Arama

Tengricilik - Göktanrı Dini

Güncelleme: 13 Nisan 2012 Gösterim: 20.050 Cevap: 14
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tengricilik - Göktanrı Dini

Sponsorlu Bağlantılar
Gök Türkler'in dini, Gök Tanrı dinidir. Gök Tanrı düşüncesinin, toprağa yerleşmiş topluluklardan daha çok avcılık, çobanlık ya da hayvancılıkla geçinen göçebe topluluklara özgü olduğu bilindiğinden, bu inancın kökeni, Asya bozkırlarına bağlanmıştır. Türk tarihi ve kültürüyle ilgili araştırmalarıyla tanınmış bilim adamlarına göre Gök Tanrı inancı bütün Türklerin ana kültüdür. Bu kült, Kunlar, Tabgaçlar, Gök Türkler, Uygurlar gibi eski Türk boylarında inanç sisteminin başında yer alır.
Orkun yazıtlarında, Türk Tanrı inancının temelleriyle ilgili bazı bilgilere rastlanmaktadır. Tonyukuk bengü taşında birçok kez adı geçen Tangri ya da Tengri, daha çok “milli” bir tanrı niteliği taşır. Gök Türkler’in Çin esaretinden kurtularak İkinci Göktürk Devleti'ni kurmaları (680-682), Tanrı’nın isteğiyle gerçekleşmiş kabul edilir; Hakan’ı Türklere Tanrı vermiş, budun Hakanı terk edince Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Yani Tanrı Türk Milleti'nin hayatı ve geleceği ile ilgilenen bir ulu varlık durumundadır.
Gök Tanrı (Kök Tengri) kavramının eski Türk inanışında önemli bir yer tuttuğu konusunda daha somut örnekler de vardır: Tanrıkut Mete (Motun) Çin hükümdarına yazdığı bir mektupta, kendisini tahta Gök-Tanrı’nın çıkardığını bildirmiş, Gök’ün yardımıyla ve kendi askerlerinin ve atlarının çabalarıyla çevresindeki 26 devleti ve (Gansu’dan kuzey Tibet ile batı Türkistan’a kadar uzanan bölgede) bazı halkları yenerek Kun’laştırdığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi, günümüze kalan belgelerde, devletin başına kağanı Gök’ün getirdiği belirtilmiş, devletin ve insanların yönetimi de Gök’e mal edilmiştir: Tanrı Türk’ün yaşamına doğrudan karışır, buyruklar verir, iradesine boyun eğmeyenleri cezalandırır, insanlara bağışladığı iktidar (kut) ve kısmeti (ülüğ) değerini bilmeyenlerden geri alır. Şafak söktüren (tan üntürü) ve bitkileri oluşturan da “Ulu Tanrı”dır. O, yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tanrı’nın iradesine bağlıdır.
Bütün bu inanışlar, Gök Tanrı’nın “eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlık olduğunu” ortaya koymaktadır.
Türk inanç sisteminin Gök-Tanrı dışında bir başka özelliği de Atalar Kültüdür. Ölmüş atalara saygı, onlar için kurban kesilmesi, ataerkil ailede baba egemenliğinin belirtisi sayılmaktadır. Kunların her yılın mayıs ayı ortalarında atalara kurban sunulduğu bilinmektedir. Eski Türkler’de en büyük kurban, bozkırlı Türk’ün kutsal bir duyguyla benimsediği “at”tır. Eski Türk bölgelerinde özellikle Altay’lardaki kurganlarda birçok at iskeleti bulunmuştur. Atalarla ilgili kalıntıların kutlu sayılması, mezarlara yapılan tecavüzlerin sert şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır : Batı tarihçilerine göre Attila’nın ikinci Balkan seferinin nedenlerinden biri, Kun hükümdar ailesine ait mezarların Margus (Belgrat dolaylarında, Tuna kıyısındaki kent-kale) piskoposu tarafından açılarak soyulmasıdır. Kunlar’ın büyük bir hakaret saydıkları bu işe piskoposu sevk eden etken, eski Türkler’in erkek ölüleri silah ve değerli eşyalarıyla; ölen başbuğları altın ve gümüş koşumlu atlarıyla; kadınları da süs eşyaları ve mücevherleriyle birlikte gömmeleriydi. Bunun nedeni, Türkler’in, öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların sonsuza kadar yaşadıklarına inanmalarıydı.
Türkçe’de (Gök Türkçe, Uygurca) “ruh” için can anlamına gelen “tin” sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen “öldü” yerine “uçtu” denir, ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın ya da mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Eski Türkler’de “ruh”ların insan biçiminde düşünülmesi söz konusu olmadığı için, tapınmaya ilişkin putlara da rastlanmaz. Türkler gizli güçleri olduğuna inandıkları doğa olgularına kutsallık vermekle yetinmişlerdir. Doğada gizli güçlerin bulunması inancı, Orkun yazıtlarında “yer-su” (yarsub) terimiyle yansıtılmıştır. Bu açıdan yer-su “kutsal” sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Genellikle bu tür inançlarda maddi yaşam koşullarının, ekonomik ve toplumsal etkenlerin rol oynadığı kabul edilmektedir. Orkun yazıtlarında, Türkler’in yararına çalışan manevi güçler anlamında kullanılan yer-su sözcüğüne oldukça sık rastlanır. Eski Türkler’de kutsallık “ıduk” kavramıyla dile getirilmiş, özellikle Göktürkler’de sular, dağlar ıduk sayılmıştır. Her boyun her obanın bir kutsal dağı olmuş, bu dağ ıduk olarak benimsenmiştir.
Gök Tanrı’ya sunulan bütün kurbanlar, adaklar ilgili dağa götürülerek orada törenle, şölenle gereği yapılmıştır. Orta Asya Türkleri arasında en yüce, en kutsal sayılan dağ “Ötüken”dir. Ötüken yalnız dağ değil aynı zamanda bir ormandır. Türkler ona büyük saygı göstermiş, adaklar sunmuş, kurbanlar kesmişlerdir. Kurban, iyi ruhların sembolü ve yerinin gökyüzünde olduğuna inanılan “Bay Ülgen” için kesilmişse başı “doğu”ya, kötü ruhların sembolü ve yeraltında olduğuna inanılan “Erlik” adına kesilmişse “batı”ya çevrilir.
Dağların yanı sıra bazı tepeler, ormanlar, sular, ateş, gök gürültüsü, ay ve güneş de kutsal sayılmıştır: Bizans elçisi Zemakhos Orta Asya’da Batı Göktürk sınırına vardığında, Türkler’in onu ve arkadaşlarını alevler üstünden atlatarak kötü ruhlardan arındırdıklarını belirtmiştir. Kunlar döneminde güneş, ay, yıldız kültleri (daha sonra 6. - 8. yy. larda Türk toplulukları arasında değerlerini yitirmişlerdir) de rol oynamıştır; Kun hükümdarı her sabah doğan güneşe, gece de dolunaya saygısını belirtirdi. Ayrıca Gök-Tanrı’nın yanı sıra yer de büyük önem taşımıştır. Ancak, eski Türk belgelerinde geçen “yer” sözcüğüyle toprağın kastedilmediği, tanrısal gücün öğelerinden biri olarak “yer”i, tanın kültürüne bağlı topluluklardaki “toprak tanrısı” ile karıştırmamak gerektiği. Eski Türk dinine göre “yer”in de Tanrı tarafından yaratılmış olduğu araştırıcılar tarafından belirtilmektedir.
Orta Asya Türkleri’nin yaradılış efsanesine göre, tanrıların en yükseği, insanoğlunun atası olan Tengere Kayra Han (ya da Bay Ülgen), “kişi”yi, onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış; “kişi”nin kendisine baş kaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltı atmış, yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında bir cins insan yaratmıştır. Orkun yazıtlarında da, Türk evrendoğum inanışı hakkında: “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış” cümlesine rastlanmaktadır. (Uze Kök Tengırü, asra yağız kılındıkta, ikin ara kişioğlu kılınmış). Bu cümleden bazı araştırmacılar, Kök Tengri deyimiyle bir tek yüce Tanrı’nın değil, doğrudan “mavi gök”ün kastedildiğini; Kök Tengri deyimiyle “Ulu Tanrı” kastedilseydi, “yaratanın da aynı zamanda yaratılmış olması” gibi çelişkinin söz konusu olacağını belirtmektedirler.
Altaylar’da dünyanın sonlu olduğu günün birinde yıkılacağı inancı vardır. Bu inanca göre, yeryüzü yaşamı sürekli değildir; günün birinde sona erecek ve insanlar, hayvanlar, bitkiler yok olacaktır. Bu sona doğru insan soyunda azalma başlayacak, suçlar çoğalacak, günahlar alıp yürüyecek, insanlarda tanrı korkusu kalkacaktır. İyilik simgesi Bay Ülgen’le, kötülük simgesi Erlik arasında oluşacak büyük savaşın sonunda, Bay Ülgen dışında bütün savaşanlar ölecektir. Bay Ülgen bütün canlıların öldüğünü, yeryüzünde kendisinden başka kimse kalmadığını görünce “kalkın ey ölüler” diye bağıracak, bu çağrı üstüne bütün ölüler yattıkları yerden kalkacaktır. “İnsanların yeniden dirilmesi” anlamına gelen “kalkancı çağ” (kalıcı çağ) budur.
Kunlar’da gerçek bir dinle karşılaşılmakta, Gök Türkler’de ise Gök Tanrı bütünüyle manevi bir “güç” durumuna gelmektedir.
Gök-Tanrı dininin Türkler’e özgü bir inanç olduğu, “Tanrı” (Tengri) sözcüğünden anlaşılmaktadır: Bu sözcük belirli fonetik farklarla ( Başkurtça dışında ) bütün Türk lehçelerinde yer almasının yanı sıra, birçok Asya topluluğu dillerine giren ortak bir kültür öğesidir; Türkçe olan “Tanrı” sözcüğü en açık biçimde Çince yazılmış bir metinde Kun imparatoru Mete’nin unvanları arasında geçmektedir.

Şamanizm
Şamanizm, ata ruhlarına, doğa varlıklarına tapınmaya dayanan eski bir Asya dinidir. Aslında bir dinden ziyade, temel ilkesi ruhlara, cinlere, perilere emir vermek, gelecekten haber almak düşüncesi olan bir çeşit sihirdir. Eskiçağ ve Ortaçağ’daki çok yaygın olan sihirlerden farkı, onların kişisel olmalarına karşılık, şamanlığın başta Orta Asya ve Kuzey Asya halkları olmak üzere, Tunguzlar’da, Moğollar’da, Mançular’da, Laponlar’da, Eskimolar’da, Vogullar’da, Ontiyaklar’da, Samoyedler’de, Kafkaslar’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, Endonezya’da, Malezya’da, Polinezya’da, Avustralya’da, Büyük Okyanus’un öbür adalarında, Alaska’da, Grönland ve İzlanda’da, Kuzey Amerika’da, Guyana’da, Amazon bölgesinde ve Afrika’nın birçok yerinde (ufak tefek ayrılıklar bir yana) temel ilkeler değişmemek koşuluyla az yada çok kalabalık cemaat’ın bulunmasıdır. Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir.
Tarih ve din bilimi açısından, Şamanizmin doğuşu ve kaynağı gibi, “şaman” sözcüğünün de nereden geldiği, nasıl bir anlam taşıdığı kesin olarak belirlenememiştir. Bu konuda üç farklı görüş öne sürülmektedir;
1) Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde “ruhlardan esinlenen kişi” anlamına gelen "samana" sözcüğünden türemiştir,
2) Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçe’de “budacı rahip” anlamına gelen samana sözcüğüdür,
3) Şaman kavramı, Mançu dilinde “oynayan zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden” anlamındaki saman kavramından gelir.
Şaman, Gök Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine (güçlerle donatıldığına), Tanrı ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı tanrısal nitelikler, gizli bilgiler taşıdığına inanır.
Şaman her şeyden önce, kendi özel yöntemiyle ulaştığı “kendinden geçme” (vecd) durumunda, ruhunun göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak için bedeninden ayrıldığını hisseden bir “aşkınlık” (trans) ustasıdır. Bütün samanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları (cinler-periler) ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen şaman, bir çok ruha sahip olur. Çoğunlukla hayvan biçiminde düşünülen söz konusu ruhlar, Sibirya halklarında ve Altay’larda ayı, kurt, geyik, tavşan, çeşitli kuşlar, (özellikle kartal), baykuş, karga suretinde görünebilirler. Ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş olarak ta ortaya çıkabilirler. Şaman, gerektiğinde bütün yardımcı ruhları dünyanın dört bucağında bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar.
Şamanlık sonradan kazanılan bir görev değildir ; şaman olacak kimsenin, bir şamanın soyundan gelmesi gerekir. Şaman olmak için gerekli belirtileri taşıyan çocuk, belirli bir yaşa gelince eski bir şamanın eğitimine bırakılıp gerekli ön bilgileri edinir. Şamanın denetimi altında bir sınavdan geçtikten sonra şamanlık yetkisi alıp dinsel tören, bayram şöleni, kurban töreni, dua okuma v. b. görevlere başlar. Şaman bu görevler sırasında ; her parçası, üzerine takılan her maddesi, her şekli ayrı bir varlığın sembolü olan garip (özel ) giysiler, külahlar giyer, maske takar ve yine özel bir şekilde hazırlanmış davulunu ya da tefini çalar. Kendinden geçinceye, başka bir deyişle, tanrılarla ve ruhlarla temas sağlayıncaya kadar zıplar, sıçrar, garip sesler, hayvan sesleri çıkarır, söylenir, yalvarır, yerlerde sürünür, bazen de bayılarak düşer. Şamanın okuduğu “hayır dualar”a alkış denir, şamandan alkış alan bir kimse dileklerinin yerine geleceğine inanır.
Bu konularda en ciddi çalışmalar yapan araştırmacılar ; Orta ve Kuzey Asya topluluklarında dinsel yaşamın daha çok “şaman” çevresinde yoğunlaştığını, fakat bu durumun bütün dinsel etkinlikleri şamanın yönettiği anlamına gelmediğini, bazı yerlerde tanrılara kurban sunucuların “şaman” olmadıklarını, aile reislerinin bile bu işi yapabildiklerini, her sihirle uğraşanın “şaman” sayılmadığını, hastalara şifa vermenin samanlığın temel özelliklerinden biri olmakla birlikte, her şifa sunucunun da şaman olmadığını öne sürmektedirler.
Şamanizmde tanrılar “iyilik” ve “kötülük” tanrıları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ruhlar da tanrılar gibi iyi ve kötü ruhlar olarak vasıflandırılırlar. Eski Türkler’de iyi ruh “Bay Ülgen”, kötü ruh “Erlik” diye adlandırılmıştır. “Bay Ülgen” aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan, onlara emir veren bir tanrıdır.
Şamanizmde törenler de genel olarak ikiye ayrılmaktadır ; belirli günlerde yapılanlar veya önceden belirlenmemiş törenler. Bu törenlerde, çeşitli halkların inanç, gelenek ve göreneklerine göre farklılıklar olmakla birlikte mutlaka kurban adeti vardır. At ve koyun dışında kan akıtılarak sunulan kanlı kurban bilinmemektedir. Kutsal sayılan bir yere bir değere bir şey sunmak, eşya adamak, şamanın davuluna, kutsal ağaçlara bez bağlama ; çeşitli maddelerden yapılan tanrı tasvirlerine (töz, ongon, tangara, eren ) yemek sunma, ateşe içki dökme ya da atma kansız kurbandır. Kansız kurbanların bir başka biçimi de ruhlara adanıp kırlara salıverilen hayvanlardır. Samanlıkta kurbansız tören de, törensiz kurban da yoktur.
Şamanizmin bütün çeşitlerinde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden kopmayan bir bağlantının bulunduğu inancına rastlanır. Bu yaygın inanca göre tanrılar insanları yönetimleri altındaki ruhlarla etkilerler: Bir tanrı insana doğrudan buyruk göndermez, gerekli yasakları koymaz. Bütün tanrılar çeşitli maddelerden yapılan eşyalarla tasvir edilir. Bunlar bazı yerlerde altından, keçeden, paçavradan yapılmış olabilir.
Şamanlığın başka bir özelliği de edebiyat alanındaki etkisidir. Orta Asya halklarından Buryatlar arasında şamanlar zengin bir sözlü destan edebiyatının koruyucuları olmuşlardır. Yakutlar’da halkın kullandığı sözcük sayısı 4000’i geçmezken şamanların sözcük dağarcığı 12. 000’dir.
İlk olarak XIII. y.y. da kullanılmış olan şaman sözcüğünün eski Türkler tarafından kullanılmadığını öncelikle belirtmek gerekir. Eski Türkler’de şaman sözcüğü yerine "Kam" sözcüğü kullanılmıştır. Eski Türkler’de dini törenleri yöneten kişiye “Kam” denildiği, eski Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır.
Altay Türkleri’nin günümüzde “şaman” anlamında kullandıkları “Kam” sözcüğü, araştırmacılara göre en az 5. y.y.’dan bu yana yaşamaktadır.
Uygurlar (8. - 11. y.y.) da ise “Kam” sözcüğünün “din adamı” anlamında değil, büyücü, sihirbaz anlamında kullanıldığı bilinmektedir.
Uygurca’da “şaman”, “hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, saraları yatıştıran, hastalara ilaç yapan kimse” anlamında, “otacı” diye anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kırgızlar’da şamanın adı Gan’dır. Altaylılar şamana Kam, kamların yönettikleri törenlere de "kamlama" demişlerdir. Moğolca’da şamanın karşılığı ise Böge’dir. Fakat Orkun yazıtlarında ve ele geçen Göktürkçe yazılı metinlerde ne “din adamı” anlamında, ne de “şaman” anlamında Kam sözcüğüne rastlanmadığı gibi, hiçbir belgede şamanlıkla ilgili açıklamalara rastlanmamıştır.
Bütün bunlarla birlikte, bozkırlar alanındaki dinsel inançların samanlığa bağlanması bir gelenek (alışkanlık) haline gelmiş ve Eski Türk dininin temel niteliğini oluşturduğunda bir hemfikir (görüş birliği) oluşmuştur. Buna etken, 19. y.y.ın ikinci yarısında özellikle Rus araştırmacıların Sibirya’da yaşayan Türkler arasında yaptıkları incelemelerdir.
Gerçek şamanlığın eski Türk topluluklarında görülen tanrılarla ve yer-su inançlarıyla ilgisi olmadığı görülmektedir. Bazı Rus ve Türk araştırmacıları (bu arada Ziya Gökalp) şamanlığı, Türkler’in islamdan önce bağlı oldukları din saymışlardır. Onlara göre günümüzdeki Yakutlar arasında varlığını sürdüren şamanlık eski Türkler’in de diniydi. Fakat daha yeni arştırmalar şamanlığın Türkler’e özgü olmayıp bütün Asya’ya yayıldığını ( Samoyedler’den Endonezya adalarına kadar ) ve Amerika kızılderili kültürlerinde de benzerlerine rastlanan bir sihir sistemi olduğunu göstermektedir. Eldeki tarih belgelerine göre birçok Asya halkında görülen samanlık Moğol istilasından sonra Türkler arasında yayılmıştır. Bundan önceki belgelerde Türk tarihinde şamanlıkla ilgili bir belge bulunmamaktadır. Bu yüzden Göktürkler’in dini samanlık değil, benzerine Çin’de ve Japonya’da rastlanan ikici ve uyumcu bir Gök-Yer dinidir.
Şamanlığın eski Türk topluluklarının diniyle bir ilgisi olmamasına rağmen, arada şaşırtıcı benzerlikler bulunması doğal sayılmalıdır. Şamanlığın temel özelliği, yayıldığı bölgelerdeki halkın ruh dünyasına kolayca uyarlanabilmesidir. Şamanlıktaki vecd (kendinden geçme), ruhun tanrılarla ilişki kurması konusunda eski Türk topluluklarında, doğada varsaydıkları gizemli güçleri adamakıllı istismar etmiştir. Bu durum, özellikle atalar kültünün, kartal inancının, demirciliğin ve at kurban etmenin şamanlığa özgü bir nitelik taşımasında görülür. Böylece şamanlık eski Türkler’in inançlar sistemini yavaş yavaş işlemeyi başarmış, zaman içinde bir “din” sağlamlığına ulaşmıştır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tengricilik - Göktanrı Dini

Sponsorlu Bağlantılar
Tengricilik
ya da Göktanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıydı. Tengri'ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm ve atalara ibadet etmek bu inancın diğer ana hatlarını oluşturuyordu. Tengri, bugünkü Türkçe'deki Tanrı kelimesinin eski şeklidir.
Bu inanca göre Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bu cisimlere doğru yöneltirlerdi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli tanrıların, tanrıçaların ve ruhların varolduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, tanrılara, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp, belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tuttuklarına inanırlardı. Eğer bu denge kötü ruhların saldırısıyla ya da bir felaketten dolayı bozulursa bir şamanın yardımıyla tekrar düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.
Bu inancın kalıntılarını bugün Moğollarda (Lamaizme entegre edilmiş şekilde), ve bazı hâlâ doğa'ya bağlı göçebe yaşam tarzı sürdüren Türk halklarında bulmak mümkündür. Bunların bazıları Altay-Türkleri ve Yakutlar. Ama Tengriciliği çoktan bırakmış halklarda da bu inancın birçok parçaları, mesela İslamın, Hiristiyanlığın, Budizmin, Museviliğin veya Taoizmin yanında hala batıl inanç olarak ya da geleneksel kültür olarak sürdürülmektedir.
Ad:  Shamans_Drum.jpg
Gösterim: 1536
Boyut:  22.7 KB
Tengricilikdeki Üç-Dünya-Kozmolojisinin, şaman Davulu üzerindeki resmi. Dünyanın ortasında duran Dünyalar-Ağacı, Yeraltı-, Yeryüzü ve Üst alemi birleştiren noktayı oluşturuyor. Şafağı sembolize eden çizgideki sarkıklar Yer Su ruhlarının sembölü.

Eski Türk inancının adı Şamanizm değil, Tengrizm
Bugün Tengricilik adıyla tanıdığımız, eski Türklerin ve Moğolların geleneksel inancı, kısa zaman öncesine kadar Şamanizm adı altında tarif ediliyordu. Ama Şamanizm terimi artık sırf Sibirya inanç sistemini değil, bütün dünyadaki ilkel inançlar için kullanılıyor. Bu yüzden son 10-15 yıldan beri Türklerin ve Moğolların inancı için batılı bilimciler arasında gitgide Tengrizm ismi yayılmakta.
Julie Stewart "Moğol Şamanizm'i" adlı makalesine şunları ekliyor:
Batılı bilim adamları bu inanç için gitgide daha sık Tengrizm adını kullanıyorlar. Bu isim bu inanç için çok daha isabetli, çünkü bu inanç tamamen Tengri'nin etrafına inşa edilmiştir ve insanların zaten günlük ibadetleri için bir Şaman (Kam)'a ihtiyaçları yoktur.
Tengricilik'in diğer ülkelerdeki ve toplumlardaki adları
Tengrizm sözcüğü henüz yayılmak üzere olduğundan, farklı kavramlara da rastlamak mümkündür.
  • Tengrizm, Tänriizm
  • Tengerizm (Moğollarda)
  • Tangriizm ya da Tangrizm (eski Bulgarların Tengrizm'i için [Tangra])
  • Tengrianizm (Rafael Bezertinov'un kitabında)
  • Tengricilik, Gök Tanrı Dini, Gök Tengri Dini (Türkiye'de)
  • Tengirçilik (Kırgızlarda, Tatarlarda, Kazaklarda ve Altaylarda)
Tarih
Tengri-Kült'ünün en eski kanıtları 3000 yıllık Çin Kaynaklarında Hiung-nu ve Tue'kue halkını anlatan yazılarda bulunmuştur (Bakınız: Tengri#En eski kanıtlar).
Hiung-nu'lar hükümdarlarının kanları Tengri tarafından tanrısallaştırılmış olduğuna inanıyorlardı. Destanlarında birbirinden bazen az bazen çok farklı olan yollardan, Tengri'nin yolladığı bir kurtun tanrısal kanı hükümdarlarının sülalesine karışmış olduğuna inandıkları belirtiliyor. En eskisi ve en yaygın olanı kutsal dişi Kurt Asena'nın destanıdır. 1000 yıl sonraki Türk hükümdarları bile hala kendi köklerini Asena sülalesi ile bağlantıya getirip halkı tarafından bu yüzden yaşayan bir Tanrı olarak görülüyordu.

Göktürkler
Ad:  252px-Kyzyl_orkhon_inscription.jpg
Gösterim: 1151
Boyut:  27.5 KB
Orta Asya'da bulunan eski Türk yazıtlarından birisi
Göktürkler Türk toplulukları arasında ilk olarak, inançları, kültürleri ve politikaları hakkında kıymetli bilgiler içeren yazılı kanıtlar bırakan olmuşlardır. Orhon Yazıtları'nda Bilge Kağan eski Türk inancını sadece bir söz ile açıklıyor:
"üzä kök tänri asra yağız yer kılıntıkda, ekin ara kişi oğlı kılınmış." (Üstte mavi Gök, aşağıda yağız yer meydana geldiğinde, ikisinin arasında insan oğlu kılınmış.)
Göktürk hükümdarlarının unvanları daima Tengri ile olan bağlantılarına değinir; mesela "kök tengri yaratmış" ya da "tänri täg tänri yaratmış türk bilge kağan"
Göktürk İmparatorluğu'nda Tengricilik tek tanrıcı bir din olarak görünüyor, ve birçok başka inançları da mutlaka barındırmış olan bu ülkede büyük bir rol oynadığı kesindir. Kalıntıların birisinde Budizm'in Türklerin arasında yayılmaması gerektiğini uyaran bir metin bulunuyor: Büyük Kağan'in kardeşi, Budizm Türkleri umursamaz, tembel ve pasifist yaptığını ve bunun önlenmesi gerektiğini kaydediyor.
Ama bunun haricinde Tengriciliğin diğer inançlara karşı anlayışının ve hoşgörüsünün kanıtlarını her yerde bulmak mümkündür. Mesela bir Kıpçak-Kağan'ının bir savaştan önce ordusundaki bütün farklı inançlı din adamlarını bir araya toplayıp, onları şu sözlerle toplu bir ibadete davet ettiğini biliyoruz: „Ne kadar çok Tanrı bizi desteklerse, bizim için o kadar çok iyi olur!“

Moğollar
Ad:  Genghis_Khan.jpg
Gösterim: 1125
Boyut:  31.7 KB
Büyük moğol önderi Cengiz Han konuşmalarına daima, Sonsuz "Kök Tengri'nin" (Mavi Gök'ün) dileğiyle.. sözü ile başlardı.
Moğolların ve birçok Türk boylarının ulu önderi olan Cengiz Han'ında diger inançlara karşı düşmanca bir tutumu yoktu. Savaş olmayan zamanlarda, hatta arasıra Budist manastırlarda savaşlarından sonra dinlenir, meditasyon ve oruç ile "ruh'unu arıtırdı". Tengrist halkları birleştirip insanlık tarihinin en büyük devletini kurmuş olan hükümdar konuşmalarını daima, Sonsuz "Kök Tengri'nin" (mavi Gök'ün) dileğiyle.. sözü ile baslardı. Cengiz Han'ın döneminde Tengricilik, Hunlardan ve Göktürklerden sonra tekrar ve son kez büyük bir meşuriyet kazanmıştı.
Kubilay Kağan Çin'i fethettikten sonra oradaki yaygın olan dinlerle de meşgûl olmaya başlamıştır. Örneğin; Tengricilik ile zaten akrabalığı olan Çinlilerin "tek bir gök felsefesi" olan Tien Min'i taklit etmiştir. Ama özellikle budist Uygur-Türk rahiplerin bilginliğine ve tahsillerine hayran kalmış ve onlardan bir delegasyonu Buddha'nın felsefelerini Moğolların arasında da yaymak ve yeni bir Buddha tapınağı kurmak görevi ile Karakorum'a göndermiştir. Bu rahipler sadece bugüne kadar Moğolistan'da varolan Lamaizmi değil, eski Türk yazısını da Moğolistan'a taşımışlardır.
Ama Budizm Tengriciliği bugüne kadar moğolistan'dan silmeyi başaramamıştır. Buddizm Moğolistan'da sadece Tengriciliğin içine entegre edilmiştir. Bugünkü Moğolların Budizmi sadece küçük bir Buddha heykelini, boylarının Ongun'u ve ulu ataları Cengiz Han'in resmi ile birlikte çadırın kutsal sayılan kuzey köşesine yerleştirmekten oluşmaktadır.

Avrupa'daki Tengricilik
Tengricilik Hunlar, Avarlar, Ön bulgarlar (Türk bulgarlar), Komanlar ve daha geç bir zamanda Cengiz Han'in Altın Ordusu tarafından Avrupa'ya da taşınılmıştır.
Bu inanç göçebe yaşamına o kadar bağlıdır ki, Tengrici kavimlerin yerleşmiş bir yaşama geçişleri daima göçebe hayatı ile birlikte Tengriciliği de bırakmaları, diğer inançları kabul etmeleri ile birlikte gerçekleşmiştir. Göçebeliği bırakmayan kavimler Tengriciliği de bırakmamışlardır. Doğu ve Orta Avrupa'da, Orta Çağ'ın sonlarına kadar hâlâ Tengri'ye dua eden bazı ufak göçebe kavimlere rastlamak mümkün olmuştur..
"..macarca olan "tudomany" sözcüğü (bugünkü Macarca'da "Bilim" demek) eskiden "sihir" ya da "esrarengiz bilgi" anlamına gelirdi. "Taltos" denilen Macar Şaman'ları günlerce sürebilen bir baygınlıktan sonra "tudomandy"yi elde ederlerdi. "Taltos" sözcüğünün etimolojisi Eski Türkçe "tal-" ya da "talt-"'dan (yeni Türkçe: "dalmak") kaynaklanır ve "bayılmak" ya da "şuurunu kaybetmek" anlamına gelir. Şaman olma işlemi, şaman olacak kişinin kendinden geçmis bir vaziyette "Gök'e kadar uzanan ağaca" (Macarca "Tetejetlen nagy fa") tırmanması ile gerçekleşirdi. Bu "Dünyalar Ağacı" bu halkların inancının bir parçasıydı.Ön bulgarlar, Gök tanrısı Tengri'ye "Tangra" derlerdi ve Tengricilik için tipik olan dağların kutsallığına inanma kapsamında Balkan'ın en yüksek dağına "Tangra" adını vermişlerdir. Bu dağın adı Osmanlılar tarafından 15inci yy'da "Maşaallah"'a çevrilene kadar böyle kalmıştır. Bugünkü bulgarca'da bu dağın adı Maşaallah'dan türetilmiş şekilde "Musala"'dır.
Ayrıca şimdiye kadar bulunan 80 civarında eski Bulgar run yazıtlarının neredeyse hepsinde "Tangra"nın adı geçmektedir, ve Bulgarlardan öncede çoktan Trakyalılar ve Yunanlar tarafından kutsal sayılmış olan ve eteklerinde eski Yunan tapınakları bulunan Perpenikon Dağı'nın en yüksek zirvesindeki dikili taşa, eski verimlilik tanrıçası olan Umay'in resmi kazınmıştır.
Bulgarların Tengriciliği 864 yılında Çar Boris Mikail Kağan'ın hristiyanlığı kabul etmesi ile birlikte sona ermiştir.
Avrupa'ya göç etmiş olan göçebe Tengrici kavimler, yerli olmaları ile birlikte zamanla eski inançlarını unutmuş ve yerli Slav, Cermen ve Roman halklarının arasında erimişlerdir.

Diğer Türkler
10'uncu yy. önce de Araplarla ve Farslarla temasa girip (bazen gönüllü olmayarak) İslam'ı kabul etmiş olan Türk boyları vardır, ama İslamı toplu halde kabul etmiş olan ilk büyük Türk topluluğu 920 yılında Saltuk Buğra Karahan emiri altındaki Karahanlılar olmuşlardır. Bundan sonra İslam, Orta Asya'nın güneybatısındaki Türk kavimleri arasında hızla yayılmıştır.
Bazı Türk kavimlerinin İslam'a katılmadan evvel Nestoryan hristiyanları olmuş oldukları hakkında da kanıtlar bulmak mümkündür. 581 yılından kalma bir Farsca yazıda, bir savaştan sonra esir düşen Türk askerlerinin yüzlerinde Haç dövmeleri bulunduğu tespit edilmiştir.
762 yılında Bögü Kağan, Göktürk ülkesinin parçalanmasından doğmuş olan Uygur ülkesinde Mani Dini'ni ülkenin resmî inancı olarak ilan etmiştir. Ama bu Farslılardan alınmış olan Mani Dini'nin eski Türklerin Tengricilik ilkelerinle kesinlikle bağdaşmadığından dolayı Uygur halkının tümüyle bu dini kabul ettiklerine inanmak zordur.
Bundan yüz yıl kadar sonra Uygurların çoğunluğu Budizimi kabul edince, bu temelin üzerine ilk "yerleşik Türk Kültürünü" geliştirmişlerdir. Hatta Budizmin öncüleri olup, Budizmi diğer halkların arasında yaymaya başlamışlardır. Binlerce, Çince ve Sanskritçe Budist yazıları çok iyi bir kalitede özenle Türkçe'ye çevirmişlerdir. Budizimi kendi kültürlerine göre şekillendirmiş ve hatta ilk kez kadınlar için bir manastır inşa ederek "budist rahibeler" geleneğini çikarmışlardır. Kırgızların bir saldırısından sonra bir süre tekrar göçebeliğe geri dönmek zorunda kalmışlardır. Bugünkü Uygurlar çogunlukla müslümandır.
16ıncı yy.'dan sonra Sibirya'nın Türk kavimleri Ruslar tarafından gitgide hristiyanlastırılmış ve Slavlastırılmışlardır. Ama bu insanların hristiyanlıgında hâlâ bugüne kadar Tengricilik'den kalıntılar bulmak mümkündür. Örneğin hâlâ şaman geleneği sürdürülmektedir ve insanların köylerinde bulunan şamanlarına karşı güvenci o köyün papazına ya da doktoruna karşı olan güvençlerinden daha büyüktür. Bugün Tengricilik artık sadece Moğollarda Lamaizm ile karıştırılmış bir şekilde ve bazı hâlâ doğaya bağlı ve göçebe bir yaşam sürdüren Sibiryalı küçük Türk kavimlerinde kalmıştır.
Tengriciliği bugüne kadar muhafaza etmiş olan kavimler daima göçebedirler. Bazı müslüman Türkmen ve Kırgız boyları hâlâ tamamen veya kısmen göçebe bir yaşam sürdürmektedirler. Bu boylarda eski ritüellerini İslamî dualar ile karışık şekilde uygulayan şamanlara rastlamak mümkündür.
Son yüzyıllar içersinde birkaç defa Tengriciliği modernleştirme ve tekrar uyandırma deneyimleri yapılmıştır. Bu çabalardan Altay bölgesinde doğmuş olan birisinin adı Ak Yang'tir (Ak din. Batılı bilimciler Burhanizm derler). 1902 yılından 1930 yılına kadar süren Ak Din'in en önemli özelliği şamanlara ve Ruslara karşı düşmanlığıdır. Şamanlar yüzyılların içersinde diğer dinlerden ritüeller taklit etmeye baslamış ve saçmasapan şeyler yapmaya başlamışlardır. Ak Din şamanları Gök'ün (yani Tengri'nin) değil yeraltının; yani kötülüğün temsilcileri olduklarını vurgulamış ve şamanları yok etmeye çagırmıştır. Bu Ak Din için vaaz verilen toplantılarda şaman elbiseleri, şaman davulları ve hatta Rusların şeytanlığı olarak görülen Rus banka notları bile yakılmıştır. Bu harekât 1930 yılında Ruslar tarafından şiddetli ve kanlı bir şekilde bitirilmiştir.

Gökteki Kutsal Nesneler
Ad:  300px-Pleiades.jpg
Gösterim: 1174
Boyut:  9.1 KB
Ülker-yıldızları, eski Türklerin inancına göre çok güçlü Gök ruhlarının yurdudur. Bu ruhlar ilk şamanî dünyaya bir Kartal olarak yollanmışlardır.
Güneş ve Ay, ateş ile suyun ve Tengri'nin kudretinin sembolleridirler. Insanların gök'e dua ederek elde ettiklerine inandıkları "Buyan" adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna bağlı olarak değişir. Yeniay ve dolunay'da en fazla buyan elde edilebildiğine inanılır. Senenin en uzun gündüz olan günü, ve gündüz ile gecenin aynı uzunlukta olduğu gün, en önemli bayramların günleridir.
Yılbaşı, 21 Aralık'dan sonra gelen ilk yeniay olan günde kutlanır. "Kızıl Güneş Bayramı" 21 Haziran'dan sonra gelen ilk dolunay'da kutlanır.
Venüs gezegeninin Türklerdeki adı "Ärklik", Moğollardaki adı "Tsolman"dır. "Ateşli ok" denilen yıldız kaymalarını ve yeryüzüne düşen meteorları Ärklik Han'ın gönderdiğine inanılır. Büyük ayı yıldızlarına Moğollarda Doolon Obdog ("Yedi Yaş Damlalı Adam") derler. Gök'ün Ülker yıldızlarına bağlı olduğuna, ve Ülker'in etrafında döndüğüne inanılır.
Beyaz Ay Bayramı'nda 14 adet (Weihrauchstäbchen?) yakılır. Bunların 7'si "Yedi Yaş Damlalı Adam" ve diğer 7'si Ülker içindir.

Üç-Dünya-Kozmolojisi
Çoğu eski inançlardaki gibi Tengricilikte de gerçek âlemin yanında bir de "gök âlemi" ve bir "yeraltı âlemi" vardır. Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı"dır.
Gök âlemi ve yeraltı âlemi'nin yedişer katları vardır (bazen yeraltı 9 kat, bazen de gök 17 kat olabilir). Şamanlar bu âlemlere yolculuk yapmak için birçok girişler tanırlar.
Bu âlemlerin katlarında aynı yeryüzündeki insanlar gibi bir hayat sürdüren varlıklar vardır. Onların da kendi saygı gösterdikleri ruhları ve kendi şamanları vardır. Bazen bu varlıklar yeryüzünü ziyaret ederler; ama insanlara görünmezler. Sadece ateşin garip bir cızırtısından, bir tilkinin havlamasından ve bir şamanin onları görmesinden kendini belli ederler.

Yeraltı Âlemi ("Yerlik")
Yeraltı âlemi'nin yeryüzü ile çok benzerlikleri vardır, ama yeraltı halkı'nın insanlarda olduğuna inanıldığı gibi 3 ruhu değil, sadece 2 ruhu vardır. Onlarda, vücut ısısını üreten ve nefes alınmasını sağlayan "ami ruhu" eksikdir. Bu yüzden çok beyaz tenlilerdir, ve kanları çok koyu renklidir. Yeraltı âlemi'nin güneşi ve ayı çok daha az ışık verir. Yeraltındada ormanlar, ırmaklar ve yerleşim yerleri vardır.
Yeraltı âlemi'nin efendisi Erlik Han'dır (Ya da Erklig Han. Moğolca: Erleg Han). Erlik, Tengri'nin bir oğludur. Yeraltında tekrar yeniden doğmayı bekleyen ruhları da Erlik han kontrol eder. Eğer hasta bir insanın "süne ruhu" daha henüz ölmeden yeraltı âlemi'ne kayarsa bir şaman, Erlik Han ile pazarlık yaparak onu tekrar geri getirebilir. Eğer bunu başaramazsa hasta ölür.

Gök Âlemi
Gök aleminin de yeraltı alemi gibi yeryüzü ile benzerlikleri vardır, ama bu alemde insanların ruhları bulunmaz. Bu alem yeryüzünden çok daha aydınlıktır; bazı rivayetlere göre yedi tane güneşı vardır. Yeryüzündeki şamanlar bu alemi ziyaret edebilirler. Burada sağlıklı, hiç dokunulmamış bir doğa vardır ve buranın yerlileri atalarının geleneklerinden hiçbirzaman sapmamışlar. Bu alem Tengri'nin diğer bir oğlu olan Ülgen'in himayesi altındadır.
Bazı günlerde Gök aleminin kapısı az aralanır, ve ışığı bulutların arasından parlar. Bu anlar, şaman dualarının en tesirli olduğu anlardır.
Bir şaman, kendisini gök alemine götüren hayalı yolculuğunu, bir kuşun, geyiğin ya da atın sırtına binerek, ya da bu hayvanların şekline girerek gerçekleştirir.

Bir Tengricinin Dünyayı Görüşü
Bir tengriciye göre dünya sadece üç boyutlu bir ortam değil, durmadan dönen bir çemberdir. Her şey bir çemberin içine bağlıdır, durmadan eskir ve yenilenir; Güneşin hareketi, durmadan hareket halinde olan mevsimler ve bütün yaratıkların ölümden sonra tekrar doğan ruhları.

İnsanların Üç Ruhu
Tengricilikte, insanların ve hayvanların birden çok ruhlara sahib olduklarına inanılır. Genelde, her insanın üç ruha sahib olduğuna inanılır, ama ruhların isimleri, özellikleri ve sayıları bazı kavimlerde farklı olabilir; örneğin Sibiryanın kuzeyinde yaşayan ve bir moğol halkı olan Samoyetler, kadınların dört ve erkeklerin beş ruha sahib olduklarına inanırlar.

Ruh Türleri
Kuzeyamerikada, Orta- ve Kuzey asyada araştırmalarda bulunmuş olan Paulsen ve A.Hultkratz bu ruh inancının bütün halklarda aynı kalan iki ruhunu şöyle açıklamışlardır:
  • Nefes-, hayat- ya da beden ruhu
  • Gölge ruhu/serbest ruh
Bunların yanında kavimden kavime değişen "kısmet ruhu", "koruyucu ruh" ve birde "çocuk ruhu" inancını tarif etmişlerdir. Yeni doğan bir çocuğun "Omi ruhu" olduğuna, ve bu çocuk bir yaşına girdiğinde bu ruh "Ergen ruhu"na dönüştüğüne inanılır. Ayrıca aynı kavime ait olan insanların bir "kolektif ruh"a sahib olduklarına inandıkları tespit edilmiştir. Bu "kollektif ruh" inancı, aynı tür'e ait olan hayvanlarada yansıtılır. Yanı aynı tür'e ait olan hayvanların büyük bir toplu ruha bağlı olduklarına inanılır.

Ruh İsimleri
Türklerde ve Moğollarda birçok farklı insan ruhları için isimler bulunur, ama bunların özellikleri ve anlamları henüz yeterince araştırılmamıştır.
  • Türklerde: Özüt, Süne, Kut, Sür Salkin, Tın, Körmös, Yula
  • Moğollarda: Sünesün, Amin, Kut, Sülde
Jean Paul Roux, bu ruhların yanında birde Uygurların Buddist dönemlerinden kalan yazılarda sözü edilen "Özkonuk" ruhuna dikkati çeker.
Moğolistan'a araştırmalar yapmak için gidip sonunda hayatını Tengriciliğe adamış, ve "Sarangel Odigen" adlı Şamaniçe olarak moğolistanda vefat eden bilimci Julie Stewart, Tengricilik hakkında yazdığı makalelerinden birinde ruh inancını şöyle tarif etmiştir:
  • Amin ruhu: Nefes almayı, ve vücut ısısını sağlar. Amin ruhu reinkarne eder. (Bu ruhun Türklerdeki adı "Özüt" olsa gerek. Kaşgarlı Mahmud, yazdığı Divan Lügat-i Türk adlı eserinde "Özüt ruhu"nu nefes ruhu olarak tarif etmiştir.)
  • Sünesün ruhu: Vücudun dışında suya gider suyun içinde hareket eder. Aynı doğadakı su çemberi gibi bir varlık sürdürür. Insan ölünce yeraltı dünyasına iner. Tekrar dünyaya gelmesi gerektiğinde, bir kaynaktan çıkar ve bebeğin içine girer. (Türklerde "Süne ruhu")
  • Sülde ruhu: Bir insana kişiliğini veren ruh. Benlik ruhu. Diğer ruhlar insan vücudunu terk ederse sadece baygınlığa, benliğini yitirmeye ya da komaya yol açarlar, ama eğer bu ruh vücudu terk ederse insan ölür. Insan ölünce doğada bir cisime girer ve Yer Su ruhu olur. Tekrar dünyaya gelmez (reinkarne etmez).
Hayvanların iki ruhu vardır. Hayvan öldüğünde bunlardan birisi tekrar dünyaya gelir (reinkarne eder), ve diğeri doğaya yerleşir. Hayvanlarda reinkarne eden bir ruha sahib oldukları için, hayvanlarada saygılı davranmak ve onlara eziyet etmemek gerekir.

Kut, Tengrikut ve Iduk
"Kut" Tengrinin sadece hükümdarlara verdiği güçlü bir ruhdur. Tengri bu ruhu bir kağan'a uygun bulduğu zaman verir ve uygun bulduğu zaman tekrar geri alır. Bu ruha sahib olan bir kağanın unvanına "Tengrikut" eklenir.
"Iduk" Umay'ın, Yer Su'ların ve bazı diğer dişi cinsiyetli kutsal varlıkların ismine katılan bir ek, henüz yeterince araştırılmamıştır. Jean Paul Roux'un fikirine göre, "Kut"un dişi varlıklara verilen verziyonudur.

Tengri'nin Yanındaki Diğer Kutsal Varlıklar
Tengricilikte ataların kutsal sayılması ve hatta bazı büyük hükümdarların ölümlerinden sonra tanrı olarak görülmesinden dolayı, kabileden kabileye farklı tanrısal varlıklar bulunur. Bu yüzden Tengriciliğin bütün kutsal varlıklarını bir araya toplanması imkansız gibidir. Örneğin Altaylarda çok yüksek bir tanrı olarak görülen Kara han'in Oğuz han'in babası olduğu düşünülür. Ayrıca Macar bilimcilere göre, macarcadaki "tanrı" anlamına gelen "Isten" kelimesi Istemi kağan'ın ölümünden sonra tanrı olarak tapılmasından kaynaklanmıştır.
Tengriciliğin bir Tek tanrı dini olup olmadığı hakkında farklı görüşler var olduğu için, bu kutsal varlıkların gerçekten "tanrı" olarakmı yoksa sırf "güçlü ruhlar" olarakmı adlandırılması kesin olarak söylenememektedir. Bu konu hakkında, bilimcilerin farklı görüşleri daha aşağıda "Tek Tanrı Kuramı" başlığı altında ele alınmıştır.

En Tanınmış Kutsal Varlıklar
Tengrinin yanında Tengriciliğin coğrafyasında en yaygın ve en tanınmış kutsal varlıklar şunlardır:
  • Umay (Iduk Umay ya da Tenger Ninyan da denir): Verimlilik tanrıcası. Tengrinin kızı.
  • Ülgen (Altaylarda Adakutay, Yakutlarda Ak Toyun): Tengrinin oğlu. Gök aleminin (Cennetin) efendisi.
  • Erlik Han (Yeraltı alemi=Yerlik/Erlik): Tengrinin oğlu. Yeraltı aleminin efendisi.
  • Golomto: Tengrinin kızı. Ateşın efendisi.
Sibirya Türklerinde
Günümüzdeki Yakutlar ve Altaylar su kutsal varlıkları tanımaktadırlar:
  • Ayzıt ya da Aykız: Aşk, güzellik ve Ay tanrıcası. Gök'ün 3'üncü katında oturur. Kamlar alkışlarında (alkış= Dua) inanılmaz güzelliğini met ederler.
  • Gün Ana: Güneş tanrıcası. Güneş ile birlikte gök'ün 7'nci, yani en yüksek katında oturur.
  • Ay ata ya da Ay dede: Ay tanrısı. Ay ile birlikte gök'ün 6'ncı katında oturur.
  • Alasbatır: Ev hayvanlarının koruyucusu.
  • Ancasın: Yıldırımların efendisi.
  • Su Iyesi: Su tanrıcası.
  • Taş Gaşıt: Kısmet tanrısı.
  • Andarkan: Ateşin efendisi. Eski Kırgızlarda bir bitki tanrıcası aynı isimi taşıyordu.
  • Satılay: Kötülük tanrıcası. Insanların dengesini bozar, yoldan çıkarır ve ruh hastalıkları getirir. Çaresiz insanları intihar etmeye ikna eder.
  • Kış Han: Kışın efendisi.
  • Arah, Toyer, Tarila, Sabıray: Yeraltı aleminde, insanların ruhları hakkında kararlar veren hakim derecesindeki ruhlar.
  • Gölpön Ata: Koyunların koruyucusu.
  • Erdenay: Haberci. Tanrıların insanlara bildirmek istedikleri iyi kararları insanlara ileten ruh.
  • Kambar Ata: Atların koruyucusu.
Doğa Ruhları
Tengricilikte doğa ruhlarla doludur. Bu ruhlar bulundukları yerlere ve özelliklerine göre kategorilere ayrılırlar. Bunların isimleri Tengrici halkların farklı dilleri ve lehçelerine göre değişebilir. Ama bunlar genel olarak kabaca iki büyük gruba ayırılabilirler;
  • Gök ile bağlantısı olan ruhlar: Bunların adlarına çoğunlukla "kök-" (mavi) ya da "-tengri" (gök) kelimeleri eklenir.
  • Yer ile bağlantısı olan ruhlar: Bunlar toplu olarak Türklerde "Yer su" ve Moğollarda "Gazriin ezen" olarak adlandırılırlar.
Rafael Bezertinov yazdığı "Tengrianizm:Religion of Türks and Mongols" adlı kıtabında, Türklerde 17 kutsal varlığın (Tengri, Umay, Erlik, Ülgen v.s.), Moğollarda ise 99 "Gök ruhları"nin 77 "Yer ruhları" ile karşı karşıya durduklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca, çoğunlukla Tengri ile bağlantılı olarak kullanılan "kök" (mavi) kelimesinin, bir "gök ruhu" taşıdığı inanılan yaratıklarada eklendiğine dikkati çeker;
The epithet ‘Kuk’ was also given to some animals, such as a horse (kuk at), ram (kuk teke), bull (kuk ugez), deer (kuk bolan), dog (kuk et), wolf (kuk bure). This epithet was not for a hue of the animal (skewbald), but it’s belonging to Sky, Kuk – Tengre, i.e. of a divine origin. Yani bu adlandırmalar ile bu hayvanların gök ile bağlantısı olduğu belirtilir.
  • Kök at
  • Kök böri (böri: kurt)
  • Kök it
  • Kök öküz
  • Kök teke
Bazı gök ruhları okadar güçlüdürlerki bir şaman onları etkiliyemez, ama diğerlerini kolayca kontröl edebilir. Bir ruh sadece, denge bozulduysa ve düzeltilmesi gerekirse rahatsız edilebilir. Önemsiz meseleler veya sırf merak için rahatsız edilmemeleri gerekir.
Moğollarda Tengrinin yanındaki en güçlü kutsal varlıklar, gökün ayrı yönlerinde bulundukları inanılan dört kudretli gök ruhlarıdır. Moğollar bunların adlarınada "-tenger" (gök) eklerler:
  • "Erleg han" (Erlik han), yeraltının efendisi. Doğu-"tenger"i.
  • Usan han, su ruhlarının efendisi. Güney-tengeri.
  • Tatay Tenger, kuzeyden çağırılır. Fırtınaların, yıldırımların ve Hortumların efendisi.
Moğolların bu gök ruhları çok güçlüdür ve etkilenemezler. Şamanlar onları bir ritüelin içersinde sadece yardımcı olmalarını rica edebilir.
Bu ruh grublarının dışında birde Çor ruhlari (mogol.:Çotgor), Ozor ruhları, Ongun ruhları, Körmöz ruhları ve Burhan ruhları vardır.
  • Yer su (Moğol.:Gazriin Ezen/Yakut.:Ayy): Yer ile bağlantısı olan doğa ruhları. Bir dağın, gölün, ırmağın, kayanın, ağacın, köyün, binanın ya da hatta bütün bir ülkenin ruhu olabilirler.
  • Çor (Moğol.:Çotgor): Dengeyi bozan, bedensel ve ruhsal hastalıklar getiren kötülük ruhları. Bazı Çor'lar ölmüş insanların, yeraltı aleminin yolunu bulamamış olan Süne-ruhlarıdır. Bu taktirde bir şaman bu ruhu tekrar yola getirmesi gerekir. Diğer kötülük ruhları reinkarnasyon çemberinin dışında dururlar ve sonsuza dek doğada dolaşırlar. Şamanlar bu ruhları etkileyip, iyi bir yardımcı ruh haline getirebilirler.
  • Ozor ruhları, Ongun ruhları ve Burhan ruhları çoğunlukla iyi ruhlardır, ama zamandan zamana sorunlarda yaratabilirler. Ozor ve Ongun ruhları bazı ataların bir süre boyunca doğada dolaşan Sülde ruhlarıdır. Bu ruhlar şamanların ritüellerinde en önemli yardımcılarıdır.
  • Körmöz (Moğol: Utha): Ölmüş şamanların ruhlarıdırlar. Körmözler daima canlı şamanların yanında bulunurlar, onlara yol gösterip yardımcı olurlar. Körmözler birçok şaman kuşaklarının tecrübesine sahiblerdir. Iyi ve kötü Körmözler vardır. Ayrıca Körmözler yeni ölen insanların ruhlarına yol gösterirler ve onları gitmeleri gereken yere götürürler.
  • Burhan: Burhanlar çok güçlüdürler ve bir şaman onları etkiliyemez. Eğer bir insanı hasta ettilerse, sadece hastayı rahat bırakmaları rica edilebilir. Sadece çok güclü bir yardımcı ruhu olan bir şaman, bir Burhanı kontröl edebilir. Bu uygulamadan sonra o Burhan bir Ongun'un içinde tutulan Ongun ruhu olur.
Altaylıların Bazı Güçlü Doğa-Ruhları
  • Altay Han: Altay dağlarının efendisi. Altay dağlarının zirvesinde oturduğu inanılan çok güçlü bir ruh.
  • Buncak Toyun: Buzul Toyun ile birlikte gök aleminin en yüksek katında büyük Kara han'ın sarayına giden yolun bekçiliğini yapar.
  • Demir Han: Güçlü bir dağ ruhu.
  • Talay Han: Güçlü bir dağ ruhu.
  • Okto Han: Yer Su kategorisinden, güçlü bir dağ ruhu.
Kutsal Dağlar, Göller ve Ağaçlar
Tengrici bir insanın doğaya karşı büyük saygısı vardır, çünkü doğa ruhlarla doludur. Büyük bir dağın, görkemli yaşlı bir ağacın, bir gölün ya da yolundan geçen bir vahşi hayvanın bir ruhu- ve böylece bir kişiliği vardır. Insan doğadan sadece kendine ve ailesine lazım olduğu kadarını alır, savurganlık Tengriyi ve Yer suları öfkelendirir. Eğer insan doğadan birşey alabildiyse bu sırf doğa ruhlarının rızası ile olmuştur. Bu yüzden onlara minnettar olması gerekir.
Tarihi Çin'in Tang dönemi içinde olduğu bir zamandan kaldığı düşünülen Göç destanı'nda, Türkler 40 kuşaktan beri kutsal saydıkları ve ondan güç aldıkları bir kayayı Çinlere bırakırlar. Aniden gök garib sarımsı bir renge bürünür, kuş ötüşleri ve doğadaki diğer sesler kesilir, bozkırlar sararmaya solmaya başlar, Türklerin ve sürülerinin arasında salgın hastalıkları dağılır ve doğadan Yer suların sesleri duyulur "gööç gööç" diye. Yer su ruhları bu şekilde kendilerine ihanet eden Türkleri memleketlerinden kovar ve cezalandırır.
Dağ ruhlarının çok güçlü olduklarına inanılır, ve bereket için onlara dua edilir. Her Tengrici halk, yaşadığı bölgenin en yüksek dağına hitab eder. Böylece günümüze kadar tüm Avrasyada bazı Dağ isimleri bu eski inancın kalıntıları olarak muhafaza edilmiştir. Bir Dağ ruhuna edilen dua, bir "Oba" ya yöneltilir. Bu Oba dağın yakınında bulunan ve o dağı sembolize eden, 2-3 metre yüksekliğinde dallardan oluşan bir yığıntıdır. Bu Obanın yanından geçen kimse, üç kez etrafında dolanır ve sonunda Obanın tepesine bir taş koyar. Böylece yolculuğunun devamı için uğur ve kendisi için güç aldığına inanır.

Bazı Kutsal Dağlar ve Göller
  • Kağan Tengri (Kazakistan)
  • Ulu Tav (Kazakistan)
  • Altay dağları; zirvesinde Altay Han'ın oturduğuna inanılır.
  • Issık Kul: Kırgızların mitolojilerinde güçlü bir ruhu barındıran kutsal göl.
  • Musala (Bulgaristan) Bu dağ Balkan'ın en yüksek dağıdır, ve 15'nci yüzyıla kadar Türk bulgarların verdiği isimi taşımış TANGRA (Tengri), bundan sonra Osmanlılar tarafından "Maşallah" isimi verilmiş. Günümüzdeki bulgarlar Maşallahtan türetilmiş olarak "Musala" derler.
  • Tien Shan (Uygurca: Tengri taw (Tanrı dağı)
Adak = Kurban Geleneği
Tengricilikte iki türlü adak vardır; kanlı ve kansız adaklar.

Kanlı Adaklar
  • En çok makbule geçtiği inanılan adak hayvanları beyaz atlardır. Ama atların dışında koyun, keçi ve sığırlarda kurban edilir. Tengricilikte bir hayvanı kurban ederken dikkate alınması gereken birçok kurallar vardır. Bir hayvanın tekrar doğacak olan bir ruhu oldugu için, ona karşı saygı duyulur, ve hayvana asla gereksiz acı vermemeye calışılır. Kurban hayvanının başı kesilmez, çünkü ruhu kafasında, boynunda ve solunum yollarında bulunur ve bölünmemesi gerekir. Ayrıca kanı akmaması, kemikleri kırılmaması ve hayvanın postu karın kısmında bulunan bir yırtığın dışında tüm kalması gerekir. Hayvanın karın kısmından bir kısım kesilir, buradan hayvanın içine el sokulup can damarı bölünür. Moğolistanda hala bu şekilde yapılmaktadır. Bundan sonra hayvan ikiye bölünür ve iki ayrı ateşın üstüne asılır. Hangisinin dumanı dik bir şekilde göğe doğru çıkarsa o bölümü kül olana kadar ateşin üzerinde bırakılır. Çünkü ozaman o bölümün kokusu Tengrinin hoşuna gittiğine inanılır. Günümüzün müslüman Kırgızları, kurban bayramında da at kurban ederler.
Kansız Adaklar
  • Kansız adak olarak özel olarak seçilmiş çeşitli gıda malzemeleri, içki, tütün, silah, ev eşyaları ve at yarışları ile güreş gibi farklı şeyler kullanılır. Örneğin gök gürüldediğinde bir tas kımız, yoğurt ya da ayran ile üç kez çadırın etrafında dolanılır. Yıldırımın düstüğü noktada gençler Tengrinin hoşnutluğunu tekrar kazanmak için güreşler ederler. Ama hergün yapılan, en sık rastlanan adak, bir tas kımızdan gökün dört yönüne doğru biraz sıçratarak o içkiyi böylece Tengriye, Ötükene, atalara adayıp, gerisini bir diklemede içmektir. Bu gelenek günümüze kadar tüm sibiryada ve özellikle moğolistanda yaygındır, ve artık bazen votka ilede yapılır.
Eski Türklerde Cenaze Törenleri
"Bazı bilim adamlarına göre eski Chou’lar, aynı ailede her beş kuşakta bir döngüsel yeniden doğumların gerçekleştiğine inanıyorlardı. İnsan ruhu, bir göksel, parlak ve sıcak ruh olan şen diğeri de toprak merkezli, Karanlık ve soğuk olan kuei olmak üzere iki parçadan oluşmuştu. Şen bedenin üst, kuei ise alt kısmında bulunmaktaydı. Ölüm gerçekleştiğinde yeniden doğum beklentisindeki kuei ruh, kuzeye doğru (karanlık geleneksel ikametgâhı) yer altındaki “Sarı pınarlara” (sarı toprağın simgesel rengiydi) giderdi. Şen ruh, göksel özüne doğru süzülmeye çalışırdı. Bununla birlikte ruh, kendi özelliklerine bürünebilen cinler tarafından yok edilme tehlikesi içindeydi. Ölümün hemen ardından ağıt yakılan bir tören gerçekleştirilir ve ruh belirlenen bir ikametgâhta kalmak üzere geri çağrılırdı. Ruh için ayrılan geçici ikametgâh, üzerinde ölünün özü olarak kabul edilen hayvanın amblemi bulunan bir bayraktı. Alplerin ve hakanların amblemi kotuz olduğundan, savaş arabasına çekilen kotuz kuyruklu bayrak alpe ya da hakana ait ruhun geçici ikametgâhı olarak kabul edilirdi. Daha sonra ruhun kesin ikametgâhı olarak bir tapınak ya da tapınak modeli ve bir dikilitaş dikilirdi. Hentze, tapınağın ya kimi kez tepesine bir baca bulunan silindir şeklinde kubbeli bir çadır ya da Çin köşkü biçiminde olduğu sonucuna varmıştır.”
“Kök Türkler hakkındaki Çin rivayetlerinden anlaşıldığına göre ceset, kubbeli ve yuvarlak biçimli olan Türk çadırına yatırılıyordu. Takvimde uygun bir gün seçerek yuğ merasiminin iki safhası icra edilirdi. Kök Türk beylerinin mezar taşlarında yuğ tarihleri verildiğine göre, gün belirlenirken bazı astrolojik düşüncelerin varlığından da söz edilebilir. Esasen görüleceği gibi, mezar taşlarında astrolojik simgeler de bulunuyordu. Merasim için seçilen günde ceset, at üzerine bindirilip bazen çadır şeklinde bir köşk içinde, silahları ve madeni ayna gibi kıymetli eşyaları yakılıyor ve başka bir mevsimde küller gömülüyordu. Türk kağanlarının mezar abideleri dağ şeklindeydi. Daha sonra Kök Türklerde ve Oğuz Türklerinde olduğu gibi ceset yakılmadan gömülüyorsa giyimli ve zırhlı olarak, silahları ve elinde bir kadeh içki bulunan ceset, atıyla mezara yerleştiriliyordu. Mezar abidesi olarak ölenin bir portresi ve hayatı sırasında giriştiği savaşlardan sahneler tasvir ediliyordu.
Ölen kimsenin hayattayken savaşta öldürdüğü kişilerin simgesi olan taşlar veya heykellere balbal deniyor ve bunlar da mezarın etrafına dikiliyordu. Balballar ve ölene kurban edilen hayvanlar, öbür dünyada hizmete tahsis edilmiş sayılıyordu. J. R. Hamilton ve E. Tryjarski tarafından yeni okunan geyikli bir Kök Türk mezar taşı yazısından anlaşıldığı üzere, kurban edilen hayvanların da tasviri yapılıyordu.
Ölenin, onun maiyetinin ve balballar ile kurbanlık hayvanların tasvirleri dikili taşa oyulmuş bir heykel veya kabartma olmaktaydı. Ölenin hayat safhalarını temsil eden levhalar da taşa naklediliyor veya az kabartmalı şekilde oyuluyor ya da kırmızı boyayla çiziliyordu. Bu eserlerin üslubu ilkel, fakat çarpıcı bir ifade biçimiyle kendini gösteriyordu. İnsan tasvirlerinin hiçbiri diğerine benzememek ile, kaynaklarda ölenin portresinin yapıldığı hakkındaki bilgi teyit edilmiş bulunmaktadır. Sin adı verilen bu mezar abidelerinin bazısında Türk sanatkârlarının adları da okunmuştur.”
“Halen ölüme uçan ruhun shungkur, sungur şeklinde algılanmış olup olmadığını saptama olanağımız yok, ancak ‘öldü’ demek yerine shungkur boldi, ‘sungur haline geldi’ deyiminin İslam dinini kabul ettikten sonra bile Batı Türklerinde kullanıldığı görülmektedir.”
“Ölümü izleyen dönemde bazen birdenbire ortaya çıkan, bazen önceden düzenlenen ağlayıp sızlamalar ile cenaze törenlerinde yer alan ritüele dayalı dövünmeleri birbirine karıştırmamak gerekir. Çinliler bu ayrımı gayet iyi yapmıştır, konuyla ilgili tanımlamaları klâsik niteliktedir: ‘Onlar, cenazenin içinde olduğu çadırın kapısı önüne gelir gelmez kanlarının gözyaşlarıyla birlikte aktığının görülmesi için yüzlerini bir bıçakla kesmektedirler.’ Jordanes bunun Hunlar tarafından da yapıldığını belirtmiştir. Diğer gözlemciler arasında İbn Faldan, ‘korkunç ve vahşi bir şekilde bağırıp ağlayan’ erkekler olduğunu açıklamaktadır. Aynı zamanda at yarışları düzenlenmekte, yani ölünün çevresinde düzensiz şekilde dönülmekte, ayrıca koyunlar ve atlar kurban edilerek ‘çadırın önüne serilmektedir’. Ölünün seyredilmesi için açıkta bırakıldığı süreyle ilgili olarak dikkat çeken yedi rakamına, çoğu kez yukarıda belirtilen değişik faaliyetler söz konusu olduğunda da rastlanmaktadır: yedi yara, yedi defa çevresinde dönüş…
Gömülme tarihi geldiğinde ceset, Herodotos tarafından belirtildiği ve Pazırık kazılarında da görüldüğü gibi, en azından İskitlerde ve ayrıca Moğollarda, mezarında kadar taşınmak için araba üzerine konmaktadır. Tukiulerde, Vuhuanlarda, Huan-Huanlarda ve diğer Türk kabilelerinde bunlara bir cenaze alayı eşlik etmektedir. Cenaze törenleri bir araya gelmek için büyük nedenlerin birini oluşturduğu için eskiden olduğu gibi günümüzde de halk toplanmakta ve bunun için uzak yerlerden gelinmektedir. Yabancı heyetler davet edilmektedir.”
“Aksine bir kanıt bulunmadığı sürece tarihsel çağdaki Altay toplumlarının cenaze töreni geleneklerinin, Orta Asya’nın tarih öncesi (Paleo-Asya, Altay veya Hint-Avrupa) geleneklerinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.”
"Sonuç olarak, Altaylıların cenaze törenleri için kullandıkları değişik yöntemleri aşağıdaki şemayla özetlemek mümkündür.
1. Ağaçlar üzerinde sergilenen ceset
2. Hayvanlara terk edilen ceset
3. Yakılan ceset
4. Mumyalama uygulanan ceset
5. Gömülen ceset
Bu beş durumda 2. ve 3. sıradaki işlemlerden sonra, hemen hemen her zaman bir gömme işlemi gerçekleştirilmektedir.”
“Çok sayıdaki metinden ölünün çadıra yerleştirildiğini öğrenmekteyiz. Kuşkusuz söz konusu olan çadır, ölenin hayattayken sahip olduğu çadır değildir. Bu çadır, genellikle cenaze törenleri için kullanılan ya da bu vesileyle kurulan özel bir yer, bir cenaze yeridir.”
“Türklerin eski tarihlerden beri kefen kullandıkları kanıtlanmıştır.”
“Genel olarak ölünün etlerle ve içeceklerle birlikte gömüldüğünü öne sürebilecek yeterli bilgimiz vardır.”
“Özetle, öteki dünyada ihtiyacı olan her türlü nesneyi gömmekteler.”

Kamların Ateşle Arınması
“Her şeyin ateşle arındırıldığına inanıyorlar. Dolayısıyla elçilerin veya prenslerin veya diğer herhangi bir yabancı kişinin gelmesi halinde, bu kişilerin ve getirdikleri hediyelerin tehlikeli olması, büyü yapmaları veya zehir getirmeleri veya herhangi kötülük yapmaları olasılığına karşı arınmalarını sağlamak için ateş arasından geçmeleri gerekmektedir.”

Kamların Doğaya Verdikleri Önem
“Daha önce belirlediğimiz gibi hayvan türlerinin yitirilmesi kaygısı, yani doğaya saygı, çevreyi koruma, ihtiyaçtan fazlasını tüketmeme veya şaman dininde hâkim-sahipleri incitmeme endişesi, oldukça iyi bilinen birçok töre ve geleneğin kaynağını oluşturur. En iyi şekilde Moğol çağında saptadığımız bu gelenekler, herhalde o çağdan çok önce ortaya çıkmışlardı; ama bunlar ancak Cengiz Han döneminde yasak altında yasalaştırılmışlardır.”

Kamların İnanç ve İbadetleri
Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski Orta Asya Şamanizm' inin temelleri Göktanrı, Güneş, Yer Su, atalar ve ocak (ateş) kültleridir.Bu bağlamda Asya halklarının inandığı Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ile beraberliği ve uyumu düşüncesi yer alır.
“İbn Sina görünüşe göre Türkmenlerin, yani göçebe Türklerin bir kabilesinde gerçekleşen bir şaman seansına katılmıştır: ‘Bir kehanet elde edebilmek için başvurulduğunda kâhin her yönde koşmaya koyuluyor ve bayılıncaya dek nefes nefese kalıyor. Bu durumdayken hayalinin kendisine gösterdiği şeyleri dile getiriyor ve orada hazır bulunanlar, gereğini yapmak için sözlerini dikkatle dinliyorlar.’ Yine aynı 11. yy’da Kaşgarlı kam kelimesini dört kez kullanıyor. Bunu ‘kâhin’ şeklinde çeviriyor ve niteliğini üç örnekle açıklıyor: ‘Şamanlar anlaşılmayan çok sayıda kelime söylediler.’ ‘Şaman büyü yaptı.’ ‘Şaman bir kehanette bulundu.’
“Belki de bir tür kutsal kabul işlemi veya bu aşamaya erişmeyi kutlayan herhangi bir tören sonucunda, gereği gibi hazırlanan ve gerekli aletleri kuşanan şaman, müzik eşliğinde kendi etrafında dönerek çıkardığı hayvan seslerinden, uçma taklitlerinden, hayvan gibi zıplama veya sürünmelerinden, kendi varlığının bilincini unutacak kadar sarhoş hale gelebilecektir. Bu durumda, deneyimini, öte dünyaya yolculuğunu, zorlu yükselişini veya tehlikeli düşüşünü, hayvan biçimli ruhlarla olan savaşlarını, bitkin olarak kuvvetten düşünceye kadar mimiklerle canlandıracaktır. ... Burada esas olarak amaç, tinlerin bildikleri sırlar hakkında sorguya çekmek, yani gelecek hakkında bilgi edinmek; hatta kişilerin ruhunu, görünmez veya serseri yaratıklar tarafından çalınan ve onlar tarafından kaçırılmakla tehdit edilen ruhları aramak, yani büyü aracılığıyla tedavi etmektir.”

Günümüzdeki Yeni Tengricilik
Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra, bu rejimden kurtulmuş olan Türk halkları tekrar kendi köklerini ve milli kişiliklerini aramaya başlamışlardır. Bu gelişme 1990'lı yıllarda ilk başta Tataristan'da, sonradan Rusyada ve Kırgızistanda belli olmuştur. Tataristan'da bu harekatin isimi ilk başlarda "Bizneng yul" (Bizim yol) iken sonradan "Tengirçilik" (Tengricilik) isimi daha sık duyulur olmuştur. Zamanla Tengricilik halkın arasında yaygın olan bir heves olmaktan çıkmış, devlet tarafından desteklenmeye ve enstitüleri kurulmaya başlanmıştır. Böylece 1997 yılında Kırgızistanın başkenti Bişkek'te Tengrici topluluk kurulmuş, ve en son verilere göre 500.000 resmi üyeye sahibdir. Tengriciliğin Kırgızistanda bulunan başka önemli bir kuruluşuda "Tengir Ordo" (Tengri'nin Ordusu)'dur. Bu kuruluş Kırgızistanın parlementosunda milletvekili olan Dastan Sarygulov tarafından kurulmuş, kendisi tarafından hala yönetilmektedir, ve Tengriciliğin araştırılmasının merkezidir. Bu kuruluş Istanbul Üniversitesinin Türk Dünyası Araştırma Merkezi ile verimli bir işbirliği içindedir. Tengir Ordo'nun çalışmalarına zamanla diğer Türk halklarınında ilgisi artmış ve Orta asyada medyalara yansımış.
Böylece artık Kazakistanın başbakanı Nursultan Nazarbayev ve Kırgızistanın başbakanı Askar Akayev yaptıkları konuşmalarında Tengriciliğin Türk halklarının ortak milli ve geleneksel inancı olduğunu daima vurgulamaktadırlar.
Tengriciliğin Moğolistandaki organizasyonu "Golomt Center for Shamanist Studies"'dir. Bu kurum Tengriciliği batılı ülkelerede yayma umudu ile başarılı bir ingilizce internet sitesi yayınlamaktadır: tengerism.org - practicing tengerism.
Ayrıca Prof. Dr. Schagdaryn ya da Dr. Sendenjaviin Dulam gibi bazı moğol bilimcileri dünyaca dolanıp, yüksek okullarda konuşmalar yapmaktadırlar.
Bu gelişmelerin yanında Orta Asya ülkelerinin bayraklarında ve armalarında
Tengricilikle alakası olan simgelerin geriye döndüğü dikkati çekmektedir. Özellikle gök'ün mavi rengi ve kurt sembölleri günümüzün Türk Cumhuriyetlerinin bayraklarında yer almaktadırlar.
Yakutlarda tekrar doğmus olan yeni Tengriciliklerine "Ayy" adını verirler. Türkiyede'de bazı entellektüel ve ya milliyetçi cevreler arasında "Göktanrı dini" dedikleri Tengriciliğe karşı ilgi artmaktadır.

Tengricilik'in Ana Hatları
  • Çok tanrılı gibi gözükmesine rağmen aslında tek tanrılı bir din olduğu düsünülür. Bu inanca göre Tengri tektir, en üstündür ve her şeyin yaratıcısıdır.
  • Tengriciler, kendi dinlerinin, kitaplı dinlerden önce de var olduğuna inanırlar.
  • Umay, Ülgen, Erklig Han gibi tanrı ve tanrıçalar, Gök-Tengri'nin özel melekleri olarak da kabul edilebilir.
  • Tengriciler, doğaya çok önem verirler. Doğada bir dengenin olduğuna ve bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanılır.
  • Tengriciler, hayvanların ve bitkilerin de ruhları olduğuna inanırlar.
  • Tengriciler, doğadaki diğer olguların da ruhları olduğuna inanırlar.
Bazı dağlara, ormanlara ve ırmaklara kutsal değerler yüklerler.
  • Tengriciler, bazı gezegenleri, uyduları, yıldızları, yıldız kümelerini ve diğer gökbilimsel olguları kutsal sayarlar.
  • Tengricilikte erkeğin toplumdaki statüsü kadınınkinken üstün değildir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ongun eski Türklerin Tengricilik inancında, içinde bir ruh'u barındıran bir cisime verilen isimdir. Diğer eski inanç sistemlerinde de bulunan Totem ile karsılaştırılabilir. Aynı amerika yerlilerin Totemleri gibi, eski Türk boylarınında her birisinin kendine özel bir Ongun'u vardır. Bu genellikle kendi Boylarını koruduğuna inandıkları kutsal bir havyan türü ya da büyük bir atalarının ruhunu barındırdığına inandıkları bir cisimdir.

Azerbaycan'da, Ongun-geleneliğinin islamdada uzun zaman devam sürdürüldüğünü kanıtlıyan eski Türk mezarları bulunmaktadır (en yenileri 16'ncı yy.). Her haliyle müslümanca inşa edilmiş bu mezarların taşlarında, ölen kişinin hangi boya ait olduğunu gösteren Ongun'ları kazılıdır.

Ongun'un anlamı

Eski Türklerde Tanrı'nın yeryüzündeki varoluş biçimi. Tanrı sadece ongunlarla varlığını gösterirdi. Eski Türkler de (Kök Türkler, Oğuzlar...) ongunlara tapardı. Ama bu tapma sanıldığı gibi putlara tapma gibi değildir. Bu tapma ongunlardan ilham alma ve öldükten sonra ongunların hizmet etmesinden ibarettir.
Ongunlar cogu zaman hayvanlardan oluşurdu. Oğuzların 24 boyunun 6 tane ongunu vardır. Bunların hepsi yırtıcı kuşlardan seçilmiştir. Bilinenlerin dışında başka ongunlar da vardır:

"Kotuz: İlk Türklerin yaşadığı İç Asya dünyası, boğayı, bilhassa doğuda yüksek zirvelerde yaşayan tüylü cinsi kotuz’u, bir kuvvet simgesi olarak görmekte ve bu simgeye çeşitli anlamlar atfetmekteydi." Her avcının vurduğu hayvan, onun ongunu sayılıyordu ve bayrağına resmediliyordu. Böylece vurulan ve eti yenen hayvanın ruhuna hulûl etmiş kabul ediliyordu. Hükümdarın ongunu ve ruhunun makamı ise kotuz (yak diye de bilinir) kuyruğundan tuğdu.”

Sıgun Geyik
: R. Arat da, Kutadgu Bilig’in 5111. beytindeki sıgun’a “dağ keçisi” demiştir. G. Clauson ise sıgun kelimesini “maral geyiği” olarak tercüme etmiş ve Arapçasını el-ayyil olarak göstermiş. Araştırmamızın neticesinde, Türk metinlerinde sıgun’a verilen önem sonucunda, sıgun’un asıl hükümdar ongunu olduğu kanaatine varacağımızı şimdiden belirtelim. Yine de Türk metinlerinde genel anlamda kullanılan sıgun geyik tabirini tercih edeceğiz. Böylece geyik ve dağ keçisi cinslerini bir arada anmak istemekteyiz.”
“Dağ tekesi ve geyik motifleri, milattan önceki binyılda, Avrasya’da yaşayan bütün göçebe boyların başlıca ongunlarındandı.” “…sıgun geyik cinsi, Türklerde ölümsüzlüğün simgesiydi.”

Kıyand
ve Sungur
: Chou devrinde, av merasimde vurulan hayvanın onu vuranın ongunu olması geleneğini, Oğuz Kağan Destanı da hatırlatır. Oğuz Kağan, her biri hükümdarlık ongunu olan iki hayvan vurmuştu; bunlar su aygırı cinsinden bir kıyand ile sungurdu.”


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Erlik han eski Türklerin ve Moğolların inanci Tengricilikte yeraltı aleminin efendisidir (Yeraltı alemi=Yerlik/Erlik). Tengri'nin oğlu olmasına rağmen kötülüğü sembolize eden bir tanrıdır.

Inanca göre, Erlik han dünyanın yaradılışında Tengriye karşı fenalik yapmış, ve Tengri onu ceza olarak yeraltı aleminin efendisi yapmıştır.

Erlik han yeraltı aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüşten bir tahtın üzerinde oturur. Orada kendine koyu kırmızı parlıyan ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emirinde dokuz semerli boğası vardır.

Kıranları yapan tanrıdır. Kızları Kara Kızlar kuttörenleri sırasında kamları baştan çıkarıp, onların başarısız olmalarına neden olurlar. Erlik ile iletişime geçen kamlara Kara Kam denir. Ak Kam'lar, Tengri ile iletişime giren Kamlardır.

Erlik han'ın Mamutları

Sibiryanın kuzeyinde yaşıyan ve doğaya bağlı bir yaşam sürdüren Türk halkı Dolganlarda anlatılan bir efsaneye göre, Erlik han Mamutları yeryüzünden alıp yeraltı alemine götürmüştür. Mamutlar orada pis kokuların, sıcağın ve karanlığın içinde Erlik han'a hizmet etmek zorundadırlar. Eğer bir Mamut oradan kaçıp tekrar yeryüzüne ulaşmaya çalışırsa derhal buz kesilip ölür.

Wilhelm Radloff Dolganların bu efsane ile, ara sıra Tundra'nın binyıllardır çözülmemiş buzunun içinden dışarıya sarkan Mamut cesetleri bulmalarına açıklama uydurduklarını tahmin etmiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kam kelimesinin çeşitli manaları ve kullanımları vardır:
  • Kam; (mekanik) Mekanikte sırası ile kendisine temas eden düzenekleri harekete geçirmeye yarayan metal uzantı.
  • Kam; (din) Türk şamanizminde şaman.
  • Kam; Kham, Kamoz olarak da adlandırılan Afganistan'ın bir bölgesi.
  • Kâm; Farsça kökenli "dilek", "zevk", "mutluluk", "tat" gibi manalara gelen kelime, isim.
  • Kam; (osmanlıca) Eski dilde "zaman", "devre", "yüzyıl" gibi manalara gelen kelime, isim.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
“Savaş zamanında göçebe Türk boyların ordu kalesinin çevresine sığınabilmesi için balıg denen ikinci bir sur yapılıyordu. Göçebe boylar, kerekü denilen ve gök dininin kâinat tasavvurunun simgesi de olan silindir ve kubbeli çadırlarını balık duvarlarının içine kuruyorlardı.”

“Türk kereküsü ve yurdunun değişmeyen unsurları şunlardır: Kütüklerden veya örülmüş kamıştan veya birbirine şeritlerle bağlı değneklerden oluşmuş bir perde, silindir şeklindeki yere oturtulur. Eğilmiş veya çatılmış dallardan yapılı kubbe veya kümbet şeklinde olan eğni, silindir üstüne kapak gibi oturtulur. Eğninin dört yöne karşılık gelen dört dalı yere kadar uzatılır ve bağışlar ile dört yöne çakılmış kamalara sabitlenir. Böylece sağlam oturan meskenin içi hasır, dışı keçe ile örtülüp örtüler kuşaklara bağlanır.

Kerekü veya yurdun ortasında ocak bulunur. Dumanın çıkması için eğninin tepesinde, dalları birbirine bağlayan çember örtüsüz bırakılır. İç Asya Türkleri, bu kısma hâlâ çangırak demekte ve bunu güneşe benzetmektedirler. Eğninin tepesi baca şeklinde de olurdu ve eski Türkçede buna tügünük adı verilirdi. Ocak yanmıyorsa, çangırak veya tügünük, tünlük veya dünlük denilen süslü bir keçe ile örtülür.

Göç esnasında, kerekü yasılıp(bozulup katlanarak) yüklenebileceği gibi, kurulu olarak, tekerleklere bindirilip taşınırdı.”

“Türk çadırının yuvarlak yatay bir bölümü, çeşitli şekilleri olabilen sivri tepeli ya da kubbeli silindir biçimli bir gövdesi vardı. Ana unsur, kamış örgüden ya da kirişlerle tutturulmuş tahta parçalarından oluşan esnek bir kafesti. Çadır kurulacağı zaman dürülmüş haldeki esnek kafes açılıp silindir biçimine sokulur, üzerine kapağa benzeyen sivri tepelik ya da kubbe yerleştirilirdi. Bu kubbe ya da sivri tepeli bölümün ana parçası Türkçe çangırak denilen ve ışın yayan güneşi andıran içi boş ahşap bir kasnaktı. Bir ya da dört sütunla destekleniyordu. Bu merkezi parçaya ağaç dalları ya da piramit şeklindeki bir kulenin iskeleti gibi düzenlenmiş veya parçalı bir kubbenin iskeletini oluşturacak biçimde eğilmiş şeritler bağlanıyordu. Sivri tepeliğin ya da kubbenin dallarının dört tanesi dışa doğru uzanıyor ve dört ana noktaya yerleştirilmiş kazıklara bağlanıyordu. Sivri tepelik ya da dilimli kubbe iskeleti daha sonra çadırın silindir biçimli duvar perdesinin iskelet örgüsüne tutturuluyordu. Çadırın duvar perdesi içten, hasırdan yapılmış çift kat koruyucu örtüyle dıştan ise süslü keçelerden şeritle kaplanıyordu.

Ocak yandığı zaman çangırak’ın üzerine bir baca kapağı yerleştiriliyordu. Ocağın kullanılmadığı durumda da çangırak süslü bir keçe parçasıyla kapatılıyordu(tünlük).”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ötüken eski Türklerin ve Moğolların geleneksel Inancı Tengricilikte Toprak Anaya verilen Isimlerden biridir. Moğollarda Etugen, Itügen ya da Odigan gibi Şekillerinede rastlanır. Ötüken-Kültü Tengri-Kültü ile birlikte özellikle Göktürk Kağanlığı Sırasında büyük Önem kazanmıştır. Ötüken Adı verilen Ormanlarla kaplı bir Dağ eski Türkler icin çok kutsal sayılır. Bilge Kağan Orhun Yazıtlarında Ötüken Dağının Türk Memleketinin Yüreği olarak Önemini Dile getirmisştir.

Eski inanca göre Toprak Ana'nın ve Yer Su'ların Keyifi Ağaçların Durumundan belli olur. Eğer Ağaçlar saglıklı ve güçlü yetişiyor ve bol Meyve veriyorlarsa Toprak Ana insanlardan memnun olduguna inanılır. Toprak Ana'ya edilen bir Dua güçlü ve büyük bir Ağaca doğru yöneltilir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Şamanizm önceleri Batılılar'ca bir din olarak yorumlanmışsa da, günümüzde inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniği olarak kabul edilmektedir. Şamanizm'in başlangıçta Batılılar'ca çoktanrılı bir din zannedilmesindeki ana etken, Şamanizm hakkında yeterince bilgisi olmayan ilk Batılı gezginlerin Şamanizm hakkında Batı'ya aktardıkları yüzeysel bilgilerden kaynaklanmıştır. Her şeyden önce, Asya Şamanizm'inde tapınma yoktur, ki bu da bir din olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Tengricilik'te Şaman

Şaman, Göktanrı tarafından bu göreve getirildiğine (güçlerle donatıldığına), Tanrı ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı tanrısal nitelikler, gizli bilgiler taşıdığına inanır.

Şaman her şeyden önce, kendi özel yöntemiyle ulaştığı “kendinden geçme” (vecd) durumunda, ruhunun göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak için bedeninden ayrıldığını hisseden bir “aşkınlık” (trans) ustasıdır. Bütün şamanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları (cinler-periler) ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen şaman, birçok ruha sahip olur. Çoğunlukla hayvan biçiminde düşünülen söz konusu ruhlar, Sibirya halklarında ve Altay’larda ayı, kurt, geyik, tavşan, çeşitli kuşlar, (özellikle kartal), baykuş, karga suretinde görünebilirler. Ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş olarak da ortaya çıkabilirler. Şaman, gerektiğinde bütün yardımcı ruhları dünyanın dört bucağında bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kaşgarlı Mahmud'a göre tamgalar:

Ad:  Snap1.jpg
Gösterim: 3017
Boyut:  29.1 KB

Ad:  Snap2.jpg
Gösterim: 1551
Boyut:  22.5 KB

Boyların Bilgileri

Kınık kavmi: cürre karcığay, yani çakırdoğanın erkeği (Farsça cürre = kuşların erkeği)

Kayı kavmi: sungur (Reşidüddin’in listesinde şahin olarak geçer), yani şahinlerin en büyüğü olan akdoğan.

Bayındır kavmi: Laçin (Reşidüddin’in listesinde şahin olarak geçer), gezgin şahin.

Yuva kavmi: tuygun, yani yaşlı erkek çakırdoğan. Prof. Bazin Özbekçedeki karşılığını bulmuştur: kari erkek karciyağ.

Salur kavmi: bürgüt, yani kral kartal.

Afşar kavmi: jürra Laçin, yani erkek falco peregrinus.

Begitli kavmi: bahri, yani pandion haliaetos, yani küçük balıkçıl kartal ya da balık-kartal.

Büdüz kavmi: italyu (tam olarak köpekleri alan anlamındadır), yani falco lanarius (Rusçada balaban), av için yetiştirilen dişi ya da kutsal doğan.

Bayat kavmi: ükü, yani grandük.

Yazgır kavmi: turumtay (Reşidüddin’inde çakır olarak geçer), yani bozdoğan.

Eymür kavmi: adı bilinmeyen bu kuşa isperi, falco subbuteo, yani delicedoğan denebilir.

Karabölük kavmi: küyenek sarı, yani küçük sarı kerkenez (küye’nin nek’le kısaltılmışı).

Akbölük kavmi: küyenek, yani kerkenez.

Iğdır kavmi: karcığay, falco columbarius, yani çakırdoğan.

Yüregir kavmi: biku, yani gecekuşu.

Tukirka kavmi: kızıl karcığay, yani kızıl çakırdoğan.

Ulanyundluk kavmi: yağalbay, falco vespertinus, yani gece çakırdoğanı.

Tüger kavmi: küçügen, yani kuzuların büyük çakırdoğanı.

Becenek kavmi: ala toğunak, lanius exubitor, yani haşarat yiyen boz saksağan.

Culavdar kavmi: buğdaınık. Kononov’un bunu Humay olarak yorumlaması yanlıştır. Bu kuş da humay gibi Kırgız halkbiliminde yer alan efsanevi bir kuştur. Adı buğdaykuşu olduğu düşünülüyor.

Çepni kavmi: humay. Farsçası hüma olan efsanevi bir kuştur. Bir önceki kuşta olduğu gibi yine bir hata yapılmıştır, fakat bu kez hatayı Ebulgazi yapmıştır. Efsanevi kuşların burada yeri yoktur. Gerçekte ongon’ları kumay, yani kar çakırdoğanıdır.

Carukluk kavmi: sarı karcığay, yani sarı çakırdoğan.

Karkin kavmi: sü büğürti, habiteos albicilla, yani balıkçılkartal, akkuyruklu kartal.

Yaşar kavmi: kirğu, yani atmaca (accipiter). “

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tengri, Eski Türkçede "Gök" veya "göktanrısı" anlamına gelip, Eski Türklerin ve Moğolların inancı Tengrizm'de Gök Tanrısı, ya da Gök'ün yüce ruhudur.

"Gök-Kültü"

Kafirler –Allah’ın gazabı üzerlerine olsun- göğe “tengri” derler, aynı zamanda azametli gördükleri her şeyi, örneğin bir dağı ya da bir ağacı da “tengri” olarak adlandırır ve önünde secde ederler. Bunların sapkınlıklarından kaçarak Allah’a sığınırız.” Kaşgarlı Mahmud 1074 yılında yazımının tamamladığı kabul edilen eserinde Tengri kelimesinin anlamını bu şekilde vermiş.
  • Tengri(Eski Türkçe): Gök(-tanrısı). Eski-Türkce Kaynaklarda Gök Anlamına geliyor. Aynı Cümle bilinmeyen bir zamandan beri bugünki Anlamı ile Tanrı diye kullanılıyor.
  • Tenger (Moğolca): Gök
  • Tenger Etseg (Moğolca.): Gök Baba. Gök Tanrısının Moğollardaki Isimi.
Tengri kişiselleştirilmeyen erkek Cinsiyetli Gök Tanrısı, ya da Gök'ün tanrısal yüce Ruhu. Tengricilik Inancına göre Doğadaki tüm Objeler birer Ruhlara sahibtir (Animizm). Tengri bunların en yücesi, en büyükleridir. İklim direkt olarak Tengri'nin tasarrufuna bağlı olarak görülür. Tengri dünyada dengenin yaratıcısı ve koruyucusudur ve iklimlerin doğal süreçleri, iklimlerin devinimleri onun tarafından sağlanır. Diğer tanrısal Varlıklar tengrici Toplumların Mitolojilerinde ve Kamlarının Dualarında insanlara benzer kişiselleştirilmiş bir Şekilde tarif edilir, Tengri ama kişiselleştirilmez; sadece zamansız ve sonsuz mavi Gök olarak anılır.
Tarihte Moğolistan'ın birleştiricisi Cengiz Han, gücünü Tengri'den bir vekilliğe dayandırıyordu ve bütün fermanlarını "Sonsuz Mavi Gök'ün dileğiyle.." sözleriyle başlatırdı. Gök Babası zamansız ve sonsuz mavi gök olarak tapılırdı. Her ne kadar iki oğlu olduğu söylense de (Ülgen ve Erlik), bir kişi olarak görülmezdi.

Ama kutsal görülen Gök'ün Adı "Tengri"yi Doğadaki başka Objelerle bağlantılı bir Şekilde rastlamakta mümkündür; mesela Tengri Dağ, Tengri Göl. Çünkü Tengri ayrıca bir Ruh-Kategorisininde isimiydi, Gök'e bağlı Doğa Ruhları. Rafael Bezertinov, "Tengrianizm:Türklerin ve Moğolların Dini" Adlı Kitabında Türklerde 17 ve Moğollarda 99 Gök Ruhu, 77 Yer Su Ruhlarına karşit olduğunu Tespit ediyor. Ama asıl Göktanrı Tengri'yi bunlarla karıstırmamak gerekir.

En eski kanıtlar

„Tengri: Gök(-tanrısı). Bu Cümlenin en eski kanıtları eski Çin Edebiyatında Hsiung-nu (m.ö. 1766-400) Halkını anlatan yazılarda bulunmuştur. Çinlerin tcheng-li şekilinde verdikleri bu Cümle hiç şüphesiz, iki heceli Tengri Cümlesinin çinleştirilmesidir. Daha geç yazılmış kaynaklarda Çinler Tengri olarak teng-ning-li ( ya da teng-yi-li) şekilinde üç heceli bir Cümle veriyorlar. Ortaya i'nin eklenmesi Çin Tercümelerinde normaldir ve üç heceli Cümle Türk Dillerinde kanıtlanmıştır ama en eski kaynaklarda bulunmaz. Bu konu hakkında farklı fikirler var: Şimdiye kadar karşılaştırılmak amacıyla ortaya konulmuş Sümerce Dingir (Sümerlerin en yüksek Tanrısı) ve Çince T'ien(Gök)'den daha çok memnun birakan (Eski-)Türkçe Teng- (dön[-mek]) olmuştur. (Eski Türklerin Mitolojisi; Die alttürkische Mythologie/ Jean-Paul Roux, Sayfa 255)

Türklerin Milli Tanrısı

Tengri milli bir Tanrının bütün özelliklerine sahibtir. Türkler Dünyanın Merkezinde oturur, yani kendilerini koruyan Gök'ün altında. Eski türk yazıtlarının Icerikleri cok net bir şekilde Tengri'nin Türklerin Tanrısı (Türük Tengrisi) olduğunu diğer Halkların Tanrısı olmadığını belirtiyorlar. Tengri bazen Kağan Ünvanını taşıyor, ve özellikle kendi Halkını koruyor. Başka tanrısal Varlıklarla birlikte, Türk Halkının dağılmamasını, tekrar bir olmasını emir ediyor." (Eski Türklerin Mitolojisi; Die alttürkische Mythologie/ Jean-Paul Roux, Sayfa 256)

Tengri'ye ibadet

Hiçbir Şaman ritüel Gök Baba, Toprak Ana ve atalara invokasyon yapmadan başlamaz. Tengrinin varlığı, günlük faaliyetlerde evrenin dengesiyle kişisel yaşamın ilintili oluşu açışında hep anılır. Yeni bir şişe içki açıldığında, üsten bir kısım alınıp bir kaba konulur, sonra da dışarıya çıkarılarak Gök Baba, Toprak Ana ve atalara sunulur. Tsatsah olarak bilinen bu ritüel Moğolistan ve Sibirya dininde hala önemli bir yer işgal eder. Ev hanımları ayrıca aynı şekilde süt ve çay sunarlar, ger'in etrafında yürürler ve sıvıyı üç kez dört yöne serperler.

Tengri'nin kaderi tayin etmekteki rolü günlük konuşmalarda (mogol.) Tengeriin boşig (Gök'ün taktiri) gibi sözlerle sürekli anılır. Kadınların mutfak ve mutfak eşyalarını temiz tutmaları tembih edilir, çünkü onların kirlenmesine meydan vermek Tengri'ye hakaret addedilir. Bayramlarda ve dağ ruhlarına kurban verildiğinde Tengri'ye adaklar verilir ve dua edilir. Ayrıca kişiye özel bir ritüel olarak acil durumlarda Tengri'ye yapılan özel bir kurban vardır. Yağmur yapma ritüelleri direkt olarak Tengri'ye hitap etmektedir ve Tengri'ye ve dağ ruhlarına adanmış Oba'larda gerçekleşir. Herkesin Tengri'ye yardım için başvurma hakkı vardır, ancak bir felaket veya güçlü bir ruhun müdahalesiyle denge bozulmuşsa, hastasının Tengri ile bağlantısını veya evrendeki dengeyi tekrar tesis etmek üzere Şaman ruhların gücünü kullanır.

Bazı Türk dillerinde Tengri

Yakut dilinde Tangara; Kuman dilinde Tengre; Karaim dilinde Tangrı; Çuvaş Türkçesinde Tura; Hakas dilinde Tigir; Tuva dilinde Deyri; Kırgız-Kazak Türkçesinde Tengri;Tatar dilinde Tengre; Karaçay-Malkar Türkçesinde Teyri; Azerbaycan Türkçesinde Tarı/Tanrı; Türkiye Türkçesinde Tanrı olarak kullanılması bile bu kelimelerin ifade ettiği kavramın Türk halkları arasındaki ortak kullanımının işaretidir.

Tengri'nin Allah'ın adı olarak kullanımı

Ünlü Arap gezgin İbn Fadlan’ın naklettiğine göre o sıralarda İslam’a henüz girmiş olan Oğuz Türkleri herhangi bir zorluk ile karşılaştıklarında bakışlarını gökyüzüne yöneltip “Bir Tengri” derlermiş. Başta Kaşgarlı Mahmud olmak üzere İslami dönemin tüm yazarları Allah kasdıyla “Tengri” ismini kullandıkları gibi bütün kaynaklarda her işe; söze kutlu bir nitelik kazandırmak kasdıyla ilk önce “Ulu Tengri’nin adı” anıldıktan sonra başlanması gerektiğini bildirmişlerdir.

Türk tasavvuf tarihinin öncü ismi Ahmed Yesevi de Divan-ı Hikmet adı ile biraraya getirilen "hikmet" adlı şiirlerinin 12'sinde bu kelimeyi asli şekliyle " Tengri" olarak kullanmaktadır.

Anadolu tasavvufunun en önemli isimilerinden Yunus Emre ( XIII.yy.) ve Niyazi Mısri de şiirlerinde "Tengri" anlamındaki "Tanrı" ve eşdeğeri olarak "Çalab" kelimesini kullanmışlardır.

Oğuzların Islama daha henüz yeni geçtikleri Dönemden kalma Dede Korkut KitabındaAllahın Adı hatta sık sık " Allah Tengri" olarak verilmiştir.



Benzer Konular

2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
2 Eylül 2006 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet
1 Mart 2007 / NihLe Taslak Konular
14 Ağustos 2006 / Misafir Taslak Konular