Arama

Kara Delik - Sayfa 2

Güncelleme: 28 Nisan 2017 Gösterim: 40.761 Cevap: 45
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Nisan 2010       Mesaj #11
Avatarı yok
Yasaklı
Sıvının içindeki ses dalgaları, uzaydaki ışık dalgaları gibi esrarengizce davranıyorlar. Karadelikler, akustik kopyalara bile sahipler. Uzay-zaman, gerçekten de Einstein öncesi fiziğin ‘eteri’ gibi bir tür sıvı olabilir mi?

Sponsorlu Bağlantılar
Albert Einstein özel teorisi ‘İzafiyet Teorisini’ 1905’de teklif ettiğinde; ışığın varsayımsal ortamın titreşimlerinden, eterden meydana çıktığı fikrini reddetmişti

Işık dalgaları bunun yerine, yaydıkları ortamın titreşimlerine benzer olmayan bir şekilde hiçbir madde tarafından destek görmeden boşlukta seyahat edebilir. Özel İzafiyetin bu özelliğine, modern fiziğin diğer iki temeli olan Genel İzafiyet ve Kuantum Fiziğinde dokunulmamıştır. Galaktikten atomaltına kadar olan bütün deneysel veri, bugüne kadar bu üç teori tarafından başarılı bir şekilde açıklanmıştır. Yine de fizikçiler derin, kavramsal bir problemle karşı karşıyalar.

Bugünlerde de anlaşıldığı gibi, Genel İzafiyet ve Kuantum Mekanik birbirleriyle uyuşmuyorlar. Genel İzafiyetin uzay-zaman sürekliliğinin eğrilmesine dayandırdığı yerçekimi, inatla kuantum temelin içini kapsamakta direnmekte. Kuramcılar, Kuantum Mekaniğin son derece kısa mesafelerde bile tahmin yapmaya yönlendirdiği, sadece uzay-zamanın yüksek eğimli yapısına doğru artan bir ilerlemeye sahipler. Bazı fizikçiler umutları suya düşmüş bir halde kendilerine kılavuzluk yapması için beklenmeyen bir kaynağa; kristaller ve sıvılar gibi sıradan maddeler üzerinde çalışmaya, yani Sıkıştırılmış-Madde Fiziğine geri döndüler.

Uzay-zaman gibi sıkıştırılmış madde, geniş ölçülerde görüntülendiğinde bölünmemiş bir şey gibi gözükür, fakat uzay-zamandan daha farklı olarak Kuantum Mekanik tarafından yönetilen, iyi anlaşılan mikroskobik bir yapıya sahiptir. Daha da fazlası; düz olmayan sıvı akışındaki sesin yayılması, eğimli uzay-zamandaki ışığın yayılmasına çok benzer şekildedir. Çalışma arkadaşlarımız ve biz, ses dalgalarını kullanıp, kara deliğin modeli üzerinde çalışarak bu benzerliği uzay-zamanın mümkün mikroskobik çalışmaları hakkında bir anlayışa sahip olmak için kullanmaya çabalıyoruz. Çalışma, Einstein’ın varsayımlarının aksine; uzay-zamanın madde sıvı gibi tanecikli olabileceğini ve hassas ölçülerde kendini ortaya çıkaran, tercih edilmiş, bir referans yapıya sahip olabileceğini ileri sürmektedir.

Karadelikten Sıcak Kömüre
Kara delikler kuantum yerçekimi için favori test etme alanıdırlar, çünkü onlar hem Kuantum Mekaniğin hem de Genel İzafiyetin kritik olarak önemli olduğu birkaç yer arasındadır.

İki teorinin birleşmesine dair bir büyük adım; 1974’de Cambridge Üniversitesi’nden Stephen Hawking, Kuantum Mekaniği kara deliklerin ufkuna uyguladığı zaman olmuştur.

Genel İzafiyete göre ufuk; yerçekiminin hiçbirşeyin ondan kaçamayacağı kadar kuvvetli olduğu, kara deliğin içini dışarıdan ayıran bir yüzeydir. O bir madde limiti değildir. Deliğin içine düşen talihsiz yolcular, ufuğu geçen herhangi özel birşey olduğunu idrak etmezler. Fakat bunu bir kere böyle yaptıktan sonra da; buraya geri dönmeyi bırakın, artık dışarıdaki insanlara ışık sinyalleri gönderemeyeceklerdir.

Dışarıdaki bir gözlemci, yolcular oraya geçmeden önce yalnızca yolcular tarafından gönderilen sinyalleri alabilir. Işık dalgaları kara deliğin etrafındaki yerçekimsel kaynaktan tırmandıkça, frekansta vitesi küçülterek ve süreci uzatarak esneme yaparlar. Bundan dolayı da gözlemciye göre, yolcular yavaş bir kıpırtıyla hareket eder gibi gözükeceklerdir ve normalden daha kırmızı olacaklardır.

Yerçekimsel kırmızı-rotasyon olarak bilinen bu etki, kara deliklere özgü değildir. Onların yörüngesinde dönen uydular ve saha istasyonlarındaki frekans ve sinyallerin zamanlaması arasında da değişiklik yaptıklarını söyleyebiliriz. GPS akıllı yön bulma sistemleri tam doğru olarak çalışmayı gözönüne almadırlar. Bununla beraber kara deliklere özgü olan şey, kırmızı-rotasyonun yolcular ufuğa doğru yaklaştıklarında sınırsız olmasıdır. Dışarıdaki gözlemcinin bakış açısından iniş, sınırsız zamanı alıyormuş gibi gözükür. Halbuki yolcular için yalnızca sonlu bir zaman geçer.

Kara deliklerin şu ana kadarki tanımı, ışığı klasik bir elektromanyetik dalga gibi ele almaktadır. Hawking’in yaptığı ise; sınırsız kırmızı-rotasyonun içerdiği anlamı, ışığın kuantum doğası dikkate alındığında tekrar ele almaktı.

Kuantum Teorisine göre, mükemmel bir vakum bile gerçekten boş değildir. O, Heisenberg Belirsizlik Prensibinin sonucu olarak dalgalanmalarla doludur. Dalgalanmalar, varsayılan fotonların çiftlerinin biçimini alırlar. Bu fotonlar varsayılan olarak adlandırılmışlardır, çünkü eğri olmayan uzay-zamanda herhangi bir kargaşanın yokluğunda gözlemlenemez bir şekilde dururlar ve yerçekimsel herhangi bir etkiden uzak, hiç ara vermeksizin görünürler ve kaybolurlar. Fakat kara deliğin etrafındaki eğrilmiş uzay-zamanda, çiftin bir üyesi diğeri dışarıda yaya kaldığında ufuğun içerisinde tuzağa düşürülmüş olabilir. Çift daha sonra, ışığın akışını ve deliğin kütlesindeki azalmayı idare ederek varsayılandan gerçeğe, dışarıya doğru gözlemlenebilir.

Radyasyonun bir uçtan bir uca olan modeli sıcak kömürden gelen gibi kara deliğin kütlesine ters orantılı olarak termaldir. Bu fenomen, Hawking etkisi olarak adlandırılmıştır. Delik, kaybı karşılamak için maddeyi veya enerjiyi yutmadıkça; Hawking radyasyonu onun bütün kütlesini dışarı boşaltacaktır. Sıvı benzeşimlerini kara delikler üzerinde düşündüğümüz zaman kritik olacak önemli bir nokta, kara delik ufkuna çok yakın olan uzayın neredeyse mükemmel kuantum vakumunda durmasıdır. Aslında bu durum Hawking’in iddiasına temeldir. Varsayılan fotonlar, kuantum halinin en düşük enerjisinin özelliğidir veya ‘’taban halidir.’’ Varsayılan fotonlar, yalnızca partnerlerinden ayrılma sürecinde ve ufuktan çıktıkları zaman gerçek olurlar.


Temel Mikroskop
Hawking’in analizi, yerçekiminin bütün Kuantum Teorisini kurma teşebbüsünde merkez bir rol oynamıştır. String Teorisi gibi kuantum yerçekimi teorilerine aday olan bir teori için, kopyalama ve açıklama etkisi çok önemli bir testtir. Pekçok fizikçi Hawking’in iddiasını kabul etmelerine rağmen, henüz bunu deneysel olarak teyit edememişlerdir. Yıldızlara ait olan ve galaktik kara deliklerden gelen tahmini yayılmayı görebilmek çok zayıf bir ihtimaldir. Hawking’in radyasyonunu gözlemlemek için tek umut, erken evrenden kalan veya olanaksızı kanıtlayabilecek parçacık hızlandırıcı minyatür deliklerini bulmaktır. Hawking etkisinin deneysel teyid eksikliğinin nedeni; teorinin, fotonun o sınırsız kırmızı-rotasyona maruz kalacağını tahmin edip, bunu engellemesi gibi can sıkıcı olan potansiyel çatlaklara sahip olmasıdır.

Emisyon sürecinin zaman terse çevrildiği zaman görüntülendiğinde neye benzediğini göz önünde tutun. Hawking fotonu deliğe doğru yakınlaştıkça, daha yüksek bir frekansta ve buna bağlı olarak da daha kısa dalgaboyunda mavi-rotasyon yapar. Daha ötede onu takip eden zamana dönüşte, o ufka ne kadar yakınlaşırsa, onun dalgaboyu o kadar kısalır. Dalgaboyu kara delikten çok daha küçük bir hale geldiği zaman, parçacık partnerine katılır ve daha önce söz ettiğimiz varsayılan çift haline gelir. Mavi-rotasyon bir azalma olmadan isteğe bağlı olarak kısa uzaklıklara doğru yoluna devam eder. İzafiyet veya Standard Kuantum Teorisinin parçacığın ne yapacağını tahmin edebileceği, 10-35 metre uzaklıktan daha kısa mesafe olan bu mesafe Planck mesafesi olarak bilinir.Yerçekiminin kuantum teorisine ihtiyacı vardır. Böylece bir kara delik ufku, gözlemciyi bilinmeyen fizikle kontakt haline geçiren fantastik bir mikroskop gibi davranır.Bir kuramcı için, bu büyültme kaygı vericidir.

Eğer Hawking’in tahmini bilinmeyen fiziğe dayanıyorsa, onun geçerliliğinden şüpheye düşmemeli miyiz? Özellikler, hatta varlık bile, Hawking’in radyasyonunun uzay-zaman mikroskobik özelliklerine dayanabilir mi? Mesela, maddenin sıcaklık kapasitesi veya hızı veya sesi onun mikroskobik yapısı ve dinamiğine dayanır mı? Veya Hawking’in orijinal olarak iddia ettiği tamamen kara deliğin makroskobik özelliklerine göre kararlaştırılmış olan etki, onun kütle ve rotasyonu mudur?


Ses Parçaları
Bu can sıkıcı soruları cevaplamaya British Columbia Üniversitesi’nden William Unruh’un çalışmasıyla gayret sarfedilmeye başlandı. Unruh, 1981’de taşınan sıvının sesinin yayılmasıyla, eğrilmiş uzay-zamandaki ışığın yayılımı arasında yakın bir benzerlik olduğunu açıkladı. Bu benzerliğin Hawking radyasyonunun kaynağındaki mikroskobik fiziğin etkisini değerlendirmede faydalı olabileceğini de ileri sürdü. Daha da fazlası bu, Hawking’e benzer fenomenin deneysel gözlemine de izin verebilir.

Işık dalgaları gibi, akustik dalgalar da frekans, dalgaboyu ve yayılım hızıyla tanımlanmaktadırlar. Ses dalgasının kavramı, yalnızca dalgaboyu sıvının molekülleri arasındaki uzaklıktan çok daha uzunsa geçerli olur. Daha ufak derecelerde, akustik dalgalar varoluşlarını sona erdirirler. Benzerliği ilginç kılan kesin olarak bu sınırlamadır, çünkü bu fizikçilerin mikroskopik bir yapının makroskopik sonuçlarını çalışmalarına izin verebilir. Gerçekten işe yarar olması için, her nasılsa, bu benzerlik kuantum düzeyine uzanmalıdır. Moleküllerin raslantısal olan termal çalkalanmaları, genellikle ses dalgalarının miktarının aydınlatmaya benzer bir şekilde davranmasını önler. Fakat sıcaklık mutlak sıfıra ulaştığında ses; fizikçilerin ışığın parçacıkları fotonlarla olan benzerliği vurgulamak için ‘’fononlar’’ olarak adlandırdıkları kuantum parçacıkları gibi davranabilir.

Deneyciler, likit helyumdaki gibi yeterli düşük derecelerde sıvı olarak kalan kristallerdeki fononları ve kimyasal maddeleri düzenli olarak gözlemliyorlar. Sıvının içerisinde duran fononların veya homojen bir biçimde taşınan fononların davranışı, yerçekiminin olmadığı düz bir uzay-zamandaki fotonlar gibidir. Böyle olan fononlar propan gazıdır. Bir tanesi düşer; bir diğeri uzağa atlar. Süreçte, sanaldan gerçeğe doğru giderler. Kuantum etkilerinden dolayı, bir çift sanal foton ufukta gözükür. Yerçekimi, yayılmış olan fotonu yayar. İzafiyet teorisi ufuktaki bir fotonun sınırsız miktarda yayıldığını tahmin etmektedir. Başka bir deyişle, gözlenen bir foton tam kesin olarak neredeyse sıfır bir dalgaboyuyla sanal olarak meydana gelmiş olmalıdır. Bu bayağı zordur, çünkü bilinmeyen kuantum yerçekimi etkileri Planck mesafesi diye bilinen 10-35 metre arasındaki mesafelerden daha kısa mesafelerde egemen olurlar. Bu muamma, fizikçileri kara deliklerin radyasyonu hakikaten de yayıp yaymadıklarını ve nasıl meydana geldiklerini görmek için deneysel, hatırlanabilir benzeşimler yapmaya yönlendirmiştir.

Sıvıda duran veya homojen bir biçimde hareket eden fononların davranışı, yerçekiminin sıfır olduğu uzay-zamandaki fotonlar gibidir. Böyle fononlar düz çizgilerde değişmeyen dalgaboyu, frekans ve süratle yayarlar.

Diyelim ki, bir yüzme havuzundaki veya sakin akan bir nehirdeki ses, kaynağından kulağa direkt olarak seyahat eder. Fakat, homojen biçimde olmayan bir sıvıda, fononların hızı değiştirilmiştir ve onların dalgaboyu bükülmüş uzay-zamandaki fotonlar gibi yayılmaya başlayabilir. Dar bir kanyona giren nehirdeki bir ses veya bir kanala girdap gibi süzülen bir suyun sesi bozuk çıkar ve bir yıldızın etrafındaki ışık gibi kavisli bir yolu takip eder. Aslında, durum genel izafiyetin geometrik araçlarını kullanarak izah edilebilir. Hatta; bir sıvı akışı, seste bir kara deliğin ışıkta davrandığı gibi davranabilir.

Böyle bir akustik kara deliği yaratmanın yolu, hidrodinamikçilerin Laval enjektörü olarak adlandırdıkları bir aygıtı kullanmaktır. Enjektör, sıvı sesin hızına en dar noktada yetiştiği ve onun ötesinde sesüstü olduğu ana göre ayarlanmıştır. Etkili akustik geometri, kara deliğin uzay-zaman geometrisine çok benzer bir geometridir. Sesüstü bölge, deliğin iç kısmına uymaktadır: Akışın yönüne karşı yayılan ses dalgaları, deliğin merkezine doğru çekilen bir ışık gibi aşağı yönde uzanmaktadır. Ses hızından daha az hızlı giden bölge, deliğin dış tarafıdır: Ses dalgaları ışığın kırmızı-rotasyon olması gibi, yalnızca yayılma sonucunda yukarı yönde yayılabilirler. İki bölge arasındaki sınır, tıpkı bir kara delik ufku gibi davranır.

Atomculuk
Eğer sıvı yeterince soğuksa, benzerlik kuantum düzeyine kadar uzanır. Unruh, sesle ilgili ufkun Hawking radyasyonuna benzer bir şekilde termal fononları yaydığını savunmaktadır. Ufkun yakınındaki Kuantum dalgalanmaları; fonon çiftlerinin belirmelerine yolaçmakta, bir partner sesüstü bölgeye akın ettiğinde ve diğer dalgacıklar yukarı yönde sıvının akışıyla yayıldıklarında asla geri dönmemektedirler. Yukarı yöne yerleştirilen bir mikrofon, belirsiz ıslığı alabilir. Islığın ses enerjisi, sıvı akışının kinetik enerjisinden çekilmektedir. Sesin baskın tonu geometriye dayanmaktadır. Gözlemlenmiş fononların tipik dalgaboyu, akışın süratinin hissedilir şekilde olan değişiklikleriyle karşılaştırılabilir. Bu uzaklık moleküller arasındaki uzaklıktan çok daha büyüktür. Böylece Unruh, orijinal analizini sıvının pürüzsüz ve sürekli olduğunu tahmin ederek yapmıştır. Yine de dalgaboylu, ufuğa yakın meydana gelen fononlar o kadar kısadırlar ki; sıvının tanecikli olma özelliğine hassas olmalıdırlar.

Bu, sonun sonucunu etkiler mi? Gerçek bir sıvı Hawking-benzeri fononları yayar mı, yoksa Unruh’un öngörüsü sürekli olan sıvının idealleşmesinin yapay olgusunun bir tahmini midir? Eğer soru akustik kara delikler için cevaplanabilirse; bu fizikçileri benzeşimle roketlerin sonunda bulunan, hazır benzeşimi kara delik yapan Laval enjektörüne doğru yönlendirebilir. Giren sıvı sesüstüdür. Dar geçit onu sesin hızına doğru hızlanmaya zorlar, böylece dışarı çıkan sıvı sesüstüdür. Sesüstü bölgedeki ses dalgaları yukarı yöne taşınabilirler, fakat sesüstü bölgedeki dalgalar yukarı doğru taşınamazlar. Dar geçit kara deliğin ufku gibi davranır: Ses girebilir fakat sesüstü bölgeden çıkmaz. Dar geçitteki kuantum dalgalanmaları, Hawking’in radyasyonundakine benzer bir şekilde sesi meydana getirmelidir.

Fizikçiler sesötesi sıvı akışının yanında birkaç kara delik benzeşmesi de önermişlerdir. Birşey yalnızca ses dalgalarıyla değil, fakat sıvının yüzeyindeki dalgacıklar veya çok soğuk olduğundan dolayı harekete bütün sürtünme direncini kaybetmiş süpersıvı helyumun katmanlarının arayüzü arasındakilerle de alakalıdır.

Geçenlerde Almanya’daki Dresden Teknik Üniversitesi’nden Unruh ve Ralf Schütz; küçücük, dikkatlice planlanıp düzenlenen elektronik borudan geçen elektromanyetik dalgalar üzerinde çalışmayı teklif ettiler. Boruyla birlikte lazeri yerel dalga hızını değiştirmek için tarayarak, fizikçiler bir ufuk oluşturabilirler. Fakat, Hawking-benzeri radyasyonu meydana getiren başka bir fikir de evrenin genişlemesini hızlandırmaya örnek teşkil etmektedir.

Atomların bireysel kimliklerini kaybettikleri soğuk bir gaz olan Bose-Einstein yoğuşma suyu, ya gerçekten saçılarak veya aynı etkiyi vermek için manyetik alan kullanıp, işlenerek genişleyen evrenin ışığa yaptığı gibi sese davranabilir. Fakat henüz deneyciler bu tür aygıtların hiçbirini laboratuarda oluşturamadılar. Yöntemler karmaşıktır ve deneyciler onları meşgul edecek diğer düşük-derece fenomenine sahipler. Böylece kuramcılar, problemin üzerinde matematiksel olarak ilerleme yapıp yapamayacaklarını görmek için çalışıyorlar.

Sıvının moleküler yapısının fononları nasıl etkilediğini anlamak son derece karmaşıktır. Neyse ki Unruh, ses dalgalarıyla ilgili benzeşimi teklif ettikten 10 yıl sonra, birimiz (Jacobson) çok kullanışlı bir kolaylaştırma ile karşılaştı. Moleküler yapının temel detayları ses dalga frekansının dalgaboyu şekline dayanarak kapsüle edilmiştir. Saçılma ilişkisi olarak adlandırılan bu bağlılık, yayılmanın süratine karar verir. Büyük dalgaboyları için sürat sabit durmaktadır. Kısa dalgaboyları için, moleküller arası uzaklığa ulaşmada sürat dalgaboyuyla değişebilir.

Üç farklı davranış ortaya çıkabilir. Tip I, saçılma değildir. Dalga, uzun olanlarında yaptığı gibi kısa olanlarında da aynı şekilde davranır. Tip II için, dalgaboyu azaldıkça sürat azalır. Tip III için de, sürat çoğalır. Tip I, izafiyetteki fotonları anlatır. Tip II, fononların içindekini, örneğin, süpersıvı helyumu ve Tip III de sulandırılmış Bose-Einstein yoğuşma suyundaki fononları anlatır. Bu üç tipe ayırma, moleküler yapının makroskobik düzeyde sesi nasıl etkilediğini çözmek için düzenleyici prensibi sağlar.

1995’ten başlayarak, Unruh ve daha sonra da diğer araştırmacılar Tip II ve Tip III yayılmasındaki Hawking etkisini incelediler. Hawking-benzeri fononların geriye doğru olan zamanda görüntülendiğinde nasıl göründüklerini gözönüne alın. Başlangıçta saçılma tipi önemli olmamaktadır. Fononlar belirli bir müddetin başından sonuna kadar dalga boyları azalarak aşağı yönde ufuğa doğru yüzmektedirler. Dalgaboyu moleküller arası uzaklığa yaklaştığı zaman, belirli saçılma ilişkisi önemli olmaya başlar. Tip II için fononlar yavaşlar, daha sonra yönlerini ters yöne çevirirler ve tekrar yukarı yönde yönlenmeye başlarlar. Tip III için hızlandırırlar, sesin uzun dalga boyu hızını bozarlar, daha sonra da ufku geçerler.

Hawking Etkisindeki Enerji Dengesi
’Hawking etkisini anlamanın şaşkınlığının alışılagelmiş kaynağı, süreçteki enerji dengesinin nasıl hesaplandığı ve radyasyonun kaynağı olan ‘’sanal çiftlere’’ ne olduğudur. Vakumdan ortaya çıkan, bir tanesi ufuğun dışında pozitif enerjiye sahip olan ve bir diğeri de içeride tam tersi negatif bir enerjiye sahip olan bir çift fotonu düşünün. (Sanal çiftin üyeleri enerjinin her zaman zıt değerlerine sahip olmalılar, çünkü toplam enerji korunmaktadır.)

Negatif-enerji parçacıkları ufuğun dışında varolamazlar, çünkü tanımlamayla vakum en düşük enerji halidir. Bu sebeple, yalnızca pozitif-enerji foton kaçabilir. Halbuki onun negatif enerji partneri, toplam enerjiyi düşürerek ve bu nedenle kara delik kütlesini de düşürerek içeride hapsolmaktadır. Eğer bir negatif-enerji fotonu; ufuğun dışında varolamazsa, içeride nasıl varolabilir? Bu vakumun tanımını da ihlal etmez mi? Neden olmadığını anlamak için, yerel olarak ölçülmüş enerjiyle küresel olarak korunmuş enerjiyi ayırt etmeliyiz. Korunmuş enerjinin alışılagelmiş kavramı; zaman-rotasyon simetrisiyle bağlantılıdır, fakat fiziğin kanunları her zaman için aynıdır.

Korunmuş momentum, uzay-rotasyon simetrisiyle bağlantılıdır. Kara delik uzay-zamanında, ufuğun dışındaki zamana ait rotasyon olan küresel simetri içeride uzamsal bir rotasyon olmaya başlar. Böylece tek korunmuş nicelik, ‘’global enerji’’, dışarıdaki enerjiye ve içerideki momentuma uygun gelir. Hawking etkisinde, ufuğun içindeki foton partnerleri negatif ‘’küresel enerjiye’’ sahiptirler, fakat onların yerel olarak ölçülmüş enerjileri pozitiftir.

Kara deliğin sıvı benzeşiminde, sesle ilgili Hawking radyasyonu için olan enerji, sıvının yığınsal akışının kinetik enerjisinden gelmektedir. Yukarı yöne doğru giden bir ses dalgası akıştan enerjiyi tüketir, fakat dalganın kendi enerjisi bunu karşılar ve böylece de toplam enerji sesin hızından daha az olduğu sürece daha yüksektir.Sesle ilgili ufuğun içerisinde, hızın akışı sesin hızından daha büyüktür. Burada dalga akışta kendisinin taşıdığından daha fazla enerji tüketir, böylece toplam enerji rahatsız olmamış akıştan daha azdır. Böyle bir dalga, negatif enerjiyi kapsayan olarak düşünülebilir.’’ — T.A.J. ve R.P.

Eter Azalma ve Oksidasyonu
Hawking etkisine gerçek benzeşim önemli bir şartı yerine getirmelidir: Sanal foton çiftlerinin kara deliğin etrafında yaptıkları gibi, sanal fonon çiftleri de hayatlarına yeryüzü konumunda başlamalıdırlar. Gerçek bir sıvıda, bu hal kolayca sağlanabilir. Moleküler durum; moleküler düzeydeki olayların gidişiyle karşılaştırıldığında, makroskobik sıvı akış ve uzay-zaman moleküler düzeyinde yavaş değiştiği sürece, sistemin bütünüyle olan enerjisini sürekli olarak en aza indirgemeye ayarlar. Sıvının hangi moleküllerden yapılmış olduğu önemli değildir. Bu şart sağlandığında, Hawking-benzeri radyasyonun hangi üç tip saçılma bağlantıları uygulanırsa uygulansın sıvıyı yaydığı ortaya çıkmıştır.

Sıvının mikroskobik detayları aynı etkiye sahip değildirler. Fononlar ufuktan uzağa seyahat ettikçe iptal olurlar. Buna ilaveten; orijinal Hawking analiziyle başlayan keyfi davranan kısa dalgaboyları, tip II veya tip III, saçılma dahil olduğunda ortaya çıkmamaktadırlar. Bunun yerine moleküller arası uzaklıktaki en düşük seviyeye ulaşan dalga boyları ortaya çıkarlar. Sonsuz kırmızı-rotasyon, son derece küçük olan atomların fiziksel olmayan bir tahmininin simgesidir. Sıvı benzeşimi kara deliklere uygulandığında, Hawking’in sonucunun yaptığı basitleştirmelere rağmen, bunun doğru olduğu desteklenmektedir.

Bundan başka, bu yerçekimsel kara delik ufkundaki sınırsız kırmızı rotasyonun kısa dalgaboyu, ışığın saçılmasının benzer bir şekilde önlenebileceğini ileri sürebilir. Fakat bir yakalama vardır. İzafiyet teorisi temel olarak ışığın vakumda saçılma görmediğini ileri sürmektedir. Fotonun dalga boyu değişik gözlemcilere değişik gözükür; ışığın hızına yeterince yakın taşınan referans resminden görüntülendiğinde ise keyfi şekilde uzundur. Bu nedenle fiziğin kanunları, saçılma ilişkisinin Tip I den Tip II veya Tip III e değiştiği sabit kısa-dalgaboyu kestirme yoluna emir veremez. Her gözlemci farklı bir kestirme yolu algılayacaktır.

Laval enjektörünün yanısıra olan aygıtlar karadelik ufkunun temel özelliğini de kopyalarlar: Dalgalar bir yöne doğru giderler fakat bir diğerine gitmezler. Herbiri kara deliklere alışılmışın dışında anlayışlar sunarlar. Hepsi Hawking radyasyonunun benzeşimini oluşturmalıdır. Bu deney ses dalgaları yerine, dairesel kanalın etrafında akan likitin yüzey dalgalarını kapsar. Kanal daha sığlaşmaya başladıkça, akıntı hızlanır ve bir noktada dalgalar onları yukarı yönde seyahat etmekten önleyerek geçerler. Böylece kara deliğin benzeşimini yaratır. Turu tamamlamak, ‘’beyaz deliğin’’ ufkudur: O; materyalin içeri değil, dışarı akmasına izin veren bir kütledir. Hawking-benzeri radyasyonu gözlemlemek, Helyum 4 gibi süperserinletilmiş bir sıvıyı gerektirecektir. Patlayıcı, sigara biçimli gaz bulutunun uzun ekseni; hızlanan süratle genişleyen bir-boyutlu evreni taklit edebilir. Böyle bir evren, tersyüz olmuş bir kara delik gibi davranır: Ufukların dışındaki dalgalar iç bölgeye girmek için çabucak yok edilir.

Bir Hawking-benzeri radyasyon içeriye doğru akmalıdır. Uygulamada gaz, Hawking benzeşimini mümkün kılan kuantum özellikleriyle süperserinletilmiş gaz olan Bose-Einstein yoğuşma suyu olabilirdi. Bu deney çubuğa yerleştirilmiş geçen mikrodalgaları çalışır, böylece dalga yayılımının hızı lazer ışınıyla bükülebilir. Çubukla beraber olan ışını yoketmek; çubuğu yavaş- ve hızlı-dalga bölgelerine bölen, taşınan bir ufuk yaratır. Yavaş bölgedeki dalgalar hızlı bölgeye yaklaşamazlar, fakat hızlı bölgedeki dalgalar yavaşa geçebilirler.

Hawking-benzeri radyasyon, belki de sıvı benzeşimlerindekinden daha kuvvetlidir ve daha kolay gözlemlenebilir. Böylece fizikçiler bir muammayla yüzleşiyorlar. Ya Einstein’ın tercih edilen yapının karşısındaki tavsiyesini devam ettirirler ve sınırsız kırmızı-rotasyonu yutarlar, veyahut da protonların sınırsız kırmızı-rotasyona uğramadıklarını varsayarlar ve tercih edilen yapıyı sunarlar. Bu yapı, izafiyeti ister istemez ihlal eder mi? Bunu henüz kimse bilmiyor.Belki de tercih edilen yapı; izafiyeti uygulayan, yalnızca kara delik ufukları yakınında genel olarak ortaya çıkan bir yerel etkidir. Bir başka deyişle; belki de tercih edilen yapı, sadece kara deliklerin yakınında değil (bu durumda izafiyet, yalnızca doğanın daha derin teorisine yakın olan birşeydir) fakat heryerde varolmaktadır. Deneyciler henüz böyle bir yapı görmediler, fakat varolmayan sonuç yeterli doğruluk isteği için olabilir.

Fizikçiler uzun zamandır Genel İzafiyetin Kuantum Mekanikle olan uzlaşmasının belki de Planck derecesiyle bağlantılı olduğu, kısa-mesafe kestirme yolu içerdiği konusunda şüphe etmekteler. Akustik benzeşimi de bu şüpheyi desteklemektedir.

Uzay-zaman belirsiz ve sınırsız kırmızı-rotasyonu yumuşatmak için her nasılsa tanecikli olmalıdır. Eğer öyleyse, ses ve hafif yayılım arasındaki benzeşim, Unruh’un orijinal düşündüğünden hatta daha bile iyi olabilirdi. Genel İzafiyet ve Kuantum Mekaniğin birleşmesi, bizi sürekli olan uzay ve zaman ve uzay-zamanın ‘’atomlarını’’ keşfetmekten vazgeçmeye yöneltebilir.

Einstein; ölümünden önceki sene olan 1954’de, yakın arkadaşı Michele Besso’ya yazdığı zaman benzer düşüncelere sahip olmuş olabilir:’’ Fiziğin alan kavramına, yani sürekli olan yapılar üzerine gerçekten de kurulu olamayacağını göz önünde bulundurmaktayım.’’ Fakat bu da fiziğin en temelini derinden sarsabilirdi ve şu anda bilimadamları bir yedek için belirli bir adaya sahip değiller. Gerçeği söylemek gerekirse, Einstein bir sonraki cümlesinde, ‘’Madem öyle, İzafiyet teorisi de dahil, modern fiziğin tamamından ve benim tüm şatomdan geriye hiçbirşey kalmaz,’’ demiştir. Elli yıl sonra, geleceği belirsiz de olsa, şato bozulmamış olarak hâlâ ayakta durmaktadır.Karadelikler ve onların akustik benzeşimleri belki de patikayı ve yolu aydınlatmış gibi görünmektedirler.


Kaynak:Genbilim

Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
15 Nisan 2010       Mesaj #12
Avatarı yok
Yasaklı
Karadelikler bilim adamlarının X-ışın kaynaklarının neler olduğunu merak etmesiyle bulundu

Sponsorlu Bağlantılar
Uzaya gönderilen uydular buldukları X-ışınlarının çoğu düzenli olmasına rağmen diğerlerinin

düzensiz olduğunu gördüler.Artık merak konusu,X-ışınlarının kaynağının ne olduğu idi! X-ışın

gözlemlerinden elde edilen koordinatların optik yolla gözlenmesi ile çift yıldızların böyle bir elektromanyetik ışınıma neden olabileceği anlaşıldı.Bu yolla kara delikler bulundu.

Karadelikler nasıl oluşuyordur?? Dev bir yıldız, kendi çekim gücü etkisiyle kendi merkezine

çöküşerek inanılmaz yoğunlukta bir gökcismine dönüşür. Artık öyle karşı durulmaz bir çekim

gücüne sahiptir ki, yakınına gelen hertürlü maddeyi kendine çeker; hatta ışığı bile hapseder.

Nitekim, kara delikleri göremez; varlıklarını ancak çevreleri üzerindeki etkileri ile saptarız.

Günümüzdeki gözde kuram, kara deliklerin "yakıt" ının, buraya çekilen yıldızlar, gaz bulutları

ve yıldızlararası toz olduğu şeklinde... Kara deliğin içine emilen gaz, bir hortuma yakalanan

hertürlü maddenin tipik davranışı içindedir. Yani, dönerek içeri çekilirken, giderek hız kazanır.

Kardelikler kendi aralarında farklılık gösterirler.Bir" nötron" yıldızı Güneş'in kütlesinin 1.4 ile 3 katı arasında bir kütleye sahipken, genişlikleri birkaç kilometreyi geçmez. Buradan anlaşılacağı gibi, böyle büyük bir kütlenin, böyle küçük birhacime sığması ile yıldız yoğunluğu inanılmaz bir şekilde artar. Bu da çevresinde oluşturduğu inanılmaz çekim kuvvetini açıklar.Örneğin, Başak (Virgo) Burcunda, bize 50

ışıkyılı uzaklıktaki M87 gökadasının merkezinde yeralan kara deliğin kütlesi, güneşimizin

3 milyar katı olarak hesaplanmıştır!! Sahip olduğu çekim kuvvetini siz düşünün.

Kimi bilim adamları kara deliklerin içinden başka bir boyuta geçilebileceği görüşündeler .Çok yakınımızda

yani Samanyolu gökadamızın içinde bile kara delik olabilir.Hal böyleyken güneşin bile milyarlarca

katı büyüklüğündeki kara delikler gezegenimizi içine sürükleyebilir.

Dünyadaki maddelerin hepsini görünüş olarak farklı yapan kimyasal bağlardır.

Eğer kara delik gibi bir gerçekle karşılaşırsak,kara deliğin sahip olduğu yüksek

başınç bu kimyasal bağları ortadan kaldırır.Proton,nötron,elekron çekirdeğe yapışır.

Farklı dizilişler ortadan kalkacağından bütün var olan şeyler tek bir maddeye dönüşür.

Bu da bizim kaçınılmaz sonumuz olur.

Kaynak: Tübitak
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
16 Nisan 2010       Mesaj #13
Avatarı yok
Yasaklı
Karadelikler
Evrendeki en gizemli nesne nedir? Bu soruya pek çoğumuz hiç düşünmeden aynı yanıtı veririz: Karadelikler! Bu gökcisimleri, belki biraz da adlarından dolayı olsa gerek, çok ilgi çekiyorlar. Üstelik gökbilimcilere göre Güneş, Ay ve yıldızlar kadar gerçekler.Karadelikler, doğrudan gözlenemeseler de onlar hakkında birçok şey biliyoruz. Bu gökcisimlerinin, sanki bilimkurgu romanlarından fırlamamışlar gibi, çok ilginç özellikleri var. Karadeliklerin var olabileceği düşüncesi, 200 yıldan daha eskiye gider. 1874'te, bir İngiliz din adam JohnMichell, kütleçekiminin ışık üzerinde etkisinin olup olamayacağını merak ediyordu. Ona göre, bazı yıldızlar o kadar büyük ve buna bağlı olarak da o kadar büyük kütleli olabilirdi ki, ışık bile onlardan kaçamazdı. John Michell'e göre, 500 güneş çarpı bir yıldız, ışığının kaçmasını engelleyecek kadar güçlü bir kütleçekimine sahip olabilirdi. Ne var ki, bu kadar büyük bir yıldız gerçekte varolamazdı. Bundan birkaç yıl sonra, ünlü Fransız matematikçi Pierre Simon de Laplace, aynı kanıya vardı. Michell ve Laplace`ın kaynakları, hiç kuşkusuz, Isaac Newton'un çalışmalarıydı. Newton, cisimlerin yere düşmesinin nedeninin, bu cisimlerin üzerinde etki eden ve kütleçekimi olarak tanımlanan, görünmez bir kuvvet olduğunu açıklamıştı. Newton'un, ağaçtan yere düşen bir elmayı izledikten sonra bu kanıya vardığı söylenir. Newton, kütleçekimini keşfetmekle kalmamış, iki cisim arasındaki uzaklık arttıkça aralarındaki kütleçekim kuvvetinin azaldığını da keşfetmişti. iki cisim arasındaki uzaklık iki katına çıktığında, kütleçekimi dörtte bire iniyordu. Ayrıca, Newton'un farkettiği bir başka gerçek de, kütlesi olan her cismin bir kütleçekiminin olduğu, yani bir başka cismi çektiğiydi. Kütleçekiminin keşfedilmesi, bilim adamlarının yıldızların ve gezegenlerin hareketlerini anlamasını sağladı. Bir cismin kütleçekiminin büyüklüğünün, kütleye ve uzaklığa bağlı olduğunu biliyoruz. Ancak, uzaklığı hesaplarken, cismin kütle merkezine olan uzaklığını ele almak gerekiyor. Dünya gibi küresel cisimlerde bu, tam merkezdedir. Biz gezegenimizin yüzeyinde durduğumuza göre, Dünya'nın kütle merkezine olan uzaklığımız onun yarı çapı kadardır. Dünya'nın yerçekimi kuvveti dev yıldızlarınkiyle karşılaştırılamaz; ancak, onun çekiminden kurtulup uzaya gidebilmek için bile epeyce enerji harcamamız gerekir. Olduğunuz yerde zıpladığınızda, ne kadar yükselebildiğinize dikkat ettiniz mi?

Bir metre, belki yarım metre bile değil. Bütün gücünüzü kullansanız bile çok da fazla değişmez bu. Eğer bir cismin kütleçekiminden kurtulmak istiyorsanız, bu cismin kütleçekiminin büyüklüğüne bağlı olarak belli bir hızla zıplamanız gerekir. Örneğin, Dünya'nın kütleçekiminden kurtulup uzaya gitmek isterseniz, zıpladığınızda hızınızın saatte yaklaşık 40.000 km olması gerekir.


Yıldızdan Karadeliğe
Bir yıldızın evriminden söz edilirken, onun da bizler gibi doğduğu, geliştiği ve öldüğü anlatılır. Yıldızlar, büyük oranda hidrojenden oluşan evrendeki gazın ürünüdür. Yıldızlar, evrende bu gazın yoğun olarak bulunduğu ve bulutsu ad verilen yerlerde doğarlar.Bulutsulardaki gazın bir araya gelip yıldızları oluşturmasındaki etken de kütleçekimidir. Giderek sıkışan gazın en yoğun yeri olan çekirdeği, sıkışmaya bağlı olarak zamanla ısınır. Sıcaklık yaklaşık 10 milyon dereceye ulaştığında, hidrojen atomları birleşerek helyuma dönüşmeye başlar ve bu sırada bir yan ürün olarak çok miktarda enerji ortaya çıkar. Bu enerji, kütleçekiminin ters yönünde bir kuvvet uygular ve yıldız daha fazla çökmekten kurtulur.Bu aşamada, yıldız doğmuş kabul edilir. Ortalama bir yıldız, milyarlarca yıl bu aşamada kalır; yani yaşar.Yıldızın yakıtı azaldığında, merkezinde de önemli miktarda çekirdek tepkimeleriyle meydana gelmiş madde oluşturmuştur. Bu madde, yıldızın büyüklüğüne bağlı olarak demir ve ondan hafif elementleri içerebilir. Yıldız, yakıtını tüketmeden önce, merkezindeki basınç ve sıcaklık arttığı için şişmeye başlar. Yıldızın dış katmanları uzaya doğru itilir ve çap önceki çapının yüz katından fazla artar.Yaşamlarının bu son aşamasınndaki yıldızlara kırmızı dev denir. Genişledikçe yüzeyleri soğuyan yıldızlar, gerçekten de kırmızı görünür. Yıldızın yakıtı tükendiğinde, artık çekirdekteki enerji kaynağıda tükenmiş olur. Yıldız, artık kütleçekimini dengeleyen bir kuvvet olmadığından aniden çöker. Bu sırada, dış katmanlardaki maddenin bir bölümünü uzaya savurur. (Çok büyük kütleli yıldızlarda, bu olay çok güçlü bir patlamayla gerçekleşir ve yıldız bir süpernova olur.) Artık yıldız ölmüştür. Ancak, bizim asıl ilgimizi çeken bundan sonra neler olacağı .Aslında bundan sonra neler olacağı en baştan bellidir. Çünkü, ne olacağını yıldız n kütlesi belirler. Eğer bu yıldız bizim Güneş'imiz gibi küçük kütleli bir yıldızsa, yıldızın sonu bir beyaz cüce olmaktır.Bir beyaz cücenin bir çay kaşığı kadarı tonlarca kütleye sahiptir. Yıldızın, tepkimelerin meydana geldiği çekirdeği, 1,4 güneş kütlesinden fazlaysa, madde sadece nötronlardan oluşmuş bir nötron yıldızına dönüşür. Nötron yıldızı o kadar sıkışıktır ki, atomlar oluşturan elektron ve protonlar da birleşerek nötronlara dönüşürler. Bu aşamada birbirleriyle omuz omuza duran nötronlar, kütleçekimine karşı koyabilirler. Bir nötron yıldızından bir toplu iğne başı kadar madde alabilseydiniz, bunun kütlesi Dünya'nın en büyük tankerinin iki katına yakın olurdu. Yani, yaklaşık bir milyon ton! Bir nötron yıldızını oluşturan nötronların, kütleçekimine karşı koyabildiklerini söylemiştik.Ancak, bunun da bir sınırı var. Yani, kütleçekimi her zaman galip geliyor. Yeter ki yeterince madde bulunsun. Yıldızdan geriye kalan maddenin kütlesi üç güneş kütlesini aştığında, nötronlar da artık bu kuvvete karşı koyamıyorlar. Artık kütleçekimi zaferi elde ediyor ve madde evrendeki bilinen en gizemli ve karanlık gökcismine, yani bir karadeliğe dönüşüyor.

Karadeliklerin, gökadaların oluşumunda rol oynadıklar düşünülüyor. Birçok gökadanın merkezinde çok büyük kütleli karadelik bulunuyor.Gökadamız Samanyolu'nun merkezindeki karadeliğin kütlesi yaklaşık 2,5 milyon güneş kütlesi kadar. İnanılmaz geliyorsa, bir de yakınımızdaki gökadalardan biri olan dev gökada M87'ninmerkezindeki karadeliğe bakın. Bu gökadanın merkezindeki karadelik üç milyar güneşli kütlesinde!

Küçük Devler
Kütleçekiminin kütle merkezinden uzaklaştıkça azaldığını söylemiştik. O halde, bir gökcismi çöktükçe yüzeyindeki kütleçekimi artar.Cisim ne kadar küçülürse yüzeyi merkeze o kadar yaklaşır. Bu da bir cismin, bu gökcisminin kütleçekiminden kurtulması için gereken hızın artmasını gerektirir.Güneş'in kütleçekiminden kurtulmak için gereken kaçış hızı ,yüzeyinde saniyede 620 km'dir.Güneş'in çapın öncekinin yarısı kadar olacak şekilde sıkıştırırsanız, kütlesi artmadığı halde yüzeyindeki kütleçekimi öncekinden % 40 fazlaolacaktır. Güneş'in çapını Dünya'nın çapıyla eşit büyüklüğe getirirseniz, kaçış hızı saniyede 6500 km'ye çıkar. Gerçekte kütlesi yeterli değil, ama bir an için Güneş'in nötron yıldızına dönüştürdüğünü düşünelim. Bu durumda, kaç hızı ışık hızının (saniyede 300.000 km) yarısından fazla olur. Bir cismi öyle bir sıkıştıralım ki, ondan kaçmak için gereken hız ışık hızından fazla olsun. Burada, bir sorunla karşılaşıyoruz. Fizik kurallar gereği, hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Bu da, böylebir cisimden hiçbir şeyin, hatta ışığın bile kaçamayacağı anlamına gelir. Gerçekte, bir yıldızın karadelik olabilmesi için, yıldız öldükten sonra geriye kalan maddenin en azından 3 güneş kütlesinde olması gerekiyor. Beyazcüce, nötron yıldızı ya da karadelik olsun, bize en olağanüstü gelen şey, nasıl olup da maddenin bu kadar sıkıştırılabildiği. Eğer Dünya'yı yeterince sıkıştırabilseydik, 1 santimetreden daha küçük çaplı bir karadelik olurdu. Üstelik bu da onun çapı değil, "olay ufku" olacaktı . Olay ufku, içine düşen hiçbir şeyin kaçamayacağı bölgenin adı . Daha iyi anlamak için, bir karadeliğe doğru düşen bir cisim düşünün. Bu cisim, olay ufkuna geldiğinde, buradaki kütleçekimi ancak ışık hızıyla giden bir cismin kaçabilmesine olanak tanır. Olay ufku geçildiğindeyse, ışık hızından daha hızlı hareket edilemeyeceğinden buradan kaçmak olanaksız olur. işte karadelikler bu nedenle içlerine düşen, daha doğrusu olay ufkunu geçen hiçbir şeyin geri dönemeyeceği gökcisimleridir.

Kaynak:Genbilim
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
27 Nisan 2010       Mesaj #14
Avatarı yok
Yasaklı
Yıldızlar ve Karadelikler
Üzerinde yaşamış olduğumuz Dünya gezegeni ve milyarlarca gezegen ile beraber milyarlarca yıldız,uzay denilen madde ve enerji dengesinin sağlandığı boşlukta yer alır.Aslında boşluk kelimesi yanlıştır,çünkü boşluk diye bir şey yoktur.Uzay,gezegenlerden ve yıldızlardan sürüklenen gaz ve toz bulutlarından oluşmakta,ayrıca fotonlar ve diğer elektromanyetik dalgaların varlığı da dikkati çekmektedir.

Uzayın tahmini yaşı olarak 5 milyar yıl denilmekte(Dünya yılı),ve madde ile zamanın başlangıcı olarak bu kadar yıl önceki big-bang teoremi ortaya sürülmektedir.Asıl olarak big-bang teoreminin açılımı büyük patlamadır,ancak patlamalar tamamen yıkıcı etkiye sahiptir.Ama bu büyük patlama sonucu bir noktadan bütün evren büyük bir denge içerisinde yaratılmıştır.Olmayan bir noktadan sonuç olarak bütün evren ve zaman başlamıştır.Galaksiler,yıldızlar,gezegenler…Belirli yörüngeler içerisinde dönmeye başlamışlar ve bu büyük bir denge içerisinde devam etmiştir.

Uzayın en büyük kitleli madde ve enerji yumaklarından bir tanesi,yıldız adını verdiğimiz gök cisimleridir.Yıldızlar birer denge noktası gibi diğer gökcisimlerini etraflarında tutarak,uzayın denge içerisinde bulunmasını sağlarlar.Asıl olarak yıldızlarda galaksi merkezlerinin etrafında dönerler.Örneğin,bizim Dünya gezegenimizin bağlı olduğu Güneş yıldız,Samanyolu Galaksisi etrafında Dünya yılı olarak 250 milyon yılda bir turunu tamamlamaktadır.

Yıldızların nerdeyse tamamının düzeni aynıdır.Nedir,bu düzen??Kısaca, hidrojen atomunun büyük basınç ve sıcaklık altında füzyon reaksiyonuna uğrayarak helyum ve enerjiye dönüşmesidir,diyebiliriz…Harcanan hidrojen miktarı çok fazla olup meydana gelen enerji miktarı da çok fazladır.Oluşan enerji,fotonlar ve elektromanyetik spektrumdaki bazı dalga tipleri şeklinde yayılarak uzayı aydınlatırlar.Peki diyebilirsiniz ki,göremediğimiz mikrodalga ve radyo dalgaları uzayı nasıl aydınlatırlar?Yapılan radyo dalgası teleskopları sayesinde,kızıl ötesi teleskoplar sayesinde göremediğimiz dalgaları yayan yıldız sistemleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz ve onların milyonlarca hatta milyarlarca yıl önceki durumları hakkında bilgi sahibi oluyoruz.Kafanıza takılabilir,neden böyle dedim?En yakın yıldız kümelerinin birbirinden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta olduğunu düşünürsek,gördüğümüz yıldız görüntülerinin de milyonlarca yıl önceye ait olduğunu buluruz.Yapılan çalışmalar sonucunda bu uzaklıkların sabit kalmadığı ve yıldızların birbirinden gittikçe uzaklaştığı tespit edilmiştir.Yani,bir zamanlar,Einstein’in ileri sürdüğü ancak ileriki yıllarda en büyük yanılgım dediği hipotezde olduğu gibi uzay sabit olmayıp genişlemektedir.Big-bang teoreminden beri bu genişleme sürmüş ve günün birinde bu genişlemenin sona erip uzayın büzüleceği tahmin edilmektedir.

Konu itibariyle evrenin sonu değil,yıldızların sonu hakkında bazı şeyler belirtmek istiyorum…Milyonlarca ve hatta milyarlarca yıl boyunca hidrojenini kullanan yıldızlar,sonunda yakıtlarını tüketerek büzüşürler ve çok büyük bir basınç ve kütle yumağı haline gelirler.Sonuç olarak yıldızlar büyüklüklerine göre birer beyaz cüce veya kırmızı dev haline gelirler.Ama netice itibariyle hepsinin kütle yoğunlaşması çok fazla olduğu için,ışığın bile yanından kaçamadığı birer karadelik haline gelirler…Daha sonra da uzayı birer elektrik süpürgesi gibi temizleyerek, madde ve enerji yığınlarından kurtarırlar…

Kaynak:Bilimnet
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Mayıs 2010       Mesaj #15
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay da Otoyollar

UFO' keşif gezilerinde bu yolu mu kullanmaktadırlar ve uzak gezegen sistemlerinden bize gelebilmeleri, böylemi açıklanabilmektedir? Uzay yolculuğu teknolojimizin bugün bulunduğu noktaya göre yıdızlararası yolculuklar olası değildir. Bu tür yolculuklar için tamamen yeni ve kökten farklı yöntemler getirilmesi zorunludur. Bugünkü bilime göre karadelikler zaman ve mekanda kestirme yollar olarak varsayılan hipotetik tünellerdir.Uzay- zamanın aşırı derecede eğrildiği karadelik noktalarında zaman ,mekan ve hız sınırlamaları bulunmamaktadır. O halde bir uzay gemisi girdabın - yani karadelik' in içinden (su girdabına benzer bir biçimde) hiçbir tehlikeye uğramadan sıfır zamanda geçebilir. Bu kurama göre uzay gemisi Evren' in bir başka yerine, karadeliğin diğer ucundan çıkar.

Karadelikler, yalnızca kütlelerine, ya da "renk"lerine göre ayrılmıyorlar. Dönen ve dönmeyen, elektrik yükü olan ya da olmayan biçimleri de var kurama göre. En yaygın olanlarsa, Yeni Zelandalı fizikçi Roy Kerr tarafından varlığı öne sürülen "dönen karadelikler". Dönme, açısal momentumun korunması yasasının bir sonucu. Karadeliği oluşturan kütle, çökmesinden önce ekseni çevresinde dönüyorsa, bu dönme hareketini karadeliğe miras bırakıyor.


Kaynak:Gizemliuzay
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
5 Haziran 2010       Mesaj #16
Avatarı yok
Yasaklı
Karadelikler

Karadelikler aslında yoğunluğu oldukça yüksek yıldızlardır. Bu yüksek yoğunluktan dolayı da çekim güçleri fazladır. Öyle ki kendilerinin çevreye yaydığı ışıkları karadeliği terk edemez ve geri dönerler. Bu nedenle de gözle, teleskopla görülmezler. Onları bulmak kolay değildir. Ancak çevrelerindeki cisimlerin hareketlerinde bir anormallik görülürse tespit edilebilirler. Çünkü gökcisimlerinin yörüngelerinden sapmaları için onlara fazladan bir kuvvet etki etmesi gerekir. Böyle bir kuvvet etki etmediği içindir ki Dünya yörüngesinden sapmadan yoluna devam edebiliyor. Ancak bir cisme karadelik çekim kuvveti etki ederse o vakit cisim yörüngesini terk etmeye ve lavabodaki suyun lavabo deliği tarafından çekildiğindeki gibi bir girdap hareketi yapmaya başlar. Bir süre sonra da imdat mesajları denilen ışınımlar yollamaya başlar. Bu sayede o bölgede bir karadelik olduğu ortaya çıkarılır.

Bir karadeliğin nasıl oluştuğunu anlatabilmek için atası olan yıldızın oluşumundan başlamak gerekir. Evrende oldukça fazla miktarda gaz ve toz bulutları vardır. İşte bu gaz ve toz bulutlarının yoğun olduğu bölge kendi etrafında dönerek sıkışır ve çevrelerindeki gazı çekmeye başlarlar. Bu gazın büyük bir kısmı da hidrojen gazıdır. Etrafında döndükçe arkadaşlarını çeken hidrojen gazı yeterli büyüklüğe ulaştığında çevresine ışık vermeye ve enerji vermeye başlar. Bunu da yapısındaki dört hidrojen atomunu birleştirerek bir helyum atomuna çevirerek yapar. Yıldız hareketini devam ettirmek ve ısı enerjisini koruyabilmek için kendisine yeterli orandaki hidrojeni helyuma çevirir. Bu nedenle hacimce küçük yıldızlar uzunca asırlar, kütlece çok büyük yıldızlar ise daha az binlerce yıllar bu olayı sürdürür. Büyük yıldızların yaşam süreleri daha azdır. Devasa kütlelerini korumak için daha fazla enerji üretmeleri gereklidir. Örnek verecek olursak; güneşe biçilen ömür on milyar yıl iken, güneşten on kat büyük bir yıldızın ömrü sadece 30 milyon yıl kadardır.

Hidrojen yakıtını bitiren yıldız, kütlece ağırlaşır ve bu seferde helyumu yakmaya başlar. Üç helyum atomu birleşerek bir karbon atomuna dönüşür. Bu dizi devam eder ve gittikçe ağırlaşan yıldız son olarak da karbon atomlarını demire dönüştürür ki bu artık o yıldızın hayalet haline gelmesini sağlar. Yıldızın çekirdeği demire dönüştüğünde artık enerji üretmez ve içe doğru patlayarak küçülür. Artık yıldız çevresine ışık vermeye çalışan ancak çekim gücü nedeniyle ışığını geri alan bir karadeliktir. Bir yıldızın karadeliğe dönüşebilmesi için ilk kütlesinin en az 50 Güneş kütlesi kadar olduğu gerekmektedir.

Karadeliklerle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Karadeliğin yuttuğu bir cisim nereye gitmektedir sorusuna yanıt olarak bir grup evrenimize paralel başka bir evren olduğunu ve karadeliğin içine giren cismin diğer evrenden beyaz delikten çıktığını öne sürmüşlerdir. (ki bunların arasında Albert Einstein’da vardı.) Kimi gruplara göre ise karadelik bir mezarlıktır. Yuttuğu cismi alır ve hacmini ve kütlesini arttırır. Bunu yaparken de cisimden uzaya yayılan imdat sinyallerini cismin kılçığı sayar ve uzaya gönderir.

Karadeliklerle ilgili bir başka teori ise zamanda yolculukla ilgili olandır. Şöyle ki: Işık hızının %99’u gibi bir hızla hareket edebilen bir uzay gemisi yaptığımızı düşünelim. Bu uzay gemisine binip karadeliğin çekim bölge sınırını yalayıp geçtiğimizde (ki aslında bu çok zor bir olaydır. Birkaç milimetrelik fark bile karadeliğin eline düşmenize neden olabilir) geleceğe yolculuk yapmış oluruz. Bu sırada da dışarıya baktığımızda biz karadeliğin sınırından geçerken uzaydaki yıldız ve galaksilerin çok hızlı hareket ettiklerini görürüz.

Tabi bunlar tamamen varsayım. Einstein’ın genel görelilik teorisinden yola çıkılarak söylenen ifadeler. İnsana her ne kadar tuhaf ve çılgınca geliyorsa da şu unutulmamalıdır: Günümüzden 200 yıl önce biri çıkıp da televizyonlardan, bilgisayardan, cep telefonlarından, uçaklardan, metrolardan birisi bahsetseydi, o zamanki insanlar nasıl karşılardı bunu. Çılgınca ve tuhaf.

Ayrıca yine bir görüşe göre karadeliklerde kendi içlerinde sınıflara ayrılıyorlar. Durağan olanlar ve hareketli olanlar. Hareketli olanlar nispeten çok hızlılar ve çarptıkları cisimleri delip geçiyorlar. Bir rivayete göre Sibirya’da olan olay bir hareketli karadeliğin dünyaya çarpması. Günümüzde bile o bölgede daha yeni yeni otlar yeşermeye başlamış. Sibirya’daki o bölgedeki tüm orman bir anda yok olmuştu. Sebebi hala araştırılıyor. Ancak şu da mümkün tabi, bir göktaşının o bölgeye çarpmış olması. Bu seçenek akla daha yakın geliyor.
Tüm galaksilerin merkezlerinde devasa karadelikler vardır. Ve galaksi yıldızları bu karadeliklerin etrafında dönerler. Güneşimizde gezegenleriyle birlikte Samanyolu’nun etrafında dönmektedir. Bereket ki biz galaksi merkezinden bayağı uzaktayız.

Kaynak:Astronomidiyarı(Nasa)
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
4 Temmuz 2010       Mesaj #17
Avatarı yok
Yasaklı
Karadelikler ve Olay Ufku

Karadelik terimi ilk defa Princeton fizikçilerinden John Wheeler tarafından 1968'de yayımladığı "Evrenimiz, bilinenler ve bilinmeyenler" isimli makalede kullanılmıştır. Kara delikler çok ağır olduklarından, çok büyük çekimsel alana da sahiptirler. Çekimsel kuvvet öyle büyüktür ki, ışık dahil hiçbir şey karadelikten kaçamaz.

Kütleleri büyük olan yıldızlar, termonükleer evrimlerinin sonlarına doğru kırmızı veya mavi süper devler haline gelir. Nükleer yakıtları tükendiğinde, süpernovalar halinde patlarlar. Patlamaların kalıntısı bir nötron yıldızı (pulsar) olabilir veya süpernova çekirdeğinin kütlesi Güneş kütlesinin yaklaşık üç katına ulaşıyorsa, bir kara delik olabilir. Kütlesi küçük olan yıldızlar ise bir gezegen bulutsusu oluşturarak gömleklerinin bir bölümünü yitirir. Bunlar, Dünya'nın boyutlarına yakın boyutlarda beyaz cüceler olarak evrimlerini tamamlarlar.

Karadeliklerin dinamiğini ve içlerindeki herşeyin dışarı çıkmasını nasıl engelleyebildiklerini anlayabilmek için Genel Görelelik kavramını anlamak gerekir. Genel görelelik (izafiyet) kuramının belirttiği maddenin kütlesiyle çevresindeki uzay-zamanın yapısını değişikliğe uğratmasıdır. Bu varsayım, hiçbir şeyin hatta ışığın bile, büyük kütleli bir gökcisiminin yakınında, düz çizgi halinde yer değiştiremeyeceği anlamına gelir.

Ebediyete kadar içinde kalma riskine girmeden, bir karadeliğin ne kadar yakınına yaklaşılabilinir? Bu cisimlerde geriye dönüşü olmayan noktaya olay ufku (event horizon) denir. Bu, kara delikle aynı merkezli küresel bir zarf olup, bu zarfın yarıçapına Schwarzchild yarıçapı denir.

Eğer bir kere olay ufku içine girilirse, geri dönüş yoktur. Uzay-zaman tekilliğinin yer aldığı ölü delik merkezine doğru çekilebilecektir. Saniyenin küçük bir kesri içinde oradaki sonsuz büyük çekimsel kuvvet tarafından toz haline getirilecektir.

Bir kara deliğin yakın çevresindeki uzay yollarını bozduğu görüldü. Einstein hükmüne göre, uzay zaman birbirine karışmış olduğundan böyle cisimlerin yakınında zamanın da sapmaya uğrayacağı sonucu ortaya çıkar. Bu nedenle bazı araştırmacılar karadeliklerin zaman makinesi gibi kullanılabileceğini ileri sürmektedirler.

Bir astronot karadeliğe doğru yola çıkmadan önce uzay gemisine büyük bir saat yerleştirilirse, dışarıdaki bir gözlemci gemi, çökmüş yıldızın yakınına yaklaştıkça, saatin gittikçe yavaşladığını fark edecektir. Aynı şekilde, gittikçe yavaş hareket ediyor gibi, olay ufkunun sınırına asla erişemeyecek gibi gözükecektir. Sonunda şaşırtıcı bir durum meydana gelip, zaman durmuş gibi olacaktır.

Astronotun bakış açısına göre ise, gemideki saat her zamanki hızı ile tik taklarını sürdürecektir. Böylece astronot, karanlık cehennemin içine hızla dalmasını geciktirecek bir şansa sahip olmayacaktır. Hatta olay ufkunun içinden geçtiği anı bile farketmeyecektir. Fakat ne yazık ki bu noktadan itibaren kara deliğin içine saplanmış olacaktır. Gemi aşağı doğru inerken pencereden dışarı bakan astronot herşeyin hızının arttığını görecektir. Bütün gelecek öyküsü gözünün önünden bir anda akıp geçecektir. Fakat astronotun evrenin geri kalanı ile iletişimi kesilmiştir ve kendisini mutlak ölüm beklemektedir.

*Tüyler ürpertici bir soru: Yok olacağınızı bile bile bir karadeliğin içine girip evrenin geleceğini seyretmek ister miydiniz?

Kaynak: zamandayolculuk(Çetin Bal)

Prof. Paul Halpern'ın Evrenin Sırları isimli eserinden ve Thema Larousse'dan derlenmiştir.
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:16
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Temmuz 2010       Mesaj #18
Avatarı yok
Yasaklı
Parlak Canavarlar

Karadelikler, sahip oldukları muazzam kütle çekimi ve uzay-zamanı oyuncak hamur gibi eğip bükmeleri sebebiyle bilimkurgu yazarlarının her zaman ilgisini çekmiştir.

Karadelikler sadece onların değil, bilim dünyasının da ilgisini çekmeye devam etmektedir.Soğuk gaz ve toz, karadelik çevresinde dolanarak bir toplanma diski oluşturur. Karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça hızlanan gaz, yüksek enerjili ışıma yapmaya başlar.Hubble Uzay Teleskobu ve Chandra X-ışın Teleskobu ile alınmış yüksek çözünürlüklü uzak gökada görüntülerini inceleyen Nottingham Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi, karadeliklerin klasik imzası olan X-ışını ve yüksek enerjili diğer ışınımları araştırdı.NASA ve Nottingham Üniversitesi’nin işbirliğiyle yapılan bu ilginç çalışma ile elde edilen sonuçlara göre gökadaların merkezlerindeki karadeliğin yüksek miktarda X-ışını yaymasıyla çevresinde çok parlak bir bölge oluşuyor ve bu bölge gökada merkezinin parlamasına neden oluyor. Açığa çıkan enerjinin, gökadadaki gazın enerjisinin 25 katından daha fazla olduğu tespit edildi.Evrende X-ışını miktarının büyük kısmı bu devasa karadeliklerin toplanma disklerinden yayınlanmaktadır.Geri kalan kısmı da nötron yıldızları ve diğer gökcisimlerinden kaynaklanmaktadır.

Kaynak: Astronomi Bülteni(Ege Üniversitesi Astronomi Topluluğu/1 Mayıs 2010)
News Article

Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:14
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Ağustos 2010       Mesaj #19
Avatarı yok
Yasaklı
Karadelik Nedir?

Astrofizikte karadelik; kütlesi büyük, çekim alanı güçlü bir kozmik cisim olarak tanımlanır.Karadeliklerin çekim alanı o kadar büyüktür ki, hiçbir maddi oluşum onlardan kaçamaz.Albert Einstein'ın görecelik kuramında belirttiği gibi, en yüksek hıza sahip ışık dahi karadeliklerin yeterince yakınına geldiğinde onlar tarafından yutulur.

Karadeliklerin Keşfi

Karadelik kavramı ilk kez 1969 yılında J. Wheeler tarafından kullanıldı. Öncesinde bazı bilim adamlarının tezlerinde uzayda maddeleri yutan bir tuzak olduğu öne sürülmüştü. Fakat onlar bu şekilde isimlendirmemişti.

Bir cismi görebilmek ancak ondan ışık ışınlarının gelmesiyle mümkündür. Karadelikler üzerlerine gelen her maddeyi ve ışığı emdikleri için onları doğrudan gözlemleyebilmek imkansızdır.Bu nedenle karadeliklerin varlığı dolaylı yoldan gözlemlenerek kanıtlanabilmiştir. Bu metotlardan biri, karadeliğin çekim alanından geçen bir ışığın sapmasının ölçülmesidir.Karadeliklerin araştırılmasında kullanılan bir diğer yöntem ise uzaydaki gaz ve toz zerreciklerinin karadelik tarafından emiliminin saptanmasıdır.


Karadelikler Işık mı Yayıyor?

Tübingen Üniversitesi'nden Astrofizik Uzmanı Jörn Wilms ve ekibi karadeliklerin enerji yaydığını keşfetti.Dev bir karadeliği gözlemleyen Wilms, karadelikten etrafa ışık yayıldığı sonucuna vardı.Röntgen uydusu XMM_Newton'dan elde edilen görüntüler, gaz bulutunun aydınlık bir ışık verdiğini gösteriyordu.

100 Milyon Işık Yılı

Gökcisminin yerçekimi kuvveti, ışığın bile çekim etkisinden kurtulamayacağı kadar güçlüydü.
Gözlemlenen dev karadelik, 100 milyon ışık yılı uzaktaki bir galaksinin merkezinde dönüyor ve çevresindeki gaz halkaya enerji yayıyordu.


Kaynak: Bilimnet
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:15
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Aralık 2010       Mesaj #20
Avatarı yok
Yasaklı
Karadeliklerin Bazı Özellikleri

En basit karadelik, yalnızca kütlesi tarafından belirlenir. Bu karadelikler için, kütle, ölçülebilir tek büyüklüktür. Dönen karadelikler ise, kütleye ek olarak, iki özellik tarafından belirlenir: a) açısal momentum b) elektrik yükü. Bu büyüklükler, karadeliğin çevresinde dönen parçacıkların, yörüngelerinin incelenmesiyle ölçülebilir. Kimyasal yapı ise, belirleyici değildir. Karadeliği oluşturmak üzere, nasıl bir maddenin çöktüğünün önemi yoktur.

Karadeliklerin, dikkatimizi çeken bazı özellikleri:

1)Karadeliklerin varlığını, çevrelerindeki gök cisimleri üzerindeki etkilerinden anlayabiliriz. Kendileri görünmez olan karadelikler, çevrelerinde dönen yıldızların hızlarını artırırlar. Karadelik, başka bir yıldızla, bir çift yıldız sistemi oluşturuyorsa, etkileri fark edilebilir. Bu durumda, şiddetli x-ışınları ve radyo dalgaları yayarlar. Eğer karadelik, eş yıldızına, yeterince yakınsa, evrimleşerek kırmızı dev haline gelen eş yıldızın, atmosferindeki gazların bir bölümü, karadelik tarafından yutulabilir. Bu gazlar, önce karadeliğin çevresinde, sarmal hareketlerle, bir disk oluşturarak, karadeliğin yüzeyine düşerler. Gaz düşerken, çok ısınır ve x-ışınları yayar. Adeta, karadelikler, eşlerini soyarlar.

2)Galaksi merkezinde bulunan dev karadelikler, etraflarındaki gaz bulutlarına, güçlü çekim uygulayarak, büyük bir hızla döndürürler ve kendilerini belli ederler. Bu karadelikler, zamanla çevreden çaldıkları, gaz ve yıldız artıklarıyla beslenirler. Buradaki madde, olay ufkunda kaybolmadan önce, çok yüksek sıcaklıklara kadar ısınır.

3)Galaksi çekirdeklerinde, birbirlerine çok yakın yıldızlar, çarpışarak parçalanırlar. Ve enkazları, karadelik için, bir besleme kaynağı olur. Merkezdeki canavar, artık beslenmediğinde, çevresindeki kütle aktarım diski, kaybolur ve süper kütleli karadelik, galakside hemen hiçbir iz bırakmaz.

Bu sebeple, süper kütleli karadelikleri, aramak için, en uygun yerler, yakın galaksilerin çekirdekleridir. Aktif galaksi çekirdeklerinin güç kaynakları, muhtemelen karadeliklerdir. Merkezdeki etkinliğin yakın görüntüsü, radyo yayını fışkırmalarıdır. Fışkırmalarının kaynağı, merkezde, süper kütleli bir karadeliğin varlığıyla açıklanabilir.

Nötron yıldızı ve beyaz cüce gibi yıldızlar, enerji üretemezler. Nötron yıldızlarının, katı bir yüzeyleri var ve bu yüzeyde madde biriktirebiliyorlar. Karadeliklerde böyle sert bir yüzey yok ve olay ufkuna giren madde ve ışınım, evreni terk ediyor.

4)Şayet, karadelik oluşturmak için çöken madde, net bir elektrik yüküne sahipse, ortaya çıkan karadelik de, aynı yükü taşıyacaktır. Benzer şekilde, şayet çöken madde, açısal momente sahipse, ortaya çıkan karadelik, dönüyor olacaktır. Hatırlanacağı üzere, bir karadelik, çöken maddenin elektrik yükünü, açısal momentini ve kütlesini hatırında tutarken, bunların dışında her şeyi unutur. Zira bu üçü, uzun erişimli alanlarla bağlantılıdır.


Kaynak:Bilimnet

Benzer Konular

12 Ağustos 2017 / Gabriella Uzay Bilimleri
13 Nisan 2010 / Daisy-BT Mimarlık
25 Aralık 2011 / _Yağmur_ Ziraat
27 Kasım 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük