Arama

Yüksek Riskli Gebelikler

Güncelleme: 13 Temmuz 2016 Gösterim: 25.674 Cevap: 3
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #1
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi

Yüksek Riskli Gebelikler


Başarılı ve mutlu bir gebelik seyri için gebeliğin önceden planlanması, çiftin psikolojik ve ekonomik açıdan buna hazır olması, yakın aile desteği, anne ve baba
Ad:  gebelik.jpg
Gösterim: 421
Boyut:  37.7 KB
adayının gebelik ve doğum ile ilgili gerekli bilgilere yeterli düzeyde sahip olması arzu edilir. Bu durum gebelikte oluşabilen bazı problemlerin ne zaman ve hangi düzeyde yaşanacağının önceden bilinmesini, anne ile bebek arasında daha sağlıklı bir iletişim kurulmasını ve gebeliğin daha rahat geçirilmesini sağlayacaktır. Gebelik kararı verilmeden önce göz önüne alınması ve bilinmesi gereken önemli konular:
Sponsorlu Bağlantılar

Gebelik için en uygun yaş


Bir kadının doğurganlığının en yüksek olduğu dönem yirmili yaşların başıdır. Genel olarak 20 - 30 yaş aralığı gebelik için en uygun dönem olarak bilinir. 35 yaşın üzerindeki gebelerde problemlerin çoğaldığı ve özellikle Down sendromlu (Mongol) bebek doğurma riskinin arttığı bilinmesine karşın titiz bir gebelik takibiyle bu gibi riskler en aza indirgenmeye çalışılır. Aynı şekilde 18 yaş öncesi kadınlarda fazla olan gebelik kayıpları ve düşük ağırlıklı bebek doğurma riski de annenin sağlığına göstereceği özen ve sıkı bir doktor takibi ile azalır.

Akraba evliliği ya da eşlerin herhangi birisinin ailesinde kalıtsal bir hastalığın varlığı


Yakın akraba evliliklerinde eğer ailede genetik bir problem varsa eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olması ve bu nedenle de doğacak bebeğe sorunu taşıyarak bebekte hastalığın ortaya çıkma riskinin artması söz konusudur. Bu nedenle doktora başvuru ve genetik danışmanlık önerilir.

Anne adayında kronik bir hastalığın varlığı


Yüksek tansiyon, şeker, sara vb. hastalıkların pek çoğunda ilaç kullanımı söz konusudur. Bu ilaçlar gebe kalmayı etkileyebileceği gibi, anne karnındaki bebeğe zarar verebilir ya da gebelik, bu gibi hastalıkların varlığında anne adayının sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Kronik hastalığı olan bir anne adayının gebe kalmadan önce doktorla görüşmesi ve gerekli önlemlerin alınması şarttır.

Mikrobik hastalıklara karşı bağışıklık durumunuzun önemi


Annenin gebeliğin ilk üç ayı içerisinde geçirebileceği bazı enfeksiyonlar bebekte önemli bozukluklara neden olabilir. Kızamıkçık ve daha çok çiğ sebze ve etten geçen Toxoplasmosis bunların içinde en önemlileridir. Bu gibi hastalıklara karşı bağışıklık durumunuz gebelik öncesinde belirlendiğinde, kızamıkçık'ta olduğu gibi aşı yapılarak gebeliğe daha emin olarak hazırlanabilirsiniz. Eğer önceden kızamıkçık ya da toxoplazmosis geçirmiş iseniz bunlara karşı bağışık olduğunuzdan endişe etmenize gerek kalmayacaktır.

Gebeliğinizi olumsuz etkileyebilecek çevre koşulları ya da kötü alışkanlıklar


Gebe kalmanızı engelleyebilecek ya da gebelik için zararlı olduğu bilinen radyasyon, ağır metaller, kimyasal maddeler vb. koşulların olduğu bir iş yerinde siz ya da eşiniz çalışıyorsa, gebeliğin tasarlandığı andan itibaren bu gibi etkenlerden uzakta olacağınız bölümlere geçmeyi talep etmelisiniz. Alkol, sigara ve uyuşturucu maddelerin gebeliği olumsuz yönde etkilediği bilindiğinden, bunların da gebe kalınmadan önce bırakılması önerilir.

Beslenme ve kilo ile ilgili bir sorunun varlığı


Gebelik öncesi kilonuzun çok düşük ya da çok fazla olması sorun yaratabilir. Doğru ve dengeli bir beslenme ile hem gebe kalma hem de sorunsuz bir gebelik döneminin ardından sağlıklı bir bebek doğurma olasılığınız artar.

GEBELİKTE İZLEM


Gebelikleri sırasında doktor kontrolünde olan kadınların genellikle daha az gebelik ve doğum komplikasyonlarıyla karşılaştıkları ve daha sağlıklı bebekler doğurdukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bakıma ne kadar erken ve düzenli başlanırsa, sonucun o kadar iyi olduğu da açıktır. Gebelik kontrollerine, geciken adeti takip eden ayın içinde başlanması en uygunudur. Bunun amacı, dış gebelik, boş kese gebeliği (anembryonik gebelik), üzüm gebeliği (hidatidiform mole) vb. gibi erken gebelik patolojilerinin ve çoğul gebeliklerin saptanmasıdır.
28. haftaya kadar, anormal bir durum olmadığı sürece ayda bir kez kontrole gelmeniz istenir. 28 - 36. haftalar arası ayda iki, gebeliğin son ayı içinde de haftada bir kez kontrole gitmeniz uygundur. Yine gebeliğiniz sırasında sigara, alkol ve çeşitli uyuşturucu maddelerden kaçınılması, doktorunuz gerekli görmedikçe röntgen ışınlarına maruz kalınmaması bebeğinizin sağlığı açısından çok önemlidir.

Fizik muayene:


Anne adayının genel iyilik durumunun tespiti için yapılan ve kan basıncı, boy, ağırlık ölçümleri ile birlikte tüm sistemlerin genel olarak gözden geçirildiği muayenedir. Her kontrole gittiğinizde doktorunuz bunların içinden gerekli gördüklerini tekrarlayacaktır.

Vajinal muayene:


Genelde ilk kontrolde yapılabilecek bir muayenedir. Gebeliğin hangi aşamada olduğunu ya da üreme organlarında kuşku duyulan bir durumu tespit etmek amacıyla yapılır. Gebeliğin ileri evrelerinde de rahim ağzı açıklığını belirlemek, akıntı vb. şikayetler ortaya çıktığında nedenlerini saptamak veya kontrol amaçlı rahim ağzı sürüntüsü (smear) almak için de bu muayeneye ihtiyaç duyulabilir. Vajinal muayenenin anneye ya da bebeğe zararı gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir.

Kan tetkikleri:


İlk kontrole gittiğinizde kan grubu, tam kan sayımı (özellikle olası bir kansızlık durumunu saptamak için) ve bebek için tehlikeli olabilecek kızamıkçık,toksoplasmozis gibi virütik hastalıkları saptamak için bazı incelemeler yapılır. Bunların dışında kan şekeri ile böbrek ve karaciğer fonksiyon testlerinin de içinde bulunduğu bazı biyokimyasal testler ve sarılık testi de istenecek testlerin arasındadır.

İdrar tetkikleri:


İdrar analizi ve idrar kültürü doktorunuzun gerek duyduğu anlarda yaptıracağı tetkikler arasındadır.

Ultrasonografi

:
Gebeliğin var olup olmadığının araştırılması dışında yerinin, canlılığının, sayısının ve iyilik durumunun belirlenmesinde de bilgi verir. Özellikle gebeliğin 16-20. haftaları arasında yapılan ultrasonografik inceleme bebekte bir anomalinin varlığını saptamak açısından çok önemlidir. Gebeliğin her döneminde bebeğin gelişiminin normal olup olmadığının belirlenmesi, gebelik haftasının ve beklenen doğum tarihinin tespit edilmesi, bebeğin ve plasentanın rahim içindeki pozisyonunun belirlenmesi ve bebeğin içinde yüzdüğü amnion sıvısının miktarının hesaplanması için de kullanılır. Günümüzde gösterilmiş herhangi bir zararı yoktur.

Üçlü tarama (Mongolizm - Down sendromu) ve omurilik anomalileri tarama testi:


Bu testin ideal yapılma zamanı 16 - 18.gebelik haftaları arasıdır. Tarama amacıyla uygulanan bu testte bebekten annenin kan dolaşımına geçen AFP (alfa fetoprotein) maddesi ile bebek ve plasenta tarafından üretilen E3 (estriol) ve beta hCG hormon düzeylerine anneden bir miktar kan alınarak bakılır. Annenin yaşı, şeker hastalığı olup olmadığı, ultrasonografik ölçüm sonuçlarının da yer aldığı bir bir bilgisayar programı vasıtası ile bir risk durumu saptanır. Eğer bu risk yüksek bulunursa doktorunuz amniyosentez gibi ileri tetkikler isteyebilir. Günümüzde bu sorunların daha erken dönemde saptanmasına yönelik olark 12. hafta civarında yapılan ikili test kullanılmaya başlanmıştır.

Elektronik Fetal Monitorizasyon (EFM):


Hem doğum öncesi kontrollerde hem de doğum esnasında uygulanabilir. Bebeğin kalp atış hızının, rahim kasılmaları, fetus hareketleri ya da dışarıdan ses vb. uyaranlara karşı değişiminin rahim içi basıncı ile eş zamanlı olarak kaydedilmesi esasına dayanır. Buradan elde edilen veriler, bebeğin anne rahmindeki iyilik halinin belirlenmesinde kullanılır.

Bazı özel durumlarda ve gerekli olduğunda yapılan işlemler;


Amniyosentez:
16 - 19. haftalar arası yapılan bu işlem ultrason eşliğinde annenin karnından ince bir iğne ile girilerek bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdan örnek alma işlemidir. Alınan sıvıdan genetik testler dışında biyokimyasal analizler de yapılabilir.

Kordosentez:
Gebeliğin nispeten daha geç döneminde bebeğin göbek kordonundaki damara girilerek kan örneği alınması esasına dayanır. Alınan örnekten genetik inceleme ya da gerekli durumlarda biyokimyasal testler yapılabilir.

Koryon Villus Örneklemesi (CVS):
Gebeliğin 9-11. haftaları arasında ultrason eşliğinde rahim ağzından ya da karından bir kateter ile girilerek bebeğin ilerde plasentasını oluşturacak dokudan (koryon) örnek alınarak incelenmesidir.

YÜKSEK RİSKLİ GEBELİKLER


Düşük: Gebeliğin 20. haftadan ya da bebek 500 grama erişmeden önce sonlanması düşük olarak adlandırılır. Gebeliklerin ortalama % 15'i düşükle sonlanır. Oysa gerçek sayı bunun üzerindedir. Pek çok gebelik, kadın gebe kaldığını anlamadan kaybedilir ve bu durum genellikle adet gecikmesi olarak değerlendirilir. Düşüklerin büyük çoğunluğu gebeliğin ilk üç ayında gerçekleşir ve nedeni de genellikle bebeğin gelişimini etkileyen bir kromozom anomalisine bağlıdır. Vajenden gelen kan, pıhtı, su ve beyaz parçacıklar ile karnın alt bölgesinde kramp şeklinde kendini gösteren ağrılar düşüğün habercisi olabilir. Bu gibi durumlarda doktorunuzla en kısa zamanda temasa geçip, önerilerine göre hareket etmek gerekir. Düşükler ard arda tekrarlayıcı olmadığı sürece endişelenecek bir durum yoktur. Tekrarlayan düşükler yüksek riskli gebelikler kategorisinde ele alınmalıdır.

Dış gebelik:
Normalde rahim içinde gelişmesi gereken gebeliğin, Fallop tüpleri (en sık), yumurtalıklar ya da karnın herhangi bir bölgesinde gelişmesi olayıdır. Bu tür gebelikler özellikle kanama yoluyla anne yaşamını tehdit edebilir ve acil müdahaleyi gerektirir. Ancak günümüzde erken gebelik kontrolüne gidilmesi ile erken dönemde tanı ve tedavisi olası hale gelmiştir.

Kansızlık (Anemi):
Gebelikte hem kan hacmi ve hem de kan hücreleri sayısında artış olur. Ancak hacimdeki artış, hücre sayısındaki artışa oranla daha fazla olduğundan fizyolojik anemi olarak da bilinen göreceli bir kansızlığın gebelikte ortaya çıkması kaçınılmazdır. Buna kadınlarda oldukça sık rastlanan demir eksikliği ve gelişmekte olan fetusun ihtiyaçları da eklendiğinde gebelikte demir elementi ve beraberinde kan yapımında kullanılan vitamin desteğinin sağlanması çok önemlidir. Ayrıca terchen gebelikten önce başlanarak 12. gebelik haftasına kadar 400 mikrogram/gün Folik asit desteğinin bebekte görülebilecek merkezi sinir sistemi anormalliklerinin önlenmesi bakımından çok yararlı olduğu bilinmektedir.

Trofoblastik hastalıklar:
Halk arasında 'üzüm gebeliği' olarak da bilinen formla başlayıp, bir tür kanser olan 'koriokarsinom'a kadar ulaşan cinsleri olan hastalıklar bütünüdür. Bebeğin eşi olarak da bilinen plasentadaki trofoblast adı verilen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalması nedeniyle meydana gelir. Gebeliğe ait tüm bulgular kimi zaman abartılı da olarak mevcuttur. Nadiren düzenli gelişim gösteren bir fetus da olabilir. İlk üç ay içinde yapılacak olan bir ultrasonografi ile tanısı konur ve gerekli önlemler alınır. Genelde hastalığın iyi huylu olan türlerine rastlanır ve bu durum yaklaşık 1200 gebelikte bir görülür. Kötü huylu şekli olan koriokarsinom ise yaklaşık 40.000 gebelikte bir görülür.

Preeklampsi:
Halk arasında gebelik zehirlenmesi olarak da bilinir. Daha çok ilk gebeliklerde ve gebeliğin 20.haftasından sonra görülür. Çoğul gebeliklerde daha sıktır. Tansiyon yükselmesi, vücutta su toplanması ve idrarda protein kaybı ile karakterizedir. Şiddetli formlarında nefes almada güçlük, akciğerlerde su toplanması ve sara nöbetlerine benzer kasılmalara rastlanır. Tek ve kesin tedavisi doğumdur. Annenin hayatının tehlikeye gireceği düşünülen durumlarda gebeliğin sonlandırılması gerekebilir.

Şeker hastalığı:
Şeker hastalığı (diyabet) daha önce hiçbir şikayeti olmayan bir kadında gebelik sırasında belirebileceği gibi, şeker hastası olduğu bilinen bir kişide de gebelik nedeniyle şiddetini arttırabilir. Gebelikte ilk kez ortaya çıkan tipi hemen daima gebeliğin sonlanması ile birlikte kaybolur. Kan şekerinin kontrol altına alınamadığı durumlarda annede şeker hastalığının bilinen etkilerine, fetusta ise bazı metabolik bozukluklara ve makrozomi de denilen iri bebeklerin doğumuna neden olur.

Kan uyuşmazlığı:
Annenin Rh (-) negatif, babanın da Rh (+) pozitif kan grubuna sahip olmaları durumunda eğer bebek kan grubu Rh (+) ise ortaya çıkar. Bu durum genellikle ilk gebelikten sonraki gebeliklerde bebeğin etkilenmesine neden olur. Bebekten anneye geçen Rh (+) hücrelere karşı annede oluşan antikorlar sonraki gebeliklerde bebeğe geçerek kan dolaşımındaki kırmızı kan hücrelerinin yıkılmasına ve bebekte ciddi kansızlık tablosuna yol açarak ölümüne neden olabilir. Bu nedenle kan uyuşmazlığı olan çiftlerde doğum ya da kürtaj vb. olaylardan sonra bir tür aşının yapılması zorunludur..

Çoğul gebelikler:
Yaklaşık her 90 gebelikten biri ikiz, her 10.000 gebelikten biri üçüz ve her 750.000 gebelikten biri de dördüzdür. Üremeye yardımcı tedavi yöntemlerinin kullanıldığı durumlarda çoğul gebelikler oldukça sık karşımıza çıkar. Çoğul gebelikler her zaman riskli gebelik kategorisinde değerlendirilirler. Bu gebeliklerde erken doğum ihtimali artmış olup, gebeliğin diğer komplikasyonları (preeklampsi gibi) daha sık görülür.

Rahim ağzı yetmezliği:
Normal bir gebelik esnasında rahim ağzı, doğum eylemi başlayana kadar kapalıdır. Rahim ağzı yetmezliği olan kadınklarda ise özellikle gebeliğin ikinci üç aylık döneminde değişik derecelerde açıklık farkedilir. Bu durum özellikle belirtilen dönemde tekrarlayıcı gebelik kayıplarına yol açıyorsa, gebeliğin ikinci üç aylık dönemine girilirken rahim ağzına dikiş atılmasına gerek vardır.

DOĞUM


Normal seyrinde giden bir gebelikte doğum eylemi, 37 - 42. haftalar arasında herhangi bir zamanda başlayabilir. Gebeliğin son döneminde yalancı sancıların olabileceği bilindiğinden, doğum belirtilerinin neler olduğunu gözden geçirmekte yarar vardır:

Doğum belirtileri:


Nişan gelmesi:Rahim ağzını bir tıkaç gibi tıkayan sümüksü maddenin kanla karışık olarak vajenden atılması genellikle doğumun ilk işaretidir.

Doğum ağrılarının başlaması:Doğum ağrıları ya da sancılar, ilk başta belde ve sırtta müphem, künt ağrılar şeklinde başlayabilir. İki sancı arası geçen süre başlangıçta uzun olup bu süre giderek kısalır ve ağrıların şiddeti giderek artar.

Su gelmesi:Bebeğin çevresini saran su kesesi, sancılarla birlikte artan rahim içi basıncı sonucu yırtılır ve içindeki su genişlemiş olan rahim ağzından geçerek boşalır. Ancak kimi zamanlar, doğum sancıları başlamadan da su kesesi yırtılabilir ve su boşalabilir. Su gelmesi durumunda vakit geçirmeden hastaneye gitmek gerekir.

Doğumun evreleri:


Birinci evre:Ağrıların başlamasından rahim ağzının tam olarak açılmasına kadar geçen süredir. Bu evre ilk doğumlarda 10-12 saat kadar sürebilir. Başlangıçta ağrıya yol açan kasılmalar daha seyrek iken daha sonra ağrılar daha şiddetli ve etkin bir hal alır. Birinci evrenin sonunda rahim ağzı tam olarak açılmış ve bebeğin önde gelen kısmının geçebileceği çapa (10 cm) ulaşmıştır.

İkinci evre:Rahim ağzının tam olarak açılmasından bebeğin doğumuna kadar geçen süreyi kapsar. İlk doğumda yaklaşık olarak 1-2 saat sürer. Bu evrede sancılarla birlikte ıkınma hissi de gelir. Doğum eylemini takip eden doktor ıkınmaların zamanlaması konusunda hastayı yönlendirir ve böylece hastanın enerjisini gereksiz yere harcamasını engeller. Sancılar ve ıkınmaların yarattığı itici güçle bebek doğum kanalında ilerler ve bebeğin doğumu ile birlikte ikinci evre sona erer.

Üçüncü evre:Bebeğin doğumunu takiben plasentanın çıkmasını içeren evredir. Bebek doğduktan sonraki ilk yarım saat içinde plasenta rahim duvarından ayrılarak, aynen bir bebeğin doğumu gibi doğum kanalından geçer ve doktor tarafından alınır. Bu evrede anne çok hafif bir sancı ve ıkınma hissi duyar.

Sezaryen


Sezaryen doğum kanalı yerine, karından yapılan bir kesiyle rahme ulaşılarak bebeğin çıkarılması işlemidir. Sezaryen için genel ya da epidural anestezi uygulanır. Anne ya da bebek açısından normal doğumun risk taşıyacağı düşünülen durumlarda ya da tercihen uygulanabilir.

Ağrısız Doğum Yöntemleri


Analjezi, ağrının kesilmesi ya da giderilmesi, anestezi ise uygulanış biçimine göre yerel ya da genel olarak vücudun ağrı ve diğer uyaranlara karşı duyarsızlaştırılması anlamına gelir. Ağrılı bir olay olan doğumda, ağrının giderilmesi büyük önem taşır. Gelişmiş pek çok merkezde, epidural anestezi denen yöntemle belden uyuşturucu bir ilaç verilmesi suretiyle doğum ağrısız olarak gerçekleştirilebilir. Epidural anestezi için bele konan kateterden ara ara ilaç verilmek suretiyle doğuma kadar ağrısız bir dönem geçirilmesi sağlanır. Bu tür anestezi ile rahim kasılmaları ve hastanın istemli ıkınması engellenmediğinden doğum doğal seyrinde gelişir. Bebeğe hiçbir zararı olmayan ve deneyimli ellerde uygulandığında anne için de oldukça rahat olan epidural anestezi doğumda ağrı giderilmesi için tercih edilecek yöntemlerin başında gelir. Sezaryen işlemi sırasında da genel anestezi uygulanabileceği gibi epidural anestezi tercihen kullanılabilir.

LOHUSALIK DÖNEMİ


Sağlıklı bir gebelik seyri ve başarılı bir doğum için gebelik sırasında kadın vücudunda oluşan değişikliklerin doğumdan sonra kaybolduğu ve vücudun gebelik öncesi haline döndüğü 6 haftalık dönemdir. Bu dönemde ilk birkaç gün devam eden kanama daha sonra renk ve kıvam değişikliği ile loğusalık akıntısına dönüşecektir. İlk bir kaç günde yine hafif ağrılarınız olabilir. Loğusalık döneminde rahminizde küçülme olarak 6. hafta sonunda normale yakın büyüklüğüne dönecektir. Gebelikte prolaktin hormonunun etkisi ile göğüslerinizde yapılan süt doğum sonrası bebeğin eşinin çıkarılması ile gebelik hormonlarının kandaki düzeyinin hızla azalması ve emme refleksi ile göğüslerinizden salgılanacaktır. Bu dönemde beslenmenize dikkat etmeniz, yapacağınız egzersizler normale dönüş sürenizi kısaltacak ve daha sağlıklı bir loğusalık dönemi yaşamanızı sağlayacaktır.

GEBELİKTE VE LOHUSALIKTA BESLENME


Gebelik ve sonrasındaki loğusalık ve süt verme dönemi bir kadının beslenmesine en çok dikkat etmesi gereken evredir. Bebeğin tek besin kaynağı annesidir. Bu nedenle annenin dengeli ve çeşitli beslenmesi gerekir. Gebelik tanısının konduğu andan itibaren özellikle aşağıda sıralanan besinlerin tüketilmesi uygun olur.

Protein
Vücudun yapı taşları olarak bilinen proteinler, et, süt, süt ürünleri, yumurta ve kuru baklagillerde bol miktarda bulunur. Balık, tavuk gibi beyaz et ürünleri yağsız olmaları açısından tercih edilirken, kırmızı etin de demir açısından zengin olduğu unutulmamalıdır.

Vitaminler
Yağda ve suda eriyen olarak iki sınıfa ayrılan vitaminlere gereksinim gebelik süresince artar. Pek çok metabolik olayda hızlandırıcı ve yardımcı faktör görevi olan vitaminlerin özellikle taze meyve sebzelerde bulunduğu bilinen bir gerçektir. Bu amaçla doktorunuz size uygun bir vitamin ilacı desteği verecektir.

Kalsiyum
Kemik ve iskelet sisteminin en temel gereksinimi olan kalsiyum, en çok süt ve süt ürünlerinde mevcuttur. Yeşil sebzelerin de bu açıdan zengin olduğu unutulmamalıdır. Kalsiyum eksikliği kendisini ilk başta elde ve ayakta kramplar, kasılmalar ve uyuşmalarla gösterir. Bu gibi şikayetlerin çoğalması durumunda kalsiyum desteği sağlayan suda eriyen tabletler verilebilir.

Demir
Gebelikle birlikte artan demir ihtiyacının tam olarak karşılanamadığı durumlarda kansızlık (anemi) meydana gelir. Kırmızı et, ton balığı, karaciğer ve ıspanak gibi yiyecekler demir açısından zengindir. İlaç şeklinde demir desteği gebelik sırasında sık olarak önerilir.
Son düzenleyen perlina; 13 Temmuz 2016 21:56
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
13 Nisan 2008       Mesaj #2
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Aslında çok doğal bir süreç olan gebelik her zaman sorunsuz geçmez.

Sponsorlu Bağlantılar
Şöyle ki;
  • Daha önce sakat ya da ölü doğum yapmış
  • Önceden birkaç düşük yapmış
  • Kalp, şeker, böbrek hastalığı ve yüksek tansiyon gibi sorunları olan
  • Eşiyle kan uyuşmazlığı olan
  • Çoğul gebelikleri olan
  • Bazı endişeler taşıyan ve
  • İleri yaştaki anne adaylarının daha yakından izlenmeleri gerekir.
Bu nedenle anne adayları, rutin ve bilinen incelemeler dışında, daha sıkı izleme alınmalıdır.
Anne ve bebek sağlığının denetim altında tutulduğu bu süreçte, ultrasonografi ve fetal monitör ile bebeğin biyo-fizik durumlarının incelenmesi, bebek sağlığının önemli bir göstergesi olan, NST yöntemi ve doppler ultrasonografi, İrenbe'de kullanılan temel tıbbi yöntemlerden bazılarıdır.
Gebeliklerde kalıtsal bozuklukların yol açtığı riskler anne yaşamının ilerlemesi ile doğru orantılı olarak artmaktadır. En sıkı görülen genetik anomali durumu, 21. kromozom çiftinin 2 yerine 3 kromozom içermesine bağlı olarak oluşan Down Sendromu' (mongolizm) dur.

Gebeliği sırasında 35 yaşın üstünde olan
Daha önce anomali bebek doğurmuş
Yakın akrabalarında anomalili çocuğu olan
Üçlü tarama testinde yüksek risk saptanan anne adaylarına, gebeliğin 16-22. haftalarında amniosentez uygulanır. Amniosentez, ultrason muayenesi altında anne karnından uygun bir giriş yeri seçilerek bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdan örnek alınmasıdır. Bu işlem, çok ince bir iğne ile yapılmakta ve ağrı hissedilmemektedir. Alınan sıvıdan bebeğe ait hücreler üretilerek kromozom analizi yapılır. Böylece bebeğin genetik bir bozukluğu olup olmadığı saptanabilir.

Bu sıvıda ayrıca AFP gibi bazı hormon ve kimyasal maddelere bakılarakta nöral tüp defektleri ve diğer sakatlıkların olup olmadığı tespit edilir. Dünyanın en gelişmiş merkezleri ile işbirliği içinde olan İrenbe amniosentez yapabilen sayılı merkezlerden biridir. Ayrıca CVS, kordosentez ve çoğul gebeliklerde fetal reduksiyon gibi ultrasonografik girişimlerde yapabilmektedir.
Son düzenleyen perlina; 13 Temmuz 2016 21:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Temmuz 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İlk gebeliği düşükle sonlanan kadınların en büyük korkularından biri bir daha hiç çocuğunun olmayacağı ya da sonraki gebeliklerinin de düşükle sonuçlanacağıdır. Bu gerçek değildir. Ancak düşük yapan kadınların daha sonraki gebeliklerinde düşük yapma ya da düşük tehditi yaşama olasılıkları hiç yapmamışlara göre biraz daha yüksektir.

Arka arkaya 3 ya da daha fazla sayıda gebeliğin düşük ile sonuçlanmasına tekrarlayan düşük ya da habitüel abortus adı verilir. Burada önemli olan nokta düşüklerin birbirini takip eden gebeliklerde yani arka arkaya olmasıdır.

Çok yakın bir geçmişe kadar altta yatan herhangi bir anomalinin bulunamadığı düşüklerde olay açıklanamayan düşük olarak adlandırılmaktaydı. Oysa bugun biliyoruz ki bu ve bunun gibi bazı açıklanamayan durumlarda altta yatan etken büyük olasılıkla kişinin bağışıklık sistemi yani immunolojik sistemdir. Bu sistemin desteklenmesine bağlı tedavi yaklaşımları tekrarlayan düşük yaşıyan kadınlarda oldukça fayda sağlamaktadır.

Tekrarlayan düşük tanısı konulan kişilerde ikinci adım altta yatan belirli bir patolojinin olup olmadığının saptanmasıdır.

Nedenleri


Rahim'e ait anomaliler


Habitüel abortusu olan kadınların yaklaşık %12-15'inde sorun rahimden kaynaklanmaktadır. Rahimde çift göz olması olarak bilinen durum ya da rahim ağzının gereğinden fazla açık olması tekrarlayan düşükler ile sonuçlanabilir. Bunun anlaşılması için rahim ağzı açıklığının değerlendirilmesi ve serklaj gebelik miada kadar götürülebilir. Çift gözlü rahim ya da benzer bir şekil bozukluğu olanlarda ise bunu gidermeye yönelik operasyonlar planlanır.

Hormonal Nedenler


Tekrarlayan düşüklerde önemli bir sebepte hormonal bozukluklardır. Pekçok hormon bozukluğu düşüğe neden olabilir. Örneğin tiroid hormonlarındaki azalma ya da artışlar düşük nedeni olabilir. Bu durumun tedavi edilmesi genelde gebeliğin sorunsuz devam etmesini sağlar.
Yine önce yumurtalıklardan daha sonrada plasentadan salgılanan ve görevi gebeliğin idamesi olan progesteron hormonunun yetersizliği de düşükle sonuçlanır. futeal faz yetmezliğidenen bu durumun tedavisi eksik olan hormonun dışarıdan verilmesidir. Günümüzde luteal faz yetmezliğinin olup olmadığı tartışmalıdır.
Süt hormonu olarak da bilinen prolaktin hormonunun düzensizlikleri de önemli bir infertilite ve düşük nedenidir. En sık kanda fazla miktarda bulunması yani hiperprolaktinemi görülür. Tıbbi tedaviden fayda görür.

Kromozomal nedenler


Düşüklerin en önemli nedenlerinden biri de kromozomal bozukluklardır. Eğer ailede sonraki bireylere aktarılabilecek genetik bozukluklar mevcut ise tekrarlayan düşüklerin nedeni bu olabilir. Böyle bir durumdan şüphelenildiğinde eşlerde kromozom analizi yapılır ve eğer patoloji saptanır ise genetik danışmanlık gerekli olur.

Bağışıklık sistemi


Son yıllarda giderek daha iyi anlaşılan ve bugüne kadar nedeni açıklanamayan pekçok hastalığın altında yatan sebep bağışıklık sistemidir.Bu sistem kabaca vücudun savunma mekanizmasıdır. Gerek dışarıdan gelen gerekse vücudun kendi içinde yer alan hastalık etkenlerine karşı koruma sağlar. Bu sitem kendisini aktive eden faktörleri (bunlara antijen adı verilir) kendinden ya da yabancı olarak algılar. Yabancı antijenlere karşı tepki yaratır. Bazen hatalı olarak kendine ait antijenleri de yabancı olarak algılar. Buna otoimmün antijen adı verilir. Bağışıklık sistemi hafızası olan bir mekanizmadır. Yani bir kez karşılaştığı ve mücadele ettiği etkeni unutmaz. Hastalık etkeni vücuda girdiğinde bağışıklık sitemi buna karşı bir antikor üretir. Bu antikorlar daha sonra ömür boyu vücutta kalır.
Bu nedenle aynı etkenle yeniden karşılaşıldığında bu etken vücutta hastalık yaratmaz. Çocukluk çağında geçirilen bazı hastalıkların ikinci kez geçirilmemesinin nedeni budur.

Otoimmün problemler


Annenin kendine normalde bulunan bazı faktörleri yabancı kabul ederek antikor üretmesidir. Bu tablo bazen tekrarlayan düşüklere neden olabilir. En sık antifosfolipid antikor varlığında düşük olur. Fosfolipidler vücudun hücre sisteminin yapıtaşlarından birisidir. Özellikle hücre zarında bulunurlar. Antifosfolipid antikor varlığında plasentadaki kan akımları bozulur, bu dolaşımda pıhtılaşmalara neden olur ve sonuçta düşük görülür. Antifosfolipid antikorla dışında hücre çekirdeğine hatta tiroid bezine karşı gelişen antikorlar da düşük nedeni olabilir.
Otoimmün nedenlere bağlı düşük yapan kadınlarda ilk tedavi yaklaşımı kanın pıhtılşaması önleyecek ilaçların verilmesidir. Bu amaçla en sık aspirin kullanılır. Mutlaka hekim kontrolünde verilmelidir. Ayrıca bağışıklık sistemini baskılayacak kortizon türü ilaçlar da kullanılabilir. Bu tür hastalarda çok yakın takip gereklidir.

Bağışıklık sistemi ile ilgili dünyada heryıl pekçok çalışma yapılmakta ve bu sistem her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Bu konu ile ilgili bilgilerimiz arttıkça pekçok hastalığın sebebi açıklığa kavuşacak ve tedavileri mümkün olabilecektir
Son düzenleyen perlina; 13 Temmuz 2016 22:32
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
13 Temmuz 2016       Mesaj #4
perlina - avatarı
Ziyaretçi

10 Soruda Preeklampsi (Gebelik Zehirlenmesi)


Alıntıdaki Ek 52845

1 ) Preeklampsi (Hamilelik zehirlenmesi) nedir?


Toplum arasında gebelik zehirlenmesi (hamilelik zehirlenmesi) şeklinde ifade edilen hastalığın gerçek ismi, preeklampsidir. Bu hastalığın gerçek anlamda bir zehirlenme ile herhangi bir alakası bulunmaz. Esas olarak hamilelik döneminde tansiyon yükselmesi ile karakterizedir. Hamilelik zehirlenmesi yüksek tansiyon, el ayak ve yüzde şişlik (ödem), idrarda fazla oranda protein atılımı ile karakterize olmuş bir hastalıktır.

2 ) Preeklampsi kaç grupta incelenir?


Preeklampsi, hafif ve şiddetli olmak üzere 2 ayrı grupta incelenir.
Hafif preeklampsi de, tansiyon 140/90 mmHg veya üzerinde seyreder. İdrarda protein atılımı hafif preeklampside az oluken, (gün içerisinde 300 mg’dan daha fazla), şiddetli preeklampside gün içerisinde 2 gramdan fazla protein idrar aracılığı ile vücuttan atılır. Şiddetli preeklampside, tansiyon 160/110 mmHg’ nın üzerindedir. Buna idrarda fazla protein atılması (albuminüri), karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme, trombosit miktarında düşüş, kalıcı baş ağrısı, görme problemleri, karaciğer çevresinde ağrı gibi bulgular da eklenebilir.

Hamilelik zehirlenmesi (preeklampsi), hamilelik döneminde sara nöbetine benzeyen nöbetlere sebebiyet vermektedir. Bu duruma eklampsi denir.

3 ) Preeklampsi teşhis ve takibinde dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?


Hamilelik zehirlenmesi teşhis ve takibinde en önemli husus, dikkatli bir şekilde tansiyon ölçümünün yapılmasıdır. Hafif preeklampside, (hafif gebelik zehirlenmesinde) tansiyon yani kan basıncı 140/90 mmHg üzerindedir. Şiddetli preeklampside ise bu durum, 160/110 mmHg üzerindedir. Tansiyon ölçümü haricinde yapılan tetkiklerde, idrarda protein (albumin) seviyesi, kan tahlilleri (daha çok karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri), göz dibi muayenesi tanıda ve takipte ( kontrolde ) uygulanır.

4 ) Preeklampsi kimlerde daha fazla rastlanır?


Aşağıdaki durumlar hamile bir bayanda preeklampsi görülme riskini arttırır.
  • İlk hamilelik (nulliparite)
  • İleri anne yaşı (35 üstü)
  • Daha önce ki hamileliklerinde preeklampsi geçmişi bulunan kişilerde
  • Hamilelik döneminden önce hipertansiyon yaşayan kişilerde kronik hipertansiyon
  • Ailede preeklampsi geçmişi bulunan kişilerde
  • Kötü obstetrik öykü (daha önceki hamileliklerinde anne karnında bebek ölümü, gelişme geriliği, dekolman v.b)


5 ) Preeklampsinin risk faktötleri nelerdir?

  • Çoğul hamilelik (İkiz, üçüz) hamilelik
  • Tİp 1 Diyabet
  • Böbrek hastalığı
  • Şişmanlık
  • Bağışıklık sistemi bozuklukları
  • Trombofili (pıhtılaşma bozuklukları), Faktör-5 Leiden mutasyonu
  • Antifosfolipid antikor sendromu
  • Mol hidatiform
  • Annede böbrek hastalığı
6 ) Hamilelik zehirlenmesi (preeklampsi) ne kadar çok görülür?
Hamilelik zehirlenmesi, bütün hamileliklerin %5 ile %10’unda rastlanan, yaygın bir hastalık türüdür. Hamilelik zehirlenmesi (preeklampsi) durumlarının ortalama dörtte üçü hafif, dörtte biri şiddetli derecede görülmektedir.

7 ) Preeklampsi gelişen hamileliklerde, annede meydana gelen değişiklikler nelerdir?

  • Böbrekte klasik patolojik lezyon gelomerülokapiller endoteliozistir.
  • En erken bozulan laboratuar bulgusu plazma ürik asit düzeyinde artmadır ancak tanı kriteri olarak kullanılmaz.
  • Plazma kreatinin düzeyi artar.
  • Proteinüri meydana gelir.
  • Hamileliklerde yaklaşık % 50 civarında artan glomerüler filtrasyon oranı (GFR) preeklamptik gebelerde azalır, böbrek kan akımı azalır.
  • Trombositopeni
  • Mikroanjiopatik hemolitik anemi: Aşırı hemoliz olursa hemoglobinemi, hemoglobinür, hiperbilirubinemi ve haptaglobulün seviyesinde azalma izlenir.
  • HELLP sendromu oluşma ihtimali fazladır
  • Hipertansiyon nedeniyle kardiyak afterload artar.
  • Damar içi sıvı azalır ve ektravasküler alana sıvı geçişi olur, bu nedenle kardiyak preload azalır.
  • Ekstraselüler sıvı miktarı artar
  • Plazma onkotik basıncı azalır
  • Kardiyak output azalır (normalde gebelikte artar).
  • Hemokonsantrasyon meydana gelir.
  • Kan hacmi azalır, bu nedenle preeklamptik gebeler kan kaybını daha az tolere edebilir.
  • Karaciğerde periportal hemoraji izlenebilir. HELLP sendromu gelişirse subkapsüler hematom ve rüptür meydana gelebilir.
  • Görme bozukluğu (bulanık görme, diplopi)
  • Uteroplasental yetmezlik, dekolman plasenta
  • Bebekte IUGR riski, perinatal mortalite morbidite artar.

8 ) Preeklampsi’nin (gebelik zehirlenmesi) neden olduğu sorunlar


İdrarda protein kaybının daha fazla artması, tansiyonun 160/100 mmHg olması, günlük idrar çıkışında düşüş gözlenmesi, görme problemleri, şiddetli mide ağrısı, kanda trombosit miktarının düşmesi, ağır hamilelik zehirlenmesinin geliştiğine dair bulgularıdır. Bu tabloya konvülziyonların (sara nöbetlerinin ) eklenmesine eklampsi denir. Artık beyin ödemi gelişmiş ve bu nöbetler görülmeye başlanmıştır.

Anne adayında beyin kanaması, kalp yetmezliği, pıhtılaşma bozukluğu, akciğer ödemi, böbrek yetmezliği gibi sağlık problemleri de gelişmeye devam eder. Bebekte gelişme geriliği başlar, erken doğum hatta anne karnında bebeğin ölümüne bile sebep olabilir.

9 ) Anne ve bebek ölümüne neden olan tablonu gelişimi nasıldır?


Küçük kılcal damarlar şeklinde ifade ettiğimiz kapiller damarlarda mevcut olan direnç artışı, kapiller damardaki hasardan dolayı uteroplasental yatakta( bebek ile anne arasındaki kan besin alışverişinin yapıldığı yer) yetmezlik gelişir ve bebek için ciddi risk doğurur.

Bebeğe az kan ve az oksijen gitmesine sebep olarak, bebeği ciddi anlamda sıkıntıya sokar. Utero plesantal yatakta basınç artar, plesanta erken ayrılır ve bebek anne karnında kaybedilir. Kapiller damardaki bozuklukta trombositler hasar görür, kanda trombosit miktarı düşer. Bu durumun neticesinde de, vücudun pıhtılaşma faktörleri git gide azalır. DIC (Dissemine İntravasküler Koagülasyon ) gelişir ve ölüm ile sonuçlanır.

10 ) Preeklampsi (hamilelik zehirlenmesi) tekrarlar mı?


İlk olarak anne adayı, preeklampsinin yeniden nüks etmemesi için kilo vermelidir.
İkiz hamilelikler, preeklampsinin tekrarlamasında ciddi bir risk faktörüdür.
Hamileliğin ilk haftalarında görülen kilo artışı, preeklampsinin yinelenmesi açısından bir risk faktörü değildir.
Dengeli ve düzenli beslenmeye dikkat etmek, stresten uzak durmak, düzenli uyumak, normal sınırlarda kilo almak preeklampsinin tekrarlamasını önleyebilmek açkısından önemlidir.
Bir önceki hamileliğinde preeklampsi yaşamış olan anne adaylarının, özellikle tansiyon takibi ve kan tahlillerini rutin bir şekilde yaptırması son derece önemlidir.

BAKINIZ

Preeklampsi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.

Benzer Konular

17 Mayıs 2010 / The Unique Eğitim Bilimleri
1 Aralık 2008 / Pollyanna Sağlıklı Yaşam
6 Mayıs 2013 / Misafir Soru-Cevap
28 Ağustos 2009 / Misafir Soru-Cevap