Arama

Mafya - Sayfa 4

Güncelleme: 21 Eylül 2006 Gösterim: 88.076 Cevap: 42
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #31
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Mehmet Ali Ağca kimdir?

Sponsorlu Bağlantılar
Ağca’nın kimliğini 1970’li yıllarda anti-komünist histeriden ve bunun örgütlenmelerinden bağımsız ele alamayız. Son zamanlarda Ağca’yı sosyolojik değerlendirmeler çerçevesinde, varoşa vurmuş Malatyalı genç çocuk olarak değerlendirmek, kimliğini asimile etmek moda haline geldi.
Hiç ilgisi yok! Ağca, Türkiye’de kontrgerillanın kanlı bilmeceleri içerisinde tetikçilik yapmış bir ülkücüdür. Ağca’nın kimliği bu şekilde tarif edilebilir. İlişkilerine gelince... İstedikleri kadar bu noktada bağlantıları olmadığını söylesinler, Ağca, MHP’nin paramiliter güçleri ile bağlantılıdır. Bu konuda devletin raporları var. Daha İpekçi öldürülmeden birkaç ay önce Ağca’nın sansasyonel bir eylem yapacağına dair devletin istihbarat kurumunda bilgi bulunmaktadır. Ağca’nın kimliği değerlendirilirken bu ilişkiler üzerinde de durmak gerekir. Yani kontrgerillanın paramiliter boyutunun yanı sıra devletin çelik çekirdeği ve istihbarat örgütleri içerisindeki konumlanışı çerçevesinde de değerlendirmek gerekiyor. Devletin istihbarat örgütleri Ağca’nın varlığından haberdardırlar. Ülkücülerle irtibatını tespit eden ve bunu raporlarına geçiren de devletin istihbarat kuruluşudur. O nedenle burada bir soru işareti yok. Ağca, ülkücü bir militandır. İpekçi’nin öldürülmesinden cezaevinden firarına, oradan Roma’ya uzanan serüveni içerisinde hemen hemen tüm dönemeç noktalarında ülkücü kadroların yardımını görmüştür. Bu kadrolar 70’li yıllarda Türkiye’de kontrgerillanın paramiliter yan örgütü olarak işlev görmüştür. - Peki Ağca Susurluk’u yaratan olaylar zincirinin hangi halkasını oluşturuyor? Ağca, öyle sanıldığı gibi önemli bir isim değildir. Düz tetikçidir. Ağca’nın bütünü görmesi zaten düşünülemez. Dolayısıyla Ağca etrafında yaratılan mitosun da bir değeri yok. O mitosu hem Vatikan yarattı hem de Türkiye. “Konuşursa yer yerinden oynar” diyorlar. Konuşursa bizim bilmediğimiz neyi söyleyecek. Her şey son derece açık cereyan etti. Susurluk’tan önce de gladionun eylemleri biliniyordu. Üstelik de bunun politik, ekonomik, siyasal, askeri çerçevesi çok net bir şekilde ortaya konulmuştu. Uyuşturucu bağlantıları boyutu, silah kaçakçılığı boyutu, katliamlar boyutu... Bunların hepsi Türkiye’de yeterince analiz edilmişti. Ağca da bu çerçeve içerisinde bir tetikçidir. Bu tetikçilere çok fazla değer vermek gerekmiyor. Ağca ismi etrafında meseleyi kilitlemek çok doğru değil. Tam tersine burada işin devletle ilgili büyük sermaye ile, uluslararası güçlerle ve mason yapılarla hatta Vatikan’la ilgili boyutlarını irdelemekte yarar var. Ağca’nın yaptığı eylemlerin planlanmasında, yönlendirilmesinde, yönetilmesinde, finanse edilmesinde Ağca’nın özerk bir konumu olamaz. Ama tetikçi olarak da önemli bir tetikçidir. Yani değer verdikleri, kolladıkları bir tetikçidir. - Ağca neden Türkiye’ye getirildi. Daha öncesinden de birçok mafya babasının Türkiye’ye gönderildiğini gözlemliyoruz... Bir takım hesaplar var muhakkak. Fakat bu hesapları araştırma adına asıl unsarları gözden kaçırmamak gerekiyor. Burada hep yöntemsel hatalar yapılıyor. İnsanlar bir takım varsayımlara yönlendiriliyor. Ama esas halka gözden kaçırılıyor. Esas üzerinde durulması gereken, Türkiye’deki uyuşturucu trafiğidir ve bunun gladio ile bağlantısıdır. Kirli savaş döneminde muazzam şekilde semiren bir takım sermaye gruplarının varlığıdır. Türkiye’de 70’lı yıllarda MHP’ye ve ülkücü kuruluşlara yardım etmeyen işadamı sayısı son derece azdır. Bunlar üzerinde durulması gerekmektedir. Önemli olan tetiği çeken el değil, tarihsel faillerdir. Muazzam bir bilgi bombardımanı, dezanformasyon vardır. Ağca’nın getirilmesini de bundan bağımsız göremeyiz. Türkiye’de ciddi bir psikolojik savaş yürütülüyor. Artık hedef insanların beyinleridir. Ağca’da bundan bağımsız düşünülemez. Ağca’nın söyleyeceği yeni hiçbir şey yoktur. Hızla bu manipülasyonun dışına çıkmalıyız. Neyi öğreceğiz? Basın tekellerini irdelemek açısından bir fırsattır. Abi Adnan Ağca’nın açıklamaları var. Verilen paralar ortada. Ve o paralar reddedilmiyor. O paralar niye verildi Adnan Ağca’ya? “Abim yıllarca orada neyle yaşadı” diyor Adnan Ağca. Dilinin altındaki baklayı çıkardı aslında. “Yıllarca cezaevinde kim finanse etti?” diyor. Şimdi bu sorunun cevabı son derece önemli. - Türkiye’de yeni bir imaj mı yaratılmak isteniyor; özellikle AB üyeliği gözönüne alınacak olursa? Türkiye’de bu anlamda bir imaj yaratılamaz. Çünkü sistemin özü ortada. Yani bir defa sistem uyuşturucu parasına oturmuş durumda. Türkiye’de dış borç anlamında taahhütlerini yerine getirmesi uyuşturucu ticareti ile bağlantılı. Dolayısıyla Türkiye’de hukuk reformu yapılması, çetelerin yargılanması her zaman hayal. Birkaçının ceza alması yeterli değil. Tümü sistemle ilgili. Bu sistemin nefes boruları uyuşturucu ticareti sayesinde işliyor. Bu konunun üzerine gidilmeden bir yenilenme, atılımlar yapılması mümkün değil. Dünyada kirli para trafiği açısından Türkiye’nin önceliği var. Bu iyi değerlendirilmeli. Bu açıdan Türkiye’de sistemin kendini yenilemesi veya reformist atılımlar söz konusu bile değil. ABD Türkiye’nin bağırsaklarını temizlemesini istiyor. O tam bir saçmalık. Kim kimden arınmayı istiyor. Arınmayı isteyenlerin durumu ortada. Oradan bize demokrasi mi gelecek. Açlar demokrasisi mi gelecek!.. Araştırmacı Yazar Suat Parlar



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MEHMET ALİ YAPRAK VE KAÇIRILMASI

Sponsorlu Bağlantılar
Topal'ın öldürülmesiyle ilgili olarak Park Holding, Havaş ihalesi, Turgay Ciner'in servetinin kaynakları, Topal'ın Havaş ihalesine Park Holding arkasına gizlenerek ve gizli ortak olarak katıldığı ve Holding'in gizli ve kirli işlerinin bulunduğu iddialarıyla da çeşitli yorumlar getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak Topal'ın öldürülmesi ile Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasıyla gelişen olaylar arasında irtibat vardır.

¯¯-

Mehmet Ali Yaprak bir iş adamıdır. Radyo ve TV'si ve şirketleri vardır. Gerçekte ise fevkalâde güçlü bir çete reisidir.
Yaprak Holding'e ait bilgiler ilişikte sunulmaktadır.
Captagon'un dağıtımının ise Hidayet Turizm tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mehmet Ali Yaprak gibi güçlü bir reisin kaçırılması kolay ve herhangi bir çetinin üstesinden gelebileceği bir iş değildir.
30 Kasım 1997 tarihli toplantıda MİT ve Yaprak grubu ilişkilerine atıf yapılmış daha önce de Eymür - Haluk Koral görüşmeleri nakledilmişti.
Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili olarak MİT'in takdimi aşağıdadır.
"Mehmet Ali Yaprak 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce seçim masrafları olarak Mehmet Ağar'a dolayısıyla DYP'ye 500 milyar lira yardımda bulunmuş, konuyu bilen Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin de bilahare aynı şahıstan 100 milyar lira rüşvet almıştır. M. A. Yaprak Gaziantep'teki Yaprak TV ve Hidayet Turizm Firması'nın sahibi olup, esas gelirini Suriye ve Suudi Arabistan bağlantılı uyuşturucu ticaretinden sağlamaktadır.
M. A. Yaprak'ın seçimlerden önce Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin'e verdiği paralardan haberdar olan Abdullah Çatlı adı geçenden kendilerinin de para almaları için Ercan (Ersoy) ve Ayhan isimli polis memurlarının da aralarında bulunduğu bir ekibe M. A. Yaprak'ı kaçırtmış, olayda altı, yedi şahıs polis maskesiyle görev almıştır. M. A. Yaprak'ın evi ve işyeri ile ilgili istihbarat, Abdullah Çatlı'nın isteği doğrultusunda, Gaziantep'te halı saha işleten ve Mehmet Ali Yaprak'la geçmişten sorunları bulunan Ülkücü görüşe mensup Yahya... adlı şahsa verilen talimatla temin edilmiş ve anılan ile yapılacak pazarlık sırasında olayın videoya kaydedilmesi planlanmıştır. Kaçırılma olayını erken saatlerde gerçekleştiren şahıslar, M. A. Yaprak'ı Siverek'e götürmüşlerdir. Olayın polise intikalini müteakip, olayın istihbaratını yapan Yahya (Efe) adlı şahsın kardeşi, polis tarafından Gaziantep'te gözaltına alınmıştır.
Bunun yanısıra, söz konusu olayla ilgili olarak Mehmet Eymür tarafından; "Gaziantep'li Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasından sonra, Gaziantep'te ikamet eden Haluk Koral isimli bir tanıdığının telefonla kendisini arayarak, kaçırılan Gaziantepli zengin işadamının yakın tanıdığı olduğunu belirterek yardım istediğini, Adıgeçene (H. Koral) "direkt bir yardımının olamayacağını, ayrıca kaçırılan şahıs hakkında da müsbet şeyler söylenmediğini, ancak M. Ali Yaprak'ın Abdullah Çatlı tarafından kaçırıldığına dair bir duyum alındığını, adıgeçenin Siverek'e götürüldüğünün söylendiğini, bu nedenle Bucaklar'la görüşmesinin yararlı olabileceğinin" belirtildiğini, Bir süre sonra H. Koral'ın tekrar kendisini (M. Eymür) arayarak, M. A. Yaprak'ın serbest bırakıldığını, söylenenlerin doğru çıktığını bildirdiğini, Olaydan bir müddet sonra Operasyon Başkanlığı'ndan bir personelin gelerek; "eski elemanlarımızdan Müfit Sement'in isminin de kaçırılma olayına karıştırıldığını, Müfit'in bize bilgi getirmek için olay tarihinde Gaziantep'e gittiğini, olayda aktif rol almadığını bildirdiğini, Abdullah Çatlı'nın kendisinden (M. Sement) video kamerasını alıp Gaziantep'e gelmek istediğini, Gaziantep'e gittiğinde kaçırılma olayının gidişinden önce olduğunu öğrendiğini, bu nedenle aynı gün İstanbul'a geri döndüğünü" ifade ettiğini, Bu bilgiler üzerine H. Koral'la temasa geçilerek, ilk görüşmede verilen bilgilerin M. Sement'ten alındığını, bu nedenle yardımcı olan anılan şahsı olayın içine katmamalarının yararlı olacağını söylediğini, H. Koral'ın da bunu kabul ettiğini,
15.02.1997 tarihinde ise personelimiz yeni öğrendiği hususları ilgili olarak yaptığı açıklamada; "M. Sement'in olaya anlattığından daha fazla girdiğini, Siverek'e gidip M. A. Yaprak'ın sorgulanması sırasında videoya kaydettiğini, ayrıca M. A. Yaprak'ın iki kez kaçırıldığını, ilk kaçırmaya İbrahim Şahin'in ekibi ile Cengiz Cömert (Geçmiş dönemde bilgilerinden istifade edilmiştir) ve Hasan Aydostlu'nun (İngiltere'de Nafiz Bostancı işine karışan ve geçmiş dönemde Muğla'da bilgilerinden istifade edilen) de katıldığını, Cengiz Cömert'in kaçıran gruba, M. Eymür'ün de işin içinde olduğunu söyleyerek M. A. Yaprak'tan gasp edilen paradan namına para aldığını, olayın polisler arasında da böyle bilindiğini söylediği," hususları iddia edilmiştir.
Bu anlatımda çeşitli yanlışlar ve olayı farklı mecraya götüren ifadeler vardır. Yaprak, Hidayet Turizm'in sahibi değildir. Yaprak'ın kaçırılmasını Hidayet Turizm ilgililerinin organize ettiği, hedefin, captagon imalathanesinin yerini öğrenmek ve orijinal captagon'un içine ilave edilen ve "Hacı'nın malı" olarak Arap aleminde meşhur olan uyuşturucunun formülünü zorla almak olduğu bilinmektedir.
Kaçırma olayını Çatlı'nın bir grup polisle organize ettiği, Yaprak'tan serbest bırakılma karşılığı 1 - 2 milyon Mark alındığı, aslında Hidayet Turizm'in 10 milyon Mark ödediği, fakat bu miktardan kaçıranların haberdar olmadığı ve pay alamadıkları, gerçek ödemenin miktarının öğrenilmesi - duyulması üzerine Çatlı ve ekibinin Ankara ile ilişkilerinin bozulduğu hatta koptuğu iddia edilmektedir.
Bu durum karşısında polislerin ve Çatlı'nın Yaprak'ı ikinci kere kaçırdıkları, konuşturdukları, konuşmaları videoya kaydettikleri, bandın bir suretinin Bucaklar'a, bir suretinin Mehmet Eymür'e (Müfit Sement vasıtasıyla) teslim edildiği, orijinal bandın ise Ankara'yla yapılan pazarlık sonucu imha edildiği de iddialar arasındadır.
Haluk Koral'ın Eymür'ü aradığı ve yardım istediği de doğru değildir. Eymür Müfit Sement'i kurtarmak için devreye girmiş, yüzleştirme yapılması, araçta bulunan parmak izinin Sement'e ait olması sebebiyle olayın kapatılması yönünde gayret sarfetmiştir.
İkinci kaçırma olayının, Ankara'nın bilgisi ve tasvibi dışında olması, polisin sert reaksiyonunu çekmesi üzerine Eymür, Sement'in adının ortaya çıkmaması için Yaprak grubunun etkili isimlerinden Haluk Koral'la temasa geçmiştir.
Neticede savcının "yüzleştirme" kararı da uygulanmamış, tarafların olayın büyümemesi, kendi hesaplarını kendilerinin zaman içinde görme arzusu ile kapatılmıştır.
Başbakanlık, Gaziantep Savcısı'nın işlemlerindeki eksikliği Adalet Bakanlığı'na Ocak 1997'de bildirmiş olmasına rağmen Eylül 1997'deki yazımıza kadar Bakanlık, eski bakan Şevket Kazan'ın talimatına rağmen harekete geçmemiştir.
Bu kısa takdim, Devlet ilgili ve yetkililerinin uyuşturucu konusunu, kaçakçılığı, kirli parayı, Devlet'in tahribi pahasına nasıl ele aldıklarını gösteren ilgi çekici bir örnektir.
Bu arada saygın bir kuruluş olan MİT'in eski mensuplarının (Müfit Sement, Hasan Aydostlu) gibi şahısların nasıl bir ilişki içinde oldukları, yine saygın bir kuruluş olan Emniyat Teşkilâtı'nın uyuşturucu imalatını durdurmak değil, diğer uyuşturucu tacirlerinin hizmetine girdiğini gösteren acı bir örnek olduğu belirtilmelidir.
Kaçıran grupların her defasında işin içinden sıyrılabilmeleri ancak bu ilişkilerle mümkün olabilirdi.
Her iki kaçırma olayında güvenli bölge olan Bucaklar'ın kontrolündeki topraklara gidilmesi, üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Osmanlı döneminin Beylerbeyliği ünvanı kullanılmıyorsa da Aşiret beyliğinin devam ettiği ve Siverek yöresinin devletin kontrolünün dışına terkedildiği aşikârdır.
Bu vesileyle ve durumun vehametini ortaya koymak üzere bir parantez açarak Yaprak ve Hidayet ailelerinin şemasını Sayın Başbakan'a takdim etmek ihtiyacı duyulmuştur.
Teknik olarak bu bilgilerin ek'te sunulması gerekirse de, yeraltı dünyasının bu kara, kirli ve kanlı paradan beslenerek nasıl legalize olmaya gittiğinin delili sunulmak istenmektedir. (Şemalar 58 ve 59. sayfalarda yer alıyor.)
Şemanın açık izahı (Ek: 7)'de sunulmuştur. Ek bilgilerde milyonlarca dolarlık uyuşturucu geliri sağlayan bir sistemin kurulduğu açıkça görülecektir.
Sistem; MİT'teki ve emniyetteki bilgilere rağmen çalışmaya devam etmektedir. Kaçakçıların devletten güçlü olamayacağı gerçeği karşısında, devletinin elinin kolunun nasıl bağlandığı araştırılmalı, soruşturulmalıdır.


¯¯- Mehmet Ali Yaprak olayının Ankara ve İstanbul gruplarının arasının açılmasında bir dönüm noktası olduğu iddiasına yer verilmişti. Bu anlaşmazlık 1996 yılında grupların birbirinden uzaklaşmasına yol açmış veya yeni gelişmeler grupların eski koordineli çalışmalarını zaten ortadan kaldırmıştır. Doksan altı yılı Çatlı'nın üzerindeki koruyucu örtünün incelemeye başladığı, OHAL bölgesindeki başıboşluğun da kontrole alınmaya çalışıldığı, keza Ömer Lütfi Topal'ın tedirginliğinin arttığı bir dönemdir.
Mehmet Ağar'ın milletvekili seçilmesi, daha aylar öncesinde bu hususun biliniyor olması, ne kadar nüfuz sahibi olursa olsun vatan - millet için yapılan işlerin koordinasyonunun zedelenmesine yol açmıştır.
Topal'ın öldürüldüğü dönem de işte bu oluşuma rastlamıştır.

( RAPORDAKİ 68, 69, 70, 71 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

BEHÇET CANTÜRK
Ermeni asıllı Behçet Cantürk'ün geçmişiyle ilgili kısa istihbarat bilgisi aşağıdadır.
Reşit - Hatun oğlu, 1950 Diyarbakır/Lice doğumlu olan adıgeçenin;
- 20.11.1975 tarihinde Lice bölgesinde meydana gelen deprem sonrasında devletin yöreye yeterli yardım yapmadığını ileri sürerek, halkı ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan olduğu,
- 1981 yılı itibariyle Suriye'de bulunan Asala mensupları ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu,
- 16.06.1983 tarihinde İstanbul/Kapalıçarşı'da gerçekleştirilen Ermeni terör eylemini organize eden şahıslardan olduğu,
- Temmuz 1984 tarihi itibariyle sorgulanan şahsın; uyuşturucu madde faaliyetlerini DDKD (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin yan kuruluşu) örgütü namına yaptığını ve bu örgütün üyesi olduğunu itiraf ettiğini,
- 1984 sonunda uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan tutuklandığı ve 1985 yılında beraat ettiği,
- 1990 yılında bazı Kürt aydınlarıyla birleşerek "Ulusal Platform" adlı bir birlik oluşturdukları, bilahare Mezopotamya A.Ş Adlı bir şirketi kurdukları ve Mezopotamya isimli bir gazete yayınlamak üzere girişimde bulundukları,
- 1992 yılı itibariyle PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu kaçakçılarından para toplanmasına aracılık yaptığı,
- Nisan 1992 tarihinde Türkiye'ye Pakistan'dan 6 ton baz morfin, 5 ton esrar getirdiği ve bu uyuşturucuların Savaş Buldan, Hurşit Han, Adnan Yıldırım, Cahit Kocakaya, Eyüp Kocakaya, Ferda Seven isimli şahıslar tarafından satın alındığı, B. Cantürk'ün yine bu şahıslardan muhtelif tarihlerde PKK'ya verilmek üzere para topladığı,
- 1992 tarihi itibariyle Özgür Gündem Gazetesi'nin finansörlerinden olduğu...
Bu özet bilgi adıgeçenin kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcıdır.
Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet, Cantürk'le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede "Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adıgeçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir."
Böylece 100 kişiye yakın olduğu tesbit edilen ve zamanın Başbakanı'nın ifade ettiği "PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesi"nden bir kişi eksilmiştir.
Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup, olmadığı tartışmasına girilmemiştir. Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır?
"Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz" itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle sayın Başbakan'a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır.
Yoksa Yeşil ve benzerlerinin Türk Ordusu'nun bir subayını (Cem Ersever olayı) sorgulaması ve öldürdüğünü etrafa söylemesi, Tarık Ümit gibi bayağı ve bir kaçakçının "falancayı aldık, sorgulayıp, öldürdük" gibi bayağı ve kendini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinliklerini, Abdullah Çatlı gibi devletin emrinde çalışan bir kişinin, kaçakçılık yapıp etrafa korku salmasını ve bundan istifade edip başkalarının da haraçtan pay almasını temin eden alaturkalık, basitlik, geri kalmış bir ülkenin ciddiyetten uzak operasyonlarına izin veren bir yapı, ülkemizin gerçekten haketmediği bir durumdur.
Bu davranışlara izin veren anlayış bir grup insanının -sivil ve kamu görevlilerinin- kısa sürede çizgiyi aşıp vatan - millet hizmetinden kişisel menfaate dönmelerine yol açmıştır.
Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden haberdardır. Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının bardağı taşırmasıyla etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak konular gazete makalelelerinin ve haberlerinin ana konusu haline gelmiştir.
Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise devlet adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli göstergesidir.
Mesela İzmit - Adapazarı - Bolu ekseninde meydana gelen cinayetlerin gerçekleşmesinde ortak noktalardan biri de, Polis - Jandarma - İtirafçı örgüt mensupları faaliyetlerinin yörede yoğunlaşmış olmasıdır.
Uygulayıcılar, bu ekseni değiştirmek ihtiyacını dahi duymamışlar, yarattıkları ürküntü, güçlerinin delili olmuştur.
Söz konusu eylemlerde öldürülen şahıslar özellikle dikkate alındığında; OHAL Bölgesi'nde öldürülen Kürtçü şahıslar ile diğerlerinin farkının ekonomik bakımdan arzettikleri finansman gücü olduğu ortaya çıkmaktadır.


¯-- Yukarıda ifade edilen hususların benzer konularda meselâ Savaş Buldan'ın öldürülmesi için de geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Adı geçen kaçakçılığı, PKK yanlısı bölücü eylemleri ile tescilli bir şahıstır. Medet Serhat Yöş, Metin Can, Vedat Aydın için de aynı hususlar geçerlidir. Ülkenin birliğine, bütünlüğüne aykırı eylem sahipleri ağır bir cezayı haketmişlerdir. Yapılanlarla aramızdaki tek itilâf uygulamanın şekline ve neticelerine ilişkindir.
Nitekim Musa Anter'in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip edenlerin dahi- pişman olduğu tesbit edilmiştir.
Musa Anter'in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok işin filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı etkinin, kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme kararının hatalı olduğu söylenmektedir. (Adıgeçenler hakkında bilgi Ek: 9'dadır.)
Öldürülen başka gazeteciler de vardır.

( RAPORDAKİ 75 NUMARALI SAYFA "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

(12) ...güvenerek Diyarbakır'a gittim. Bu arada Jitem çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa tespit edip, adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu bu tarzda talimat alıyorduk. Bu grup içersinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdulkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiriz, Adil Timurtaş ve eski TİKKO'cu Fatih adındaki kişiler vardı. Antalya'da örgüt tarafından öldürülen Numan kod (Salahattin Görgülü) adındaki kişi bizim grubumuzun istihbaratçısıydı. Örgütle ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci Talat, Diyarbakır Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle infaz ettik. Batman'da iki kişiyi; birini evinden, diğerini evin önünden alarak Batman Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da bir vatandaş infaz edildi. Bu çalışmalar beş ay sürdü. Yine o dönemde Salahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda bir şahıs Celil kod Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte gidip infaz ettiler..." (Ek: 10)

( RAPORDAKİ 77, 78, 79, 80 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

Buradaki acımasızlık, gerçekten üzerinde durulması gereken bir husustur. "Çatlı'ya pekâlâ yeni bir profil, yeni bir hüviyet ve yerüstünde yaşama fırsatı -eğer hak etmişse- verilebilir veya -hak etmemişse- verilmez, yargıya teslim edilebilirdi."
Bunların hiçbiri yapılmamıştır. Çatlı Ankara'ya geldiğinde eski-yeni Bakanlarla, Milletvekilleriyle beraber olabiliyor, Meclis kulisinde çay içip restoranda yemek yiyebiliyordu ama Erdek'te çakırkeyif olduğunda havaya iki el ateş edince karakoldan iki polis, hakkında hemen yasal işlem yapmışlar, parmak izini alıp kendisini de nezarethaneye atmışlardır. Bilahare telefonlar çalışmış, serbest bırakılmışsa da haleti ruhiyesini anlamak zor değildir. Devletin savcısı, hakimi bir yana, tanıması imkânsız her polis ve karakol dahi kendisi için potansiyel bir tehditti. Devletin zirveleri ile irtibatlanmış bir kişi bu çelişkiler yumağı içinde ne yapmalıydı, ne yapabilirdi?
Güven Sazak'ın çiftliğine gittiğinde Ahmet Baydar'la, Drej Ali'yle, Hazine Müsteşarı Osman Ünsal'la birlikte olabiliyor, Sedat Bucak'ın yazıhanesinde siyasilerle bir araya geliyor ama BOTAŞ Boru Hattı temizliği için ihaleye girmek üzere Hadi Özcan'la finansman problemi konuşmak zorunda kalıyordu. (13)
Susurluk olayının pekçok görüntüsünde, Abdullah Çatlı vardır. Ama Çatlı'nın net resminin zemini, Ankara'nın silueti ile tamamlanmaktadır.
Topal cinayetinde Çatlı'nın parmak izi ortaya çıkmıştır. Ama Çatlı'nın ailesine bıraktığı toplam paranın 2 milyon DM olduğu dikkate alınırsa, sadece Topal'dan sızdırılan milyonlarca doların akibetini sormak gerekir. (Bu tahmin Başkanlığımıza değil Çatlı sempatizanı bazı kişilere aittir.)
Çatlı'nın dosyası yeniden açılmalıdır. Tüm ilişkileri, irtibatları bilinmektedir. İsviçre'den Türkiye'ye nasıl geldiği araştırılmalı, görevlendirilmeleriyle ilgili tüm bilgiler derlenmeli, Topal'ı Çatlı'nın ve polislerin öldürdüğü bilgisini MİT'in nasıl elde ettiğini ve İstanbul Emniyet Müdürü'nü tek sayfalık bir not'la nasıl uyardığını, niçin bu sonuca vardıklarını, hüviyeti hâlâ sisler içinde kalan uyuşturucu irtibatlısı gerçek Mehmet Özbay - Çatlı ilişkisinin detayları ortaya konmalıdır.
Hatta Abdullah Çatlı'nın kullandığı 12 ayrı hüviyet, pasaport, muhtemelen sürücü belgesi vs.'nin nasıl elde edildiği de ortaya çıkarılmalı. Çatlı'nın hangi tarihten itibaren, kimlerin emrinde hangi işlerde bulunduğu tesbit edilmelidir.
Böylece kamuoyunun Çatlı hakkında objektif bir karara varması ve devlet kurumlarının hata ve sevaplarıyla - caydırıcı olmaksızın - yıkanıp aklanması sağlanmalıdır.
Bu konudaki öneriler son bölümde sunulacaktır.


¯¯ Çatlı'dan bahsederken, kamuoyunun ilgisini çekmemiş bir konuya ilişkin tesbitler (Ek: 11)'de Sn. Başbakan'ın dikkatine sunulmuştur.
Ek: 11'de yer alan konu, hukuk sisteminin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmış, sağ ve sol teröristler, eylemciler veya gruplar için kayda değer bir farklılık yaratmıştır.
Bir ceza hukuku profesörünün ve bir yüksek yargıcın katkısıyla hazırlanan notun Adalet Bakanlığı'nca değerlendirilmesi temenni edilecektir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #33
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
RUS MAFYASI (ORGANIZTSYA)


Onlarca yil Avrupa’yi, hatta dünyayi dehsete götüren Italyan mafyasi’nin zayiflamasi en çok Rus organize suç gruplarinin isine yaramistir. Berlin duvarinin yikilmasindan sonra is hacmini yüzlere, binlere katlayan Rus mafyasi “Organiztsya”, tüm Avrupa, hatta Afrika ve denizasiri ülkelerde bile yasa disi egemenligini kanitlamistir.

Rus mafyasi, yillik 200 milyar dolarlik cirosu ile organize edilmis örgütler arasinda birinci siraya oturmustur. 114 bin aktif elemana ve sayilari 3 milyona ulasan yandaslara sahip olan Rus örgütlü suç gruplarinin en önemli faaliyet alanlarini; antik esyalarin çalinmasi ve bunlarin batiya kaçakçiligi, fuhus, oto kaçakçiligi, silah ticareti ve uyusturucu kaçakçiligi olarak tanimlayabiliriz. Diger birçok faaliyetleri de bu listeye ekleyebiliriz. Ancak en çok karsilasilan suç tipleri bunlardir.

Rus organize suç gruplari; iç ve uluslararasi piyasalarda faaliyet gösteren, prototip firsatçi örgütlü suç gruplari içerisinde degerlendirilmektedir. Tipki Sicilya mafyasinda oldugu gibi, diger rakip örgütlü suç gruplarini tasfiye etmek suretiyle kendi bölgelerinde kontrolü elinde tutmak amacina yönelik yerel düzeyde faaliyetlerini yogunlastirmaktadir. Uluslararasi düzeyde de; kaçakçilik veya otodan silaha, tibbi malzemeden ham maddeye kadar kar imkani saglayan her türlü yasa disi faaliyetlerdeki hünerlerini de sergiledikleri yakinen bilinmektedir.

Rus mafyasinin en etkili klani “Solntsevo” yani Günes Tugayi’dir. Adini Moskova’daki bir semtten alan bu klan, Rus mafyasinin Avrupa’daki en etkili koludur. Berlin, Viyana ve Roma’yi kendilerine üs olarak seçmislerdir. Zaten, en azili babalarindan biri olan Yuri Essin’de halen Roma’da tutuklu bulunmaktadir.

Eski Sovyetler Birligi’nin kalintisi bazi Polit Büro üyelerinin intikamlarindan çekinen Rus mafyasinin babalarinin, simdilik Avrupa baskentlerinde yasayarak irtibat müesseseleri araciligiyla ülkedeki örgütlerini rahatça yönettikleri ve burada konuk olduklari ülkelerin mafyalari ile de isbirligine girdikleri bilinen bir gerçektir. Hatta buralarda, “royalties” yani telif hakki olarak kazançlarindan yüzde vermektedirler. Özetle, mafya örgütleri arasinda da know-how veya joint venture seklinde ekonomik anlasmalar olabilmektedir. Örnegin, bugün Almanya’da gayrimenkul piyasasini özellikle, Wiesbaden’de, elinde bulunduran Italyan Camorra örgütü, Rus mafyasi adina toplu konutlari satin almaktADIR
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #34
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Behçet Cantürk

(1950 Diyarbakır-1994 İstanbul) Bölücü-Uyuşturucu Kaçakçısı.
Cantürk'ün babası Kürt, annesi ise Ermeni asıllıydı. 1975 yılından itibaren bazı kaçakçıların faaliyetlerine ortak oldu. 1975 yılında Türkiye Komünist Partisi'nin denetimindeki İlerici Gençlik Derneği'nin (İGD) tertiplediği Diyarbakır Lice protesto yürüyüşünün organize etti ve derneğe para yardımında bulundu. Aynı yıl askere gitmemek amacıyla rüşvet vererek Konya Askeri Hastanesi'nden çürük raporu aldı. 1977 yılında silah kaçakçılığına başladı. 1978 sonlarında Devrimci Doğu Kültür Dernekleri'ne (DDKD) üye oldu, Aynı tarihte, DDKD'yi maddi yönden kuvvetlendirmek amacıyla silah, mühimmat, uyuşturucu madde ve gümrük kaçakçılığına başlamışdı.1979 yılında Bulgaristan'dan kaçak olarak PKK'ye silah getirdı. 1981 yılında, illegal olarak Suriye'ye gitti ve ASALA üyeleriyle, ASALA DDKD işbirliği ile uyuşturucu madde kaçakçılığı faaliyetlerini birlikte organize etme kararı aldı.

1981-1983 yılları arasında Kapalıçarşı'da kuyumcu Ermeni ve Süryanilerle altın ve pırlanta kaçakçılığı yaptı. 1983 tarihinde Dündar Kılıç ve İsmail Hacısüleymanoğlu'nun, Kapalıçarşı'daki gayrimüslim ve Diyarbakırlılara, altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirebilmek amacıyla baskı yapması üzerine, ASALA'nın Kapalıçarşı'ya yaptığı bombalı ve silahlı eylemi organize etti.
1983'den 1994'e dek Diyarbakır'daki uyuşturucu tekelini elinde tutuyordu. 22 Haziran 1984 tarihinde PKK üyesi olduğu gerekçesi ile Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca tutuklandı. Mart 1993 ayı itibarıyla Akdeniz'de batırılan Kısmetim I gemisinde bulunan 3 ton uyuşturucuya Hüseyin Baybaşın ile ortak olduğu, PKK'ye para toplanmasında kaçakçılar ile örgüt arasında aracılık yaptığı, Nisan 1992 tarihinde İranlı Hüsno adlı şahıs ile birlikte Pakistan'dan Türkiye'ye 6 ton bazmorfin ve 5 ton esrar getirdiği iddia edildi.
14 Ocak 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Cantürk'ün ve şöförünün cesetleri, bir gün sonra Sapanca yakınlarında bulundu.

HAKKINDA YAZILANLAR

80'li yılların başında askeri yönetime rağmen uyuşturucu ve silah kaçakçılığında hız kesmeyen ve ülkenin, elinde en çok nakit tutan ailesi olarak tanımlanan Cantürkler, Lice'yi de "Eroin başkenti" haline getirdiler. Diyarbakır ve Lice'de korkuyla karışık saygıyla anılan, uluslararası eroin kaçakçılığında etkin bir rol oynayan aile ile ilgili belgeler Narkotik ve MİT'te hatırı sayılır kalınlıkta dosyalar oluşturmaya başladı. Avusturya istihbaratından gelen "Cantürk" dosyasında bakın neler vardı:

Ağabey Nizamettin Cantürk'ün büyük eroin tüccarı olduğu hakkında dış basında çıkan, tekzip edilmemiş yazılar. Kayınbiraderleri Vehbi Orakçı'nın, Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Sığınak Köyü'ne bağlı Şemo Mezrası'nda yapılan operasyonlar sırasında ele geçirilen 33 kilo eroin ve tam teşekküllü eroin laboratuvarının ayrıntıları.

Cantürklerin kirli çamaşırları, Içişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 090681 "Şifre Yıldırım Telsizi" ile 4 Haziran 1981 günü 6 ilin valiliklerine duyuruldu. Behçet Cantürk'ün doğum yeri olan, ülkenin bir ucundaki Lice'yi daha iyi tanımak için, Alman Quik Dergisi'nin 10 yıl önce, "Eroin kaçakçısı Türkler Lice'den geliyor" başlıklı haberinde yeralan, Düzeldorf Kaçakçılık Savcısı Hans Heliman'ın resmi açıklamalarına kulak verelim: "Türkler bizim için 1977 yılından beri dert oldu. Gün geçtikce sayıları artıyor. Son günlerde yakalananların hepsinin Lice'den geldiği saptandı. Bu yüzden yakalanmaları da kolay olmaya başladı. Bizce, Lice'de mükemmel eroin laboratuarları olmalı. "

Quik Dergisi, Lice denilince ilk akla gelen, daha doğrusu akıllardan hiç çıkmayan Cantürk Ailesi'ni "Eroin Kralı" olarak kapağına çıkartmıştı. Lice'de yaşayan ve Cantürk soyadını taşımayanların yüz yüze gelmekten bile çekindiği aileyi böylesine açık ve tehlikeli bir şekilde teşhir eden dergi, her nedense tekzip edilmemişti.

Cantürklerin, kendi adlarını verdikleri sokağından hükmettikleri Lice için, Federal Alman Polisi bir araştırma ekibi oluşturdu. Italyan polisi özel bir arşiv, Amerikan Narkotiği FNI ise daha ileri gidip bir broşür hazırlattı. Kısacası, dünya üzerinde Istanbul ve ankara'nın adını bile duymayan narkotik dedektifleri Lice'den haberdardı.

"Güvenilir kaynaktan alınan bir haberde”, Diyarbakır Ili, Lice Ilçesi halkından Reşit oğlu Behçet Cantürk ile Reşit oğlu Nizamettin Cantürk'ün Italya'dan bir gemi ile 7. 65 mm çapında Baretta marka tabancayı yakın bir zamanda Mersin-Antalya arasındaki sahilden çıkarttıkları ve çıkartma sırasında tabancaların bir miktarının ıslanarak paslandığı ve çıkarttıkları tabancalardan 13 bin adedini Diyarbakır yakınlarında sakladıkları, iki bin adedini ise şu anda paslarını gidermek için Van Ili Başkale Ilçesi yakınlarındaki bir köyde silah ustaları tarafından paslarının giderilerek boyandığı, boyama işleri bitince 2 bin adet tabancanın Iran'a verilip karşılığında baz morfin alacakları, diğer 13 bin tabancanın da ülkemizde dağıtımını yapacakları, ayrıca Behçet Cantürk'ün annesinin Ermeni olduğu, isminin Hatun olduğu, 1965 yılında aile için bir çatışmada öldürüldüğü, fakat merdivenden düşmüş gibi gösterildiği, Hatun'un erkek kardeşinin adının Sietro olup, halen Halep şehrinde kuyumculuk ve ticaretle iştigal ettiği. Garabet isimli dayısının ise halen Istanbul ili Kadıköy semtinde sigara bayiğininin bulunduğu, ayrıca Istanbul Kapalıçarşı'da çok sayıda akrabasının bulunduğu, bu akrabalarından bir tanesinin adının Tato olduğu. "

EROIN ALEMLERI
"Ayrıca, Behçet Cantürk'ün kardeşi Sabit Cantürk de, Lice Ilçesi Kumlucaaltı'nda bir kulübünün olduğu, devamlı olarak akşamları eroin alemleri tertip ederek halkı eroine alıştırmaya teşvik ettiği, bunu maksatlı olarak yaptığı, eroine bağımlılık kazandırdığı şahıslara eroin kaçakçılığı yaptırdığı ve bunların Marsilya'ya yakın Italya'da bulunan Ermeniler ile işbirliği kurarak, Ermeni ideolojisine yardım ettikleri ve halkı silahlandırmak amacıyla kaçakçılık yaptıkları, yukarıda söz koünusu edilen tabancaları da bahis konusu Ermeniler aracılığıyya ülkemize soktukları, adı geçenlerin Halep'teki akrabalarının sık sık ziyarete gittikleri. Iran'dan aldıkları uyuşturucuyu Halep üzerinden Italya'ya kaçırdıkları, ayrıca Diyarbakır Lice depreminde Ermeni grupların depremzedelere para yardımı yaptıkları ve bu arada Behçet Cantürk'e 10 milyon Türk Lirası verdikleri, bu ailenin para ile kaçakçılık başlatmasının talimatının Ermenilerce verildiği istihbar edilmiştir. "

"Yukarıda belirtilen hususların, güvenilir elemanlarımızdan çok gizli tetkik ve tahkikatının yaptırılarak, konu üzerinde hassasiyetle durularak, suçluların suç delilleriyle birlikte yakalanmalarının temini ile neticeden bilgi verilmesini önemle rica ederim. "

Büyük Göç
Polisin geçmişini didik didik ettiği Behçet Cantürk, işlerini daha da büyüterek 70'li yılların sonunda 50 bin liraya Diyarbakır'da Demir Oteli satın aldı.

1979 yılında ailesiyle birlikte Istanbul'a yerleşerek otelcilik ve emlak alım-satım işlerine başladı. Diyarbakır'ı asla defterinden silmeyen Cantürk, Diyarbakırspor'a yüklü bağışlarda bulundu.

1983 yılında ASALA militanı Mıgırdıç Madaryan tarafından gerçekleştirilen Kapalıçarşı Baskını'nda parmağı olduğu ileri sürülen Behçet Cantürk, 1984 yılında dönemin Kaçakçılık ve Istihbarat Daire Başkanı Atilla Aytek'in düzenlediği bir operasyonla Diyarbakır'da ağabeyi Nizamettin Cantürk ve üvey kardeşi Azed Cantürk'le birlikte gözaltına alındı.

Behçet Cantürk, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı, ASALA örgütüne yardım ettiği, Kapalıçarşı baskınını düzenlediği gerekçeleriyle, Diyarbakır ve Ankara Askeri Mahkemeleri'nde idam talebiyle yargılanmaya başladı.

BEHÇET CANTÜRK'ÜN ASALA'lı DOSTLARI
Ermeni ASALA örgütü tarafından düzenlenen kanlı Kapalıçarşı baskınının planlayıcısı olarak suçlanan ve idam talebiyle yargılanan Behçet Cantürk 1985 yılında beraat etti. Cantürk, artık MIT arşivlerini zenginleştirmekten başka işe yaramayan ifadelerinde ASALA üyesi dostlarını şöyle sıralamıştı:
*Garo Palancıyan: Teyzemin kocasıdır, Suriye Gizli Servisi El Muhaberat'a mensuptur.
*Ohannes Palancıyan: Şato teyzemin oğludur. Kamışlı ASALA sorumlusudur. Muhaberata kayıtlıdır.
*Samuel Nalbantçı: Süslü teyzemin kocasıdır. Muhaberat'a kayıtlıdır.
*Setro Sarhıslıyan: Halep'te kuyumculuk yapar. Diyarbakır Ermenileri'nin büyüğüdür.
* Misag Sarhıslıyan: Asala'nın üst düzeyinde bir şahıstır. Teyzemin kızıyla evlidir. Halep'te kuyumculuk yapar.
*Aram Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'ya maddi destek sağlar. Eroin işiyle de uğraşır.
*Hayo Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'nın üst düzey görevlisidir.
*Agop: Soyadını bilmiyorum. Teyzemin damadı olur.
*Dikran Basmacıyan: Eroin kaçakçısıdır.
*Torko Kilerciyan: Doktordur. Amerika'da oturur. ASALA mensubudur ve örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Nubar Kilerciyan: Hollanda'da oturur. ASALA mensubudur. Örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Erkan Köroğlu: İsveç'te oturur. Mensubu olduğu ASALA adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Bedros Demirciyan: Annemin amcasının oğludur. ASALA mensubudur.
24-1-94


Behçet Cantürk'ün Anıları: Beco
Soner Yalçın
Su Yayınları

Annesi Ermeni'ydi: Hatun Demirciyan. Yaşamı boyunca "Ermeni Dönmesi" aşağılanmalarına maruz kaldı. İlk cinayetini işlediğinde 15 yaşındaydı. İkincisinde 19... Uyuşturucu sevkıyatına 23 yaşında başladı. Eşini ve oğlunu Lice depreminde kaybettiğinde ise 25 yaşındaydı... Otobüs firması ve oteller satın aldı. Karadeniz mafyasıyla işbirliği onu silah kaçakçılığına götürdü. Müteahhitlik devlet ihalelerinin kapısını araladı. Sarı Avni O'nu İsviçre ve İtalya'daki uluslararası kaçakçılarla tanıştırdı. Asala ve PKK'ya yardım ettiği iddiasıyla işkenceli sorgulardan geçti... Hep beraat etti. Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada onun ismi vardı... Düğmeye basıldı... Son sevkıyatı 5.5 ton baz morfindi. Son yolculuğu ise evineydi. Öyle olmadı. Zırhlı otomobil 14 Ocak 1994 Cuma günü polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu. Bir gün sonra... Sapanca'da... Şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş olarak bulundu... İşte Behçet Cantürk'ün Yaşam Öyküsü... Mafya
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #35
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ali Yasak

1956 yılında Urfa'da doğdu.Türk işadamı. Drej Ali diye tanınıyor.19 Aralık 1977 tarihinde Ülkü Ocakları Derneği Urfa Şubesi Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 1978 yılında Urfa Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği Başkanı oldu. 12 Ocak 1978'de kanunsuz yürüyüşe katılmaktan tutuklanmış, 25 Ocak 1978 tarihinde yapılan mahkemesinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. 26 Ocak 1978'te karşıt görüşlülerle girdiği silahlı çatışma neticesinde yaralandı.1988'de Milliyet gazetesini kardeşi ile ilgili bir haber yüzünden tarattı. Korkut Eken, DGM savcılığına 24 Şubat 1997'de verdiği ifadede, Çatlı gibi Yasak'ın da, 1987-88'de MİT tarafından, yurtdışında PKK ile mücadelede kullanıldığını söyledi.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #36
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
KOLOMBIYALI KARTELLER


Kolombiyali karteller, birçok yönüyle birbirlerine benzemektedir. Birçok uluslararasi suç örgütünden farkli olarak degisik her türlü suçla ilgilenen Kolombiyali karteller, uyusturucu isinde bir numaradir. Gerçekte, karteller -ki su an kokain endüstrisinde hakim olan Cali karteli için özellikle durum böyledir- diger gruplardan daha fazla olarak aralarinda bir suç kültürü olusturmak suretiyle isbirligine gitmisler ve her geçen gün de bunu arttirmislardir. Hatta kartel kendi içinde isbölümü ve uzmanlasmaya gitmek suretiyle bir sanayi gelistirmistir.

Gerek Kolombiya gerekse ABD ve Avrupa’daki faaliyetlerinde, Kolombiyali karteller, lojistik ve pazarlama gibi konularda uzmanlasmis hücre tipi yapilanmaya sahiptir. Bu yapilanma sayesinde, örgüt üyeleri arasindaki iliski ortadan kaldirilmakta ve örgüte ihanet en alt düzeye indirilmektedir. Cali karteli tipki diger uluslararasi sirketler gibi faaliyetlerini yürütmektedir.

Örnegin, özellikle son yillarda Bati ve Dogu Avrupa ve Eski Sovyetler Birligi topraklarinda piyasasini genisletmek amacina yönelik olarak, kokaine nazaran daha ucuz, daha rahat tasinabilen ve yüksek kar marjini saglayan Kolombiya eroinin üretimi ile ortaya çikan diger yan ürünlerini artirma çabasi içerisine girmistir. ABD’den sonra, Avrupa’da da bu kartellerin yayginlasmasi, bölgedeki yüksek eroin tüketimi ile bagdastirilmaktadir.

800 klani ve 25 bin dolayinda örgüt elemani ve yaklasik 100 bin yandasi ile Kolombiya mafyasi, Avrupa mafyasi ile isbirligine giderek Avrupa piyasalarina son 10 yilda Kolombiya’dan eroin sevkiyati yapmaktadir. Hatta, bu konuda en fazla isbirligini Türk mafyasi ile gerçeklestirmekte, eroin sevki tehlikeye girdiginde, Kolombiya mafyasinin kullandigi gemiler Türk mafyasinin emrine verilmektedir. En son Lucky-S ve Kismetim 1 gemilerinde ele geçirilen tonlarca uyusturucu maddenin orijini ve gemilerin bandiralari göz önüne alindiginda olayin ciddiyeti çok daha iyi anlasilacaktir.
MEDELLIN KARTELI
Pablo Escobar 1949'da dogmus bir köylü ve ögretmenin çocugu. Lisedeyken de antik mezar taslarini çalip tüccarlara satarmis. Hapisten kaçtiktan sonra 1993'de polis tarafindan vurularak öldürülmüstür.
Pablo Escobar, yasadigi Kolombiya’nin Medellin kasabasindaki karargahindan, uluslar arasi bir kokain dagitim sebekesi örgütlemeyi basarmis bir efsaneydi.Dahasi dünya çapinda faaliyet gösteren yeni gangsterlerin bir prototipiydi.

Escobar’in 1990’da 3 Milyar Dolara varan bir servetin sahibi oldugu tahmin ediliyordu.Bu servet, gayrimenkuller ve Escobar’in faks ve bilgisayar agiyla denetledigi deniz asiri yatirimlar sayesinde aklaniyordu.

Söylentilere göre Escobar, 1000 silahli adamdan olusan özel bir ordu besliyordu. Sorusturmacilara, politikacilara ve polislere karsi düzenlenen genis çapli suikastlarda kullandigi bu ordu, ona “Narkoterörist” unvanini kazandirmisti.
Ama Escobar’in eylemleri bir süre sonra çizmeyi asmaya basladi. Bunun üzerine Escobar Kolombiya yetkililerine teslim oldu ve onlara, kokain imparatorlugunu dagitmayi da içeren, barisçil bir çözüm önerisinde bulundu. Ne var ki kokain islerini, Bogota’da kendisi için özel olarak insa edilmis hapishaneden yönetmeyi sürdürdü.

1992’de hapisten kaçtigi zaman, onu ortadan kaldirmak isteyenlerce tam bir sürek avi baslatildi. CIA, taktik danismanlari destegindeki, özel görevler için hazirlanmis bir polis timi

Escobar’in pesine düstü. Bu sürek avinda, casus uydular ve Amerika’nin bölgeye gönderdigi bir C 130 tipi kesif uçagi da vardi. Ama Escobar’in ölmesini isteyen baskalari da vardi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #37
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
PKK’da mafya çatışması

PKK’dan ayrılan eski örgüt militanları silah kaçakçılığı, uyuşturucu, çek senet tahsilatı işine girdi. PKK kendisinden kopan ve mafyalarla birlikte çalışan mensupların peşini bırakmıyor. Öte yandan, çözülen PKK’nın parçaları artık bağımsız hareket ediyor.
Mafya PKK, silahlı eylemlere yeniden başladı. Her geçen gün saldırıların şiddeti artıyor. Yollara mayınlar döşeniyor, vur-kaç taktiğiyle güvenlik güçlerine zarar verilmeye çalışılıyor. Terör örgütü, bu eylemlerle “ben de varım” demek istiyor. Ancak, kendi içinde önemli sorunlar da yaşamıyor değil. Özellikle, tek merkezden yönetilen katı hiyerarşik sistemin bozulmasının bir sonucu olarak örgütün küçük gruplar halinde bağımsız hareket etmesi gözlerden kaçmıyor. Aslında söz konusu bölünme örgütün taktiksel planı değil. Daha çok kendi içindeki parçalanmanın bir delili. Nitekim, dağda eli silahlı teröristler arasında başlayan çözülme şehirlerde mafyalaşma olarak karşımıza çıkıyor. “Mafya, çete” gibi kavramlarla ifade edilen bu rant kavgası, farklı grupları karşı karşıya getiriyor.

Örgüt içindeki çıkar çatışması eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın öldürülmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. Fırat Aydınkaya, Özgür Gündem gazetesinde yer alan bir yazısında, cinayetin Kürt cephesindeki değişik çetelerin işi olabileceği şüphesinin değişmediğini söylüyor. Aydınkaya’nın kullandığı “çete” ibaresini İmralı’daki terörist başı Abdullah Öcalan da açıklamalarında kullanarak, artan bölünmeleri ve ayrılığı mafyalaşma olarak tanımlıyor. Öcalan, örgütte liderlik ve rant kavgasının yaşandığını, bu durumun da hizipçiliği körüklediğini söylüyor: “Bunlar Şemdin (Şemdin Sakık’ı kastediyor) tarzıyla gençlerimizi ölüme götürmeyi bir yanlışlık görmeyecek kadar mafyalaşmışlardır.”

Öcalan’ın altını çizdiği mafyalaşma PKK’da son bir yılda iyice kendini belli ediyor. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, haraç alma, çek senet tahsilatı ve insan kaçakçılığı gibi organize işlerden büyük paralar kazanan örgüt mensupları, PKK’dan bağımsız ama PKK adına hareket ederek oluşturdukları gruplarıyla rant sağlıyor. PKK’nın dağdaki sorumluları ise bu işlerden elde edilen paraların kendilerine ulaşmamasından rahatsız. Bu nedenle onlara karşı ciddi bir savaş başlatmış durumda.

Örgüt kaynaklarına ve bildirilerine yansıyan bilgilere göre PKK’lılar, Türkiye’de özellikle sahil kesiminde ve kısmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Kıbrıs ve Avrupa ülkelerinde mafyalaşmış vaziyette. Kandil’de bulunan terörist Murat Karayılan zaman zaman yaptığı açıklamalarda, bazı örgüt üyelerinin mafyalaştığını, uyuşturucu, kadın ticareti, insan kaçakçılığı gibi alanlardan elde ettikleri paralarla kendilerine lüks hayatlar sağladıklarını dile getiriyor. Karayılan, “Bizden ayrılan hainler gidip kendileri gruplar oluşturuyor. Bunlarda dava yok, tamamen kendi çıkarları var. Artık mafya olmuş bunlar. Kıbrıs’talar, Avrupa’dalar. Sahil şehirlerinde keyif çatıyorlar.” diyor.

Türkiye ve Avrupa’da Kürtlerden zorla toplanan paraların Kandil’e ulaşmaması üzerine sorunun halledilmesi için geçmiş dönemlerde terörist Rıza Altun’un görevlendirildiği, Altun’un kayıp paralarla ilgili kapsamlı soruşturma yürüttüğü ve paraları kendi zimmetine geçiren veya kendi şahsi çıkarı için kullanan çok sayıda örgüt sorumlusunun cezalandırılması yönünde rapor hazırladığı belirtiliyor. Bu raporlarda ismi geçenlerin mafyalaştığı ve kendi başına hareket ettikleri vurgusu yapılarak öldürülmeleri gerektiği şerhi düşülüyor. Musul’dan Suriye’ye giderken Senpal kasabası yakınlarında öldürülen Meysa Baki, Himmet Toprak, Nebo Ali, Hacı Cumali ve Zekerya İbrahim’in PKK tetikçileri tarafından paraları örgüte teslim etmedikleri gerekçesiyle cezalandırıldığı ileri sürülüyor. Aynı akıbeti PKK’nın Ermenistan’daki kasası olarak bilinen ve Ermeni mafyası ile işbirliği içinde olan Murat Yücel ve sevgilisi Mizgin kod adlı örgüt mensubu da yaşadı. Söz konusu kişilerin, PKK’dan talimat alan Kargo Süleyman kod adlı tetikçi tarafından başları kesilerek öldürüldükleri belirtiliyor.

Yine terör örgütü adına uzun yıllar çalışan ancak sonradan PKK’dan ayrılarak bulundukları ülkelerdeki mafyalarla işbirliği içine giren örgütün Avrupa kasası Salih Tatoğlu, Rusya Federasyonu sorumlusu Nuran Uçar infaz edilirken bunları Almanya’da Mustafa Günaydın, Ermenistan’daki mali işler sorumlusu Murat Bayun, Karabağ’da 300 bin dolar alarak kaçan İran sorumlularından Muhammed Aslan, Urumiye’de 400 bin Euro’yu zimmetine geçiren örgütün mali işleri sorumlularından Kemal Durmaz’ın Belçika’daki infazları takip ediyor.

Türkiye, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa hattı üzerinden insan kaçakçılığı yapan ve Murat Karayılan tarafından “insan mafyası” olarak tanımlanan Celal Güneş ve ekibi geçtiğimiz aylarda Romanya’da yakalandı. Celal Güneş Romanya Organize Suçlarla Mücadele Birimi’ndeki ilk ifadesinde örgütün mafyalaşması ile ilgili önemli bilgiler veriyor: “Kendi adıma çalışıyorum ve bu ticaretten büyük para kazanıyorum. Eskiden PKK adına çalıştım. Benim gibi olan başkaları da var. Artık herkes kendi grubuyla birlikte hareket ediyor.” Romanya ve Türkiye emniyet birimlerince hazırlanan raporda da Celal Güneş’in önceleri insan kaçakçılığından topladığı paraları Kuzey Irak’a aktardığı ancak son dönemlerde elde edilen paraları kendisi için kullandığı kaydediliyor.

Örgütten ayrılıp kendi oluşturdukları gruplarıyla mafyacılığa başlayan PKK’lılar haricinde mafya gibi hareket eden ve tamamen PKK’daki bölünmüş gruplar adına çalışan örgüt mensupları da var. Bunlar, silahlı gruplar adına hareket ediyor ve Kürtlerden haraç topluyor. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu’daki silah, uyuşturucu ve mazot kaçakçılığından da pay alıyor. Elde edilen gelirler de silahlı militanlar için harcanıyor. Terörün şehirdeki kolu olan ve bir mafya grubu gibi hareket eden teröristler PKK’dan ayrılan ve mafyalaşan gruplara karşı da mücadele ediyor.

PKK paramparça

PKK’daki parçalanmanın giderek arttığına dikkat çeken Emniyet yetkilileri, örgüt içinde Abdullah Öcalan’a muhalif 1500 kişinin kamplarda infaz edildiğini söylüyor. Terörist başı Öcalan’ın talimatı ile infazı gerçekleştirilen 50’ye yakın üst düzey örgüt yöneticisi bulunduğu belirtiliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün PKK ile ilgili bir raporunda terör örgütünün yediye bölündüğüne dikkat çekiliyor. Raporda, PKK’lı teröristlerin bugün sadece sekizi Kandil Dağı’nda olmak üzere örgüte ait Irak ve İran topraklarında yer alan toplam 24 farklı kampta örgütsel faaliyetlerine devam ettiği vurgulanıyor.

Raporda terör örgütü PKK’nın içinde, Mehmet Can Yüce ve Meral Kıdır’ın başını çektiği Devrimci Çizgi Savaşçıları Grubu; Sait Çürükkaya, Yıldırım Kaya ve Ayhan Çiftçi’den oluşan Özgürlük İnisiyatifi; cezaevinde yatan Ferhat Güllü’nün de aralarında bulunduğu Kürt Aydın Grubu; Vejin M. Cahit Şener, Cihangir Hazır ve Abdurrahman Kayıkçı’nın öncülüğündeki 4. grup; Hamili Yıldırım, Orhan İlbay ve Haydar Alpaslan Kayıkçı’nın öncülüğündeki 5. grup; Selahattin Çelik, Şükrü Gülmüş ve Baran Funderkan’ın bir araya gelerek oluşturdukları 6. grup ile en son Osman Öcalan’ın da içerisinde yer aldığı bir grup üst düzey örgüt mensubu tarafından kurulan Demokratik Barış İnisiyatifi diye 7 ayrı grubun bulunduğu belirtiliyor.

2-5 Ağustos 2004 tarihinde yaptığı kongre ile PWD (Partiya Welatparez Demokratik) Demokratik Yurtsever Parti isimli partiye dönüşen 7. grubun içinde, 6 Temmuz günü Diyarbakır’da öldürülen Hikmet Fidan da yer alıyordu. Ama emniyet raporunda ele alınmayan ve dağdaki asıl grup içinde de bölünmenin olduğu örgütün kendi kaynaklarında ortaya çıkıyor. Murat Karayılan ile Cemil Bayık grubu arasında ciddi bir tartışmanın olduğu ve iki grubun birbirinden bağımsız hareket ettiği belirtiliyor.

Dağda şiddet yanlısı PKK ile PKK Devrimci Çizgi Grubu sonuna kadar silahlı mücadeleyi savunuyor. Devrimci Çizgi Grubu daha çok Tunceli kırsalında faaliyet yürütüyor. Bu grup çoğunlukla üniversite eğitimi almış kişilerden oluşuyor. Pek çoğunun Kürtçe bilmediği PKK Devrimci Çizgi Grubu, zaman zaman PKK’dan bağımsız olarak silahlı eylemde bulunuyor. Terörist Murat Karayılan’ın kaçırılan er Coşkun Kırandi’yi teslim etmeye hazır olduklarını açıkladığı sırada Bingöl’ün Yayladere İlçesi Belediye Başkanı Haşim Akyürek’in kaçırılması bir tezat olarak algılandı. Ancak Belediye başkanını PKK Devrimci Çizgi Grubunun kaçırdığı ve Karayılan’dan bağımsız hareket ettikleri belirtiliyor.

Bu gruplar haricinde emniyetin raporuna yansımayan iki grup daha bulunuyor. Üniversite öğrencilerinden oluşan Demokratik Gençlik (Dem-Genç) daha çok gençleri örgütleme ve şehirlerde gösteri ve yürüyüş eylemleri düzenliyor. Haziran ayında emniyet birimlerince Ankara ve Sivas’ta yapılan operasyonlarda toplam 21 kişi tutuklandı. Diğer bir grup ise Dem-Genç’in aksine silahlı eylemi savunan ve şehirlerde daha çok patlayıcı madde kullanarak eylem yapmak isteyen Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK). Bunlar Kandil’den emir aldıkları gibi çoğu zaman da bağımsız hareket etmeyi yeğliyorlar. Çeşme ve Kuşadası’ndaki patlamaları gerçekleştiren örgüt kendi eylemlerine devam edeceklerini de belirtiyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #38
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İzmit'te mafya savaşı
gönderen: anti-mafya Monday March 13, 2006 at 04:35 PM

Geçtiğimiz Cuma İzmit'te, Susurluk olayında Kocaeli Çetesi olarak adı geçen çetenin elebaşı Hadi Özcan'ın da içinde bulunduğu ve ülkü ocakları başkanına ait olan otomobile, minibüs yolunda kalaşnikofla açılan ateş sırasında yoldaki bir yolcu minibüsü de isabet aldı. minibüs şoförü de dahil, 9 kişi yaralandı. Minibüs'te yaralananlardan İnci Ercan şu an kafasında bir mermiyle Kocaeli Üni. Hastanesi'nde yoğunbakımda bulunuyor. Hadi Özcan'ın bulunduğu arabada yine kafasından vurulan bir kişi de yoğun bakımda ve umut kesilmek üzere. İnci Ercan yaşam savaşında, ama umutlar gün geçtikçe tükeniyor, çünkü durumu değişmiyor, zaman geçiyor..
Olayda ateş açan "kar maskeli kişiler"in kullandığı otomobil daha sonra seri numaralrı silinmiş ve yakılmış olarak bulundu. Bu, olayın profesyonel ellerce, daha da ötesi devlet eliyle gerçekleştirildiği şüphesini yaratıyor. Henüz bir fail bile yakalanmış değil..

Derin devlet mi deniyor? Devlet her zaman derin!
Susurluk devlettir! Şemdinli devlettir
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #39
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Mafya Kapitalizmin Hamurundadır


Hatırlanacaktır, üzerinden uzun zaman geçmedi. Tam da Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ilişkin kritik kararının hemen öncesine denk gelen bir zamanda, gerekçeleri hiç de anlaşılmaz olmayan manevralar egemen sınıflar tarafından yürürlüğe konmuş; herkesçe tanınan mafya babaları tutuklanıp, kimileri de yurtdışından getirtilmişti. Hatta gazetecilerden başlayan ve kimi bürokratları da kapsayan uzun listelerle, ucu Yargıtay Başkanına bile uzanan, mafyanın bazı “karanlık” ilişkileri ortaya serilmişti. Düzenlenen bu ilginç isimli operasyonlar esnasında yine şahit olduk ki, önde gelen devlet yetkilileri ve burjuva medya, mafyaya karşı sistematik bir mücadele yürütülüyormuş izlenimi yaratmaya bayılıyor. Halbuki emniyetin yaptığı tutuklamaların tozu dumanı ortalığı sardığında, sayfalarca haberin konusu mafya olmasına rağmen, bunların içeriğinde magazin ağırlıklı dedikodulardan başka bir şey de yoktu.
Düzenli aralıklarla olmasa bile bu türden müsamereleri egemen sınıflar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bizlere izletiyorlar. Ve bu müsamereler, çoğu kez, medyanın sağduyu sahibi kalemlerinin ve sistemin aklıselim akademisyenlerinin olmazsa olmaz bir çağrısıyla tamamlanıyor: mafyaya karşı hukuk devletini güçlendirilelim!
Tıkır tıkır işleyen bir hukuk sistemi ve “basiretli” yöneticilerle mafyayı yok etmek gerçekten de mümkün mü acaba? Mesele bu kadar basit mi? Yoksa daha derinlerde yatan sebepler, o hukuku ve o yöneticilerin ne yapacaklarını belirleyen daha temel faktörler midir mafyayı da yaratan?
Ankara Ticaret Odasının yaptırdığı araştırmada, bugün Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğünün, 238 milyar dolar olan milli gelirin dörtte birine ulaştığı, yani 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısından fazladır. Birleşmiş Milletlerin yayınladığı bir rapora göre ise, çokuluslu suç örgütlerinin yasadışı faaliyetlerinden elde ettikleri gelir yıllık 1 trilyon dolar civarında. Yani neredeyse dünyadaki en yoksul 3 milyar insanın toplam geliri kadar. Bu devasa rakamlar da ortaya açıkça koyuyor ki, mafya ne Türkiye’de ne de dünyada istisnai ya da arızi bir olgudur. Bu yüzden reformistlerin bu türden çağrıları boşuna ve ikiyüzlüdür. Mafyaya karşı mücadele hukuk devletiyle sağlanacakmış! Kimin devletinde? Kimin hukuku ile?

Mafya Nerden Dogar?

Kapitalist üretim genelleşmiş meta üretimidir. Bu yüzden kapitalizm mümkün olan her şeyi metalaştırır. Ancak kendi geleceğini tehlikeye sokacak, istikrarsızlık yaratacak ürünler ya da faaliyetler için bazı kısıtlamalar da getirmek zorundadır. Bu kısıtlamaları ve yasakları da kendi zor aygıtı, yani devleti aracılığıyla uygular. Uymayanlar cezalandırılır. Yine de, yukarıda belirtilen rakamların ortaya net bir biçimde koyduğu gibi, kapitalizmin uzun vadeli yararı ve istikrarı için yasakladığı ve kısıtlılar listesine aldığı mallar, hizmetler, birilerince üretilir ve pazarlanır. Yani tek tek kapitalistler için sistemin genel çıkarıyla uyumlu olmayan çıkarlar söz konusu olabilir ve onlar bunu hayata geçirmekten kaçınmazlar. Çünkü kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise yasal ya da yasadışı her türlü yolu kullanmayı gerektirir.
Bu durum, kapitalizmin çelişkili yapısı içinde anlaşılmaz değildir. Sonuçta kapitalist ekonominin doğası anarşiktir ve bir kapitalistin her şeyden önce gelen motivasyonu kendi sermayesini büyütmek için mümkün olan en yüksek kârı en kısa süre içerisinde elde etmektir. Bu yüzden yasal alanda faaliyet gösteren kapitalistlerin yasadışı ilişkilere bulaşmayacağını varsaymak budalalık olur. Kapitalistler açısından yasal ya da yasadışı alanın arasında bir ayrım yapmak anlamsızdır. Yasadışı faaliyetleri ile belirli bir düzeye geldikten sonra işlerinin bir bölümünü yasal alanda sürdürmeye başlayanlar olduğu gibi, ihtiyaç duyduğunda yasadışı yollarla etkinliğini sürdüren kapitalistler de söz konusudur. Zaten mafya ekonomisinin ulaştığı düzey başka türlü açıklanamaz; kapitalistler faaliyetlerini, olabildiği ölçüde yasal, olmadığı yerde yasadışı yollarla gerçekleştirmektedirler.

Mafya Ne Tip Faaliyetlerle İştigal Eder?

Mafya dendiğinde akla ilk gelen faaliyetler; uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi işler olsa da, ithali yasaklanan ya da kısıtlanan malların ülkeye sokulmasından, sendikal anlaşmazlıklarda patronların sendikayı sindirme faaliyetlerine kadar pek çok alanda bu örgütler arz-ı endam ederler. Hele ki “küreselleşme çağı”nda mafyanın faaliyetleri iyice çeşitlenmiştir; nükleer madde kaçakçılığı, teknoloji hırsızlıkları, marka taklitleri, kara para operasyonları, insan kaçakçılığı bunlardan sadece birkaçıdır.
Birçok kapitalist, “geciken tahsilât” sorununu “çek-senet mafyası”yla çözer. Burjuva devletin yargı organlarına intikali halinde pis kokuların yayılacağı, rüşvet vb. şeyler içeren işlerinde de patronlar hakem olarak “mafya”yı arabulucu yaparlar. Denetim altında tutulan, dolayısıyla kazancı yüksek olan, kumarhane, genelev ve benzeri yerlerin işletmeciliğinde de mafya patronlarının hâkimiyeti görülür.
Mafyanın bir diğer önemli faaliyet alanı devlet eliyle dağıtılan rantlarla ilgilidir. Devlet ihalelerinde, devlet bankası kredilerinin dağıtılmasında, ihracat, üretim teşviklerinde, özelleştirme ihalelerinde mafya, ihaleye girişleri engellemek ya da ihalenin belli bir firmada kalmasını sağlamak üzere devlet görevlilerini “ikna etmek” suretiyle çeşitli etkilerde bulunur ve payını alır. Ya da, devlet bankası kredilerinin belli kişilere kullandırılmasında aracılık etmek, anlaşmalara hakemlik etmek, sırasında bizzat kredi kullanmak yoluyla da devletin sağladığı ranttan nasiplenir. Hazine arazilerine el konulması ve bunların pazarlanması, ya da inşaat izni olmayan yerler için hileyle ruhsat alınması, mafyanın devlet üzerinden elde ettiği kazanç kapılarıdır. Bütün bu işleri gerçekleştirebilmek için elbette mafya bürokrasi içinde kendisi ile işbirliği yapan unsurlarla da birlikte çalışır.
Kapitalist toplumda zor kullanma tekeline, kapitalistler adına onların devleti sahiptir. Diğer kapitalistlerden farklı olarak mafya, yasadışılığı gereği, silahlanmak durumundadır. Ancak bu durum her koşulda devletle mafyayı karşı karşıya getirmez. Siyaset erbabı, polis, savcı vb. ile işbirliği halinde faaliyetlerini sürdüren mafya, kapitalistlerin genel çıkarlarının savunucusu ve kollayıcısı devletle de iç içe geçmiştir. Çünkü yasadışı işlerini sürdürülebilir hale getirebilmek için devletin içinde yuvalanmak zorunda olan mafya gibi, devlet de, kendi bekasını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kimi yasadışı işleri hayata geçirirken mafyayı kullanır.
Terörle mücadele adı altında sürdürülen kontrgerilla faaliyetlerinde kullanılan paramiliter grupların bir ayağının mafyada bir ayağının da devlet içinde olduğu, dünyada da, Türkiye’de de iyi bilinmektedir. Örneğin Güney Amerika ülkelerinde mücadele eden devrimcilerin karşısına çıkarılan karşı-devrimci güçlerin, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlerle finanse edildiği, ABD mahkemelerinde bile belgelenmiştir. Benzer örnekler Kürt halkına karşı yürütülen savaş sırasında Türkiye’de de yaşanmıştır. Başbakanlığın örtülü ödeneğinden trilyonlarca liranın kimseye hesap verilmeksizin aktarıldığı kontrgerilla içinde görev almış ülkücülerin, uyuşturucu trafiğinde köşe başlarını tuttukları herkesin malumudur. Bir kısmı PKK karşıtı kontrgerilla faaliyeti finansmanında kullanılmak bir kısmı da şahsi hesaplara geçmek üzere, mafyatik ekonomik ilişkilerle sağlanan gelirler devletin koruyucu kanatları altında elde edilmiştir.
Mafya örgütleri ve dolayısıyla üyeleri sanıldığı gibi başıboş değillerdir. İstediklerini keyiflerince yapan haydutların devri çoktan kapanmıştır. Kapitalizm haydutluğu da kendisi için yaptırır. Dünyadaki bütün gizli servisler, başka bir ifadeyle devletler, hiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş olan mafya örgütlerini tepeden kontrol ederler.


Mafya Sadece Az Gelişmiş Kapitalist Ülkelere Özbü Bir
Sorun Degildir!

Bir dünya sistemi olan kapitalizm kendi bağrında taşıdığı mafyatik özü her yere götürmüştür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde mafya yok mu? Elbette var. Hem de diğerlerine göre kat kat büyüğüyle var. Örneğin, mafyanın isim babalığını yapan İtalya’da, mafya ekonomisinin büyüklüğü milli gelirin yüzde yirmisine yakın. Milano Ticaret Odasının araştırmasına göre, mafyanın İtalya’daki yıllık cirosu yaklaşık 133 milyar dolar.
Dünya mafyasının kontrol ettiği toplam sermayenin 8,4 trilyon dolar olduğu ve bunun %70’inin ABD mafyası tarafından kontrol edildiği tahmin ediliyor. Dünyada kara para dolaşımının ve aklanmasının sağlandığı 55 mali cennet var. Örneğin Cayman Adaları dünyanın beşinci büyük bankacılık merkezi. Bu adadaki banka ve şirket sayısı, nüfustan bile fazla. Bu malî cennetlerden yönetilen para hacminin en az 3 trilyon dolarla dünyanın toplam gelirinin yüzde 15’ini bulduğu sanılıyor.
Büyük bankalar da, off-shore bankacılığı adı verilen sistemle, hem yüksek komisyonlar karşılığı kara para aklıyor hem de bu yolla elde edilen gelirlerle mafya örgütlerini finanse ediyor. Kara para bankacılık sisteminde aklanarak dolaşıyor ve hem yasal faaliyetlere (yani kapitalizmin güya temiz para kazandığı faaliyetlere) hem de yine yeraltının finansmanına akıyor. Kara paranın makbul yatırım araçları arasında devlet tahvilleri, hazine bonoları var. Pek çok ülkede mafya örgütleri devletin önemli borç kaynağı durumunda ve böylesi araçlar vesilesiyle hükümetlerin kısa vadeli ekonomik politikalarını belirlemede dahi etkili oluyorlar.
Tayland’da uyuşturucudan elde edilen milyarlarca dolar mafya tarafından tekstil sanayiine yatırım yapılarak değerlendirilmiş durumda. Çin mafyası kara parayı serbest bölgeye akıtıyor ve yıllık iş hacmi 200 milyar dolar civarında. Rusya’da 1300 civarında olduğu tahmin edilen, birbirlerine karmaşık ilişkilerle bağlı mafya örgütleri ekonominin yüzde 40’ını, 35-40 bin işletmeyi, en az 400 bankayı kontrolünde tutuyor. Kimileri bu yüzden Rusya’daki sisteme “mafya kapitalizmi” diyor. Bu tanımlama gerçekliğin bir yönüne işaret etse de Rusya’da, Kolombiya’da ve daha pek çok ülkedeki mevcut sistemleri “mafya kapitalizmi” olarak niteleyenler aslında mafya ve kapitalizmin genelde nasıl iç içe geçtiğini anlamıyorlar.
Tüm bu anlatılanların ve yukarda belirtilen verilerin işaret ettiği gerçeklik, sistemin niteliği gereği oluşan ve kısaca mafya adı verilen yapıların kapitalizmin hamurunda var olduğu ve kapitalizm yıkılmadığı sürece ortadan kalkmayacağıdır. Bugün mafya ve kapitalist devletler aynı bütünlüğün parçalarıdır ve birbirlerinden ayrılamazlar. Yani mafya örgütlerinin faaliyetleri devletlerin engellemek isteyip de engellemeyi başaramadığı faaliyetler değildir. Mafyaya yönelik çeşitli dönemlerde düzenlenen operasyonlarsa mafyayı ortadan kaldırmak amacıyla değil, devletin mafya üzerindeki denetimini pekiştirmek için yapılır. Yıllardır yapılan tutuklamalara ve “çökertilen” mafya örgütlerine rağmen yeraltı faaliyetlerinin artarak sürmesi, kapitalistlerin niyetlerinin mafyayı ortadan kaldırmak olmadığının en açık göstergesidir.
Kapitalist sistemin lümpenleştirdiği ezilen kesimlerin bağrındaki öfkeyi kullanarak yine sistemi besleyen bir mecraya akıtan mafya örgütleri özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde popülerleşirler. Kapitalizm kendisine yönelecek tehdidin bir bölümünü böyle kontrol etmeye çalışır. 1930’ların Amerika’sında etkinliği yükselen mafyanın bu durumu tesadüfî değildi. Bu yüzden bugün de, sefaletin ve toplumsal adaletsizliğin kırbacı altında yaşayan yoksul gençler, kurtuluşlarını, televizyon dizilerinden görerek özendikleri, delikanlılıklarıyla mafyada boy gösterebilenler gibi olarak sağlayacaklarını sanıyorlar. Gerçek hayatta buna yeltenenlerin her birinin, sırası geldiğinde böcek gibi ezildiklerini bile bile üstelik. Sebebi de çok açık. Çünkü bugün onların yanılsamalarını dağıtacak ve mafyanın yerine onlara umut olacak başka bir güç ortada yok.
İşçiler içinde yaşadıkları insanlık dışı toplumsal sistemi değiştirmedikçe, hiçbir şekilde kendi yaşam koşullarını da değiştiremezler. Bu yüzden, bu toplumda var olan her türlü melanetle mücadelenin kapitalizme karşı mücadele denizine akmadıkça bir sonuç elde edilemeyeceği iyi kavranmalıdır. Gün geçtikçe insanlığı daha büyük sorunlarla yüz yüze bırakan kapitalist sistemin ideologları ne kadar yanıltmaya kalksalar da, mafyayı da kapitalizm yaratmıştır. Mafyasız bir kapitalizm olamaz. Devleti mafyayla daha yoğun bir mücadeleye çağırmak devleti de mafyayı da anlamamaktır. Bilmeliyiz ki, mafyanın varlığını, iyi işlemeyen hukuk düzenine ya da ahlakı bozuk yöneticilerin rezilliğine dayanarak açıklamak masum bir yanılgının sonucu değildir. Kapitalizmin papazları, pis kokuların ayyuka çıktığı böylesi zamanlarda sistemin iyileştirilebilir olduğu yanılsamasını işçilerin zihninde yaygınlaştırmak için bu görüşleri dillendirmektedirler.
Yaşlı kapitalizm çürüyor ve kapitalizm dâhilinde hiçbir sorunun gerçek çözümünün sağlanamayacağı gerçeği insanlık için tek kurtuluş yolu olan sosyalizme olan ihtiyacı yakıcılaştırıyor. Geçen yüzyılın başlarında sosyalistlerin öngördükleri ikilemin bugün en somut halleriyle yüz yüzeyiz. Kapitalizm insanlık arabasının yönünü barbarlığa doğru kırmıştır ve uçurumdan aşağı son sürat sürmektedir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Temmuz 2006       Mesaj #40
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bizde yamuk olmaz

Şükrü KÜÇÜKŞAHİN

Kürt Ahmet'in oğlu Özdemir Turgut, Ankara'da ANAP'ın ikinci bölge adayı
ANAP'ın Ankara ikinci bölgeden beşinci sırada aday gösterdiği Özdemir Turgut, kamuoyunun babasını yanlış tanıdığını belirterek, ‘‘Bir yanlışımız olmamıştır. Bundan sonra da olmayacak’’ diye konuşuyor. Turgut, ANAP'a ek 30 bin oy getireceğini
iddia ediyor.
RÖPORTAJ için Hürriyet'e gösterişli Cherokee marka jeepiyle geliyor. Plaka yerinde, kırmızı zemin üzerine sarı harflerle yazılmış ‘‘Özdemir Turgut’’ levhası hemen dikkat çekiyor.
‘‘Bu yasal mı?’’ sorusuna, ‘‘Yasal değil; ama seçim zamanı idare ediliyor. Konvoyla giderken dikkat çekmemi sağlıyor’’ karşılığını veriyor. Özdemir Turgut, ANAP'ın listesinde İkinci Bölge 5'inci sırada. Ve ANAP'ın Ankara'da en çok tartışılan adayı. Nedeni, Özdemir Turgut'un Ankara'da ‘‘Kürt Ahmet’’ lakabıyla tanınan Ahmet Turgut'un oğlu olması.
Özdemir Turgut, ismi üzerinde çıkan tartışmanın farkında. Ancak babasını savunurken çok rahat görünüyor. Turgut'a göre, ‘‘Kamuoyu babasını yanlış tanıyor.’’ ANAP adayı, hemen ekliyor: ‘‘Babam Ahmet Turgut pırlanta gibi bir insandır.’’
İFTİHAR EDİYORUM
Babasının, oğlu üzerindeki manevi otoritesi Özdemir Turgut'un her halinden belli oluyor. Örneğin, Turgut saygıda kusur etmeyen biri. Çünkü, babası ona, ‘‘Yanında çalışan kapıcı da olsa, birisi içeri girdiğinde ayağa kalkıp, önünü ilikleyip ona selam vereceksin’’ diye nasihat etmiş. Turgut, devam ediyor: ‘‘Ben hala babamın yanında sigara içmem, ayak ayak üstüne atmam. Kardeşim de benim yanımda bunları yapamaz. Hiçbir küçüğümüz büyüğün yanında böyle davranmaz, konuşmaz da. Bunları hep babadan öğrendik.’’ Sohbetin tam bu bölümünde Turgut, ‘‘Şimdi bunu yazarsınız, babam sigara içtiğimi öğrenir, ayıp olur’’ diye kısa bir tereddüt de geçiriyor.
Peki adı üzerinde bu kadar tartışma çıkan ‘‘Kürt Ahmet’’ kim? Özdemir Turgut yanıtına, ‘‘Öyle bir babanın evladıyım ki iftihar ediyorum’’ diye başlayıp, şöyle sürdürüyor:
‘‘Kimse için kötülük düşünmeyen, yapıcı, iyiliksever biri. İçkisi, sigarası yoktur. Sabıkası da yoktur. Yeraltı dünyası denince bunun içine ne giriyor bilmiyorum; ama bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. ‘‘Kürt Ahmet’’ lakabı ailemizin 200 yıl önce Doğu'dan gelmesinden dolayı. Yoksa, telefonlarımız dinlenir, yaptığımız herşey devlet tarafından bilinir. Bizim adımız ne PKK'ya haraç verenler, ne 12 Eylül döneminde tutuklananlar, ne de bugün ele geçen binden fazla çete mensubu arasında yer almaz.’’
Ardından sözü lideri Mesut Yılmaz'ın çeteler ve mafyayla mücadelesine getiriyor Özdemir Turgut:
‘‘Benim Genel Başkanıma en büyük hayranlığım da çeteler ve mafya ile yaptığı mücadele içindir. Eğer bazı yakınlarımızın katıldığı olaylar olmuşsa, bu tamamen cehalettendir.’’
OYUN SALONU İŞLETMİŞ
‘‘Ailenin zenginliği nereden geliyor’’ sorusuna ise Turgut şu karşılığı veriyor: ‘‘Babam bir yandan devlet memurluğu yaparken, diğer yandan akşamları oyun salonu işletiyordu. Buradan hem büyük gelir elde etti, hem de geniş bir çevre edindi. Ama 1978'den sonra bu tür işleri bıraktı.’’
Turgut, annesini, babası trafikte bir sürücüyle tartışırken, kalp krizi geçirmesi sonucu kaybediyor. Bu olay üzerine bazı akrabaları, ‘‘üzüntüden’’ ölümün sorumlusu gördükleri sürücüyü vuruyor.
Kardeşi Melih de, yakın arkadaşı Umut Dedeman'ı kaza kurşunu ile öldürmekle suçlanıyor. Her iki olay nedeniyle Turgut ailesinin mensupları mahkeme önüne çıkıyor. Ama, özellikle ikinci olaydan çok etkileniyorlar.
Turgut, ‘‘Neyse ki, mahkeme bütün yargılama aşamalarında ölümde kasıt olmadığını ortaya koydu. Umut bizim ailemizden biriydi. Her iki olaydan da büyük üzüntü duyduk’’ diye konuşuyor.
EN ANKARALI
Turgut, bütün milletvekili adayları içinde ‘‘en Ankaralı’’ kendisini görüyor. Haymana'da 1955 yılında doğduğunu, Altındağ ve Gülveren'de, gecekondu mahallelerinde büyüdüğünü anlatıyor; ‘‘Zaten o zaman Altındağ'dan başka Ankara da yoktu’’ diyor.
Çocukluk yıllarında arkadaşlarına ‘‘biraz fazla takıldığı için’’, okulu bırakıyor. Ortaokul ve lise diplomasını dışardan bitirme sınavları ile alıyor. Şimdi okumadığına pişman. Bu nedenle iki oğlunu Amerika'da eğitime göndermiş, küçük kızını da özel bir okulda okutuyor.
Okulu bıraktıktan sonra akrabalarının yanında çalışmaya başlayan Turgut, babası gibi 18 yaşında geldiğinde evleniyor. Gelin, annesinin önerdiği, dayı kızı. Bu genç yaştaki evliliği nedeniyle bugün 44 yaşında ve torun sahibi olmaktan büyük haz duyduğunu söylüyor.
30 bin oy getireceğim
Kendi işini 18 yaşında Et Balık Kurumunda toptancılık yaparak kuran Turgut, daha sonra işleri büyütüyor, demir ticareti, inşaat malzemeleri pazarlaması, kağıt toptancılığı, kafe işletmeciliği gibi alanlara yatırım yapıyor. 1981 yılında, Türkiye'nin ilk buz pateni tesislerini Kurtuluş Parkı içinde kuruyor. Ansera İnşaat'ın sahibi. Ansera, Portakal Çiçeği Vadisi'nde 148 dükkan ve 2 sinema salonlu iş merkezi inşaatını sürdürüyor. Turgut'un politikaya yakınlığı 1984 yılında başlıyor. 1988'de aktif particiliğe başlıyor. Neden ANAP'ı tercih ettiğini, ‘‘Ben kavga sevmem. ANAP, kavgadan uzak, her eğilimi barındıran bir parti’’ diye açıklıyor.
Aktif siyasetteki ilk görevi, ANAP Ankara İl Yönetim Kurulu üyeliği. Bunu, İl Başkan Yardımcılığı ve vekilliği görevleri izliyor. Turgut, 1991 ve 1995'de milletvekili adayı oluyor.
Turgut'un Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile tanışıklığı yok. Turgut, ‘‘Beni isim ve fizik olarak biliyordur; ama öyle fazla bir konuşmuşluğumuz yok’’ diyor. Turgut, seçim bölgesi olarak Haymana, Bala ve Polatlı ilçelerinde çalışıyor. Ailesinin dahil olduğu Şıhbızın aşiretinin bu bölgede yerleşik olduğunu ve ANAP'ın oylarını en az 30 bin arttıracağı iddiasını ortaya atıyor.
Özdemir Turgut, sohbetin sonunda seçmene şu güvenceyi veriyor: ‘‘Bir yanlışımız olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır.’’


Benzer Konular

17 Mayıs 2012 / hocaz53 Oyunlar
17 Aralık 2012 / Misafir X-Sözlük
14 Ağustos 2012 / vampirinlaneti Soru-Cevap
6 Temmuz 2012 / MafyaTiM Oyunlar
9 Eylül 2012 / aslanlar60 Oyunlar