Arama

Tarihimizde İz Bırakanlar - Sayfa 9

Güncelleme: 25 Kasım 2008 Gösterim: 147.200 Cevap: 93
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Haziran 2006       Mesaj #81
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İbrahim Paşa (Kavalalı)

Sponsorlu Bağlantılar
Kavalalı Mehmed Ali Paşanın büyük oğlu ve Mısır vâlisi. 1789’da Kavala’da doğdu. İstanbul’da eğitim gördü. 1805’te Mısır vâlisi olan babasının yanına gitti. 1807’de Mısır defterdarlığına tâyin edildi. Mısır ordusunun yeniden teşkilâtlanmasında büyük rol oynadı. 1816’da Arabistan Yarımadasındaki âsî Vehhâbîlerin faaliyetlerinin durdurulması için, vazîfelendirildi. Güçlü ve düzenli ordusunun başında harekete geçen İbrâhim Paşa, 26 Eylül 1818’de Vehhâbîlerin merkezi Der’iyye’yi fethetti. Vehhâbî emîri İbn-i Suûd ile dört oğlunu ve âsî liderleri esir edip, İstanbul’a gönderdi. Âsîlerin hepsi îdâm edildi. Vehhâbîlerin, Muhammed aleyhisselâmın kabr-i şerîfi Ravza-i mutahharadan çaldıkları kıymetli eserlerin bir kısmını buldurup, İstanbul’a gönderdi. Vehhâbîlerin zulmüne son verdi. Ahâliye ve âlimlere iyi davrandı. Bu hizmeti karşılığında kendisine Paşa rütbesi verildi. Yunan isyânı üzerine 1824’te Mora vâliliğine getirildi. Muntazam askerî birlikler ve donanma ile Akdeniz’e açılıp, Rodos’ta Osmanlı kuvvetleriyle birleşti. Kışı Girit Adasında geçirip 24 Şubat 1825’te Mora’ya çıkarma yaptı. Navarin, Kalamata, Tripoliçe şehirleri ile önemli mahallerdeki Yunan âsilerini susturdu. Âsilerle olan mücâdele, 1827’de Atina’nın alınmasıyla tamamlandı. İbrâhim Paşanın âsîleri cezâlandırması, Yunan hâmiliği yapan Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Haçlı donanmaları, 28 Ekim 1827’de Osmanlı ve Mısır donanmasına, Navarin’de baskın tertip ettiler. İbrâhim Paşanın donanması dâhil elli yedi gemi ve sekiz bin Türk askerini şehid ettiler. İngiltere, Fransa ve Rusya, 3 Ağustos 1829’da İbrâhim Paşanın Yunanistan’dan çekilmesi anlaşmasını imzâlattırdılar. İbrâhim Paşa, Mısır’a gitti.
Bu sırada Mehmet Ali Paşa, Sûriye vâliliğinin kendisine verilmemesi üzerine, Osmanlı Devletine isyân etti. Oğlu İbrâhim Paşayı büyük bir ordu ile Sûriye üzerine gönderdi. İbrâhim Paşa, 1832’de Gazze, Yafa, Kudüs, Hayfa şehirlerine girdi. Sayda vâlisini yenip, Akkâ’yı zaptetti. Böylece Şam dâhil, Sûriye eline geçti. Toroslardan Anadolu’ya girdi. Konya’da Sadrâzam Reşîd Paşayı esir etti. Osmanlı Hânedânına hürmetkâr olan İbrâhim Paşa, Reşîd Paşaya çok iyi davrandı. 1833’te Kütahya’ya kadar geldi. Sûriye ve Adana, Mısır’a verildi. Babası Mehmed Ali Paşanın son zamanlarında Mısır vâliliğine de tâyin edildi. İstanbul’a geldi. Osmanlı Sultânı Abdülmecîd Handan, müstakil vâli demek olan“ Hidiv” unvânını aldı. 10 Kasım 1848’de babası Mehmed Ali Paşadan önce vefât etti. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin yakınlarındaki bir türbeye defnedildi.
Osmanlıların Mısır defterdârlığını da yapan İbrâhim Paşa, ülkesine çok hizmet etti. Mısır’da Nizâm-ı Cedîd askeri yetiştirdi. Cesur ve disiplinli bir askerdi. Ordunun tâlimi ve yetiştirilmesi ile bizzât ilgilenirdi. Mısır’ın idâresine ve îmârına hizmetinden dolayı “El-Fâtih” lakabıyla anılırdı.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
7 Haziran 2006       Mesaj #82
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Kutalmışoğlu Süleyman Şah

Sponsorlu Bağlantılar
Selçuk Beyin oğlu Arslan Yabgu'nun torunu ve Selçuklu Beylerinden Melik Şihabeddin Kutalmış Beyin oğlu Gazi Süleyman Şah, Anadolu'yu baştan başa fetheden ve bir Türk yurdu haline getiren Türk yiğididir.
Alparslan'la birlikte Malazgirt muharebesine iştirak eden Gazi Süleyman Bey, muharebede büyük kahramanlık göstermiştir. Zaferin kazanılmasından sonra, Sultan Alparslan, bu namlı kumandanını Anadolu'nun fethiyle görevlendirdi. Gazi Süleyman Bey, kahraman fedâileriyle birlikte Anadolu içlerine dalarak, süratle fetih hareketine girişti ve birkaç sene içerisinde muazzam fetihler yaparak Anadolu'nun büyük kısmını ele geçirdi.
Gazi Süleyman Bey, Artuk, Tutuş, Dânişmend, Saltuk Beyler gibi büyük kumandanları, akıncı bölükleriyle çeşitli bölgelere göndermişti. Bu kumandanlar zaferler kazanarak Anadolunun bir Türk ülkesi olmasını temin etmişlerdir.
Anadolu'daki fetih ordusu, Kayseri civarında Bizans ordusuyla yaptığı savaşı kazandı ve hiçbir engelle karşılaşmadan Marmara sahillerine, İzmit'e kadar ilerledi. Süleyman Bey, Konya ile birlikte bütün orta Anadolu'yu fethetti. 1075'te de mühim bir Bizans şehri olan İznik ve havalisini ele geçirerek İznik'e yerleşti.
Gazi Süleyman Beyin Anadolu'daki fetihleri bütün İslam beldelerinde sevinçle karşılanmaktaydı. Sultan Melikşah da çok sevdiği Süleyman Beyin muvaffakiyetlerinden dolayı, her vesileyle sevincini belli ediyordu. Sultan Melikşah, 1077'de, Gazi Süleyman Bey'i, Anadolu sultanı olarak ilan etti. Böylece, payitaht İznik olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti, tarih sahnesine çıkmış oluyordu.
Süleyman Şah, Bizans'ın içişlerine de karışıyor, desteklediği şahsı kral yaptırıyordu. Nitekim, krallığını ilan eden Bizans kumandanı Botaniates'i desteklemiş ve bu kumandanın yanına iki bin asker vererek, tahtı ele geçirmesine yardımcı olmuştu.
Askerlerine ve halka son derece iyi davranan ve adaletle iş ören Süleyman Şah, gayrimüslim yerli halkın da takdirini kazanmıştı. İç isyanlar ve kötü idare yüzünden perişan olan yerli halk, Süleyman Şah idaresinde huzur ve sükûna kavuşmuşlardı. Bir yandan fetihler devam ederken, diğer yandan fethedilen topraklara, atalar yurdundan Türkler getirilip yerleştiriliyordu. Azerbaycan, Türkistan ve Horasan'dan onbinlerce Türk Anadolu'ya göç etmeye başlamıştı. Süleyman Şah, Kapıdağı yarımadası ile Çanakkale Boğazı'nın Asya sahillerini de ele geçirdi. İstanbul Boğazına kadar olan kısımlar, daha önce ele geçirilmişti. Öyle ki, Selçuklu orduları Üsküdar'a kadar gelmiş ve hasretle İstanbul'u temaşa etmişlerdi.
1081'de yapılan anlaşmaya göre, Selçukluların Marmara sahillerine kadar bütün Anadolu'ya sahip oldukları Bizanslılarca da kabul edilmiştir.
Süleyman Şah, 1082 yılında Çukurova'ya girdi ve ilk önce Tarsus'u fethetti. 1083'te ise Adana, başta olmak üzere bütün Kilikya (Adana civarları) beldelerini, hakimiyeti altına aldı.
Süleyman Şah'ın en büyük arzusu, Antakya'yı ele geçirmekti. Bu maksatla yola çıktı. Harekâtını gizli tuttu. 12 gün boyunca, gündüzleri konaklamak ve geceleri yol almak suretiyle ordusunu ilerletti. 13 Aralık 1084 günü, Antakya önlerine geldi ve ani bir hücumla şehri ele geçirdi. Şehrin büyük kilisesini, camiye çevirdi. İlk cuma namazında 120 müezzin bir ağızdan Ezan-ı Muhammedi'yi okudu. Süleyman Şah, şehrin ahalisine çok iyi davrandı ve şehri baştan başa imar ettirdi. Daha sonra, Anadolu'daki fetih harekâtını devam ettirdi. Kumandanlarını çeşitli bölgelere gönderdi. Bunlardan Buldacı Bey, 1085 başlarında Maraş, Elbistan, Göksun ve Besni kalelerini fethederek, bu bölgeleri ele geçirdi.
Bu esnada Çaka Bey, İzmir'i fethetmiş, İzmir Körfezinde büyük bir donanma kurdurarak, Selçuklu Devletinin ilk deniz kuvvetlerinin kurucusu olmuştu.
Gümüştekin Bey ise, Urfa ve Antep çevresini fethetmişti. 1085'e doğru, bütün beylikler bir araya getirilmiş ve Anadolu'da kuvvetli bir devlet doğmuştu. Süleyman Şah, Kurucusu olduğu devletin birliğini temin etmişti. 1105'e doğru, bütün Anadolu, Türklerin eline geçmişti. Anadolu fâtihi Süleyman Şah, devlet idaresinde de maharetini göstermiş, ele geçirdiği topraklara kök salmak için Müslüman ahalinin Anadolu'ya yerleşmesini temin etmişti.
Süleyman Şah, zaferden zafere koşarken, Sultan Melikşah'ın kardeşi Sultan Tutuş da saltanat hevesine kapılmış, Suriye'de bir devlet kurmak maksadıyla, sağa sola saldırmaya başlamıştı. Süleyman Şah, Sultan Tutuş'un bu hareketlerine dur demek maksadıyla, ordusuyla birlikte Tutuş'un üzerine yürüdü. İki ordu, 5 Haziran 1086'da, Halep yakınlarında karşı karşıya geldi. Muhar****** en şiddetli safhasında, bir kısım askerler, Süleyman Şah'ın safını terk ederek karşı tarafa geçtiler. Bunun üzerine, Süleyman Şah'ın ordusu bozuldu. Kendisi de muharebe meydanında vuruşurken şehid düştü.


Son düzenleyen CrasHofCinneT; 5 Eylül 2008 03:19
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #83
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Köprülü Mehmed Paşa

On yedinci yüzyıl Osmanlı Sadrâzamlarından. Babasının adı Hüseyin olup, Arnavutluk’un Berat Sancağının Rudnik köyünde doğdu. Gençliğinde Osmanlı sarayında hizmete alındı. İyi bir tahsil ve terbiye görerek yetiştirildi. Köprülü lakabı, Amasya’ya bağlı Köprü kasabasından evlenip orada ikâmet etmesindendir. Osmanlı Devletinde saray mutfağı olan Matbah-ı âmirede hizmete başladı. Osmanlı sultanlarından Dördüncü Mehmed Han (1623-1640) devrinde, Silâhdâr Hüsrev Paşanın maiyetine girdi. Enderun’da başladığı hizmette, Hüsrev Paşanın vezirliği sırasında Hazînedarlığa yükseldi. Çeşitli voyvodalıklarda yaptığı hizmetler üzerine makam ve rütbesi yükseldi. Şam, Kudüs, Trablus eyâletlerinde vâlilik yapıp, 1650’de vezirlik rütbesi verildi. Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) devrinde, Boynueğri Mehmed Paşadan sonra 15 Eylül 1656’da Sadrâzamlığa tâyin edildi.
Köprülü Mehmed Paşa, sadrâzamlığa getirilmesiyle, esaslı bir ıslâhat başlattı. Mâlî, adlî, askerî tedbirler alıp, Osmanlı Devletini daha da kuvvetlendirdi. Venediklilerin işgâline uğrayan Bozcaada’yı 31 Ağustos 1657’de, Limni Adasını da 15 Kasım 1657’de kurtardı. Osmanlı Devletine karşı Avrupa devletleriyle ittifak kurup, isyân eden Erdel üzerine, 1658 yazında sefere çıktı. 1 Eylül 1658’de Erdel’in kapısı vaziyetindeki Yanova teslim alınıp, Prens Georges Rakoczy kaçınca, yerine Akos Borcsai tâyin edildi. Yanova, Şebes ve Lagoş şehirleri Osmanlı Devletine katıldı. Erdel’in haracı kırk bin altına çıkarılıp, elli bin kuruş harp tazmînâtı alındı. Osmanlı ordusunun ve Vezir-i âzam Köprülü Mehmed Paşanın Avrupa kıtasında seferde olmasını fırsat bilen Celâlîler, Anadolu’da harekete geçti. Bunun üzerine Avrupa seferi dönüşünde görevlendirilen Köprülü, fesat yuvalarını dağıtıp, elebaşlarını yakalattı. Âsilerin üzerine kuvvet sevk edip, cezâlandırdı. Bu Celâli hareketlerinin bastırılmasında, Diyarbakır Vâlisi Murtaza Paşanın çok hizmeti geçti. Osmanlı Devletinin varlığı ve bekâsı için âsilere karşı sert tedbirler aldı.
Köprülü Mehmed Paşa, uzun yıllar çeşitli kademelerde vazîfe yaptıktan sonra, vezîr-i âzamlığının 5 yıl 1 ay 15. gününde seksen yaşlarındayken 29/30 Ekim 1661 gecesi vefât etti. Devlete hizmetinden çok memnun olan Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın oğlu Fâzıl Ahmed Paşayı Vezir-i âzamlığa tâyin etti. Köprülü; akıllı, zekî, hâdiselerden ders alır, vaziyete göre hareket eder, hissî hareket etmezdi. Her şeyi zamânında yapmaya dikkat ederdi. Devletin menfaatlerini her şeyden üstün tutardı.
Samsun’un Vezirköprü ilçesi ve Köprülü âilesi, Köprülü Mehmed Paşanın adıyla alâkalıdır. Kabri, İstanbul Çemberlitaş yakınında yaptırdığı kütüphânesinin bahçesindedir.
Âl-i Osman’a son derecede sâdık olup, pâdişâh kendisinden emindi. Devletin en buhranlı dönemlerinde idâreyi ele alıp, içeride fitne ve fesâdın kökünü kazıyan, dışarıda kaybedilen toprakları tekrar ele geçiren Köprülü Mehmed Paşa, pek çok hayır eserleri bıraktı. Türbesinin yanında medresesi ve çeşmesi, Taraklu Borlu (Safranbolu) da câmisi vardır. Tokat’ın Turhal kazâsında han, Samsun’un Vezirköprü kazasında çeşme ve namazgâhı, Anadolu, Rumeli ve adalarda pekçok câmi, mescit namazgâh, mektep, köprü, han, çeşme, değirmen ve dükkânlar yaptırdı. Bu eserlerin masraflarını ve tâmirâtının karşılanabilmesi için de pek çok arâzi vakfetti.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #84
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Lala Mustafa Paşa

Kıbrıs Fâtihi, Kafkasya’nın fethinde İran'la yapılan muhârebelerin muzaffer serdârı. Bosna eyâletinin Sokol (Sokolovici) köyünde doğdu. Sokullu Mehmed Paşanın akrabâsı, İkinci vezirliğe kadar yükselen Deli Hüsrev Paşanın kardeşidir. Ağabeyi Hüsrev Paşanın delâletiyle Yavuz Sultan Selim Han zamânında Enderûn-ı Hümâyûna alındı. Burada yüksek tahsil ve terbiyesini tamamladıktan sonra altı yıl Kânûnî Sultan Süleymân’ın berberbaşılığını yaptı. Sonra çaşnigîr ve bilâhare mîrâhûr (emîr-i âhûr) olarak Enderûn'un yüksek memurluklarında bulundu. 1555 yılında Filistin-Safed Sancakbeyliğine gönderildi. Bir sene bu vazîfede kaldıktan sonra, Manisa Vâlisi Şehzâde Selim’in (İkinci Selim Han) lalalığına tâyin edildi. 14 Eylül 1560’ta önce Budin-Pojega Sancakbeyi, sonra da Van Beylerbeyi oldu. Erzurum, Halep ve Şam beylerbeyliklerinde de bulunan Lala Mustafa Paşa, 1567’de Yemen’de Zeydî imâmlarından Topal Mutahhar’ın isyân çıkarması üzerine, vezâret pâyesi verilerek bölgeye serdâr tâyin edildi. Mısır’da Yemen harekâtının hazırlıkları ile meşgûlken, yerine Koca Sinân Paşa tâyin edilip İstanbul’a çağrıldı ve altıncı vezîr olarak Dîvân-ı Hümâyûna girdi.
15 Mayıs 1570’de Kıbrıs’ın fethi ile görevlendirildi. 1570 Mayıs’ında adaya asker çıkardı. Önce Lefkoşe ve sonra Magosa’da yaptığı şiddetli çarpışmalar ve muhâsaradan sonra bir yıl içinde kaleyi fethetti. Anadolu Türklerini yerleştirip idârî teşkilâtı kurduktan sonra, 15 Eylül 1571’de adadan ayrıldı ve büyük karşılama merâsimi, gürleyen top sesleri arasında İstanbul’a geldi.
1578 yılında İran orduları tarafından ülkeleri istilâ edilen sünnî Dağıstan, Şirvan ve Gürcistan beylerinin ağır İran tazyikleri karşısında Osmanlı Devletinden yardım istemeleri ve İran kuvvetlerinin Irâk’ta Osmanlı topraklarına tecâvüz ederek 29 Mayıs 1555 Amasya antlaşmasını bozmaları üzerine, İran’a karşı harbe karar verildi. Dîvân-ı Hümâyûnda yapılan toplantı sonunda tecrübeli vezîr Lala Mustafa Paşa, İran Serdârı tâyin edildi.
5 Nisan 1578’de İstanbul’dan hareketle yola çıkan Lala Mustafa Paşa, orduyu Erzurum’da topladı. Bu arada Diyarbekir kışlağında bulunan Habeş ve Yemen fetihlerinin meşhur kumandanı, zamânın dehâ sâhibi Özdemiroğlu Osman Paşayı da, mâiyetine aldı. Erzurum’dan hareketle Ardahan yolundan ilerleyen Osmanlı orduları; Çıldır, Koyungeçidi, Şamahı savaşlarında İran’a büyük darbeler vurarak Kuzey Âzerbaycan, Kafkasya ve Dağıstan’ı fethettiler. 30 Eylül 1579’da Sokullu Mehmed Paşanın şehid edilmesi üzerine, ikinci vezirliğe yükseltilip İstanbul’a çağrıldı. Bunun üzerine Koca Sinan Paşa, İran Serdârı oldu.
İstanbul’a dönmesinden bir müddet sonra Sadrâzam Ahmed Paşa vefât edince vekîl-i saltanat unvânıyla sadrâzam oldu. Üç ay dokuz gün sonra bu görevdeyken 7 Ağustos 1580’de vefât etti. Eyüp Sultan’da vefâtından bir müddet önce hazırlattığı mezarına defnedildi.
Yavuz Sultan Selim, Kânûnî Sultan Süleymân, İkinci Selim ve Üçüncü Murâd Han devirlerinde, Osmanlı Devletine hizmet eden Lala Mustafa Paşa, ilk evliliğini Mısır Memlûk Hükümdârı Kansu Gavri’nin oğlu Mehmed Beyin kızı Fatma Hâtunla yaptı. Bu evliliğinden olan oğlu Mehmed Paşa, babasının vefâtından beş yıl önce Halep Beylerbeyi iken vefât etti. İkinci evliliğini Kânûnî Sultan Süleymân Hanın oğlu, Şehzâde Mehmed’in kızı Hümâ Sultan ile yaptı. Bu evliliğinden de Sultanzâde Abdülbâkî Bey isimli bir oğlu oldu.
Lala Mustafa Paşa; büyük bir kumandan, iyi bir devlet adamıydı. Osmanlı Devletinin en ihtişamlı devirlerinde, devlete yüksek kademelerde hizmet etme imkânını bulması, zekî ve iyi bir idâreci olduğunun en açık delîlidir. İlk büyük başarısını Kıbrıs Serdârlığında gösterdiğinden, Kıbrıs Fâtihi diye tanındı. İran Serdârlığında da büyük muvaffakiyetler sağladı. Peçevî İbrâhim Efendi, Târih’inde; “İranlılar, ondan yedikleri dayağı hiçbir serdârdan yemediler!” diye başarılarını övmektedir.
Lala Mustafa Paşanın idâredeki hizmetleri kadar önemli olan diğer bir hizmeti de, Osmanlı Devletinin birçok yerini inanılmaz derecede, âbide ve hayır eserleriyle donatmasıdır. Başta Kıbrıs ve Kafkasya fetihlerindeki ganîmet hissesi olmak üzere, elde ettiği büyük serveti bu yolda harcadı. Konya’da Şehzâde Selim’in lalasıyken Ilgın’da câmi, bedesten, kervansaray, Erzurum’da beylerbeyi iken Lala Mustafa Câmii, Şam’da beylerbeyi iken üç yüz altmış odalı Lala Paşa Hanı ve Hamamı, tekke, Kunaytira’da câmi ve imâret, Kıbrıs Seferi serdârlığında Lefkoşe’de açtığı hazret-i Ömer Câmiine vakıflar, İran Seferi serdârı iken, Kars ve Tiflis’te yaptırdığı câmiler hayrâtından bâzılarıdır. Hicaz bölgesinde Mekke ve Medîne’de de bâzı hayrâtı vardır.
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
15 Haziran 2006       Mesaj #85
kambis - avatarı
Ziyaretçi
İSTANBUL’UN FETHİ VE ULUBATLI HASAN

"“Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan;
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Elde sensin dilde sen,gönüldesin baştasın
Fatihin İstanbul’u Fethettiği yaştasın...”(Arif Nihat Asya)
Tarihte cereyan eden olaylar ve kahramanlar, o ülkelerin tarihlerine Şan katarlar. Tarih sahnesinde kaldıkları sürece de milletin dilinden ve gönlünden silinmezler. Türk’ün tarihinde millete mal olmuş böyle sayısız kahramanlar mevcuttur. Ulubatlı Hasan sadece onlardan biridir. Adı; İstanbul’un fethiyle anılır.




Ulubatlı Hasan, fetih günü ön saflarda yer almak ve İstanbul’a ilk girmek için bizzat Fatih Sultan Mehmet Han’dan özel izin isteyen yiğitlerden biridir. İstanbul’un fethinde, ordunun cesaretinin doruk noktaya erişmesinde, onun düşman safları arasına, elinde bayrak olarak dalması ve surlara dikmesi, gönüllerde fethin meşalesinin yanmasına vesile olmuştur.
“Osmanlı ordusu 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı Edirnekapı ile Topkapı arasında umumi bir hücum başlatmışlardır. Savunmanın temel direği olan Venedikli General Giustiniani’nin yaralanıp cepheyi terk etmesi Müslüman askerleri heyecana getirmesi ve Fatih’ten dördüncü saf Osmanlı askerinin de Topkapı surlarına tırmanması emrini almasıyla birlikte Ulubatlı Hasan, maiyetindeki 30 askerle beraber, Osmanlı bayrağını surlara dikmişlerdir. Nitekim beraberindeki 30 kişiden, atılan ok ve ateşlerle, 18’inin şehit olduğu gelen nakiller arsındadır.”(bilgi;Osmanlı araştırmalar vakfı )

Çok genç yaşta şehitlik rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşları bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler. Fatih Sultan Mehmet Han, dua ettikten sonra şöyle demiştir: "Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!"

İstanbul’un fethi, bir beldenin sadece düşman işgalinden kurtuluşu olarak algılanmamalıdır. Dünyaya; insan haklarının, medeniyetin, dersinin verildiği ve işgal ile fetih arasındaki belirgin farkın anlatılmaya çalışıldığı ender bir olaydır. Onun içindir ki İstanbul’un fethi, çağı değiştiren bir olay olarak tarihe geçmiştir.

Ülkeler her zaman işgal, yada yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Bu tehlikelerin bertaraf edilebilmesi için de; milletlerini, gerektiğinde toprakları için canını seve seve verebilecek evlatlar olarak yetiştirebilmelidirler. Eğitimini, öğretimini, bütün planlarını bu ideal üzerine bina edebilmelidirler.

İstanbul’un fethi münasebetiyle, millet olarak kendi kültürüne yabancılaştırılmaya çalışılan milletimizin gönlünde; yeniden “fetih ruhunun” canlandırılması, vatan-millet kahramanlarının örnek şahsiyetler olarak daha yakından tanıtılması gerekmektedir. Yeni nesil, mutlaka milli ve manevi hassasiyetle, ideal sahibi olarak yetiştirilmelidirler.

Arif Nihat Asya milletimizin genç evlatlarına bu konuda bakın nasıl seslenmektedir;
“Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden

Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”

Vatan için, millet için; “yardan, anadan, serden” günübirlik menfaatlerden, geçebilen bir nesil temenni ve duasıyla.


SELAM SEVGİ VE DUALARIMIZLA
KENDİNİZE ÇOK İYİ BAKIN
SİZ UNUTULMAZSINIZ
ASLA DA UNUTULMAYACAKSINIZ

Son düzenleyen CrasHofCinneT; 5 Eylül 2008 03:18
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #86
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ertuğrul Gazi
Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gâzinin babası. Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı boyundan Süleyman Şahın oğludur. Cengiz’in İslâm memleketini talan ettiği sırada babası, Selçuklu topraklarında yaşamak üzere kabîlesiyle berâber ülkesini terk etmiş, Amu Deryâ’yı geçip, Oğuzların yoğun olduğu Ard havzasına gelmişti. 1220’lerde Horasan’ın kuzey sınırına, oradan Karakum Gölünün güneyine, oradan da Merv yoluyla Ahlat’a ulaşmıştı. Moğol ateşinin Doğu Anadolu’yu da sarması üzerine kabîlesine daha uygun bir yer arayan Süleyman Şah, Rakka civarında Ca’ber Kalesi yakınında Fırat Nehrinden geçerken boğuldu. Babalarının vefâtından sonra, Ertuğrul Gâzi kabîleye reis seçildi. Ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu, kendilerine tâbi kabîle mensuplarıyla berâber Ahlat’a geri döndüler. Ertuğrul Gâzi ise, kardeşi Dündâr Beyle berâber batıya hareket etti.
Sivas yakınlarında konakladıkları sırada Selçuklu ordusu ile büyük bir Moğol birliğinin savaşına şâhid oldular. Selçukluların yenilmekte olduğunu görünce, yiğitlik ve mertlik esaslarına göre, kuvvetleriyle onların yardımına koşan Ertuğrul Gâzi gâlip gelmelerini sağladı. Bunun üzerine Selçuklu Devletinin hükümdârı bulunan Sultan Alâeddîn, Ertuğrul Gâziye iltifât ederek hil’at gönderdi ve Ankara yakınındaki Karadağlar mıntıkasını ıktâ olarak verdi (1230). Ertuğrul Bey, bir müddet burada kaldıktan sonra, oğlu Savcı Beyi Konya’ya gönderince, Bursa ile Kütahya arasındaki Domaniç Dağları yaylak, Söğüt ile Karacaşehir kışlak olmak üzere kendilerine verildi. Bunun üzerine Ertuğrul Gâzî aşiretiyle berâber gelip, Söğüt ve Domaniç’e yerleşti. O civarlarda oturan Afşar (yâhut Alişar) ve Çavdar aşîretlerinin etrâfa verdikleri zararlara mâni oldu. Hıristiyan tekfûrlarla da iyi geçinmeye dikkat etti. Adâleti, halka olan iyi muâmele ve yardımları o kadar çoktu ki, Hıristiyan tebaa bile kendisini sevip sayıyordu. Ertuğrul Gâzinin günden güne kuvvetlenmesi Karacahisar tekfûrunu kendisine cephe almaya yöneltti. Bunun üzerine Ertuğrul Gâzi Konya’ya giderek Sultan Alâeddîn’i bu hisarın fethine teşvik etti ve berâberce gelerek Karacahisar’ı kuşattılar. Moğolların Konya Ereğlisi’ni kuşatması üzerine, Sultan Alâeddîn geri döndü. Ancak Ertuğrul Gâzi muhâsaraya devâm etti. Bir müddet sonra kaleyi fetheden Ertuğrul Gâzi, tekfûru ve diğer esirleri kardeşi Dündar Gâzi ile birlikte Konya’ya Sultan’a gönderdi.
Ertuğrul Gâzi, Selçuklu Sultânı Alâeddîn’in vefâtına kadar altı sene etrâfın fethi ve İslâmiyetin yayılması için bütün gayreti ile çalıştı. Sultânın vefâtından sonra, Selçuklu hükümdârları arasındaki taht ve taç kavgalarına karışmayarak Söğüt uç bölgesinde tekfûrlarla mücâdeleye devâm etti. 1281 yılında 92 veya 96 yaşındayken Söğüt’te vefât ederek oraya defnedildi.
Ertuğrul Gâzi, çevresinde bulunan beyliklerden devletlerin durumlarını ve siyâsî şartlarını gâyet iyi değerlendirirdi. Komşuları ile dâimâ iyi geçinerek aşîret ve tebaasını güçlü bir durumda huzûr ve râhat içinde yaşattı. Çok cömert olan Ertuğrul Gâzi, fakirlere, düşkünlere dâimâ yardım ederdi. Yarım asır adâletle idâre ettiği bölgede Hıristiyanlara da İslâmiyeti sevdirdi.
Ertuğrul Gâzinin ölümünden sonra, küçük oğlu Osmân Gâzi, kavim ve kabîlesinin reisi oldu. Osman Beyin bağrından çıkarak denizleri, diyarları, kıtaları ve ülkeleri muhteşem dalları arasına alacak olan çınarın kökü toprağa yayılmaya başladı. Öyle ki, bu çınarın gölgesi altında bütün insanlık, Asr-ı Saâdetten sonra, bir daha görüp hayâl edemediği bir şekilde tam altı asır yaşadı.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
18 Ağustos 2006       Mesaj #87
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Timur Han
Türk-İslâm dünyâsının büyük hükümdarlarından. Târihin en büyük cihangirlerinden biridir. Babası Moğol Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi Tigin Hatundur. 1336 senesinde Mâverâünnehir’de Semerkand’la Belh arasında Keş kasabasında doğdu. Âlimleri ve Allah dostlarını çok seven babası Emir Turagay, Timur’a aklî ve naklî ilimleriyle kumandanlık bilgilerini ehil hocaların elinden öğretti. Timur, babasının vefâtından sonra emirler arasında geçimsizlikler yüzünden memlekette anarşinin hâkim olması üzerine siyâsete karıştı. Mâveraünnehir Hâkimi Emir Hüseyin ile birlikte Doğu Türkistan Hükümdarı Tuğluk, Timur’a karşı mücâdele verdiler. 1370’te, Emir Hüseyin ile arası açılan Timur, onun ölümünden sonra Mâverâünneh,r’e tek başına hâkim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı. Büyük askerlik vasıflarını üzerinde taşıyan Timur Han, yedi senede İran’ı hâkimiyeti altına aldı. Âzerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı ele geçirdi. Yine 1371 ve 1379 yıllarında yaptığı seferlerle Harezm’i kendine bağladı. Ömrü harp meydanlarında geçen Timur Han, 1389’a kadar beş sefer yaparak Uygurları itaat altına aldı. Mülteci Moğol Prensi Toktamış’a yardım edip, destekleyerek Altınordu hükümdarı yaptı. Toktamış Han, Timur Hana ihânet edince, 1390 ve 1391’de onu iki kere mağlup etti. İtil Irmağı doğusuna hâkim oldu. Daha sonra Hindistan üzerine de sefer açıp, 1399’da Kuzey Hindistan’ı zaptederek büyük başarılar kazandı. Yaptığı bütün savaşları kazanan Timur Han 1401-1402’de Suriye’yi, 1402 Ankara Savaşı sonunda bâzı Osmanlı topraklarını hâkimiyeti altına aldı. Böylece Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’yu aldı. 200.000 kişilik bir ordunun başında Çin’e sefere giderken 1405’te vefât etti. Timur Han ilim sâhibi, âlim, büyük bir hükümdardı. Âlimleri severdi. Pek çok medrese ve kütüphâne yaptırdı. Bilhassa Semerkant şehrini îmâr etti. Burada pek çok sanat eserleri yaptırarak, örnek ve zengin bir şehir hâline getirdi. Tüzükât-ı Tîmûr adıyla kânunlar çıkardı ve kendi târihini kendi yazdı. Çağatay dilinde yazdığı bu kitaplar Farsça ve Avrupa dillerine de tercüme edildi. Avrupa edebiyatında kendisine geniş yer verilmiş, 16. yüzyıldan îtibâren hakkında pek çok eser neşredilmiştir. Bu eserlerin pek çoğunda Timur Han'dan iyi kalpli ve büyük hükümdar olarak bahsedilmektedir. Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Bayezid Han (1389-1402) ile harp ettiği için bâzı Osmanlı târihçileri bunu kötülemektedir. Ancak, Timur Hanın Ankara Savaşından sonra İzmir’i Hıristiyan şövalyelerden temizlemesi, Anadolu’daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı netîcelerindendir.
Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü, doğudan Moğol putperestliği, güneyden Hind Budizmi, batıdan Fars zerdüştlüğünün baskısı ve etkisi altındaydı. Timur Han, devletinin mânevî temellerini dayadığı din adamlarıyla, Türkleri yeniden İslâmlaştırdı.
Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü göçebeydi. Timur, Mâverâünnehr’i şehirleştirdi. Obaları iskan etti. Su kanalları inşâsıyla toplumu tarıma geçirdi. Büyük şehirleri ticâret yollarına bağladı. Fetihleriyle âlimleri, sanatkarları Orta Asya’ya topladı.
İlim adamlarına saygı gösteren, onları koruyan Timur Han, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundurur, nasihatlerini dinlerdi. Âlimlere karşı o kadar saygısı vardı ki; Buhara caddesinden geçerken Muhammed Behâeddîn Buhârî (kuddise sirruh) hânekâhının halılarının silkildiğini öğrenince, İslâmiyete olan sevgi ve saygısının çokluğundan oraya yaklaşıp, tozları yüzüne sürerek bu bağlılığı belirttiği rivâyet edilmektedir. Devrinde yaşayan İslâm âlimlerinin yanında, daha önce yaşamış olanlara karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı. Ahmed Yesevî hazretleri bunlardan biridir.
Zamânında Fadlullah-ı Hurûfî tarafından kurulan ve “Hurûfîlik” adı verilen sapık fırka mensupları yayılmaya başladı. Kendisini tanrı îlân ederek bütün dinleri reddeden, kitaplarında dinsizlik ve ahlâksızlıkları anlatan Fadlullah’ı, Timur Han, oğlu Miranşah’a emir vererek 1393’te öldürttü. Tekkelerini dağıttı. İslâm ülkelerindeki bu dinsizlerin çoğunu temizledi. Timur Han, Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanlarının yayılmasını önleyerek, İslâmiyete çok büyük hizmet etti. Bunun için sahte (Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği yoldan çıkan) Bektâşî, yâni Hurûfî tarikatının müritleri, Timur Hanı sevmez, onu hep kötülerler.
Yirmi yedi ülkenin hâkanı olan Timur Han, başarılarının sırrını 12 maddede toplamış ve bunlara, oğullarının da uyması vasiyetiyle eserinde şöyle belirtmiştir:
1. Allahü teâlânın dînini ve hazret-i Muhammed’in şerîatini dünyâya yaymayı esas edindim. Her zaman her yerde İslâmiyeti tuttum.
2. Etrâfımda olan adamları 12’ye ayırdım. Gerek ülkeler fethi ve gerekse fethettiğim ülkeleri idârede bunların bâzısı bana kolları, bâzıları meşveretleriyle yardım ettiler. Bunların ikbâlinin artması için istihdam ettim. Bunlar sarayımın süsüydüler.
3. Düşman ordularını mağlup ve eyâletler feth etmekte âlimler ve emirlerle istişâre ettim. Hükümet idâresinde yumuşaklık, insâniyet ve sabırla hareket ettim. Hiç meşgul olmuyor gibi görünürken her şeyi basîretim altında bulundurdum.
4. Hükümet idâresinde kânunlara riâyet ve intizam o dereceydi ki vezirler, emirler, askerler ve halk bir üst sınıfa çıkmak için can atar halde değildi. Her biri bulunduğu sınıftan memnun olarak vazifesini yapardı.
5. Zâbit ve askerlerime cesâret vermek için altın ve cevâhir sarfından çekinmedim. Onları soframa oturttum. Böyle kıymetli bâzûların ve cengaverlerimin yardımıyla yirmi yedi imparatorluğun hükümdârı oldum.
6. Adâlet ve tarafsızlıkla Allah kullarının hep iyiliğini istedim ve onların teveccühünü kazandım.
7. Seyyidlere, ulemâya, fukahâya ve târihçilere mümtaz muâmele ettim. İyi ve cesur adamlar (Çünkü Allah böylelerini sever) benim dostlarımdı. Ulemâyla sıkı münâsebette bulundum. Bunlarla istişare ettim. Bunların hayır duâları bana zaferler temin etti. Derviş ve fakihleri himâye ettim. Bunlara zerre kadar fenâlık etmemeye uğraştım ve hiçbir taleplerini reddetmedim. Başkası aleyhinde söyleyenleri sarayımdan kovdum. Bunların sözlerine ve iftiralarına hiç ehemmiyet vermedim.
8. Her teşebbüsümü başarmakta sebatkâr idim. Bir projeyi bir kere kabul ettim mi artık bütün zihnim onunla meşgul olurdu. Onu muvaffakiyetle başarmadıkça aslâ terk etmedim. Hiçbir vakit hâlim (davranışlarım), kâlime (söylediğim sözlere) aykırı olmadı.
9. Halkın hâline vâkıf idim. Büyüklere kardeşim, küçüklere çocuklarım gibi muâmele ettim. Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim.
10. Bir kabîle veya bir Arap, bir Acem göçebesi bayrağım altına girmeği dileyince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibârla kabul ettim. İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim.
11. Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes iyiliğimden nasibdâr oldu. İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı.
12. Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman askerlere hürmet ettim. Sürekli bir saâdeti, çabucak kayboluveren şeye üstün tutan adamlara teşekkür etmek borçtur. Onlar cihâda koşuyor ve hayatlarını fedâ ediyorlar.
Timur Han, kânunlaştırdığı bu düsturlar yanında, savaş tekniklerinin de tam bir ustasıydı. Düşmanlarının siyâsî, iktisâdî ve askerî zayıflıklarını iyi bilir ve bunlardan istifâde ederdi. Bir sefere girişmeden önce, düşman ülkeye câsuslar göndererek, onları içten zayıflatmaya çalışırdı. Savaş esnâsında başarıya ulaşmak için hareketlilik ve şaşırtmaca gibi pek çok harp hilesine başvururdu.
Böylece her türlü maddî ve mânevî hasletlere sâhip olan Timur Han, Türk târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir. Bugün bâzı yazarlar devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç durmadan, onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek, bu büyük hâkana akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulunmaktadırlar. Bilhassa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler, bu tarz hissî yorumlara girmektedirler.
Oysa; “Biz ki, Mülûk-ı Tûrân, Emîr-i Türkistânız!”, “Biz ki Türkoğlu Türküz!”, “‘Biz ki milletlerin en kadîmi ve en ulusu Türkün başbuğuyuz!” diyen Timur Han, Türk için, İslâmiyetin ne demek olduğunu da, bugünkü Türkçülere bundan 600 yıl önce şöyle söylemektedir:
“Tecrübe bana gösterdi ki, din ve yasalar üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz. Böyle devlet, çırılçıplak olup kendisini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında saygı ve değerini yitirmiş adama benzer. Bu durumda böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine daldığı eve benzetilebilir. Bunun içindir ki, ben devletimin çatısını, İslâmiyet üzerine kurdum. Devletimi idâre için yasalar düzenledim. Bu yasalar uygulandığı sürece, onlara aykırı hareket etmekten sakındım.”
perikızı - avatarı
perikızı
Ziyaretçi
2 Eylül 2006       Mesaj #88
perikızı - avatarı
Ziyaretçi
tesekkürler. bu konuyu yazan arkadaşıma tesekkür ederim..
perikızı - avatarı
perikızı
Ziyaretçi
2 Eylül 2006       Mesaj #89
perikızı - avatarı
Ziyaretçi
Gençlik yılları ve tahta çıkışı Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye

Fatih Sultan Mehmed, 30 Mart1432'de, o zamanki Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne'de doğdu. II. Murad’ın Hüma Hatun'dan olan oğluydu. Molla Gürani gibi dönemin ünlü bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. 1443’te, çocuk yaşta Manisa sancakbeyliğine atanınca, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya gitti. II. Murad, Balkanlar’da ve Anadolu’da çeşitli sorunların yaşandığı bir ortamda Mehmed’i Edirne’ye çağırdı ve tahtı ona bıraktı. Ağustos 1444’te, 12 yaşında deneyimsiz bir çocuğun padişah olması, Osmanlılarla çatışma halinde olan devletleri umutlandırdı. Bir Haçlı ordusu Tuna Irmağı'nı aşıp Varna’yı kuşattı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Anadolu'da bulunan II. Murad'ı Edirne'ye çağırdı. II. Murad, 10 Kasım 1444'te Varna Savaşı’nda Haçlı ordusunu bozguna uğrattı. Savaştan sonra da II. Mehmed’i tahtta bırakarak Manisa’ya çekildi. Ancak II. Mehmed’in padişahlığı Türk soylu Çandarlı Halil Paşa ile yeni padişahı destekleyen devşirme kökenli Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa arasında şiddetli bir güç çekişmesine yol açmıştı. II. Murad’ın tahta dönmesini isteyen Çandarlı Halil Paşa, el altından bir yeniçeri ayaklanmasını destekledi ve II. Memed’i tahttan çekilmek zorunda bıraktı. II. Murad Edirne'ye dönerek Mayıs 1446’da yeniden tahta geçti. Mehmed sancakbeyi olarak Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa’yla birlikte Manisa'ya döndü. Bu dönemde Mehmed, 1448 ve 1450'deki Arnavutluk seferlerine katıldı. Babası ölünce de 18 Şubat 1451’de Edirne'de ikinci kez tahta çıktı.

İstanbul’un fethiTurkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye

II.Mehmet Tahta Çıktıktan Sonra Çandarlı Halil Paşa’nın sadrazamlığına dokinmadi. Onın genç yausta podişah olmasindan yeniden umutlanan Karamanoğulları hemen harekete geçerek Seydişehir ve Akşehir'i ele geçirdiler. Bizans da papaya başvurarak yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istedi, ama olumlu yanıt alamadı. II. Mehmed, önce Macarlar ve Venedikliler ile bir barış antlaşması yaparak Balkanlar’da güveni sağladı. 1452'de Anadolu'ya geçti ve Karamanoğullarını ağır bir yenilgiye uğrattı. Ama onun asıl hedefi İstanbul’u almaktı. İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakasında Rumeli Hisarı'nın yaptırdı. Bir yandan da savaş hazırlıklarına girişti. İstanbul'un güçlü surlarında gedikler açabilmek için Macar usta Urban'a o zamana kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü. 23 Mart 1453'te Edirne'den hareket etti ve 6 Nisan 1453’te İstanbul’u kuşattı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. II. Mehmed, Çandarlı Halil Paşa’nın İstanbul’un fethine karşı bir tutum sergilemesi üzerine son saldırı hazırlıklarıyla Zağanos Paşa’yı görevlendirdi. Bizans’a yardımın gelmesini önlemek için de Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı'nı ablukaya aldı. Hiçbir yerden destek alamayan Bizans’ın başkenti 29 Mayıs 1453 günü düştü. Bin yıllık Bizans İmparatorluğu'na son veren II. Mehmed, bu olaydan sonra "Fatih" (fetih eden) sanını aldı. Fatih, bir tören alayının başında kente girdi. İlk iş olarak Ayasofya’ya giderek burayı camiye dönüştürdü. İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yaptı. Kentin ticaret merkezi Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlerin dönmesini sağladı. Rum Patrikliği’nin yeniden açılmasına izin vardi; bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni patrikliği de kurdurdu. II. Mehmed İstanbul’u farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı.

Yeni fetihler Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye

Fatih, İstanbul’un fethi sırasında Bizans yanlısı tutum içinde olduğu gerekçesiyle Çandarlı Halil Paşa’yı Temmuz 1453’te idam ettirdi. Kısa bir süre sonra yeni fetihlere girişti. 1454 ve 1455'te düzenlediği iki seferle Güney [Sırbistan]'ı, Ege Denizi'ndeki bazı önemli adaları Osmanlı topraklarına kattı. 1459'da Sırbistan Krallığı'nın ortadan kaldırdı. Bizans’ın son toprakları olan Mora’yı da 1460'ta ele geçirdi. Aynı yıl Anadolu seferine çıkan Fatih Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra'yı, Candaroğularının elindeki Sinop'u aldı. 1461'de Pontos Devleti'nin (Trabzon İmparatorluğu) başkenti Trabzon'u ele geçirdi ve bu devletin varlığına son verdi. 1462'de yeniden Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti'ne bağladı ve 1463'te Bosna'yı tamamen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi'ndeki Midilli Adası'nı alınca Venedik’le arası açıldı. Bu olay, 1479'a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu. Fatih 1465'te Hersek'in büyük bölümünü, 1466'da da Arnavutluk'taki bazı kaleleri fethetti. Osmanlı Devleti'nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Mısır'daki Memlûklar ile Doğu Anadolu'daki Akkoyunlularla ittifak kurdu. Fatih, 1466'da yeni bir Anadolu seferine çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya'yı ele geçirdi. Ama İstanbul'a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Osmanlı Veziri Gedik Ahmed Paşa 1471'de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Ne var ki Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. Bunun üzerine Fatih Akkoyunlularla hesaplaşmaya karar verdi. 11 Ağustos 1473'te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl da Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı. Fatih Sultan Mehmed 1477'de Kırım Hanlığı'nı Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına aldı. 1478'de Arnavutluk seferinde yeni yerler ele geçirdi. 1479'da bir antlaşma yaparak Venedik'le 16 yıllık savaşa sona verdi. Venedik Arnavutluk'taki kaleleri Osmanlılara bıraktı, karşılığında Mora'daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Fatih Venedik'le anlaşmaya varınca, İtalya'nın öteki önemli kent devletlerine savaş açtı. 1480'de İtalya'nın güneyindeki Otranto limanını ele geçirdi. Otranto, Roma'ya giden yolda bir köprübaşı olduğu için bu olay Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze'deki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı.

Yenilikleri ve kanunnameleriTurkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye

Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçe'den başka Arapça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. "Avni" takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun İstanbul'a kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a getirterek resimlerini yaptırdı. Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.

SİZCE FATİH SULTAN MEHMET KAÇ YAŞINDA TAHTA GEÇTİ??
VE GELİN BU KONU HAKKINDA YAZAKIM..Turkiye
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
9 Eylül 2006       Mesaj #90
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
KAŞGARLI MAHMUTkasgarlimahmut3




XI. yüzyılda yaşayan Türk dil bilginidir. Dîvânü Lûgati't-Türk adlı eseriyle ünlüdür. Karahanlılar soyundandır. 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1074'te tamamlayarak Bağdat'ta Abbasî halifesi El-Muktedî Billah'a sunmuştu. Eserin el yazması tek kopyası Fatih Millet Kütüphanesi'nde 1910 yılında bulundu. 1915-1917 yıllarında öğretmen Kilisli Rifat Efendi'nin çevirisi üç, Besim Atalay'ın çevirisi ise beş cilt olarak basıldı.Karahanlılar döneminde yetişen ve ilk Türk dil bilgini olan Kaşgarlı Mahmut’un doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1025 olarak biliniyor. Babası Barsaganlı bir bey idi. 1071-1077 arasında Bağdat’ta bulunan Mahmut, Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynadı.



İbn-i Fadlan, Gerdizi, Tahir Mervezî, Muhammed Avfî ve Beyhakî gibi kendi döneminin Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen ünlü alimleriyle birlikte Türk illerini adım adım dolaşan Kaşgarlı Mahmut, çalışmalarında Türkçe’yi resmi dil olarak kabul eden Karahanlı Devleti’nden de büyük destek gördü.Türkçe’nin serpilip gelişmeye başladığı o dönemde, Mahmut’la birlikte Balasagunlu Yusuf Has Hacib de Türk diline büyük hizmet etti. Bu iki Türk alimi, ortaya koydukları eserlerle, Türk dil birliğinin sağlanmasına önemli katkılarda bulundular.Aynı zamanda filolog, etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı Mahmut, Dîvânü Lûgati't-Türk adlı eserinde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları canlı olarak tespit etti.
Son düzenleyen CrasHofCinneT; 5 Eylül 2008 03:18

Benzer Konular

12 Ocak 2015 / Sadık Soru-Cevap