupa'nın ve ortaçağ savaş tarzının doğmasına önayak olacaklardı.

Japonlar
Yamato döneminin başlarından itibaren Kore yarımadasında sürekli savaşan Japonya sonunda Baekje Krallığı'nın geride kalan kuvvetlerini de alarak çekilmiştir. Bu devirde, İmparatorluğu elde etmek önem kazandıkça birçok savaş olmuştur. Nara dönemi'nde Honshu adası tamamen Yamato klanının kontrolü altına girmişti. Heian döneminin sonlarına doğru samuraylar önemli bir siyasî güç oldular ve böylece feodal dönem başladı.

Önemli Antik Savaşlar
  • Yunan-Pers Savaşları
Yunan-Pers Savaşları MÖ 500 yıllarında başlayıp MÖ 448 yılına kadar süren ve Yunan dünyası ile Pers İmparatorluğu arasında geçen bir dizi çarpışmadan ibarettir.
  • Peloponnez Savaşı
Peloponnez Savaşı MÖ 431 yılında Atina İmparatorluğu ile Sparta ve Corinth'ten oluşan Peloponnez Ligi arasında başlayan savaştır. Savaş Atinalı general Thucydides'in The History of The Peloponnesian War adlı eserinde kaydedilmiştir. Savaş ortasındaki kısa süren ateşkes haricinde 27 yıl sürmüştür.
  • Pön Savaşları
Pön Savaşları Roma ile Kartaca şehri (Fenikeliler'in soyundan gelirler) arasında geçen üç savaşa verilen addır. "Pön" (Punic) Savaşları diye bilinmelerinin sebebi Kartacalılara Romalılar tarafından "Punici" denmesidir. ( önceleri ataları Fenikelilere (Phoenician) istinaden "Poeni" denmekteydi.)
  1. I. Pön Savaşı MÖ 264 ile MÖ 241 arasında geçen esas olarak bir deniz savaşıdır.
  2. II. Pön Savaşı Hannibal'in Alpleri geçmesiyle ünlüdür ve MÖ 218 ile MÖ 202 arasında geçmiştir.
  3. III. Pön Savaşı sonucunda Kartaca yıkılmıştır ve MÖ 149 ile MÖ 146 arasında geçmiştir.
Önemli Antik Çarpışmalar

Ad:  Battle_of_Gaugamela.jpg
Gösterim: 386
Boyut:  53.6 KB
MÖ 331 yılında Gaugamela Savaşı, Ressam Jan Brueghel the Elder (1602)
  • On Kral Savaşı, yaklaşık MÖ 1500
  • Kadeş Savaşı, MÖ 1274
  • Muye Savaşı, MÖ 1046
  • Marathon Savaşı, MÖ 490
  • Salamis Savaşı, MÖ 480
  • Termofil Savaşı, MÖ 480
  • Mycale Savaşı, MÖ 479
  • Chaeronea Savaşı, MÖ 338
  • Issus Savaşı, MÖ 333
  • Gaugamela Savaşı, MÖ 331
  • Hydaspes Nehri Savaşı, MÖ 326
  • Cannae Savaşı, MÖ 216
  • Carrhae Savaşı, MÖ 53
  • Pharsalus Savaşı, MÖ 48
  • Actium Savaşı, MÖ 31
  • Teutoburg Ormanı Savaşı, 9
  • Ikh Bayan Savaşı, 89
  • Edessa Savaşı, 259
  • Adrianople Savaşı, 378
Birlik Tipleri
  • Piyade
    • Okçular
    • Sapancılar
    • Hoplite
    • Falanks
      • Makedonya Falanksı
    • Roma lejyonu
      • Lejyonerler
  • Süvari
    • Cataphract
    • Clibanarii
    • Atlı okçular
    • Savaş arabası
    • Savaş fili
  • Topçuluk ve kuşatma araçları
    • Katapult
    • Onager
    • Balista
    • Scorpio
    • Kuşatma kulesi
    • Koçbaşı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ortaçağ'da Savaş
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Ortaçağ'da savaş, genellikle Ortaçağ Avrupası'nda kullanılan savaş tarzını anlatmak için kullanılır.
Ortaçağ Avrupası'ndaki teknolojik, kültürel, ve sosyal gelişme askeri taktikleri, süvari ve topçuluğun görevlerini değiştirerek savaş tarzının çok önemli derecede bir dönüşüme uğramasına neden olmuştur. Dünya'nın diğer bölgelerinde benzer seyirler görülmüştür. Beşinci yüzyılda yoğun piyade kuvvetinden oluşan Çin orduları, kuzeydeki Türkler ve diğer göçebe halkları örnek alarak süvari ağırlıklı kuvvetlere dönüşmüştür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Avrupa'ya benzer hatta bazen daha üstün teknolojiler kullanılmıştır. Japonya'da ortaçağ savaş tarzı 19. yy.a kadar sürmüştür. Afrika'da da "Sahil" boyunca (Sahra çölünün güneyi, Senegal Irmağı havzası ile Kongo'nun kuzey bölümünü kapsayan bölge) ve Sennar Krallığı ile Fulani İmparatorluğu gibi Sudan devletlerinde 19. yy. boyunca ortaçağ savaş taktikleri ve silahları kullanılmıştır.

Ortaçağda Savaşın Kökenleri
Belki de en önemli teknolojik değişiklik üzengi’nin bulunmasıdır. Çin’de ve Orta Doğu’da uzun zamandır kullanılan üzengi, 8 yy. da Avrupa’ya gelmiştir. At yetiştiriciliği, daha gelişmiş demir ve çelik işçiliği ile birlikte üzengi çok daha güçlü süvari birliklerinin gelişmesine olanak sağlamıştır. Romalılar gibi daha önceki imparatorluklar, atlı savaşçıları daha çok hafif silahlarla kuşatılmış izcilik ve destek faaliyetlerinde kullanmışlardır. Ancak üzenginin kullanılması, binicinin otururken silah taşıyabilmeye olanak vermesi sayesinde süvarileri savaş saflarının en önüne getirmiştir. Avrupa’da ağır zıhla donatılmış şövalyelerMoğolistan’da da hafif zırhlarla donatılmış atlı okçular merkezî kuvvet olurken, önem kazanmıştır. Çin’ de ise asıl kuvvetler bu iki sınıfın arasına düşmekteydi.
Bir çokları II. Adrianople (Edirne) Savaşı’nı Roma İmparatorluğu döneminin sonu ve Ortaçağ’ın başı olarak görmektedir. Bu savaş süvarinin geleneksel piyade üzerindeki üstünlüğünü göstermiş ve sonraki yüzyıllarda görülecek olan ortaçağ savaş tarzının karakterini belirlemiştir.
Savaşlar daha çok az sayıda ve çok pahalı olan atlı savaşçıların etrafında geçmekteydi. Bu hem Ortaçağ’ın sosyal düzeninin bir ürünü hem de bu sosyal düzenin devam etmesini sağlayan bir durumdur. Atlı bir savaşçı olmak hem büyük bir yetenek hem de büyük bir eğitim gerektirdiğinden, daha önceki dönemlerdeki yurttaşlardan oluşan orduların aksine savaşçılık tam zamanlı bir meslek haline gelmişti. Bu toplumun soylular adı verilen üst sınıf ile çoğunluğu oluşturan alt sınıf olarak ayrılmasını kolaylaştırmıştır. Feodal soylular, merkezî olmayan devletler içinde çok büyük güç kazanmışlardır. Bu nedenle Roma lejyonları gibi büyük , örgütlü ve iyi eğitilmiş orduların bulundurulması zorlaşmıştır. Birliklerin çoğunluğunu bu derebeylerinin vasalları olan köylüler ya da paralı askerler oluşturmaktaydı.
Ortaçağ savaş tarzının sonu teknolojik ve sosyal değişiklerle olmuştur. Merkezî hükümetlerin gücünün artması düzenli orduların , ya da Fransız Compagnies d’Ordonnance gibi yarı düzenli orduların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Strateji ve Taktik
1. Kuvvetlerin Konuşlandırılmaları
Ortaçağ Avrupa orduları tipik olarak üç bölümden oluşurdu: Öncü birlik, merkez ve artçı birlik. Öncü birlik genelde okçular ve diğer uzun mesafe atış yapabilen sapancılar ve nadiren de basit ve hafif katapultlardan oluşurdu. Merkezde piyade birlikleri ve zırhlı süvariler (şövalyeler) bulunurdu. Artçı birlik olarak ise daha çevik atlı birlikler gelirdi. Normal intikal sırası öncü birlik, merkez ve artçı birlikti. Savaş alanında sağa öncü, ortaya merkez sola da artçı birlik yerleşirdi. Ordular büyüdükçe ise savaşalanına hangi sırayla geldiyseler o sırayla dizilmeye başladılar.
Her bölüm ya saf halinde ya da blok halinde dizilirdi. Saf halinde dizilmenin avantajı tüm askerlerin hemen hemen aynı anda çarpışmaya katılabilmesiydi. Yine de bir süvari hücumu saf halindeki bir dizilişi kolayca dağıtabilirdi. Blok halindeki diziliş daha sağlam olmasına rağmen Agincourt Savaşı’nda Fransızların başına geldiği gibi arka sıralardaki askerlerin çarpışmaya katılmasını geciktirebilirdi. Blok halindeki düzenin avantajı ön sıradaki bir askerin yaralanması halinde arkada yedek olması idi. Bu düzeni özellikle iyi eğitilmiş birlikler de dağıtmak çok zordu.
Süvari duruma göre değişik şekillerde dizilebilirdi. Bir avuç atlı bile etkili olabilse de süvari mızrağı taşıyan ve sık düzende hareket eden süvariler çok büyük ve etkili bir kuvvet olabiliyordu. En yaygın düzen saf düzeniydi. Genel olarak üç ya da dört sıra derinliğinde bir saf halinde sıralanan süvariler bu şekilde hücuma geçiyorlardı. Çok iyi eğitilmiş piyade birlikleri bu tarz bir saldırıya karşı koyabildiklerinden bazı birlikler üçgen dizilişle saldırabiliyordu. Bu tarz dizilişte en ağır zırhlılar üçgenin uç noktasında olacak şekilde bulunuyordu. Bu düzen piyade birliği ile karşı karşıya gelince safları yararak arkadan gelen piyade hücumuyla geride kalan kuvvetlerin dağıtılması sağlanıyordu.
Süvariler savaş alanında başat güç haline geldikçe onlara karşı çıkmanın yollarını da aramak gerekli hale geldi. Çok yaygın bir yöntem olarak altı metreye varan kargıları kullanmaktı. Süvari hücuma kalktığında bu kargıları taşıyan askerler çok sıkı bir kare ya da küre düzenine geçerek piyade hatlarının içlerine girilmesini engelliyorlardı. Atlar mızraklardan oluşan bir duvara doğru koşarak dalmıyorlardı. Arkayı ve yanları koruyan geniş kargı bloklarına sahip bir ordu, bozguna uğramadan etkili pozisyonlara girebiliyordu.
İngilizler tarafından bulunan bir başka yöntemde yoğun ok atışıdır. İngilizlerin kullandığı büyük yaylar bir uzmanın elinde yıkıcı silahlara dönüşüyordu. İngilizler, binlerce okçu aynı anda atış yaptığında çok az ordunun hücuma kalkabildiğini keşfetmişlerdi. 100 Yıl savaşları sırasında birçok Fransız şövalye “ yağmur gibi yağan oklar karşısında günün geceye döndüğünü” anlatmıştı. Düşman saflarına karşı yapılan birkaç salvo ok atışından sonra geri kalan düşman kuvvetini halletmek için İngiliz piyadesi ve süvarisi savaşalanına giriyordu.
2. Kuvvetlerin Kullanılması
Bazı ortaçağ orduları çok az eğitimliydi ve birliklerin birbiriyle bağı pek yoktu. Savaş öncesi çok sınırlı bir şekilde planlama yapılabiliyordu ve savaş alanında iletişim çok zordu. İletişimi sağlamak için genellikle müzik enstrümanları, sesli komutlar, kuryeler, ya da görsel işaretler (flamalar, bayraklar, sancaklar, vb.) kullanılıyordu. Savaşların çoğu büyük çaplı arbedelerle devam ediyordu.
Öncü birliklerin saldırmasının amacı genelde düşmanın savunma hattında delik açmaktı. Okçular, piyadenin kalkanları üzerinden düşmana ok fırlatır, düşmanda karşılık vermek için hazırlanırdı.
Sonunda merkez hareket eder ve at üzerindeki şövalyelerle birlikte piyade de hücuma kalkardı.
Büyük toplar ortaçağın sonlarına doğru savaş alanlarına girdi. Çok yavaş olan atış hızları (savaş boyunca yalnız bir kere atış yapılıyordu) ve belirsiz atışları nedeniyle etkili bir anti-personel silah olmaktan çok psikolojik güç arttırıcıydılar.
Daha sonraları daha küçük toplar kullanılarak atış hızı belirsiz bir seviyede artsa da nişan almak daha kolaylaştı. Topları kullananlar rahatça korunabiliyordu çünkü toplar daha hafifti ve daha hızlı hareket ettirilebiliyordu.
3. Ricat (Geri Çekilme)
Ortaçağda aceleyle yapılan bir geri çekilme düzenli olarak yapılan bir geri çekilmeden çok daha fazla kayıp verdirebiliyordu. Kaybeden taraf geri çekilmeye başladığında artçı birliklerin hızlı süvarileri piyade baskısı altında kaçan düşmana yetişebiliyordu. Bir çok ortaçağ savaşında kaçarken öldürülen asker sayısı savaşırken öldürülenden fazladır. Atlı şövalyeler savaş esansında kargılı askerler tarafından korunan okçuları ve piyadeleri çok kısa sürede ve kolaylıkla öldürebiliyorlardı.

Müstahkem Mevkiler
Merkezî devletlerdeki çözülme ana geçim kaynağı olarak geniş çaplı yağmacılık yapan bir dizi grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların arasında en dikkate değer grup Vikinglerdi. Bu gruplar genellikle küçük olduklarından ve hızlı hareket etmek zorunda kaldıklarından bölgedeki zenginlikleri ve halkı korumak amacıyla müstahkem mevkiler yapmak faydalı olmaktaydı.
Ortaçağ boyunca bu müstahkem yerler de gelişmiştir. Bunlar arasında birçokları için Ortaçağ'ın simgesi haline gelmiş olan kale en önemlisiydi. Kaleler, yöredeki elit tabakasına korunaklı bir yerde olma olanağı sağlıyordu. Kale içinde iken yağmacıların baskınından korundukları gibi bölgeden yağmacıları çıkarmak için atlı savaşçıları üzerlerine gönderebiliyorlardı. Daha sonraları kaleler, yöredeki diğer elitlerden korunmak için de kullanılmıştır.
Ortaçağ dönemi boyunca müstahkem yerlerin birçok önemli yararı olmuştur. Ortaçağda süregelen yağmacılığa karşı korunak olmuşturlar. Ağır süvari'nin açık alanda yapılan savaştaki üstünlüğü, müstahkem yerlere karşı bir anlam ifade etmiyordu. İlkel yollar, ya da yol olmaması kuşatma araçlarının taşınmasını zorlaştırıyor ve zaman kaybettiriyordu. Merkezî askerî örgütlenmenin genel olarak eksik olması da geniş çaplı ve uzun süren kuşatmaların yapılmasını güçleştiriyordu. Müstahkem yerler, elitlerin topraklarından çıkarılamamasını sağlamanın mükemmel bir yoluydu.
Ortaçağ Kuşatma Sanatı
Ortaçağ döneminde ordular kuşatma yaparken bir dizi kuşatma araçları kullanmışlardır; merdiven, koçbaşı, kuşatma kulesi ve çeşitli mancınıklar (mangonel, onager, balista, ve trebuchet) gibi. Kuşatma teknikleri arasında lağımcılık da bulunur.

Ekipmanlar
1. Kişisel Ekipmanlar
  • Şövalye
  • Piyade
  • Mühendis
  • Okçu
  • Burgher
2. Silahlar
  • Ortaçağ kuşatma silahları
  • İngiliz oku
  • Tatar Yayı
  • Kılıç
  • Mızrak
  • Topuz
  • Kargı
  • Büyük yay
  • Zırh
Önemli Ortaçağ Çarpışmaları
  • Chalons Savaşı (451)
  • İstanbul'a ikinci Arap kuşatması (718)
  • Tours Savaşı (732)
  • Anchialus Savaşı(917)
  • Brunanburh Savaşı (937)
  • Maldon Savaşı (c. 991)
  • Kleidion Savaşı (1014)
  • Stamford Köprüsü Savaşı (1066)
  • Hastings Savaşı (1066)
  • Malazgirt Savaşı (1071)
  • Levounion Savaşı (1091)
  • Crug Mawr Savaşı (1136)
  • Lizbon Kuşatması (1147)
  • Sirmium Savaşı (1167)
  • Miryakefalon Savaşı (1176)
  • Hittin Savaşı (1187)
  • Edirne Savaşı (1205)
  • Las Navas de Tolosa Savaşı (1212)
  • Bouvines Savaşı (1214)
  • Bannockburn Savaşı (1314)
  • Crecy Savaşı (1346)
  • Poitiers Savaşı (1356)
  • Grunwald/Tannenberg Savaşı (1410)
  • Agincourt Savaşı (1415)
  • Patay Savaşı (1429)
  • İstanbul'un Fethi(1453)
  • Towton Savaşı (1461)
  • Vaslui Savaşı (1475)
  • Bosworth Alanı Savaşı (1485)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mayıs 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Barutlu Silahlarla Savaş
Vikipedi, özgür ansiklopedi


Barutlu silahlarla savaş barutun yaygın olarak kullanılması ve bu patlayıcı maddenin kullanımına elverişli silahların yapılmasıyla ortaya çıkan bir savaş tarzıdır. Avrupa ve Asya'da onbeşinci yüzyıldan itibaren sınırlı bir şekilde başlamış ve ondokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. 1792'den 1815'e kadar süren Napolyon Savaşları'nda doruk noktasına ulaşmıştır. Barutun Çinliler tarafından bulunduğunu belirten İngiliz felsefeci ve dinadamı Roger Bacon bu tarz savaşın ilk savunucularındandı.
Barutun, silahlarda dolayısıyla savaşlarda ilk kullanımının Çin'de 10. yüzyıla kadar geri gittiği bilinmektedir. Barutun ilk kullanımı top olmuştur. Çin'den sonra Müslüman devletler ordularında da hızla yaygınlaşmıştır. 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle Osmanlı Devleti tarafından etkili bir biçimde kullanılmıştır. Osmanlılar, barutu el silahlarında (tüfek) olarak kullanmaya hızla geçtiler. Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında İstanbul'un Fethi sırasında devasa kuşatma topları kullanmıştır. 1514 tarihindeki Çaldıran Savaşı'nda, 1516 tarihindeki Mercidabık Savaşı'nda ve 1517 tarihli Ridaniye Savaşı'nda etkili ve yaygın olarak kullanılmıştı. Esasen Osmanlı Devleti'nde ateşli el silahlarının kullanımı 1421 - 1444 yılları arasında hüküm süren II. Murat'ın saltanatlık dönemine kadar geri gitmektedir.

Burada anlatılmaya çalışan "barutlu silahlarla savaş" tarzının Avrupa'daki gelişimi, Batı'lı tarihçiler tarafından araştırılmaya başlanması, tarihçi Michael Roberts'ın 1955 yılı başlarında Belfast'daki bir üniversitenin düzenlediği konferansta yaptığı açılış konuşmasından gelmektedir. Roberts, 1560-1660 yılları arasında Avrupa'da savaş tarzının geçirdiği önemli dönüşümlerin, toplumu tamamıyla değiştiren bir "Askerî Devrim" olduğunu savunmaktadır. İzleyen yıllarda birçok bilimadamı bu konuyu destekleyen ya da karşı gelen çalışmalarda bulunmuştur. Bu devrimin ne zaman olduğu ya da devrim değil de yavaş yavaş oluşan bir değişim olduğu hâlâ bir tartışma konusudur. Bu bağlamda Askeri Devrim, sözkonusu yıllarda Avrupa ordularındaki dönüşümlerden sadece bir tanesi ateşli silahların kullanımıyla ilgilidir. Michael Roberts ve bu konuda araştırma yapan diğer Batı'lı tarihçilerden çoğu açısından inceleme alanı Avrupa'dır. Dolayısıyla literartürdeki Askeri Devrim, (Michael Roberts'in ya da Geoffrey Parker'in Askeri Devrim'i) gereçekte Avrupa Askeri Devrimi olarak anlaşılmalıdır.
16. yüzyılın başlarından itibaren özellikle İtalyan devletlerinin ordularında gözlenen ateşli silahların yaygınlaşması, bu ordularda diğer savaşçı unsurların sayısının hızla düşmesine yol açmıştır. Okçular, kargıcılar, süvariler ve kılıçlı savaşçıların ordu içindeki sayısı hızla azaltılmıştır. Bunların yerini elde taşınan ateşli silahları kullanan savaşçı unsurlar almaya başlamıştır.
Tüfekçilerin ordularda ağırlık kazandığı bu ilk evrelerde, atış yenileme hızının ve menzilin düşük olması, diğer savaşçı unsurlarca desteklenmesini gerektirmiştir. Bir çok çatışmada tüfekçiler, kare düzeninde saf tutmuş kargıcılar tarafından korunmuşlardır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Mayıs 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sanayi Çağı'nda Savaş
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Sanayi Çağı'nda savaş, Sanayi Devrimi'nin başlangıcından Bilgi Çağı'na kadar geçen süre içindeki savaş tarzı olarak değerlendirilir. Bu dönemde ulus-devletler sanayileşme yardımıyla geniş orduları ve donanmaları yaratabilecek düzeye geldiler. Geniş çaplı askere almalar, hızlı taşımacılık (önceleri demiryolu ile, sonradan denizyolu ve havayolu ile), telgraf, telsiz ile iletişim, topyekün savaş bu dönemin özelliklerindendir.
Teknolojik açıdan bakıldığında bu dönemde namlu yerine arkadan doldurulan, yoğun ateş gücüne sahip piyade tüfekleri, yüksek hızlı ve arkadan doldurulabilen toplar, metal savaş gemileri, denizaltılar, uçaklar, roket ve füzeler, zırhlı birlikler, ve nükleer silahlar ortaya çıkmıştır.
Sanayi Çağı'nın ilk savaşı 1861 yılındaki Amerikan İç Savaşı'dır. En son önemli sanayi çağı savaşı olarak 1980'lerin İran-Irak Savaşı görülmekle birlikte bazıları 1998'deki Eritre-Etiyopya Savaşı'nın son savaş olduğunu savunmaktadırlar.

Benzer Konular

6 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
26 Mayıs 2014 / Misafir Soru-Cevap
1 Mayıs 2013 / hkr Tarih
7 Eylül 2014 / Adanalı Siyasal Bilimler
7 Nisan 2010 / Misafir Taslak Konular