Arama

Zaferlerimiz

Güncelleme: 10 Ağustos 2016 Gösterim: 10.178 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Mohaç Zaferi

Ad:  Mohaç Meydan Savaşı2.jpg
Gösterim: 536
Boyut:  75.4 KB


Sponsorlu Bağlantılar
Mohaç Savaşı(Zaferi)Kanunî Sultan Süleyman sefer hazirliklarini tamamladiktan sonra, 1526 yilinin sonlarina dogru, muhtesem ordusu ile Istanbul' dan hareket etti. Ordunun mevcudu 100 bin kisi idi. Ayrica 300 kadar top vardi. Ordunun ilerlemesi büyük bir disiplin içinde devam etti. Ekili araziye girmek, buralarda hayvan otlatmak, Hiristiyan halkin hayvanlarini almak veya onlara baska türlü zarar vermek siddetle yasaklanmis, bu yasaklara tam olarak uyulmustu.

Ordu Belgrad'a ulastigi zaman Ramazan Bayrami da gelmisti. Bayram namazi burada kilindi ve kutlama töreni yapildi. Sonra tekrar yola çikildi. Uylok, Petervaradin, Osiyek gibi bazi kaleler fethedildi.

Drava Nehri'ne varildigi zaman burada bir köprü yapmak gerekti. Padisah ve veziriazam köprünün yapimina bizzat nezaret ettiler. Ordu bütün agirliklariyla bu köprüden geçtikten sonra Kanunî köprünün yikilmasini emretti. Böylece Macaristan'i tamamen almadan geri dönülmeyecegini belli ediyordu.

Drava Nehri'nin asilmasindan sonra hiçbir tabii engel bulunmayan genis Macar Ovasi'na çikilmisti. Fakat yagmur ve sis yüzünden ilerleme yavas oluyordu. Köprüyü geçtikten sonra yagmur hafiflemisti ama yol çamurdu ve yerler bataklik olusmustu.

Istanbul'dan Mohaç Ovasi'na Türk ordusu 4 ay süren bir yürüyüsle gelmisti, öte yandan Macar ordusu da Budapeste'den yola çikmis ve 40 günlük bir yürüyüsten sonra ancak 160 kilometrelik bir yol alarak Mohaç Ovasi'na yaklasmisti.
Charles-Quint Macarlar'a yardim edecek durumda degildi. Çünkü o günlerde Ingiltere, Fransa ve Italya, Charles-Quint'e karsi bir ittifak kurmuslardi. Fakat Papa tarafindan gönderilen ücretli askerler Macar ordusuna katilmisti.
Simdi iki ordu Mohaç Ovasi'nda karsi karsiya gelmis bulunuyordu. Macar ordusu 150 bin kisilikti. Ayrica 100 kadar toplari vardi. Türk ordusu 100 bin kisiden meydana geliyordu ama 300 kadar topu vardi. Macarlar daha çok agir zirhli süvarilerine güveniyorlardi ve Türkler'in savas teknolojisindeki üstünlügünü, topu çok iyi kullandiklarini henüz anlayamamislardi. Tabii Türk ordusunun asil kuvveti asla toplardan ileri gelmiyordu.

26 Agustos'ta her iki taraf savas için hazirliklarini bitirmis, ovaya dogru agir agir ilerlemeye baslamislardi.
Türk ordusunun 5 bin kisiden olusan öncü kuvvetinin basinda Bali Bey vardi. Onu Rumeli askeri ve 150 top ile Sadrazam Ibrahim Pasa takip ediyordu. Sadrazamin gerisinde de Anadolu askeri ve geri kalan toplarla Behram Pasa bulunuyordu. Daha sonra muhafizlar, yeniçeriler ve süvari alaylari ile Türk ordularinin baskumandani Kanunî Sultan Süleyman geliyordu. Artçi vazifesi gören Bosna süvarisinin basinda Hüsrev Bey vardi.

Bu düzende Mohaç'a giren Türk ordusu, ovanin güneybati yamaçlarini hâkimiyeti altina aldi. 28 Agustos'ta bir savas meclisi toplandi ve ertesi gün yapilacak savasin planlari tartisildi. Bu meclise eski savaslari görmüs tecrübeli ve bilgili kumandanlar da çagrilmisti. Bu tecrübeli kumandanlardan biri olan ve düsman kuvveti hakkinda bilgisi bulunan Bali Bey, kütle halinde cephe hücumu yapilmamasi, darbenin yan ve gerilerden vurulmasi fikrini ileri sürdü. Bu görüs oybirligiyle kabul edildi. Hazirlanan plana göre ordu batidaki tepelerin gerisinde hazirlanacakti. Macar zirhli süvarisinin hücumunu kirmak için bir topçu hattinin kurulmasina da karar verildi.

Düsmana hücum edilmeyip onun hücum etmesi beklenecek, düsman hücum edince de kitalar hafifçe geriye ve yanlara kaydirilacakti. Macarlar bütün kuvvetlerini merkeze yönelttikleri ve içeri girdikleri zaman, birden kanatlarina hücum edilecek ve o zamana kadar sol kanat açiginda tutulacak süvari kitalari ile düsmanin geriside çevrilerek imha edilecekti.
Macar ordusunun plani da söyle idi: Savas, Nazinyart ve Külküt köyleri arasindaki arazide olacakti. Sol kanat Tuna'ya dayanacak, sag kanat ise mümkün oldugu kadar uzatilacakti. Birinci hat bütün gücüyle Türk ordusunun merkezine atilacak ve Türkler'in birinci hatti ne pahasina olursa olsun püskürtülecekti. Bundan sonra çekilmeye mecbur birakilan Türk kuvvetlerini zirhli süvariler takip ederek ezecek, imha edecekti.

29 Agustos 1526. Mohaç Ovasi'nda tarihin en büyük imha savaslarindan birinin baslayacagi gün. Günlerden beri siddetlenip yavaslayarak yagan yagmur o gün bir firtina halini aldi. Macarlar'bu havada Türkler'in savasi baslatamayacaklarini düsündüler. Ama Bali Bey'in kesif kollarini görünce Türk ordusunun savas için hazir duruma geçtigini anladilar ve hemen onlar da hazir duruma geçtiler.

Kanunî, ovanin en yüksek tepesini tutmustu. Buraya daha sonra "Türk Tepesi" veya "Hünkar Tepesi" adi verilecekti.
Sabah namazi topluca kilindi. Bu siraca düsman sancaklarinin göründügü haberi geldi. Bunun üzerine Kanunî kendi sancaklarini açtirdi, zirhlilarini giydi ve askere kisa, özlü bir hitabede bulundu. Savas öncesinde güzel ve etkili konusma, Osmanogullari'nda babadan ogula geçen üstün yeteneklerden biriydi. Herkesin gözlerini yasartan hitabeden sonra sultan ellerini açarak dua etti: "Ilâhî, kuvvet ve kudret sendedir! Imdat ve himaye senden! Ümmeti Muhammed'e yardim et!" dedi.
Bunun üzerine süvariler atlarindan inerek secde ettiler. Sonra tekrar atlarina binerek padisahlarinin ugrunda canlarini feda edeceklerine yemin ettiler. Veziriazam da kahramanlik göstereceklere büyük ödüller vaadetti ve ilk safta vurusmak üzere Rumeli askerinin basina geçti.

Fakat saatler geçtigi halde çarpisma baslamiyordu. Kanunî, plan geregince önce düsmanin saldirmasini beklemekteydi.
Ikindi vakti Macar zirhli süvarileri hizla ileri atildilar, olanca güçleriyle Türk birinci hattina yüklendiler ve yildirim gibi Türk ordusunun içine girdiler. Bu andan itibaren Türkler in plani titizlikle uygulandi: Ibrahim Pasa kuvvetleri sag ve sol kanada açilarak geriledi. Bu gerilemeyi bozgun zanneden kral II.Layos, ikinci hattaki kuvvetlerini de hücuma geçirdi. Fakat Macar ordusu Rumeli askerinin yanlara çekilmesiyle karsilarina Anadolu askerinin çiktigini gördü. Bu hatti yarmaya basladiklari zaman ise yeniçerilerin inatçi direnisi ile karsilasmis ve az sanra da toplarin menziline girmislerdi. Yine plan geregince Bali ve Hüsrev beyler, akinci birlikleriyle düsmani yandan çevirmeye basladilar. Ayni anda 300 top birden ateslendi ve Macar zirhli süvarisi hatasini o zaman anladi, ama perisan olmaktan kurtulamadi. Ayni zamanda sag ve sola açilan Türk piyadesi karsi hücuma geçmis, düsmani çembere almisti.

Macar sövalyelerinden 32'si, Osmanli padisahini ölü veya diri ele geçirmek ve böylece zaferi kazanmak için yemin etmislerdi. Bunlar gerçekten büyük bir fedakârlik ve yigitlikle vurusarak Türk ordusu merkezine kadar yaklastilar. Fakat Kanunî'nin bulundugu yere ancak üç tanesi ulasabildi. Kanunî bu üç sövalye ile tek basina vurusarak onlari kilici ile öldürdü! Bu arada kendisi de birçok darbe almis ve sayisiz oklara hedef olmustu. Fakat üzerindeki zirh onu koruyordu.
Savasin baslamasindan birbuçuk saat sonra Macarlar Türk planini nihayet anlamislardi ama artik çok geçti, iki taraftan sarilmislardi. Kiskaci yarmaya çalistiklari zaman tam bir basarisizliga ugradilar ve bataklik tarafina sürüklendiklerini gördüler. Baskumandan ve kral, Macar ordusunun yönetimini kaybetmis durumdaydilar.

Türk toplari Macarlar'in sag ve sol kollarini karistirdiktan sonra merkez birliklerini de dagitmisti. Bunlar takip edildi. Basta baskumandan Pol Tomori olmak üzere 25 bin düsman askeri kiliçtan geçildi" Kral II.Layos ile birçok Macar asilzadesi ve kumandan, Karasu batakligina saplanip boguldular. Mohaç Ovasi ve Karasu (Kvasso) batakligi koca Macar ordusuna mezar oldu. Türkler ise böyle müthis bir savasta tarihin kaydetmedigi, esine rastlanmayan bir basari göstermis, sadece 150 sehit vermislerdi! Sadece 150 sehit vererek koca Macar ordusunu imha etmek, iki saat gibi kisa bir zamanda olmustu.
Savasin kesin sonucu aksamdan evvel alinmis olmasina ragmen padisah, gece yarisina kadar kimsenin yerini terketmemesini tellallar araciligi ile emretti. Fakat boru ve mizika takimlari zafer marslariyla Mohaç Ovasi'ni yanki yanki inletiyor, adeta sarsiyordu. Kanunî, gece yarisina kadar at üstünde, askerlerinin arasinda dolasarak, ordunun zafer sevincini onlarla beraber yasadi (29 Agustos 1526).

Ertesi gün, erguvan renkli otagi hümayunda tahtina oturan padisah tebrikleri kabul etti. Kumandanlara derecelerine göre hediyeler dagitildi. Askerler ödüllendirildi. Savas meydani ölülerden temizlendi, Istanbul, Bursa, Sam, Kahire, Diyarbakir, Halep, Edirne, Eflak ve Bogdan'a zafernameler yazildi. Padisah annesi Hafsa Sultan'a bizzat yazdigi mektupla zaferini bildirdi.
Kanunî 3 Eylül'e kadar Mohaç'ta kaldi. 3 Eylül'de yola çikildi ve 10 Eylül'de Macaristan'in baskenti Budin (Buda) sehrinin önüne gelindi. Halk arasindan seçilen bir heyet sehrin anahtarini teslim edince, Kanunî ertesi gün büyük bir törenle Budin'e girdi. Burada on gün kaldiktan sonra Peste'ye geçti. (Bugün Buda ve Peste birleserek 'Budapeste' adini almis bulunuyor).
Kanunî Budapeste'de iken Türk birlikleri Macaristan'in geri kalan önemli kalelerini birer birer ele geçirdiler. Cihan padisahi Macar tahtini Erdel voyvodasi Yanos Zapolya' ya verdi. Kanunî, örnek bir. askerî yürüyüsle Belgrad-Sofya, Edirne Üzerinden Istanbul'a geldigi zaman bütün Macaristan Türk hâkimiyetine geçmis bulunuyordu.

BAKINIZ Mohaç Meydan Savaşı
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2016 23:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Çanakkale Savaşı (Çanakkale Zaferi)


1.Dünta Savaşı'nda, Osmanlı Devleti'nin, Çanakkale Boğazı'nı geçmek isteyen İtilâf kuvvetleriyle yaptığı savaşlar (1915). Bahriye Nazırı Churchill'in teklifleri ve İngiltere'nin ısrarıyla İtilâf devletlerince girişilen harekâtın amacı, Rusya ile doğrudan temasa geçmek, onlara silâh ve malzeme yardımı yapabilmekti. Bu yolla, Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki Türk baskısı da kaldırılmış olacak; savaşa katılmak istemeyen Balkan devletleri, İtilâf devletleri yanında yer almağa zorlanacaktı.
Sponsorlu Bağlantılar

Yapısı bakımından, savunmaya elverişli olan boğaz, Türkler tarafından mayınlanmıştı. Tabyalar, toprak ve taştandı. Zırhlı veya betondan tabya yoktu; ayrıca birçok sahte mevzi yapılmıştı. Savunma düzeni, dış, orta ve iç bölgeler olmak üzere üçe ayrılmıştı. Bunların kumandası Miralay Cevdet Bey'de idi. Savaş ilânından birkaç gün sonra, 3 Kasım 1914'te İngilizler, Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını topa tuttular. 19 Şubat 1915'te boğazın dış tabyaları tahrip edildi. Ayrıca, karaya çıkarılan askerler, tahrip işini tamamladılar. Bu harekâtta Türkler, 19 top kaybetti. Dış savunmanın düşmesi, bazı ülkelerde büyük yankılara yol açtı. Bulgaristan, çekingen bir durum aldı. İtalya, İtilâf devletlerine meyletti. Yunanlıların İstanbul'a girmelerini istemeyen Ruslar, 40 bin kişilik yardımcı bir kuvvet göndermeyi teklif etiler. Bunun üzerine İngilizler ve Fransızlar, boğazları Ruslara vermeyi vaat ettiler. Bundan sonraki büyük taarruzun, Marmara Denizi'ne geçmek amacıyla, Fransız ve İngiliz savaş gemileri tarafından, 18 Mart 1915'te yapılması planlandı. Orta savunma tabyaları, sürekli olarak bombardıman edildi. Dış hatlara komandolar çıkarıldı. Boğazdaki mayın tarama ve temizleme işi başarıyla yürütüldü. Fakat 7-8 Mart gecesi, Yüzbaşı Hakkı Bey kumandasındaki Nusret mayın gemisi, karanlık limana, sezdirmeden tekrar mayın döşedi. İtilâf kuvvetlerinin 16 harp gemisi, 18 Mart 1915'te boğaza girerek, tabyaları ateşe tuttular. Gerek mayınlar ve gerekse bataryaların atışları ile İtilâf kuvvetleri birçok gemi kaybederek geri çekildi.
18 Mart hücumu, Çanakkale'nin, karadan yardım görmedikçe geçilemeyeceğini gösterdi. Bunun üzerine, İngiliz, Fransız ve Anzaklardan (Avustralya, Yeni Zelanda ordusu) kurulan 70 000 kişilik kuvvet, 25 Nisan 1915'te Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerinde karaya çıkarıldı. Düşman kuvvetleri, 109 harp ve 308 nakliye gemisi ve özel çıkarma araçlarıyla denizden desteklenmekteydi. Bu çıkarmaya karşı savunma görevi, 5. Orduya verildi.

İlk çıkarmalar Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale'ye yapıldı. Bazı yerlerde başarı kazanan düşman, kesin sonuca gidemedi. Seddülbahir ve Arıburnu'nu almayı başaramadı. Binbaşı Mahmud Bey idaresindeki Türk kuvvetleri, düşmanın içi bölgelere sızmasını engelledi. İlk çıkarma günü, 19. Tümen kumandanı Mustafa Kemal Bey (Atatürk), 17. Piyade Alayını, Conkbayırı'na vaktinde yetiştirerek, Kocaçimen tepesinin düşman eline geçmesini önledi. Düşman, 25 Nisan 1915 harekâtında, büyük kayba karşılık küçük bir köprübaşı elde edebildi, orada tutundu. Türk kuvvetleri, gecenin karanlığından faydalanarak düşmanı denize dökmek istediyse de, bu harekâtta yer alan Arap askerlerinin başarısızlığı ve çıkarttıkları gürültü, buna imkân vermedi. Öte yandan, 15 000 kişilik Anzak kuvveti de karaya çıkarılmıştı. Aynı günlerde düşman Saros Körfezi'ne, Beşike Limanı'na gösteriş çıkarmaları yaptı. Sonraki günlerde de Alçıtepe ve Arıburnu'nda Kocaçimen tepesini elde etmek için harekete geçti. Fakat, 5. Ordu kuvvetleri, büyük kayıplara rağmen, düşmanı püskürttü. Bu arada yapılan Seddülbahir, Arıburnu ve deniz savaşları çok kanlı geçti. Düşman, Seddülbahir'e 26 Nisan günü, top ateşiyle hücuma başlamıştı. 1 Mayıs gecesi ve daha sonraki günlerde, 17 000 kişilik Türk kuvveti karşı saldırıya geçti. Fakat, bunda başarı kazanılamadı ve Türkler, 16 000 kayıp verdiler. İngilizlerin kaybı, 14 000 kişiydi.
Düşmanın ikinci hücumu, 6-8 Mayıs arasında, Alçıtepe'yi ele geçirmek oldu. Birkaç kere siperlere giren Fransızlar püskürtüldü. Sadece birinci hat siperleri, düşman elinde kaldı. 26 Nisan'da ve daha sonraki günlerde denizde savaşlar oldu. Türklerin Nurulbahir adlı gemisi battı. Gülcemal vapuru yara aldı. Buna karşılık, İtilâf kuvvetlerinin Goliath zırhlısı batırıldı.

14 Mayıs'ta İngiliz harp komitesi, savaşa devam kararı aldı ve İngiliz kabinesinde bazı vekiller değiştirildi. 18 Mayıs'a kadar nemli çarpışma olmadı. Haziran ayında, kanlı siper muharebeleri yapıldı. 4 Haziran'da 50 000 kişilik İngiliz ve Fransız ordusu, 25 000 kişilik Türk ordusu üzerine, top ateşi desteğinde taarruza geçti. Taarruzda zırhlı araçlar da kullanıldı. Bu hücum, Çanakkale'deki en kanlı muharebe oldu. Düşman, bazı Türk siperlerine girdi. 9 Temmuz'da Seddülbahir kumandanlığına Vehip Paşa getirildi. Biraz sonra Kerevizdere savaşları başladı. Çıkarmanın başlamasından 70. güne kadar Türk Ordusu, 100 000 kayıp verdi. Her şeye rağmen düşman ilerlemeyi başaramadı, yeni bir çıkarma yapmaya karar verdi. Amaç, Anafartalar platosunu ve Kocaçimen'i ele geçirmekti. Taze kuvvetler, Ağustos başında Suvla kıyılarına, baskın halinde çıkarma yaptılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal'in emriyle 28. ve 41. alaylar, 10 Ağustos'ta hücuma hazırlandı. Kumandanın kısa bir konuşmasından sonra, süngü hücumu başladı. Düşman, siperlerinde bastırıldı. Türkler, Şahinsırt'a kadar ilerledi. Savaş sırasında, Mustafa Kemal'in göğsüne bir şarapnel parçası çarptı. Düşman, Mustafa Kemal'in yönettiği bu harekâtla, ağır kayıplar vererek püskürtüldü.
1915 yılının sonbahar ayları, kanlı fakat sonuç alınamayan çarpışmalarla geçti. Türk başkumandanlığı, 1. Orduyu Gelibolu'ya yolladı. Böylece Türk ordusu, 21 tümene çıktı. Başlangıçta üç gün içinde Çanakkale Boğazını geçeceklerini sanarak giriştikleri savaşı bir an önce sonuçlandırmak isteyen İtilâf Devletleri, yeni kuvvetler sağlamağa çalıştılarsa da sonuç alamadılar. General Charles Monroe, Çanakkale'nin boşaltılması gereğini belirten bir rapor verdi. Bunun üzerine, 5 Aralık tarihinde iki İngiliz tümeni, Selânik'e gönderildi. Kasım ayında başlayan yağmur ve kar fırtınası, siperlerde birçok askerin boğulmasına sebep oldu. Bu felâkette düşmanın kaybı da çoktu.

Limanda birçok küçük gemi battı. Neticede çıkarma sahaları, düşman tarafından boşaltıldı. Gizlice yapılan boşaltma harekâtı sonucu, Ocak 1916'da Gelibolu yarımadası tamamen bırakılmış oldu. Bu arada bazı çarpışmalar da oldu. Anafartalar ve Arıburnu çekilmesi sırasında dikkati dağıtmak için, düşman, 19 Aralık günü Seddülbahir bölgesine saldırdı. Buraya döşenmiş olan mayınlar, Türklerin düşmanı takibine imkân vermedi.

Çanakkale, I. Dünya Savaşında Türkiye'nin çarpıştığı on cepheden biriydi. Türk kara ordusu, savaş araç ve gereçleri bakımından çok zayıftı. Burada görev alan Tür Deniz Kuvvetleri, 1911-1912 İtalyan ve 1912-1913 Balkan savaşlarında yıpranmış durumdaydı. Savaş sırasında Türkiye, müttefiklerinden beklediği yardımı göremedi. Sadece Alman subayları, Türk subayları yanında görev aldılar. Avusturya'nın yardımı, iki bataryadan ibaret kaldı. Beklenen silah ve malzeme yardımı sağlansaydı, sonuç çok daha farklı olabilirdi.

Çanakkale savaşları, 8,5 ay sürdü. Türk ordusunun karşı koymasıyla, Çanakkale, Irak, Filistin cephelerinde bir milyona yakın İngiliz ve Fransız askeri, batıdaki ana cephelerinden uzak tutulmuş oldu. Savaşlar, iki taraf için de büyük kayıplara sebep oldu. İtilâf devletleri, Çanakkale'ye önce 70 000 kişi göndermişlerdi. Sonradan bu kuvvet 500 bin kişiye çıkarıldı. Bunun 400 000'i İngiliz, 79 000'i Fransız ordusundandı. İngilizlerin kaybı, 115 000'i ölü, yaralı, esir ve memleketine gönderilen, 90 000'i hasta olmak üzere 205 000 idi. Fransızların kaybı 47 000'di. Türklerde ise şehid, yaralı ve hasta sayısı, 252 300'ü buldu.
Son düzenleyen Safi; 13 Ağustos 2016 17:17
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #3
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Türk milletinin şanlı bir geçmişi vardır. Milletimiz tarih boyunca pekçok kahramanlıklar göstermiş, büyük zaferler kazanmıştır. Bu zaferler sadece Türk milletinin tarihini değil aynı zamanda dünya tarihini de etkilemiş, önemli gelişmelere yol açmıştır.
İşte bu zaferlerden bazıları:

Malazgirt Zaferi


Savaş, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans imparatorluğu arasında meydana gelmiştir. Selçuklu Türklerinin hakanı Sultan Alparslan, Bizanslıların imparatoru ise Romen Diojen idi.
Bizans imparatoru, Türkleri Anadolu'dan çıkarmak ve Türk illerini ele geçirmek amacıyla ikiyüz bin kişilik büyük bir ordu ile Doğu Anadolu'ya doğru ilerledi. Bunu haber alan Büyük Selçuklu Hükümdârı Sultan Alparslan, Türk ülkelerini Bizanslıların saldırısına karşı korumak için ordusu ile Doğu Anadolu'ya hareket etti. İki ordu Malazgirt'te karşı karşıya geldi.
Alparslan, kan dökülmesini önlemek için savaş başlamadan önce Bizans imparatoruna elçiler göndererek barış teklif etti. Ancak ordusunun büyüklüğüne güvenen ve savaşı kazanacağına kesin olarak inanan imparator barış teklifini kabul etmedi. Artık savaş kaçınılmaz olmuştu.

Bizans ordusu ikiyüz bin kişi, Türk ordusu ise ellidört bin kişi idi. Türkler, her türlü tedbiri aldı ve savaş için bütün hazırlıkları tamamladı. Tarih, 26 Ağustos 1071 Cuma günü idi. Alparslan ve ordusu hep birlikte Cuma namazını kıldılar.
Cuma namazından sonra Sultan Alparslan, ordusuna şöyle hitap etti:
-«Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim.»
Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere askerler hep bir ağızdan;
«Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz.» diye haykırdılar.
Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana hücüm etmeden önce son söz olarak askerlerine şunları söyledi:
-«İşte şehitlik kefenim, savaş meydanında ölürsem beni bu elbise ile gömersiniz.» Bundan sonra Türk Ordusu hücüma geçti. Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş akşam üzeri sona erdi. Tarihin en büyük meydan savaşlarından biri olan Malazgirt savaşı Türk ordusunun kesin galibiyeti ile sonuçlandı.

Büyük komutan Alparslanın üstün savaş taktiği, ve Türk Askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde elli dört bin kişilik Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizan ordusunu birkaç saat içinde kesin bir yenilgiye uğratmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu savaşta Bizans imparatoru Romen Diojen de esir alınmıştı. İmparator, savaşın galibi Büyük Türk hakanı Alparslan'ın huzuruna çıkarıldı. Alparslan imparatora çok iyi davrandı.

Sultan Alparslan, imparator Diojene:
-"Zaferi sen kazansaydın bana ne yapardın?" diye sordu. Diojen:
- Bir fırın hazırlatıp sana çok kötü davranacaktım" diye cevap verdi. (143) Esir imparator, bu sözleri ile eline fırsat geçseydi ne kadar acımasız hareket edeceğini söylemekten çekinmemişti.
Buna karşı bu büyük zaferin Muzaffer komutanı Sultan Alparslan, Diojeni affetti ve yanına muhafızlar vererek onu memleketine gönderdi. Alparslan bu davranışı ile insanlığa çok önemli bir ahlâk dersi vermiş, Türk milletinin sahip olduğu üstün özellikleri göstermiştir.
Anadolu kapılarını Türk milletine açan Malazgirt zaferi, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu zafer, hem Türk ülkelerini düşman tehlikesinden kurtarmış, hem de Anadolu topraklarının ebediyyen Türk ve İslâm ülkesi olmasını sağlamıştır.

Alparslan Marşı


Dokuz asır çığ gibi geçmiş de üzerinden,
Hâlâ bu mutlu günü duyuyoruz derinden,
İlk Fetih günüydü bu yer oynadı yerinden,

Kars'tan bir güneş doğdu, yüce dağları aştı,
Batılı'nın gözleri bu güneşten kamaştı.

Atlanmış, pusatlanmış erleri sanki yeldi.
Nal sesleri bir zafer marşı gibi yükseldi,
Şimşek şimşek hızlandı, zulmü, zulmeti deldi.

Her savşa benzemez, bu bir kutsal savaştı,
Ay parçası yiğitler Hak yolunda savaştı.

Arslanların sultanı, sultanların arslanı,
Kılıcının ucuyla yazmıştı bu destanı
Türk'e armağan etti şu mübarek vatanı.

Adı göğe yüceldi, Tanrısına yaklaştı.
Gözlerde gönüllerde Alparslan bayraklaştı.
Halide Nusret ZORLUTUNA

İstanbul'un Fethi


İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesi dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Çünük bu fetihle Bizans imparatorluğu ortadan kalkmış, ortaçağ kapanarak yeni bir çağ açılmıştır.
1071' tarihinde kazanılan Malazgirt zaferinden sonra Anadolu Türk ve İslâm yurdu olmuş, Osmanlı Devletinin kuruluşundan sonra da Trakya ile Balkanlar Türk hakimiyetine geçmişti. Türkler hakim oldukları ülkeleri emperyalistler gibi sömürge yapmamışlar, idare ettikleri yerlere ilim ve medeniyet götürmüşler, ülkeleri adaletle yönetmişler, başka dinlere mensup halkın dini inançlarına saygılı olmuşlar, kimseye zulüm ve haksızlık yapmamışlardır.
Bu yüzdendir ki Türklerin yönetimindeki ülkelerde değişik dinlere mensup insanlar, yüzyıllarca huzur ve güven içinde yaşamışlardır.

Anadolu, Trakya ve Balkanlar Türk idaresinde olduğu halde İstanbul surları arasında sıkışıp kalan Bizans imparatorluğu, Osmanlı devletinin güvenliği bakımından tehlike oluşturduğu gibi ülkenin toprak bütünlüğüne de zarar veriyordu. Bizanslıların Osmanlılar aleyhindeki faaliyetleri İstabul'un fethedilmesini zorunlu hale getirmişti.
Esasen Peygamber Efendimiz İstanbul'un fethedilerek müslümanların eline geçeceğini bildirmiş ve onu fethedecek olan komutan ve orduyu övmüştü. Bu sebeple İstanbul'u fethetmenin müslümanlar için büyük önemi vardı. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:

«İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.» (144)
Peygamberimizin gösterdiği bu hedefe ulaşmak ve müjdelediği kişi olabilmek için pek çok islâm kumandanı İstanbul'u kuşatmış, fakat almayı başaramamıştır.
İşte genç yaştaki Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, hem Peygamberimizin müjdelediği şerefi kazanmak, hem de devletin güvenliği için tehlike olan Bizans imparatorluğuna son vermek amacıyla İstanbul'u fethetmeye karar verdi. O güne kadar görülmeyen toplar döktürdü. Ordusunu çağın en gelişmiş silahları ile donattı.
Bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra 6 Nisan 1453 günü İstanbul'u kuşattı.

Fatih, Bizans impartoruna elçiler göndererek: Şehrin kuşatıldığını, Türk ordusunun çok kuvvetli, hükümdarın azimli olduğunu ve teslim olmaktan başka çarelerinin bulunmadığını bildirdi. İmparator teslim olmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Türk ordusu hucüma geçti. Fatih, o güne kadar hiçbir savaşta görülmeyen ve kimsenin aklına gelmeyen bir plân uyguladı. 72 parça gemi bir gecede karadan yüzdürülerek haliç'e indirildi. Bu durum karşısında Bizanslılar şaşırıp kaldılar.
29 Mayıs 1453 salı günü sabah erkenden kalkan Fatih Sultan Mehmet, ordusu ile beraber sabah namazını kıldı ve ordu hucüma geçti. Ulubatlı Hasan adındaki bir kahraman otuz arkadaşı ile surlara tırmanmaya başladı, 18 arkadaşı şehit düştü, fakat o, kalan diğer arkadaşları ile savaşmaya devam etti. Ulubatlı Hasan bir elinde kılıç, öbür elinde sancak olduğu hade nihayet Sur'un üzerinde tutundu ve sancağı oraya dikti. Ancak düşman tarafından atılan oklarla diktiği sancağın dibinde şehit oldu.

Hasan şehit oldu ama diktiği sancak surun üzerinde dalgalanmaya devam eti. Onun ardından gelen Türk askeri birçok noktadan surları aşarak dalgalar halinde şehre girdiler. Sancağı surlara dikmeyi başaran ve onun dibinde şehit olan Hasan'ın vücuduna 30-40 kadar ok saplanmşıtı. Fatih Sultan Mehmet, Hasan'ın yanına geldi, başucunda dua okudu ve yanındakilere:
-"Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim." dedi.
Fatih öğle saatlerinde, yanında ileri gelen komutanlar ve bilginler olduğu hade muhteşem bir alayla İstanbul'a girdi. Böylece nice ordulara geçit vermeyen surlar, Fatih'in sarsılmaz inacı ve askeri dehası önünde çöktü.
Çünkü Fatih'in ordusu, iman ile tekniği birleştiren bir ordu idi. Böyle güçlü bir ordu karşısında Bizans daha fazla dayanamazdı.
Peygamberimizin müjdelediği İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmed'e ve O'nun kahraman ordusuna nasip oldu. Bu şerefi Türk milleti kazandı.
İstanbul'un fethedilmesi ile Bizans imparatorluğu yıkılmış ve ortaçağ kapanmıştı. Artık bundan sonra Yeniçağ başlamış oluyordu.

Fatih, İstanbul'a girince hristiyanların can, mal ve namuslarının güven altında bulunduğunu ve din hürriyetine sahip olduklarını ilân etti. İstanbul, fethedildikten sonra, kubbeler ve minareler şehri haline geldi. Bir ilim ve kültür merkezi oldu. Yüzyıllarca Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yaptı. Bugün de Türkiye'ni en büyük şehri olan İstanbul, muhteşem tarihi eserleri ve coğrafi konumu itibari ile dünyanın incisi durumundadır. Ortaçağı kapatıp Yeniçağın açılmasını sağlayan İstanbul'un fethi, her yıl 29 Mayıs'da törenlerle kutlanmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 13 Ağustos 2016 17:18
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Nisan 2006       Mesaj #4
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Kurtuluş Savaşı


Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mutarekesini imzalamak zorunda kaldı. Bu andlaşmanın ardından topraklarımızın büyük bir bölümü düşmanlar tarafından işgal edildi. 10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr andlaşması ile de düşmanlar topraklarımızı kendi aralarında taksim ettiler.
Düşmanların amacı, Türk milletini yok etmek ve tarihten silmekti.

Dört yandan yurdumuza saldıran düşmanlar, şehirleri kasaba ve köyleri yakıp yıkıyor, işgal ettikleri bölgelerde milletimize her türlü zulüm ve kötülüğü yapıyor, kadın-Erkek, çoluk-çocuk ayırımı yapılmadan insanlar samanlıklara doldurularak diri diri yakılıyor, kundaktaki bebekler ve ak sakallı dedeler süngülenerek vahşice katlediliyordu.
Tüyler ürperten ve vicdanları sızlatan bu acımasız cinayetler birbirini takip ediyor, milletimiz tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu.
Tarih boyunca zulüm ve haksızlığa uğrayanların daima elinden tutmuş olan Türk milleti şimdi en acımasız metodlarla yok edilmek isteniyordu. Dünya üzerinde birçok devletler ve imparatorluklar kurmuş, daima hür ve bağımsız yaşamış olan büyük milletimiz bu durumu asla kabul edemezdi.
Türk milleti, erkek-kadın, genç-ihtiyar el ele vererek mübarek vatanımızı düşmanlardan kurtarmak için büyük bir mücadeleye girişti. Esasen vatanımızı, namus ve şerefimizi korumak için düşmanla savaşmak hem dinimizin emri, hem de milli görevmiz idi. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
«Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın..» (146)

Anadoluyu işgal eden devletler, modern silahlara ve güçlü ordulara sahipti. Yurdumuzu bunlardan kurtarmak büyük fedâkarlıklara katlanmayı gerektiriyordu. Çünkü milletimiz yıllarca süren savaşlarda yüzbinlerce evlâdını şehit vermiş, çok şey kaybetmişti. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen ümidini yitirmemişti. Milleti bu gaye etrafında toplayacak ve topyekün harekete geçirecek bir öndere ihtiyaç vardı.
İşte milletimiz, yurdumuzu düşmanlardan temizlemek ve maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerden kurtarmak için Mustafa Kemal ATATÜRK'ün önderliğinde bir ölüm-kalım mücadelesi olan Kurtuluş Savaşını başlattı.
Düşmanlar, askerlerinin çokluğuna ve modern silahlarına güveniyorlardı. Oysa Türk milleti her ne pahasına olursa olsun vatanı düşman işgalinden kurtarmaya kararlı idi.

Bu uğurda canından daha değerli bildiği mübarek vatanını düşmandan temizlemek için her türlü güçlüğe katlandı. Çünkü O, vatan sevgisinin imandan olduğuna yürekten inanıyor, vatan olmayınca din, namus ve şerefin korunamıyacağını çok iyi biliyordu.
Galip geleceğine de inancı tamdı. Çünkü Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de: «Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın, eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz» (147) buyurarak sağlam bir inançla savaşanların üstün geleceğini bildirmiştir.
İstiklâl Marşımızdaki şu sözler de, milletimizin bu mücadeleden zaferle çıkacağının ümit ve heyecanını taşıyordu:

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın,
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kimbilir, belki yarın... belki yarından da yakın

Vatanına, bayrağına, mukaddesatına, namus ve şerefine hiçbir zaman toz kondurmamış olan Türk milleti, elbetteki bunlara kirli ellerini sürmek isteyenlere izin veremezdi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanan mübarek vatan topraklarının çiğnenmesine razı olamaz, kendi yurdunda esir edilemezdi. Milletimizin bu duyguları İstiklâl Marşımızda şöyle dile getirilmiştir:

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

Kurtuluş savaşı, toprakları işgal edilen, zulüm ve haksızlığa uğrayan milletimizin zalimlere karşı yaptığı bir ölüm-kalım mücadelesidir. Milletimiz bu haklı mücadelede Allah'ın yardımı ile kendisinden kat kat üstün düşman kuvvetlerini dize getirmiştir. Bu savaşta önce Anadolunun doğu ve güney bölgeleri düşmandan temizlendi.
İngilizlerin desteğinde Batı Anadoluyu işgal eden Yunanlılara karşı Türk ordusu 26 Ağustos 1922 günü sabah saat 05.30 da büyük bir taarruz başlattı.
Yunanlılar çok sağlam savunma hatları yapmışlardı. Türkler ne kadar hucüm ederse etsin bu güçlü savunma hatlarını asla aşamıyacaklarından emindiler.
O günlerde bu mevzileri gezen yüksek rütbeli bir İngiliz subayı şöyle demişti:
"Türkler bu mevzileri altı ayda aşabilirlerse, altı saatte aşmış gibi övünebilirler."
Gerçekten bu mevziler onlara göre çok sağlam yapılmıştı ama Türk askerinin şahlanışı ve yenilmez gücü karşısında dayanacak durumda değildi. Nitekim Türk ordusu aşılmaz sanılan mevzileri kısa zamanda aştı, düşman birlikleri her taraftan sarıldı. Nihayet 30 Ağustosta sabahın erken saatlerinde müthiş bir meydan savaşı başladı. Akşama kadar devam eden çarpışmalar sonunda düşman ordusunun büyük bir kısmı yok edildi. Binlerce düşman askeri esir alındı. Düşman birliklerinin başkomutanı da esirler arasında idi. 30 ağustos, Türk ordusunun en büyük zaferlerinden birini daha kazandığı bir gündür. İzmir yönüne doğru kaçan düşman birlikleri süratle takip edildi. Bir sel gibi İzmir'e doğru akan Türk orduları 9 Eylül günü İzmir'e ulaştı ve düşmanı denize döktü.

Böylece Anadolu'yu yakıp yıkan, ve kana bulayan zalim ve acımasız düşmana hak ettiği ceza verilmiş, topraklarımız düşmandan temizlenmiş oldu. Ordularımızın bu büyük başarısı karşısında düşmanlar ateşkes anlaşması yapmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya mütarekesi imzalandı. 24 Temmuz 1923 te İsviçrenin Lozan şehrinde imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile de ülkemizin sınırları çizildi.

Böylece Birinci Dünya savaşı sonunda parçalanan Osmanlı imparatorluğunun yerine hür ve bağımsız yeni bir Türk devleti olan "Türkiye Cumhuriyeti" doğdu.
Bu savaş, düşman işgali altında ezilen diğer müslüman milletlerin kurtuluşu için de ümid ışığı olmuştur. Kurtuluş savaşı önce Allah'ın yardımı, sonra da çok değerli komutanların idaresinde vatanı için ölümü göze alan Mehmetçiğin sarsılmaz inancı ve kahramanca çarpışması sonucunda kazanılmıştır.
Bu savaşın kazanılmasında cephe gerisindeki sivil halkın ve özellikle kadınlarımızın yaptığı hizmetleri ve gösterdiği büyük fedâkârlıkları da asla unutmamak lâzımdır.
Cephede savaşan askerimize silâh ve cephaneler çoğunlukla kağnılarla taşınıyor, bu kağnıları ise kadınlar idare ediyordu. Bu hizmet o günkü şartlarda büyük zorluklarla yürütülüyordu.

Bir görgü tanığı şöyle anlatıyor:
Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rastladık. Biz soğuktan titrerken tek yorganını da arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çeğnediğini görünce içim sızladı. Arkasında peştemale sarılmış bir çocuk vardı.
- "Üşümezmisin sen nine? Bak çocuk donacak,yorganı onun üzerine örtsene," diye işaret ettim. Nine şu cevabı verdi:
-"Kar sepeliyor, millet malıdır, nem kapmasın evlâdım". (148)
Vatanını hem kendi canından, hem de biricik yavrusundan çok düşünen bu fedâkâr Türk anası, tek yorganını soğuktan titreyen çocuğuna sarmamış, cephaneler ıslanmasın diye arabanın üstüne örtmüş ve sırtında taşıdığı küçük yavrusu ile kışın dondurucu soğuğunda cepheye silah yetiştirmiştir.
Bu olay sayısız fedâkârlık örneklerinden sadece biridir.
Kurtuluş savaşında her türlü fedâkârlığı gösteren, kanları ve canları pahasına bizlere mübarek vatanımızı emanet edenlere çok şey borçluyuz.

Dumlupınar'da Şehit Askerin Mezarı Başında

Bu kabarmış toprağa yüzünü sür, kucakla:
Elbette bağı vardır "olmuş"un "olacak"la.

Dudağa değer gibi şimdi alnı her erin,
Bu havada ruhları dolaşır şehitlerin

Biz, bu kudsî havanın içinde var olmuşuz,
Biz bununla yoğrulmuş, biz bununla dolmuşuz.

Sadece döğünmedik "Vatan! İstiklâl!" diye
Sakarya boylarından çıktık Kocatepe'ye

Bu yol ki hürriyetin, kurtuluşun yoludur.
Zincirsiz yaşamanın tek çıkar yolu budur.

Akdeniz'e tank gibi koştu bütün kağnılar.
Ey sevgili istiklâl, ey güzel Dumlupınar!

Elbet yiğit olanlar lâyık böyle toprağa;
Selâm şanlı orduya, selam şanlı bayrağa.

Selâm istiklâl için çarpışana, ölene.
Selâm toprağa düşüp ölürken de gülene
Son düzenleyen Safi; 13 Ağustos 2016 17:19