Arama

Öldükten sonra ne olur?

Güncelleme: 22 Şubat 2016 Gösterim: 11.859 Cevap: 5
Cruellax - avatarı
Cruellax
Ziyaretçi
25 Şubat 2009       Mesaj #1
Cruellax - avatarı
Ziyaretçi
Kişi öldükten sonra ona ne olur, nereye gider?
Kişi öldükten sonra bilinçaltı taranabilir mi, taranırsa nereye gittiği belli olur mu?
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen _Yağmur_; 22 Şubat 2016 16:00 Sebep: iç başlık
SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
25 Şubat 2009       Mesaj #2
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi
Öldükten sonra gidilen somut bir mekan olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sormak istediğiniz bu mudur? Yoksa ahiret ile ilgili bilgi mi edinmek istiyorsunuz?

Sponsorlu Bağlantılar
Ayrıca ölmüş kişinin bilinç altını incelemek mümkün değildir.
SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
25 Şubat 2009       Mesaj #3
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi
Bilinçaltı kişi öldükten sonra taranabilir mi ? sorunuz için bilinç ve bilinçaltı hakkındaki aşağıdaki yazıyı ve alıntıları inceleyebilirsiniz..

Alıntı
Pasakli_Prenses adlı kullanıcıdan alıntı


Bilinçaltı sizce nedir? Üstü açılmamış, ürkütücü anı ve duyumların gizlendiği esrarengiz bir zihinsel mağara mı? Yoksa sadece, zihnin fonksiyonel bölümlerinden biri olarak sizin bir parçanız mı?
Kesinlikle ikincisi! Bilinç ve bilinçaltı işlevsel tanımlar olarak beynin herhangi bir anatomik parçasına tekabül etmez. Birbirinden farklı ve tamamlayan görevlerine göre özelleşmiş yeteneklere sahiptir.
Bilinç

Bilişsel (kavrama) , mantıksal, karar verme fonksiyonlarını görür. Duyusal girdileri analiz eder. Düşünür, muhakeme eder, eleştirir, değerlendirir. Fikir ve/veya telkinleri yargılar, kabul eder veya reddeder. Mantık süreçleri egemendir.
Bilinçaltı
Beyninizin farkında olmadığınız yanıdır. Bütün istemsiz vücut fonksiyonlarını kontrol eder. Bir anlamda otomatik pilottur. Hafıza deposudur. Deneyimlerinizi hatıralar şeklinde depolar. Zihninizin daha derin olan bu kısmı aynı zamanda heyecanlarınız , fikirleriniz , sezgileriniz , davranışlarınız , kendiniz hakkındaki imajınız ve alışkanlıklarınızdan da sorumludur. Bilinçaltı zihin telkin ve imgeleme yoluyla iknaya riayetkardır. Bilinçli zihnin aksine sorgulamadan önerileni kabul eder. Tekrarları olumlama olarak kabul eder. Pekiştirir. Otomatik davranışlar, alışkanlıklar da hafızada kayıtlı bilgiler arasındadır. Bilinçaltının vazifesi yaşamın idamesi ve mutluluğun sağlanmasıdır. Şuuraltı zihin “kanıtlarla ne ikna edilebilir ne de kandırılabilir. Fikirlere ve imajlara karşılık verir.

Bilinçli zihin çoğu kez dış dünyadan gelen verileri süzerek işleme tabii tutar. Sözgelimi tanıdık bir yolda giderken yol boyunca gördüğünüz her şeye dikkat etmeyip hatırlamayabilirsiniz. Kitap okurken ya da televizyon seyrederken dalıp size seslenildiğini fark etmediğiniz durumlarda olduğu gibi ...
Bilinç aynı anda 5±2 işi yapabilir. Daha fazla görev yüklendiğinde kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz, bizi o anda ilgilendirmeyen bir çok veri bu filtreden süzülür. Beş duyumuzun karşılaştığı çok sayıda duyum, algılanmadan bilinçaltı hafıza deposuna geçebilir.
Gereksiz bilgiyi geçirmeyen beyin filtresi

Uzun otomobil yolculuğu yaptıysanız gün boyunca araba radyonuzun sadece yerel istasyonları aldığını , karanlık bastırınca çok daha uzak radyo istasyonlarının çekebildiğini fark etmişsinizdir. Gündüz mevcut olan parazitler kaybolmuştur. Güneş bizatihi bu elektromanyetik parazitlerin başında gelir. Hipnozda olan da buna benzer. Dış uyaranlara giriş kapatılır, içsel algıya odaklanılır.

Zihinsel kimlik %10 bilinç, %90 bilinçaltından oluşur. Bir aysberge benzetilebilir
Bilinç
  • Duyusal girişi analiz eder, değerlendirir.
  • Bilgiyi seri halinde işler, aynı anda genelde bir tek bilgi işlenir.
  • Kısa süreli hafızadan sorumlu
  • İradenin yeri
  • Espri, alay ve inkarı anlar
  • Yavaş ve belirsiz
  • Yeni şeyler deneme ve öğrenmeye heveslidir
  • Geçmiş –şu an- gelecek
  • Mantıkçı, muhakeme yeteneği ve akılcı karar vermeyi sağlar
  • Farkındalık
  • Dinlenmelidir
Bilinçaltı
  • Eleştirip yargılamadan hareket eder, kabul eder veya reddeder.
  • Bir çok görevi aynı anda yapabilir. Tüm vücut fonksiyonlarını yürütür.
  • Uzun süreli hafıza
  • Alışkanlıkların yeri
  • Kelimesi kelimesine anlar. İma, espri, inkar, istihzayı anlamaz.
  • Çabuk ve kesindir
  • Tekrarla öğrenir
  • Kendini koruma mekanizmasına sahiptir
  • Tek zamanlı çalışır. “Şimdi” vardır.
  • Duyguların yeridir.
  • 24 saat iş başındadır.
Literatürde mantıklı bir açıklaması olmaksızın, bilinçaltı bir dürtü ile fiziksel ya da psikolojik semptomların oluşturulması ya da uydurulmasına ve hasta rolü oynanmasına "yapay bozukluk" adı verilmektedir.(1) Yapay bozukluk psişik veya organik semptomlarla ortaya çıkabilir. Organik bulgular gösteren alt grubu Munchausen Sendromu olarak tanımlanmaktadır.(2) İnsan eli duyu ve motor fonksiyonların yanısıra, kişinin kendini ifadesine önemli katkılarda bulunan ve psikosomatik reaksiyonlardan oldukça fazla etkilenen bir organdır. Herhangi bir nedene bağlanamayan kronik ağrı, iyileşmeyen yaralar, dirençli ödem, atipik postür ve kontraktür gibi elde fonksiyon kaybına neden olan klinik tablolardan psikolojik bir rahatsızlık sorumlu olabilir.(3) 1978'de Wallace ve Fitzmorris sık karşılaşılan ancak, herhangi bir sınıfa sokulamayan böyle belirtiler gösteren bir grup hastayı SHAFT sendromu olarak tanımlamıştır. SHAFT kelimesi sırasıyla "üzüntülü, kızgın, sıkıntılı, usandırıcı, inatçı" kelimelerinin İngilizce karşılıkları olan "sad, hostile, anxious, frustrated, tenacious" kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuştur.(4) Bundan 2 yıl sonra Simmons ve Vasile ellerini yumruk şeklinde sıkıca tutarak kendine zarar veren 5 olgu tanımlamış ve bunlara Yumruk El Sendromu (YES-The clenched fist syndrome) adını vermişlerdir.(5) Daha sonra Graham, SHAFT sendromlu hastaların sert yüzeylere yumruk atarak, ellerini uygunsuz bir postürde tutarak, kesici aletler kullanarak ya da doktoru gereksiz bir cerrahi girişime zorlayarak kendilerine zarar verdiklerini rapor etmiştir. Graham YES’nu, SHAFT Sendromunun içinde ellerini uygunsuz postürde tutan hastaların oluşturduğu bir alt grup olarak tanımlamıştır. (3,6) Grunert ise üst ekstremitedeki yapay bozuklukları self-mutilasyon, inatçı ödem ve anormal postür olmak üzere üç gruba ayırmıştır.(cool Konu ile ilgili son yayınlarda YES’da sadece fleksiyon postürü değil, atipik ekstansiyon postürünün de olabileceği ve YES’nun yanlış bir tanımlama olduğu vurgulanmaktadır.


Alıntı
MYDMR adlı kullanıcıdan alıntı

BİLİNÇALTI BİLİNÇ VE BİLİNÇÜSTÜ

Bu kavramalar artık günlük konuşma diline girdi. En çok dile gelense bilinçaltı. Herhangi bir şeyle karşılaştığımızda araya bir bilinçaltı sözcüğünü sıkıştırıveriyoruz. Elbette ki bilinçaltı etkileri göz ardı edilemez ancak, bilinçaltı o kadar çok kullanılmaya başladı ki bilinç ve bilinçdışı hiç anılmaz oldu. Bilinci ve bilinçdışını bu kadar bastıran bilinçaltında neler var? Neden bu kadar önemli? Her olanın nedeninin bilinçaltında aramamız doğru mu? Bilinci ve bilinçdışını ne kadar etkiliyor? Sorular çoğaltılabilir.

Her üç kavramda bil’den türüyor. Bilincin oluşabilmesi için bilinçaltı ve üstüne ihtiyacımız vardır. Geçmiş ve gelecek arasındaki bilinç, anı belirler. Bilinçaltı geçmişle ilgilidir. Geçmiş tüm yaşantılar bilinçaltında depolanır. Bu deponun yapısı normal algının ötesindedir. Bilinçaltı ya da üstü boyutlardan oluşur. Normal bir algıyla ayırt edilemeyen bu boyutlara geçişlerin sınırları çok net değildir. Ancak sezgilerimizle anlayabileceğimiz türdendir.

Bu incelemeyi geçmiş gelecek ve şimdi olarak ele alalım. Farklı bakış açılarından değerlendirmeleri çok okuduk ve dinledik. Şu anda bu kavramlar hakkında herkesin bir fikri (bilinci) var.
Bilinçaltı alanında bulunan bilgiler anılar şeklinde çıkar. Ancak bu çerçevede bilinçaltına girmiş olan her bilgi kişisellikten çıkarak toplumsallaşır. Buradaki etkileşim çok güçlüdür. Buna işlenmiş enerji de diyebiliriz. Bilinçdışından gelen enerjileri bilinçte işleyerek bilinçaltına gönderilir. Var olan her varlığın bir bilinçaltı vardır. Birey bilinçaltı eşiğinden içeri girdiği andan itibaren sadece kendi alanına girmez. Her olanın bilgisi vardır bu alanda, bitki ve hayvanlar hatta diğer varlıkların geçmiş bilgisine ulaşılabilir. Bilinçaltına yapılacak yolculukta var oluşa kadar gidilebilir.

Bilinçaltı çalışmaları sırasında ortaya çıkan bilgiler hiçbir zaman kesin değildir. Bilinçaltında var olan tüm her şey etkileşim içine girmiştir. Bilinçli bir çalışmayla bu dönüştürülebiliyor. Ama eğer toplumsal hipnozun etkisi altındaysanız bu dönüştürme işlemini gerçekleştiremiyorsunuz. Bilincimizdeki inanç, alışkanlıklar, bilgiler, deneyimler, anılar dönüştürme sürecine etki eder. Kafa karışıklığı tam da bundan doğar. Bilinçaltı çalışması yapılmadan önce bilinçte çalışma yapılmalıdır. Kavramların bizim için anlamı inanç sistemimizdir. Anılarımız ve bu anılardan geriye bize kalanlar. Elbette bu zor bir süreçtir. Ancak bilinçaltı eşiğine inebilmemiz zihni yeniden programlamaktan geçer. Şimdiye ait bir bilinç oluşturulmalıdır.

Eğer şimdiye ait bir bilinç oluşturulmuşsa bilinçaltı çalışmalarına da gerek kalmayacaktır. Geçmişe yolculuk yapmanın anlamsızlığı ortaya çıkar. Odak şimdi ve gelecek olur. Eğer şimdiyi oluşturabiliyorsak geleceği de yaratabiliriz.

Bilinç üstü alan gelecekle ilgilidir. Henüz işlenmemiş saf enerji vardır. Saf enerjiye form verebilmek ancak bilinçaltını kapatıp bilinci temizledikten sonra mümkündür. Saf enerjiye saf düşünceyle erişilebilir. Bilinç üstünde henüz olmamış olanlar, niyetlerimiz ve hayallerimiz vardır. Hayaller gerçekleşirken etkileşime tabi kalır. Kuantum noktasıdır. Kuarkların maddeye dönüşürken tam da hayalini kurduğumuz şekliyle form alması için etkileşime girmesi gerekir.
Bilgisayar artık günlük yaşamın bir parçası ve zihnimizin küçük bir kopyasıdır. Arada bir reset atmak, işe yaramayan dosyaları çöpe atmak, çöpü boşaltmak, farkında olmadan yaptığımız işler arasındadır. Bilince aynısı uygulanabilir. Bunun için çok sayıda yöntem var. En doğru yöntemi deneyerek buluruz.
Eğer enerjiyi kuark düzeyinde algılayabilirsek onu maddeye dönüştürebiliriz. Basit ama kolay değil. Öncelikle bilinçaltını yani geçmişi ait olduğu yere koyarak. Sonra bilinci yeniden yapılandırarak sonra da saf enerjiye odaklanarak.

Toplumsal bilincin etkisinden çıkmak için aşağıdaki çalışmayı önerebilirim.
Meditatif duruma geçin, rahatlayın, derin nefesler alın. Karşınızda sizi bu bilince programlayan bir doktor var. Artık hipnozdan çıkmak istediğinizi söyleyin. İhtiyacınızın kalmadığına onu ikna edin. Ve sizi hipnozdan çıkarmak için kullandığı alete odaklanın. Bu kolyenin ortasındaki helezonun tersine döndüğünü görün. Yavaş yavaş uyanmaya başlıyorsunuz rahatlıyorsunuz. Geriye döndükçe şimdiye kadar yüklendiğiniz her şeyin silinip gittiğini görüyorsunuz. En son zerre kalıncaya kadar devam ediyorsunuz. İşlem bittiğinde kendinizi kuş kadar hafif hissediyorsunuz. Artık ne olduğunu ve ne yapmak istediğinizi biliyorsunuz. Şimdiye ve buraya dön.
Bu çalışma diğer yapılacak çalışmalardan sadece bir tanesi. Uyanık kalmak zordur. Çünkü çoğunluk uyku halindedir. Ve sizi tekrar uykuya sevk etmek isteyenler olabilir. Aşk için para için ya da hayalleriniz için. Başınızı asla yere çevirmeyin. Çünkü gelecek göklerdedir. Saf enerji orada. Hayalleriniz belki kendi gerçek özünüz. Onları birer birer aşağı indirin.

Olmamış olan her şey bilinçdışındadır. Kaynak sonsuzdur. Bu evrende var olan herkese yetecek kadar enerji mevcuttur. Dünyada yokluktan kaynaklanan sorunlar sadece geçmişten gelen yokluk bilincinin etkisindedir. Her zaman bir çözüm vardır. Talepleri karşılayacak enerjiyi dünyaya çekmek mümkündür. Hipnozun etkinden çıkıp ihtiyacımız olanı aşağı çekebiliriz. Daha fazla enerjinin dünyaya çekilmesi için de daha çok insanının uyanması gereklidir. Saf enerjinin dünyaya akması için önce negatif enerjiyi aşağı indirmek gerekiyor. Zaman zaman bu enerji temizlense de insanlık bilinci sürekli olarak bunu üretmektedir. Atmosferi olduğu gibi kapladı. Saf enerji içeri girmekte zorlanmakta.

Bilinç Nedir Bilinçaltı Nedir ?
Bilinç ile bilinçaltını karşılaştırdığımızda bilinçaltının, varoluşumuzun en ufak ayrıntılarını dahi içinde barındıran olağanüstü ve kusursuz bir belleğe sahip olduğunu görürüz. Bu anlamda bilince göre daha güvenilirdir. Aynı zamanda bilinçaltı, söylenenleri sorgulamaksızın kabullenen ve kolayca yönetilebilen bir yapıya sahiptir. Her birey farklı alışkanlık ve inanışları, istek ve arzuları, korku ve endişeyi bilinçaltına iter. Bu nedenle Bilinçaltı subjektiftir. Bilinç ise daha objektif ve nesneldir denilebilir. Bilinç; mantıklı, sorgulayıcı, dirençli, kritik eden bir işleyişe sahiptir.

Doğduğunuz andan itibaren size söylenen her sözcük doğrudan bilinçaltına gitmektedir. Kendi yemeğini yemek isteyen çocuğa ‘’dur dökersin, beceremezsin! ’’ ,’’ Dokunma kırarsın ’’ … gibi cümleler gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde becerememe, cesaret edememe, özgüvenini kaybetme gibi davranışlarımızın temelini oluştururlar. Bu nedenle çocuğun yaşamının ilk yılları çok çok önemlidir.

Bilinçaltına yerleşen bu bilgiler, çocuğu tüm hayatı boyunca etkiler. Bilinçaltı kendisine gönderilen her şeyi kabul eder. Bilinçaltı değerlerimizi, inançlarımızı depolar, beden fonksiyonlarımızı kontrol eder. Akıl yürütmez. Hayal ,gerçek ayrımı yapmadan her şeyi gerçek gibi algılayarak hareket eder. Bilinçaltına yerleşen bilgiler tüm yaşamı etkileyen davranışlarımıza yön veren temel esasları oluştururlar. Bireyin edinmiş olduğu bu çarpıtılmış düşünüş , inanış ve davranış kalıplarını ; olumlu inanış, düşünüş ve davranış kalıpları haline getirmek için bilinçaltının Hipnoz ve Hipnoterapi ile yeniden yapılandırılması gerekir.

Öyle insanlar vardır ki yaşamlarının gerçek anlamı gerçek önemleri bilinçantındadır. Bilinçli zihinleri aldatmadan ve yanılgıdan ibarettir.
Carl Gustav Jung

Uzm Psk Dnş Şahin UÇAR -Bursa
Son düzenleyen _Yağmur_; 22 Şubat 2016 16:02
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Ruhlar alemi ve hipnoterapi Hipnoz durumunda geçmiş kolaylıkla tekrar yaşanır. Regresyon tekniği ile geçmişte soruna neden olan olayları canlandırtıp yeni düzenlemeler ve iyileştirmeler yaparız. Bu geçmiş bazen geçmiş hayatlarda olabilir. Gerçekten geçmiş yaşam var mı? Bunu söyleyecek durumda değilim. Ama en azından bilinçaltında böyle bir kavram var. Geçmiş yaşamlarını yaşamış on binlerce hipnoz öyküsü kitaplarda mevcut. Fiziksel beden ölmesine rağmen bilinç enerjisi yaşamını sürdürebiliyor mu? Bu olgular bu olasılığın göz ardı edilmemesi gerektiğini gösteriyor. Ölümü yaşayan ve sonra tıbbi müdahale ile tekrar yaşama döndürülen 11 milyon insanın anlattıkları birbirine yakın gözlemler. Bunların bilimsel ispatını yapmak benim işim değil. Ama analitik tedavi sırasında bazen sorunun kökü geçmiş yaşamlardan taşınan bilinçaltı parçalarda karşımıza çıkabiliyor. Bizzat ben bu şekilde birkaç olaya şahit oldum. Geçmiş yaşamda suda ölmüş bir kişi bu yaşamda sudan korkuyor. Kafası ezilerek ölmüş bir kişi bu yaşamında sürekli baş ağrısı çekebiliyor. İç organları vahşi hayvanlar tarafından parçalanmış bir kişi bu yaşamında pankreas yetmezliğine bağlı şeker hastası olabiliyor ve bu olay çözümlendikten sonra şeker hastalığı sona eriyor. Ailesinden kopamayan bir kişide ölmüş kardeşinin bilinç parçası karşımıza çıkıyor ve “Ben gidersem annem babam çok üzülebilir” diye konuşabiliyor. Geçmiş yaşamında diri diri gömülmüş bir kadının ruh parçası bu yaşmadaki kişide anlamsız düzeydeki ölüm korkusunun nedeni olabiliyor. Çoğul kişilik hastalığı olan bazı kişilerde, kişiliklerden bazıları geçmiş yaşama ait olabiliyor. Geçmiş yaşam kişilikleri bilinçaltında sessiz olarak bekleyebiliyor. Ama hipnozda bu anılar tekrar ortaya çıkıyor. Geçmiş yaşamda çekilen acılar, alışkanlıklar, hastalıklar, duygusal sorunlar bu yaşama aynen taşınabiliyor. Yaşamlararası dünyada (astral alem) hipnoz deneyimi yaşayan insanlar birbirinden habersiz hep benzer ritüelleri ve geçişleri aktarabiliyor. Başka yaşamlardan bu yaşama geçiş farklı şekillerde bilinçaltında kendini gösterebiliyor. İnanca ve yaşanan öykülere göre öldükten sonra bedeni terk eden ruh ışık denen bir dünyaya doğru yönlenir. Bunu öteki dünya diye niteleyebiliriz. Ama şu ya da bu nedenle bazı ruhlar bu çekimi yaşamaz ve bu dünyada kalır. Ve yaşayan fiziksel bir bedene parazit bir ruh olarak dahil olur. Ve ev sahibi bedeni kendi davranış, semptom ya da durumlarıyla etkileyebilir. Bu alanda çalışma yapanların verdikleri örneklere göre, geçmiş yaşamdaki çekilmiş acılar bu yaşamda ölümcül hastalıklara kadar giden durumlara neden olabiliyor. Geçmiş yaşamdan bulaşmış kişilikler bu yaşamdaki ilişkileri etkileyebiliyor. Ruhun ya da bilincin parçalanması ve bir kısmının kaybedilmesi depresyon, dikkat bozukluğu hafıza zayıflığı, yorgunluk nedeni olabiliyor. Davranışlar, inançlar, korkular, duygusal çalkantılar, kötü alışkanlıklar ve davranışlar bu etkileşimler sonucu birden ortaya çıkabiliyor. Bir kaza, organ takılması, hastalık, cerrahi müdahale, yakın birinin ölümü sonucu birden ortaya çıkan bu değişimler yeni bir ruhsal varlığın o fiziksel bedene dahil olduğunun belirtisi olabiliyor. İnsan dışı varlıklara ait bilinçaltı enerjilerinin bedene dahil olması (yani halk deyimiyle şeytan ya da cin girmesi) kendini kızgınlık, öfke krizi, aşırı şiddet ve cinnet geçirme şeklinde belli edebilir. Ruh seansları sırasında medyumun başka bir ruhla iletişim kurması istemli olarak bu ruhu geçici sahiplenme örneği olarak kabul ediliyor. Fakat fırsatçı bir ruh bedenden tekrar çıkmayabilir. Yaşayan fiziksel bir varlığın boşta gezen bir ruh tarafından işgal edilmesi klinik açıdan bir parazit olarak (hem tıbbi anlamda, hem de elektriksel anlamda) kabul edilmelidir. Bu tip inançlar tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Hatta törenlerle ruh çıkarma seansları düzenlenir. Şaman geleneğimizde de bu ayinler vardır. (Merak edenler Şamanlarla ilgili Pentagram Ritüeli linki okuyabilirsiniz.) Tabiki bugünkü pozitivist anlayışlı bilimsel araştırma ve kanıta dayalı yöntemlerle insan ölümünden sonra neler olduğunu ortaya dökebilen bilimsel kanıtlar yoktur. İnsan deneyiminin ve inancının bir ölçüsü olmadığı sürece ruh kavramı bilimsel kabul edilmeyecektir. Ama kişisel olarak deneyimlenenler de o kişinin gerçeğidir. (Bilimsellik kavramı da tanıma göre değişen bir kavramdır. Hele ticari dünyada bu kavram çok esnetilmekte ve çıkara hizmet edecek şekilde kullanılmaktadır. Tıpta da aslında bir çok tedavi yöntemi insanların kendi üzerlerindeki gözlemine dayanır. Ağrıyı ölçen bir alet henüz yapılmamıştır ama eczane rafları ağrı kesicilerle doludur. Depresyonu ölçen bir cihaz yoktur ama Dünya’da en çok satılan ilaçlar antidepressanlardır.) Kaldı ki bu tip aktarımları yapan insanlar hiç bilmedikleri, gitmedikleri yerleri en ayrıntılı şekilde tarif edebilmektedirler. Ülkemizde özellikle İskenderun-Hatay Bölgesi’nde şaşırtıcı geçmiş yaşam deneyimleri TV dizilerine konu olmuştur. Bu olaylara açıklama getirebilmek için öncelikle “Bilinç nedir?” sorusu yanıtlanmalıdır. Bilinç, “İnsan bedeninde oluşan biyokimyasal bir olay mıdır” yoksa “Farklı boyutları olan bir enerji midir?” Benim açımdan önemli olan tedaviye aldığım bilinçaltının gerçeğidir. Ben bu yaşamın sorunlarını bu yaşamda aramayı ve çözmeyi yeğlerim. Ama hiçbir zaman bilinçaltını bu açıdan yönlendirmem. Yani bir sorunun kaynağını ararken bilinçaltına sadece bu yaşamdaki olaya git gibi bir yönlendirme yapmam. Bu regresyon etiğine uygun değildir. Ama aksi de etik değildir. Yani bir kişiye baştan “Senin sorunların geçmiş yaşama dayanıyor” ya da “Senin içinde ikinci bir ruh olabilir bu ruhu çıkarmamız lazım“ diyerek koşullayıp, hipnozdayken de “Şimdi bu ruh konuşsun” ya da “Şimdi geçmiş yaşama git” gibi yönlendirmeler yapmak son derece sakıncalıdır ve etik değildir. Bilinçaltı hipnozda telkinlere açıktır ve sizin isteğinizi yerine getirmek için çabalar. İşe yaramayacak bir takım yeni sorunları ve şaşkınlığı o kişiye yüklemeye hiçbir şekilde hakkımız yoktur. Ama tedavi sırasında kendiliğinden karşımıza çıkacak durumlarla nasıl baş edilmesi gerektiğini de bilmek zorundayız. Analitik hipnoterapi yapmaya soyunan her tıp mensubu bu konuyu halletme konusunda deneyimli ve bilgili olmak zorundadır. “Ben buna inanmıyorum, sen uyduruyorsun” vs gibi suçlamalarla tedaviyi eksik bırakmak o kişiyi daha çok yaralar. Farklı çareler arayan, bu farklılığa inanmış insanlara onların inancı yönünde yardım etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir kişi gerçekten bu enerji değişimlerini yaşayarak iyileşecekse “Ben bu saçmalıklara inanmıyorum“ diyerek bu kişiyi daha iyi bir yaşama ulaştırmamak ne kadar doğrudur? Kaldı ki yaşanmış olan olayların çoğunda kişiler tedavi öncesi asla böyle şeylere inanç yatkınlığı olan kişiler değildir ve çoğu tedaviden sonra büyük şaşkınlık geçirmektedir. Hastalarımda ben de aynı durumları gözlemledim. Analitik hipnoterapiyle uğraşan herkes bir gün bu tip bir olayla karşı karşıya gelmeye hazır olmalıdır. Başka yaşamlardan bu yaşama geçiş farklı şekillerde bilinçaltında kendini gösterebiliyor. İnanca ve yaşanan öykülere göre öldükten sonra bedeni terk eden ruh ışık denen bir dünyaya doğru yönlenir. Bunu öteki dünya diye niteleyebiliriz.


kaynak
Quo vadis?
DrEaMy - avatarı
DrEaMy
Ziyaretçi
25 Şubat 2009       Mesaj #5
DrEaMy - avatarı
Ziyaretçi
1- Ölüm ve Kabir

İnsanın ölümüyle bedenden ayrılan ruh, âhiret âleminin başlangıcı olan kabir hayatını yaşar. Kabirde Münker ve Nekir adında iki melek insana birtakım önemli sorular sorarlar.
Bu soruların başlıcaları: "Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim? Kitabın ne?" dir.

Dünyadayken imân edip iyi işler yapanlar, bu sorulara doğru cevaplar verirler. İmânı tam olmayanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Sevgili Peygamberimiz, kabirde insanların farklı durumunu şöyle belirtmektedir: "Mezar, her insan için dünyadaki durumuna göre ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Keşfu'l Hafâ, c.2, s.90)

2- Kıyamet

Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil adlı melek sûr adı verilen bir âlete üfleyecek. Böylece bütün kâinat alt üst olup, bütün canlılar ölecek. İsrafil'in ikinci kez sûra üflemesiyle yepyeni bir dünya kurulacak ve bütün ölüler dirilecek.

3- Diriliş

Allah'u Tealâ ölüleri diriltecek. Bütün semavî dinlerde bu inanç vardır. Bu, âhiret inancının temelini oluşturur. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetinde öldükten sonra dirilişi açıkça belirtir. Pek çok örnekle bu gerçeği ispat eder.

4- Haşir ve Mahşer

Haşir, Allah'ın dirilişten sonra kullarını bir araya toplamasıdır. Toplanılan bu yere Mahşer adı verilir. Mahşerde melekler, cinler ve insanlar dirildikten sonra herkes burada toplanacaktır. O anda inkarcı kâfirler de, toprak olarak yok olup gitmeyi temenni edecek ve "Keşke toprak olaydım!" (Nebe Sûresi, 40 ayet) diye iç çekecektir. O dehşetli günde 7 sınıf insan Arş'ın gölgesinde gölgelendirecektir.

1. Adaletli devlet başkanı ve yönetici,

2. Allah'a kulluk ederek büyüyen genç,

3. Kalbi cami ve mescitlere bağlı kimse,

4. Allah için birbirini seven bu uğurda bir araya gelip, bu sevgi ile ayrılan iki kişi,

5. Makam ve itibar sahibi bir kadının beraber olma çağrısını "Ben Allah'tan korkarım" cevabı ile reddeden kişi,

6. Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli yardımda bulunan kişi,

7. Tenha yerde Allah'ı anarak gözleri dolu dolu olan kişi. (Buhari, Ezan 36).

5- Kişi sevdiğiyle haşredilecek

Mahşere herkes, dünyada kime inanmış ve kimin peşinden gitmişle onunla birlikte gelir. O gün gerçek önderin mübarek Peygamber Efendilerimiz (as) olduğu gün gibi ortaya çıkacaktır. (O gün zalim kimse ellerini ısırıp: 'Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıveriyor.' der.) (Furkan Suresi. 13-14 ayetler)

6- Hesap, Suâl, Mizan

İnsanların dünyada yaptıkları her şey, bir sayfa içinde kendilerine verilecek. Büyük bir mahkeme kurulacak, insanlar yargılanacak. Ömrünü hangi yolda tükettiği, bildiğiyle neler yaptığı, malını nasıl kazanıp nereye harcadığı, vücudunu hangi yolla yıprattığı sorulacak. Bu mahkemede, hiçbir şeyi inkâr etmek mümkün değildir. Çünkü, insanın eli, ayağı, gözü, kulağı, hatta günah işlediği yerler dile gelecek, yaptıklarına tanıklık edecekler. Amellerin tartıldığı teraziye "Mizan" adı verilmiştir.

7- Kevser Havuzu

Ahirette her Peygamberin bir havuzu olacak. Bu havuzdan kendisi ve ümmetinden Allah'ın diledikleri içecektir. O gün Efendimiz'in de (sas) bir havuzu bulunacak ve havuzunun başına gelen ümmetinin sayısı bütün Peygamberlerinkinden fazla olacaktır.

8- Efendimiz'in (sas), şefaatine layık olmalıyız

Şefaat ancak Allah'ın izniyle olabilir ve çok geniş kapsamlıdır. Kâfir, müşrik ve münafıklar hariç günahkâr da olsa bütün Müslümanlar için söz konusudur.

Sevgili Peygamberimiz'in yapacağı şefaat beş maddede toplanabilir:

1. Peygamberimiz'in en büyük şefaati, mahşer yerinde büyük bir sıkıntı içinde hesaba çekilmeyi bekleyen bütün insanlara şefaatidir. Bu şefaat sayesinde Allah mahlukatı bir an evvel hesaba başlayacaktır.

2. Mü'minlerden büyük bir topluluğun sorgusuz sualsiz cennete girmesi için yapacağı şefaat.

3. Cehenneme girmeyi hak ettikleri halde oraya girmemeleri için bazı günahkârlar hakkında yapacağı şefaat.

4. Cehenneme giren bazı günahkâr mü'minlerin oradan çıkması için edeceği şefaat.

5. Cennetliklerin derecelerinin yükselmesi için edeceği şefaat.

9- Sırat kıldan incedir

Bundan sonra, cehennemin üzerinde, nasıl olduğunu Allah'tan başka kimsenin tam olarak bilemediği bir köprü kurulacak. İnsanlar iyiliklerine göre farklı biçimlerde "Sırat" denilen bu köprüden geçecekler. Bazıları şimşek hızıyla geçip cennete girecekler. Kötü insanlar, Sırat'ı geçemeyecek ve cehenneme düşecekler.

(Alıntıdır)
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
22 Şubat 2016       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Öldükten Sonra Neler Olacak?
MsXLabs.org

Hepimiz bir gün öleceğiz. Acaba öldükten sonra neler olacak? Ölümden sonra başımıza ne gelecek? Merak edilen bu soruların cevaplarını sizler için hazırladık. Mezara konulan kişinin ruhu o esnada vücudun içinde değildir. İnsandaki canlılık ruhla sağlanır. Bu nedenle de ölüm aslında ruhun değil, vücudun ölümüdür. Ölüm dediğimiz olay, ruhun vücuttan alınmasıdır. Vücuttan alınan ruh melekler tarafından teslim alınır. Kişi iyi bir insansa ruhunu ‘rahmet melekleri’ teslim alırlar. Onu semanın en üst noktalarına doğru götürürler. Ölen kişi kötü bir insansa ‘azap melekleri’ onu teslim alırlar ve yerin alt tabakalarına doğru taşırlar.
Kişi mezara konulur. O esnada mezarın başındaki hoca efendi telkin denilen uygulamayı yapar. Telkin, mezardaki kişiye iman ile ilgili hakikatleri hatırlatmak anlamında yapılan bir duadır. Telkin geleneksel bir uygulamadır. İslam âlimleri bu usulün kullanılmasını tavsiye etmişlerdir. Hanefiler bunu meşru görürler. Şafiiler ve bazı Hanbeli fıkıhçıları ise bunu müstehap sayarlar. Telkin her ne kadar hadis kitaplarında yer almasa da ders verici bir uygulamadır. Hem yaşayanlar için ve hem de ölmüş olanlar için.

Telkin okunurken ölüyü gömenler yavaş yavaş mezarlığı terk ederler. Orada hoca efendi ile birkaç kişi kalır. Peki okunan telkini ölü duyar mı? Allah dilerse elbette duyar, Allah dilemezse kimse ölüye bir şey duyuramaz.

Denilir ki herkes mezarlığı terk ettiğinde, ruhu vücuduna iade edilen mezardaki ölü de kalkıp gitmek ister ve bunu yapmak isterken de başını başucuna konulan taşa çarpar. Bu halk arasında yaygın bir inançtır. Burada kastedilen şey; fiziki anlamda başını çarpmak değildir elbette. Ölüde bir hareket görülmez. Eğer böyle bir hadise oluyorsa bu uykudayken yaşanan rüyaya benzer bir durumdur. Mecazi anlamda bir harekettir.

Aslında kişinin ruhu öldükten sonra gömülünceye kadar geçirdiği aşamada zaman zaman kendi cesedini müşahede eder ve cenazesinde olanlardan kısmen de olsa haberdar olur. Ruh bir anlamda vücudunu takip eder. Ama vücut mezara konulup herkes ayrılırken ölen kişi olanların tamamen farkına varır.

Bu noktadan sonra Münker ve Nekir denilen iki melek soru sormak için kişinin yanına varırlar. O esnada ölen kişinin hayattayken yaptığı güzel ibadetler ölenin etrafını sararlar. Bu durum ölmüş kişinin manevi halini gösteren iyi bir göstergedir. Bazı irşat kitaplarında veya Munziri’nin ‘Tergib ve terhib’ adlı kitabı ve benzer eserlerde bu durum detaylı olarak anlatılır.

Melekler kişiye Allah’a imanı, Peygamberini, namazı ve diğer ibadetleri sorarlar. Kişi dünya hayatında iyi bir hayat sürdürmüşse sorulara doğru ve ikna edici cevaplar verir. Yok kötü bir hayat sürmüşse cevap veremeyecektir.

Bu sorgulamadan sonra kıyamete kadar geçecek zaman diliminde vücut çürürken, ruh azap veya nimet içinde olur. Çünkü mezar: “Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur”. Bazı kişilerin azabı kısa ve hafif olur. Bazılarının azabı ise uzun ve ağır olur. Bazı kişiler ise nimet içinde olurlar. Bu nimet cennete benzer bir hayatı andırır. Ama bildiğimiz cennet hayatı mahşerden sonra meydana gelecektir. Bu nedenle de İslam âlimleri “Cennet ve cehennem şu anda yaratılmıştır ama boştur” derler. Cennet ve cehennemin şu anda yaratılmış olmasına rağmen boş olması, kendisine girecek olanlara anlatılan dolaylı bir mesajdır.

Mezar âlemindeki azap kişinin ameline göre değişir. Ancak buradaki azap “gıybet, söz taşıma, temizliğe dikkat etmeme” gibi hatalardan dolayıdır. Kul hakları da buna eklenebilir. Fakat gerçek anlamdaki bütün hesapların bütün ayrıntılarıyla hiçbir zerre unutulmaksızın ortaya konması ancak kıyametten sonraki dönemdedir. Büyük hesaplar, büyük hesap gününde görülecektir. Büyük mükafatlar da büyük hesapta belirlenecektir.

Ölüler bu âlemde, ailelerinden yüce Allah’ın müsaade ettiği kadar haberdar olabileceklerdir. Yüce Allah’ın müsaade ettiği kadarınca kendileri için yapılan iyiliklerden, bağışlardan yararlanacaklardır. Bazen dünyadaki yakınlarının iyiliklerinden ötürü müjdelenirken bazen de kötü hallerinden ötürü de mahzun olacaklardır.

Ölüm Hakkında Bilmediklerimiz:
1. Ölümden sonra üç gün içinde akşam yemeğinizi öğütmenize yardımcı olan enzimler sizi yok etmeye başlar. Bozulmuş hücreler bakteriler için besin kaynağı olacak ve vücudunuz kısa bir süre içinde çürüyecek.
2. İnsan beyni, öldükten sonra 20 saniye kadar daha bilincini yitirmiyor.
3. İntihar vakaları, tatil dönemleri dışında daha çok gerçekleşiyor.
4. Ölüyü gömme geleneği 350 bin yıl öncesine dayanıyor. İlk olarak İspanya'nın Atapuerca bölgesinde ortaya çıktığı düşünülüyor.
5. Canlının ölmesi ne şekilde olursa olsun, her koşulda oksijen yetersizliğinden dolayı gerçekleşiyor. Hangi nedenden dolayı ölürseniz ölün, oksijen solunumu kesilince hayat sona eriyor...
6. Ölülerin defnedilmeden önce yakılması (Cremations) sanılanın aksine çevre için faydalı değil. İnsan bedeni yakıldığında çevreye en zararlı gazları meydana getiriyor ve gökyüzüne salıyor. Ölüleirn yakılma işlemin yaygınlaşması durumunda çevresel sonuçlarının kötü olacağı söyleniyor.
7. Sadece ABD'de toprağa gömülen ölü vücutlardan 827,060 galon akıcı sıvı toprağa salınıyor. Bu da havaya hidroklorik asit, sülfür ve karbondioksit karışması anlamına gelir.
8. İsveç'te Promessa isimli şirket ölü bedenini sıvı nitrojen içinde dondurarak özel bir işlemden geçiriyor. Mısır nişastasından hazırlanmış özel bir tabut içinde toprağa gömüyor. Buna da 'ekolojik defin' adını veriyor.
9. Hindistan'daki zerdüştler ölülerini akbabaların yemesi için açıkta bırakıyor.
10. Madagaskar yerlileri ölülerin kemiklerini toprağın altından çıkarıp, kasabanın etrafında bir tur gezdirdikten sonra tekrar gömüyorlar. Bu törene 'famadihana' adı veriliyor.
11. Embriyoların gelişmesi süresinde organlarımızdaki bazı hücreler kendini yok ediyor. Öyle olmasaydı eğer, genetik arızalarla doğabilirdik.
12. Spor yapan 200 bin öğrenciden bir tanesi her yıl aniden hayatını kaybediyor. Çoğu futbol ve basketbol oynarken gerçekleşiyor. Kız öğrencilerde bu oran beş misli daha az.
13. Çinli bir ailenin cenazesine ne kadar çok insan gelirse aile o kadar şanslı sayılıyor. Cenazeye gelen sayısını artırmak için, törene dansçı çağıranlar bile oluyor...

kaynak

Ek Bilgi;
Alıntı

Ölümden sonra yaşam
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Ölümden sonraki yaşam; din, felsefe ve mitolojide insanın dünyadaki fiziksel yaşamını tamamladıktan sonra ruh veya bilinç hâlinde sürdürdüğüne inanılan hayat. Öteki dünya ve İslam kökenli bir terim olan ahiret kavramları Türkçede, ölümden sonraki yaşamın sürdürüldüğüne inanılan mekanı tanımlamakta kullanılır.
Ölümden sonraki yaşamla ilgili kavramlar maddeci olmayan, spiritüalist ve dinsel inançlarla ilgilidirler. Bu inançlarda yer bulan ölümden sonra bir yaşamın olduğuna ilişkin en başta gelen temel, ruhun ölümsüzlüğü inancıdır. Bundan başka, ölümden sonraki yaşamın ruhun ölümsüzlüğüne bağlı olmayıp, yalnızca ölmüş kişilerin dirilmeleri şeklinde gerçekleşeceğini savunan inanç da vardır.

Ruhun ölümsüzlüğü inancı
Genel olarak dinsel inançlar insanın bedeninde onu yaşatan bir ruh bulunduğu inancını kabul ederler. Bu konuda istisnalar olmakla birlikte, insandaki bu ruhun bilinç taşıdığı ve insanın kişiliğiyle ilgili her şeyin bu ruhta bulunduğu kabul edilir. Ruh kişinin içindeki öz varlığını oluşturarak, düşünür, hisseder, sever, nefret eder, karar verir. Bu şekilde ruh insanın öz kişiliği olup, beden yalnızca ruha giydirilmiş bir elbise gibidir. İnsandaki bu ruhun ölümsüz olduğu ve insan öldüğünde bedeninden ayrılarak öbür alem veya ahiret olarak adlandırılan bir yere gittiği inancı kabul edilir. Bu yerin adı, batıda limbus olarak adlandırılan berzah alemidir. İnsan ruhu, limbus ya da berzah aleminde geçici olarak kıyamete kadar kalma süresi bittikten sonra, son ilahi bir yargılamadan geçecek ve bunun sonucunda sonsuza dek cennet ya da cehennemde kalmayı hakedecektir. Cehennemde kalma bazı durumlarda geçici bir süre içindir ve ruh günahlarının cezasını çektikten sonra cennete alınacaktır. Katolik inancında bu Araf (Purgatory) benzeri ara bir yerdir. Dinsel inançların farklılıklarına göre ruhun, bütün bunları ya bedensiz olarak ya da ruhun tekrar bedeniyle birleşmesinden sonra yaşayacağına inanılır. Dinsel yöndeki bu inançların kaynağı genellikle iki temele dayanır. Bunlardan biri yazılı kaynaklardır. Diğer temel ise metafizik deneyimlerdir.

Kutsal kitaplarda
Ölümden sonraki yaşamla ilgili bir temel, dinsel inançların kutsal kitaplarından bu yönde yapılan yorumlardır. Genel anlamda dinsel yöndeki bu tür inançlara göre, öbür dünya ya da ahirete ilişkin, Berzah (Limbus), Cehennem (Hell), Cennet (Heaven-Paradise) gibi durumların yaşanması için ruhun bedenini terketmiş olması gerekmektedir. Bütün bunların olabilmesi için ruhun insan bedeninden ayrılması bir zorunluluktur. Dinsel inançlara göre, ölen kişi bunları hem bedeni ve hem de ruhuyla birlikte yaşamaz. Çünkü ölmüş birinin bedeni hala bu Dünya'da bulunmaktadır ve yıllar sonra bile bu kişinin kemiklerinin, bulunduğu mezarda uzun zaman çürümeden kaldığı ve öbür aleme gitmediği bilindiğinden dolayı, bütün bunları yalnızca kişinin ruhunun yaşayacağına inanılır.



"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

17 Şubat 2014 / sabiş Cevaplanmış
15 Haziran 2009 / notmail Soru-Cevap
22 Şubat 2016 / Misafir Taslak Konular