Arama

Türk Medeniyetinin Temelleri

Güncelleme: 23 Kasım 2006 Gösterim: 20.499 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk Medeniyeti'nin Temelleri

Sponsorlu Bağlantılar
Orta Asya’daki tarihi vesikalara dayanan ilk Türk devleti Büyük Hun İmparatorluğu'dur. Bu devletin kuruluşu Roma İmparatorluğu ile aynı döneme rastlar.
Tarihi vesikalara dayanan ilk Türk devleti Büyük Hun İmparatorluğundan sonra Türkler Türkiye Cumhuriyeti forsunda da yer aldığı üzere 16 büyük İmparatorluk kurdular.

Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız, tarihteki 16 büyük Türk imparatorluğunu, ortadaki güneş ise Türkiye Cumhuriyeti'ni simgeler.

Ad:  x.PNG
Gösterim: 2400
Boyut:  144.3 KB

Bu imparatorluklar yanında Türkler birçok Devlet ve beylikler kurmuşlar ve kendi milletlerini ve bu topraklarda yaşayan diğer halkları baskı kurmadan adalet ve hoşgörü ile davranarak, huzur ve refah sağlayarak yönetmişlerdir.
Bazı tarihçiler
diğer milletlerde görülmeyen Türklerin bu iki bin yıl süren imparatorluklar kurma niteliklerini üstünlüğünü ata hükmetmelerine ve demiri işlemelerine bağlamışlardır. Halbuki o dönemde bütün önemli milletlerde benzer imkânlar vardı. Örneğin Moğollar, Türklerle yan yana yaşıyorlardı. Ama Moğol tarihi boyunca sadece Cengiz (Tingiz) Han ile imparatorluk kurdular. Sonrasında önemli milletler sahnesinden çekildiler. Halbuki Türklerin imparatorluk kurmaları ve üstün kültürleri kısa aralara rağmen iki bin yıl sürdü.
Türkler İran, Ortadoğu ve Anadolu’ya geldiklerinde at üstünlüklerini kaybetmişlerdi. Bu zayıflıkları yetmezmiş gibi, önce batıdan gelen Haçlı seferleri sonra doğudan gelen Moğol fırtınası ile boğuştular. Ama herşeyin üstesinden geldiler. Yine de dünyanın en görkemli imparatorluklarından olan Osmanlı Devletini kurdular. Sadece at üstünlüklerine dayansalardı Türkler böyle bir başarıyı nasıl sağlayabilirlerdi?
Türklerin üstünlüklerinin sebeplerini göremeyen bazı tarihçiler Türklerin acımasızlıkları sayesinde hakim olduklarını ileri sürerler. En acımasız Türk olarak da Avrupa Hun Türk Devletinin hakanı Atilla’yı (öl.453) gösterirler. Atilla’ya “Tanrının kırbacı” derler. Halbuki Wess Roberts’in belirttiği gibi, Türk hakanı Atilla kendi döneminin Avrupalılarından daha az acımasızdı. Bu konudaWess Roberts şöyle diyor:
Atilla sırf eğlence olsun diye binlerce Hıristiyanı vahşi hayvanlara parçalatan ve onları zevkle seyreden Romalılar kadar vahşi değildi.
Korkunç İvan (IV.İvan), Cortez ya da Pizarro’dan daha az acımasızdı. Elinde imkân varken Roma’yı almaktan vazgeçmesi, aynı kenti hiçbir şeye aldırmadan yerle bir eden Vizigotlar (402), Vandallar (455), Süevler (472), Almanlar (476 ve 24 Mart 1944), Belisarius (547), Normandlar (1084), Bourbonlar’dan (1527, ki bunların yaptıkları vahşet aylarca sürmüştür) Atilla’nın daha insancıl olduğunu gösterir.
Ele alınan konu için çok kısa sayılabilecek bu yazıda, Türklerin diğer milletlerde görülmeyen “iki bin yıl sürenimparatorluklar kuran” nitelikleri açıklanmaya çalışılacaktır.

Türk Devletlerinin ve Liderlerinin Anlayışları
Türk hakanı Atilla şöyle der :
“Bir Hun için iyi olan herşey aynı zamanda kavim ve ulus için de iyi olmalıdır. Benzer şekilde kavim ve ulus için iyi olan herşey bir Hun için de iyi olmalıdır.” Türk liderin bir başka sözü :”Hunların bütün hasımları düşmanları değildir.”
Orta Asya’nın tamamına egemen olan II. Göktürk Devletinin hakanı Bilge Han Orhun Anıtlarında (732) şöyle diyor :
“Zamanı Tanrı yapar Tanrı yaşar. İnsanoğlu ölümlüdür. Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye bitesiye çalıştım. Milletimi ateşe, suya düşürmedim. İlimde (ülkemde) huzursuzluk kalmadı.”
Son Türk İmparatorluğu olan Osmanlı Devletinin padişahlarının insanlara, Gayri Müslim’lere davranışlarındaki güzelliklerin üzerinden çok zaman geçmediğinden halâ hatırlanıyor. Bu konuda sadece Rumen popescu Ciocanel’in “Revue du Monde Musulman” dergisinin Aralık 1906 sayısındaki yazısından bir bölüm aktarmak yeterli olacaktır kanısındayım. “Fatih bir millet olan Türkler, idareleri altındaki çeşitli milletleri türkleştirmeye çalışmamış, onların din ve geleneklerine saygı göstermiştir. Romanya için Rus veya Avusturya yönetimi yerine Türk idaresi altında yaşamak bir şans olmuştur. Zira, aksi taktirde bugün Rumen milleti diye bir millet olmayacaktı.

Türklerde Hoşgörü ve İnsan Hakları
Türkler, imparatorluklarındaki halklara hoşgörülü davrandılar. Onların kendi kültürlerini ve liderlerini korumalarına izin verdiler. Roma İmparatorluğunda ise, halk “plebler” denilen hakları sınırlı insanlar ile “patriciler” denilen soylular olmak üzere iki farklı guruptan oluşuyordu. M.Ö. 91-89 yıllarındaki Sosyal Savaşlarına kadar sadece Roma şehrinde oturanlar vatandaş sayılıyordu. Bu savaştan sonra yine sadece İtalya sınırı içerisindekiler vatandaş sayıldı.
Türklerin Romalılarda görülmeyen bu hoşgörülü davranışlarının temellerini anlayamayan bazı tarihçiler, bu durumu farklı yorumladılar. Hun İmparatorluğunun bir Türk devleti olmadığını iddia ettiler. Halbuki, Çinlilerin Hunlarla ilgili yıllıklarında geçen “kul”, “il”, “ordu”, “tuğ”, “kılıç”, “tanrı” gibi devleti ilgilendiren önemli sözcükler Türkçe’dir. Ayrıca Hunların kullandıkları ve 26 harften oluşan Runik alfabesi ile Göktürk Devletinin 38 harflik Göktürk alfabesi aynı köktendir. Dolayısıyla Hun Devleti bir Türk İmparatorluğudur.
Hun İmparatorluğunun zayıflamasıyla dağılan Türkler aynı dönemde üç ayrı imparatorluk kurmuşlardır. Çin’e inen bir gurup orada Tabgaç (yani ulu, saygıdeğer anlamında) Devletini kurdular. Güneybatıya inenler Akhun Devletini kurdular. Batıya yönelenler Avrupa’nın içlerine kadar ilerlediler. Avrupa Hun Devletini kurdular. Sonuç olarak Türkler, 4-6. yüzyıllar arasında Çin’in başkentinden (Lo-Yang) Macaristan’a kadar geniş bir alanda ve aynı dönemde hüküm sürdüler.
Balkan Bulgar Türk Devletini kuran halk
da eski Türk dinine inanıyordu. Bulgar Türklerinin hanı Krum Han 810 yılında şöyle diyor :
“Doğru insanı ve yalancıyı Tanrı bilir. Bulgarlar (Türkler), Hıristiyanların (Bizanslılar) iyiliği için çok çalıştılar. Ancak onlar bunu çabuk unuttu. Fakat Tanrı biliyor.”
Karadenizin kuzeyi 4-18. yüzyıllar arası sürekli Türk yurdu oldu. Bölgede hüküm süren Türk boyları şunlardır : Hunlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar, Bulgarlar (İdil Bulgarları adıyla), Kıpçaklar, Tatarlar, Nogaylar. Bölgedeki Türk devletlerinden İdil Bulgarları döneminde komşuları Rus Suzdal ülkesinde şiddetli bir kıtlık olur (1024). Rus vakayinameleri İdil Bulgar Türk Devletinin Ruslara çok miktarda hububat yardımı yaptığını yazarlar. Halbuki bu dönemler, fakir Rusların zenginliğe kolay ulaşmak için zengin Türk bölgelerine sert saldırılar yaptıkları günlerdi.
Sosyolog tarihçi Jean Paul Roux Türklerin iki bin yıllık tarihini anlatır. Türkleri anlatmadan dünya tarihinden bahsedilemeyeceğini vurgular.
Roux kısaca şöyle anlatır :
” Türkler, egemenliklerindeki halklar arasında ayrım yapmadılar. Herkese aynı hukuku uyguladılar. Diğer halkların kimliklerini korudular. Onları sömürmediler. Aksine doyurmaya çalıştılar. Dost bildiklerine iyilikle yaklaştılar. Türklerin hoşgörülü davranışları, dünya uygarlığına yaptıkları en önemli hizmettendir.”
Türklerde devlet eliyle köle kullanımı da olmamıştır. Romalılardaki Spartacus isyanı (M.Ö. 73-71), Araplardaki Zenc isyanı (883) gibi köle ayaklanmaları, ABD deki yoğunlukta köle ticareti Türklerde görülmemiştir. Aksine köle olmuş ama kölelikten yükselerek devlet kurmuş Türk liderler vardır. (Mısır’daki Ed-devlet-it Türkiye yani Memlûk Türk Sultanlığı ile Delhi Türk Sultanlığı bunların en büyükleridir.)
Kendisinden olmayan insanlara köle muamelesi yapan Romalılar ve Araplar tarihlerinde sadece bir defa imparatorluk kurmuşlardır. Türkler ise, insanca davranışları sayesinde sürekli büyük devletler kurmuşlar ve çağdaş medeniyet seviyesi civarında yaşamışlardır. Fakat dünyada dengeleri bozan mucize olay 1492’dir
. Eğer dünyada Amerika kıtası ve Afrika’nın bilinmeyen büyük kısmı olmasaydı keşiflerin bir önemi olmazdı. Türklerin üstünlüğünün sürmesi ihtimali çok kuvvetliydi. Çünkü Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından 1492 ye kadar yaklaşık bin yıl Avrupalılar karanlıkta kaldılar. Böylesine bir mucize olmasaydı aydınlığa çıkmaları çok zordu.
Dünya üzerinde vahşetin hakim olduğu bu dönemlerde Türkler ve liderleri böylesine hoşgörülü ve uzak görüşlüydüler. Türkler sadece güç kullanarak ve sertlikle egemen olmadılar. Eğer öyle olsaydı, hakimiyetleri kısa sürerdi. Demek ki, tarihte bilinen ilk Türk topluluklarından itibaren ciddi bir Türk kültürü oluşmuştu. Bir kültürün oluşması ve kültürde devamlılığın sağlanması için sadece maddi imkân ve ekonomik güç yeterli değildir. Kültürün oluşmasında; o toplumu meydana getiren bireylerin özellikleri, toplumsal dayanışma anlayışları, yöneticilerin tutumları, ülkenin ekonomik kaynakları ve bütün bunların birbirleriyle ilişkileri çok önemlidir.

Türklerin Özellikleri
Türkler farklı boylar olarak ve çok geniş alana yayılmalarına rağmen ortak özelliklere sahiptirler. Jean paul Roux Türklerin ortak özellikleri ve karakterlerini şöyle sıralar :
Yüksek onur
Sözünün eri olma
Irkçılık yokluğu
Yakınındakilere hizmet arzusu
Maddi ve manevi sağlamlık
Bağımsızlık isteği
Gözü peklik
Üste kesin itaat
Mağdurlara karşı merhamet
Gerektiğinde kendisinin ve düşmanının canını hiçe sayma
İhanet edenlere karşı acımasızlık
Yukarıdaki özellikler genel anlamıyla gerçekten de Türklerde vardır. Bu özelliklerin bazılarını başka milletler beğenmeyebilir. Başka milletlerde daha farklı özellikler vardır. Ama bu durum Türklerin yapılarını değiştirmez.

Türklerde Denge
Türkler sahip oldukları bu yapıları sayesinde uç fikirlere, sapıklık içeren düşüncelere kapılmamışlardır. İnsanlığa acılar çektiren vahşi kapitalizm ve komünizm anlayışları Türklerde tutunamamıştır. Aynı nedenle Türkler sonradan katıldıkları İslamiyet’e güzel denilebilecek yorumlar getirdiler. Sapıklık içeren hiçbir İslâmi mezhep Türkler arasında barınamadı. Türklerin Hıristiyanılığı kabul etmemelerinde bile Hıristiyanların Allah’ın üçlü kişiliğine inanmaları etkili oldu. Hazar Türklerini Hıristiyanlığa davet için Bizanslıların 862 de gönderdiği St. Constantin Cyrill (Aziz Kyrillos) ile görüşmesinde eski Türk dinine inanan Türk Hakanı şöyle karşılık verir : “Hıristiyanlar Tanrı’nın üçlü kişiliğine (trinity) inanıyorsunuz. Ama biz tek Tanrı’ya inanıyoruz.”
Yazımızın Türklerde hoşgörü bölümünde verdiğimiz Atilla’nın sözleri de Türklerin her konuda dengeli davranmaya çalıştıklarını gösterir.
Müslümanlığı yorumlayan Semerkant doğumlu Türk kelâm filozofu Maturidi (852?-944) Arapların anlayışları olan Mutezile ile Eşarilik arasında ılımlı bir yol göstermiştir. Ne Mutezileciler gibi aklı çok yüceltmiş, ne de Eşariler gibi imanı aklın önüne geçirmiştir. Maturidi, akla ve nakle layık oldukları değeri vermiştir. Maturidi, Allah’ın insanlara taşıyamayacakları bir yük yüklemeyeceğine inanır.
Türklerin özellikleri ve hayatlarındaki uygulamaları ile Müslüman’ın tanımı arasında benzerlik çoktur. Allah Kur’anı Kerim’inde Müslümanı en geniş anlatımla Bakara Suresi 177. ayetinde tanımlar : “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmemiz iyilik değildir. Asıl iyilik, o(kimsenin iyiliği)dur ki; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere, boyundurluk altında bulunanlara verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah’ın azabından) korunanlar da onlardır.”
İsmail Hakkı Küpçü

MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #2
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
turk islam medeniyeti ve turkiye tr

Sponsorlu Bağlantılar
Tarihe bakıldığında dünyaya yön vermiş üstün medeniyetlerin başında, Türk-İslam Medeniyeti görülür. Türk-İslâm Medeniyeti farklı isimler altında kurulan devletler aracılığıyla varlığını asırlar boyunca sürdürmüştür.

Osmanlı'nın Unutulmaz Güzellikteki Derin İzleri Etkisini Sürdürüyor

Bu büyük medeniyetin en ihtişamlı günleri hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmıştır. Sanatıyla, estetiğiyle, ilmiyle, bilimiyle, mimarisiyle, yönetim anlayışıyla, devlet teşkilatıyla ve ordusuyla Osmanlı İmparatorluğu, Türk-İslam medeniyetini zirveye taşıyan ve onu yüzyıllardır orada tutmayı başaran bir cihan devletidir.

Osmanlı medeniyetinin olumlu etkileri ve güzellikleri yalnızca Osmanlı topraklarında değil, diğer birçok ülke üzerinde de derin izler bırakmıştır. Hindistan'dan Endonezya'ya ve Kafkasya'ya, Kırım'dan Afrika'ya kadar tüm Müslümanlara hamilik etmiş ve daima onların yardımına koşmuştur. Bugün halen Türkiye sınırlarından uzaklarda yaşayan birçok Müslüman topluluğu, Osmanlı'ya karşı büyük bir sevgi duymaktadır.

Osmanlı medeniyetinin dünya toplumları üzerinde büyük etki bırakmış olmasının en önemli sebeplerinden biri, bu uygarlığı meydana getiren unsurların başında yer alan devlet yönetimi anlayışıdır. Bu örnek anlayış Türk-İslam ahlakı temelleri üzerinde şekillenmiş olup, devletin üç kıtaya yayılan çok geniş bir coğrafyayı, altı asrı aşkın bir süre idare edebilmesinin ana etkenidir.

Osmanlı Devleti'nin, yüzyıllar boyunca bu büyük coğrafyayı başarılı bir şekilde yönetebilmesinin kökeninde, Türk-İslam ahlakının önemli etkileri açıkça görülmektedir. Bu ahlak, mayası temiz olan Türk Milleti'nin, İslam ahlakı ile yoğrulmasıyla meydana gelmiştir. Bu üstün ahlak, Türk Milleti'ne fedakar, hoşgörülü, vefalı, uzlaşmacı, mütevazı, şefkatli ve adaletli bir kişilik kazandırmıştır. Bu kişiliğini, devlet ve toplum yönetimi anlayışına en iyi şekilde yansıtmış olan Türk Milleti, bugün tüm dünyanın örnek aldığı ve özlemini duyduğu bir idare anlayışını başarıyla sergilemiştir.

Türk- İslam Medeniyeti’nin İhya Edilmesi ve Birlik Arayışları

Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından, Ortadoğu'da savaş, terör, çatışma gibi şiddet olayları nedeniyle büyük bir istikrarsızlık ve huzursuzluk yaşanmaya başlanmıştır. Aradan geçen uzun zamana ve denenen her türlü siyasi rejim ve iktidara rağmen, bölgede huzur ve istikrar hala sağlanamamıştır. Gerek Balkanlar, gerekse Ortadoğu ve Kafkasya halkları savaşların, terörün ve gerginliklerin ağır yükü altında ezilmektedir.

Bu istikrarsız ortamdan rahatsız olanlar Osmanlı dönemindeki barış, huzur, istikrar ve birlik ortamının özlemini çektiklerini zaman zaman dile getirmektedirler. Geçtiğimiz yıl, Cezayir Cumhurbaşkanı Sayın Abdelaziz Bouteflika “Osmanlı Milletler Topluluğu” nun kurulması yönündeki temennisini açıklarken bu özlemini şu sözlerle dile getirmiştir; "Osmanlı'yı ihya etmek, bizim kendi tarihimizi ihya etmektir. Ortadoğu'da anahtar Türkiye'nin elinde. Siz istemezseniz, Ortadoğu'da düzen kurulamaz..."

Yine geçtiğimiz günlerde ülkemizi ziyareti sırasında Mali Devleti'nin parlemantosunun bir mensubu olan Mustafa Sonago, ülkesinde Osmanlı'ya karşı büyük bir sevgi olduğunu belirtmiş ve kendi coğrafyalarındaki sorunların ancak Osmanlı'da mevcut olan anlayışla çözülebileceğini dile getirmiştir.

Diğer yandan İsrailli devlet adamı ve siyasetçi Ehud Barak ise, Osmanlı'nın bölgeyi bir onbaşıyla idare ettiğini, ama şimdi generallerin bile idareyi gereği gibi yapamadıklarını ifade ederken, Filistin Başbakanı Ahmet Kurey de, "Başımıza ne geldiyse Osmanlı'ya sırt çevirmemizden geldi" şeklinde samimi bir itirafta bulunmuştur.

Birlik arayışlarıyla ilgili bir diğer önemli çağrı ise "Orta Asya Devletler Birliği" önerisiyle konuya dikkat çeken Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın Nazarbayev'den geldi. Nazarbayev söz konusu birlik modeliyle, önce ülkesinde birliği, sonra bölgede bütünlüğü, daha sonra da dünyada birlikteliği öngören gerçekçi bir ön stratejiyi ortaya koymuştur. Hiç şüphesiz ki bu da Türk-İslam Birliği modelinin gerçekleşmesi için atılacak çok önemli bir adımdır.

Özlemi duyulan Osmanlı anlayışının geri gelmesi ise Türk-İslam medeniyetinin ihya edilmesi ile mümkündür. Bu yükselişin bir kez daha gerçekleşebilmesi için ise bir öncüye gerek vardır.

Türkiye Öncülüğü

Ülkemiz tüm Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'da kalıcı barışı temin etmiş, böyle bir birliktelikten oluşan ekonomik gücü en adaletli ve hakkaniyetli şekilde yönlendirmiş köklü bir tecrübeye sahiptir. Bu bölge halkları ile Türkiye arasında büyük bir kültür ve tarih birliği vardır. Kafkaslar, tarih boyunca Osmanlı'ya sığınmış olan Müslüman kavimlerin diyarıdır. Orta Asya ise, Osmanlı toprağı olmasa da, Türklerin ilk vatanı olması ve hala bu coğrafyada çok sayıda Türkün yaşıyor olması sebebiyle, Türkiye'nin doğal etki alanındadır. Nitekim Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Saparmurad Türkmenbaşı'nın, ülkesini ziyarete gelen üst düzey devlet yöneticilerimize Türkmenistan ve Türkiye arasındaki ilişkiyi; “iki vatan bir millet” olarak nitelendirmesi bu sıcak bakış açısının örneklerindendir.

Bu nedenle Osmanlı'nın varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bölgenin içinden geçtiği bu süreçte kilit rol oynaması kaçınılmazdır. Milletimiz, hem Türk Cumhuriyetleri hem de İslam Ülkeleri ile tarihi ve kültürel bağları bulunması bakımından Ortadoğu, Orta Asya ve de tüm dünyanın faydasına olacak Türk-İslam medeniyetinin ihya edilmesi için öncü olabilecek bir tecrübeye ve mirasa sahiptir. Lider olmak için gerekli olan fazilete ve maharete de sahiptir. Geçmişte bunu başarmış olan Türk Milleti, Türk-İslam Dünyası'nda, öncülük görevini yeniden üstlenmesi gerektiği inancını günümüzde daha da pekiştirmiştir.

Nitekim Ülkemiz, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik olarak, son derece kilit öneme sahip bir bölgede yer almaktadır. Türkiye'nin Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi görmesi, Kafkaslara ve Hazar Bölgesi'ne komşu olması, Karadeniz'i ve Akdeniz'i kontrol edebilen konumu, hiç şüphesiz ki önemini daha da artırmaktadır. Üzerinde bulunduğu coğrafya, Türkiye'ye, kendisini hem Avrupalı, hem Asyalı, hem de Ortadoğulu hissedebilme imkanı vermektedir.

Sahip olduğu bu özelliklerle dünyanın en acil ihtiyacı olan barış, huzur ve refah ortamını hazırlayabilecek bir medeniyetin tek varisi olarak Ülkemiz, Allah'ın izni ile lider ülke konumuna yeniden gelmeye ehil ve namzettir.


Bu makale,
Önce Vatan gazetesinde 06 Eylül 2006 tarihinde yayınlanmıştır.eded
ededed


Benzer Konular

12 Ocak 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap