GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR
Kıbrıs Sorunu
15. yüzyılın sonlarında Venedikliler Kıbrıs'a hakim olmuş, yaklaşık bir asır boyunca adanın yönetimini ellerinde tutmuşlardır. Venedik idaresi altında Kıbrıs halkı, siyasi, ekonomik ve dini bakımdan büyük baskı görmüş, Kıbrıslı Ortodoks Rumlar mezhep değiştirmeye ve Katolik olmaya zorlanmış, ağır vergiler ve baskılar altında ezilmişlerdir. Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'de güvenliği sağlamak için adanın yönetimini üstlenmekten başka bir çare olmadığını görmüş, bu amaçla önce diplomatik girişimlerde bulunmuş, sonuç çıkmayınca da Kıbrıs'a sefer düzenleme kararı almıştır. Ağustos 1571'de Kıbrıs fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Osmanlı, Rumların üzerindeki ağır baskıları kaldırmış, rahat ve huzurlu bir ortam sağlamıştır. Böylece ada halkı o dönemin şartlarına göre geniş imkanlara, haklara ve özgürlüklere kavuşmuş; kendi kiliselerinde tam bir hürriyet içinde ibadet edebilmiştir. Fetihten sonra, Anadolu'dan göç eden Türkler sayesinde adada belirli bir Türk nüfusu oluşmaya başlamış, bu Türkler Kıbrıs'ın sosyal, kültürel ve ekonomik hayatına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Kıbrıs'ta birarada yaşayan Türkler ile Rumlar arasındaki ilişkiler dostluk, beraberlik, barış, yardımlaşma, hoşgörü, saygı, iş birliği, din, inanç ve ibadet özgürlüğü esasları çerçevesinde gelişmiştir. "Megali İdea" ve "Enosis" ortaya çıkana kadar Kıbrıslı Türkler ve Rumlar örnek bir birliktelik sergilemişlerdir. Adadaki karma köyler bunun açık bir delilidir. Nitekim 1832 sayımına göre adada 172 karma köy, 198 Hıristiyan köyü ve 92 Müslüman köyü vardır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve buna bağlı bazı gelişmeler, Osmanlı Devleti'ni olduğu gibi, Kıbrıs'ı da doğrudan doğruya etkilemiş, Osmanlı'nın bu savaştan yenik çıkması, Çarlık Rusyası'nın yayılmacı siyasetine karşı İngilizlerle iş birliği yapmasına yol açmıştır. 4 Haziran 1878 günü yapılan bir anlaşmayla Osmanlı ve İngiliz devletleri Rusya'ya karşı ortak hareket etme kararı almış, İngiltere'nin verdiği desteğin bedeli ise Kıbrıs olmuştur. Böylece Kıbrıs İngiliz yönetimine bırakılmış ve üç yüzyıldan uzun süren Osmanlı yönetimi sona ermiştir. Her ne kadar yönetim İngiltere'ye bırakılsa da, adanın mülkiyeti Osmanlı Devleti'nde kalmış, aslında Kıbrıs, geçici bir süre için İngilizlere verilmiştir. Ancak, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı yönündeki çalışmalar, adanın İngiliz yönetimine geçmesinin ardından hız kazanmış, bu amaçla her türlü yönteme başvurulmuştur. Adada 1878'den 1960'a kadar süren İngiliz dönemi, Kıbrıslı Türkler açısından zorluklarla dolu olmuştur. Bu dönemin başındaki ve sonundaki nüfus sayımları bunun bir göstergesidir. İngilizlerin geldiği yıllarda adada 45 bini Türk, 137 bini Rum olmak üzere yaklaşık 185 bin kişi yaşamaktadır. Yani Türkler, Rumların üçte biri oranındadır. İngiltere hakimiyetinin sonunda ise, Türkler'in oranı beşte bire kadar düşmüş, diğer bir deyişle, adadaki nüfus dengesi Türkler aleyhine bozulmuştur. Bunun başlıca nedeni, saldırılar, ekonomik ve siyasi baskılar sonucunda çok sayıda Türk vatandaşının adayı terk etmesidir. Bu dönemin önemli olaylarından biri, İngiltere'nin Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda karşı cephede yer almasını öne sürerek, 1914 yılında Kıbrıs'ı tek taraflı olarak ilhak etmesidir. O tarihe kadar adanın sadece yönetiminden sorumlu olan İngiltere, böylece Kıbrıs'ı tam anlamıyla ele geçirmiş, Osmanlı hükümeti bu gelişme karşısında fazla bir şey yapamamıştır. Rumlar ise İngiltere'nin ilhak kararını sevinçle karşılamışlardır. Türk Milleti'nin Anadolu'da bağımsızlık mücadelesi verdiği Kurtuluş Savaşı yıllarında Kıbrıslı Rumlar Yunanistan'la birleşmek anlamına gelen, "Enosis" faaliyetlerini sürdürmüş, çeşitli vesilelerle adanın Yunanistan'a bırakılmasını talep etmişlerdir. İngiltere ise bu talepleri her defasında geri çevirmiştir. 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile, Kıbrıs Adası'nın İngiltere'ye ait olduğunu resmen kabul edilmiştir. Ancak bu dönemde adada karışıklıklar başlamış, Enosis yanlılarının yürüttüğü faaliyetler sonucu 1931 yılının Ekim ayında isyan patlak vermiştir. 1931 Rum isyanı İngiliz politikasının sertleşmesine yol açmış, isyana katılmayan Kıbrıs Türkleri de bundan olumsuz etkilenmişlerdir. 1950'li yıllarda kurulan terör örgütü EOKA, fanatik bir Rum milliyetçisi olan Grivas'ın liderliğinde, Kıbrıs'taki eylemlerine 1955 Nisanı'nda başlamış, dört yıl boyunca Türk köylerine saldırılar düzenlemiş, Türkleri göçe zorlamış, çok sayıda terörist eylem gerçekleştirmiştir. Buna karşın Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Milli Cephe Partisi, Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu, Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi, Kıbrıs Türk Kurumları Birliği, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu ve Kıbrıs Milli Türk Birliği gibi cemiyetlerin çatısı altında varlıklarını koruma mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Şubat 1959'da imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temelleri atılmış ve Kıbrıs sorununda yeni bir safha başlamıştır. Kıbrıs Anayasası hazırlanmış, Garanti ve İttifak anlaşmaları yapılmıştır. Bu anlaşmaların Türkler açısından önemi, Türkiye'nin garantörlük hakkını alması, Enosis'in bir süreliğine de olsa önlenmesi ve Kıbrıs Türkleri'nin yeni cumhuriyette eşit ortaklık haklarına sahip olmasıdır. Ayrıca Türkiye (Yunanistan ile birlikte) Kıbrıs'ta küçük bir askeri birlik bulundurma hakkını elde etmiştir. EOKA lideri Grivas
Kıbrıs Cumhuriyeti 15 Ağustos 1960'da ilan edilmiş, böylece adada İngiliz hakimiyeti sona ermiştir; Yunanistan "Enosis", Türkiye ise "taksim" tezini geri çekmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Makarios Cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmuştur. Kabul edilen prensiplere göre cumhuriyetin yönetimiyle ilgili olarak bir Yasama Meclisi kurulacak, bu meclisin % 70'i Rum üyelerden, % 30'u Türk üyelerden olacaktı. Cumhuriyet idaresi "Başkanlık" sistemi olup, cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı ise Türk tarafından seçilecekti. İdare ve belediyelerde %70-%30 oranı muhafaza olunacak, yüzde yüze yakın Türk ve Rum cemaatlerin oluşturduğu mahallerin idaresi o cemaatin memurlarına bırakılacaktı.
Ne var ki Türk ve Rum taraflardan oluşan cumhuriyetin ömrü kısa olmuş, üç yıl sonra, 1963'te cumhuriyet işlevini yitirmiştir. Makarios'un anayasayı değiştirme, Türkler'e tanınan hakları kaldırma, Kıbrıs Türkleri'ni "azınlık" durumuna düşürme, garanti ve ittifak anlaşmalarını feshetme çabaları cumhuriyetin sonunu getirmiştir. Makarios'un anayasayı değiştirme teklifleri Kıbrıs Türkleri ve Türkiye tarafından reddedilmiştir.
Kanlı terör örgütü EOKA'nın militanları
EOKA ve Rum terör çeteleri, 1963 yılı Aralık ayının son günlerinde Türk cemaatine yönelik "etnik temizleme ve adadan kaçırma" planını uygulamaya koymuş, Rumların saldırıları tarihe "Noel katliamı" ya da "Kıbrıs'ta Kanlı Noel" olarak geçmiştir. Bu acımasız saldırıların sonucunda 18.667 Kıbrıs Türkü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre 1964 yılında Lefkoşe'de 39, Girne'de 7, Baf'ta 49, Larnaka'da 21 ve Magosa'da 21 köy zarar görmüştür. 1963 yılında başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk öldürülmüştür. Türkiye ve Yunanistan arasındaki görüşmelerden sonuç alınamaması ve Türk köylerinin işgal edilmesi üzerine, TBMM acilen toplanmış, 16 Kasım 1967'de Anayasa'nın savaş ilanına ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin 66. maddesine dayanarak Kıbrıs'a müdahale kararı alınmıştır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin devreye girmesi ve Yunanistan'ın Türkiye'nin şartlarını kabul etmesiyle, Türk harekatı durdurulmuştur. 1968 yılında adadaki sorunları çözüme kavuşturmak için toplumlar arası görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmeler bir neticeye ulaşamamışken, 70'li yılların başlarında beklenmedik bir gelişme yaşanmış, Rum-Yunan cephesi ikiye bölünmüştür. Bir tarafta Yunanlı subaylar Grivas ve Sampson, diğer tarafta ise Makarios yer almıştır. Yöntem konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle ortaya çıkan bu durum, Rum halkını Makariosçular ve Grivasçılar olarak ikiye ayırmıştır. Rum kesimindeki iç çekişme ve mücadele 15 Temmuz 1974'te bir darbe ile sonuçlanmış, Yunanistan'ın desteklediği Rum Milli Muhafız Ordusu Makarios'u devirmiş, terörist Nikos Sampson'u Cumhurbaşkanı ilan etmiştir. Adadaki darbenin amacı, bazı Yunanlı subayların yayın organlarına açıkladığı gibi, kısa bir süre içinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasıdır. Türkiye, Garanti Anlaşması'nın dördüncü maddesine dayanarak 20 Temmuz 1974'te tek taraflı olarak Kıbrıs Barış Harekatı'nı başlatmış, 22 Temmuz akşamı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı ateşkes kararını kabul ederek üç gün süren Birinci Barış Harekatı'nı sona erdirmiştir. 25-30 Temmuz tarihleri arasında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Dışişleri Bakanlarının katılımıyla gerçekleşen I. Cenevre Konferansı, Türk taleplerinin kabul edildiği bir anlaşmayla sonuçlanmış, böylece "adada bir güvenlik bölgesinin kurulması, Rum ve Yunan işgalindeki Türk bölgelerinin derhal boşaltılması, esir durumda olan asker ve sivillerin mübadele edilmeleri veya serbest bırakılmaları, barışın sağlanması ile birlikte anayasaya uygun bir hükümetin yeniden kurulmasının temini, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki otonom idarenin mevcudiyeti" onaylanmıştır. Ancak bu anlaşma uygulanamamış, yani adada muhtemel bir barış ortamı bir kez daha ortadan kalkmıştır. İşte böyle bir ortamda Cenevre'de düzenlenen İkinci Konferans'tan da (8-13 Ağustos 1974) bir sonuç çıkmaması üzerine, Türkiye, İkinci Barış Harekatı'nı 14-16 Ağustos günleri arasında gerçekleştirmiştir. Böylece günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarını oluşturan bölge, Lefke-Lefkoşe-Magosa hattının kuzeyi, yani adanın yaklaşık % 37'si kontrol altına alınmıştır. 1964 yılında da devam eden saldırıların sonucunda 18.667 Kıbrıs Türkü yaşadıkları 103 köyü terk etmek zorunda kaldı.
Rum terör çetelerinin 1963 yılındaki, Türklere yönelik saldırılarında, Osmanlı döneminden kalma camiler, tarihi eserler tahrip edildi. Resimde yıkılmış bir Türk camisi görülüyor. EOKA yanlısı Rumlar (sağda)
20 Temmuz müdahalesi ile Yunanistan'daki askeri cunta istifa etmiş ve sivil bir hükümet kurulmuştur. Eski Yunan politikacılarından Konstantin Karamanlis, sürgünde olduğu Fransa'dan gelerek Yunanistan'ın başına geçmiş ve 20 Temmuz Yunanistan'da demokrasinin yeniden uygulanmaya başladığı tarih olmuştur. Aynı şekilde Kıbrıs'ta 15 Temmuz darbesinin sonucu olarak başa geçen Nikos Sampson çekilerek yerine Klerides getirilmiş ve darbecilerin Rum toplumu içinde egemenliklerini sürdürmeleri engellenmiştir.
20 Temmuz'la Türkiye, 1963 olaylarından beridir savunduğu federasyon tezinin gerçekleşmesine olanak sağlamış; eşitlik, BM kararları ile kabul edilmiştir. 20 Temmuz Barış Harekatı'nın sonucu olarak, NATO çatısı altında iki müttefik üye olan Türkiye ve Yunanistan karşı karşıya gelmiş ve sonuçta Yunanistan, NATO'nun askeri kanadından çekildiğini açıklamıştır. Yine harekatın başka bir sonucu olarak, Türkiye ile ABD de karşı karşıya gelmiş ve ABD kendi müttefiki Türkiye'ye karşı uzun süre askeri-ekonomik ambargo uygulamıştır.
İnsanlık dışı uygulamalara maruz kalan ve öldürülen Türkler, Rumlar tarafından toplu mezarlara gömüldüler. (Sağda)
Toplu mezarda ağlayan bir Türk. (Solda)
Resimlerde, savunmasız Türk yerleşim birimlerine saldıran ve büyük bir katliama girişen Rum birliklerinden kaçan Türk kadınlar görülüyor.
30 Temmuz 1974 Cenevre Anlaşması ve 1 Kasım 1974 tarihli Birleşmiş Milletler kararı ile Kıbrıs'ta iki toplumun varlığı ve eşitliği kabul edilmiştir. Kıbrıslı Türkler bu gerçeğe dayanarak 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti'ni (KTFD) ilan etmiş, 1976 ve 1981'de genel ve yerel seçimler yapılmış, Rauf Denktaş, 1983 yılına yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar Federe Devletin Başkanı olarak görevde kalmıştır.
Bu dönemin önemli gelişmelerinden biri de, nüfus mübadelesi anlaşmasıdır. Böylelikle güneyde kalan Türkler kuzeye, kuzeyde kalan Rumlar ise güneye geçmişler; Kıbrıs'taki iki toplum adanın iki ayrı bölgesinde toplanmıştır. 1977-1979 dönemi, Doruk Anlaşmaları olarak bilinen toplumlar arası görüşmelere sahne olmuştur. Rauf Denktaş'ın çağrısıyla başlayan görüşmeler önce Denktaş ile Makarios, sonra ise (Makarios'un ölümünün ardından) Denktaş ile Kiprianu arasında gerçekleşmiştir. Bu görüşmeler neticesinde Mayıs 1979'da, her ne kadar on maddelik bir anlaşma imzalansa da, bu düzenlemelerin sorunun çözümüne fazla bir katkısı olmamıştır.
1980 Ağustosu'nda yeniden başlayan ve aralıklarla 1983 Mayısı'na kadar süren görüşmelerden de bir sonuç çıkmamış, Türk ve Rum tarafları iki kesimlilik, iki bölgelilik, temsil, federal devletin yetkileri, yerleşme, mülk edinme ve serbest dolaşım gibi konularda ortak bir noktaya gelememişlerdir.
Kıbrıs sorununda önemli dönüm noktalarından biri, 1983 senesidir. 13 Mayıs'ta Birleşmiş Milletler, Kıbrıs Rum yönetimi lehinde bir karar almış, buna karşılık olarak KTFD, 17 Haziran'da Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkını vurgulayan kararını açıklamış, 15 Kasım 1983'te ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kuruluşunu ilan etmiştir. Rauf Denktaş yeni kurulan Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı seçilmiş ve Kıbrıs Türk toplumu adına görüşmeleri yürütme görevini üstlenmiştir. Ne var ki bazı büyük devletlerin baskıları sonucu, Türkiye dışında hiçbir devlet KKTC'yi tanımamıştır.
Dönemin BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar'ın aracılığı ile 1984 yılında toplumlararası görüşmeler tekrar başlamış, Genel Sekreter her iki toplumun taleplerini göz önünde bulundurarak bir anlaşma taslağı hazırlamıştır. Ancak ne bu dönemde ne de BM Genel Sekreteri Boutros Gali'nin 1992 yılında başlattığı girişimler döneminde bir çözüme ulaşılabilmiştir. Gali, taraflar arasındaki tüm anlaşmazlık konularını kapsayan bir çözüm önerisi getirmiş, Türk tarafı 100 maddeden 91'ini kabul ettiğini bildirmiştir. Ancak Rum tarafının çekinceleri, anlaşmayı imkansız kılmıştır.
1993'te Glafkos Klerides'in iktidara gelmesiyle, müzakereler Denktaş ile Klerides arasında sürmüştür. İlk başta Klerides'in Rum toplumunu temsilen görüşmeci olması, sorunun çözümü açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Ancak 1999-2000 yıllarında, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın gözetimindeki görüşmelerden de bir sonuç çıkmamış, Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne alınması kararı ise, sorunu eskisinden daha da karmaşık bir hale getirmiştir.
2001 yılının sonlarında Rauf Denktaş'ın Klerides'i yüz yüze görüşmeye çağırmasıyla Ocak 2002'de yeni bir görüşme süreci başlamış, Klerides'in KKTC'yi, Denktaş'ın da Güney Kıbrıs'ı ziyaret etmesi, Kıbrıs tarihi açısından oldukça önemli bir gelişme olarak kabul edilmiştir. Ancak liderlerin defalarca biraraya gelmelerine rağmen yine somut bir ilerleme sağlanamamış, devreye Kofi Annan tarafından hazırlanan "Annan Planı" girmiştir. Ancak bu plan, kalıcı ve barışçıl bir çözüm getirmemektedir.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve Kıbrıs Rum Kesimi eski lideri Glafkos Klerides birarada
Kısacası, bütün çabalara ve girişimlere rağmen iki tarafın da üzerinde anlaştığı bir plan henüz oluşturulamamıştır. Konuya dahil olan ve tarafsız olması gereken ülkelerin bir kısmı, Rum kesiminin tarafında yer almakta ve Türk tarafını sözde çözümsüzlüğün sebebi ilan etmektedirler. Bu durum, Türk tarafındaki güvensizliği artırmaktadır. Avrupa Birliği, iki ülke arasında yapılmış uluslararası anlaşmaları dikkate almayarak Rum kesimini Avrupa Birliği'ne kabul etmiş, Türk tarafının durumunu ise kesin bir sonuca bağlamamıştır. Türk tarafı son dönemlerde çeşitli açılımlar yapmış, ancak Rum tarafı, geçmişte olduğu gibi bugün de, bu açılımlara beklenen olumlu cevabı vermemiştir. Tüm bunlara rağmen her iki tarafın ve uluslararası toplumun çözüm için gösterdiği çabalar devam etmektedir.
Kıbrıs sorunu başta da belirttiğimiz gibi, Yunanistan ve Türkiye arasında yaşanan sorunların en büyük olanıdır. İster iki toplumun karşılıklı görüşmeleri sonucunda, ister Avrupa Birliği çerçevesinde, isterse de iki toplumun kabul edebileceği makul bir plan çerçevesinde olsun, bu sorunun bir an önce çözüme kavuşturulması, bölgede barış ve huzur dolu bir dönemin başlangıcı olacaktır.