MECZUP sıf. (ar. meczüb).
1. Tanrı aşkıyla cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş kimse için kullanılır: Bir meczup gibi kendini zikire vermek. (Bk. ansikl. böl.)
2. Aklını oynatmış kimse için kullanılır; deli, mecnun: Meczup bir adam.
3. Esk. Çekilmiş, bir tarafa yöneltilmiş.
—ANSİKL. Meczuplar, cezbe diye adlandırılan bu olağanüstü ruhsal durumdayken ne yaptıklarını, ne söylediklerini bilmezler. Bu nedenle cezbeden çıkınca, cezbe durumundaki söz ya da davranışları kendilerine anlatıldığında şaşkınlık gösterirler.
Ünlü sufilerden Hallacı Mansur'un enet-hakk (ben Allah'ım), Beyazıt Bistami'nin sübhânt, mâ a'zama şanı (kendimi tespit ederim, benim şanım ne de yücedir), Cüneyt bin Muhammet el-Bağdadi'nin leysefi cübbetî sivallah (cübbemin içindeki Allah’tan başkası değildir) gibi sözleri, cezbe durumundayken söyledikleri, Sünni mutasavvıflara göre, ayıldıklarında nasıl söylediklerine şaşırdıkları ve pişmanlık duydukları sözlerdir. "Şathiyat" diye adlandırılan ve sıradan insanlar için taşkınlık ve saçma gibi gelen bu sözlerde özellikle vahdeti vücut görüşünü savunan sufilere göre gizli ve derin anlam ve gerçekler yatar. Bu nedenle bu sufiler arasında "Hakkın cezbelerinden yalnızca biri bile bütün dünya ve ahiret amellerine eşdeğerdir" sözü, yaygın bir ilke olarak benimsenmiştir.
Kaynak: Büyük Larousse