Arama

Türkiye'deki Antik Kentler - Hasankeyf

Güncelleme: 21 Ağustos 2010 Gösterim: 17.914 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

guneydoguhasankeyfpg4
Sponsorlu Bağlantılar

Hasankeyf tarihi ile ilgili genel bilgiler

Hasankeyf’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor.Ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara insanların buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor.
Hasankeyf, insanlığın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mezapotamya bölgesinde yer almaktadır. Hem içinden Dicle nehrinin akıp gitmesi, korunmaya müsait coğrafi yapısı, mesken olarak kullanılan binlerce mağarası hep dikkatleri çekmiş ve çağlar boyunca stratejik önemini korumuştur. Yekpare taştan meydana gelen kalesi nedeniyle “Hısn Keyfa” adını almıştır. Ancak başka isimler de kullanıldığı bilinmektedir.

ANTİK DÖNEMDE HASANKEYF

Milattan önceki dönemlerde Hasankeyf’in ne gibi tarihi gelişmelere sahne olduğu, kimlerin burada hüküm sürdüğü tarihin karanlık sayfalarından biridir. Bu konuda yazılı herhangi bir kaynak bulunmamaktadır. İleride yapılacak arkeolojik çalışmalar bu konuya ışık tutacaktır. Yalnız Mezapotamya bölgesine hakim olan kavimlerin en gözde yerlerinden birinin Hasankeyf olduğunu söylemek mümkündür.

BİZANS DÖNEMİNDE HASANKEYF
Miladi ilk asırlarda Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiş. Zaman zaman Bizanslıların zaman zaman da Sasaniler’in elinde kalmıştır. Miladi dördüncü asrın ortalarında Hasankeyf’e sağlam bir kale yapan Bizanslılar, hemen hemen burayı bir daha Sasaniler’e hiç kaptırmamışlardır. Bizansın hakimiyeti Müslümanların burayı elegeçirdiği 7. Asrın başlarına kadar sürmüştür.

İSLAM DÖNEMİNDE HASANKEYF

Müslümanlar burayı ikinci halife Hz.Ömer döneminde M.638. yılında fethettiler. Halifeler döneminin ardından sırası ile Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar buraya hakim oldu.
Hasankeyf, tarihi önemini Artuklular’ın M.S.1101 yılında buraya hakim olması ile kazandı. Bu tarihten itibaren o günkü ismi ile HISN KEYFA, ortaçağın önemli şehirlerinden biri oldu.
Kuzeyden güneye kıvrılıp giden Dicle nehri üzerinde yer alması ve o günlerde ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle Hasankeyf, ticaret ve ekonomik olarak da gelişti.
Hasankeyf’i Artuklular’dan alan (M.1232) Eyyubi Kürtleri, henüz bölgeye tam hakim olamadan Moğol istilası ve harabiyeti ile karşılaştı. Bircok yerleşim yeri gibi burası da altüst oldu.
Kürt Eyyubiler, Moğol şokunu atlattıktan sonra 14. Asrın başlarından itibaren Hasankeyf’i yeniden imar etmeye başladı. Özellikle bugün Hasankeyf’te bulunan birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler’in, Sultan Süleyman zamanında bu imar faaliyeti zirveye ulaştı. Hasankeyf, Eyyubiler zamanında tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşadı.
Nihayet Osmanlılar’ın gücüne karşı direnemeyen, Safeviler’in baskıları ve iç hesaplaşmalarla iyice yıpranan Eyyubiler, 1515 yılında burayı Osmanlılar’a bıraktı. Bu tarihten itibaren şehir tarihi önemini kaybederek günümüze geldi. Ancak bütün ihmallere ve tabii tahribata rağmen birçok eseri günümüze ulaştırdı. Şimdi burada kısaca bu eserlerden bazılarına değinelim;


KALE
Kalenin eski çağlardan beri bir iskan yeri olarak kullanıldığı mağara yapılardan anlaşılmaktadır. Ancak kale olarak kullanılmaya başlanması Bizanslılar dönemine rastlamaktadır.
Yekpare taştan olması nedeniyle çok korunaklı olması, üzerinde birkaç tarihi eserin olması, gizli yollarla nehre inilmesi ve kaleye çıkan yol üzerindeki zarif, muhteşem taş kapısıyla dikkatleri çekmektedir.
Kaleye doğudan merdivenli bir yolla ulaşılmaktadır. Bu yolun hemen başında bulunan oyma taşlardan yapılmış Eyyübilere ait olduğu üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu yolun üst tarafında da kısmen harap olmuş diğer bir kapı yer almaktadır.
Kalenin kuzeydoğu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer almaktadır. Ayrıca kalede Ulu Cami, Büyük Saray yer almaktadır. Bu eserlerle ilgili bilgi verilecektir.
Kalenin dikkate değer özelliklerinden biri de, gerek Artuklular gerekse Eyyübiler döneminde buraya su çıkarılmış olmasıdır. Asırlarca kale bu su ile hayat bulmuş. Bu suyun kesildiği olağanüstü zamanlarda kalenin kuzeyinde yer alan merdivenli yollarla nehirden su alınmış.
Kalenin tarihlerde silah zoru ile ele geçirildiği yazılmıyor.


KÖPRÜ
Tarihi kaynaklarda köprünün 1116 tarihinde Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı yazılı. Ancak Hasankeyf 638 yılında Müslümanlarca fethedildiği sırada bir köprüden bahsedilmektedir. Bu nedenle köprünün antik bir temel üzerinde yapılmış olması ihtimal dahilindedir.
Kemer açıklılkları itibariyle ortaçağda yapılan taş köprülerin en büyüğüdür. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir. Doğu ve batıdaki küçük kemerler dışındaki ortadaki büyük kemerler tamamen yıkılmış durumda.
Araştırmalara göre köprünün en büyük kemerin ortası ahşaptandı. Düşman şehre saldırdığı zaman bu ahşap kısım yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirdi. Bu özellik köprünün ömrünü kısaltmış.
Köprünün önemli özelliklerinden biri de orta ayakları üzerinde yer alan ve on iki burcu simgelediği tahmin edilen figürlerdir. Bir ikisi dışında tahrip olmuş ve şekil olarak he ifade ettikleri anlaşılmaz hale gelmiştir. Köprünün ne zaman yıkıldığı da bilinmemektedir.


EL-RIZK CAMİİ
Dicle nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide yer alır. Portal girişindeki kitabeden eserin, 1409 yılında Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
Bugün camiden sadece minare sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış portal giriş kapısında yer alan kitabenin altında bitkisel süsler arasında Allah’ın doksan dokuz ismi yazılmış. Camiin önemli özelliklerinden biri de cami minaresinin çift yollu olmasıdır.


SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ
Minare şerefeden itibaren bilinmeyen bir tarihte yıkılmış. Minare, kuşaklara ayrılmış, kuşaklar farklı bitkisel süslerle bezenmiş.

KOÇ CAMİİ
Sultan Süleyman Camii doğusunda yer alır. Genel özelliklerinden, alçı süslemelerinden Eyyübiler’e ait olduğu tahmin edilmektedir. Yer yer sökülmesine rağmen Hasankeyf’te en canlı alçı süslemelere sahip bir eserdir. Kitabesi olmadığından kesin olarak kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

ZEYNEL BEY TÜRBESİ
Kısa bir süre Hasankeyf’te hakim olan Akkoyunlular’a ait tek eserdir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e ait olduğu üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır.

KALEDEKİ ULU CAMİ
Eyyubiler’in Hasankeyf’teki ilk eseridir. 1325 yılında bir kilise kalıntısı üzerine inşa edilmiş. Yapı gibi minaresi de genellikle moloz taşlardan yapılmıştır. Minarenin kuzeyinde bulunan alçı süsleme ve kitabe dikkate değer. Cami minberinden günümüze ulaşan ahşap kitabe, yazısı ve oyma süsleri ile günümüze ulaşan nadir parçalardardan biridir.

KÜÇÜK SARAY
Kalenin kuzey-doğu ucunda bulunmaktadır. Saray, aşağıdan itibaren yontulmuş kaya kütlesi üzerinde inşa edilmiş. Eyyubilerin Hasankeyf’teki ilk eserlerinden biridir.
Kuzeye bakan cephedeki pencerenin üstünde iki aslan kabartması, bu kabartmaların ortasında kufi levhalar yer almaktadır. Sarayın kuzey ve batı cephelerinde alçı süslemelerin izlerine rastlamaktadır.


BÜYÜK SARAY
Kalenin kuzeyinde Ulu Camiinin altında yer almaktadır. Büyük ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmıştır. Yapının en önemli özelliği, binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında diktörtgen bir kulenin yükseliyor olmasıdır. Burası kesme taşlardan örülmüş, köprüden olduğu gibi taşlar madeni kromplarla birbirine kenetlenmiştir. Burasının gözetleme kulesi veya yıldırımlık görevi gördüğü tahmin ediliyor.
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
15 Eylül 2008       Mesaj #2
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye'deki Antik Kentler - Hasankeyf

Sponsorlu Bağlantılar
Hasankeyf’in Türk–İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır.
Hısnkeyfa olan bu şehrin adı “Kayahisarı” şeklinde tercüme edilir. Eski tarih ve kavimlerden bu tür kelimelerin anlamı “korunmaya musait” yer anlamına geldiği belirtilmektedir. Kalenin yekpare taştan olmasından dolayı çeşitli dillerdeki Hasankeyf ifadesi “Taş Kalesi” manasına gelmektedir.

Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu, şimdiye kadar karanlıkta kalmış, eldeki bilgi ve verilerin yeterli olmaması nedeniyle kuruluşu hakkındaki görüşler , bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeopolitik yapısı, önemi ve mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağaraların, Hasankeyf’in çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Hasankeyf tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır.
Hasankeyf; Diyarbakır ve Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergahında olup, savaşların olmaması ve ticaret yollarının burdan geçmesi bir yerde Hasankeyf’i kültürleri kavşak noktası haline getirmiştir. İran ve iç asya kültürleri , doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf’e kale inşa edilmiştir. Miladi üçüncü asırda İranlılar Mezopotamya yı ele geçirince Roma imparatoru Diyokletion harekete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle nehrinin doğusundaki yerleri aldı. M.S. 633 yılında Hasankeyf’in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır. Hicri 17. yılda Hasankeyf islam orduları tarafından ele geçirilmiştir. Antik kent, sırası ile Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990), Mervanıler (990-1096) denetiminde kalmış, daha sonra Artukoğulları eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup, Hasankeyf’e en parlak dönemini yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput’ta hüküm sürmüşlerdir. Selçuklu sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Artuk, 1071 Malazgirt savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur.
Artukoğlu Sökmen 1101 yılında Hasankeyf’i ele geçirip burada önemli tarihi eserler yaptırmıştır. Böylece Devlet İdaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilmiştir. Yönetimin halk kitlelerine dayanması, Artuklulara bağlı bölgelerde yarı müstakil bir hükümranlık anlayışı ile divanlar oluşturulmuştur. Haçlı akımlarına rağmen ilim, sanat ve kültürel sahada büyük çalışmalar gösterilmiştir. Darphaneler kurulup, devletin iktisadi yapısı hep canlı tutulmuştur. İlime ve ilim adamlarına büyük önem verilmiş, hasankeyf şehir kalesine su getirilerek önemli bir teknik deha yaratılmıştır. Mekanik alanda kitaplar yazılmış, makinalar, pompalar, fiskiyeler, su terazileri ve müsiki aletleri yapılmıştır.
1232 yılında Eyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir. Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler Mısır, Süriye ve Yemende hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir.

1000px Hasankeyf baskaaci panoramic

Selahaddini Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış olup, Hasankeyf Eyyübi hükümranlığı da bunlardan biridir. Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Hasankeyf Eyyübileri tarihteki yerlerini almışlardır. Moğol istilasından Hasankeyf’te nasibini almış,Moğollar burayı ele geçirilerek yağma ve tahrip etmişlerdir.
Eyyübilerden sonra Hasankeyf’e Akkoyunlular hakim olup, 15. y.y başına kadar hüküm sürmüşlerdir. 1473 yılında uzun hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan otlukbeli savaşında uzun hasan’ın oğlu zeynel bey şehit olmuş ve Hasankeyf’te dicle nehri kenarında gömülmüştür. Akkoyunlulardan sonra Hasankeyf İran Sefavilerin hakimiyetine geçmiştir. 1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000. civarında olması ise Hasankeyf’in büyük bir yerleşim merkezi olduğu gösterir. Erken ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere Hasankeyf’te kültür uygarlıkların kaynaştığı, yerleşik halkın, 7000. civarındaki yazları serin kışları sıcak olan ve ortaçağ şartlarında çok modern ev olan mağaralarda hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır.



Alıntı: Kaynak

körkuyu - avatarı
körkuyu
Ziyaretçi
21 Ekim 2008       Mesaj #3
körkuyu - avatarı
Ziyaretçi
hussoloji hasankeyf
Son düzenleyen körkuyu; 21 Ekim 2008 22:36 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
ışık - avatarı
ışık
Ziyaretçi
21 Ekim 2008       Mesaj #4
ışık - avatarı
Ziyaretçi
Hasankeyf adının kaynağı
Ortaçağ İslam tarihçileri tarafından ''HISN KEYFA” adıyla bilinen şehrin birkaç adının daha olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılıyor. Doğal kayalardan oluşan sarp kalesi ve korunmaya elverişli coğrafi yapısı nedeni ile bu aldığı sanılıyor. İslâm coğrafyacısı Yakut el-Hamevi, buraya Hısn Keybâ da dendiğini ve bunun Ermenice’den geldiğini sandığını söyler. Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas adlarını vermişlerdir. Süryanice’de kaya taş manasına gelen “kifa” kelimesinden dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. İslami kaynaklara göre burası “Hısn Luğûb” adıyla biliniyordu. Osmanlı belgelerinde ise “Hısnkeyf” olarak geçmektedir.



Tarihî dönemler

ARTUKLULAR DÖNEMİ
Artuklular, M. 1101 yılında buraya sahip olup merkez edindiler. Selçuklu sultanı Melikşah'ın komutanı Artuk'un oğlu Sökmen bu tarihte Hasankeyf’e yerleşerek Hasankeyf Artukluları'nın temelini attı. M. I232 tarihine kadar burada ve Amed (Diyarbakır) deki hakimiyetleri sürdü. Buraya hükmeden Artuklu hükümdarlarından Rükneddin Davut b. Sökmen (1112-1144) ile yerine geçen oğlu Fahreddin Karaaslan ( 1144-1167) yılları arasında yöreyi yönetti.


Diyarbakır (Amed)’ın 1183 Salahaddin Eyyubi tarafından alınıp Hasankeyf Artuklularına vermesiyle Artuklular Diyarbakır’a yerleştiler. Artuklular bu tarihten yıkılışa kadar (1232) Hasankeyf’i temsilcileri aracılığıyla Diyarbakır'dan idare ettiler. Bu gelişme Hasankeyf’in stratejik önemini gerilettiği gibi mimari gelişmesini de aksatmıştır.

EYYUBİLER DÖNEMİ
Eyyubi Kürtleri, 1232 yılında Hasankeyf’i aldıklarında burayı bayındır bir şehir olarak buldular. Ancak ilk etapta gerek siyasi gerek mimari açıdan atak olmadılar. 1260'lı yıllarda Moğollar'ın bölgeyi harap etmesi Hasankeyf’i de etkiledi. İlk etapta Hülagu'nun katına çıkan Eyyubi sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) Hasankeyf’i harap olmaktan kurtardı. Hükümdarın Eyyubi neslinden geldiğini öğrenen . Hülagu ona iltifat eder ve tüm ülkesini ona bağışlar.
1301 yılında Hülagu'nun yerine geçen oğlu Gazan komutasındaki Moğollar, bölge ile beraber bu sefer Hasankeyf’i de harap etti. Hasankeyf Moğol istilasından çok kötü etkilendi. Eyyubiler, Moğol şokunu üzerlerinden atar atmaz Hasankeyf’i yeniden imar etmeğe başladılar. Bugün Hasankeyf’te mevcut birçok eserde imzası bulunan El Melik El Adil Sultan Süleyman (1378-1432) zamanında bu imar faaliyetleri zirveye ulaştı.
Bu sultandan sonra Hasankeyf’te duraklama dönemi başladı. Hükümdarların iç çatışmaları, bölgedeki güçlü devletlerin etkisi altında olmaları, hem onları hem Hasankeyf’i zor durumda bıraktı. Akkoyunluların (1461-1482) Hasankeyf’e tamamen hakim olması Eyyubiler'in gücünü iyice kırdı. 1482 de burayı tekrar ele geçiren Kürt Eyyubiler bu sefer Safeviler'in baskısı ile karşı karşıya kaldı.
Osmanlılar 1515 yılında bölgeyi İdris-i Bitlisi'nin gayretleri ile ele geçirince, burası da Safavilerden alınarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Ancak yerel yönetim yine Eyyubilere bırakıldı. Eyyubilerin bu zorluklarla beraber saltanat kavgası içine girmesi sonlarını hazırladı. 1524'te son Eyyubi hükümdarı Melik Halil’in saltanattan çekilmesiyle Eyyubiler tarihe karıştı.
Kale'deki Ulu Cami, El-Rızk Camii, Sultan Suleyman Camii, Kızlar Camii, İmam Abdullah Zaviyesi, Kale kapıları ve Küçük Saray olmak üzere, Hasankeyf'te günümüze kadar ulaşabilen eserlerin önemli bir bölümü Eyyubiler'e ait.

OSMANLILAR DÖNEMİ
Hasankeyf’in içinde bulunduğu bölge Osmanlıların eline geçince, Diyarbakır eyalet merkezi kabul edilmiştir. Hasankeyf bu idari düzenlemeye göre liva (sancak, kaza) merkezi olmuştur. Osmanlı kayıtlarına göre 16. asırda şehir gelişmiş, 10 000’e yakın bir nüfusu barındırmıştır. Bu sıralarda Hıristiyan nüfusu oranı yüzde 60'ı bulmaktadır. Osmanlı döneminde, Hasankeyf’in idari sınırlarının bir hayli geniş olduğu anlaşılıyor. Bugünkü Batman’ın tümü ile Siirt ilinin (merkez dahil) önemli bir bölümü ve Mardin’in Midyat, Dargeçit, Ömerli ilçeleri Hasankeyf’e bağlanmıştı.
Ancak buranın idari ve stratejik önemi zamanla azalmıştır. 19. yüzyılın ortalarına geldiğimizde Hasankeyf, Midyat ilçesine bağlı bir nahiye konumuna gerilemiştir. Cumhuriyete kadar bu durum devam etmiştir.

CUMHURİYET DÖNEMİ
Hasankeyf, cumhuriyet ile beraber Mardin’in Midyat ilçesine bağlı bir bucaktı. 1926 yılında Gercüş’ün ilçe yapılması ile buraya bağlanmış. 1990 yılına kadar idari statüsü böyle devam etmiş, 1990 yılında Batman’ın il olması ile Hasankeyf de ilçe yapılarak buraya bağlanmıştır.

Hasankeyf, insanlık tarihinin çok önemli yerleşim yerlerinden biri olmasına rağmen son 20-30 yıla kadar pek dikkatleri çekmedi. Paha biçilmez kültürel değerine rağmen hep ihmal edildi. 1970’li yıllardan itibaren ILISU Barajı projesi ile birlikte gündeme geldi. Hasankeyf’in sular altında kalmaması gerektiği, gerek ulusal bazda, gerekse uluslararası düzeyde dile getirildi. Hasankeyf’in kurtarılması yönündeki çabalar 2003 yılında sonuç verdi. O zamanki Başbakan, Hasankeyf’i kurtaracaklarını kamuoyuna duyurdu. Bu tartışmalar nedeniyle Hasankeyf, kimi ülke gündemini işgal etti.
Öte yandan Hasankeyf’teki kültür varlıkları, içinde bulundukları şehir ile birlikte 1981 yılında Kültür ilgili birimlerince koruma altına alınarak SİT alanı ilan edildi. 1986 yılından itibaren de arkeolojik kazılara başlandı. Bu kazılar halen devam etmektedir.
Hem Sit alanı olması, hem de baraj suları altında kalacak düşüncesi, ilçenin gelişimini engelledi. Son yıllarda Türkiye’de yapılan araştırmada bütün tarihi zenginliğine rağmen ülkenin en geri, fakir üç ilçesinden biri oldu.
İlçe, ekonomik olarak gerilediği gibi, nüfus olarak da gerilemiştir. Bölgedeki son 15-20 yıldaki olağanüstü durumlar da eklenince bu gerileme dramatik bir duruma gelmiştir. 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre ilçenin toplam nüfusu 7500’ün altında kalmıştır.



Tarihî eserler


KÖPRÜ
Köprünün üzerinde herhangi bir kitabe olmadığından kesin yapılış tarihi bilinmiyor. Köprünün Artukkular'a ait bir eser olduğunu ileri süren kaynaklar vardır. Ancak bu bilgiler kesin değildir. Hasankeyf'in Müslümanların eline geçmesini anlatan bir kaynakta burada açılıp kapanan bir köprüden bahsedilir. Bu nedenle köprünün antik dönemlere ait olabileceği, veya antik temeller üzerine Artuklular tarafından yapılmış olabileceği olasılığı akla geliyor.
Kemer açıklığı itibarıyla Ortaçağ'da yapılan köprülerinin en büyüğüdür. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir. Ayaklar, akıntı tarafında üçgen, diğer tarafta da dairesel şekilde yapılmış. Ayakların dış cephesi kesme taştandır, bu kesme taşlar tek tek birbirine madenî kramplarla kenetlenmiş. Köprünün kemerlerinin de kesme taşlardan olduğu düşünülüyor. Şu anda yıkılmamış olan doğudaki kemer, hayret verici büyüklükteki kesme taşlardan örülmüştür. Batıdaki yıkılmayan kemer ise; kırılma noktasına kadar kesme taştan, ondan sonrası da yassı geniş tuğladan örülmüş.
Bazı kaynaklara göre, köprünün en büyük kemerinin orta kısmı ahşaptanmış. Düşman şehre saldırdığı zaman bu ahşap bölüm yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirmiş. Köprünün ilginç bir özelliği de orta ayakları üzerindeki figürlerdir. Tahrip oldukları için bu figürlerin ne anlam ifade ettikleri tam bilinemiyor.
Eyyubiler döneminde 1349 tarihinde köprü Melik Adil tarafından onarılmıştır. Ayrıca 15. asrın sonlarında Akkoyunlular zamanında da onarım gördüğü tarihî kayıtlardan anlaşılıyor. Ne zaman yıkıldığı ise bilinmiyor.

BÜYÜK SARAY
Kalenin kuzeyinde Ulu Camii'nin altında yer almaktadır. Büyük ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmış. Kuzeye, nehre bakan cephesi yuvarlak payandalarla desteklenmiştir. Sarayın girişi bu cephenin ortasında yer alıyordu. Kuvvetli ihtimalle alt katı dükkan ve depolardan, üst katı ise meskenlerden oluşuyordu.

Yapının en önemli özelliği binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir kulenin yükseliyor olmasıdır. Burası kesme taşlardan örülmüş, köprü ayaklarında olduğu gibi taşlar madeni kramplarla kenetlenmiştir. Bu özelliğinden dolayı dibindeki kasıtlı tahribata rağmen kule yıkılmamıştır. Burası ya bir gözetleme kulesi ya da yıldırımlık görevi yapıyordu.


- Eyyubîler'e ait eserler

KALE'DEKİ ULU CAMİ
Eser 1325 yılında Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldı. Tarihi kayıtlardan buranın bir kilise kalıntısı üzerinde inşa edildiği anlaşılıyor. Giriş kapısının üzerindeki kitabeden, birbirine eklenerek yapılan mekanlardan eserin birçok değişikliğe uğradığı anlaşılıyor. Halen Hasankeyf Kazıevi’nde koruma altında olan minberin yan ahşap parçalarının üzerinde ''798 (1396) senesinde yaptı'' ibaresi yer almaktadır.
Minaresi ise cami gibi kısmen harap durumdadır. Moloz taşlar ile yapılan minarenin kuzey cephesinde alçı süsleme ve alçıdan yazılmış kitabe mevcut. Bu kitabeden minarenin 927/1520 tarihinde yapıldığı anlaşılıyor .

EL-RIZK CAMİİ
Dicle Nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide yer almaktadır. Portal girişindeki kitabeden eserin Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 811/409 tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabenin orta kısmında bitkisel süslemelerin içine Allah'ın doksan dokuz ismi yazılmıştır.
Bu gün caminin asli yapımdan, sağlam olarak sadece minare kalmıştır. Minarenin üzerindeki süsler, Arapça Kufi yazılar hayranlık verecek kadar güzeldir. Minarenin en önemli özelliği de çift merdivenli olmasıdır.
Bugün avlunun güneyinde kalan duvar kalıntısı ise; caminin asıl ibadet mekanının giriş kapısını, sağda ve solda iki tane daha kapıyı içine almaktadır. Bu kapıların üstü çok güzel ayet yazıları ile süslenmiş; ancak bu yazılar büyük ölçüde harap olmuştur. Özellikle ortadaki kapının süslemeleri bitkisel motiflerle oyulmuş, taşları dikkate değerdir; ancak süslü taşların çoğu düştüğünden eserin bütünündeki güzellik kaybolmuştur.

SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ
Cami minaresi kaidesinin doğu cephesinde yer alan kitabeye göre eserin 809/1407 yılında Eyyubi Kürtleri'nin Sultanı Süleyman tarafından yapılmış. Minare; bitişiğindeki avlu giriş kapısı, kapının güneyindeki çeşme özenle kesme taşlardan yapılmış ve süslenmiştir. Çeşme üzerindeki kitabeye göre burası yine Sultan Süleyman tarafından 818/1416 tarihinde yaptırılmıştır.
Yapının en dikkate değer bölümü minaresidir. Dikdörtgen olan minare kaidesinin her cephesinde birer Arapça kufi yazı yer almaktadır. Kaidenin üzerinde yükselen silindirik gövde şerefeye kadar dört kuşaktan oluşur. Her kuşak farklı şekilde süslenmiştir. Şerefeden yukarısı ise yıkılmıştır. Ne zaman ve nasıl yıkıldığı pek bilinmiyor. Şu anda minare gövdesinde yıkılma tehlikesi arz eden çatlaklar oluşmuştur.
Sultan Süleyman'ın mezarı, ibadet mekanına girerken eyvanın doğusunda yer alan odacıkta bulunmaktadır. Eser büsbütün harap ve sahipsiz olduğu için, bugün mezar olduğu nerede ise belli değildir. Caminin kubbesi ve kubbenin taçlandırdığı ibadet mekanının etrafı alçılarla dikkat çekici şekilde süslenmiştir.
Sultan Süleyman Camii güneyinde yer alır. Genel özelliklerinden ve alçı süslemelerinden Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor. Yer yer sökülmesine rağmen; Hasankeyf’te en canlı alçı süslemelere sahip eserdir. Etrafındaki yapılardan bir külliye içinde yer aldığı anlaşılıyor. Kitabesi olmadığından kesin olarak hangi tarihte ve kimin tarafından yapıldığı bilinmiyor .

KIZLAR CAMİİ
Koç Camii’nin hemen doğusunda yer alır. Kitabesi olmadığından yapılış tarihi ve kimin tarafından yapıldığı bilinmiyor. Bu gün cami olarak kullanılan eserin aslında bir anıt mezar olduğu araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir. Cami girişinin sağındaki köşede bulunan anıt mezarın kubbesi ve mezar kalıntıları halen mevcut diğer üç köşedeki mezar odaları ise tadile uğramıştır.
Yapının kuzey cephesi duvarı kısmen korunmuştur. Gerek cami girişi; gerekse pencere etrafındaki motifler, süslemeler aslî yapının ne kadar güzel olduğu konusunda insana fikir veriyor. Bu kuzey cephenin köşelerinde bulunan türbelerin duvarlarında bitkisel süslerle beslenmiş kufi yazı ile zarif bir şekilde besmele yazılmıştır. Yapının genel özelliklerinden Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor.

İMAM ABDULLAH ZAVİYESİ
Betonarme köprünün batı yakasındaki tepecikte yer almaktadır .Bazı rivayetlerden; buranın Hz. Peygamberin amcası Cafer-i Tayyar'ın torunlarından İmam Abdullah'a ait olduğu anlaşılıyor. Sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) zamanında bir hizmetçi, rüyasında İmam Abdullah’ın bu civarda şehit düştüğünü görüyor. Sultanın izin vermesi ile yapılan araştırmada merhumun naaşı tespit edilerek defnediliyor. Eserin ayakta kalan tek bölümü kubbeli mezar kısmıdır. Kubbenin etrafındaki külliye bölümleri tamamen harabe olmuş, kubbenin bitişiğindeki kule biçimindeki minare de kısmen harap olmuştur. Kubbenin girişinde yer alan kitabede yapının 878/14 78 tarihinde Akkoyunlular tarafından tamir edildiği ifade ediliyor.Halen Diyarbakır müzesinde koruma altında bulunan göz kamaştıran oyma ahşap kapı, orijinal hali ile günümüze ulaşan birkaç ahşap parçadan biridir.

KALE KAPISI
Doğudan kaleye çıkan merdivenli yolun başlarında yer alır. Üzerindeki kitabeden 820/1416 Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. 580 yıldır ayakta kalabilen kapıda, dayandığı kayaların çökmesi nedeni ile tehlikeli çatlaklar oluşmuştur. Yıkılmaması için acilen tedbir alınması gerekir. Kapının ön cephesi kesme taşlardandır. Buna karşılık arka cephesi eklentilerle beraber molozlardan yapılmıştır. .Muhtemelen arka cephede muhafızlar için yerler vardı. İkinci kapı olarak bilinen bu kapının hemen altında 8-10 yıl öncesine kadar bir kapı daha vardı. Bu kapının iki kenarında iki aslan kabartması oyulmuş süslü taşlar mevcuttu. Yıkılan bu kapının bazı taşları Hasankeyf Kazıevi’nde koruma altındadır.

Doğudan kaleye çıkılan yolun üst taraflarında da üçüncü bir kapı daha yer almaktadır. Kapı üstten harap olmuştur. Gerek ön cephesinde gerekse yan cephesinde dikdörtgen levhalar içinde yazılar yer almaktadır. Alınlığın üstünde bir kitabe olduğu anlaşılıyorsa da; tahrip olmuştur. Bazı özelliklerinden dolayı Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor.

KÜÇÜK SARAY
Kalenin Kuzey-Doğu ucunda bulunmaktadır. Kayalar aşağıdan itibaren saraya uygun bir şekilde yontulduğu için dev bir kule görünümünü arz etmektedir. Tarihi kaynaklardan 1328 yılında Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldığı anlaşılıyor.

Hasankeyf’teki birçok kubbe ve tonoz yapılarda olduğu gibi, bu sarayın tonozu da; bol harcın içine gömülmüş çanak-çömleklerden yapılmıştır. Kuzeye bakan cephedeki pencerenin üstünde iki aslan kabartması, bu kabartmaların ortasında da kufî levhalar yer almaktadır. Tarihi kayıtlardan sarayın duvarlarının göz alıcı bir şekilde süslendiği, altın harflerle yazılar yazıldığı anlaşılıyor. Ancak; bu yazılar tamamen silinmiş veya sökülmüştür .


- Akkoyunlu Eserleri

ZEYNEL BEY TÜRBESİ

Daha önce ifade edildiği gibi, Akkoyunlular 1462-1482 yıllarında Hasankeyf’e tam hakim olmuşlardır. Bu dönem içinde Hasankeyf'te bıraktıkları tek eser Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey Türbesi'dir. Dicle’nin kuzey yakasında yer alan bu eserin giriş kapısı üzerindeki kitabede, buranın Zeynel Bey'e ait olduğu ifade ediliyor.
Eser dıştan silindirik, içten ise sekizgen bir özellik arz eder .Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert, sırlı tuğla ile dört kuşak oluşturulmuştur. Birinci kuşakta ''ALLAH'' , ikinci ve üçüncü kuşaklarda baş kısmında “AHMET'' devamında ise ''MUHAMMED'' dipteki son kuşakta ise “ALİ'' isimleri hayranlık verici bir şekilde yazılmıştır.
Hem kapı hem de güneydeki pencere aynı renkteki sırlı tuğlalar kullanılarak süslenmiştir. Yapının birçok yerinde, bu sırlı tuğlaların söküldüğü, kasıtlı bir tahribatın yapıldığı göze çarpıyor.
Üst kubbesinde aynı tarzda süslerin izleri hala mevcuttur. Üst kubbedeki çatlakların gittikçe açıldığı ve yıkılma tehlikesi arz ettiği görülmektedir.

HASANKEYF KALESİ
Kalenin iskan yeri olarak kullanılması, milattan önceki binlerce yıla dayandığı söylenebilir. Bu konuda kesin bir tarih tespit edecek hiçbir bilgi ve bulguya sahip değiliz. Kale haline dönüştürülmesi M.S. 363 yılında olmuştur. Bu tarihte Bizanslılar; Sasanilere karşı Hasankeyf’e bir kale yapmış ve sınırlarını koruma altına almıştır.
Kale bütünü ile tabii kayalardan oluşmuştur. Biri doğuda biri batıda olmak üzere iki merdivenli yol ile buraya ulaşılmaktadır. Doğudaki yol hayli geniş, moloz taşlarla döşenmiş ve aralıklarla yapılan kapılarla tutulmuştur. Bu kapılardan biraz önce söz etmiştik.
Kalenin kuzeyinde kayalara oyulmuş, tamamen gizli ama şimdi tabii yıkılmalar sonucu kısmen ortaya çıkmış iki merdivenli yol bulunmaktadır. Normal yollarla kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde kale sakinleri bu merdivenli yollarla Dicle'den su ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu merdivenlerdeki tabii yıkılmalara bakılırsa antik dönemlere ait olabileceği ihtimali akla geliyor.
Kaleden daha yüksek mevkilerde yer alan membalardan zaman zaman yerlere toprak künkler yerleştirilerek; zaman zaman da kayalar oyularak su, kaleye ulaştırılmıştır. Kalenin dikkat çeken bir özelliği de; buraya gerek Eyyubiler, gerekse Artuklular döneminde kaynak suyu çıkarılmış olmasıdır.
Uzundere Köyü'ne gidilirken kalenin bir km. ilerisinde yolun sağındaki kayalarda oyulan su yollarının izleri açık bir şekilde görülmektedir. Yıkılmayan yerler incelendiğinde; kayalardaki bu su yollarının tamamen gizli olduğu anlaşılmaktadır. Sular cazibe ile kalenin kuzeyinde yer alan büyük havuza (depoya); oradan da açılan kanallarla kalenin her tarafına ulaştırılmıştır.
Artuklular döneminde hangi hükümdarın kaleye su çıkardığını bilemiyoruz. Buna karşılık Eyyubilerden Küçük Sarayı yapan Muciruddin Muhammed'in 1328 yılında kaleye su çıkardığını kaynaklardan öğreniyoruz. Hatta kalede bu tarihten sonra ağaçların ve ekinlerin ekildiğinden bahsedilmektedir. Kaledeki Ulu Cami güneyinde, 100 metre ilerde hamama benzeyen yapılar mevcuttur. Bu da kaleye bol miktarda suyun çıktığını göstermektedir. Hamamın bu günkü halinden daha sonraları kumaş dokuma atölyelerine dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Kalede yapılacak bir araştırmada, buna benzer bir çok kumaş dokuma atölyesi olduğu görülecektir.
Ulu Cami güneyinde geniş bir meydan vardır. Meydanın doğusu Büyük Saray kalıntılarına kadar mezarlığa dönüştürülmüştür. Kaynaklardan bu mezarlıkların yerinde, kale kapısına bakan noktada Eyyubiler döneminde bir büyükçe Eyvan yapıldığı anlaşılıyor. Gerçekte bu mevkide büyük taşlarla yapılmış duvar kalıntılarına rastlanmaktadır. Kale, tabii kayalardan oluşmasına rağmen, her tarafında burç izine rastlanmaktadır. Şüphesiz bunların amacı, kaleyi düşman saldırılarından korumak değildir. Herhalde kale sakinlerini düşme tehlikesinden korumak için bu burçlar yapılmıştır.
Tarihlerde buranın silah zoru ile ele geçtiği yazılmıyor. Yalnız; Moğollar döneminde şehir gibi, kale de harap edilmiştir. Kuzeyi Dicle ile çevrili kalenin, diğer taraflarında derin yarıklar vardır. Kuzeyden geniş olan kale, güneye gittikçe daralmaktadır. Kaledeki evlerin çoğu, oyulmuş mağaralardan oluşuyor. Genellikle bir-iki odadan ibarettir. Bir kaç odadan ibaret geniş olanları da vardır. Büyük Saraya doğru giderken sağda bulunan Cami'u-l Harap'ta, sonradan oraya konduğu anlaşılan bir kitabe parçası vardır. Kısmen aşındığı için okunmuyor.

KÜÇÜK KALE
Halk arasında küçük kale olarak bilinen ve kalenin doğusunda yer alan kaya kütlesi bir zamanlar darphane olarak kullanılıyordu. Artukulular ve Eyyubiler döneminde burada paralar basılmıştır. Bu paraların örnekleri özellikle Mardin müzesinde mevcuttur. Moğol harabiyetinden sonra Eyyubiler bir müddet burayı mesken olarak da kullanmışlardır. Buraya kale kapısı karşısındaki bir merdivenle çıkılıyordu. Merdiveni taşıyan kaya kütlesinin kısmen çökmesi ile bugün merdivenle darphaneye çıkmak mümkün değildir . Darphanenin güneyi, sekiz metre genişliğinde, 10-12 metre derinliğinde oyulduğu için darphaneye çıkmak mümkün olmamaktadır.

Orada yaptığımız incelemede mesken olarak kullanılan evlere, su havuzuna, su kanallarına, sarnıçlara ve değişik amaçlarla kullanılan mağaralara rastladık. Ayrıca küçük kaleyi çevreleyen burç kalıntılarına da yer yer rastlanıyor. Özellikle kale zaman zaman da darphane define arayıcılarının tahribatına uğruyor. Bir şeyler olduğu tahmin edilen her yer kazılmıştır. Kalenin, şehirdeki tarihi eserlerle birlikte koruma altına alınıp, tahribata son verilmesi gerekmektedir.

ŞEHİR
Kale dışında da geniş bir alanın iskan yeri olarak kullanıldığı bu günkü kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kaleyi doğudan baştan başa çevreleyen büyük yarık (Şa'bülkebir) Hasankeyf’ in en yoğun iskan yerlerinden olduğu hem tarihi kayıtlardan; hem de bol sayıdaki mağaralardan anlaşılıyor.
Küçük sarayın doğudaki penceresinden bakıldığında güneydoğu istikametine uzanan küçük yankın (Şa'büssağir) iki taraflı meskenlerle doludur. Yukarı doğru gittikçe yarık daralmakta bir noktada mağara evler sona ermektedir. Şehrin güneyinde yer a1an kaya kütlesinin şehre bakan cephesi de ev olarak kullanılan yüzlerce mağara ile doludur. Bu mağaralar silsilesi Salihiyye yolu üzerindeki şelale mevkiinden güneye doğru kıvrılarak uzanmaktadır. Burada da yüzlerce mağara ve terkedilmiş onlarca su değirmeni kalıntıları vardır.
Salihiye Bahçelerinin en doğusundaki kaya kütlesi zirvesinde iki kattan oluşan bir kaç odadan ibaret kral kızı sarayı vardır. Burasının zamanında seyir amacı ile kullanıldığı anlatılmaktadır . Salihiye bahçelerinin doğusunda yüzlerce mağara yapıları mevcuttur . Bunların arasında sosyal amaçlı kullanılan (han gibi) mağaralara da rastlanıyor.
Dicle'nin karşı kıyısında, Kure köyünün bitişiğindeki bölgede iki üç katlı oldukları tespit edilen yapılar mevcuttur.
Ayrıca kalenin batı ve güneyini çevreleyen yarıklarda da yoğun olmasa da mesken amaçlı bir çok mağaraya rastlanıyor. Şehrin iskan edilen yerleri şüphesiz bu kayalara oyulmuş evlerden (mağaralar) ibaret değildir. Şimdiki mevcut şehrin tümü orta çağda da iskan yeri olarak kullanılıyordu. Hatta şehir merkezinden bir iki Km doğusuna kadar, oradan nehre ininceye kadar geniş bir alanın mesken olarak kullanıldığı bu günkü izlerden anlaşılıyor.
Kaleye su çıkaran Artuklu ve Eyyubiler şehre de kanallar vasıtası ile su getirmişlerdir . Şehre gelen su kanallarından biri ''Ziha'' vadisinden geliyordu. Muhtemelen şimdi Salihiye bahçelerini sulayan membadan ve bu gün kullanılan kanallarla şehre su taşınıyordu. Diğeri ise Akyar (Mervani) Köyü yakınlarından başlayarak Üçyol köyü boğazı batı yakasından döşenen künkler vasıtası ile şehre su getiri1miştir.
Şehrin böylesine geniş bir alana sahip olmasına karşılık şehri koruyan surların iç kısımda kaldığı görülüyor .Bu gün Salihiye bahçelerinin batı köşesi hizasından aşağıya doğru uzanan sur kalıntıları görülüyor .Bu surların 150 m. kadar aşağı doğru uzadıktan sonra bahçelerin altından doğuya doğru kıvrılarak bu günkü belediye lojmanları hizasında nehre doğru yeniden kırılarak Dicle'ye kadar indikleri yer yer mevcut olan kalıntılardan anlaşılıyor.
Surların bu günkü kalınlığına bakılırsa şehri korumada zayıf kaldıkları söylenebilir . Ayrıca surların içindekiler kadar dışında da iskan alanı olması Hasankeyf’in orta çağda devamlı büyüdüğünü ve geliştiğini göstermektedir . Şüphesiz bu kadar geniş alana kurulu bir şehrin, belki de yüz binlere ulaşan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal yapılarının da olması gerekiyordu.
Yukarda bahsettiğimiz yapılar dışında bir çok cami, mescit, medrese, külliye, hanlar ve çarşılar vardı. 14. ve 15. asırlarda Hasankeyf’teki çarşıların ticari mal1arla dolu olduğu o dönemin seyyahların ifadelerinden anlaşılıyor . Gayrimüslimlere ait bazı yapıların da (kilise kalıntılarının) mevcudiyeti Hasankeyf’te Müslümanlarla Hıristiyanların iç içe yaşadıklarını gösteriyor.
El Rızk Camii'nin 100 m kadar doğusunda evlerin arasında bulunan kilise kalıntısı bunlardan bir tanesidir. Ayrıca Sultan Süleyman Camii'nden küçük yarığa ulaşınca solda gayrimüslimlere ait kaya mezarları da vardır . Dicle kenarındaki El Rızk Camii yanından Sultan Süleyman Camii civarına oradan da doğuya doğru uzanan bir yer altı tüneli oldu söyleniyor. Ancak bu tünelin ağzı tamamen kapalı olduğundan buraya girmek mümkün olmamıştır.
Hasankeyf, Bağdat'a kadar akıp giden Dicle nehrinin kenarında olması şehre ticari açıdan önemli bir avantaj sağlamıştır .Ticari mallar nehir yolu ile güneye ulaştırılarak satılıyor karşılığında alınan mallar Hasankeyf’e getiriliyordu.
Hasankeyf, geniş iskan alanı, yoğun nüfusu ve korunaklı kalesi ile ortaçağın önemli şehirlerinden biri idi. 1524’ de tamamen Osmanlıların eline geçtiğinde hâlâ böyle büyük olduğundan, sancak merkezi yapılmıştır. O zaman Hasankeyf sancağına Siirt, Erzen, Beşiri, Tûr (Midyat) bağlanmıştır.

19. asrın ortalarında ise Diyarbakır Sancağı'na bağlı bir kazaya dönüştürülmüş, Osmanlının son dönemlerinde de Midyat kazasına bağlı bir kasaba haline gelmiştir. Bu da Hasankeyf’in Osmanlılar döneminde gittikçe önemini kaybettiğini göstermektedir.

Hasankeyf’teki mağara evleri çok farklı özellikler arz etmektedir. Çoğunluğu sade ve bir- iki odalıdır .Özellikle yüksek yamaçlardaki mağara1arın bazılarınn iki katlı ( dubleks ) hatta üç katlı (tripleks) olanlarına rastlanıyor.

Hasankeyf’in dışında da tarihi özellik arz eden mevkiler ve eserler vardır. Karaköy Köyü eski yaya yolu üzerindeki ''Ziha'' vadisinde Hasankeyf’e 2-3 km uzaklıkta 12 mihraplı Mescid-i Ali diye bilinen bir mağara vardır .İbadet mekanının ön cephesinde büyükçe bir mihrabın sağında ve solunda küçük mihrapçıklar vardır .Bu mihraplarda Şii inancında büyük yer tutan on iki imamın adı yazılmıştır.

Dıfne Köyü (Üçyol) Bane Mahar mevkiinde bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Köyün aşağısında da, derenin karşı kıyısında kayalara oyulmuş ibadet amacı ile yapıldığı söylenen mağaralar bulunmaktadır.


Alıntıdır.
B.L.A.C.K - avatarı
B.L.A.C.K
Ziyaretçi
21 Ekim 2008       Mesaj #5
B.L.A.C.K - avatarı
Ziyaretçi
hasankeyf02
MeLL - avatarı
MeLL
Ziyaretçi
22 Ekim 2008       Mesaj #6
MeLL - avatarı
Ziyaretçi
hasankeyf 153sm
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
21 Ağustos 2010       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Ad:  82136_hasankeyf.jpg
Gösterim: 383
Boyut:  26.5 KB


Güneydoğu'da Sarp kayaların arasında kıvrıla kıvrıla bir yol gider. Tıpkı Dicle gibi. Sonra çorak toprakların arasında bir masal şehri çıkar karşınıza. İşte orası Hasankeyf'tir. Hasankeyf belki de Türkiye'nin uzun yıllardır tartışılan en büyük çevre sorunu. Sadece çevre değil, aynı zamanda bir tarih, kültür, enerji meselesidir Hasankeyf.

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Dicle Nehri'ne Ilısu Barajı yapılmak isteniyor. Bu projenin hikayesi aslında 1950'lere kadar gidiyor. Barajla ilgili ilk araştırmalar 1971'de yapıldı. Sonrasıda uluslararası kredi kuruluşlarından krediler bulundu, bunlar iptal edildi, vs. vs. Tam bir yılan hikayesi... Baraj yapıldığında Hasankeyf kentinin büyük çoğunluğu sular altında kalacak. Yani Hasankeyf yok olacak. Şu ana kadar baraj yapılmadı ve Hasankeyf hala gidilip görülebilir durumda ama...

Hasankeyf'te yıllardır insansızlaştırma politikası uygulanıyor. 12 bin yıllık geçmişi olduğu ileri sürülen Antik kente bugüne kadar hiç bir alt yapı yatırımı yapılmadı. Ne bir hastanesi, ne bir okulu, ne de doğru düzgün yolları var Hasankeyf'in. Hasankeyfliler herhangi bir iş imkanı da olmadığından yıllardır yoksullukla boğuşuyor. Tüm yürütülen bu 'insansızlaştırma polisikası'na karşın Hasankeyf'e her yıl 1 milyonunu üzerinde yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.

Belki haberiniz olmuştur. Duymayanlar için önce bir hatırlatma yapayım. Hasankeyf'te 13 Temmuz'da bir kaza meydana geldi. Sarp kayaların üzerine kurulan Hasankeyf Kalesi'nden bir kaya kütlesi düştü. Olay gece 04.00 sıralarında meydana geldi. Kaleye çıkan yoldaki esnaflardan biri kaza sırasında hayatını kaybetti. Olay gündüz turistlerin olduğu bir saatte meydana gelse tam bir felaket olabilirdi.

Oradaki kayanın düşmesi Hasankeyf'teki bakımsızlığın vurdumduymazlığın bir göstergesiydi. Birçok tarihçinin de iddia ettiği gibi yeterli bakım ve restorasyon çalışmaları yapılsa böyle bir kaza olmazdı. Hiçbir onarım yapılmıyor. Neden? Çünkü zaten Hasankeyf sular altında bırakılmak isteniyor. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na göre oradakiler tarihi eser değil, tahrip olmuş yapılardı.

Yeşil Hafiye olarak asıl vurgulamak istediğim konu, kaya düşmesi sonrasında orada yaşananlar. Çünkü kaya düşmesi olayı tüm bu uygulanan insansızlaştırma politikasına tuz biber olmuştu. Ben zaten biliyorum ancak gelin bunu oradakilerden dinleyelim. Ömer Güzel'le Hasankeyf'te başka bir konuda hafiyelik yaparken tanışmıştım. Hasankeyf'teki köprünün hemen başında bir market işletiyor. Telefon açtım kendisine. 'Durum nedir?' diye sordum. İşte söyledikleri:

"Burada Kale'yi kapattılar. Dicle kıyısındaki bulunan çardakları kapattılar. Turistler artık gelmiyor. Ramazan'da girdi, hayat durdu. Esnaf iş yapamıyor. Herhangi bir açıklama da yapılmıyor. Eğer açılmayacaksa söylesinler herkes işine baksın. Zor durumdayız. Herkes ekmeğinin peşinde. Kale açılmazsa, insanlar buraya artık neden gelsin?"

Ancak tüm bunlara rağmen Hasankeyf'i kurtarmak için girişimler halen devam ediyor. Üstelik bu kez sıkı bir kampanyada yolda. Doğa Derneği 'Hasankeyf'e Sadakat Yolculuğu'nun üçüncüsünü haftaya düzenliyor. Bu yolculuk sırasında bir kampanyanın da duyurusu yapılacak. Doğa Derneği Proje Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç'ı Yeşil Hafiye'ye, Hasankeyf'te yaşanlar ve Sadakat Yolculuğu ile ilgili şunları söyledi:

"Kaya düşene kadar Hasankeyf'te hiçbir şey yapılmadı. Şimdi yeni bir kazı çalışması başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı korumaya çalışıyor. Ancak 'Hasankeyf tamamen boşaltılsın, kazı çalışmaları yapılsın, Hasankeyfliler yeni Hasankeyf'e gitsin' isteniyor. Hasankeyf hiçbir yatırım yapılmamasına rağmen yılda 1 milyondan fazla turist geliyor. Bu yıl 2 milyon geleceği tahmin ediliyordu. Turistlerden gelir elde ediliyor ancak Hasankeyf'e hiçbir geri dönüşü olmuyor. Kaya düşmesinde daha büyük bir felaket de olabilirdi. Burada bırakın restorasyonları vs. tek bir uyarı tabelası dahi yok."

Hasankeyf'in bir dünya mirası olduğununu ve buna hepimizin sahip çıkması gerektiğini savunan Kılıç, şöyle devam etti: "Kaya düşmesi Hasankeyf'e son darbe oldu. Kale ve çardaklar kapandı. O çardaklar ve kaleye giden insanlara rehberlik yapılması Hasankeyflilerin tek geçim kaynağı. Buralar kapanırsa Hasankeyfliler nasıl geçinecek? Gerçek Hasankeyfli 50-60 aile kaldı. Onların da sırtlarını yaslandıkları duvar başlarına yıkıldı. Bu insanlar Hasankeyf'ten çıkmak istemiyor."

Sadakat Yolculuğu ile Hasankeyf'in dünya mirasına alınması konusundaki imza kampanyasının yeni duyurusun yapacaklarını anlatan Kılıç, "Tarkan, Orhan Gencebay, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Şiwan Perwer gibi isimlerin destek olduğu kampanya için bir duyuru yapacağız. Hasankeyf, Unesco Dünya Mirası'nın 10 kriterinden dokuzunu sağlayan dünyada tek yer. Bu dünya mirası hepimizin. Onu korumamız gerekiyor. Bizler bu işin peşini bırakmayacağız. Biz yolculuğumuz için kaleye alternatif bir yol hazırladık. Kale açılmadan idare edilebilir ancak Hasankeyfliler çardaklar açılmadan idare edemez. Çardakların en geç ramazan sonuna kadar açılmasını talep ediyoruz. Ya açılacak, ya açılacak. Başka yolu yok."

Kaynak
Haber: Radikal Gazetesi

Benzer Konular

4 Aralık 2013 / _EKSELANS_ Turizm
2 Temmuz 2016 / _EKSELANS_ Turizm
21 Şubat 2013 / _EKSELANS_ Turizm
13 Şubat 2013 / _EKSELANS_ Turizm
22 Şubat 2013 / _EKSELANS_ Turizm