Arama

Mikrokozmos

Güncelleme: 20 Mart 2012 Gösterim: 2.234 Cevap: 1
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Mart 2012       Mesaj #1
Avatarı yok
Yasaklı
Mikrokozmos

Sponsorlu Bağlantılar
Biliyoruz ki, koskocaman bir kâinat içinde yaşıyoruz. Ucu bucağı belirsiz, sonsuz ufuklara kadar yayılan bu kozmosa, bilimciler "makrokozmos" adını verirler. Yani büyük evren! İslam düşünürlerinin, "Âlemi Ekber" olarak niteledikleri bu evrende, her nesne bir öncekinin denetimi altında kararlı, ahenkli ve hesaplı bir düzenlemenin göz kamaştırıcı çarpıcı gerçekleri ile doludur!

Makrokozmostan sonra bir de "mikrokozmos" vardır. Yani küçük evren! İslam düşünürleri de bu âleme "zerreler âlemi" adını vererek, yerinde bir tesbit yapmışlar ve bu evrenin yapı taşlarını dile getirmek istemişlerdir. İşte madde-enerji topluluğu olarak nitelendirdiğimiz bu kozmosun içinde nelerin olduğuna bir bakmak, ilâhi saltanatın azamet ve heybetini anlamak için yeter!

Uzaya çıkmak kolaydır. Roketinize biner, yıldızlar arası uzayda zaman boyutunun egemenliği altında dolaşır durursunuz. Ama maddenin içine nasıl gireceğiz? Oradaki küçücük âlemlerin bir dantel misali örülmüş ilişkilerini nasıl öğreneceğiz?

İsterseniz bu kez, bir roket yerine önce elimize bir mikroskop alıp, küçük bir yaprak içinde nelerin mevcut olduğuna bir göz atalım:

Minicik bir yaprak üzerinde çok kısa tüyler, pürüzlü yüzeyler hemen anlaşılır. Burası santimetre boyutunda olduğundan bir zorlukla karşılaşmayız. Santimetrenin onda biri uzunluğa milimetre dendiğini biliyoruz. Bu uzunluk artık çıplak gözle pek farkedilmez. Bir kol saati içindeki minicik vidalar, elektronik bir devrede küçücük dirençler milimetrik boyuttadır.

Bir milimetrenin binde biri büyüklüğüne inersek, bu bölgede canlı türlerin de mevcut olduğunu öğreniriz. Bunlar bakterilerdir. Kara ölüm dedikleri veba, difteri vb.hastalıklara sebep olurlar. Biraz daha derinlere insek acaba neler göreceğiz derken, kendimizi milimetrenin yüzbinde biri kadar minnacık bir mekânda buluyoruz.

Burada da canlılar yaşar. Onlara "virüs" diyoruz. Virüsler, canlı olmanın şartları ile cansız olmanın durgunluğu arasında bir köprü gibidirler. Virüsler korkunç derecede bilgi ve bilince sahipler. Ustalıkla girdiği bir yaprak hücresinde, casus gibi kimliğini gizleyerek hücrenin yapısını kendisine benzetip hızla çoğalıyorlar. Bu akıl, bu beceri, bu kurmazlık dehâsı, bu minicik moleküllerde nasıl bir araya gelmiş, kimsecikler bilmiyor!

Okullarda okutulmakta olan atom modelinde merkezde bir çekirdek ve bu çekirdek etrafında dolanıp duran elektronlar, yani negatif elektrik yüklü parçacıklar. Oysa modern fizikte veya yeni fizikte bu model artık ‘eskimiş’ görünüyor. Zira Belirsizlik Prensibine göre elektronun yeri ve hızı hakkında kesin bir bilgimiz yok!

Teorik hesaplamalar gösteriyor ki elektron, yörüngenin her an, her yerinde bulunabilir. Sanki dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin her an, her yerinde bulunabileceği gibi. Gel de şaşırma! Hayret etme! Ünlü fizikçilerden Bohr, “Kuantum fiziğinden şok olmamış fizikçi, fiziği anlamamıştır” derken, belki de bu harikalar harikası sistemin insanı iliklerine kadar titreten dengesine işaret ediyordu.

Milimetrenin yüzbinde biri uzunlukların kapısına ulaştığımızda yaprak hücrelerinin bulunduğu mekâna erişiriz. Son derecede karmaşık işlemlerin yürütüldüğü bin çeşit kimyasal, ışık ve elektrik enerjilerinin birbirine dönüştüğü, iç içe girmiş girdapların derinliklerinde insanı şaşkına çeviren olayların hüküm sürdüğü tam anlamıyla esrarengiz bir âleme ayak bastık. Bu hücrelerden 10.000 tanesi bir araya gelirse, bir toplu iğnenin başı kadar yer kaplıyor. Yaprağın bu hücresi hayat dolu. Cıvıl cıvıl, fıkır fıkır besleniyor, ürüyor ve bir süre sonra da ölüyor. Hücreyi dış tesirlerden koruyan bir zar var. Bir de hücre içinde protoplazma denilen sıvı. Tabiî hücre çekirdeğini de unutmamak gerek. Çekirdeğin rolü, askerlikteki komuta katına benzer.

Denetim ve koordinasyonun yapıldığı kararların alındığı yer burası. Çekirdeği daha iyi tanımak için bir kat daha aşağı, milimetrenin milyonda biri uzunluk boyutuna iniyoruz. Bu bölgeyi elektron mikroskopla bile görebilmek çok güç! Sanki dünyalar küçüldükçe sistemler daha da karmaşık fakat o denkli de kararlı görünüyor. Hücre içinde ismini pek sık duyduğumuz DNA (deoxyriboze nucleic acid) denilen bir molekül topluluğu var. İşin en ilginç tarafı bu molekül canlı!

Çekim sabiti (Gravitation constant) elektronun yükü (charge on an electron) Planck sabiti (Planck constant) ve ışık hızı sabiti (speed of light) evrenin değişmez sabitleridir. Siz isterseniz bu sabitlere Kur’an ifadesiyle ‘Sünnetullah’ ta diyebilirsiniz. Bu sabitlerin milyonda- milyarda bir bile değişikliği, bütün evrenin ve dolayısıyla canlı yaşamın temel molekülü olan DNA’yı oluşturuyor.

DNA'lar 23 çifttir ve ( X ) şeklinde sarmal bir görünüme sahiptirler. DNA içinde kromozomlar var. Bunlar korkunç büyüklükte bilgi dosyası gibidir. Yaprağın şekli, rengi, biçimi ve daha sayılamayacak kadar bir çok karakteri burada saklıdır ve hücre çoğalmasında insanı şok eden bir sistemle aynen birbirini kopyalar.

Geçtiğimiz 20. Asrın ilk çeyreğinde "Kuantum Fiziği" denilen ve akıllara durgunluk veren, insan zihnini alt üst eden bir bilim kolu geliştirildi. Bu ileri fiziğin kurucularından Niels Bohr, "Kuantum fiziğinden şok olmamış bir fizikçi, fiziği anlamamış" derken bu gerçeğe işaret ediyordu. Çünkü Kuantum Fiziği, atom altı parçacıkların sırlar dolu perdesini biraz aralayınca anlaşıldı ki, atomların içinde de ahenkli ve heybetli bir kozmos vardır.

Okulda iken öğretmenlerimiz bize çevremizdeki her maddenin atomlardan kurulu olduğunu, atomun içinde merkezde bir çekirdek ve çekirdeğin etrafında da eksi yüklü elektronların bulunduğunu, çekirdekte ise artı yüklü protonlarla yüksüz nötronların yer aldığını anlatmışlardı. Atomun boyutları milyarda bir santimetreyi gösteriyordu.

İşte Kuantum Mekaniği, bu tanımlamayı çok eksik bulur. Çünkü atom çekirdeği etrafındaki yörüngelerde hareket eden elektronların bir bilardo topu gibi davranmadığını; aksine bunlara "dalgaların" eşlik ettiğini söyler. Bu dalgalar da sanki bizimle "dalga geçer" gibi yerini bir türlü belli etmezler. Yani "elektron nerede?" sorusunun cevabını bulmak için sadece ihtimallere dayalı bir hesaplama içine girmeniz gerekecektir.

Böylece "Belirsizlik Prensibi" olarak da adlandırılan ve üzerine hâlâ çeşitli araştırmaların yapıldığı, laboratuarlarda yüzlerce çeşit atom altı maddelerin özelliklerini anlamak için bilimcilerin kafalarını ovuştura ovuştura yorgun düştüğü bir fizik ortaya çıktı. Biz yine yaprağımızın hücre çekirdeği içine dönelim. Çekirdekte proton var demiştik. Peki protonun içinde ne var?

Bu sorunun cevabını bulmak için bilim dünyası, 1960'lı yıllara kadar beklemek zorunda kaldı. Sonunda anlaşıldı ki, protonun da içinde "kuark" adı verilen ve milimetrenin trilyonda biri kadar küçük bir mekâna sığışmış dünyalar varmış.Kuarkları da birbirine bağlayan kuvvetin ne olduğu yakın bir geçmişte açıklandı ve "gluon" denilen "kütlesiz" parçacıklarla ilişkileri olduğu kesinlik kazandı.

Kuark ve gluonların bulunduğu dünya, bir milimetrenin trilyonda biri kadar küçücük bir âlem. Bu âlem içinde daha da derinlere gitmek için ne kadar çaba sarfetsek te olmuyor! Ama çok iyi biliyoruz ki, âlem içinde âlemler; zerreler içinde daha nice nice zerreler var! Bunlar birbirleriyle öylesine mükemmel bir tarzda birleşmiş ve kaynaşmışlar ki, tıplı şaheser bir dantel misali gibi, nadide renkli ipliklerin düğümleri ile örülmüş, şekillenmiş ve tamamen matematiksel denklemlerin izah ve ispatı ile kendini belli etmiş boyutlar, uzunluklar, kütleler, enerjiler ve alanlar!

Bir milimetrenin trilyonda biri, kısaca 10-12 milimetreyi temsil eder. Son derecede hassas ve titizlikle yürütülen laboratuar deneylerinden elde edilen sonuç bu!

Ancak, fizikçiler acaba diyorlar bu yaprakta, göremediğimiz, laboratuarlarda da görülmesine ve izlenmesine imkân olmayan daha küçük, daha da küçücük bir mekân var mıdır ki, artık bu mekândan, bu boyuttan daha küçük bir mekân, daha ufak bir boyut olmasın! Artık ikiye bile bölünemeyen bir boyut, yalnız bir ağaç yaprağında değil; tüm evrende de var mıdır?Bu sorunun da cevabı bulundu!

Bilimciler kolları sıvadılar ve kağıt üstünde kuramsal olarak, teorik denklemlerden yola çıkarak artık ikiye bile bölünemeyen en ufak bir boyutun varlığını yakaladılar!Bu boyut tam 10-32 milimetreyi gösterdi.

Bu sayıyı yazıyorum, eğer dikkatle sayarsanız, sıfırdan sonra gelen 31 tane sıfırın yanına 1 sayısının geldiğini göreceksiniz:

0.00000000000000000000000000000001 mm.

Bu sayı, sayılar cümlesinde okunamayacak kadar küçük olduğundan bu değere uzmanlar isim koyamadılar. Ancak sadece bir fikir verebilmek için, şöyle bir yaklaşım yapabiliriz: Bu sayı, bir milimetrenin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin yüzde biridir!

Bu değerden daha küçük bir boyut, daha ufak bir mekân tüm evrende yoktur!Artık noktanın da anlamını yitirdiği; mekân, boyut, uzunluk, madde ve enerji kavramlarının alt üst olduğu bir gerçeğin tam ortasına düştük!

Bu satırları yazarken uzun süre düşündüm. Peki dedim kendi kendime, acaba bu minnacık "şeyin" "içinde" ne var? Bunun içinde "birşeyler" olmalı ki, bir anlam ve bir değer kazansın. Doğada hiç bir yerde boşluk olmadığına göre, bu noktanın içinde de hiçbir şeyin olmadığı düşünülemezdi!

Peki Ama Ne?

Tüm kâinatta ister enerji, ister madde olsun, her yere ve her nesneye sinmiş; havada suda toprakta; tüm mahlûklarda, hücrede, atomun içinde; güneş ve yıldızlarda en ufak, en küçük, bölünemez bu mekânın içinde bir NUR( EVRENİN NURU) olmalıydı!

“Allah yerlerin ve göklerin Nurudur” (Nur/35), işte bu gerçeği açıklıyordu!


Kaynak:Bilimvadisi(Taşkın Tuna)

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Mart 2012       Mesaj #2
Avatarı yok
Yasaklı
Makro ve Mikrokozmos

Sponsorlu Bağlantılar
Uzay-zaman tasavvurundaki temel yanlışlık, uzayın üç boyutlu olarak kabul edilmesi ve buna zamanın eklenmesiyle dört boyutlu bir tasavvura ulaşılmasıdır. Madde tasavvuru ile uzay (kâinat) tasavvuru birbirine karıştırılmaktadır. Maddenin üç boyutlu olması (zaman ile dört boyutlu kabul edilmesi) doğru olsa dahi, uzayın (kâinatın) üç boyutlu (veya dört boyutlu) olması gerekmez. Mesela on boyutlu bir kâinat tasavvur edilebilse, bu kâinatta hem üç boyutlu ve hem de dört veya daha fazla boyuta sahip varlığın mevcudiyeti mümkündür.

Doğrusu uzay-zamanın on boyutlu veya daha fazla boyutlu olduğuna dair düşüncelerin bulunduğu doğrudur ve yaygındır. Fakat bu düşünceler dört boyutlu uzay-zaman tasavvurunu aşamamakta ve on boyutlu kâinat tasavvurunu ortaya koyamamaktadır. Varlığın özellikleri, varlığı ortaya çıkaran zeminde mutlaka vardır ama zeminin özellikleri bilinen varlığın özelliklerinden ibaret olmak zorunda değildir ve mutlaka farklı ve fazla özellikleri vardır.

Zaman İle İlgili Yanlışlar

Uzay-zaman tasavvuru, üç boyutlu uzaya dördüncü boyut olarak zamanın eklenmesiyle oluşturulan aslında ilkel bir düşünme biçimidir. Zaman ile ilgili doğru kavrayış olmadığında, zamanın maddeye olan etkisini tersine çevirip, zamanı maddeye eklemlemek, uzay tasavvurunu zafiyete uğratmaktadır.

Zaman maddenin dördüncü boyutu değildir. Zamanın madde ile irtibatı, zamanın maddenin dördüncü boyutu olarak kabul edilmesindeki tasavvurdan daha fazladır mutlaka. Fakat zamanı maddenin dördüncü boyutu olarak anlamak, onu maddenin özelliği haline getirmektir. Maddenin zamana nispet edilmesi gerekirken kavrayışın ters çevrilip zamanı maddeye nispet etmek temel bir yanlıştır. Bu nokta zaman ile maddeyi birbirine karıştırmaktır.

Zaman, maddenin varoluş amilidir. Zaman, mekân ile temas etmediğinde madde meydana gelmemekte ve varoluş süreci başlamamaktadır. Zaman varoluş sürecinin muharrik kuvvetidir.

Zamanı doğrusal bir akış olarak anlamak veya zamanın doğrusal bir akışa sahip olduğunu düşünmek, onu hareket ile karıştırmaktır.

Zamanın bir hız ölçü birimi olduğu veya hız ile aynileştirilebileceği düşüncesi yanlıştır. Özellikle ışık hızını zamanın ölçüsü olarak anlamak idrak zafiyetidir.

Mekân İle İlgili Yanlışlar

Mevcut fizik biliminin mekân ile ilgili araştırma yapmaması anlaşılır bir zafiyet değildir. Uzay tasavvuru aslında aynı zamanda mekân tasavvuru olmasına rağmen, mekânın ne olduğuna dönük araştırmalar yerine uzay tasavvurlarıyla zaman geçirmek fizik biliminin en büyük eksikliklerinden (hatalarından) birisidir. Mekânı satıh olarak anlayan ve onu da uzayda değil yerde arayan kavrayış fizik bilimine pahalıya malolmuştur.

Mekân fikrine sahip olamayan fizik bilimi, uzay tasavvurlarını yaparken, mekânın satıh özelliği ile sınırlı kalmıştır. Mekânı satıh olarak anlamakla, uzay tasavvurlarını kâinatın bir parçası olarak kavramak aynı anlama gelir. Temelde böyle olmasına rağmen, bir “parça mekânı” (sathı) tüm uzay olarak anlamak gibi bir paradoksa düşmüş ve fakat bu paradoksu da fark etmemiştir. Bir “parça mekânı”, mekân zannederek, varlık toplamını (kâinatı), varlığın parçasına sığdırma ve açıklama çabasına girmiş ve parçanın özelliklerini bütünün özellikleri olarak kabul etmiştir.

Mekânın ne olduğunu veya hangi özelliklere sahip olduğunu araştırma lüzumu, uzay tasavvuru için hayati önemdedir. Problem mekânın saf halde bulunup bulunmadığıdır. Saf halde bulunamaması halinde araştırmaların dolaylı yapılabileceği açıktır. Bu anlamda madde ile ilgili araştırmalar aynı zamanda mekânı da tanımaya ve keşfetmeye dönük olmalıdır.

Mekânın bilinmemesi halinde varlığın bilinememesi gerçeğine rağmen mekânı madde ile ilgili araştırmalardan tanımaya çalışmak ciddi bir paradoks oluşturmaktadır. Burada tavuk-yumurta problemi yoktur. Mekân mı maddeyi oluşturmakta yoksa madde mi mekânı oluşturmaktadır sorusu anlamlı değildir. Mekânın maddeyi oluşturduğu veya mekânın önce olduğu en azından matematik olarak anlaşılabilir.

Uzayın boşluk olduğu düşüncesi, ısı, ışık ve sesin uzayda yol alabildiğinin anlaşılmasıyla ortadan kalkmış ancak bu durumda uzayın iletken bir madde ile dolu olduğu düşüncesi teorik olarak kabul edilmek zorunda kalınmıştır. “Esir” ismi verilen bu maddenin tüm uzayı doldurduğu kabul edilmiş fakat fizik deneylerle bu maddenin varlığı ispatlanamamıştır. Matematik kavrayışın ilzam ettiği bu madde fizik deneylerle ispat edilememiş olsa dahi uzay tasavvurunda ciddi bir malzeme olarak kullanılmıştır.

Mekân ile uzay tasavvurunun birbirini karşılamadığı ve mekân fikrinin olmamasının ne gibi zafiyetler meydana getirdiği “esir” maddesi tartışmalarında açıkça görülebilir. Kâinatın tamamı mekân üzerindedir. Mekân satıh olmadığı gibi düzde değildir. Varlık, mekânda varolabilme iktidarına sahiptir. Bu anlamda ısı, ışık ve ses dahi, mekânda varolabilirler. Varolabildikleri mekânda hareket edebilirler. “Esir maddesi” tartışmaları aslında mekân kavrayışına en fazla yaklaşılan birkaç konudan biridir. Fakat mekân fikri temelde olmadığı için, matematik olarak bulunması zorunlu olan “esir” maddesini fizik olarak ispatlayamamaktan dolayı düşülen kavrayış zafiyeti, kaçınılmaz olarak uzay tasavvuruna aksetmiştir.

Mekân madde değildir. Bu anlamda “esir” yoktur. Fakat maddenin varolabilme şartlarından birisi olan mekânda hareket etmesi mümkündür. Bu çerçevede bakıldığında uzayda boşluk yoktur ama uzay madde ile dolu değildir. Uzay boşluğu olarak görülen kısım, zaman ile mekânın teğet bulunduğu yerdir. Başka bir ifadeyle, zaman ile mekânın en az temas halinde olduğu yerdir ve bu durum varlığın hareketine imkân vermektedir. Temas derecesi veya yoğunluğu arttığında varlık meydana gelmektedir.

Mekânın saf halinde bulunduğu yer kâinatın dışıdır. Kâinatın genişleme sınırı mekân sınırıdır. Mekân ne kadarsa kâinat oraya kadar genişleyebilir. Zaman ne kadarsa varlık o kadar varolabilir. Mekânın zaman ile tesviye edilmemesi halinde varlık orada bulunamaz. Zaman ve mekânın birbirine paralel olması halinde madde varolabilme kudretini kazanamaz.

Mekâna en fazla yaklaşılan alan mikrokozmostur. Mekânın makrokozmosta aranması yanlış değildir ama mikrokozmosta daha fazla yaklaşılmıştır. Atom altı parçacıklara kadar inen fizik bilimi orada gördüğü manzarayı tanımlamakta zorlanmıştır. Gördüğü manzara, salt harekettir ve hareketin durması ihtimali yoktur. İlginç olan, atom altına indiğinde tesbit ettiği parçacıkların, maddi varlıklar olmayıp, sadece alanlardan müteşekkil (kuant alanları) olduğunu keşfetmesine rağmen hala mekân fikrine ulaşamamış olmasıdır.

Maddenin (varlığın) son tahlilde (bu günkü aşamada) maddi yapıtaşlarından oluşmadığını aksine “alanlardan” (kuant alanlarından) meydana geldiğini anlamakla mekânın önüne kadar gelmiş olmasına rağmen, hala uzay tasavvurunun üç boyutlu (zaman ile dört boyutlu) olmasında ısrar etmesi bilim adamlarının nasıl bir zihni zafiyet içinde olduğunu göstermesi bakımından manidardır.

Mikrokozmostaki ilerlemenin vardığı son nokta, maddenin bir takım “alanların” hareketlerinden meydana geldiğidir. Zamanın mekân ile temas ettiği noktaya kadar varabilen bilim, varlığın bu temastan meydana geldiğini idrak etmekten aciz durumdadır.

Varlık İle İlgili Yanlışlar

Varlığı üç boyutlu olarak kabul etmek fizik biliminin bu günkü kavrayışı ile üç boyutlu bir uzay tasavvurunu mecburiyet haline getiriyor. Fizik biliminin incelediği varlıkların üç boyutlu olduğu gerçeği ayrı bir konudur. Fakat kâinattaki varlıkların tamamının üç boyutlu olduğu zannı uzun süre fizik bilimine patinaj yaptırmıştır. Fizik bilimi varlıkların üç boyutlu varlıklardan müteşekkil olmadığını anlamış olmasına rağmen aynı uzay tasavvurunu kullanmaya devam etmesi ise garip bir durumdur.

Üç boyutlu varlıkların dışında varlıklar olduğunu en azından matematik hesaplamalar ile anlayan ve kabul eden fizik biliminin, üç boyutlu uzay tasavvurunda ısrar etmesi anlaşılır gibi değil. Zamanı maddenin dördüncü boyutu olarak kabul ettiği bir asırdan bu yana üç boyutlu uzay tasavvuru yerine dört boyutlu uzay-zaman tasavvurunu kullanıyor olması, dördüncü boyuta sıçradığı anlamına gelmiyor. Üç boyutlu idrak alışkanlıklarından kurtulmuş ve dört boyutlu idrak alışkanlıklarını geliştirmiş değildir.

Zaman maddenin dördüncü boyutu değildir. Zamanı maddenin dördüncü boyutu olarak kabul edip uzay-zaman tasavvurunu kullanmaya başlamış olması bu sebeple dördüncü boyuta çıkabildiğini göstermez. Zamanı, maddeye boyut olarak eklemek hem zamanın hem de maddenin anlaşılmadığını gösterir. Maddenin zamana tabii olduğu doğrudur. Fakat zamanı maddenin bir boyutu halinde anlamaya çalışmak, zamanı maddenin bir özelliği olarak anlamaktır ki, doğru olan bunun zıddıdır.

Mikrokozmosta maddenin kaybolduğu ve bakiye olarak sadece hareketin kaldığı, hareketin ise durdurulamadığı/durdurulamayacağı anlaşılmıştır. Atom altı parçalardaki hareketin durdurulması halinde aslında maddenin kalmayacağı matematik olarak anlaşılmaktadır. Varlık görüntüsü ise atom altı parçalarının hareketlerinin bir neticesidir. Makrokozmosta sayısız boyuttan bahsetmek en azından matematik olarak kabilken, mikrokozmosta tüm boyutların kaybolduğunu görmek, madde ile ilgili düşünceleri tamamen değiştirmiştir.

Zannedildiğinin aksine, mekân mefhumuna makrokozmosta değil mikrokozmosta daha fazla yaklaşılmış, fakat hala makrokozmosta aranmaya devam edilmiştir.


Kaynak: Zaman Mekan Varlık / Ontoloji Denemesi (Haki Demir/02 Kasım 2008)


Benzer Konular

7 Şubat 2010 / _KleopatrA_ X-Sözlük