Arama

Kırım Tatarları

Güncelleme: 18 Mayıs 2007 Gösterim: 9.551 Cevap: 5
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #1
kambis - avatarı
Ziyaretçi
KIRIM TATAR MİLLÎ KURTULUŞ HAREKETİNİN KISA TARİHİ

Sponsorlu Bağlantılar

Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu




Kırım Tatar millî kurtuluş hareketinin tarihi, Kırım Tatarların devleti olan Kırım Hanlığı'nın Nisan 1783'de ortadan kaldırılarak topraklarının Rusya İmparatorluğu'na ilhak edilmesiyle başlar. Bu hareket, sadece dramatik olaylarla değil halkın değişen hayat şartlarına bağlı olarak sürekli değişen mücadele şekilleri ve metotlarıyla sürdürülegelmiştir.
Kırım'ın Rusya askerleri tarafından işgalini müteakip ilk yıllar içinde Kırım Tatarları ülkelerini silâhlı mücadele yoluyla kurtarmaya çalıştılar. Ne var ki, Kırım halkı 1768-1774 Rus-Türk Savaşı boyunca çok zayıf düşmüş ve yıkıntıya uğramıştı. Hiç de uzak görüşlü olmayan bir politikayla Rusya taraftarı bir çizgi izleyen son Han Şahin Geray'ın ve II. Yekaterina'nın vermeyi vaadettiği zadegân ünvanlarına kanan onun saray çevresinin ihanetiyle de karşılaşılmıştı. Bu sebeplerden, Kırımlıların sömürgecilere başarıyla karşı koyabilecek güçleri kalmamıştı.
Zâten o ana kadar kendisinden daha zayıf komşularından büyük ölçüde topraklar ilhak etmeyi başarmış olan Rusya esareti altına aldığı ve topraklarını kolonileştirdiği halkların direnişlerini bastırma yönünde büyük bir tecrübeye sahipti. Böylelikle, (içlerinde en büyükleri Kezlev ve Bahçesaray'dakiler olmak üzere) Kırım Tatarları tarafından birbiri ardına kalkışılan bir kaç ayaklanma da şiddetle bastırılmıştır. Aralarında tamamen barışçı insanların da bulunduğu on binlerce kişi yaşına yahut cinsiyetine bakılmaksızın Rus ordusu tarafından sırf sindirme maksadıyla yok edildi. Potansiyel olarak sömürgecilere karşı hareketleri teşkilatlandırabileceği ve bunların başına geçebileceği düşünülen halk nezdinde en itibarlı, mümtaz şahsiyetler bilhassa ortadan kaldırıldılar. Bu şekilde, 1783'in Nisan ayının sonlarında, II. Yekaterina'nın Kırım'ın Rusya'ya ilhak edildiğine dair manifestosunun ilânını takip eden günler içerisinde Karasubazar'da bir kaç bin âlim, asker ve din adamı kılıçtan geçirildi.
Kırım'daki hâkimiyetini sürdürmek isteyen Rusya Kazan ve Hacıtarhan (Astrahan) Hanlıkları'nı istilâsını müteakip uygulamış olduğu metotları çok daha sert ve sistematik bir tarzda tekrarladı. Bunun açık sebepleri vardı: Bir kere, Kırım yarımadasının tabiî şartları ve coğrafî mevkii Rusya için bütün evvelce ilhak ettiği topraklarla mukayese edilemez derecede büyük önem taşımaktaydı. Dahası, Rusya'nın İstanbul'u ele geçirme ve Akdeniz'e bir çıkış temin etme yönündeki müteakip yayılmacılık plânları için de Kırım'a sahip olmak şarttı.

Rusya İmparatorluğu'nun idarecileri serbest Kırımlıların itaatkâr Rusya tebaları olacaklarına ve serflik şartlarına çabucak boyun eğeceklerine inanmıyorlardı. Bu yüzden, Rusya'nın Kırım'daki temel stratejisi mümkün olan en çabuk tarzda buranın yerli halkını oradan çıkartarak, yerine Rusya'nın iç vilâyetlerinden getirilecek insanları yerleştirmek doğrultusundaydı. Nitekim, bu gayenin hayata geçirilebilmesi için zengin tecrübelere dayanan evvelce tatbik edilmiş metotlara müracaat edildi: Suçsuz halk şiddete ve sistematik soygunlara maruz bırakıldı, en bereketli topraklar Çarlık erkânı tarafından gasp edildi ve Kırım Tatarları ziraat açısından uygun olmayan arazilere sürülerek hayatlarını idame imkânlarından mahrum bırakıldılar. Dahası, gayet mümin insanlar olan Kırım Tatarlarının son derece hassas oldukları dinî varlıkları kabaca tahkir edildi. Bu arada, Müslüman din adamları kisvesindeki özel yetiştirilmiş ajanlardan da faydalanıldı. Bu gibileri güyâ Osmanlı Padişahı'nın Kırım Tatarlarını dindaşları Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarına göç etmeye çağırdığı sahte fermanlar dağıtıyorlardı.
Böylece, uzun yıllar boyunca devam edecek olan kitle göçleri başladı. Rusya'nın Kırım Tatarlarına yönelik siyasetinin sertleşmesine yahut liberalleşmesine bağlı olarak, bu hicret süreci bazı dönemlerde hız kazanıyor, bazen de yavaşlıyordu. Muhaceret olgusu en yüksek derecesine 1853-1856 Kırım Savaşı'nı müteakip ulaştı. Bu dönemde Rusya idaresi savaştaki küçük düşürücü mağlubiyetini Kırım Tatarlarının "ihanetine" bağlama gayretine girerek, onlara karşı baskılarını şiddetle arttırdı.
Neticede, bazı hesaplamalara göre Kırım Hanlığı devrinde nüfusu yaklaşık iki milyon olan Kırım Tatar halkının sayısı 1897'de 186.000'e düşecekti. Bu rakam Kırım'ın toplam nüfusunun ancak % 34'üne tekabül etmekteydi.
Kırım'ın istilâsının en başından itibaren sömürgeciler Kırım Tatar halkının maddî ve manevî kültürünü yok etmeye girişmişlerdir. Kırım'daki Rus hâkimiyetinin daha ilk yıllarında yüzlerce mektep ve medrese ortadan kaldırıldı. 800'ü aşkın cami yerle bir edildi yahut kışla veya kiliseye çevrildi. 1833'de bütün Kırım boyunca Müslümanlara ait kitaplar toplanarak yakıldı ki, bunlar arasında eşi bulunmayan nadir kitaplar da bulunuyordu. Kırım Tatar millî hareketi bu ilk devrinde tamamen mağlûp olmuştu.
Bu hareketin Kırım'ın Rusya tarafından işgalinden tam yüz yıl sonra başlayan ikinci devri ise bütünüyle başka bir karakter taşır. Hareketin bu ikinci etabının kurucusu ve hiç tartışmasız lideri sadece Kırım'da değil, bütün Rusya İmparatorluğu'nda çok iyi tanınan büyük edebiyatçı ve yayıncı İsmail Bey Gaspıralı'ydı. Gaspıralı Kırım'ın toprak olarak istiklâlini kazanması hedefine yönelmiş değildi; zira böyle bir hedef mevcut şartlar altında gerçekçilikten tamamen uzak ve ufuksuzdu. Bunun yerine, Gaspıralı, Kırım Tatarlarının ve Rusya İmparatorluğu'ndaki diğer Müslüman halkların maarif sistemlerinin radikal bir şekilde ıslah edilmesini, sömürge halklarının, öncelikle de daha gerçekçi şekliyle dil ve din bağlarıyla birbirlerine bağlı bulunan Türk halklarının birleşmelerini ve kültürel açıdan bir yeniden doğuş sürecine girmelerini amaçlıyordu. Gaspıralı, Müslüman halklar arasında hayatın bütün sahaları için yüksek kalitede kadroların hazırlanması, onların imparatorluğun ekonomik, kültürel ve siyasî hayatına cezbedilmeleri ve nihaî tahlilde totaliter Ortodoks-monarşist Rusya İmparatorluğu'nun bütün halkların hukukunun ve şu cümleden kendi kaderlerini tayin haklarının tanınacağı demokratik bir yapıya dönüşmesini öngörmekteydi. Bu fikirler Gaspıralı tarafından 1883'de Bahçesaray'da çıkarılmaya başlanan ve onun hayatının sonuna (1914'e) kadar editörlüğünü yaptığı, 20 yıl boyunca Rusya İmparatorluğu'ndaki yegâne Müslüman gazetesi olma özelliğini koruyan Tercüman ve yine onun tarafından teşkil ve ıslah edilen yüzlerce usûl-i cedid (yeni usûl) mekteplerinde yaygın bir şekilde propaganda edilmekteydi.
Tercüman gazetesi ve onun yayıncısı etrafında imparatorluğun Müslüman halklarının yeni ortaya çıkmakta olan intelligentsiyasının en iyi unsurları toplanmıştı. Bunlar 1917 Şubat İhtilâli'ni müteakip kendi halklarının millî kurtuluş hareketlerinin başlarına geçecekler, ancak bilâhare, Stalin diktatörlüğü yıllarında tamamen yok edileceklerdi.
İsmail Bey Gaspıralı'nın insanî idealleri Batı'nın entellektüel çevrelerinin de dikkatini çekmiştir. Onun fikirlerine bu çevrelerin duyduğu ilgi ve sempatinin en önemli bir delili, bir grup Batılı âlimin onu Nobel mükâfatına aday göstermeleridir. Ne var ki, fikirleri sadece Rusya'nın değil o devrin diğer kudretli büyük devletlerinin, bu meyanda hâkimiyeti altında çok sayıda Müslüman halklar bulunan Büyük Britanya'nın, yüksek idare çevrelerinin menfaatlerine uygun düşmeyen Gaspıralı bu mükâfatı kazanamadı.
XX. yüzyılın başlarında Kırım'da Gaspıralı'nın görüşlerinden başka görüşler de ortaya çıktı. Bunlar ona karşı bir muhalefet mahiyetinde değillerse de, daha radikal ve inkılâpçı özellikler taşımaktaydı. Kırım Tatar millî hareketinin bu akımının temsilcileri Rusya Devlet Duması'nda milletvekili olan ve 1907'de Karasubazar'da Vatan Hâdimi gazetesini çıkaran Abdürreşid Mehdi (Mediyev) etrafında toplanmışlardı. O dönemde, Türkiye'deki Kırım Tatar diasporası ve öncelikle de orada okuyan Kırım Tatar talebeleri arasında da bir takım hareketler ortaya çıktı. Bu talebeler tarafından meydana getirilen gizli "Vatan Cemiyeti" Kırım'daki vatandaşlarıyla sürekli bağlantı halinde olup, Kırım'da illegal anti-monarşik yayınlar dağıtmaktaydı.
Böylece, 1917 Şubat İhtilâli patlak verdiğinde, Kırım Tatar millî hareketi aydın ve inkılâpçı-demokratik kadrolardan oluşan yeteri kadar güçlü bir yapıya kavuşmuş bulunuyordu. Bu kadrolar kendi vatanlarında hâkimiyeti almaya ve idare etmeye muktedirlerdi. Bununla birlikte, Kırım Tatar liderlerinin Kırım'da faaliyet gösteren demokratik çizgideki Rus partileriyle birlikte Kırım Tatar halkının kendi kaderini tayin hakkına saygı esasında bir idare teşkil teşebbüsleri müsbet bir netice vermedi. Zira, ne yazık ki, pek çok Rus partisinin demokratlığı, aynen günümüzde de görüldüğü üzere, imparatorluk hâkimiyeti altındaki halkların kendi kaderlerini tayin hakkı meselesi gündeme geldiği anda sona eriyor yahut pek zayıflıyordu.
23 [10] Aralık 1917 günü Kırım Tatar Millî Kurultayı Kırım Demokratik Cumhuriyeti'ni ilân etti. Bu cumhuriyetin anayasası (Kanûn-ı Esâsîsi) milliyet ve dinî inanç farkı gözetilmeksizin bütün yurttaşların eşitliğini, Kırım'da yaşayan herkesin siyasî ve mülkî haklarını korumayı garanti etmekteyse de, Kırım'daki Rus basını ülke sâkinlerini Tatar "diktatörlüğü" tehdidinden söz ederek korkutmaktan geri durmuyordu. Yalnızca, beliren Bolşevik tehlikesini yeteri kadar idrak eden küçük bir grup Rus subayı Kurultay tarafından seçilen hükûmetle sıkı bir işbirliğine girerek, yine Kurultay'ın askerî teşkilatı olan Kırım Askerî Kumandanlıığı'nda görev aldı.
Bu şartlar altında, Kırım Tatarlarının temel müttefikleri Kırım'daki Ukrain teşkilatları ve 1917 Kasım ayında bağımsızlığını ilân eden Ukrayna devletiydi. Bunlar Rusya İmparatorluğu'nun ihyası tehlikesi karşısında sâbık imparatorluğun sınır bölgelerindeki dağınık güçleri bir araya getirmeye çalışmaktaydı. Ne var ki, genç Ukrayna Cumhuriyeti bizzat kendi istiklâlini bile muhafaza edemeyecek kadar güçten yoksundu.
Kırım Tatar askerî birlikleri Kırım'da Bolşevik sürülerine karşı duran yegâne güç durumundaydı. Bununla birlikte, karşılıklı güç dengesi Kırım Tatarlarının son derece aleyhindeydi. 25-26 [12-13] Ocak 1918'de Bahçesaray önlerinde vuku bulan muharebede Kızıl Ordu ve Karadeniz Filosu Bolşevik güçleri kat kat daha üstün durumda oldukları Kırım Tatar birliklerini mağlûp ettiler. Kırım Demokratik Cumhuriyeti hükûmetinin reisi Noman Çelebi Cihan tevkif edildi ve 23 Şubat 1918'de Akyar (Sevastopol) hapishanesinde kurşuna dizildi. Kırım Tatarları düzenledikleri isyanlarla Bolşeviklere karşı koydular. Nisan 1918'de Bolşevikler tarafından teşkil edilmiş olan Tavrida Sovyet Cumhuriyeti hükûmetinin bütün kadrosu başbakan Anton Slutskiy ile birlikte Kırım Tatar güçleri tarafından ele geçirilerek idam edildi.
Kırım'da Sovyet hâkimiyetinin nihâî olarak teşkilini müteakip, Ekim 1921'de idarî açıdan Rusya Federasyonu'na bağlı Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti teşkil edildi. Sovyet Rusya Milliyetler İşleri Halk Komiserliği'nin [Bakanlığı'nın] yarı resmî organı olan Jizn natsionalnostey gazetesi, uzun yıllar boyunca Kırım Tatar halkına karşı Çarlık hâkimiyeti tarafından sürdürülegelen kriminal siyaset göz önüne alındığında, Kırım Tatarlarının millî devlet kurumunun ihyası anlamında bu cumhuriyetin kuruluşunu Kırım Tatarlarına ödenen bir nevî tazminat olarak değerlendirmekteydi. Jizn natsionalnostey Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin ilânının propaganda açısından önemini de açıkça ortaya koyuyordu. Bolşevik liderlerinin tasavvuruna göre, Kırım Tatarlarının millî-teritoryal muhtariyetinin teşkili Şark halklarına Sovyet hâkimiyetinin ne kadar âdil ve hukukî olduğunu gösterecek ve onların Sovyet devletine sempatilerini celbedecekti. Aynı gazetede kaydedildiği üzere, Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Şark halkları için yol gösterici bir meşale olacaktı. Bütün bunlar ve o sıralarda Sovyet hâkimiyetinin kendisini yeteri kadar sağlam hissetmemesi, Sovyet iktidarlarının ilk 7-8 yılı boyunca Kırım Tatarlarına karşı neden nisbeten liberal bir siyaset izlediğini izah etmektedir.
1921-1922 yıllarında Kırım'da yaşanan açlık felâketi 100.000 kişinin canına mal oldu ki, bunların % 60'ından fazlası Kırım Tatarıydı. Bu ağır şartların yaşandığı dönemde, başında Veli İbrahim'in bulunduğu Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti hükûmeti Kırım Tatarlarının millî partisi olan "Millî Fırka"nın eski mensupları ile sıkı irtibat ve yardımlaşma içinde olduktan başka, bu kimseler hükûmette muhtelif vazifeler de almışlardı. Söz konusu kadrolarla Kırım'ın millî kültürü ve ekonomi sahalarında belirli bir başarıya erişildi. Ancak bunun hemen ardından baskı dönemi gelecekti. Mayıs 1928'de Veli İbrahim'in idam edilmesini takiben, Kırım Tatar halkının siyâsî şahsiyetlerinin ve aydın tabakasının topyekûn imhasına girişildi. Bazı hesaplamalara göre, II. Dünya Savaşı öncesindeki temizlik harekâtında kurşuna dizilen veya GULAG'lara (mahkûm çalışma kamplarına) kapatılan Kırım Tatarlarının sayısı yaklaşık 10.000'dir. Bunlara ilâveten 50.000 kadar Kırım Tatarı da "kulaklarla" (yani hâli-vakit iyi köylülerle) savaş kampanyası çerçevesinde Kırım'dan sürülmüşlerdir.
Böylelikle, 1930'lu yıllarda Sovyet hâkimiyeti evvelkilerden de şiddetli metotlarla Kırım'ı yerli halkından "temizleme" tatbikâtını sürdürmüştür. II. Dünya Savaşı ise, bu kriminal siyasetin nihâî olarak neticelendirilmesi için yalnızca bir vesile olmuştur.
II. Dünya Savaşı ve Kırım'ın Alman ordusu tarafından işgali yıllarında Kırım Tatar halkının bir kısmının tutumu ve faaliyetleri hakkında çeşitli rivayetler olmuştur. Elbette ki, Kırım Tatarlarının sürgününü haklı göstermeye çalışan Sovyet propagandası Kırım Tatarlarının ezici çoğunluğunun Nazilerle işbirliği yaptığını ve "Sovyet vatanı"na ihanet ettiğini iddia etmiştir. Savaş döneminde Sovyet ordusunda veya partizan hareketinde yer almış, sürgün sonrası dönemde de millî harekete katılmış bazı Kırım Tatarları ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yönetimine yazdıkları müracaatnâmelerde bunun tam tersini ispatlamaya çalışıyorlardı. Ne var ki, pek az sayıdaki "halktan kopmuş" dışında bütün Kırım Tatarlarının Alman işgali yıllarında "Sovyet vatanı"na ve Komünist Partisi'ne sâdık kaldıklarını ve Nazilere karşı cephede ve partizan hareketinde kahramanca savaştıklarını iddia eden bu insanlar da diğer açıdan ifrata düşmektelerdi. İşin esasında, kaynakların ve olayların şâhitlerinin naklettiği üzere, durum hiç de öyle tek taraflı anlatılacak kadar basit değildi.
Hiç şüphesiz, Alman faşizminin mahiyeti hakkında yeteri kadar mâlûmâtı olmayan bazı Kırım Tatarları, bir ara halklarına kısa bir dönem içinde o kadar muazzam acılar çektirmiş olan, nefret edilen Bolşevik rejiminden Naziler sayesinde kurtulacakları ümidine kapılmışlardır. Bazı diğerleri ise Sovyet hâkimiyeti tarafından "Lenin'in ve Stalin'in eseri"ne mutlak sadâkat ruhunda ve "dünya sosyalizmi"nin kaçınılmaz zaferi inancında yetiştirilmişlerdi. Bu arada Almanya da, kendi ittifakı dairesine Türkiye'yi de çekebilme ümidiyle, işgal ettiği topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman halklara karşı daha imtiyazlı ve müsamahakâr tutum takınacağını ortaya koydu. Bu siyasetin tezahürü olarak Kırım Tatarları tarafından teşkil edilen Müslüman komitelerine olumlu bir yaklaşım içine girildi. Söz konusu komitelerin faaliyetleri arasında, Bolşevikler devrinde yıkılan ve kapatılan camileri tamir etmek veya baştan inşa etmek, millî maarif sistemlerini yeniden kurmak, Bolşevik iktidarının "sınıf politikası"nın eseri olan tasfiye kampanyaları ve diğer uygulamalarıyla Kırım Tatar halkının muhtelif tabakaları arasında meydana getirilmiş düşmanlıkları ortadan kaldırarak milleti tekrar birleştirmek, Alman ordusuna esir düşen Müslüman askerlerini kurtarmak yahut onların vaziyetlerini iyileştirmek gibi çalışmalar yer almaktaydı.
Bununla birlikte, bilhassa Nazilerin Kırım'da Yahudileri, Kırımçakları ve Çingeneleri kitle halinde kurşuna dizmelerini ve kollektif mesuliyet ve toplu rehine alma sistemlerinin uygulamaya konmasını müteakip, Kırım Tatarlarının ezici çoğunluğu Alman faşizmi ve Rus bolşevizmi arasında temelde bir farklılık olmadığını açıkça anladı. Bu bakımdan, Kırım Tatarlarının çoğu bu savaşı hiç birinden kendisine iyilik ve fayda gelmeyecek olan iki cânînin mücadelesi olarak gördü. Şurasını da kayd etmek gerekir ki, Kırım Tatarları Nazilerin Kırım Tatarlarını Almanya'nın Thüringen eyaletine sürmek ve "Gotenland" ismini verecekleri Kırım'a Almanları iskân etme niyetinde olduklarından haberdar değillerdi.
Sovyet ordusunun tekrar Kırım'a girmesini müteakip bir ay içinde, 18 Mayıs 1944'de vuku bulan Kırım Tatarlarının topyekûn sürgünü ve onlara karşı soykırıma girişilmesi ise en kötü beklentilerin bile fevkindeydi. Bu hâdise diğer özelliklerinin yanısıra, Sovyet idaresinin o ana kadar yaptığı en büyük hıyanetti. Zira, daha savaşın başlamasından öncesinden itibaren askere çağırılmış olan Kırım Tatar halkının erkeklerinin büyük kısmı o sürgün anında da kanlarını Sovyet hâkimiyeti uğruna dökmeye devam etmekteydi.
Vatana geri dönmeyi ve millî-teritoryal muhtariyeti ihya etmeyi amaçlayan Kırım Tatar millî hareketinin bizzat sürgünün gerçekleştiği 18 Mayıs 1944 günü başlandığını söylemek mümkündür. Sürgün günü münferit olarak buna karşı koyanlar ve bu sebepten kurşuna dizilenler olmuştur. Bilâhare sürüdükleri yerlerden kaçma vakaları da görülmüştür. Bazı kimseler daha o yıllarda Sovyetler Birliği idaresine sürgünü protesto ettikleri yazılı müracaatlarda bulunmuşlar ve bundan dolayı cezalandırılmışlardır.
Bununla birlikte, Kırım Tatar Millî Hareketi'nin başlangıcını 1950'lerin ortaları olarak göstermek daha doğru olacaktır. Zira, bu tarihten önce yani sürgünün ilk on yılı boyunca, Stalin rejiminin en gaddar şartları altında, sürüldükleri mecburî iskân mahallerinde insanların kitle halinde açlıktan, hastalıktan ve cebrî çalışmadan kırıldıkları bir ortamda her hangi bir teşkilatlı siyâsî harekete girişilebilmesine imkân yoktu. Gayet sınırlı olmakla birlikte böyle imkânlar ancak Şubat 1956'da Sovyetler Birliği Komünist Partisi XX. Kongresi'nde Stalin rejiminin bazı cinayetlerinin, şu cümleden halkların topyekûn ülkelerinden sürülmelerinin mahkûm edilmesinden sonra ortaya çıkabilmiştir. 28 Nisan 1956'da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Yüksek Sovyeti Prezidiumu'nun jzel bir kararnâmesiyle Kırım Tatarlarının MVD (İçişleri Bakanlığı) organlarının doğrudan gözetimi altında yaşaması uygulamasını kaldırdı. Ne var ki, söz konusu Kararnâme Kırım Tatarlarının sürgün edilmiş oldukları vatanlarına geri dönme hakları bulunmadığını da ifade etmekteydi.
O andan itibaren Kırım Tatarları yüksek devlet organlarına milletleri hakkında adaletin yerine getirilmesi isteğinde bulunan ferdî ve kollektif dilekçeler göndermeye başladılar. Bu tür müracaatların sayısı da giderek çoğaldı.
Millî hareketin ikinci safhasını da Kremlin idarecileriyle görüşmek ve onlara yollanmış olan müracaatnâme ve dilekçelerin cevaplarını almak maksadıyla Moskova'ya halk temsilcilerinin gönderilmesi teşkil etti.
Bilhassa bu ilk yıllarda Sovyet idaresine yapılan Kırım Tatar müracaatları komünist ruhuna fevkalâde sâdık bir tonda kaleme alınır ve Lenin'in ve hayatta olan komünist liderlerin eserlerine çok sayıda atıfları ihtiva ederlerdi. Bunlar müracaatnâmelerin altına büyük sayılarda imza alınabilmesini mümkün kılardı. En büyük sayıda imza (yaklaşık 120.000) 1966'daki Sovyetler Birliği Komünist Partisi XXIII. Kongresi'ne hitaben yazılan müracaatnâmenin altında toplanmıştı. Böylesine kitlevî bir iştirake Sovyetler Birliği'ndeki diğer millî, dinî ve insan hakları hareketlerinin hiç birinin tarihinde rastlanmamıştır.
O dönemde, Kırım Tatarlarının yaşadığı köy ve şehirlerde teşebbüs grupları teşkil edildiler. Bu grupların vazifeleri arasında, millî hareketin gerektirdiği işleri ve gayelerini izah etmek ve Kırım Tatar meselesine ilişkin gelişmeler hakkında mâlûmât vermek gibi maksatlarla Kırım Tatarlarının düzenli olarak bir araya gelmelerinin temini, muhtelif Sovyet yetkililerine hitaben bütün halk adından yazılan müracaatnâmelere imza toplanması, Moskova'ya temsilcilerin gönderilebilmesi için para toplanması ve idam edilmiş veya hapse atılmış olanların ailelerine yardım edilmesi gibi faaliyetler yer almaktaydı.
Moskova'ya giden Kırım Tatar temsilcileri, hükûmet ve parti organlarına hitaben yazılmış belgelerin kopyalarını aynı zamanda muhtelif Sovyet gazete ve dergilerinin idarehanelerine, başkentdeki toplumca tanınan şahsiyetlere ve başkalarına da vermekteydiler. 1965 yazından itibaren Kırım Tatarlarının Moskova'ya gönderdikleri ve Sovyet başkentinde daimî surette bulundurdukları sürekli olarak değişen insanlardan oluşan temsilcilerinin sayısı ortalama 15-20 kişi olup bu sayının yüzü geçtiği de görülüyordu. Kırım Tatarlarının yaşadıkları belli başlı merkezlere bu temsilcilerin faaliyetleri hakkında bilgi veren duyurular gönderilmekte, söz konusu duyurular buralarda çoğaltılarak bütün mahallî teşebbüs gruplarına yönlendirilmekteydi. Moskova'daki Kırım Tatar temsilcilerinin bu gibi bilgilendirme duyuruları Sovyetler Birliği'ndeki ilk samizdatları teşkil etmiştir.
Teşebbüs grupları sistemi gayet tesirli ve az zaaflı olarak işliyordu. Millî hareketin tek bir başının olmaması Sovyet otoriteleri tarafından bu başın kesilmesi ihtimalini ortadan kaldırıyor, teşebbüs grupları üyelerinin seçildiği ve halka hesap verdiği toplantıların açıkça yapılması da, bunların kanundışı gizli faaliyetler olarak suçlanmasını ve cezalandırılmasını güçleştiriyordu. İlk defa Kırım Tatarları tarafından meydana getirilen teşebbüs grupları sistemi sonraları Sovyetler Birliği'ndeki diğer millî ve insan hakları hareketlerince de taklit edilmiştir.
Bununla birlikte, kaydetmek gerekir ki, Kırım Tatar Millî Hareketi iştirakçilerinin daimî arzuları, müracaatnâme, dilekçe ve enformasyon bildirilerinin Sovyet yetkililerin tâkibâtı tehlikesinden mümkün mertebe uzak olabilmeleri için titizlikle komünist ideolojiye ters düşmeyecek tarzda kaleme alınmaları, bu belgelerin objektifliklerine ve demokratikliğine halel getirmekteydi. Bu ise, insanların şuurlarında demokrasi ve hürriyet ideallerinin gelişmesini engelliyordu. Halbuki bu ideallerin bulunmadığı her türlü ictimâî-siyâsî hareketin krize girmesi kaçınılmazdır.
1965'den itibaren, Kırım Tatar Millî Hareketi bünyesinde halkın haklarının iadesi meselesinde temelde farklı bir strateji ve bakış açısına sahip daha radikal bir kanat ortaya çıkarak çok geçmeden hareketin sürükleyici gücü haline geldi. Millî hareketin o ana kadarki lider şahsiyetlerinin çoğunluğu Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin eski idarecilerinden ve Komünist Partisi eski ileri gelenlerinden, II. Dünya Savaşı'nın ve Kırım'daki partizan hareketinin veteranlarından oluşmaktaydı. Bunlar halkın vatanına geri dönmesi ve muhtariyetin ihyası meselesinin çözümünün ancak Sovyetler Birliği idarecilerinin Kırım Tatarlarının Sovyet iktidarına ve Komünist Partisi'ne mutlak sadâkatlerine ve Kırım Tatarlarının dönüşünün Kırım ekonomisine yararlı olacağına ikna olmalarıyla mümkün olabileceği görüşünden yola çıkıyorlardı. Halbuki yeni ortaya çıkan daha radikal kanadın mensupları bu yaklaşımı hayalci, dar görüşlü ve Kırım Tatar halkı için küçük düşürücü buluyorlar ve Kırım Tatar millî meselesinin ancak Sovyet hâkimiyetinin bu meselenin bütün yönleriyle çözümlenmeden kalmasının kendisine çözümlenmesinden çok daha pahalıya patlayacağını anlamasıyla hallolabileceğine inanıyorlardı. Aynı zamanda, bu yeni kanatta, millî meselenin âdil bir şekilde çözümlenmesine yönelik ciddî beklentilerden, (totaliter Sovyet sisteminin tamamen değişerek demokratik bir yönetim haline gelmesi yakın gelecekte muhtemel olmadığına göre) hiç değilse rejimin daha demokratik bir yönelişe girmesiyle söz edilebileceği inancı kökleşiyordu.
Bu bakış açısı Kırım Tatar Millî Hareketi'nin Sovyet rejimine şu yahut bu şekilde karşı koyan Sovyetler Birliği'ndeki bütün diğer millî-demokratik, dinî ve insan hakları hareketleriyle bütünleşmesini gerektirmekteydi.
Yeni kanadın müracaatnâmeleri, enformasyon bildirileri ve diğer belgeleri esas olarak geniş mânâda topluma ve bu meyanda Sovyetler Birliği dışındaki kamuoyuna hitap ediyordu. Bunlarda artık Sovyet rejimine yönelik iltifatlara yer verilmiyor, herşeyin adı olduğu gibi söyleniyordu. Bu belgeler kâide olarak Moskova'daki rejim muhalifleri ve yabancı ülkelerin basın muhabirleri vasıtasıyla Batı'ya çıkarılıyor, bilâhare Azatlık Radyosu'nun (Radio Liberty), Alman Dalgası'nın (Deutsche Welle), BBC'nin, Amerika'nın Sesi'nin (Voice of America), Kanada Radyosu'nun (Radio Canada) ve diğer yabancı radyoların güçlü yayınlarıyla muhtelif dillerde tekrar Sovyetler Birliği'nin bütün topraklarına "geri dönüyorlardı". Bu, kendi imajını sevimli gösterebilmek maksadıyla gerek ülke içine, gerekse dış ülkelere yönelik propagandaya her yıl muazzam miktarlar harcayan Sovyet rejimine inen en hassas darbelerden biri olsa gerektir.
Bu bakımdan, Sovyet hâkimiyet organlarının en fazla millî hareketin bu yeni kanadına musallat olmaları şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, millî hareketin komünist yanlısı, muhafazakâr diğer kanadının mensuplarının faaliyetleri rejimin tahammül edeceği sınırları aştığından, bunların da Komünist Partisi'nden atılmak, işlerinden çıkarılmak, idarî ve cezaî takibâta uğramak gibi baskılara maruz kaldıkları sıkça görülüyordu.
1960'ların ikinci yarısından itibaren, Kırım Tatarları bilhassa sürgünün günü olan 18 Mayıs'ın ve Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kuruluş günü olan 18 Ekim'in yıldönümlerinde her yerde düzenledikleri ve çok sayıda insanın katıldığı mitingler ve gösteriler gibi eylemler giderek artmaktaydı. 1969'un Temmuz ayında, çeşitli ülkelerin Komünist Partisi liderlerinin konferansının açılışının yapıldığı sırada, bir grup Kırım Tatarı Moskova'nın merkezî meydanlarından birinde gösteri yaptı. Gösterinin aslî talebi önde gelen insan hakları savunucusu ve Kırım Tatarlarını müdafaa ettiği için cezalandırılmış olan General Petro Hrihorenko'nun (Pyotr Grigorenko) derhal serbest bırakılmasıydı. Grup KGB ve milis (polis) tarafından dövülerek götürülene kadar meydanda ancak altı dakika kalabildi. Ne var ki, bu kısacık süre içinde Kırım Tatar meselesini özetleyen ve Petro Hrihorenko'nun durumu hakkında bilgi veren onlarca bildiriyi dağıtmayı başardılar. Gösteriyi izleyen ve bildirilerden alanlar arasında çok sayıda yabancı basın-yayın muhabiri de bulunuyordu ki, bunlar yayınlarında bir kere daha Kırım Tatar probleminden söz etmeleri için vesile bulmuş oldular.
Kırım Tatar Millî Hareketi aktivistleri anti-Sovyet ajitasyon ve propaganda suçlamasıyla ilk olarak 1961 yılında mahkeme karşısına çıkarıldılar. Millî hareket mensuplarının Batı'nın iyice dikkatini çekmeye başlamaları üzerine, Sovyet idarecileri onları giderek artan sıklıkta yalan ve uydurma suçlamalarla muhakeme etmeye başladılar. Sovyetler Birliği'ne bağlı cumhuriyetlerin ceza kanunlarına Temmuz 1966'da yeni maddelerin ilâvesiyle, millî hareket mensuplarına karşı açılan davaların sayısı daha da arttı. "Sovyet düzenine iftira" edilmesi hakkındaki yeni madde, Kırım Tatarlarının devletin milliyetler siyasetini tenkit eden her türlü belgesi dolayısıyla mahkûmiyetlerini kolaylaştırırken, "kitle düzenini bozucu hareketlere iştirak" hakkındaki yeni madde de Kırım Tatarlarının hiç bir zaman izin alınmaksızın düzenledikleri gösteri ve mitingleri kapsamı içine almaktaydı. Elbette ki, önde gelen aktivistlerinin tevkif edilmeleri Kırım Tatar Millî Hareketi'ne ciddî zarar verdi ve faaliyetlerinde belirli bir azalmaya yol açtı. Bununla birlikte, kısa bir süre içinde hareket yeni bir kuvvet alacaktı.
Kırım Tatar Millî Hareketi Moskova'daki insan hakları savunucusu çevrelerle sıkı bir bağ kurdu. Kırım Tatar Millî Hareketi'ne büyük sempati besleyen bu çevreler ona çok yönden destek vermeye çalışıyor ve hareketin aktivistlerinin tutuklanmalarını açıkça protesto ediyorlardı. Moskova'da bulunan Kırım Tatarları bunların evlerinden çok istifade ediyorlardı. 1970'li ve 1980'li yıllarda Sovyet mahkemeleri tarafından mahkûm edilen pek çok rejim muhalifinin davasında hazırlamak ve dağıtmakla suçlandıkları Kırım Tatar meselesine ilişkin çok sayıda belge de yer almıştır.
Moskova'da yaşayan ve sonradan dünyaca tanınacak olan insan hakları savunucusu General Petro Hrihorenko'nun oynadığı rolden burada özel olarak söz etmemiz gerekmektedir. Kırım Tatar probleminden, zulme maruz bırakılmış halkların hukukunun müdafaasına dair pek çok mektup ve müracatnâmeyi kaleme almış olan yazar arkadaşı Aleksey Kosterin vasıtasıyla haberdar olan General Hrihorenko, hayatının sonuna kadar halkımızın dostu ve destekçisi olmuştur. Bu uğurda Sovyet rejiminin en korkunç cezalarından birine maruz bırakılmış ve İçişleri Bakanlığı'nın özel akıl hastahanelerinde beş yıl hapsedilmiştir. Serbest bırakılmasının ardından Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edildi ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. Hayatının son günlerine kadar, şahsen ve başında bulunduğu Ukrayna Helsinki Grubu vasıtasıyla ABD Başkanı'na ve milletlerarası teşkilatlara Sovyetler Birliği'ndeki Kırım Tatar siyâsî mahkûmlarının serbest bırakılması için çağrılarda bulunmayı sürdürdü. Hal böyleyken, 1991'de Kırım'a geri dönen Kırım Tatarları tarafından kurulan ilk yerleşim yerindeki ilk sokaklardan birine Pyotr Grigorenko (Petro Hrihorenko) adının verilmesi şaşırtıcı değildir.
Diğer taraftan, Kırım Tatar Millî Hareketi de Sovyetler Birliği'ndeki diğer millî ve demokratik hareketlere ve genel demokratik sürece kendi ciddî desteğini vermeye başladı. Kırım Tatar Millî Hareketi'nin bu çizgisi hareketin aktivistlerinden birinin 1980'lerin başlarında Taşkent'deki muhakemesindeki son sözlerinde şöyle formüle edilmişti: "Başkalarının ihlâl edilen haklarına kayıtsız kalarak kendi hakların için ortaya çıkmak mümkün değildir." Kırım Tatar Millî Hareketi aktivistlerinin imzaları sadece kendi halklarının hukukunu savunan müracaatnâme ve bildirilerin altında değil, diğer insan hakları müdafîlerinin tevkiflerine, Sovyet ordusunun Çekoslovakya'ya ve Afganistan'a tecavüzüne ve her türlü millî ve dinî baskı ve zulme karşı çıkan protesto belgesinin altında yer almaktaydı. Kırım Tatarları 1969'da Sovyetler Birliği'nde ilk defa teşkil edilen insan hakları teşebbüs grubunun da kurucuları arasında yer almışlardır. Kırım Tatar Millî Hareketi'nin bu kararlı çizgisi ona gerek Sovyetler Birliği dâhilinde, gerekse dış ülkelerde büyük itibar kazandırmıştır.
Taşkent'de düzenlenen ve binlerce kişinin katıldığı halk gösterilerini müteakip 5 Eylül 1967'de S.S.C.B. Yüksek Sovyeti Prezidiumu "Kırım'da Yaşamış Tatar Milliyetinden Yurttaşlar Hakkında" bir Kararnâme yayınladı. Bu kararnâmede, "evvelce Kırım'da yaşamış Tatarlar"ın sürgün edildikleri yerlerde ne kadar geniş haklara sahip oldukları hususundaki klasik demagojinin yanısıra, Kırım Tatarlarının bundan böyle Sovyetler Birliği'nin her yerinde yaşama hakları olduğu kaydediliyordu. Bu Kararnâme'nin neşriyle birlikte, yüzlerce Kırım Tatar ailesi Kırım'a hareket etti. Ne var ki, Kırım'daki mahallî idareciler söz konusu Kararnâme'nin münhasıran "emperyalist propaganda"yı etkisiz kılmak maksadıyla neşredildiği ve Kırım Tatarları için Sovyetler Birliği'nin her tarafında yaşayabilmeleri hususunun hiç bir şekilde Kırım'a yerleşmeleri mânâsına gelmediği hususunda merkezden "izahat" almışlardı. Böylece, Kırım'a dönen Kırım Tatarlarını geri göndermek üzere derhal tedbirler almaya giriştiler. Kırım Tatarları Kırım'da ev satın aldıklarında, oturma izni ve iş temini gibi hususlarda bunları noterde tasdik ettiremiyor, sonra da oturma izinleri olmadığı için defalarca ceza ödüyorlar ve nihayet pasaport düzenini ihlâl ettikleri için hüküm giydirilerek cebren Kırım dışına çıkarılıyorlardı. Bütün bunlar mahallî yetkililerin Kırım Tatarlarına reva gördükleri standart muameleydi.
Yalnızca 1968 yılı içinde Kırım'a dönen ancak cebren dışarı atılan veya ağır baskılar karşısında barınmalarına imkân verilmeyen Kırım Tatarlarından sayısının on binden fazla olduğu hesaplanmaktadır. Bununla birlikte, vatanlarında kendilerini ne gibi kanunsuzlukların beklediğini çok iyi bilseler de Kırım Tatarları yine Kırım'a dönmeye devam ettiler. Bazı aileler defalarca Kırım'dan dışarı atılmalarına rağmen tekrar geri geldiler ve vatanlarında yaşama hakkı için mücadelelerini sürdürdüler.
Bazen bu Kırım dışına atılmaların trajik neticeleri olmaktaydı. Kırım'dan ailesi ile birlikte fevkalâde gaddarâne bir muameleyle dışarı sürülen 35 yaşındaki Fevzi Seydaliyev'in hikâyesi buna bir örnektir, Seydaliyev Kırım'dan dışarı çıkarıldıktan sonra Moskova'ya giderek Kızıl Meydan'da protesto gösterisi yapmaya kalkıştı. Derhal tutuklandı ve kapatıldığı Dnepropetrovsk şehri hapishanesinde 19 Ekim 1968'de öldürüldü.
46 yaşındaki üç çocuk babası Musa Mamut Kırım'ın Beşterek (Donskoe) köyünde 23 Temmuz 1978'de tekrar Kırım'dan dışarı çıkarmak üzere evine gelen mahallî Sovyet idarecilerinin önünde protesto maksadıyla üzerine benzin dökerek kendini yaktı.
Kırım'dan dışarı çıkarılma esnasında vücutlarına ağır darbeler alan bir çok çocuk da sonradan hayatlarını kaybetti yahut ömür boyu sakat kaldı.
Burada kaydetmek gerekir ki, bu zulümlerin sorumlusu olan yetkililerin hiç birisi bundan dolayı cezalandırılmamıştır. Eğer yaş haddinden emekli olmamışlar ise, bu gibiler bugün de Kırım'daki mahallî idarelerde sorumlu mevkilerde bulunmaktadırlar.
1967-1987 arasındaki yirmi yıllık süre içinde Kırım mahkemelerinde dâhilî pasaport düzeni kaidelerini ihlâl ettikleri ithamıyla mahkûm edilen Kırım Tatarlarının sayısı 300'ü geçmekteydi. Aynı şekilde, yetkililerin suiistimallerine dair kamuoyuna hitâben yazılan müracaatnâmeleri hazırlayan yahut bunları imzalayanlar da Sovyet sistemi ve devletin milliyetler siyaseti hakkında iftira atmak suçuyla hapse atıldılar.
1960'larda ve 1980'lerde Kırım'a dönen ancak tekrar tekrar Kırım dışına çıkarılan Kırım Tatar ailelerinin çoğu yaşadıkları sürgün yerlerine geri dönmek yerine, Ukrayna'nın Herson ve Zaporog oblastlarıyla (vilâyetleriyle) Rusya Federasyonu'nun Krasnodar eyaleti gibi Kırım'a mümkün mertebe yakın olan yerlere yerleştiler. Onlar buralarda millî hareketin teşebbüs gruplarını teşkil ettiler. Vatanlarında en şiddetli kanundışı zulümleri yaşamış olan bu insanlardan müteşekkil olan teşebbüs grupları kısa süre içinde en aktif ve dinamik gruplar haline geldiler.
Sovyet yetkililerinin Kırım Tatar Millî Hareketi'ne karşı politikası yalnızca baskı ve zulümlerden ibaret değildi. Sovyet organları, 1970'li yılların başlarından itibaren Kırım Tatar Millî Hareketi'nin bölünmesi ve içinde kukla olarak kullanılabilecek akım ve hizipler oluşturulması için teşebbüslere giriştiler. Bu akım ve hizipler de halkın vatanına dönmesi ve Kırım'da muhtariyetin ihya edilmesi arzusunda olduklarını söylemekle birlikte, onların asıl meşguliyeti Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne, resmî Sovyet organlarına ve muhtelif süreli yayınların idarehanelerine Kırım Tatar Millî Hareketi'nin aktivistlerini anti-Sovyetizmle, "Batılı emperyalistler"le ve Sovyet muhalifleriyle bağ tutmakla suçlayan bildiriler yollamak oluyordu. Bu hiziplerin ifadesine göre, suçladıkları aktivistler Kırım Tatarlarını "Sovyet halkı" ve Sovyet hükûmeti nezdinde küçük düşürdükleri için Kırım Tatarlarının Kırım'a dönmesine ve bütün hukukunun iadesine engel olmaktaydılar.
Sovyetler Birliği'ndeki millî ve insan hakları hareketleriyle "ilgilenmekle" görevli bölümde çalışmış olan sâbık KGB Yarbayı Aleksandr Kiçihin, Ekim 1993'de Azatlık Radyosu'na (Radio Liberty) verdiği mülâkatta KGB'nin Kırım Tatar Millî Hareketi'nin asıl çizgisine alternatif olacak üç ayrı akım oluşturduğunu tasdik etmiştir.
Bundan başka, Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesi İdeoloji Bölümü KGB'nin ilgili dairesiyle birlikte, sistematik surette gerek bütün Kırım Tatar Millî Hareketi, gerekse münferit aktivistler hakkında kaba uydurma ve iftiralarla dolu daktiloyla yazılmış bildirileri hazırlamakta ve (çoğunlukla posta yoluyla) dağıtmaktaydı. Bu bildirilerin altında imza olarak, isim vermeksizin, "Kırım Tatar İntelligentsiyası Mensupları", "Kırım Tatar Komünistleri", "Parti, savaş ve Emek Veteranları", ve saire gibi ibareler yer almaktaydı. Bâzen de, bu bildirilerin altında Kırım Tatar milliyetinden ve prestijli vazifelerde bulunan gerçek kişilerin imzalarının yer aldığı da olurdu. Daha sonraları bu imzaların çoğunun Sovyet organları tarafından baskı ile toplandıkları ortaya çıktı.
1980'li yılların sonlarında Sovyetler Birliği'nde başlayan demokratikleşme sürecinin Kırım Tatar Millî Hareketi'nin daha da faal hale gelmesine ve gücünü konsolide etmesine yardımcı olduğu bir gerçektir. 11-12 Nisan 1987'de Taşkent'de Kırım Tatar Millî Hareketi teşebbüs gruplarının bütün Sovyetler Birliği çapındaki ilk toplantısı yapıldı. Bu toplantıda bütün Kırım Tatar milleti adından Mihail Gorbaçov'a hitaben bir müracaatnâme kabul edildi. Söz konusu müracaatnâmede, Kırım Tatarlarının temel talepleri ortaya konmakta ve millet adına müzakerelere katılması istenen 16 temsilcinin isimleri gösterilmekteydi.
Ancak, altına kısa sürede 40.000 kişinin imza attığı bu müracaatnâmeye hiç bir cevap verilmedi. Bunun üzerine, 13-14 Haziran 1987'de düzenlenen müteakip bütün Sovyetler Birliği çapındaki teşebbüs grupları toplantısında Moskova'ya mümkün olan âzamî sayıda temsilci gönderilerek bunların orada Kırım Tatar meselesine Sovyetler Birliği yönetiminin ve kamuoyunun dikkatini çekmek üzere barışçı eylemlere girişmesi kararı alındı. Bu bütün Sovyetler Birliği çapındaki teşebbüs grupları toplantısında, Kırım Tatar Millî Hareketi'nin en yüksek organı olmak üzere 16 kişiden müteşekkil Merkezî Teşebbüs Grubu meydana getirildi. Moskova'ya giden Kırım Tatarları kendilerine karşı şiddet kullanılacağı tehdidine rağmen, 6 ve 23 Temmuz 1987 günleri Sovyet tarihinde ilk olmak üzere Kızıl Meydan'da açık gösteri düzenlediler. Dünya basın, radyo ve televizyonları bu gösteriler ve bunların milis ve özel kuvvetler tarafından zor kullanılarak dağıtılması hakkındaki haberleri dünyaya duyurdular.
Sovyet yönetimi bu olaylara resmî ajansı olan TASS'ın 24 Temmuz 1987 tarihli bir bildirisiyle cevap verdi. Bu bildiride yine Kırım Tatar halkı hakkında kaba uydurma ve hakaretler yer alıyor ve Kırım Tatarlarının problemleriyle ilgilenmek üzere SSCB Yüksek Sovyeti Başkanı Andrey Gromıko başkanlığında bir devlet komitesinin kurulduğu duyuruluyordu.
TASS bildirisi Kırım Tatarları arasında muazzam bir infialin doğmasına ve Kırım Tatar Millî Hareketi'nin görülmemiş ölçüde bir tırmanışa geçmesine yol açtı. Kırım Tatarlarının yaşadıkları her yerde miting ve gösteri dalgaları birbirini takip etti.
11 ay içinde Gromıko'nun başkanlığındaki devlet komisyonu tesbit ve kararlarını yayınladı. Bunların esas mahiyeti, II. Dünya Savaşı sonrasındaki demografik değişimler dolayısıyla hâlen Kırım'ın nüfusunun ezici çoğunluğu Ruslar ve Ukrainlerden oluştuğundan Kırım Tatarlarının Kırım'a dönmelerinin ve Kırım muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin yeniden kurulmasının mümkün olmadığı yönündeydi.
Bunun üzerine, yeniden Kırım Tatar miting ve gösterileri yapılmaya başlandı. Taşkent, Moskova ve Taman'da yapılan gösteriler milis tarafından şiddet kullanılarak dağıtıldı. Hükûmet organlarının gaddarlığına cevap ve Gromıko komisyonunun kararlarını protesto mahiyetinde olmak üzere ilk defa bütün Kırım Tatarlarını kapsayacak şekilde genel grev düzenlendi. Genel grev neticesinde 1500 Kırım Tatarı işlerinden atıldı.
Artık Kırım Tatarlarının ezici çoğunluğu vatanlarına dönmek için hükûmetten medet ummanın mümkün olmadığını çok iyi anladı. Böylece, sürgün yerlerindeki Sovyet idarecileri tarafından karşılarına çıkan pek çok engelleri aşmayı başaran yüzlerce aile Kırım'a hareket etti. Onları Kırım'da mahallî idarecilerin gelenekleşmiş mukavemeti bekliyordu. İşin gerçeği, Kırım'daki Sovyet idarecileri artık eskisi gibi Kırım'da Kırım Tatarlarına yer olmadığını açıkça ilân edemiyorlar (gerçi bazılarından bunu söyleyenler çıkmadı değil), onları cebren Kırım dışına süremiyorlar ve dâhilî pasaport düzenini ihlâl suçuyla hapse atamıyorlardı. Sadece Sovyetler Birliği'ndeki gelişmekte olan açıklık ve demokrasi cereyanları değil, Kırım Tatar Millî Hareketi'nin ulaştığı güç de bu gibi davranışlara izin vermiyordu. Mahallî Sovyet idarecileri artık daha ziyade, bürokratik tedbirlere, Kırım Tatarlarına ev satmamaları için Rus dilli ahali arasında "çalışmalara", milliyetler arasında gerginlik yaratmak gibi faaliyetlere başvurmaktaydı.
Oturma izni almak yahut satın aldıkları evleri noterde tasdik ettirebilmek için Kırım Tatarları yine mitingler, gösteriler, piketler ve açlık grevleri yapmak zorunda kalıyorlardı. Meselâ, Bahçesaray rayonunu (ilçesini) öz halkından "temiz" tutmak gayreti içine düşen mahallî Sovyet idarecilerine karşı, yaklaşık yüz Kırım Tatarı 17-21 Mayıs 1988 tarihlerinde Bahçesaray Rayon İcra Komitesi binası yanında dört gün kesintisiz gösteri yapmaya mecbur oldu. Ancak bundan sonra ilk bir kaç Kırım Tatar ailesi oturma iznine kavuşabildi. Kırım Tatarları Kırım'ın her yerinde böyle veya başka şekillerdeki protesto ve mücadelelerde bulunmaya mecbur bırakıldılar. Neticede, Kırım'daki Kırım Tatarlarının nüfusu bir yıl içinde iki katına çıktı ki, 1989 Nisan ayında bu rakam yaklaşık 40.000 olmuştu.
Böylelikle, Kırım Tatar Millî Hareketi'nin ve mücadelenin ağırlık merkezi tedrîcen Özbekistan'dan anavatana yani Kırım'a kaydı. Bütün engellemelere rağmen halk Kırım'a dönmeye devam ediyordu. Kırım Tatar Millî Hareketi iştirakçilerinin son büyük toplantısı olan Kırım Tatar Millî Hareketi teşebbüs gruplarının bütün Sovyetler Birliği çapındaki beşinci toplantısı 29 Nisan-2 Mayıs 1989 tarihleri arasında Taşkent oblastının (vilâyetinin) Yañıyul kasabasında yapıldı. Toplantıya katılanların oylarını ezici çoğunluğu ile mevcut teşebbüs grupları esasında Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı adında belirli sayıda üyesi, nizamnâmesi ve açık bir programı olan sosyal-siyâsî bir teşkilat kurulması kararı kabul edildi. Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı'nın Merkez Şûrâsı ve Başkanı bir yıllık görev süresi için gizli oyla seçildi. Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı Merkez Şûrâsı'nın bundan sonraki bütün büyük forum, toplantı ve kongreleri Kırım'da yapılacaktı. Kırım Tatarları birbiri ardından Kırım'a dönerlerken Teşkilat'ın Merkez Şûrâsı üyelerinin çoğunluğu da artık Kırım'a dönmüş bulunuyordu. Zâten, vatana dönen Kırım Tatarlarının her geçen gün artan sayısı ve mahallî idarecilerin onlara karşı giderek sertleşen tavrı Kırım'da çok daha teşkilatlı ve maksatları iyi belirlenmiş bir hareket yürütmeyi zarûrî kılmaktaydı.
Kısa süre içinde, Kırım'da Kırım Tatarlarının bulunduğu her yerleşim yerinde Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı'nın şubeleri teşkil edildi. Bu şubelerin temsilcileri iki haftada bir yahut şartlar icap ettirirse daha sık olarak toplanarak bütün yerleşim yerlerinden gelen bilgileri değerlendirmekte ve gereken kararları almaktaydılar. Bu suretle durumu kontrol altında tutmak, vatandaşların haklarını korumak, mahallî Sovyet idarecilerinin provokasyonlarını boşa çıkartmak ve aynı zamanda bazı yerlerde meydana gelme tehlikesi gösteren etnik çatışmaların önüne geçmek mümkün olmaktaydı.
Bununla birlikte, Kırım Tatarlarının kitlevî dönüşüne bağlı olarak Kırım'daki mesken fiyatlarının fâhiş bir şekilde yükselmekte ve aynı sebepten sürgün yerlerini terk eden Kırımlıların satmak istedikleri evlerin fiyatları da düşmekteydi. Böyle olunca, Kırım Tatarlarının ev satın almak yoluyla Kırım'a dönmeleri çok zorlaştı. O zaman da, Kırım'a geri dönen Kırım Tatarlarına üzerinde kendi imkânlarıyla ev kurabilecekleri arazi payları tahsis edilmesi meselesi gündeme geldi. Kırım Tatarlarının mahallî idarecilere bu yöndeki bütün müracaatlarına boş arazi olmadığı cevabı verilirken, aynı zamanda Rus ahaliye bahçecilik yapmaları, ev ve daça (yazlık ev) kurmaları için hızla toprak dağıtımına başlandı. O kadar ki, bazen Rus ahaliye arazi dağıtımı işyerlerinden (meselâ, Akmescit şehrindeki "Foton" ve "Fiolent" fabrikalarından) yapılıyor, onlara bu toprakları alarak kullanmalarının bir "yurtseverlik borcu" olduğu, aksi takdirde söz konusu arazilerin dönekte olan Kırım Tatarlarının eline geçeceği ve böylelikle Kırım'ın "Tatarların" olacağı belirtiliyordu. Bahçesaray rayonunda (ilçesinde) kolhoz ve köy Sovyetleri reisleriyle Komünist Partisi idarecilerinin köyleri dolaşarak orada yaşayan Ruslar arasında mevcut boş arazileri bir an evvel işlemeleri ve oralara yazlıklar kurmaları için ajitasyon yaptıkları belgelenmiştir. Bu ajitasyonlarda köylülere bu toprakları sadece kendileri için almakla kalmamaları, derhal Kırım dışındaki akraba ve arkadaşlarına haber vererek onları da çağırmaları istenmekte, onlara inşaat ve iskân için her türlü yardım vaad edilmekteydi. Yine aynı tehdit tekrarlanmaktaydı: Aksi takdirde Kırım "Tatarların eline geçecek"ti. Böylelikle, oldukça kısa bir süre içinde 150 binden fazla arazi parseli temin edildi. Sonraları gazetelerde şu yahut bu şahsın tarla yahut yazlık arazi parselini döviz karşılığında satmak yahut otomobil, video, vs. ile değiştirmek istediği hakkında ilânlar yer almaya başlayacaktı.
Kolhozlar, sovhozlar ve rayon idareleri Rusya'dan çeşitli kuruluş ve firmalarla onlarca anlaşma imzalayarak, onlara inşaat malzemeleri, yakıt ve başka mallar karşılığında Kırım'da mesken ve diğer binaların inşaatı için arazi tahsis ettiler. Bu gelişmeler karşısında, Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı Merkez Şûrâsı 9-10 Haziran 1989 tarihli toplantısında Kırım'da kendisine ev inşa etmek üzere kendi iradesiyle arazi parseli işgal eden Kırım Tatarlarına "her türlü yardım ve desteği gösterme" kararını aldı.
Kırım Tatarları tarafından boş arazilerin bu şekilde ilk işgali vakası Ağustos 1989'da Bahçesaray rayonunda gerçekleşmiş ve bilâhare bütün Kırım'a yayılmıştır. Sovyet makamlarının buna cevabı Kırım Tatarlarının buralarda kurduğu çadırlara baskınlar düzenleyerek onları dağıtmak, cezâî takibâta geçmek ve tevkifler yapmak şeklinde oldu. Bazı hallerde, Kırım Tatarlarının kurduğu derme çatma evlere baskınlar düzenleyen mahallî idareciler bu baskınlara çevre köylerdeki Rus ahaliyi de celbetmeye girişerek (ne yazık ki, bunda başarısız oldukları söylenemez) geniş çaplı bir etnik çatışma tehlikesini doğurmaktan da çekinmediler. Mahallî gazeteler "Tatar ekstremistler"e ve Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı'na karşı linç duygusunu körükleyen yazılarla doluydu. Sovyet organlarının Kırım Tatarları arasından yetiştiregeldiği bazı "akım" ve grupların mensupları ile Kırım mahallî idaresinden beslenen Kırım Tatar milliyetinden bazı şahıslardan da bu propagandalarda uysallıkla vazife alanlar oldu. Sonraları mahallî Kırım Sovyet idaresi bünyesinde teşkil edilen "Sürgün Edilmiş Halkların Meseleleriyle İlgili Komite"ye de bu şahıslar dahil edileceklerdi. Söz konusu Komite, Ukrayna tarafından Kırım Tatarlarının ve Kırım'dan sürgün edilmiş diğer etnik grupların geri dönüş programı çerçevesinde tahsis edilen kaynakların dağıtımı, daha doğrusu israf ve talan edilmesi işiyle meşgul olacaktı.
Bütün bunlara rağmen, Kırım Tatarlarının sarsılmaz azmi sayesinde işgal ettikleri toprakların büyük kısmı ellerinden geri alınamadı. Bu durumda mahallî yetkililer belirli bir müddet içinde bu fiilî durumu "kanunîleştirmeye" mecbur kaldılar. Sonraları zâten geri almaları mümkün olmayan bu parsellere işaret ederek Kırım Tatarlarına ne kadar çok arazi "tahsis etmiş" oldukları hakkında beyanlarda bulunacaklardı. Böylelikle, iki-üç yıl içinde on binlerce Kırım Tatar ailesi vatana dönmeye ve hiç değilse boş parseller üzerinde ikâmet ruhsatı almaya muvaffak oldu.
Sovyetler İmparatorluğu'nun çöküşünün açık işaretlerinin ortaya çıkması ve Sovyet Birlik cumhuriyetlerinin bağımsız devletlere dönüşmesi gibi gelişmeler Kırım'daki Rus şoven çevrelerini ve en başta da Komünist Partisi Kırım Oblast Komitesi'ni ciddî surette telaşlandırdı. Bu çevreler, Çarlık ve Bolşevik rejimlerinin Kırım'a dair bütün diğer kararları tamamıyla kanunî ve âdilmişçesine, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti Prezidyumu'nun 19 Şubat 1954 tarihli Kırım'ın Rusya Federasyonu terkibinden çıkartılarak Ukrayna'ya bağlanması hakkındaki Kararnâmesi'nin "kanundışı" olduğuna dair yaygara koparmaya başladılar. Evvelce, Komünist Partisi Kırım Oblast Komitesi, Kırım Tatarları sürgünden sonra lağv edilmiş olan Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin yeniden kurulmasını talep ettiklerinde bunu âdetâ ağır bir suç olarak görürdü. Halbuki, aynı komite şimdi Moskova'nın da desteğiyle, "Kırım halkının kendi kaderini tayin hakkı"ndan söz etmeye ve bir tür "Birlik Antlaşması"yla SSCB bünyesinde yer alması öngörülen Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin ihyası için referandum yapılmasına dair kampanya başlattı. Elbette ki burada söz konusu olan Kırım'ın yerli halkı olan ve o sırada büyük kısmı sürgün yerlerinde yaşamakta bulunan Kırım Tatarlarının değil, sürgünden sonra çoğu Rusya'dan Kırım'a yerleştirilmiş olan ve hâlen Kırım nüfusunun kâhir ekseriyetini teşkil eden göçmenlerin kendi kaderini tayin hakkıydı. Diğer bir ifadeyle, gerçekleştirilmek istenen, Kırım Tatar halkının tarihî vatanı üzerinde geniş yetkilere sahip mahiyet itibarıyla bir Rus muhtariyeti kurmaktı. Bu muhtariyetin de şartlar müsait olduğu takdirde sürgün sonrası göçmenlerin büyük çoğunluğunun vatanına yani Rusya'ya bağlanması yahut bir müddet kendi başına buyruk bir cumhuriyet olarak kalması öngörülmekteydi.
Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı Kırım Tatar halkının kanunî hak ve menfaatlerinin utanmazca ihlâli olarak telâkkî ettiği bu maceraya şiddetle karşı çıktı. Teşkilat vatandaşlarını 20 Ocak 1991'de yapılacak olan ve neticesi baştan belli olan "referandum"u boykot etmeye çağırdı.
Kırım Tatar halkının kanunî haklarını korumak için olmasa bile, hiç değilse kendi hükümranlığını ve toprak bütünlüğünü muhafaza gayesiyle Ukrayna hükûmetinin bu "referandum" a karşı bir takım tedbirler alacağı yönünde bazı ümitler vardı. Kaldı ki, böyle bir "referandum"un yapılması Ukrayna'nın şu yahut bu bölgesinin statüsüne dair meselelerin bölge çapında değil, ancak bütün Ukrayna çapında referandumların neticesi esas alınarak belirlenmesini öngören Ukrayna kanunlarına da aykırıydı.
Ne var ki, Ukrayna parlamentosundaki komünist çoğunluk 12 Şubat 1991 tarihli kararıyla Kırım referandumunun neticelerini tasdik ve teritoryal esaslı Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin teşkilini kabul etti. Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı temsilcileri Ukrayna parlamentosu toplantı salonuna alınmalarına ve demokratik görüşlü milletvekillerinin ısrarlı taleplerine rağmen kendi vatanlarının statüsü meselesi hakkında karar verilecek olmasına bakılmaksızın söz hakkı alamadılar. Bu arada, Komünist Partisi Kırım Oblast Komitesi idaresi Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı'nın bütün Kırım Tatar halkını temsil etmediği ve Kırım Tatarları arasında muhtelif siyâsî eğilimlerde çeşitli akımlar olduğu yolunda iddialar ortaya atmakla meşguldü.
26 Haziran 1991 tarihinde Akmescit'de Kırım Tatar Millî Kurultayı toplandı. Kurultay'a iştirak eden Kırım Tatar halkının temsilcileri Sovyetler Birliği'nde Kırım Tatarlarının yaşadığı bütün yerleşim yerlerinde yapılan seçimlerle belirlenmişti.
Kırım Tatar Millî Kurultayı Kırım Tatar halkının iradesi hilâfına Kırım'da teşkil edilen muhtar cumhuriyetin meşru olmadığını ilân ederek, "Kırım Tatar Halkının Millî Egemenlik Beyannâmesi"ni kabul etti. Ayrıca, Kurultay'da gizli oyla yapılan seçimle Kırım Tatar halkının en yüksek temsil organı olmak üzere Kırım Tatar Millî Meclisi teşkil edildi.
Böylece, Kırım Tatar Millî Meclisi derhal Kırım'ın her yerinde mahallî millî idare organları olarak köy, kasaba ve bölge meclislerinin kurulmasına girişti. Kırım Tatarlarının Kırım'ın dışında geçici olarak yaşadıkları yerlerde ise vatana dönüşe yardım komiteleri kuruldu.







Bahçesaray dergisinden alıntı
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #2
kambis - avatarı
Ziyaretçi
XX. YÜZYILDA TATARLARDA MİLLİ KİMLİK SORUNU
Prof Dr. Nadir DEVLET
Sponsorlu Bağlantılar





"Tatar" adı: VIII. y.y.'a ait Orhun-Yenisey yazıtlarında "Türk" (kuvvet;güç) adının dışında "Tokuz Tatar" ve "Otuz Tatar" tamlamalarında "Tatar" adına da rastlamaktayız. Buna göre, 9 veya 30 kabileden müteşekkil bu halk, Radloff ile Thomsen'in ifadelerince "Moğol", Barthold'un fikrince "muhtemelen gayr-ı Türk" idi1. Avrupalılar ve bilhassa Ruslar, Çıngız devrinden itibaren Türk-Moğol devletine "Tatar" İmparatorluğu ve halkına da (Türk ve Moğolları birbirinden ayırma gereğini duymadan) "Tatar" demişlerdir. Sonraları Ruslar, zaptettikleri Kazan, Astırahan, Kırım, Sibir, Türkistan ve Kafkasya gibi ülkelerde karşılaştıkları Türk boylarını da umumiyetle "Tatar" tesmiye etmişler, fakat bu adı hiç bir zaman "Moğol" anlamında kullanmamışlardır2. Hakikatte, Tatar sözü de Türkler için yabancı sayılmaz. Kaşgarlı Mahmud "Tatar: Türklerden bir zümredir" demekte ve eserinin birçok yerinde Tatarı da Türk uruğları arasında saymaktadır. Batı ilim dünyasında da, Türk ve Tatar sözleri türlü türlü ve karmaşık mefhumlar için kullanılmıştır. Bir vakitler gerek politika dilinde.gerekse, etnoloji, tarih, etnografya ve coğrafya eserlerinde hep "Tatar" yahut tahrif edilerek "Tartar" adları kullanılmıştır3. Son dönem araştırmacılannın bir kısmı ise Tatarların büyük Türk ailesinin öz evladı olduğu fikrindedirler 4. Esasında bu konuda ne Türk kökenli ne de yabancı araştırmacıların itirazı yoktur.

Bugün ise eski SSCB'de yaşayan iki halk resmi olarak "Tatar" adını kendi uluslarını ifade etmek için kullanıyorlar. Bunların ilki Tataristan, Başkurdıstan ve çevresindeki cumhuriyet ve ülkelerde (oblast) ayrıca Orta Asya'da yaşayan 7 milyonluk Kazan Tatarları ile Kırım'ın en eski sakinlerinden Kırım Tatarlarıdır. Ancak Kırımlılar bu adı "Kırım Tatarı" şeklinde vurgulayarak kullanırlarken, Kazan Tatarları doğrudan-doğru her hangi bir belirtmeye ihtiyaç duymadan (yani Kazan Tatarı veya İdilboyu Tatarı v.b.) "Tatar" şeklinde milli adları olarak kullanmaktadırlar.

"Tatar" adı üzerindeki tartışmalar: "Tatar" adının milli kimliği belirten bir ad olarak kullanılmasının tarihi oldukça karmaşıktır. Çarlık döneminde Türkler genelde "müslüman" kimliğine bürünmüş olup, düzenledikleri genel toplantılarını dahi bu adla belirtme ihtiyacını veya mecburiyetini hissetmişlerdi 5.

Rusların Altın Orda Devleti dönemini "Tatarskoe İgo (Tatar zulmü) diye adlandırarak bu ada menfi bir anlam kazandırmış olmaları dolayısıyla "Tatar" adının Ruslar tarafindan kasıtlı olarak takıldığı hususundaki görüş kuvvetli idi. Diğer yandan Rusya'daki Türkler arasında milliyet şuuruna nazaran ümmetçilik şuurunun güçlü olması da genel ad olarak "Tatar" veya "Türk"ü kullanmak yerine "müslüman" adını kullanmalarında şüphesiz çok etkili oluyordu.

XIX. y.y.'da ise bu konu ciddi olarak tartışılmaya başlandı. Meşhur din alimi ve tarihçi Şihabeddin Mercani (1818—1889) mühim eseri olan Müstefad ül-Ahbar fi Ahval-i Kazan ve Bulgar' da bu konuyu aşağıdaki satırları ile gündeme getirenlerden biri oldu. O bu eserinde şunları yazmıştır:

"...I Mesken! ägärdä sineñ "mösleman" dan başqa ber isemeñne din häm millätneñ döşmanı belmäsä ide, sine, älbättä "möselman" dip döşman kürerlär ide. Tatar bulmasañ, Ğaräp, Tacik, . . . tügel, Qıtay, Rus, Fransuz häm Nemets ta tügel, inde kem bulirsıñ ? Yaxşı Şart, Çirmeş, Mukşı, Ar xalıqlarıñ barlıqların belmägänlär, sine ul isemnärneñ berse belän atamağanlar ägär şulay bulğan bulsa, üzeñne Çirmeş yaki Mukşı sanap, şuña riza bulip yörer ideñme ? ..." 6 Ş. Mercani bu ifadesi ile kendi öz "Tatar" adından utananlara veya kullanmayanlara bir uyarı yapmak istemiştir.

Zamandaşı ansiklopedist ve Tatar edebiyatının gelişmesinde eserleri ile mühim rol oynayan Abdülkayyum Naşiri (1824—1902) de Tatarlar tarafindan kullanılan dile "Tatarca" denilmesi gerektiğini aşağıdaki satırlarla kati bir biçimde vurgulamıştı:

"....Biz Tatarbız... Bazı erbab-ı inadından işitsin ki Tatar tilin tilge hesaplamaz. Süphan Allah el-Azim, halk ilmi-i tevarih bilmegenliginden nâşi Tatar lafzına tahammül kılmağa takatları yoktur... Tatar ve Moğol kadim zamanda iki kavim ve tilleri dahi iki türlü til idi. Uzak zamanlardan beri birbirine katışa katışa daha meşhuru Tatar tili dip kalmıştır. Lâkin mezkûr tarihten ta bu zamanımıza kadar Tatar tilimize hizmetçiler bula kilmegen sebebli Tatar tilimiz artta gayet baid yuklap kalmıştır . .. Milletimiz halkını Tatar tesmiye kılsam yaratmadılar, Tatar tili disem yaratmadılar. . . "7

Ancak bu "Tatarcılık" akımının dışında bir kesim aydın da ideolojik olarak "Türkçülüğü" destekliyordu. Bunlar arasında tanınmış din adamı, yazar, gazeteci ve son dönemin müftüsü Rizaeddin Fahreddin (1859—1936) de vardı. Onun ise kendi döneminde bastıralamayan, ancak son yıllarda yayınlanan "Bolğar vä Qazan Törekläre" adlı eserinden anlaşılacağı üzere halkının "Kazan Türkleri" şeklinde adlandırılmasını arzuluyordu 8.

Fakat 1905 l. Rus ihtilali döneminde İdil-Ural'da olduğu gibi Kırım'da da "Tatar" adı taraftarları bir hayliydi. Kırım'da Hasan Sabri Ayvazov gibi şahısların "Tatar" adını reddetmeleri gençlerde menfi bir his uyandırmıştı. Türklüğü sevmekte samimi olan bu gençler Tatarlığı da inkâra yanaşmıyorlardı. Zaten aydınların hemen hepsi ve neşriyatta da kendilerini hep "Tatar" diye anıyorlardı 9.

"Türk-Tatar" adı: XIX. y.y. sonu ile XX. y.y.'ın başında Tatar halkının kimlik arayışının daha doğrusu öz kimliğine nasıl bir ad vereceği hususu hayli canlı tartışmalara neden oluyordu. "Türkçülerle", "Tatarcıların" bir uzlaşması neticesi olarak 1917 ihtilalinin yaklaştığı dönemlerde yeni bir tabirin, yani "Türk-Tatar" adının kullanılmaya başladığına şahit oluyoruz. Çünkü "Tatarcılar" da kendilerinin Türk (Türki) soydan geldiklerini inkar etmiyorlardı. "Türkçüler" ise Tatarların Türk soyundan olmalarına rağmen gerek dil, gerek edebiyat, gerek tarih ve gerek adet örf olarak diğer Türk boylarından farklılıklara veya kendilerine has özelliklere sahip olduğunu kabul ediyorlardı. Neticede Tatar halkının, daha doğrusu İdil-Ural ve Sibir bölgesindeki Türk soyluların ortak kimliğini vurgulamak isteyenler "Türk-Tatar" adını kullanmaya başladılar. Mesela tanınmış tarihçi Zeki Velidi (Togan)'ın 1917 yılında Kazan'da basılan ilk bilimsel eserinin adı da "Kısaca Türk-Tatar Tarihi" adını taşıyordu 10. Bu tabir siyasi mahiyette alarak 1917 sonunda Ufa'da toplanan kısa ömürlü "Rusya ve Sibir Müslüman Türk-Tatarlan Millet Meclisi" nde de kendi yerini buldu. Bu ad daha sonra Bolşevikler tarafindan yasaklanmışsa da, muhaciriyette uzun yıllar kullanıldı.

Hatta meşhur yazar ve cemiyet hadimi Müstecip Ülküsal'ın son yıllarda yayınlanan eserinin başlığında da "Türk-Tatar" tabirini kullanması dikkati çekmektedir 11.

Sovyet döneminde"Tatar" adı: Bolşeviklerin iktidarı sağlamlaştırmaların dan sonra İdil-Ural bölgesindeki Türklerin birliğini ön gören "Millet Meclisi" hareketi ile "Idil-Ural Ştatı. (Devleti)" projesi suya düşünce Ruslar bu bölgede üç ayrı muhtar Türk cumhuriyeti (Tatarstan- Başkurdıstan ve Çuvaşıstan) tesis ederek bu adları da resmileştirmiş oldular. Yani "Türk-Tatar" adinin kullanılmasına gerek kalmamıştı ve ayrıca bunun kullanılmasına izin de verilmiyordu. "Türk-Tatar" adı aynı edebi dili kullanan ve bir hayli yönden birbirlerine çok yakın olan "Başkurt" alt kimliğini de içine almak istemişse de. Zeki Velidi (Togan) liderliğinde başlatılan "Başkurtluk" mücadelesi bu şuurun güçlenmesi ve Sovyetlerin uygulaması ile milli kimliğe dönüşmesine de neden oldu. Dolayısıyla artık Tatarıstan'da yaşayanlar kendilerine resmen verilen "Tatar" adı ve onun yarattığı "Tatar" milli kimliği ile yaşamaya başladılar. Sovyet döneminde basılan ilk tarih kitaplarından biri olan meşhur tarihçi Aziz Ubeydull(in)'in eserinin adı da Tatar Tarihi olmuştu 12.

"Kırım Tatar" tabiri: Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin kurulduğu dönemlerde "Türk-Tatar" adıyla birlikte "Tatar", "Kırım Tatar", "Kırım Tatar Nogayları" gibi adların yaşadığını görmekteyiz 13. Daha sonraları ise "Kırım Tatar" adı resmen yerleşti14. Bu durum topyekün sürgüne maruz bırakıldıkları 18 Mayıs 1944 yılına kadar sürdü. SSCB'de 2. Dünya Savaşı esnasında sürgün edilen bir hayli etnik topluluk 1950'li yılların sonlarına doğru aklanarak, ülkelerine dönme, bazı siyasi imkanlar ve kültürel faaliyetlerine devam etme hakkı elde etmişlerse de, Kırım Tatarı, Meshet Türkü ve Volga Almanları tam anlamda aklanamayarak bir hayli haklardan mahrum bırakıldılar. Ancak bazı kültürel haklar verilerek Taşkent'te Lenin Bayrağı adlı bir gazete yayınlanmaya başladı 15. Bu gazete uzun yıllar "Kırım Tatar" veya "Tatar" tabirini kullanamadı.
Ancak 1980'li yıllarda bu ad ihtiyatla ve daha sonra yaygın şekilde kullanılarak ayrı bir etnik gurubun mevcudiyeti artık resmen vurgulanmaya başlanmış oldu 16.Daha önceki tarihlerde bir iki eser "Tatar" adıyla yayınlanmışsa da (C. Bekirov,Tatar Folklorü, Taşkent 1975; R. Tınçerev-Y. Bolat-K. Camanaklı (haz.). Tatar Halk Masalları, Taşkent 1975), "Kırım Tatar" adı henüz kullanılamamıştı 17.Bilebildiğimiz kadar "Kırım Tatar" tabirinin kullanıldığı ilk eser 1988'nde yayınlanan bir sözlük idi. Bu eser ancak 7 bin kelime ihtiva eden (s. 11 —166) ve dilbilgisi bölümünden (s. 167—232) ibaret bir eser idi 18. Burada dikkat eden bir husus ise artık "Kırım" sözünün "Tatar" sözünden ayrı olmayıp bitişik yazılmasıydı, bu Kırımlıları genel Tatar kimliğinden ayrı mütalaa etmek veya ap-ayrı yeni bir halk topluluğu olarak lanse emek için olabilir. Rejimin tutumunun değişikliği, o güne kadar resmi olarak yok addedilen Kırım Tatarlarını 1989 nüfus sayımının sonuçlarında kaydetmesinde de görüldü 19. Böylece 1944'ten sonra yok addedilen ve muhtemelen Tatarların nüfusuna dahil edilen Kırım Türkleri rejim tarafindan yeniden ayrı bir ulus veya etnik gurup olarak tecil edilmiş oldu ve "Kırım Tatar" tabiri resmiyet kazandı.

Tataristan'daki "Tatar" adı: 1920'lerden sonra genellikle İdil boyunda yaşayan Kazan Tatarları kendi ulus adları olarak uzun yıllar "Tatar" ı kullandılar. Daha doğrusu katı Sovyet rejimi şartlarında başka bir ad arama konusunun gündeme gelmesi de mümkün değildi. Böylece 60—65 yıl bu konu tartışılmadı. Çünkü Sovyet rejimi bir taraftan "enternasyonalizm, halkalrın dostluğu, komünist toplum kurma" adına gayr-ı Rus toplulukları Ruslaştırmaya çalışırken, diğer taraftan da Türki toplulukların bir-birlerinden bağımsız kendi kimliklerini gelişirmeye dikkat ediyordu. Bu gayeyle de Türki toplulukların alfabeleri 15—16 yıl gibi kısa bir süre içinde iki defa değiştirilmişti (1926—1940 Latin alfabesi, 1940'tan sonra Kiril alfabesi). Kiril harflerine geçildiği zaman ise her Türk boyuna birbirinden oldukça farklı alfabeler ve ortografi kuralları yaratılarak, bu topluluklar birbirlerinin yazılarını anlayamayacakları bir seviyeye indirgenmişti. Bu ve buna benzer siyasi ve kültürel uygulamalar en yakın kardeş toplulukları dahi birbirinden uzaklaştırmış, başka bir ifade ile herkes ancak kendisi ile ilgilenir duruma gelmişti. Bu şartlar içinde yetişenler de ancak kendi etnik kimlikleri ile özleşmek durumunda kalmışlardı Yani bir üst-kimlik, soybirliği veya akrabalık mühimsenmeyen faktörlere dönüştüler.

Tataristan'da da durum değişik olmadı ve "Tatar" kimliği konusuna tamamen çözülmüş olarak bakılarak, kesin yargılara varıldı. Aşağıdaki satırlar bu görüşe tipik bir örnek teşkil etmektedir:

„... (Qazan Tatarlannıñ babaları) VI—VII ğasırlarda İdel häm Ural buylarına basıp kergän törki telle qabilälär belän İdelneñ sul yarında Bolğar belän kürşe häm şulay uq törki telle uğız-päçänäk qabiläläreneñ qatlaulı quşılmasınnan ğıybarat bulğan. . ." 20.

Yurtdışında "Tatar" adı: Henüz birinci dünya savaşı patlak vermeden önce Osmanlı Türkiye'sinde de "Tatar" ve "Türk" tartışması ciddi boyutlara ulaşınca tanımış Türkçü ilim adamı Yusuf Akçura bu konuda bir makale yazarak iki tarafi uzlaştırmaya çalıştı 21. Bolşevik ihtilaline müteakip ise Kırım'dan olsun, İdil-Ural bölgesinden olsun yurdışında değişik ülkelere sığınmak zorunda olan aydınlar, genelde kendi ülklerindeki gelişmelerin aksine, uluslarına daha değişik adlar vermeyi tercih ettiler. Kazan Türklerine "Şimal Türkleri" denildiği gibi, İran Türklerine de "Cenup Türkleri" diyenler oldu. Fakat bu tabirler umumun kabulüne mazhar olmadılar 22. Kırımlı aydınlar "Kırım Tatar" tabiri yerine "Kırım Türkleri" tabirini kullanırken 23, Kazanlılar da "Tatar" yerine "Kazan Türkleri" veya "İdil-Ural Türkleri" tabirini tercih ettiler 24. Bunlardan A. Battal-
Taymas yabancı dillerde çıkan makalelerinde de "Kazan Türkleri" tabirini kullanıyordu 25. Bunların bir istisnasını ise belki de ülkesinde dahi meşhur bir yazar ve siyasetçi olarak temayüz etmiş olan Ayaz İshaki (İdilli) teşkil ediyordu ve o ihtilalden önce "Millet Meclisi" tarafindan resmi olarak kullanılan "Türk-Tatar" tabirine sıkıca sarılmıştı 26. Çarlık Rusyası kökenli Tatar aydınlarının Türkiye'de "Tatar" adını tercih etmemelerinin bir nedeni de bu kelimenin Türk halkı arasında genel olarak menfi olarak kullanılması olabilir 27. Fakat gene de Türkiye'de yaşayan bazı Tatar aydınları, yukarıda belirtilen şahıslar kadar kamu oyunda etkili olmasalar da "Tatar" adı üzerinde ısrar ediyorlardı ve bu ısrar aslında muhaciriyette bulunanların çoğunluğunun samim görüşünü aksettiriyordu 28. Bazı Türk araştırmacılar da bu durumu tesbit ederek. Kazan Türkleri aslen su katılmamış Türk olmalanna rağmen, bugün dahi bu ismi (Tatar) inat ile taşırlar, diye şikayet etmişlerdir 29.

Son yıllarda ise, SSCB'deki değişmelerin de etkisi ile Türkiye 'deki Kırım Tatar kökenli yazarların da "Kırım Türkleri" ile birlikte "Kırım Tatarları" tabirini de kullandıklanna şahit oluyoruz 30. "Kazan Türkleri "tabirinin yerine "Tatar Türkleri" veya "Tatar" adlarının kullanılmaya başlanması da hemen hemen aynı zamanlara rastlamaktadır 31. Batılı araştırmacılar da son dönemlerde genelde "Kırım Tatar" ve "Tatar" tabirlerini kullanmakadırlar 32.

"Tatar" adı üzerine tartışmalar: Kırım Tatarları sürgünden anavatana dönmeye henüz bu yıllarda başladıkları için onlarda henüz bu konuda bilimsel veya başka türlü tartışmaların başladığını gösteren emareler yok gibi.

Eski SSCB'deki Kırım Tatarları arasında şimdilik milli ad konusunda Tataristan'dakine benzer her hangi bir tartışmaya şahit değiliz, Rusların onlarla ilgili yayınlarında "Kırım Tatan" tabirini kullandıklarını görmekteyiz 33. Aynca Kırım'da kurulan yarı resmi milli teşkilatın adı da "Kırım Tatar Milli Meclisi" olarak tecil edilmiştir 34. Bu da Kırım'da halkın çoğunluğunun "Kırım Tatar" adım benimseyip, bunu resmi bir ad olarak tescil ettirmek arzusunu göstermektedir.

Ancak Kırım Hanlığının Rus hakimiyeti altına düşmesinden (1783) sonra Dobruca bölgesine (Romanya) yerleşmiş olan Kırım Tatarlarının belli başlı ilim adamları ve yazarları arasında da kendi milli kimliklerine ad verme konusunda tam bir fikir birliğinin mevcut olmadığım görmekteyiz. Bunda Dobruca'da Anadolu kökenli Türk azınlığı ile aslen Kırım kökenli olan Tatar azınlığının ortak kimlik oluşturma gayretlerinden kaynaklandığı da düşünülebilir. Bunun dışında Kırım kökenlilerin de kendilerini "Nogay" alt kimliği ile de belirleyen, Kıpçak gurubuna dahil "Kırım Tatarcası" nı kullananlar ile "Kırım Türk" alt kimliği ile belirleyen, Oğuz gurubuna dahil "Kırım Türkçesi" konuşanlar olmak üzere ayrı guruplarda mütalaa etmelerinin de rolü olabilir. Dolayısıyla da "Dobruca Tatarları" 35, "Romanya Türkleri" 36, "Romanya Nogay-Türk" 37 veya "Türk-Tatar", "Kırım Türkçesi (Tatar lehçesi)", "Dobruca Tatar lehçesi", "Romanya Tatarcası" gibi tabirlerin hepsinin birarada kullanıldığına dahi rastlamaktayız 38. Kimlik adını berlirlemede kültürel olduğu kadar belki siyasi mülahazalar da rol oynamaktadır. Bükreş'te yayınlanan Karadeniz gazetesi kendini "Romanya Türk-Tatar Topluluğunun yayını" olarak takdim etmektedir. Burada kullanılan "Türk-Tatar" tabiri Romanya'daki Anadolu kökenli Türklerle, Kırım kökenli Tatarları mı birleştirmektedir, yoksa Kırım Tatarları kendilerini eskiden kullanılan "Türk-Tatar" adıyla mı ifade etmek istemişlerdir, bu konu pek açık değildir. Ayrıca Romanya'daki Kırım kökenlilerin derneği konumundaki "Romanya Müslüman Tatar Türklerinin Demokratik Birliği" ndeki "Tatar Türkleri" ise bu bölge için oldukça yeni bir ifade olarak ortaya çıkmaktadır.

1990'lara doğru eski SSCB' deki değişim rüzgarları Tataristan'da "Tatar" milli kimliğinin alt kimliklerini araştırma çalışmaların hızlanmasına neden oldu.Böylece Tatar ulusunun değişik boyları olan Mişer, Tipter, 'Kasım Tatarları,' Sibir Tatarları ve Kreşinler hakkında yeni incelemeler ortaya çıktı 39.

Bir yanda bu bilimsel çalışmalar sürerken, diğer yandan "Tatar" adının yanlış olduğunu, bunun Rusların taktığı ve Tatarların aslında eski İdil boyu Bulgar Devletinin varisleri oiarak "Bulgar" adını almaları gerektiği fikrini savunanlar ortaya çıktı. "Bulgar el-Cedid" adlı cemiyevi hareket bu eğilimin en güçlü temsilcisi olarak mücadelesini sertleştirmiş, oldukça etkili basın ve ağız propogandası faaliyetlerini yürütmektedir 40. Bu hareket en büyük desteği tanınmış bir yazar, biyograf olan ve şimdi Tatarıstan İlimler Akademisinin üyesi bulunan Ebrar Kerimull(in)'den buldu. Onun "Tatar" adının milli ad olarak kullanılmasının yanlış olduğunu ileri sürdüğü eseri çok yankı yarattı. Bu eserin çok yüksek tirajlarda başta 1988'de Rusça ve daha sonra 1991'de ise Tatarca olarak yayınlanması da çok ilginçti 41. Onun bilimsel olmaktan ziyade popüler mahiyetteki bu eseri haklı olarak, bir hayli tarihçinin tepkisine sebep oldu. Çünkü "Bulgarcılık" hareketi, zaten milli şuur konusunda hayli zayıflamış olan bir
kısım Tatarın kendisini 1989 nüfus sayımında kendilerini "Bulgar" diye kaydettirmelerine neden olmuş ve böylece az da olsa Tatarların toplam sayıların menfi yönden etkilemişti. Bu tartışmaya katılanlardan biri de, bu yıl kendisini kaybettiğimiz, tanınmış ilim adamı Alfred Halik(ov) idi. O halkın kendi adını belirlemesi konusunda referendum bile yapılmasını teklif etmişti 42. Bu konuyu önce Sovyet döneminde hemen hemen yok edilen milli şuuru canlandırarak hal edilmesini savunanlar çıktı 43. Fakat bu konuda en katı duran, yani halkın öz adının ezelden beri "Tatar" olduğunu iddia eden tarihçi Ravil Fahretdin(ov) oldu 44 . O bu görüşünü geliştirip, tarihi delillerle ispatlalama yoluna gitti ve "Bulgar" adının propogandasını yapan E. Kerimull(in)'i bir nevi cahillikle suçladı 45. Şu anda "Tatarcılık" akımının taraftarlannın gayr-ı resmi yayıncılık imkanları ile çok yüksek tirajlı eserler ortaya koyduklarını görmekteryiz ". Gerçekten de Tatar" etnogenezinde tek bir Bulgar faktörü değil, bilhassa kullanılan dil Tatarcada çok etkili olan Kıpçak faktorünün de kuvvetli olduğu inkar edilemez. Bunun dışında İidil-Ural bölgesine Bulgarlardan önce gelen değişik Türk kavimleri (msl. Hunlar), daha sonra bu yörelerde yerleşen Peçenekler, yerel Fin-Ogur kavimleri veya hatta başka etnik unsurların da karıştığı düşünülebilir. "Tatar" etnogenezindeki ırki veya kavmi komponentlerin oranları antropoloji gibi özel bilim dalları tarafindan tartışılabilir. Ancak milli şuurlanmada dil, tarih, adet örfler gibi objektif faktörlerin yanında, bir topluluğa veya ulusa ait olma hissi gibi sübjektif faktörler de etkili olmaktadır. Bunun cevabını ise her bilim dalı ayrı—ayrı vermeye kalktığı takdirde oldukça yanılgıya düşülecektir. Dolayısıyla ortak bir konsensüs oluşturulması için değişik bilim dallarının ortak paydasını bulmanın dışında çoğunluğun bu konudaki görüş ve fikirlerini tesbit etmek için derin ve şümullü sosyolojik araştırmalar da gerekecektir.

Sonuç : Kısacası Sovyet döneminde milli şuurun bastırılmış olması, milli kimliği belirleyen ad konusunda bazı bilimsel veya popüler tartışmaların yapılmasını engellemişti. Şimdi nisbi bir hürriyetin söz konuşu olduğu BDT'nda etnik topluluklar kendi geçmiş ve adlarını merakla incelemeye başlamış bulunmaktadırlar. Ancak sırf bilimsel çalışmarlarla gerek Kırım gerekse Kazan Tatarlarının etnik adlarını yeniden belirlemenin veya değiştirmenin mümkün olacağını zannetmiyoruz. Çünkü halk kendi kimliğini "Tatar" adıyla açığa vurma eğilimindedir.

Bir dönemler Ruslar tarafindan kötülenen "Tatar " adını artık çok kimse çekinmeden kullanmaktadır ve bilhassa Ruslar ve diğer yabancılarla birlikte yaşamak zorunda olan Kırım ve Kazan Tatarları milli kimliklerini ancak "Tatar" adıyla açıklayabilmektedirler. Tabii ki anavatının dışında yaşayanların bir kısmının kendilerini hala "Kırım Türkleri", "Romanya Tatarları/Türkleri", "(müslüman) Tatar Türkleri", "Kazan Türkleri" veya "İdil-Ural Türkleri"47 gibi tabirlerle kökenlerini belirtmeye devam etmeleri doğaldır. Ancak mühim olan anavatandaki çoğunluğun tercih edeceği addır. Tatarıstan örneğini göz önünde tutarsak burada "Astırahan, Kreşin, Kasım, Sibir, Kırım v.b. Tatarları" bir arada sayma geleneği yerleşmeye başlamıştır. Eski SSCB'de Türki topluluklar birbirlerini kardeşliğini vurgulama ihtiyacını hissetmedikleri veya öyle bir alışkanlıkları olmadığı halde, Kazan Tatarları Kırım Tatarlarını her firsatta anmaya, onları kardeş olarak görmeye başlamışlardır. Bunda ortak bir adın kullanılmasının dışında Kırım ve Kazan arasındaki ortak tarihi bağların da rolü olduğu düşünülebilir. Tabii ki bu konuda akademik tartışmaların kesilmesini bekleyemeyeyiz. Ancak bu konuda son sözün halkın çoğunluğu tarafindan söyleneceğini belirtebiliriz. Görünen şudur ki milli kimlik veya hatta üst kimlik olarak ta "Tatar" adının herhangi bir değişime uğramasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır. Çünkü gerek halkın çoğunluğu ve gerekse bilim adamlarının ekseriyeti "Tatar" adından vazgeçmeyi düşünmemektedir. Hatta yurtdışında yaşayan, dolayısıyla herhangi doğrudan doğru siyasi veya kültürel baskı altında kalmamış olan Kırım ve Kazan Tatarlarının da özel olarak kendi aralannda kökenlerini bu kelime ile ifade etmeleri, "Tatar" adının derin kök saldığının doğal göstergesi durumundadır.

Ancak kimlik sorununun bu topluluklarda milli şuurun güçlendiği nisbette daha kolay çözümlenebileceğim söyleyebiliriz. Çünkü mesela Kırım'ın çöl kısmından veya başka bir ifade ile "Nogay"diye adlandırılan Kıpçak anadiline bağlı zümreler "Tatar" adını benimserken, yalı boyundan olanları kendilerini "Kırım Türkü" diye ifade etmektedirler 48. Ancak Rus kaynaklarında olduğu kadar Osmanlı kaynakları da onlara her zaman Tatar adı ile anmışlardır. Dolayısıyla Türkiye'de ekseriyet "Tatar" adını duyunca Kırım Tatarlarını düşünmektedir.

"Tatar" adının benimsenmesinin bir nedeni de Osmanlı harabeleri üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlanna resmen Türk adını vermesi ve dolayısıyla bu coğrafya içinde oluşan yeni ulusun da "Türk" olarak tescil edilmesi idi. Böylece önceden soybirliğini belirten "Türk" adı artık ekseriyeti Anadolu'da yaşayan, Osmanlının varisi bir ulusun özel adına dönüşmüş oldu. Zaten Türkiye'de de "Türk" kelimesi batıdaki bilimsel çalışmalardan etkilenerek ancak XIX. y.y.'da kullanılmaya, Abdülhamid II'nin son döneminde etkisini göstermeye başlamıştı 49. Dolayısıyla sovyet döneminde uluslaşma süreci başlayınca, zaten Türk adını kullanmayan değişik Türk toplulukları Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen v.b. gibi isimlerle tarih sahnesine çıktılar. SSCB'nin dağılması ve neticede bu Türk topluluklannın bir haylisinin kendi milli kimliklerini belirten adlarla kurulan bağımsız cumhuriyetlere kavuşmalarının sonunda, bazı iddialara göre bunların suni olarak takılmış olmasına rağmen, bu adlara sıkıca sarılarak, kendilerini bu ulus adları ile özleştirmektedirler. Soybirliğini ise, Türkiye'de genelde resmi olarak red edilen "Türki" (Türki halklar veya Türki dilli halklar) kelimesi ile ifade ettikleri için "Türk" adını Anadolu'da yaşayan soydaşlarına has özel bir ulus adı olarak kabul ettiler. Bu siyasi ve külturel gelişmeler çerçevesinde, zaten eskiden beri mevcut olan "Tatar" adı da soydaşlarından ayrı özelliklere sahip olan bir ulusun özel adı olarak daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #3
kambis - avatarı
Ziyaretçi
18 MAYIS 1944 KIRIM TÜRKLERİ’NİN TOPYEKÛN SÜRGÜN VE SOYKIRIM GÜNÜ

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Pek çoğumuzun ‘Tatarlar’ olarak andığı Kırım Türkleri, bu günkü Kırım topraklarına, 9. ve 10. yüzyılda gelmeye başladılar. O tarihlerde ‘Kıpçaklar’ olarak biliniyorlardı. Rus kaynaklarındaki isimleri ‘Kumanlar’ idi. Kıpçaklar, savaşçı insanlar olmakla birlikte, kalıcı devlet kuramadılar. Genel olarak, birlikte oldukları milletlerin yönetimlerinde yaşadılar ve onların kültürlerini benimsediler. 12. yüzyılın sonlarına doğru, tarih kitaplarımızda ‘Altınordu’ olarak geçen, gerçek adı Altın Orda olan devletin temelleri atıldı. 1238 yılına gelindiğinde Batu Han devletin hâkimi olmuştu. Devletin halkı, Kıpçak Türkleri’nden oluşuyordu. Batu Han’ın kardeşi Berke Han Müslümanlığı kabul edince Kıpçaklar, kültürel bir değişim yaşadılar. Bu değişimin sonunda ‘Kırım Türkleri’ denilen millet oluştu. Altınordu Devleti, son hakanları Toktamış Han zamanında, Emir Timur’a yenilince güç kaybetti. 1419 yılında tarih sahnesinden tamamen silindi. Yerine birkaç hanlık kuruldu. Bunlardan biri, 1441 yılında Hacı Giray’ın kurucusu olduğu Kırım Hanlığı’dır. Hacı Giray Han, 1454 yılında, Osmanlı Devleti’nin askerî desteği ile, kendilerini rahatsız eden Cenevizliler’i yendi. Böylece Osmanlı Devleti – Kırım Hanlığı ilişkisi başladı. İkinci Kırım Hanı Mengli Giray döneminde Kırım, Osmanlı Devleti’nin himayesine girdi. Himaye 300 yıl devam etti.



Rusya’nın gelişme politikalarını uygulamaya koyduğu dönemlerde Kırım’da taht kavgaları başlamıştı. Osmanlı Devleti de güç kaybediyordu. Olaylar aynı tarih dilimine denk geldi. 1768 – 1774 Osmanlı Rus Savaşları yaşandı ve 21 Temmuz 1774 tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşmaya göre Kırım, Osmanlı’dan kopartıldı, bağımsızlaştırılarak Rusya’nın kolayca yutabileceği bir lokma haline getirildi. Ruslar, Kırım’daki taht kavgalarını körükleyerek iç savaş haline dönüştürdüler. Bu sebeple Kırım Türkleri’nin bir bölümü, 1778 yılında, ‘Ak Topraklar’ dedikleri Osmanlı yönetimindeki bölgelere göç etmeye başladılar. Yerlerine, 75.000 Rus köylüsü yerleştirildi. 8 Nisan 1783 tarihinde Rus Generali Potemkin komutasındaki Kızıl Ordu, Kırım’ı işgal etti. Lokma, yutulmuştu. Kırım, Rusya’nın bir vilâyeti haline getirildi. Kırım Türkleri’nden bir bölümü daha Ak Topraklar’a doğru yola çıktı. 1783 – 1800 yılları arasında 500.000 kişi yurdunu terk etti. Ayrılanlar, toplam nüfusun % 35’i idi. Göçler, 1800’lü yıllar boyunca hep devam etti. Sayı, 1,5 milyona ulaşmıştı. 1900’lü yılların başında, yarımadada kalan Kırım Türkleri’nin sayısı, 300.000 olarak tahmin ediliyor.



İkinci Dünya Savaşı yılları, Kırım Türkleri için acılarla dolu olarak geçti.



SÜRGÜN KARARI VE UYGULANMASI


Savaş sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) Devlet Başkanı Stalin, Kırım Türkleri’nin savaş sırasında Almanlarla işbirliği yaptığını iddia ederek top yekûn sürgüne gönderilmesini emretti. Emir, 18 Mayıs 1944 gecesi Kırım Türkleri’ne iletildi. İki saat içerisinde, evlerinden hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları köyün – kasabanın – şehrin meydanında toplanmaları isteniliyordu. Evini terk etmek istemeyenler zorla götürüldü. Direnenler, dipçik darbeleriyle hemen oracıkta öldürüldü. Çığlıklarla inleyen gökyüzünün karanlığını delmeye çalışan güneş, kana bulanmış Kırım topraklarına ilk ışıklarını gönderirken, 423.100 kişiden oluşan Kırım Türkleri, hayvan taşınmasında kullanılan tren vagonlarına, âdeta istif eder gibi yerleştirildiler. Vagonlara doldurulanların 57.000’i 0–5 yaş arası çocuk, 68.000’i ise 60’ın üzerinde yaşlı insanlardı.



Ertesi gün, Arabat bölgesinde bir köyde, 150 civarında Türk’ün unutulduğu anlaşıldı. Haber Stalin’e ulaştırıldığında emir verdi: ‘Bunların işini 24 saat içerisinde bitirin !’ Emir yerine getirildi: Bebek, ihtiyar ve genç... köy halkı, küçücük bir tekneye dolduruldu. Tekne, kıyıdan bir-kaç mil açılınca batırıldı. Karadeniz’in hırçın dalgaları soydaşlarımıza mezar oldu. Türkler’le birlikte Kırım’da yaşayan Musevî dinine mensup Türkler ile aynı dine mensup Yahudiler de sürgün edildiler. Çünkü bu iki gruba mensup insanlar, Tırım Türkleri ile iyi ilişkiler içerisinde idiler.



Yapılan işlem, Kırım Türkleri’ni yok etme politikasının, o günün öncesinde ve sonrasında, tarihin yazmadığı bir vahşetle uygulanması idi. Bir aydan fazla süren yolculuk sırasında, kimsenin vagonlardan inmesine asla izin verilmedi. Her türlü ihtiyaçlar, vagon içerisinde karşılanıyordu. Ölenlerin cesetleri kokmaya başlayıp esasen zor teneffüs edilen hava, tehlikeli ölçüde zehirlenince, pencerelerden rast gele atılıyordu. Yolculuk sırasında 195.371 kişi öldü.



Trenler; Kabartay, Sibirya, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’da yolcularını boşalttılar. Özbekistan’a gelenler, daha önceden hazırlanmış ve tembihlenmiş Özbek Türkleri tarafından taşlandı. Yaralananlar ve ölenler oldu. Hayatta kalmayı başarabilenlerin % 3’ü, çok kötü şartlar altındaki hayata dayanamadı. Açlık, sıtma, verem ve diğer hastalıklar sebebiyle ilk altı ay içerisinde öldü. Geri kalanlar, farklı iklim şartlarındaki sürgün bölgelerinde can, mal ve kültürel değerlerini korumaları engellenerek âdeta açık hava hapishanesi şartlarında yaşamaya mahkûm edildiler.



Kırım Türkleri, 1956 yılına kadar zor şartlar altında hayatta kalmak için uğraş verdiler. Bulundukları yerleşim alanının dışına çıkmaları yasaktı. Eğitim görmeleri engelleniyor, kültürlerini korumalarına izin verilmiyordu. Kırım şivesiyle konuşanlar, şarkı-türkü söyleyenler cezalandırılıyordu.



1956 yılında Krusçev, Stalin dönemini karalama kampanyası başlattı. Bu kampanya ile Kırım Türkleri, rahat nefes alma imkânı bulabildiler. Kültürel organizasyonlarına ve eğitim görmelerine izin verildi. Bu yumuşamadan cesaret alan Kırım Türkleri, vatana dönmek istediklerini ilgililere duyurmaya başladılar, Kremlin’e temsilciler gönderdiler. 1960’lara gelindiğinde sürgündeki Kırım Türkleri’nin millî mücadelesi, firesiz bir kitle hareketine dönüşmüştü. Miting ve protesto toplantıları düzenlendi. Toplantılara katılanlar ağır şekilde cezalandırıldı. 23 Nisan 1978 günü Musa Mahmut isimli bir Türk, soydaşlarına yapılan haksızlığı protesto etmek için kendisini yakarak intihar etti. Kırım Türkleri’nin efsaneleşen lideri Abdülcemil Mustafa Kırımoğlu hapse mahkûm edildi.



6 Temmuz 1987’de başlayıp 5 Ağustos 1987’ye kadar devam eden Moskova gösterilerinden sonra, SSCB yönetimi, Kırım Türkleri’nin vatana ihanet suçlarını kaldırdı. Yine de dönüş izni vermedi.



VATANA DÖNÜŞ



Beklenen izin 1990 yılının Temmuz ayında çıktı. Kırım Türkleri’nden bir grup, 2-3 ay süren çileli yolculuktan sonra ata yurduna döndü. 1944’e ayrılırken üzerlerindeki elbiselerden ve gönüllerindeki vatan aşkından başka hiçbir şeyleri yoktu. Dönüşte; ceplerinde diplomaları, altlarında arabaları, cüzdanlarında az veya çokça bir paraları vardı. Kimi inşaat mühendisi, kimi doktor, kimi müzisyen olarak meslek sahibi olmuştu. Vatana döndükten sonra aylarca naylondan yapılmış çadırlarda yaşadılar. İmkânı olanlar kendi evlerini kendileri inşa ettiler. Olmayanlar, zor şartlar altında, fakat vatanda olmanın huzuru içerisinde yaşamaya çalışıyorlar.

Sürgünden dönenlerin sayısı 260.000 civarında. Daha bir o kadarı dönüş izni bekliyor, imkân arıyor.

Ukrayna Cumhuriyetine bağlı, 30.000 kilometrekarelik alana sahip Kırım Muhtar Cumhuriyeti’nde 2.600.000 insan yaşıyor. Etnik dağılım şöyle: Ruslar: % 67, Ukraynalılar: % 22, Kırım Türkleri: % 10 orana sahip. Yarımadada 30.000 Yahudi, 5.000 Ermeni, 2.500 Alman, 1.500 Bulgar, 800 Karaim (Yahudi dinine mensup Türk) ve 500 Kırımçak (İsrail Yahudi’si) yaşıyor.

Ruslar, Kırım’ın Rusya’nın bir vilâyeti olması için çalışıyorlar. Ukraynalılar, Türkler ve diğerleri tam bağımsızlık veya mevcut statünün devamından yana görüş bildiriyorlar.

Kırım, Rusya ve Ukrayna kıskacında huzursuz günler yaşıyor.

Sürgündeki son Kırım Türkü anayurduna dönmeden, Kırım’ın gelecekteki statüsünü belirlemek huzursuzlukları artırır.

Kırım’da, sürgünde yaşayan Kırım Türkleri; büyük önderleri Gaspıralı İsmail Bey’in söylemi ile: “Dilde, fikirde ve işte birlik” sağlayabilirlerse, arzuladıkları çözüme kolay ve tez ulaşabilirler.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Ekim 2006       Mesaj #4
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ukrayna’daki Kırım Tatarları: Tarihe Bir Bakış
Yuri Romanenko, Aleksey Dremov
Kırım TatarlarıBirçok gözlemcinin fikrine göre Kırım, potansiyel olarak Ukrayna’nın “sıcak” bölgesidir. Böyle olumsuz senaryonun nedeni Kırım’da Kırım Tatarlarının yaşamasıdır. Kırım’da yaşayan Kırım Tatar nüfusunun hızlı bir şekilde artması, Kırım Tatarlarının sosyal yapılarının içe kapanık olması, Tatarların Türkiye ve diğer Müslüman ülkeleri ile akrabalık bağlarının olması, bazı Ukraynalı siyasetçilere göre zamanla Ukrayna’da bir Kosova benzeri bir ihtilafın çıkmasına neden olacak. Bu yazıda bu tür tahminlerin ne derece esaslı olup olmadığı ve Kırım Tatarlarının gerçekten Ukrayna toplumunda “yabancı” olup olmadıkları sorusuna cevap bulmaya çalışacağım.
“Tatar” ve “Kırım Tatarları” sözcüklerinin etimolojisi aynıdır, buna rağmen bu iki sözcükle özdeşleştiren halklar arasında fark vardır. Kırım Tatar milletinin oluşmasına sadece Türkler (Batı ve Doğu Kıpçak kabileleri ve kendine Kıpçak adını veren diğer Türk kabileleri) değil, geçmişte Kırım’ın ormanlık ve dağlık bölgelerinde ve Güzey Sahil’de yaşayan Bizanslılar, Alanlar ve Gotların torunları da katkıda bulunmuştur.

XIII-XV asırlarda Kırım Tatar halkının - veya kendilerine verdikleri ismi kullanacak olursak- Kırımlıların bir millet olarak oluşma süreci devam etti. 1443 yılında Hacı Giray Han, rakiplerini yendikten sonra, Kırım yarımadası, Karadeniz düzlükleri ve Taman yarımadasının dahil olduğu Kırım Hanlığı’nı kuruyor. Fakat, bağımsızlık uzun sürmedi, 30 sonra hızlı bir şekilde genişleyen Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı’nı kendi vassalı haline getiriyor.

Buna rağmen, Kırım Hanlığı, oldukça bağımsızdı ve XVIII. yüzyıla kadar 100 bine kadar asker çıkartabilecek askeri açıdan güçlü bir oluşumdu. XVIII. asrın başında, Kırım Hanlığı, derin bir devlet krizine giriyor. Güç kazanan Rus İmparatorluğu’nun yanında Kırım Hanlığı’nın ekonomisi ve sosyal yapısının rekabet güçü gittikçe azalıyordu. Sonuç olarak 1771 yılında, Rusya Kırım Hanlığı’nı zapt ediyor, 1783 yılında ise Kırım Hanlığı tamamen Rus İmparatorluğu’na dahil ediliyor. Yarımadanın işgal edilmesi, Kırım’da yaşayanların kitle halinde göç etmesine neden oldu. 1778 yılında Rus Çariçesi II. Katerina hükümeti, Kırım’a 31 000 Hıristiyanı (Rum ve Ermeniler) getirip Azak eyaletine yerleştiriyor. Bundan sonra Kırım Tatarları kitle halinde Türkiye’ye göç etmeye başlıyor. Bazı kaynaklara göre, XVIII. asrın sonunda Kırım’dan 80 ile 300 bin arasında insan Kırım’dan göç etmiştir. 1795 yılında yapılan nüfus sayımı, Kırım’da 157 bine yakın kişinin yaşadığını, bunların içinden 126 binin Kırım Tatarı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Din politikasına karışmayarak, Rusya, aktif bir şekilde Kırım Tatar soylu tabakasını Rusya’nın sosyal yapısına dahil ediyordu. Rusya’da son derece ünlü insanların dedelerinin Kırım Tatar asıllı olup, söz ettiğimiz devirde Rus asilzadesi statüsünü aldıkları herkesçe bilinir. Örneğin, Gavrila Dlerjavin, Lev Tolstoy, Fedor Dostoyevskiy, Aleksandr Kuprin, Anna Ahmatova gibi isimlerin kökleri sırası ile Narbek, İdris, Çelebi, Tugan Baran, Çağatay ailelerinden gelmektedir.

Rusya’nın Kırım’daki sömürgeci politikası meyvelerini verdi ve zamanla Kuzey Karadeniz bölgesinde yaşayan nüfusun etnik yapısı değişmiş oldu. XIX. yüzyılın sonuna doğru, yarımadada yaşayan nüfus 315 bine çıktı. 1853-1856 Kırım Savaşı, Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgasına neden oldu. İstatistiklere göre, 1863 senesinin sonuna kadar Kırım’dan Türkiye’ye 200 bin kişi göç etti. Fakat Sevastopol’a kadar döşenen demiryolu ve XIX. asrın sonunda Rusya’da başlayan ekonomik hareketlenme yeni Kırım’a yeni insanların gelmesini teşvik etti. Bu nedenlerle, XX. yüzyılın başında Kırım’daki demografik yapı tamamıyla değişerek, burada yaşayan Kırım Tatar sayısı 188 binden fazla değildi.
II. Dünya Savaşı başladığında, Kırım’daki demografik durum istikrarlı hale gelmişti. O dönemde Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde 1 126 529 kişi yaşamakta olup, milliyet olarak dağılım aşağıdaki gibiydi.

Milliyeti Sayı (1939 Sayımına göre) Toplama göre yüzdesi
Ruslar 558 481 49,5
Kırım Tatarları 218 879 19,4
Ukraynalılar 154 123 13.7
Yahudiler 65 452 5,8
Almanlar 51 299 4,6
Yunanlar 20 652 1,8
Bulgarlar 15 344 1,4
Ermeniler 12 923 1,1
Diğerleri 29 276 2,7

Fakat savaş, yarımadadaki demografik dengesini değiştirdi. Kırım Alman birliklerinden arındırıldıktan sonra, Stalin Almanlarla işbirliği suçlaması ile yarımadadaki tüm Kırım Tatarlarını sürgüne gönderme kararını alıyor.

Stalin’in emri ile 18 Mayıs 1944’te sürgün başladı. Operasyonun yapılmasına sadece 60 saat harcandı. Bu zaman içinde 187859 kişi, 71 trene doldurularak Kırım’dan çıkarıldı. Bunun dışında 5 000’e yakın Kırım Tatarı, kömür ve turba ocaklarında çalıştırılmak üzere, “Moskovugol” trastına verildi.

Sürgüne edilenlerin %70’i Özbekistan’a gönderilmişti. Kalanlar Mari Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Rusya’nın Gorki, Sverdlov ve Kostroma bölgelerine götürüldü. Sürgün edilenlerin çoğunluğunu yaşlı, çocuk ve kadınlar oluşturuyordu. Cephelere, ordudan Kırım Tatarlarını çıkararak, kamplara gönderme emri gönderildi. Askerdekilerle birlikte, sürgün edilen Kırım Tatarlarının sayısı 200 bini aştı. Savaş yılları içerisinde Alman, Rum, Bulgar vs. ile birlikte Kırım’dan 300 binden fazla insan sürgün edildi.
Sürgün ve savaş kayıpları neticesinde Kırım’daki muazzam nüfus azalmasını telafi etmek amacı ile 1940-1970’li yılları arasında Rusya ve Ukrayna’nın çeşitli bölgelerinden organize bir şekilde insan getirilmeye başladı.

Böylece, Kırım’da XX. asrın ikinci yarısında SSCB yönetimi tarafından planlı bir şekilde bugün Kırım Tatar problemi olarak bildiğimiz problemin temeli atılıyordu. SSCB’de dağılma süreci başlayıp, Kırım Tatarları Kırım’a dönmeye başladığında milli zeminde gerginlik için gerekli olan temel hazırdı.

Sürgün yerlerinde yaşayan Kırım Tatarları için uygulanan rejimin yumuşatılması doğrultusundaki teklifler, Stalin’in ölmesinin hemen ardından gelmeye başlamıştı. 1954 yılında SSCB Bakanlar Kurulu kararı ile sürgün yerlerindeki 16 yaşından küçük çocuklar ve talebeler, 1955 yılında ise Komünist Partisi üyeleri, savaş gazileri ile özürlüler sicilden çıkarılmıştı. İdari gözetim altında yaşayan Kırım Tatarlarının tamamen gözetim altından çıkarılması 1956 yılında gerçekleşti. Gerçi, Vatan’a ihanet suçlaması ve Kırım’a dönme yasağı geçerli bırakılmıştı. Uzun yıllar SSCB Komünist Partisi ve devlet yönetimi çeşitli bahanelerle Kırım Tatarlarının Vatan’a dönmesini engelledi. Bu arada, sürgün edilen diğer halklar konusunda benzer yasaklar kaldırılmıştı.

Moskova’daki adamlar, Kırım Tatarlarının dil, din ve kültür olarak nispeten yakın olan Orta Asya’daki nüfus arasında zamanla asimile olacağını umuyorlardı. Fakat bu beklentiler boş çıktı, Kırım Tatarları sosyal yapıları ve kültürlerini muhafaza edebildiler.

1980’li yılların ortalarından itibaren, Kırım Tatarlarının izinsiz olarak Vatan’a dönüş süreci başladı. Bu sürecin başlamasının nedeni, bir taraftan yönetimin Kırım Tatar problemini çözmek istememesi, diğer taraftan ise, dönüş sürecinin uzatılmasına olan tepki idi. Esasında, izinsiz dönüş, bir protesto eylemi olarak başlamıştı. Zamanla, dönüş, yarımadadaki Kırım Tatarlarının sayısının çok artmasına yol açtı. Örneğin, 1988 – 1992 yılları arasında Kırım’daki Kırım Tatar nüfusu 9 kat arttı.

Kırım Tatarlarının hızlı bir şekilde dönüşü, Kırım’daki idareciler için ciddi problemlere yol açtı. Kırım bu problemlere hazır değildi. Kırım Tatarlarının dönüş ve yerleşme sürecini yasal çerçeveye sokan gerekeli mevzuatın olmaması, Vatan’a dönen Kırım Tatarlarını izinsiz miting yapma, yol kapatma ve izinsiz arsa işgal etme eylemlerine itiyordu.

Diğer taraftan dönüş sürecinin organizasyonsuz gerçekleşmesi, münferit aşırı milliyetçilik olayları, Kırım Tatarları ile onlarca yıldan beri zihinlerine işlenen eski imajlardan hala kurtulamayan yerli halk arasındaki güvensizliğe yol açıyordu. Almanlarla işbirliği yapan Kırım Tatarı imajı, çok geniş çaplı yayılmıştı ve bu milli zemindeki istikrarsızlığa yol açıyordu..
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
8 Ekim 2006       Mesaj #5
kambis - avatarı
Ziyaretçi
tatarca şiirler


TEPREŞ

Ismail Ziyaeddin (1912 - 1996)
Hawa arüw! Kök masmawı!
Murfatlar’nıñ yeşíl tawı
Bügün köp müsafír bekliy;
Kelgenlerní bek aybetliy.
Pítmiy kelgenlerníñ artı;
Erkek-kadın, caşı kartı,
Alem cawa ta’ sabadan,
Er köyden, er kasabadan…
Atlarıman şalım satıp
Uzaktan kamçı patlatıp,
Arabalar, katolaylar,
Cuwurtıp kelíp toktaylar
…Parlay katranlı kamıtlar!
Köpírgen awuzlı atlar
Bírbírsín köríp kíşniyler,
Awuzlıkların tíşliler.
Arabadan atlap tüşüp,
Kızlar aytalar külüşüp:
“Şükür cettík awdarılmay,
Bír korktım, bílseñ canım ay!”
Cañı kelgenlerní emen,
“Kaysı köyden, kímler eken
Bar m-eken tanış-bílgenler”
Dep, sara erten kelgenler…
Erkez tanış-kısım karay
“Falan köy kayda?” dep soray
Taba kısım-akrabasın,
Anda tarta arabasın.
Garada deseñ, ertenden
Berí kelgen erbír trenden
Kasabalılar kuyula…
Tepreş ekení tuyula!
Allegím soyları ele,
Otomobil tutup kele
Köylí atıman kopaysa,
O da bonı bíle, aysa!
*
Kuşluk vaktında taw toldı
Erkez yerín tabıp boldı;
Erbír terekníñ kölgesí
Bír korantanıñ bölgesí
Pítken soñra köríşmeler
Koş-keldí, kol öbíşmeler,
Caşlar gezmege keteler
Kartlar kalıp siyreteler.
…Bala-şaga deseñ ep şay
Üyken bayram küní yaşay;
Cuwurşalar oynaşalar
Kımırskaday kaynaşalar…
Yeşíl taw ta’ bek yeşerdí!
En güzel kílímín serdí;
Şeşekler de közín aşa,
Bonday köp halk köríp şaşa!
Kiyímlerde türlí renkler
Şeşeklerínkíne denkler:
Allı, yeşíllí m-ístiysın
Menewşe morı mı diysin,
Sarı, pembe, mawı, biyaz…
Epsín saymaga söz bek az!
Tılsımlı ipekten derler,
Onday íşlengen anterler.
Köstergen er kız ünerín!
Boş keşírmegen künlerín
Özlerí dülber mí dülber,
Sanke aşkan bírer güller;
Geníş eteklí kaftanlar,
Caltırawuk kılaptanlar
Sırma tellí başörtüler…
Canım, aynıñ öndörtíler!
O kadar da şenlík bar ke,
Bír masal dünyası sanke!
Külümsíriy kökte küneş
O da anlay: bügün tepreş!
Caşlar salıncak kuralar,
Kızlar tízílşíp turalar,
“Aydí endí sıra mením!
Yetmiy mi şo beklegením?!”
Başkaları top oynaylar,
Yorılmaylar, toymaylar.
Bír talayı deseñ şıñlay
Eşítkenler toktap tıñlay
Ana, bír de dawul-zurna
“Şık ortaga karap turma!”
O, ekí kere ayttırmay
Şıga sırasın aldırtmay.
“Ama tartılıñız bíraz,
Bo tar yerde oyın bolmaz!”
Alem tartıla, iteşe,
Dawul sesí kulak teşe!
Ortada yer yasalganman
“Anadan öksíz kalganman”
Dep başlay o awur soyın,
Soñra kele cengíl oyın.
Pítmiy endí o’ñ arkası…
Cuwurup şıga başkası,
Kollarını köteregoya…
Oynaylar bír toya toya
Yetmíş beşlík Ümer akay
Yerínde raat turalmay.
Kart bolsa da o da coştı
Barıp caşlarga baş koştı!
Ayşe’ttay onı şakıra
“Alcıdıñ mı?” dep bakıra,
“Caş-cawkanıñ arasında
Saga ne bar? Otır mında!”
*
Üyle vaktı boldı endí
Alay kalk aşka beslendí.
Sofra bezlerí cayıla,
Tabak, fílcanlar sayıla.
Caşlar oyından bıkmaylar,
Sofraga eş aşıkmaylar;
Onlarnı ta’ kíşkeneler
Ketíp şakırıp keleler.
Kün-evelden azírlengen
Şıpman tolı zembíllerden
Şıgaralar apakaylar,
Maylı maylı kalakaylar!
Cantık, kírde, sarburmalar,
Köbeteler, kawurmalar,
Kızargan tawuklar… bol-bol,
Aşap pítírecek sen bol!
Aştan soñra kave de bar,
Tíryakiy bolatan kartlar;
Etmiy bolmazlar adetín:
Bírer kave, bírer letín!
*
Köp kalmadı kün batmaga,
Alem başladı kaytmaga;
Caşlar ístemese bíle,
Arabalar ep cegíle.
Tamam şímdí kaytacakta,
“Sawlıkman kal” aytacakta
Ta’ bek pítmiy tatlı sözler,
Yaşara bírtakım közler.
Bar ama er şiyníñ sonı!
Caşlar anlamaylar bonı:
Íster köp otır, íster az,
Maabetke toyım bolmaz…
Bírbírsíne komşı köyler
Sıra sıra tízíleler,
Sawlık aytıp oñga solga
Barabar şıgalar colga.
“- Sawlıkman kal Acíkerím!
- Sawlıkman bar, cancígerím!
- Endí künlerímíz cetse,
Kelecekke, kısmet etse!”…
Ehe, törem, kelecekke,
Alla bílír kaş şeşekke
Dewlet kuşı kelíp konar!
Cawşılarıñ ne íşí bar?
Bügün ayrı arabaman
Kelgen kaş kız, kaş delíkan
Belkí senege kím bílír,
Bír araba cegíp kelír!
KETME BALAM AYIPTIR

Anay kızına ayta:
Şaytan üyí, canım kızım, mektep degen egerek,
Aslı canım, kız balaga okuw-yazuw ne kerek?
Kalemge kâtka yazık, bír köpten köp tögerek,
Özíde tap Akmescit'te, köyímízge bek erek.
Bo yıl şonda ketme kızım, anaycıgıñ cılatıp,
Binlermen para masrap etíp, babañnın cebín suwaltıp.
Otır üyde, kur keryañnı ketenlerıñ agartıp,
Aytkanımdan şıkma balam kalkka yüzüm kızartıp.
Saga baksan sen okuwnı uşatasın söretke,
Cimnastik diy, saglamlık diy, tırmaşasın terekke.
Vazgeş balam, küníñní coytma bo kereksíz tílekke,
Bízler sení nışanladık bek zengín bír erekke.
Üstüñdekí kiygen urbañ bír marışke kaptanı,
Söret yasap keşíresín aynı yılnı aptanı.
Msn Coolak Tanrım! bızıldı da kızlarımız erímíz,
Yarın akret küní yoktır, bízím catar cerímíz.
Kız anasına cewap bere:
Ah... yesírlík devrínín kul kurbanı anayım,
Seníñ íşín cennemde otlarga men canayım.
Yanlışasız, aldanasız, kucır laplar aytasız,
Zemanení anlamaysız yüz yıl artka kaytasız.
Bezdíresíz sízler mení şo nışanlauw sözímen,
Menlígímní satacaksız üş beş nagış bezímen.
Eş bíríñíz karamaysız maga süygí közímen,
Ketme kızım deb aytasız aslı kímnıñ yüzímen?
Men ketermen ayt babamga, pötígím yok o alsın,
Bonday eskí bílgílerní cıyıp cebíne salsın.
Zemanení babam endí anlamalı bílmelí,
Síz anaylar nafle agızgan köz yaşların sílmelí.
Bílesíz mí anay, bíz ne künnerde yaşaymız,
Aksız yerge kul etíle, nafle kötek aşaymız.
Curtımıznıñ ötmegínden el ecnebí tok bola,
Bízlerdekí cígítlíkler bír sebepsíz cok bola.
Ömürímníñ son künneşík okıycakman anayım,
Men ketenní mektebímde tokıycakman anayım.
Bolsa mením nışan toyım mektep íşínde bolsın,
Bo turışım, gür genşlígím, bílgí ogrında solsın.
Okuw üşín beş kıtanı cayaw cürüp şıgarman,
Cayíllíkní, aksızlıknı temelínden cıgarman.
Anayşıgım okımaga ketecekmen ketecek,
Bo Kırım'nı bír top şeşek etecekmen etecek.
Yazgan: Hamdi Giray(bay) 1901-1930
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
18 Mayıs 2007       Mesaj #6
kambis - avatarı
Ziyaretçi
18
Mayıs 1944'te Kırım Tatarları binlerce yıllık vatanları Kırım'dan sürüldüler.





2.dünya savaşının sürdüğü günlerde Stalin'in emriyle ve düşmanla işbirliği
yaptıkları iddiasıyla çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden bütün bir millet
Orta Asya'ya ve Sibirya'ya sürgüne gönderildi.



Onbinlerce
kişi hayvan vagonlarına dolduruldu.



Kırım
Tatarları 1 ay süren yolculukta ve takip eden günlerde nüfuslarının
%46,2sini kaybettiler.



Hayatta
kalabilenler toplama ve çalışma kamplarına tıkıldılar.



Yerli
halka sürgünlerin tek gözlü, boynuzlu ve insan yiyen vatan haini
yaratıklar oldukları şeklinde propaganda yapıldı.



Vatan
Kırım'a dönüş yasaklandı.



Boşatılan
Kırım'a Rus yerleşimciler iskan edildi.



Demokratik
yöntemlerle sürdürülen uzun ve çetin mücadeleler neticesinde Vatan Kırım'a
kısmen dönüş sağlandı. Halen yaklaşık 200.000 Kırım Tatarı sürgün
edildikleri bölgelerden vatanlarına dönmeye çalışıyorlar.




---------------------------





18
Mayıs 2007 Kırım Tatar Türklerinin Vatanları Kırımdan sürgüne gönderilmesinin
63. yılıdır.




18
Mayıs 1944 tarihinde Sovyetler Birliği'nin en acımasız Diktatörü Stalin'in emri
ile bir gecede 400 bin Kırım Türkü, Almanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle
vatanları Kırım'dan Orta Asya ve Sibirya ya sürgüne gönderilmişlerdir.




Bu
ölüm yolculuğunda Kırım Türklerinin yarısı açlık ve susuzluk sebebiyle yollarda
ölmüştür. Ölenlerin büyük çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuktur.




Kırım
Tatar Türklerinin vatanları Kırımdan sürgün edilmesi, bir soykırımdır ve
insanlık suçudur.Tarihte gerçekleşmemiş sözde Ermeni soykırımını siyasi
baskılarla Türkiye ye kabul ettirmek isteyen batılı ülkeler, acaba neden Kırım
Tatar Türklerinin sürgüne gönderildiğini hatırlamak istememektedirler?




Neden
ABD Başkanı Bush her 24 Nisanda Ermeni tehcirini değinmektedir de, hür dünyanın
gözü önünde gerçekleşen sürgünü yok saymaktadır?




Demokrasi
ve insan haklarının çağdaş ve uygar ülkeler de büyük önem kazandığı günümüz
küresel dünyasında insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerin çağdaş dünyadan
soyutlanması kaçınılmazdır.




Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, Ukrayna vatandaşı olan Kırım Türkelerinin de
haklarını koruyan uluslar arası bir hukuk belgesidir. Kırım Tatar Türkleri
anavatanları Kırım'dan Ukrayna vatandaşı olarak insanca yaşamak kendi kültür,
dil ve geleneklerini koruma haklarını sahip olmalıdırlar.




9.
Cumhurbaşkanımız Süleyman DEMİREL'in Kırımı ziyaretin de söylemiş olduğu sözler
aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Bundan sonrada koruyacaktır:




"
TARİHİN KARANLIK DÖNEMİNDE ZORLA, YAŞADIKLARI TOPRAKLARDAN KOPARILMIŞ OLAN
KIRIM TATARLARININ YENİDEN ANAYURTLARINA DÖNMELERİ, DEMOKRASİ VE HUKUKUN
ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KÜRESEL BİR MUTABAKATA DÖNÜŞTÜĞÜ ZAMANIMIZIN RUHUNA UYGUN BİR
TARİHİ GELİŞMEDİR."




1944
sürgün gerçeğini yeni nesillere aktaralım, bu insanlık ayıbını unutmayalım,
unutturmayalım.

Benzer Konular

15 Aralık 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
8 Nisan 2018 / Mystic@L Osmanlı İmparatorluğu
14 Haziran 2013 / BYAYD SPEOPLE Türk ve İslam Dünyası
14 Haziran 2013 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
15 Aralık 2009 / BiRuMuT Edebiyat tr