DENİZ
—Havc.
Deniz hava kuvveti.
Büyük donanmalar daha başlangıcında, uçağın hücum aracı olarak değil (o dönemde hücum olanakları kısıtlıydı), filolara bilgi sağlayan araçlar olarak önemli rol oynayabileceğini kabul ediyorlardı. Bununla birlikte bu rol iki büyük engelle karşılaşmıştı, yüzer platforma inme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması yüzünden kıyıda üslenen uçakların, yakıt ikmali yapmadan uçuş erimlerinin kısa oluşu ve keşif sonuçlarını iletmek için gereken radyo aygıtlarının yokluğu.
Bu nedenle Birinci Dünya savaşı öncesinde büyük donanmaların deniz hava kuvveti otuz kırk uçakla sinirli halindeki bu aenız hava kuvveti, karada üslenmiş uçaklardan ve deniz filolarını izleyen yük gemilerinden havalanıp keşif yapan deniz uçaklarından oluşuyordu. Ne var ki yük gemilerinin kullanımı, deniz uçaklarını suya indirme sırasında karşılaşılan güçlükler yüzünden beklenen sonucu vermedi. Nitekim Jutland savaşı'nda (1916) İngiliz yük gemisi Engadine başarı sağlayamadı. Almanlar'ın Kuzey denizinde yaygın biçimde kullandığı zeplinlerin elde ettiği sonuç da daha parlak değildi. Buna karşılık deniz hava kuvveti, Akdeniz’de daha başarılı sonuçlar aldı. Süveyş kanalının savunmasına ve Çanakkale harekâtına (1915) katılan müttefik deniz uçakları fotoğrafla keşif ve atış tanzimi görevleri, üstlendi. Deniz uçağından torpilleme ilk kez 1915 mayısında gerçekleşti. Böylece uçağın denizaltılara karşı savaştaki etkisi de ortaya çıktı. Gerçekte, müttefik deniz hava kuvvetleri, sayılarının çokluğuna rağmen ancak beş alman denizaltısını (U-Boot) batırabildi; bunlardan dördü suüstü gemileriyle yapılan işbirliğinin sonucuydu. Bununla birlikte deneyimler havacılığın çok güçlü caydırıcı etki yarattığını ve denizaltıların, deniz karakol uçaklarının dolaştığı bölgelere girmekten kaçındığını ortaya koydu. Yük gemilerinin beklenilen sonucu vermeyişi 1916’da İngiliz amiralliğini devingen havalanma platformlarını incelemeye yöneltti ve denemelere yüzer platforma dönüştürülen Campania adlı yolcu gemisinde başlandı. Deneme sonuçlarının güven verici olması, Furious, sonra Argus ve Eagle kruvazörlerinin uçak gemisine dönüştürülmesine yol açtı.
iki savaş arasında deniz hava kuvvetleri üç ayrı yönde gelişti: karada üslenmiş keşif amaçlı ağır deniz uçağı; kruvazörlerden ya da zırhlılardan fırlatılan hafif deniz uçağı; uçak gemilerinden kalkan tekerlekli uçak. Gerçekte uçak gemilerinin geliştirilmesi için yalnızca İngiliz, amerikan ve japon donanmaları çaba harcadı: ama bu çabalar uçak gemilerinin son biçimlerini almalarını sağlamaya yetti. Bununla birlikte deniz hava kuvvetleri ile hava kuvvetleri arasındaki anlaşmazlıklar ve donanmaların çekingenliği bu kuvvetlerin deniz filolarını destekleyecek yardımcı araçlar biçiminde görülmesine yol açtı; vurucu güç olarak savaş hattı gemileri benimsendi. Uçağın görevi keşif, atış tanzimi ya da gereğinde saldırarak (bomba ya da torpidoyla) düşman gemilerim geciktirme ve suüstü gemilerince yok edilmelerini sağlamakla sınırlı kaldı.
ikinci Dünya savaşı deniz hava kuvvetinin belirleyici rolünü ortaya koydu. Gemilere yatay uçuşta yapılan saldırıların sonuçları pek parlak olmasa bile pike bombardıman, Norveç seferi ve Dunkerque muharebesi (1940) sırasında üstün başarı sağladı. Bununla birlikte o dönem gemilerinde hava savunmasının yetersizliğini de gözden uzak tutmamak gerekir. 1940 -1942 İngiliz öğretisinde uçak gemisi, ana gemi olarak kabul edilen savaş hattı gemisi için zorunlu bir destek gemisi konumuna girdi ve bu gemiye vazgeçilmez bir hava örtüsü sağladı. Uçak gemileri, suüstü gemileri arasındaki çarpışmalarda da önemli görevler üstlendi, ingilizlerin 1941 martında Matapan burnunda kazandığı zaferde ve iki ay sonra. Bısmarekin batırılmasında etkili oldu. Ayrıca 11 kasım 1940'taki Taranto çatışması, deniz hava kuvvetlerinin üslere yapılan hücumlarda da başarılı olduğunu kanıtladı.
Aynı başarı denizaltılara karşı savaşta da elde edildi. Savaşın başında U -Bootlar, kıyı korumayla görevli İngiliz hava kuvvetleri Coastal command’ın hava örtüsü oluşturduğu bölgeye girmekten kaçındı. 1942-43’ten başlayarak radar, bomba, roket gibi yeni silahlarla donatılan uçaklar daha kesin sonuçlar almaya başıadı. Nihayet karada üslenen ve yakıt ikmali yapı,,adan uzun süre uçabilen uçaklar tüm Atlas okyanusu'nda bir hava örtüsü oluşturdu ve Gaskonya körfezini etkili biçimde ablukaya aldı; buna karşılık uçak gemileri, destek ve refakat birlikleri (support groups) çerçevesinde konvoyların yanında ya da denizaltıların izlediği rotalar üzerinde etkin görevler üstlendi. Kısaca hava kuvvetleri, alman denizal- tılarının yarısının batırılmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katıldı.
Bununla birlikte deniz hava kuvvetlerinin gösterdiği en büyük başarı daha savaşın başlangıcında, Büyük Okyanus'ta Japonlar’ın gerçekleştirdiği Pearl Harbor baskını (1941) ve iki İngiliz savaş hattı gemisinin, Prince ot Wales ve Repulse'un batırılması oldu Altı ay sonra yapılan Mercan ve Midway deniz muharebeleri, deniz savaşları tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturur. Bu muharebeler,savaş hattı gemilerinin eski önemini yitirmesine yol açtı ve çağdaş filolarda uçak gemileri ana gemi niteliğini kazandı. Amerikan donanması 1943’ten sonra Büyük Okyanus'ta başarılı karşı taarruzunu uçak gemilerini çevreleyen task forces'lerle sürdürdü. Japon donanmasını saf dışı bıraktı ve iki savaş arası öğretilere rağmen karada üslenmiş hava kuvvetlerine karşı açık bir üstünlük kurarak birleşik harekâtlarda başarı sağladı.
Savaştan hemen sonra bir değişim görüldü; hava savunmalarının önemli ölçüde güçlenmesi, hedef yakınında patlamalı füzelerin kullanımı ve radarların gelişmesi sonucu suûstü gemileri önemli bir esnek mukabele yeteneği kazandı. Uçaklar toplu hücumlara ya da kamikazeler gibi intihar uçuşlarına başvurmadıkça gemilere bomba ya da torpido ile saldırmaktan vazgeçmek zorunda kaldı ve ilk kez Almanlar’ın 1943 sonbaharında Salerno önlerinde İtalyan filosuna ve müttefik gemilerine karşı kullandıkları havadan denize güdümlü füzelerden yararlanmaya yöneldi.
Günümüzde değişen koşullar gereği, deniz hava kuvvetleri 1945'e oranla farklı özellikler taşır: bu kuvvetlerin tümünde. ameriKan urıon, transız Atlantic ya da eski sovyet Bear uçakları gibi karada üslenen ve uzak mesafelerde gözetleme ya da keşif yapan uçaklar vardır. Bu uçaklar elektromanyetik izleme aygıtlarından ya da sesli şamandıralardan yararlanarak denizaltılara karşı savaşma dışında, güdümlü füzelerle deniz kuvvetlerine karşı uzaktan saldırıya da geçebilir.
Ote yandan büyük parasal ve teknik olanaklardan yararlanan amerikan donanmasında 12 uçak gemisi vardır; bu gemiler, elektronik savaş aygıtları, F-1-4 Toıncettipi avcı uçakları, F-18 Flornet ya da AGE intruder tipi hafif ya da ağır bombardıman uçakları gibi bir dizi savaş aracıyla donatılmıştır En gelişmiş silahlarla donatılan bu uçaklar, Vietnam savaşı'nda da kanıtlandığı gibi kara harekâtlarına katılabilir, uçak gemilerini hem havadan hem de denizaltılardan gelecek saldırılara karşı koruyabilir ve düşman deniz kuvvetlerine saldırıda kullanılabilir.
Ark Royal silahsızlandıran Royal Navy konvansiyonel uçak gemilerinden oluşan filosundan vazgeçerken, transız donanması Foctı ve Ctemenceau adlı uçak gemilerine konvansiyonel harekâtlar çerçevesinde taktik görevler yükledi. Bununla birlikte bu alanda bir değişim gözlenmektedir. Kimi ülkeler daha değişik ve ekonomik tipte uçak gemilerini "denizaltısa var kruvazör" adı altında yeniden hizmete soktu. Bu gemilere, Royal Navy’nin 20 000 t’luk Invincible serisi örnek gösterilebilir; sözü edilen bu gemiler, çok güçlü füzeleri temel alan pek çok değişik saldırı ve savunma silahıyla da donatılmıştır.
Bir uçuş , pisti bulunan bu gemilerde, düşey kalkış yapan İngiliz Harlier ve eski sovyet yapımı Yak - 36 Forger tipi uçaklar kullanılır. Bu uçaklar sesaltı hızlarda uçmalarına rağmen amfibi harekâtlarda ya da denizden denize Exocet tipi güdümlü roketlerle donatılmış hafif gemilere karşı saldırı çerçevesinde kullanılan etkili silahlar taşır. Bu uçak gemileri ayrıca Sea King ve hermione tipi helikopterlerin kullanımı için de elverişlidir. Gerçekten de deniz hava kuvvetlerinde helikopterlerin önemi gittikçe artmıştır. Helikopterler özellikle birleşik harekâtlarda, denizaltılara karşı savaşta, hatta havadan denize Exocet 39 tipi güdümlü roketlerle hafif gemilere saldırılarda büyük etkinlik gösterir. Jeanne d'Arc ile yalnızca helikopter taşıyan gemilerin kullanımını ilk kez başlatan transız donanması gelecekte de bu tip birimlerden yararlanmayı düşünmektedir. Ayrıca bu gemilerde güçlü bir güdümlü füze sistemi de bulunmaktadır. Görüldüğü gibi çeşitli deniz hava kuvvetlerinin uyguladıkları yöntemler birbirinden çok farklıdır; bununla birlikte gelecekte bir çatışma halinde kullanılacak silahlara ilişkin öğretilerin kararsızlığı da gizlenemez.
1960-1970 yılları arasında Türk deniz kuvvetleri'ne bağlı Deniz hava kuvveti çerçevesinde bir uçak filosu kuruldu. Personeli, Hava kuvvetleri uçuş eğitim ve uçak bakım okullarında eğitilen bu filo SA-2 tipi çiftmotorlu pervaneli uçaklardan oluşur. Günümüzde 8 SA-2 tipi uçak ve 8 UH-1 tipi helikopterden oluşan bu filo keşif, alçak uçuşlarla torpilleme ve mayınlama görevleri üstlenir.
• Deniz uçağı. 1907'de Gabriel Voisin uçak gövdeleri üzerine deneyler yapmak için, şamandıralara yerleştirdiği bir planörü Sen nehri üzerinde motorlu bir tekneyle kalkış için yeterli bir hızla çekmeyi tasarladı. Henri Fabre'nin tekerlek yerine dibi düz, esnek şamandıralarla donattığı uçağı (1909) ilk gerçek deniz uçağı oldu. Çok sayıda deniz uçağı ilkörneği yapıldı. Bunlar arasında Farman’ın koşut iki şamandıra taşıyan deniz uçağı, Curtiss'in tek şamandıralı deniz uçağı ve 1912’de yapılan Donnet-Löveque’in tekneli deniz uçağı sayılabilir. Bir başka tür deniz uçağı da Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Büyük Britanya’da sukayaklarıyla donatılarak denendi.
Deniz uçağının çalışma ilkesi, suyun şamandıralara ya da tekneye uyguladığı tepkilere dayanır. Kalkış sırasında yüksek bir hıza ulaşan deniz uçağı sudan kesilir ve ağırlığı su yerine aerodinamik tutunmayla karşılanır. Bu anda deniz uçağı uçmaya başlayabilir. Bir deniz uçağı gövdesinin kalkışta hidrodinamik ve uçuşta aerodinamik koşullara uyum sağlaması için birçok ölçütü karşılaması zorunludur. Kal- kış ve inişteki yüksek hızı yüzünden gövde dalga darbelerine karşı dayanacak ölçüde sağlam olmalıdır; ayrıca gerek havada gerek suda ilerlerken yeterince küçük bir dirençle karşılaşması ve iyi bir uçuş niteliği taşıması için gövde biçiminin ince ve hafif olması gerekir. Biçim bakımından bir gemi teknesine benzeyen deniz uçağı sudan kesilmesini kolaylaştırmak için devinim yönüne dik konumda bir ya da birçok ayakla donatılmıştır. Uçak belli bir hıza ulaştığında suyun tekneye, havanın da kanatlara uyguladığı birleşik etki gövdenin sudan kesilmesini ve yalnızca ayaklarıyla suya dayanmasını sağlar; böylece uçak havalanma olanağı bulur.
—ikonogr Stabia'da (Napdli) bulunan bir roma freskinde ve bazı ortaçağ minyatürlerinde liman görüntülerine rastlanır; ayrıca yaşlı Bruegel’in tablolarında (Napoli limanı, Doria galerisi, Roma; Fırtına, Viyana; İkaros'un düşüşü, Brüksel) deniz manzaraları görülürse de, bu türe yaygınlık kazandıranların, XVII. yy. hoilanda ressamları olduğunu kabul edebiliriz. Hollanda'da haarlemli Hendrik Vroom (Cebelitarık savaşı, Amsterdam), anversli Aert Van Antum, Jan Porcellis, Simon de Vlieger, Adam Willaerts ve Roma'da Bril kardeşler gibi öncülerden sonra, bu konunun hollandalı büyük ustaları A. Cuyp (Fırtınada gemiler, Louvre), ırmak ve kanalların tek renkle çalışan ressamı Van Goyen, Yaşlı Willem Van de Velde (Deniz savaşları, Amsterdam) ile Genç W. V. de Velde (Durgun deniz, Chantilly), çalkantılı denizleri seven Backhuysen (Hindistan Gemicilik işletmelerinin Flollanda filosu, Louvre), dingin görüntüler sergileyen Van de Cappelle ve liman manzaraları çizen Van der Heyden’dir. Ama, Hollanda kıyılarında fırtına (Louvre) ile melankoli dolu Scheveningen Kumsalı'nı aynı ustalıkla resimleyen J. Van Ruysdael hepsinden önde gelir. Daha sonra, Jongkind'de de (Dordrecht limanı), deniz manzaralarının işlenişinde aynı görüş keskinliğini görürüz.
Venedik'in kanal ve gölleri Guardi ve Canaletto’ya, Tirren denizi'nin fırtınaları da Salvator Rosa'ya (Floransa, Montpel- lier) esin kaynağı oldu. Denizi tablolarına konu alan fransız ressamlarının sayısı da oldukça kabarıktır; Claude Lorrain (Kleopatra'nm Tarsus'ta karaya çıkışı, Louvre) bunların başında gelir. XIX. yy.'da Courbet (Etretat'da yalıyarlar, Louvre), Ziem (Venedik'ten görüntüler, Dijon, Ajaccio), Duprd-(Deniz manzarası, Philadelphia), Manet (Ayışığında Boulogne limanı, Louvre), Boudin (Yelkenliler, Louvre; Bordeaux limanı, Agen), Monet (Etretat'da deniz. Louvre), Signac (La Rochelle, Saint-Raphael, Antıbes manzaraları), Marquet (Honfleur, Collioure, Marsilya, Cezayir) ve fov döneminde Braque, Friesz, Dufy, vb. de denizle ilgili konular işlediler.Ingiliz resim okulundan VVİlson ve Constable'ın bazı yapıtlarıyla Turner'ın pek çok yapıtını sayabiliriz. Almanya'da anlatımcı Nolde, konularını çoğu kez denizden seçmiştir.
Türk resminde deniz. Minyatürlerde deniz bir doğa öğesi olarak doğrudan İşlenmedi, daha çok soyut bir biçimde, peyzajın bir bölümü olarak betimlendi. Vehbi'nin Surname'sinde, Levni'nin minyatürlerinde, Matrakçı Nasuh'un Süleymanname ve Revan adlı yazmalarında bu durum açıkça görülür.
XIX. yy.’dan başlayarak, özellikle Bos- tor ressamları diye anılan Batılı ressamların yapıtlarında denizi geniş ölçülerde işlemelerine karşın "Primitifler" diye anılan türk ressamlar grubu bu konuya ilgi duymadı. Buna karşılık, daha sonra birçok türk ressamı Boğaziçi'ni ve Boğaziçi liman ve görüntülerini resimledi. Bu tür resimlerin ilk örneğini, bir liman resmiyle Münib (1874-1909) verdi. Bu tema, türk resminde, önce izlenimci akımın etkisinde geniş ölçüde işlendi: Halil Paşa, Nazmı Ziya, İbrahim Çallı, Süleyman Seyit, Ömer Adil, sonraları Hamit Görele, Eşref Üren, Mahmut Cüda, Nurullah Berk, Ercüment Kalmuk vb. sanatçılar yapıtlarında kendi üsluplarına göre denizi konu edindiler. Nuri İyem, Fethi Karakaş, Haşmet Akal, Agop Arad gibi sanatçılar İstanbul'da açtıkları sergilerde (1940-1945) deniz-insan ve denize ilişkin toplumsal sorunları dile getiren yapıtlar sergilediler. Fethi Karakaş’ın aynı konuda açtığı sergi büyük ilgi gördü (1960). Bu tarihten sonra, daha çok soyut resme yönelen türk ressamları, özellikle deniz temasını işleyen yapıtları bir kenara bıraktılar.
—ikt. 1923 öncesi genellikle yabancı şirketlerin elinde bulunan deniz ticareti, Cumhuriyetle birlikte korumacılık politikasının etkisine girmiştir. Yabancı şirketlere
tanınan iki yıllık işletme ayrıcalığı kaldırılmış, kabotaj işletmeciliği ulusallaştırılmıştır. Cumhuriyet Türkıyesi, 35 bin tonluk filo devralmışken, on yılda tonajı üç kat artarak Q9 500 tona çıktı. Dünya ekonomik sonucu olarak talebin düşmesi, 1933 yılında Devlet denizyollarının kurularak deniz ticaretinde devletin sorumluluk almasını zorunlu kılmıştır. 1926-1938 yılları arasında devletin denizyolu taşımacılığında yük ve yolcu taşımacılığı karma olarak yapılmış; ilk kez 1938 yılında 3 şilep alınarak yolcu ve yük taşımacılığında uzmanlaşmaya gidilmiştir. Deniz ticaret filosu 1939 yılında 260 170 tona,1945 yılında ise 318 907 tona ulaşmıştır.
II. Dünya savaşı sonrasında taşımacılıkta yeterli gelişme gösteremeyen kesimlerden biri de denizyolu taşımacılığı olmuştur. 1952 yılında denizyollarının 196 148 tonluk bir filosu vardır. Bu filo yaşlıdır ve yük taşımacılığında uzmanlaşmamıştır. 1953'te filo gençleştirilerek 47 gemiye indirilmiştir. Filo İtalya ve Hollanda'ya ısmarlanan, Samsun, İskenderun, Ayvalık ve Gemlik gemileriyle modernleştirilmiştir. 1955 yılında Denizyolları işletmeciliğinde yolcu ve yük filolarının ayrılmasına gidilmiş, yük taşımacılığı ağır basmaya başlamıştır. Türkiye'nin ekonomik gelişmesine paralel olarak artan dış ticaret ve akaryakıt tüketimi, deniz ticaretine olan talebi artırmıştır, 1978 yılında özel ve kamu kesiminde 300 grostondan büyük gemilerin kapasitesi yük gemisi olarak 1 168 000 grostona, tankerlerin kapasitesi bis 000 grostona yükselmiştir. Günümüzde ise türk ticaret filosu 2 642 583 gros tonluk. 1 207 adet yük gemisi (kamu ve özel kuruluşlara ait) ve 911 912 grostonluk, 211 adet tankerden oluşmaktadır (1991 sonu itibariyle).
—Spor. İlk yarışlar 1898'de Asniöres'de yapıldı. 1903'ten başlayarak tekneler racer (yarış tekneleri) ve cruiser (gezinti tekneleri) olarak sınıflandırıldı. Bunlara, bazı kısıtlamalar öngörülen, turistik amaçla konforlu bir biçimde donatılmış yarış teknelerini içeren runabout sınıfı da eklendi. Ancak uluslararası yarışmalarda tekneler, motorlarının 175 cm3 ile 7 000 cm3 arası değişen silindir sığalarına göre dört diziye ayrılırlar. Bunlar hors-bord course, hors-bord sport, en-bord course ve en-bord sport'dur. Sürat ve dayanıklılık yarışları vardır. Bu yarışlarda saatte 500 km’yi aşan hızlara ulaşılmıştır.
—Ted. Deniz kıyısında geçirilen günlerin, deniz ve güneş banyolarının olumlu etkileri uzun zamandan beri bilinmektedir. Fakat deniz suyu soğuk olursa romatizma, artroz, solunum hastalıkları ve nekahet dönemleri için sakıncalıdır. Bunun için denizden alınıp ısıtılan sular kullanılır. İkinci Dünya savaşı'ndan sonra paslanmaz alaşımlar alanında elde edilen ilerlemeler ısıtılmış deniz suyunu havuz ve banyolarda kullanma olanaklarını artırdı ve bu tür havuzlar gerekli araçlarla donatıldı. Yosun (varek) ve deniz çamuru banyoları, hatta tuzlaların arı suları da deniz tedavisinde kullanılır. Havuz banyoları özel donatımları sayesinde kineziterapi ve yeniden eğitme (organları yeniden çalışır duruma getirme) işine yarar ve bunların en uygun koşullarda yapılmasını sağlar. Suya girilince vücudun ağırlığı ortadan kalktığından, hareketler kolaylaşır, iyi ayarlanmış bir su sıcaklığı dolaşımı hızlandırır ve ağrıları azaltır.
Deniz banyolarının öncelikle kullanıldığı hastalıklar (kansızlık, asteni, lenfatiklik, büyüme gecikmeleri, vb.) arasına kas ya da kemik-eklem travmalarının sekelleri (sportif), bazı romatizma çeşitleri, artrozlar, aşırı şişmanlık, zihin yorgunlukları da girer.
—Uluslarar. huk.
Deniz hukuku. Kıyılarında tek bir devletin toprağı bulunan ve bu nedenle bu devletin ülkesel egemenliğine giren kapalı ve iç denizler dışında, denizlerin özgürlüğü temel ilkedir; bununla birlikte uygulamada bu ilkenin değişik sonuçları vardır: içsularda ya da Ulusal denizde (limanlar, koylar, körfezler ya da kıyı girintileri) özel gemilerin giriş özgürlüğü varken, savaş gemilerinin girişi tek taraflı olarak yasaklanabilir ya da kısıtlanabilir (zorunlu uğrama dışında), içsuların dışında yer alan ve genelde 12 deniz mili, bazen de çok daha geniş olabilen (120 ya da 200 mil) karasularında ise devlet yine egemendir, ancak hiçbir geminin "zararsız geçiş hakkı”nı engelleyemez. Açık denizde, ilk kez Grotius tarafından formüle edilen (1609, Mare Liberum) deniz özgürlüğü ilkesi uyarınca, hiçbir devletin egemenliği sözkonusu değildir.
Özgürlük ilkesi yalnızca deniz haydutluğunu ve köle ticaretim engellemek ya da (29 kasım 1969 Brüksel sözleşmesi uyarınca kirlenmeye yol açan geminin tahribi de dahil) çevre kirlenmesini önlemek amacıyla sözleşmelerde tanınan olanaklar dışında bütünüyle uygulanır. Birleşmiş milletler genel kurulu tarafından toplanan bir konferans,deniz hukuku alanında 1958 Cenevre konferansı’nda saptanan kuralları siyasi ve teknolojik gelişime uydurmak amacıyla 1973'te çalışmaya başlamıştır. III. Deniz hukuku konferansı, 10 aralık 1982 tarihli yeni bir sözleşmenin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Sözleşmenin iki temel özelliği vardır: kıyı devletlerinin haklarının artırılması (karasularının, bitişik bölgenin ve kıta sahanlığının sınırlarının genişletilmesi, genişliği 200 mil olan bir "münhasır ekonomik bölge”nin yaratılması) ve kıyı devletinin egemenliği dışında, “insanlığın ortak malı” olarak kabul edilen uluslararası deniz yatağının uzman kurumlar tarafından uluslararası topluluk adına işletilmesi. 1958 Cenevre sözleşmelerine taraf olmayan Türkiye, III. Deniz hukuku sözleşmesi'ni de imzalamamıştır.
Kaynak: Büyük Larousse