Arama

Balkanlar'da Müslüman - Türk Varlığı - Sayfa 2

Güncelleme: 29 Eylül 2006 Gösterim: 58.776 Cevap: 14
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2005       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR

Sırbistan-Karadağ ve Kosova
Sponsorlu Bağlantılar
Sırbistan toprakları uzun savaşlardan sonra 1459 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na geçmiştir. Bu iktidar 1815 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanmıştır. 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nda Sırbistan, Türkleri Balkanlar'dan çıkartmak için Rusya'yla ittifak yapmıştır. 1912 ve 13'te, Balkan Savaşları'na aktif olarak katılan Sırbistan bu savaştan sonra topraklarını Makedonya, Sancak ve Kosova dahil olmak üzere genişletmiştir. Ancak bu genişleme Avusurya-Macaristan'ı tedirgin etmiş, Avusturya-Macaristan'ın müdahalesi ile Sırp ilerlemesi durdurulmuştur. I. Dünya Savaşı'nın ardından Sırp, Hırvat ve Karadağ liderleri, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını ilan etmiş ve adını Yugoslavya Krallığı koymuşlardır. II Dünya Savaşı'nda ülkeyi işgal eden Almanların yenilgiye uğramasının ardından Yugoslav Cumhuriyeti ilan edilmiş, Kosova ve Voyvodina 1946 yılında otonom bölge ilan edilmişlerdir.

balkan 39

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, Tito'nun önderliğindeki yeni Yugoslavya'da etnik gerilim geçici de olsa bastırılmış, ancak Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte eski ön yargılar, özellikle de fanatik Sırp milliyetçilerinin baskıcı zihniyeti yeniden su yüzüne çıkmıştır. Sırpların 1989 yılından itibaren diğer Yugoslav Cumhuriyetlerini kontrol etmek için girişimlere başlaması gerilimi artırmış ve önceki bölümde değindiğimiz korkunç olayların başlamasına yol açmıştır.

1989 yılında Sırplar, Kosova ve Voyvodina'nın otonom yapısını iptal etmişlerdir. Yugoslavya iç savaşı sırasında ise azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bu bölgeler, Sırpların baskı ve şiddet uyguladıkları yerler olmuştur.
Savaşın ardından imzalanan Dayton Anlaşması, bölgeye göreceli bir barış getirmiş, Sırplar azınlıklara karşı daha insaflı bir politikaya yönelmişlerdir. 1998 Mayısı'nda Miloseviç'in bazı politik oyunları Karadağ tarafından tepkiyle karşılanmış, bölgede büyük bir gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur.
Kosova'da ise, bölgenin otonomisini kaybetmesinin ardından Arnavut çoğunluk Sırp hükümetinin zulmüne direnmiştir. Sırp yönetimi Arnavutlara karşı büyük baskılar uygulamış, Arnavutlar ise haklarını ve hatta yaşamlarını korumak için kendi içlerinde organize olmaya çalışmışlardır. 1990 yılında kurulan Kosova Kurtuluş Ordusu ile Sırp güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamış ve bu 1997-98 yıllarında yoğunlaşmıştır. Ardından, Sırp ordusu ve polisi büyük bir harekat başlatmış, meydana gelen çatışmalarda yüzlerce insan ölmüş, 200 binden fazla Arnavut, evini terk etmek zorunda kalmıştır. NATO'nun hava saldırısı tehdidi, Miloseviç'in Kosova'dan çekilmesini sağlamıştır. Ancak Miloseviç'in uzlaşmaz tavırları nedeniyle Kasım ayından itibaren çatışmalar yeniden başlamıştır. Yine NATO'nun tehditleriyle başlayan bir seri barış görüşmesi ise bir sonuç alınamadan 1999 yılında sona ermiştir.
Miloseviç, Kosova'ya NATO güvenlik güçlerinin yerleştirilmesini reddetmiştir. Bu durum uluslararası toplumun bir müddet sonra ABD öncülüğünde Sırp zulmüne müdahale etmesine neden olmuştur. Aynı sırada Sırpların etnik Arnavutlara yönelik saldırıları da yoğunlaşmış; köyler yakılmış, halk göçe zorlanmıştır. Bu dönem zarfında yaklaşık 640 bin kişi Kosova'yı terk etmek zorunda kalmıştır. En sonunda 10 Haziran tarihinde alınan BM kararıyla bölgeye 50 bin kişilik Barış Gücü gönderilmiş ancak sayıları 780 bini bulan sığınmacıların yaşadığı büyük felaketi telafi edememişlerdir. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi halen bu felaketlerin baş sorumlusu olan Miloseviç'i yargılamaktadır.

Kosova'da Müslüman- Türk Halkın Durumu

balkan 29

Sırp yönetimi Arnavutlara karşı büyük baskılar uygulamış, Arnavutlar ise haklarını ve hatta yaşamlarını korumak için kendi içlerinde organize olmaya çalışmışlardır. 1990 yılında kurulan Kosova Kurtuluş Ordusu ile Sırp güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamış ve bu 1997-98 yıllarında yoğunlaşmıştır. Ardından, Sırp ordusu ve polisi büyük bir harekat başlatmış, meydana gelen çatışmalarda yüzlerce insan ölmüş, 200 binden fazla Arnavut, evini terk etmek zorunda kalmıştır. 1389 yılında yapılan Kosova Savaşı'nın ardından, Türkler Kosova'ya yerleşmeye başlamışlardır. Yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı hakimiyeti boyunca Türkler Prizren, Priştine, Vıçıtırın, Nobırda gibi bölgelerde yerleşmişlerdir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan itibaren, bölgenin Müslüman-Türk nüfusu Anadolu'ya göç etmeye başlamıştır. Sadece 1912-1941 yılları arasında yaklaşık 600 bin kişi göç etmek zorunda kalmıştır.
Günümüzde bu bölgede yaşayan Türkler'in 60 bin ve Türkçe konuşanların nüfusu yaklaşık 250 bin kişi olarak tahmin edilmektedir. Ancak devamlı göçler ve baskılar bu sayıda bazı değişimlere sebep olmaktadır, Türk olmayan Müslümanlar ise Arnavut'turlar. Nüfusun %85 gibi büyük bir çoğunluğunu da oluşturan Arnavutların yaklaşık olarak % 70'i Müslümandır.
Kosova'da yaşayan Müslüman-Türk nüfus, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ardından yalnız ve korumasız kalmıştır. Balkan Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşı, komünist yönetim, Yugoslav iç savaşı gibi büyük felaketler atlatan dindaş ve soydaşlarımız, bugüne kadar tüm güçleriyle hayatta kalmayı ve bulundukları bölgenin politik, sosyal ve kültürel hayatında etkili olmayı başarmışlardır.
1999 yılında sona eren savaşın ardından getirilen yeni düzenlemelerle birlikte, Müslüman-Türk gruplar için yeni bir dönem başlamıştır. Politikaya, sosyal hayata katılım artmış, kültürel faaliyetler daha geniş çaplı olarak uygulanır olmuştur. Bütün olumlu gelişmelere rağmen Kosova'da da, Yugoslavya'nın diğer bölgelerinde yaşanan gerginlik kendini belli etmektedir. Nitekim kısa süre önce ülkedeki reformların öncülerinden Sırbistan Başbakanı Zoran Djindjic'in silahlı saldırı neticesinde hayatını kaybetmesi, ülkede sorunların tam anlamıyla çözülemediğinin bir göstergesidir.
Savaşın ardından Türk nüfusun içinde de belirli bir ayrılık yaşanmış, ortak karar almakta, politika üretmekte sorunlar yaşanmıştır. Yeni yönetim döneminde Türkçe'nin resmi dil olarak tanınmaması, Türkler'in yaşadığı önemli bir sorun olmuştur. Bu gelişmeyi protesto eden Türkler, 28 Ekim 2000 tarihli seçimlere katılmama kararı almışlardır. Türk Dışişlerinin devreye girmesiyle birlikte BM Kosova Yüksek Temsilcisi Bernard Kouchner bir açıklama yapmış ve Türkçe'nin Türk toplumunun yaşadığı belediyelerde, Arnavut ve Sırp diliyle eşit olarak kullanılma hakkını tanımıştır.

balkan 31

Özgür ve demokratik bir ortamın varlığı, Müslüman-Türk halkın yaşadığı sorunların çözümünü de kolaylaştırmaktadır. Kosova halkını oluşturan tüm etnik gruplar 17 Kasım 2001 tarihinde özgür bir seçim ortamında oy kullanmış, yeni Meclis İbrahim Rugova'yı Kosova Geçici Öz Yönetim kurumlarından Kosova Başkanlığı görevine atamış, Bayram Rexhepi başkanlığında da Kosova Hükümeti kurulmuştur. Türkler bu seçimlerde Meclis'e üç temsilci göndermeyi başarmışlardır. Kosova'da 26 Ekim 2002 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde ise Kosova'daki Türk azınlığı temsil eden Kosova Demokratik Türk Partisi seçimlere ilk kez katılmış, Prizren ve Priştine Belediye Meclislerinde temsil hakkı elde etmiştir.
Kosova'da, Prizren, Mamuşa, Priştine, Vıçıtırn gibi şehirlerdeki ilköğretim okullarında, 104 sınıfta 2 bin öğrenci, 3 anaokulunda 100 öğrenci, 6 lisedeki 19 sınıfta 450 öğrenci ve 1985 yılında Priştine Üniversitesi'nde açılan Türkoloji Bölümü'nde 50 öğrenci eğitim görmektedir. Türkler, Kosova'da Türk kültürüne göre yaşamaktadırlar.

Türkiye, Sırbistan-Karadağ ve Kosova İlişkileri
Türkiye, kanlı savaşın ardından parçalanmış Yugoslavya topraklarında, yeniden barış ve huzurun hakim olmasını dilemektedir. Bölgede yaşayan toplumlar arasında birtakım gerginlikler hissedilse de, hem dış baskılar hem bilinçli kişilerin iş başında olması hem de yaşanan felaketten alınan dersler, bu gerginliğin ön plana çıkmasına engel olmaktadır. Özellikle bu yeni cumhuriyetlerin bir kısmının yakın gelecekte AB'ye katılacak olmaları, aşırı milliyetçiliği ve düşmanlıkları ikinci plana itmektedir. Bütün bu olumlu şartlara rağmen bölgenin bir barut fıçısına dönmesi o kadar uzak bir ihtimal değildir. Türkiye'nin bu tehlikeye karşı sürekli olarak gerginlikleri yatıştırıcı bir politika izlemeye devam etmesi, çok isabetli olacaktır.

balkan 40

Kosova'da yaşayan Müslüman-Türk nüfus, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ardından yalnız ve korumasız kalmıştır. Balkan Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşı, komünist yönetim, Yugoslav iç savaşı gibi büyük felaketler atlatan dindaş ve soydaşlarımız, bugüne kadar tüm güçleriyle hayatta kalmayı ve bulundukları bölgenin politik, sosyal ve kültürel hayatında etkili olmayı başarmışlardır.
Savaş sonrası dönemde, özellikle de Miloseviç'in devrilmesiyle, Türkiye'nin Sırbistan'la ilişkilerinde gelişmeler olmuş, yeni hükümetle birlikte karşılıklı ilişkilerde çeşitli ilerlemeler sağlanmıştır. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ni oluşturan Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetlerinin, eşit iki üye devlet olarak ortaklık temelinde yeni bir yapı ve yeni bir birlik oluşturma süreci, 14 Mart 2002 tarihinde Belgrad'da imzalanan anlaşma uyarınca başlatılmıştır. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Federal Parlamento'da 4 Şubat 2003 tarihinde kabul edilen Anayasal Şart çerçevesinde "Sırbistan ve Karadağ" adını almış ve eşit iki üye devletin ortaklığına dayanan bir devlet birliği kurarak yeniden yapılanma sürecine girmiştir.
Bu pozitif gelişme, bölgenin barışına da büyük bir katkıda bulunmuştur. Türkiye, Balkanlar'da önemli bir unsur olan Sırbistan'la olan sorunlarının büyük bir kısmını halletmiş, geri kalan sorunlar ise müzakereler yoluyla çözüm aşamasına girmiştir. Özellikle bölgede yaşayan Müslüman-Türk nüfusun sorunlarıyla ilgili olarak Türkiye'nin yaptığı girişimler başarıyla sonuçlanmıştır. Bundan sonraki dönemde de, Türkiye'nin Sırbistan ve Karadağ ile olan ilişkilerini güçlendirmesi hem Balkanlar'da huzur ve güven ortamının doğmasına katkıda bulunacak hem de Müslüman-Türk nüfusun haklarının savunulmasında güçlü bir imkan elde edilecektir.
Kosova konusunda ise Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1244 sayılı kararının eksiksiz uygulanmasına destek vermekte, KFOR, UNMIK ve AGİT Misyonu'na asker, polis ve uzmanlar sağlayarak Kosova'nın güvenlik ve istikrarına katkıda bulunmaktadır. Türkiye, bölgeyle yüzyıllardır süregelen tarihi ve kültürel bağları dolayısıyla Kosova ile ilgili gelişmeleri yakından takip etmektedir. Müslüman Arnavutların ve Türk azınlığın, kazanılmış haklarının korunmasına ve Kosova'nın siyasi ve idari yapılarında adil ve hakça temsiline büyük önem verilmektedir. Kosova'da yaşayan ve Türkiye'de çok sayıda akrabası olan Türkler, bir yandan politik ve ekonomik, diğer yandan da sosyal ve kültürel faaliyetlerini artırarak Sırbistan ve bölge ülkeleriyle Türkiye arasında bir dostluk köprüsü oluşturmalıdır.
Türkiye'nin gözü Kosova'da olmalı, bölgedeki Türkler'in bu yöndeki tüm faaliyetleri dostluk ve iyi komşuluk kuralları çerçevesinde desteklenmelidir. Kosova'da yaşayan Türkler'in en büyük sorunlarından biri ise işsizliktir. Türk iş adamları bu bölgeye yatırım yapmalı, bölgede bir Konsolosluk ve Türk Kültür Merkezi açılmalıdır. Kosova'da yaşayan halkın % 90'ı Müslümandır. Ancak halkın özellikle de çoğunluğu oluşturan Arnavut Müslümanların arasında İslam bilgisi ve kültürü daha da geliştirilmelidir. İslam ahlakının en güzel şekilde anlatılması ve yayılması, Kosova'da yaşayan Müslüman Arnavut ve Türkleri birleştiren önemli bir unsur olacaktır.

Son düzenleyen Blue Blood; 31 Ekim 2005 09:52
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Kasım 2005       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR
Romanya
Sponsorlu Bağlantılar
Romanya, Balkanlar'da büyük öneme sahip bir devlettir. Çok eski zamanlardan itibaren çeşitli toplulukların yerleştiği Romanya toprakları, Orta Asya'dan göç eden Türkler'in geçiş ve yerleşim noktalarından biri olmuştur. Hunlar, Avarlar ve Bulgarlar bu bölgede yerleşmiş, Slavlar bölgeye Hıristiyanlığı getirmişlerdir. 1003 yılından itibaren Macar Krallığı bölgede hakim olmaya başlamıştır. 13. yüzyıldan itibaren Macar yönetim tarafından ülkeye Sakson ve Germen kabileler yerleştirilmiştir. Bu işgaller, yerli halkın Eflak (Wallachia) ve Boğdan (Moldavya) bölgesine kaymasına yol açmıştır. Bu bölgeler "Voyvoda" adı verilen ve daha çok Macar veya Polonya kontrolündeki prensler tarafından yönetilmeye başlanmıştır.
1418 yılında Dobruca'yı fetheden Osmanlı İmparatorluğu'nun bu bölgedeki etkisi, 1526 yılındaki Mohaç Savaşı'nın ardından tam olarak hissedilmeye başlamıştır. Eflak ve Boğdan eyaletleri 1821 yılına kadar, genel olarak İstanbul'un Fener semtinden seçilen Rum aileler tarafından yönetilmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından 1829 yılında imzalanan Edirne Anlaşması'yla Eflak ve Boğdan'ın yönetimi Ruslara geçmiştir. 1857'de iki eyalet birleşerek Romanya adını almış, Alexandru Ion Cuza prens seçilmiştir. 1877-78, yıllarında yaşanan Rus-Türk savaşları ise, Osmanlı'nın bölgedeki varlığını tamamen sona erdirmiştir.
Romanya tam bağımsızlığını 1878 yılında elde etmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Romanya, bu ülkelerde yaşayan büyük Romen nüfusuna dayanarak, Avusturya-Macaristan ve Alman topraklarından pay almayı hedeflemiştir. Nitekim savaşın ardından topraklarını yaklaşık iki katına çıkarmayı başarmıştır.
II. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanyası'nın müttefiki olan Romanya'da general Ion Antonescu diktatörlüğü hakim olmuştur. Savaş sırasında Rusya'ya saldıran ve büyük kayıplara uğrayan Romanya, Kral Michael'in iktidarı devralmasıyla birlikte 1944 yılında Almanya'ya savaş açmıştır. Ülkede artan Sovyet etkisi, komünizmin hakimiyetini getirmiştir. Uzun yıllar baskıcı bir komünist rejimle yönetilen Romanya, Stalin'in 1953 yılında ölmesinin ardından Sovyetler'den uzaklaşmaya başlamıştır.
1965 yılında Çavuşesku'nun ilan ettiği yeni anayasa, Sovyetler'in ülke üzerindeki kontrolünü iyice azaltmıştır. Bu dönemde başta Amerika olmak üzere Batı ülkeleriyle yakınlaşmaya devam edilmiştir. Ancak dışarıya karşı olumlu mesajlar veren Çavuşesku, ülke içinde kanlı komünist iktidarı sürdürmüş, halkın büyük felaketler yaşamasına, açlık ve sefalet içinde ölmesine sebep olmuştur. 1989 yılında hükümet karşıtı gösterileri vahşi bir şekilde bastıran Çavuşesku, kısa bir süre sonra Bükreş'e kaçmak zorunda kalmış ancak bir müddet sonra yakalanmış ve yargılanarak idam edilmiştir.
Onun yerini alan İliescu da aynı baskıcı politikaları devam ettirmiş ve kısa süre sonra iktidarı bırakmak zorunda kalmıştır. 90'lı yıllarda aşırı milliyetçi akımlar güç kazanmış, başta Çingeneler olmak üzere, etnik azınlıklara karşı şiddet eylemleri başlamış, 1992 yılında Almanya'ya kaçan 43 bin Çingene Romanya'ya geri gönderilmiştir. Romanya özellikle uluslararası toplumun bu konuda tepkisinden sonra, azınlık haklarında çeşitli iyileştirmeler yapmak zorunda kalmıştır. 1996 yılında yapılan seçimlerle, ilk defa anti-komünist bir koalisyon seçimi kazanmış ve Emil Constantinescu yeni başkan seçilmiştir. Bu tarihten itibaren, Romanya'da pozitif gelişmeler artmış AB ve NATO'ya üye olma yolunda önemli adımlar atılmıştır.

Romanya'da Müslüman-Türk Azınlık
Romanya'da, büyük çoğunluğu Dobruca eyaletinde olmak üzere Oğuz, Kırım, Gagavuz kökenli yaklaşık 100 bin Türk yaşamaktadır. Türkler'in bu bölgeye gelişi Osmanlı'dan çok öncesine kadar uzanmaktadır. Orta Asya'dan göç eden Türkler'in bir kısmı bu bölgede yerleşmiştir. 13. yüzyıla kadar devam eden bu göçler, M.Ö. 375 yıllarında Batı Hun Türkleri'yle başlamış, Avar Türkleri , Bulgarlar, Peçenekler, Kuman Türkleri'yle devam etmiş, en son Tatar Türkleri Dobruca bölgesinde yerleşmişlerdir. 1263 yılında Sarı Saltuk önderliğindeki Anadolu Selçukluları Babadağ'a yerleşmiş, daha sonra Osmanlı'nın Dobruca'ya yerleşmesinin yolunu açmıştır. II. Beyazid döneminde Dobruca'ya yerleşen Oğuz Türkleri, burada uzun süredir yaşayan soydaşlarıyla kaynaşmış, yüzlerce köy ve şehir kurarak bölgeyi tam bir Türk yurdu haline getirmişlerdir. Dobruca'ya bir büyük göç dalgası da 1783 yılında Kırım'ın Ruslara geçmesiyle yaşanmış, bu tarihte birçok Kırım Türkü Dobruca'ya göç etmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından bölgeyi ele geçiren Romanya'nın Romenleştirme politikası sonucunda Türkler bölgeden ayrılmak zorunda kalmış, bu zorunlu göçler 1910 yılına kadar devam etmiştir. Komünist rejim döneminde de bölgeden Anadolu'ya yapılan göçler artmıştır. Bu yoğun nüfus kaybı yüzünden Türkler'in sayısı yaklaşık 250 binden, günümüzdeki sayısına düşmüştür41; bu Türkler'in % 88'i Köstence'de, % 12'si Tulça'da yaşamaktadır.
Bugün Romanya'da yaşayan Türkler'in fazla bir sıkıntısı yoktur. Kendilerine her türlü özgürlük tanınmıştır ve azınlık hakları gerektiği gibi uygulanmaktadır. Türk nüfus, Romanya'da yönetimle barışık ve uyumlu bir biçimde yaşamakta bir yandan bulundukları ülkenin politik, ekonomik ve sosyal hayatına katılımda bulunmakta bir yandan da Türkiye ile Türkiye'deki akrabalarıyla olan bağlarını canlı tutmaktadırlar. Çok sayıda dergi, gazete, ve radyodan sesini duyuran, çeşitli dayanışma dernekleri ve vakıf çatısı altında toplanan Türkler, ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar Türkçe eğitim görmektedirler.

Romanya-Türkiye İlişkileri
Yakın bir tarihte NATO ve AB üyesi olacak olan Romanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler son derece olumlu bir dönemden geçmektedir. Ancak gerek ekonomik gerekse de kültürel alanda, bu ilişkiler olması gereken seviyenin çok altındadır. Halbuki iki ülke, ortak bir tarihi paylaşmakta, Romanya'daki mevcut Türk nüfus, iki ülkeyi birbirine bağlamaktadır. İki ülkenin yakınlığı, Balkanlar için de bir istikrar ve barış unsuru olarak algılanmaktadır. Türkiye, Romanya'nın NATO üyeliğini parlamentosunda kabul ettiği bir yasa ile destekleyen tek ülke olarak, 2002 yılı Kasım ayında Prag'ta yapılan zirvede bu ülkenin NATO üyeliği için davet almasını memnuniyetle karşılamıştır.
Romanya'da, diğer Balkan ülkelerinde yaşanan Müslüman-Türk düşmanlığı yaşanmamıştır. Bu yüzden iki ülke arasında fazla bir gerginlik olmamıştır. İki ülke arasındaki ticaret ise özellikle son yıllarda yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Türkler'in bu ülkedeki ekonomik varlığı, 7 bin şirket ve yaklaşık 15 bin yatırımcı olarak belirtilmektedir. Romen Parlamentosu'nda da üç Türk milletvekili bulunmaktadır.
Türkiye, diğer Balkan ülkelerinde uygulaması gereken kültür ve ekonomi politikasını burada da hayata geçirmeli, Türk azınlığın ekonomik problemlerini çözecek girişimlerde bulunmalı, kültürel varlıklarını ve geleneklerini yaşatacak faaliyetleri güçlü olarak desteklemelidir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Kasım 2005       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR

Makedonya
8 Eylül 1991 tarihinde Makedonya'da halk oylaması yapılmış ve bağımsızlık ilan edilmiştir. Böylece Slovenya ve Hırvatistan'ın ardından Makedonya da Yugoslavya Federasyonu'ndan ayrılmıştır. Nisan 1993'te BM'e kabul edilen Makedonya, ilk dönemlerde çeşitli ekonomik sıkıntılar yaşamış, bu sorunlar hükümet değişiklikleriyle sonuçlanmıştır. Ekonomik sıkıntının asıl sebebi, Makedonya isminin kullanılmasından rahatsız olan Yunanistan'ın uyguladığı ekonomik engeller olmuştur. Yunanistan'ın 1995 yılında ekonomik ambargodan vazgeçmesi, Makedonya ekonomisinin iyileşme sürecine girmesini sağlamıştır. Aynı yıl, Başbakan Gligorov'un arabasına bombalı saldırı düzenlenmiş, ancak 1996 yılında Başkan iyileşerek görevine geri dönmüştür.
1998 yılının Mart ayında, Kosova'da, Sırp polis gücü Arnavutlara karşı saldırıya geçmiş , BM, bölgeye müdahale etmesi için yeni birlikler göndermiştir.
NATO'nun Yugoslavya'ya yaptığı saldırının ardından yaklaşık 245 bin sığınmacı, Makedonya'ya kabul edilmiştir. 1999 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Türk azınlığın da desteklediği Boris Trajkovsky kazanmıştır.

Makedonya'da Müslüman-Türk Varlığı
Türkler'in Makedonya'daki tarihi, 1500 yıl önce göç eden Orta Asya Türk topluluklarıyla başlamıştır. Osmanlı'nın Balkanlar'daki ilk fetihleri de Makedonya civarında olmuş, 1372'de Köstendil, 1380'de İştip, 1382'de Manastır ardından da Ohri alınmış, 1389 Kosova Savaşı'nın ardından bölgenin tamamına yakını Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı'nın en uzun süre elinde kalan Balkan toprağı da Makedonya olmuştur. Başta Üsküp, Selanik, Manastır, Serez, Köprülü, Vardar Yenicesi, Kalkandelen, Gostivar olmak üzere bölgedeki yerleşim merkezleri Anadolu'dan gelen Türkler'le dolup taşmıştır.
Balkan Savaşları'na kadar olan dönemde, bölgede büyük bir Müslüman-Türk nüfus bulunmaktadır. 1904 yılında Sırbistan ve Bulgaristan'dan göçenlerle birlikte Makedonya'da 1,5 milyon Türk'ün yaşadığı söylenmektedir.42 Balkan Savaşları ve Yunanistan'la yaşanan mübadelenin ardından Arnavutluk dışında, Balkanlar'da yaşayan Müslüman nüfus sayısı yaklaşık 600 bine kadar düşmüştür. 1953 ve 1994 yıllarında yapılan nüfus sayımları kıyaslandığında, Makedonya'da yaşayan Türkler'in sayısının 203 binden 78 bine gerilediği görülmektedir.
Makedonya'da bugün ''Türk Demokratik Birliği'' kurulmuştur ve birlik, bölgede yaşayan Türkler'i temsil etmektedir. Makedonya'da Türkçe gazete, dergi yayınlanmakta, aynı zamanda Türkçe radyo yayınları da yapılmaktadır. Makedonya'da Türkler arasında eğitim Türkçe'dir. Doğu Makedonya'da 4 yıllık Türkçe eğitim alma hakkı vardır. Halen mevcut ilköğretim kurumlarında 264 öğretmen görev yapmaktadır. Gostivar'da bir genel lise ve bir meslek Iisesi ile Kalkandelen'de bir meslek Iisesinde Türkçe öğretim yapılmaktadır. Üsküp'te de bir Iisede Türkçe öğretim verilmektedir. Üsküp ve Manastır Üniversitesi'nde Türkler'e çok az bir kontenjan ayrılmaktadır. Makedonya Türkleri bu okullara yoğun ilgi göstermektedir.

Türkiye - Makedonya İlişkileri
Son dönemlerde Balkan ülkeleriyle kurulan ilişkilerde yaşanan olumlu gelişmeler Makedonya için de geçerlidir. Özellikle Türkiye'nin bu ülke ve topraklarla olan tarihsel bağı, Türkiye'yi bölgeye yakınlaştırmakta, buranın sorunları hakkında daha hassas olmasına sebep olmaktadır.
Türkiye, Makedonya Cumhuriyeti'nin güvenliğine, istikrarına, refahına ve toprak bütünlüğüne büyük önem vermektedir. 13 Ağustos 2001'de imzalanan "Çerçeve Anlaşması"nı ve anlaşma uyarınca yapılan anayasal değişikliklerin kabulünü memnuniyetle karşılamıştır. Türkiye, "Çerçeve Anlaşması"nın ruhuna uygun olarak, Makedonya'daki Türk azınlığın özgürce temsil edilmesini önemli bulmaktadır. Yine aynı anlaşma uyarınca silahların toplanmasını denetlemek ve ülkede güvenlik ortamını sağlamak amaçlı NATO operasyonlarına katkıda bulunmakta, ayrıca Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) Makedonya Gözlem Misyonuna da personel sağlamaktadır. Türkiye, AB'nin Makedonya'daki NATO Misyonu'nu devralmasından sonra NATO destekli AB Operasyonu'na (Concordia) da katılmaktadır.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Türkiye bölgede aktif olarak bulunmaktadır. Ayrıca bu ülkede ekonomik, sosyal ve kültürel alanda gelişmelere imkan tanıyacağı için, Makedonya'nın bölgesel ve uluslararası birliklere katılması da Türkiye tarafından güçlü bir şekilde desteklenmektedir.
Makedonya'da Müslüman-Türk azınlık için yapılması gereken girişimler bütün Balkanlar için geçerlidir. En başta bölgede yaşayan Müslüman-Türkler'in sorunlarını doğrudan dile getirebilecekleri elçilikler açılmalı, soydaşlarımızın kültürünü yaşatacak kültür merkezleri kurulmalı, Kültür Bakanlığı'nın öncülüğünde, bölgedeki çok sayıda tarihi eserin restorasyonu gerçekleştirilmelidir. Bu girişimler, Makedonya anayasasının 44-49. maddeleri tarafından desteklendiği için hukuki bir sorun da teşkil etmemektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2005       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR

Arnavutluk, Slovenya, Hırvatistan ve Türkiye
Arnavutluk, Balkanlar'da Türkiye'nin en yakın ilişkiler kurduğu ülkelerin başında gelmektedir. 1430 yılından itibaren Osmanlı yönetimine geçen Arnavutluk, 1912 yılına kadar, neredeyse 5 asır boyunca Türkler'le ortak bir tarihi ve kültürü paylaşmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Komünist Enver Hoca diktatörlüğü altına giren Arnavutluk, bu dönem boyunca büyük baskılara maruz kalmış, Enver Hoca Arnavut halkını ateistleştirmek için zalim bir baskı politikası izlemiş, topluma büyük acılar çektirmiştir. Komünist iktidarın ardından kurulan yeni cumhuriyetle birlikte ise bu kötü günler geride kalmıştır. Türkiye ile olan ilişkilere büyük önem verilmiş, Türkiye de bu ilgiye aynı derecede karşılık vermiştir.
Avrupa'nın ortasında, nüfusunun neredeyse %80'i Müslüman olan Arnavutluk, Türkiye'yle yoğun akrabalık bağları olan dost ve kardeş bir ülkedir. İki ülke arasında hiçbir sorun yoktur. Bilakis ilişkiler gün geçtikçe gelişmektedir. İkili ilişkilerin en önemli unsurlarından birini askeri ilişkiler oluşturmaktadır. Türkiye ile Arnavutluk arasında yüksek düzeyde askeri iş birliği mevcuttur. Türkiye, Arnavutluk'un NATO'ya kabul edilmesi için büyük destek vermektedir.
Türkiye ile Hırvatistan arasındaki ikili siyasi ilişkiler uzun bir dönem boyunca gelişme göstermemiştir. Yugoslavya iç savaşında da Türkiye tarafsız kalmak için büyük bir çaba göstermiştir. Ancak son dönemlerde, özellikle üst düzeyde gerçekleşen ziyaretler sonucunda iki ülke arasında önemli gelişmelerin yaşandığı söylenebilir. Türkiye, Balkanlar'da barış ve huzurun yaşanmasına katkı sağlaması açısından, Hırvatistan'ın demokratikleşme sürecini, ekonomisinin yeniden yapılandırılması alanlarındaki ve Avrupa-Atlantik kurumları ile bütünleşme yönündeki çabalarını desteklemektedir.
Türkiye'nin Balkanlar'da en zayıf ilişkiler kurduğu ülke Slovenya'dır. Bir Balkan devletinden çok, bir Orta Avrupa devleti özelliği taşıyan ve 2004 yılında AB üyesi olacak olan Slovenya, ilişkilerin geliştirilmesine müsait bir yapıdadır. Türkiye ve Slovenya dış politikalarında; barış, istikrar, iyi komşuluk ile ikili ve çok-taraflı iş birliğine dayanan ekonomik gelişme gibi, ortak hedefleri paylaşmaktadırlar.
Son düzenleyen Blue Blood; 11 Kasım 2005 12:10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2005       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GENEL OLARAK TÜRKİYE VE BALKANLAR

balkan 2

BALKANLAR, Türkiye'nin önemli bir stratejik ufkunu belirlemektedir. 500 yıllık tarih, bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk halklar, milli sınırlarımız, stratejik çıkarlarımız, Balkanlar'ı Türkiye için en önemli dış politika unsurlarından biri haline getirmektedir. Bu yüzden Türkiye'nin bu bölgede aktif olması, barış ve istikrarın korunması için girişimlerde bulunması ulusal politikamızın önemli bir parçasıdır ve öyle olmaya da devam etmelidir. Türkiye bir yandan bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı duymakta, diğer yandan da Balkan ülkeleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır.
Balkanlar Türkiye'nin Avrupa'ya açılan kapısıdır: Türkiye'yi Avrupa'ya bağlayan, ticari akışın sağlandığı otoyollar ve tren hatları Balkan ülkelerinden geçmektedir. Ayrıca Avrupa'dan Türkiye'ye kara yoluyla gelen turistler de Balkanlar üzerinden geçmektedir. Bu yüzden Balkan ülkelerindeki sorunlar, Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir.
Balkanlar'da çok sayıda soydaş ve dindaşımız vardır: Türkiye ve diğer Balkan ülkelerinin halkları arasında önemli bağlar mevcuttur. 500 yıllık ortak yaşamdan kaynaklanan bu bağlar sonucunda çeşitli Balkan ülkelerinde kardeş topluluklar oluşmuştur. Bu topluluklar sadece soy ve din olarak değil, yoğun akrabalık bağlarıyla da Türkiye'ye bağlıdırlar. Çeşitli dönemlerde Balkanlar'da ortaya çıkan etnik sorunların ardından, Türkiye'ye çok sayıda göç olmuştur. Nitekim Türkiye'de Balkanlar'dan göç etmiş, akrabalarını orada bırakmış birçok Türk ve Müslüman yaşamaktadır.
Balkanlar'la ortak coğrafya ve tarihi paylaşmaktayız:
Türkiye Balkan yarımadasının Meriç Nehri'ne kadar olan bölümüne sahip olması sebebiyle bir Balkan ülkesidir. Balkan yarımadasında bugünkü topraklarımız fazla bir yüzölçümü oluşturmasa da, 500 yıldan fazla bir süre, Balkanlar'ın neredeyse tamamı Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolünde olmuştur. Osmanlı mimarisi, yönetimi, geleneği, kültür ve sanatı bölgede hakim unsurlardan biridir.
Balkanlar stratejik öneme sahiptir: Balkanlar, belirli bir dönem boyunca Türkiye'yi koruyan bir savunma kalkanı görevi görmüştür. Özellikle Türk-Rus Savaşları'nda bu kalkanın önemi daha çok ortaya çıkmıştır. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Balkanlar'a büyük bir önem vermiştir. Son dönemlerde dış siyasette yaşadığımız sıkıntıların büyük bir kısmı da Yunanistan gibi Balkan ülkeleriyle olmuştur. Bu yüzden Balkan ülkelerinde meydana gelebilecek siyasi değişimler ve ideolojik gelişmeler, bu ülkelerde Müslüman-Türk azınlıklara karşı yapılan uygulamalar Türkiye'yi birinci dereceden ilgilendirmektedir.
Balkan ülkeleri ekonomik açıdan önemlidir: Balkan ülkelerinin Türkiye'nin dış ticaretinde önemli bir yeri vardır. Özellikle bu ülkelerin AB'ye katılmasının ardından bu önem daha da artacaktır. Bu ülkelerle yapılan ekonomik iş birliği anlaşmaları, enerjiden telekomünikasyona kadar çok çeşitli alanlarda yapılan ortak yatırımlar, Balkan ülkelerini Türkiye'nin ticari ortağı haline getirmiştir.
Türkiye, Balkanlar'ın bu öneminin farkında olarak Güneydoğu Avrupa Ülkeleri (GDAÜ) İş Birliği Süreci ve Güneydoğu Avrupa Çok Uluslu Barış Gücü (GAÇBG) gibi önemli girişimlerin hayata geçirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu sayede bölgede kalıcı bir barışın sağlanmasını arzulamaktadır. Yine bu amaçla Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı (İP) ve Güneydoğu Avrupa İş Birliği Girişimi (SECI) gibi platformlarda aktif olarak çalışmalar yürütmektedir.
Türkiye, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Makedonya Cumhuriyeti, Romanya, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ve Yunanistan'ın tam, Hırvatistan'ın da gözlemci üye olarak katıldığı Güneydoğu Avrupa Ülkeleri (GDAÜ) İş Birliği Süreci, bölge ülkelerinin kendi aralarındaki iş birliğini geliştirme ve Güneydoğu Avrupa'ya kalıcı istikrar getirme amacıyla kurulmuştur. Uluslararası toplumun Balkanlar'daki sorunları çözmek için geliştirdiği Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı (İP) da Türkiye tarafından güçlü bir şekilde desteklenmektedir. Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerin kısa süre sonra NATO üyesi olacak olmaları, ayrıca Balkan ülkelerinin neredeyse tamamının AB'ye kabul edilme aşamasında olmaları, hem askeri hem de ekonomik açıdan Türkiye'nin bu ülkelerle aynı ittifakların içinde yer almasının yolunu açmıştır.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Türkiye, Balkanlar'ın stratejik ve ekonomik öneminin farkındadır. Ayrıca bölgenin kalıcı barış, huzur ve refaha kavuşması için önemli adımlar atmaktadır. Ancak bütün bu alanlarda yapılan girişimler, sosyal ve kültürel alanda yapılması gereken faaliyetlerle gereği gibi desteklenememektedir. Bilindiği gibi günümüzde hızla azalmakla birlikte, bazı Balkan ulusları arasında Türkler'e karşı ön yargılı bir yaklaşım vardır. Osmanlı'nın bu topraklardaki tarihi hakkındaki yanlış bilgilendirmeden kaynaklanan bu ön yargılar, Türkiye'ye ve Türklüğe yönelik yersiz ve haksız bir tavra neden olmuştur. Aynı şekilde Türk olmayan Müslüman toplumlar da çeşitli baskı ve zorluklarla karşılaşmışlardır. Türkler hakkında bu tür yanlış duygulara sahip ulusların kalbini kazanacak, yerleşik ön yargıları değiştirecek kültürel ve eğitici faaliyetler yapmak, Türkiye'nin Balkan politikasında önemli bir yer tutmalıdır.
Yunanistan'la yaşanan sorunların bir an önce çözüme kavuşturulması, Sırbistan'la yeni yeni kurulan ilişkilerin hızla iyileştirilmesi bölgede daha sıcak ilişkilerin kurulmasına ve olumsuz propagandaların sona ermesine yol açacaktır. Balkanlar'da yaşayan çok sayıdaki Müslüman-Türk azınlığın sıkıntılarını gidermek, onların bulundukları ülkelerde bütün haklardan ve imkanlardan faydalanmalarını sağlamak da bu politikanın önemli unsurlarından biri olmalıdır.
Kültür Bakanlığımız'ın girişimlerinin çapı genişletilmeli, Balkanlar'da Osmanlı'dan kalan eserlerin envanteri çıkartılmalı, bunların içinde uygun olanlar süratle restore edilmelidir. Ayrıca bölgeye has Osmanlı gelenekleri, el işçiliği, halk edebiyatı canlandırılmalı, azınlıkların yoğun oldukları bölgelerde kültür merkezleri ve temsilcilikler kurulmalıdır. Böylece Balkanlar, bütün dünyaya örnek teşkil edecek bir barış ve istikrar bölgesi haline gelecektir.

Benzer Konular

27 Mart 2017 / oguz1886 Cevaplanmış
30 Aralık 2011 / ByKatip Taslak Konular
10 Şubat 2007 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
11 Ocak 2014 / kralbenim Cevaplanmış
7 Mart 2017 / Misafir Cevaplanmış