Arama

Ölüm Nedir?

Güncelleme: 11 Aralık 2015 Gösterim: 2.502 Cevap: 1
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
10 Haziran 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ölüm

Sponsorlu Bağlantılar
isim

1 .
Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat:
"Çenesinde babamın ölüm günü gördüğüm asabi buruşmalar var."- Y. Z. Ortaç.
2 . Ölme biçimi:
"Yanarak ölümü, feciydi."- .
3 . İdam cezası:
"Ölüme mahkûm oldu."- .
4 . (ünlem) Ölmesi istenen canlı için kullanılan bir söz:
"Zalimlere ölüm!"- .
5 . (mecaz) Sona erme, yok olma, ortadan kalkma:
"Küçük sanayinin ölümü."- .
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
  • ölüm Allah´ın emri
  • ölüme koşmak
  • ölüm gibi
  • ölüm hak miras helal
  • ölümle burun buruna gelmek
  • ölümle öç alınmaz
  • ölümle pençeleşmek
  • ölüm ölüm de hırlamaya ne borcum var?
  • ölümü göze almak
  • ölümüne susamak
  • ölümün soluğunu ensesinde duymak (veya hissetmek)
  • ölüm var dirim var
Birleşik Sözler
  • ölüm cezası
  • ölüm dirim
  • ölüm döşeği
  • ölüm emri
  • ölüm fermanı
  • ölüm kâğıdı
  • ölüm kalım meselesi
  • ölüm korkusu
  • ölüm oranı
  • ölüm orucu
  • ölüm sessizliği
  • ölüm sigortası
  • ölüm sükûtu
  • ölüm tazminatı
  • bebek ölümü
  • beşik ölümü

X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
11 Aralık 2015       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
ÖLÜM a.
1. Biyol. Canlı bir yapının (organ, birey, doku ya da hücre) yaşama özgü niteliklerini kesin olarak yitirmesi ve yıkıma sürüklenmesi: Kaza üç kişinin ölümüne neden oldu. Bir arkadaşının ölümünü ailesine bildirmek. (Bk. ansikl böl.)
Sponsorlu Bağlantılar
2. Bir yaşamın, zamanda belli bir an, bir tarih olarak ele alınan sonu: Bir yapıtı yazarının ölümünden sonra yayımlamak. Onun ölümünden sonra hepimiz büyük bir boşluk hissettik.
3. Ölme şekli, bir ölüme ilişkin ayrıntılar: Doğal bir ölüm. Kaza sonucu ölüm. Şerefli bir ölüm. Kuşkulu bir ölüm.
4. Ölümü haber veren şey ya da ölümün dış belirtileri, kişileştirilmesi: Yüzüne bakılınca ölüme çok yakın olduğu anlaşılıyordu.
5. Etkinliğin tümüyle durması: Süpermarketlerin gelişimi küçük dükkânların ölümüne neden oldu.
6. Ölüm cezası; idam: Ölüme mahkûm edilmek.
7. Ruhsal ya da bedensel bakımdan, katlanılmaz çok güç bir durum: Bu sıcakta yola çıkmak bir ölüm.
8. Ölüm Allah'ın emri, “er ya da geç herkes ölecektir; bu işi yapmak için ölümü bile göze alıyorum” anlamında kesin kararlılık belirtmek amacıyla söylenir. || Ölüm değil ya, bir şeyin fazla çekinilecek, korkulacak bir yönü bulunmadığını belirtir. || Ölüm döşeğinde, ölmek üzereyken: Baban ölüm döşeğinde, sen nelerle uğraşıyorsun. || Ölüm fermanı, birinin kesin olarak ölmesi konusunda verilmiş karar ya da yapılan iş ve hareket. || Ölüm kalım, ölüm dirim, her türlü tehlikeyi düşünerek göze alma. || ölüm kalım meselesi, savaşı, yaşamda kalabilmek ya da varlığını sürdürebilmek için verilen savaşım. || Ölüm sessizliği, derin ve iç karartıcı sessizlik. || ölüm, ecel terleri dökmek, çok güç, sıkıntılı, heyecanlı anlar yaşamak: Sen gelinceye değin ölüm terleri döktüm. || ölüm var, dirim var, "insan yaşayabileceği gibi her an ölebilir düşüncesiyle davranarak tedbirli bulunmalı" anlamında kullanılır: Ölüm var, dirim var, insanın kenarda birikmiş birkaç kuruşu olmalı. || Ölümle burun buruna gelmek, ölüm tehlikesiyle çok yakından karşılaşıp ondan kurtulmak. || Ölümü göze almak, hayatını hiçe sayarak ya da ölümden korkmayarak tehlikeli bir işe girişmek: ölümü göze aldıktan sonra insan her şeyi yapar. || Ölümün ötesi kolay, “asıl güçlükler yaşarken vardır" anlamında söylenir. || Ölümün soluğu, ölümü haber veren işaretler. || Ölümüne susamak, koşmak, ölümüne yol açabilecek ya da ölümle sonuçlanabilecek tehlikeli işlere girişmek: Ölümüne mi susadın, elektrik direğine çıkılır mı?

—Cez. huk. Ölüm cezası, hükümlünün yaşamına son verilmesiyle yerine getirilen ceza. (Bk. ansikl. böl.)

—Huk. Ölüm karinesi, ölümüne kesin olarak bakılmasını gerektirecek durumlarda kaybolan ve cesedi bulunmayan kişinin gerçekten ölmüş sayılması (Türk med. k. md. 30). || Ölüm tazminatı, haksız fiil sonucu birini öldüren kişinin, ölenin yakınlarına ödediği tazminat. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm tutanağı, bir ölüm olayı üzerine yetkililerce tutulan tutanak. (Bk. ansikl. böl.) || ölüm yardımı, emekli sandıklarıyla sosyal sigorta kurumlarının ölenin yakınlarına yaptıkları parasal yardım. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüme bağlı tasarruf, kişilerin, ölümlerinden sonra sonuç doğurmak üzere yaptıkları hukuksal işlem. (VASİYET, MİRAS SÖZLEŞMESİ.) || Birlikte ölüm karinesi — BİRLİKTE.

—isl. Azrail adlı ölüm meleğinin ruhu bedenden ayırması. (Bk. ansikl. böl.)

—Kad. doğ. Yenidoğanın yalancı ölümü, doğumda cansız gibi görünen ve soluk almayan, ama kalbi az ya da çok hızla çarpmakta olan yenidoğanın durumu. (Bu durum bugün Apgar göstergesinin saptanması ile daha iyi belirlenmekte ve entübasyon, oksijenleme ve kalp masajları ile kurtarma odasında acil olarak tedavi edilmektedir.)

—Nörobiyol. Beyin ölümü, beynin hiçbir normal işlev göremediği bir organizmanın patolojik durumu. (Bk. ansikl. böl.)

—Nüfbil. Ölüm noktası, Lexis diyagramında bir ölümü belirten nokta. || Ölüm oranı, belli bir dönemde bir nüfus içindeki ölümlerin o nüfusa oranı (hayvanlar için de kullanılır). [ÖLÜM HIZI ya da KABA ÖLÜM ORANI da denir.] (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm oranı katsayısı, iki yaş arasında bulunan bir insan grubundaki ölüm sayısının, bu yaşların ilkinde olan insan sayısını gösteren rakam. (Grup için, bu iki yaş arasındaki ölüm olasılığını belirtir) || Aşırı ölüm oranı, karşılaştırma için ele alınan bir ölüm oranına göre fazla ölüm sayısı. (Bk. ansikl. böl.) || Bebek ölüm oranı, birinci yaş gününe henüz ulaşmamış bebekler arasında bir takvim yılı içindeki ölümlerin, o takvim yılı içindeki doğumlara oranı.

—Psikan. Ölüm dürtüsü, Freud'un ikinci topiğinde, insan varlığında bulunan, ama ona yabancı olan ve onu yaşamdan uzaklara iten bir gücü belirtir. (Bk. ansikl. böl.)

—Sig. Ölüm sigortası, sigortalının ölmesi durumunda, onun hak sahibi yakınlarına bir anaparanın ya da bir iradın ödenmesini garanti eden sigorta.

—Tanrıbil. Tanrı'nın ölümü tanrıbilimi, çağdaş düşüncede Tanrı fikrinin artık hiçbir rol oynamadığı konusundaki toplumbilimsel saptamadan doğan amerikan kökenli tanrıbilimsel düşünce akımı. (Bk. ansikl. böl.)

—Tip. Ölümün belirtileri, komanın aşıldığını ve adli tıp incelemesi için organların alınabileceğini gösteren veriler (Bk, ansikl. böl.) || Yalancı ölüm, kalp ve solunum işlevlerinin kısa bir süre için durması ya da ileri derecede yavaşlamasıyla belirgin durum. (işlevler fark edilemeyecek kadar zayıf olduğundan kişiye ölü görünümü verir.)

• ünl. Yok olması istenen bir kimseye, bir topluluğa ya da bir şeye yönelik olarak söylenen söz: Zalimlere ölüm!

—ANSİKL. Biyol. Hücresel düzeyde, yaşamsal işlevlerin devam etmesi diye tanımlanan ölümsüzlüğün olağanüstü bir tarafı yoktur: ikiye ayrılan bir bakteri ölmez, birleşen iki gametten yeni bir varlık meydana gelirken ölüm işe karışmaz ve daha geniş anlamda düşünülürse, yaşam olgusu yeryüzünde bir milyar seneden beri devam etmektedir. Laboratuvarda düzenli aralıklarla yeni besi ortamına aktarılan bir doku kültürü zaman sınırı olmaksızın üretilebilir (Harrison, Carrel, Gautheret). Çok hücreli canlılarda ölümün bir kural olması birbirinden bağımsız iki nedene bağlıdır:
Dış nedenlere bağlı ölüm: avcı bir hayvanın dişleri arasında ölüm, besleneceği avı bulamadığı için açlıktan ölüm, iklim değişikliği nedeniyle ölüm, bir kaza, hastalık, vb. nedenlerle ölüm. Doğada en sık rastlanan ölüm tipi budur.
İç nedenlere bağlı ölüm: yaşlılık yüzünden ölüm, bazen genetik programa bağlı ölüm (beslenmeyen kelebek, ananın ölümü ile sonuçlanan yumurtlama, cesedi yavruları koruyan koşnil, vb.), daha sık olarak da kırılganlığın gittikçe artması (kemik, damar çeperleri) ve bunun kaza olasılığını sürekli artırması sonucu meydana gelen ölüm. (UZUN ÖMÜRLÜLÜK.)
Biryıllık türlerin durumu. “Kötü mevsim"i (kış donu ya da kurak mevsim) olan iklimlerde yaşayan biryıllık hayvan ya da bitki türleri, bu mevsim başlar başlamaz arkalarında yavaşlamış bir yaşam süren döller (tohum, yumurta) bırakarak ölürler. Laboratuvarda, elverişsiz şartlar ortadan kaldırılınca bu varlıklar genellikle, sanki yaşlılıkları mevsimlerin bir yıllık ritmine uyum sağlarmışçasına, biraz daha uzun (ama çok değil) yaşarlar. Yıldan başka hiçbir bi- yoritim yaşamın uzunluğunu belirleyemez.
Yarı ölüm, organizmanın yalnız bir bölümünü ilgilendiren ölümdür: yaprak döken ağaçların yaprakları, kriptofit çokyıllık otların toprak dışında kalan kısmı, yılan ve böceklerin deri değiştirmesi, meşe mântarı ye özodunu, vb. Genel olarak insanda ve hayvanlarda canlı maddenin günlük olarak yenilenmesi her gün birçok hücrenin ölmesiyle gerçekleşir.
Tohumlarda, küçük anhidrobiyoz hayvanlarda vb. yaşam yavaşlaması temelde, bazen uzun ama her zaman sınırlı bir süre sonunda, koşullar elverişli olur olmaz etkin yaşamın (çimlenme, yumurtanın açılması, canlanma) tekrar kazanılmasıyla ölümden ayrılır. Kış uykusu için de durum aynıdır.
Ölümün yararı apaçık meydandadır: yalnız ölüm sayesinde biyosfer, genişlemeyen bir gezegende kendine yer bulabilir; biyolojik evrim ancak ölüm yoluyla sağlanabilir.

—Cez. huk.
Ölüm cezası. Kimi ülkelerin yasalarından çıkarılan, kimi ülkelerin yasalarında bulunmakla birlikte uygulanmayan bu ceza kimi ülkelerde sıkça uygulanmaktadır. Ölüm cezasının gerekli olup olmadığı yıllarca tartışıldı. Bu cezanın hukuk tekniğini aşan bir yönü vardır. Bu tür bir cezanın benimsenmesi, yalnızca ceza hukuku ve kriminolojinin kapsamını aşar. Ölüm cezası, giderilmesi olanaksız zarara yol açtığı için özellikle adli hataların bulunduğu durumlarda eleştiri konusu yapılmaktadır. Türk ceza k. ölüm cezasına yer veren yasalardandır. Türk hukukunda mahkemelerce verilen ve kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar verme yetkisi TBMM'nindir (Anayasa md. 87). Meclis'in onayından geçmeyen ölüm cezası kararları yerine getirilemez. Türkiye'de ölüm cezası hükümlünün asılmasıyla yerine getirilir. Cezanın yerine getirilmesi sırasında kararı veren mahkeme üyelerinden biri, C. savcısı, doktor, zabıt kâtibi ve cezaevi müdürü hazır bulunur. Hükümlünün bağlı olduğu dinin temsilcisi, savunma avukatı ya da ailesinden bir kişi de cezanın yerine getirilmesi sırasında hazır bulunabilir.

—Folk. Anadolu’da ölüme ilişkin birçok gelenek ve inanış vardır. Bunlar ölümü düşündüren ön belirtiler ve kaçınmalar, ölüm sırasında yapılması gerekenler ve ölümden sonraki uygulamalar olarak gruplandırılır.
Anadolu’nun birçok yerinde baykuş ötmesi, köpek uluması, ayna kırılması, .düşte ölmüş bir yakınını görme ya da henüz evlenmemiş kızlar için kendini gelinlikle görme vb. pek çok önemli ya da önemsiz olay, ölümü düşündüren ön belirtiler olarak değerlendirilir. Kaçınmalar yerine getirilmediği ya da yapıldığı zaman ölümle sonuçlanacağına inanılan davranışları kapsar. Değişik yörelerde bugün de yaşayan, evden ölü çıktığında o mahalledeki su dolu kapları, “azraıl parmağını batırmıştır ya da bıçağını yıkamıştır” diye dökme; ölü yıkanırken ya da cenaze geçerken “üstüne ölüm uykusu çökmesin” diye uyuyanları uyandırma; ölü evinden çıkanın “ölümün ağırlığı taşa geçsin" diye bir taşa oturması; mezar kazan ya da toprak örtenlerin kazma, kürek vb.’yi art arda ölüm olur diye elden ele vermeyip toprağa koyduktan sonra ötekine iletmesi; ölü yıkayıcılarının davranışlarını yinelememek için sabunu el üstünde başkasına verme vb. bu tür kaçınmalar niteliğindedir.
Ölüm ve ölüm sonrasındaki uygulamaların çoğunluğu dinsel gerekleri yerine getirme amacı taşır. Yörelere göre bazı farklılıklar görülmekle birlikte genelde temel din kuralları, belirleyici etkendir.
Ölüm anından gömülme işlemi bitinceye değin gözetilen bazı töreler de vardır. Örneğin; bazı yörelerde ölünün gömülmesi konusunda aceleci davranılır. Bunun nedeni ölünün kokmasını önlemek, acıyı bir an önce unutturmak, ölünün sorgucu meleklere iyi cevap verebilmesi için beyninin soğumamasını sağlamak vb. olarak açıklanır. Bu törelerin bir bölüğünde ise büyülük öğeler görülür. Ölünün ağzı ve burnunun pamukla tıkanması şeytanın girmeşjni önlemek için alınmış bir tedbir olarak değerlendirilir; bazı yörelerde ölünün yıkanmasından artan su kaçınılması gerekli bir madde olarak dökülür; bazı yörelerdeyse tam tersine bu su şifa niyetine kırklı çocuklara, hastalara dökülür. Bu suyla, öteki dünyada ölenle buluşma ya da acıyı soğutma amacıyla el yüz yıkama geleneği de vardır.
Anadolu’da ölüm olayıyla ilgili oldukça yaygın geleneklerden biri de ağıt yakmadır. Bunu başsağlığı dileme töresi izler. Kimi zaman bu iki töre iç içedir. Başsağlığı dilemeye gelenler üzüntülerini ifade eder ve ölü çıkan evdekileri yalnız bırakmamaya çalışır ve ölü evine yemek götürürler.
Ölünün eşyalarıyla ilgili en yaygın gelenek, bunları yoksullara dağıtmaktır. Bazen bunların su serpme, ayazlama vb. sembolik arındırma işlemlerinden geçirildiği de olur. Bu gelenek, ölünün dönüp gelerek eşyalarını kullanana zarar vermesini önleme amacını taşır.
Ölünün anıldığı, ruhuna adanarak Kuran, mevlit okutulduğu, aş verildiği belli günler, daha çok ölümün kırkıncı, elli ikinci günüyle yıldönümü; daha seyrek olarak da üçüncü ve yedinci günüdür. Bu tür geleneklerin bir bölümü, özellikle yemek verme eski türk inanışlarının izleri olarak değerlendirilmektedir.
Ölü için yas tutma süresi Anadolu'nun çeşitli yörelerinde farklılıklar gösterir. En yaygını kırk gündür. Bu süre içinde süslü giyinilmez, eğlencelere katılınmaz, bazı yörelerde yıkanılmaz ve iş tutulmaz. Yas rengi karadır. Bir yakını ölen başına kara yazma bağlayarak bunu belli eder. Bazı yörelerde giysilerini ters giyme, saçlarını kesme, beliklerini çözme vb. uygulamalara da rastlanır.
Yasın sona erdirilmesi birçok yerde bazı kurallara bağlıdır Bazı yörelerde bunun için ölümden sonraki ilk bayramın geçmesi gerektiğine inanılır, ilk bayramda bayram gezmesine çıkılmaz, gelen konuklara şeker yerine acı kahve ikram edilir. Kadınların kara yazmalarını çıkarıp renkli yazma bağlamaları, erkeklerin sakallarını tıraş etmeleri vb. bazı davranışlar da çeşitli yörelerde yas döneminin bittiğini belirtir. Birçok yörede de yas hamamı ya da ölü hamamı denen uygulamayla yas sona erdirilir.
Gelenekselliğini koruyan yörelerde ölüme ilişkin inanışlar ve gelenekler bugün de varlığını sürdürmekle birlikte özellikle kentlerde bunların yerini daha çağdaş uygulamalar almıştır.

—Huk. Ölüm, kişiliğe son veren bir olaydır Ölümle birlikte, ölenin kişilik haRları da sona erer Buna karşılık ölüm kişinin mal, varlığı haklarını ortadan kaldırmaz, bunlar ölenin mirasçılarına geçer. Ölen kişi adına dava açılamayacağı gibi, ona karşı da dava açılamaz. Ölen kişi hak sahibi olamayacağı gibi, borç altına da giremez. Ölüm olayı, kural olarak, nüfus kayıtlarıyla kanıtlanır. Ancak bu kayıtların yanlış olduğunu ileri süren kişi bunu her tür kanıtla kanıtlayabilir.

Ölüm tazminatı. Ölüm nedeniyle ödenen tazminat, maddi, ve manevi olabilir. Haksız fiil nedeniyle ölüm sonucunda ödenecek tazminat, özellikle cenaze giderlerini de kapsar. Ölüm, haksız fiilin hemen ardından olmamışsa tazminat tedavi giderlerini ve çalışma gücünden yoksun kalmaktan doğan zararları da içerir. Ölüm sonucunda başka kimseler, ölenin yardımından yoksun kalmışlarsa onların bu zararının da ödenmesi gerekir (Borçlar k. md. 45). Yargıç, özel durumları göz önüne alarak ölünün yakınlarına manevi zarar karşılığı olarak adalete uygun bir tazminat verilmesine karar verebilir (Borçlar k. md. 47).

Ölüm tutanağı, köylerde muhtar, il ve ilçelerle sağlık örgütü bulunan öteki yerlerde gömme izni verenler tarafından düzenlenir ve nüfus memurluklarına gönderilir. Ölüm genel bir taşıt aracında olmuşsa tutanak bu taşıtın sorumlusu tarafından düzenlenir. Sel, yangın, yer sarsıntısı, trafik kazası vb. nedenlerle meydana gelen toplu ölüm olaylarında ölüm tutanakları vali ve kaymakamlarca görevlendirilen memurlar tarafından düzenlenir. Kıtalarında ölen asker kişilere ait ölüm tutanakları kıta doktoru ya da onun yerine bakan görevlilerce hazırlanır.

Ölüm yardımı, ölenin hak sahibi yakınlarına (karı, koca, çocuk, ana ve baba) aylık bağlanması, toptan ödeme yapılması ve cenaze masraflarının verilmesi yardımlarını kapsar. Emekli sandığı’na bağlı olarak çalışanlardan emekli, malullük aylığı alanların ya da buna hak kazananların, hizmet süreleri on yıl ve daha fazla olanların ve görevi nedeniyle ölenlerin hak sahiplerine aylık bağlanır. Emekli ve malullük aylığı alanların ölümü halinde bir aylık tutarında ölüm yardımı yapılır. Hak sahibi kişilere ölüm aylığı bağlanması olanaksız olan durumlarda, Emekli sandığı’nda biriken para karşılığında toptan ödeme yapılır. Sosyal sigortalar kanunu' na göre sigortalının ölümü iş kazası ya da meslek hastalığından başka bir nedenle meydana gelmiş olmalıdır, iş tehlikesi nedeniyle ölüm olması sonucu yapılan yardımlar ayrıca düzenlenmiştir. Sigortalının ölümünde hak sahibi kişilere yasada belirlenen oranlarda ölüm aylığı bağlanır. Bunun için sigortalının malullük, yaşlılık aylığı almaktayken ya da bu aylıkların bağlanmasına hak kazandıktan sonra yahut en az beş yıldan beri sigortalı olarak toplam bin sekiz yüz gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olması gerekir. Ölüm aylığına hak kazanmadan ölen sigortalının kendisinin ve işverenin ödediği primler hak sahiplerine toptan ödenir. Ölen sigortalının ailesine cenaze masrafı yardımı da yapılır.

—ikonogr. Ortaçağ'ın sonlarına doğru ölüm, hıristiyan ikonografisinin başlıca temalarından biri durumuna geldi. O dönemlerde ölüm, yaşamın doyurduğu tüm kişilerin peşine düşerek öç alan tanrısal bir varlık olarak görülüyordu; çürümekte olan bir ceset (Jeanne de Bourbon'un mezarındaki figür, Louvre; Strasbourg müzesi’ndeki Memling'in sunakarkalığı) ya da daha genel olarak, elinde bir orak taşıyan (ya da taşımayan) bir iskelet biçiminde canlandırıldı. Ölümün ahlaki ve yergici (Ölüler dansı) bir anlayışla bu biçimde ifade edilmesi, mezar sanatına egemen olan mariz gerçekçilikle bir arada yürüdü (kardinal Lagrange'ın, Renö de Chalon'un, kardinal Birague'ın mezar heykelleri; mezar anıtlarında ilk iskelet figürlerinin XIV. yy.’da görülmeye başlanması).
Ölümün zaferi teması Mahşer atlısından esinlenir; Subiaco freskleri (XIV. yy.) ve Palermo’da Sclafani sarayı fresklerinde, Pisa campo santo’sunda adı bilinmeyen bir ressam, Floransa'da S. Croce’de Orcagna tarafından, Yaşlı Bruegel (Madrid), daha sonra B. West (Solgun atın üzerindeki ölüm, Philadelphia) tarafından ele alındı. J. Colombe’un Ölüm ve askerler konusunu işleyen bir minyatürü (Tres Riches Heures du duc de Berry) ve Magnasco’nun bir tablosu da (Campomorte Exvoto'su) anılabilir. Ancak, ölüm tasvirlerine özellikle germen kökenli sanatçıların yapıtlarında sıkça rastlanır: Dürer (Atlı, ölüm ve şeytan). H. Baldung (Ölüm ve genç kız ve Ölüm ve kadın, Basel; Vanitas, Viyana), Holbein (Ölüm görüntüleri adlı gravür dizisi), Rethel (Ölüler dansı konulu ağaç üzerine oyma baskı), Böcklin (Ölüleradası), M. Klinger (Ölüm üzerine, iki gravür dizisi). İspanyol ressamlar arasındaysa bu tema, Valdâs Leal (Finiş gloriae mundi ya da İki ceset; Ölüm, Sevilla) ve Goya (gravürler) tarafından ele alındı. F. Rops'un Baloda ölüm ve Ensor'un gravürü insanlar sürüsünü kovalayan ölüm de sayılabilir. Heykelcilik alanında, flaman kiliselerindeki kürsüleri taşıyan iskeletler, Thorvaldsen tarafından yapılan ve Ölüm ve ölümsüzlük temasının işlendiği Prens Eugen anıtı (Münih) ya da Picasso’nun Ölü başları (1943) sayılabilir. ( HİÇLİK.) Sinema alanında gerçekleştirilen ikonografik bir buluş da kayda değer: Cocteau’ nun Orphöe filmindeki ölüm motosikletçileri.
Tanınmış bir kişinin ölümüne ilişkin kompozisyonların da sayısı çoktur. Mantegna’ nın Ölü İsa (Milano), Ghirlandaio’ nun Aziz Francesco'nun ölümü (Floransa), Van Dyck'ın Âdem’in ölümü (Leningrad), il Tin- toretto'nun Habil’in ölümü (Venedik) adlı yapıtları.

—İsi. İslam inancına göre, her canlının yaşam süresi Tanrı tarafından kesin olarak saptanmıştır. Kuran’da şöyle denir: "Onların ecelleri (ölecekleri zaman) geldiğinde ne bir saat sonraya ne de öne alabilirler" (VII, 34). “Her canlı ölümü tadacaktır” (III, 185). “Hayat gibi ölüm de insanlar için bir sınavdır" (LXVII, 2).
Hz. Muhammet, müslümanlara koşullar ne olursa olsun, ölümü istemeyi kesin bir dille yasaklarken, "Tanrım, yaşamam hayırlıysa yaşamamı, ölümüm hayırlıysa ölmemi sağla” denilmesine izin verir.

—Nörobiyol. Beyin ölümü. Klinik olarak beyni ölmüş durumda olan hasta, kendiliğinden hiçbir etkinlik gösteremez, soluk almaz, gözbebekleri midriyaz halindedir, ağrı verici uyarılara karşı hiçbir tepki göstermez; buna aşılmış koma durumu denir; bu durumda organizma yapay olarak ısıtılmalı ve havalandırılmalıdır. Elektroan- sefalogramda çizgi dümdüzdür. Ölümün varlığını gösteren bu durumda da, solunum yapay olarak sağlanabildiğine göre bunun bir gerileme, bir iyileşme olanağı bulunan bazı barbütirik zehirlenmesi komalarından ayırt edilmesi gereklidir. Beyin ölümü hallerinde bir organ nakli (kalp, böbrekler) sözkonusu ise içorganların yaşaması sürdürülür.

—ANSİKL. Nüfbil. Nüfusbilim çözümlemesinde, genel ölüm oranının incelenmesini iki gösterge sağlar. Kaba ölüm oranı, yıllık ölümlerin sayısının toplam nüfus sayısına oranını belirtir; bununla birlikte, sözkonusu oranın değerinin bir ölçüde nüfusun yaş yapısına bağlı olması uluslararası karşılaştırmalarda yanlışlıklara yol açar; gerçekten ölüm oranı düşük yaşlı bir ülkenin kaba ölüm oranı, ölüm oranı yüksek genç bir ülkeninkinden daha fazla olabilir. Bu durumda, doğuştaki yaşama umudu ya da ortalama ömür daha geçerli bir göstergedir: belirli bir toplulukta, belirli bir kuşak ya da bir dönem için ölüm koşullarının daha iyi gösterilmesini sağlar. Yaşam* tablosu çizelgeleri aracılığıyla elde edilir.
Bireyler ve birey grupları arasında gözlenmiş ölüm oranı farklılıkları arasında şu ya da bu etmenin kesin rolünü belirlemek günümüzde hâlâ güçtür. Ölüm nedenleri arasında iç etkenler ve dış etkenler ayrımının yapılması, özellikle bebek ölüm oranının çözümlenmesini sağlar (iç etkenlere bağlı bebek ölüm oranı, bir ülkeden ötekine çok az değişir; oysa, ülkenin toplumsal açıdan sağlığı koruma ve hastalıkları önleme donanımını yansıtan dış etkenli ölüm oranı için durum bunun tam tersidir). Bu, dış etkenli ölümlerin toptan yok oluşuna karşılık düşen yaşama umudunu ölçen limit biyolojik ölüm oranı kavramınım tanımlama olanağını da verir. Ama çoğunlukla, toplumsal çevreye göre ölüm karşısında eşitsizlik örneğinin de gösterdiği gibi, iç ve dış etkenler birbirine karışır, karşılıklı etkilenerek ortak etkilerini artırırlar. Az elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü ile çok elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü arasındaki fark çok büyüktür. Ayrıca elverişli ve elverişsiz koşullarda yaşayan gruplar içinde de kırsal kesimde ve kentsel alanlarda yaşamaya göre büyük farklılıklar gözlenir.
Türkiye'de, 1931’de derlenmeye başlanan ölüm istatistikleri 1949 yılı sonuna kadar yalnızca 25 il merkezini, 1950 başından 1 mart 1957'e değin bütün il merkezlerini, bu tarihten sonra da bütün il ve ilçe merkezlerini kapsamı içine almıştır. Bu istatistikler, il ve ilçe merkezlerindeki ölüm olaylarında, yasa gereği olarak, “ölü gömme kâğıdı izni" vermekle görevli olan kişilerce doldurularak, illerde sağlık müdürlükleri, ilçelerde sağlık ocakları kanalıyla Devlet istatistik enstıtüsü’ne (DİE) gönderilen “ölüm istatistik formları”na dayanılarak hazırlanmaktadır. Türkiye'de, ölüm düzeyine ilişkin kapsamlı verilerin bulunmayışı özellikle 1960 öncesi için- bu konuda yapılan saptamaların, özel araştırmacılarla Birleşmiş milletler'in yaptığı tahminlere dayandırılması zorunluluğunu doğurmuştur. Buna göre, 1930'lardaki kaba ölüm oranına ilişkin tahminler °/oo 20 ile %. 30 arasında değişmektedir. Ölüm olaylarındaki bu yüksek oran, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında gelir ve refah düzeyinin düşüklüğü; sıtma, frengi, tifüs, vb. salgın hastalıkların yaygın oluşu ve buna karşılık o yıllarda sunulabilen sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Hükümetlerin, nüfus artışını özendirici bir politikayı benimsedikleri bu dönemde, özellikle ölümlerin azaltılmasına öncelik ve ağırlık verilmiştir. Ancak, 1940-45 yıllarında, savaş koşulları altında en önemli ilaçların bulunamayışı, salgın hastalıklar, şiddetli geçen kışlar yüzünden ölümlerin -özellikle bebek ölümlerinin- artması kaba ölüm oranlarında da %. 10 ile %. 40 arasında artışlara yol açmıştır. 1945’te, savaşın bitimiyle, ölüm düzeylerinde de önemli gerilemeler görüldü. Bir araştırmaya göre (Gürtan), 1945-50 arasında %. 17.6 olan kaba ölüm oranı, 1950-55 arasında %. 14,1'e, 1955-60 yıllarında %. 12,6’ya düştü. Bir başka tahmine göre (Shorter) ise, kaba ölüm oranları, sözkonusu dönemlerde sırasıyla %. 24,6, %. 21,8 ve %. 19,5 oldu. Bu durumda, kaba ölüm oranlarının 1945-50 döneminde %. 20, 1950-60 döneminde ise %. 15-20 olduğu söylenebilir. Bu olumlu gelişmede, 1950'ler Türkiye’sinde, tarımda modernleşme ve sanayinin gelişmesiyle yükselen refah ve gelir düzeyinin etkisiyle bulaşıcı hastalıklara karşı kullanılan ilaçların yaygınlaşması, DDT kullanımı, sıtma ve veremle savaşımda elde edilen başarılı sonuçlar, çocuk sağlığındaki iyileştirmeler önemli katkılar sağladı. Ölüm düzeyindeki gerileme 1960’tan sonra da sürerek 1960-65 arasında %. 17,3, 1965-70 arasında %. 11.5, 1970-75 arasında da %. 8.6 olarak hesaplandı (Shorter). Birleşmiş milletler'in tahmini ise aynı dönemler için sırasıyla, %. 15 ve % 11,7 ve 1975- 80 dönemi için de %. 10'dur, DİE’nin 1989 Türkiye nüfus araştırmasına göre, aynı yıl kaba ölüm hızı % 7,79 olarak gerçekleşmiştir. Öte yandan, ölüm oranlarına koşut bir gelişme gösteren ortalama ömür süresi (doğuştaki yaşama umudu), Türkiye'de, 1940 öncesi 45 yıl dolayında iken, 1940-45 döneminde 35 yıla geriledikten sonra, 1945-50 arasında 45 yıla, 19501i yıllarda ise 50 yıl dolaylarına yükselmiştir. Birleşmiş milletler'in hesaplamalarına göre, ortalama ömür süresi 1950-55 yılları arasında kadınlarda 48,3, erkeklerde 45,8, 1955-60 arasında kadınlarda 61,6, erkeklerde 60,3 yıl olarak saptanmıştır. Hacettepe üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre ise, 1965'te kadınlar için 55 yıl olan ortalama ömür süresi erkekler için 52 yıl; 1985'te kadınlar 67 yıl, erkekler için 62 yıl olarak saptanmıştır. 1989'daysa bu rakam, kadınlar için 69 yıl, erkekler için 64 yıl, ortalama 67 yıla ulaşmış dürümdadır. Böylece 1990'larda Türkiye, ortalama ömür süresinde gelişmekte olan ülkeler ortalamasının (61 yıl) ve dünya genelinin oldukça üzerine çıkmış ve gelişmiş ülkeler grubuna (75 yıl) yaklaşmıştır.
Türkiye'de tarihsel süreç içinde, kaba ölüm oranlarındaki gerileme, bebek ölümlerinde de görülmekle birlikte, bebek ölüm oranlarındaki düşüş daha yavaş bir tempoda gerçekleşmiştir. Nitekim, 1945-1950 yılları arasında 260 olan bebek ölüm oranı, 1950-55 döneminde % 233’e, 1955-1960 döneminde % 203’e, 1960-1965 yıllarında 176'ya, 1965-1970 yıllarında da % 151’e kadar düşmüştür. 1963 nüfus araştırması sonuçlarına göre, kırsal alanda % 190 olan bebek ölüm oranı, ilçelerde % 153'e, kentlerde % 143'e, metropoliten alanlarda % 101'e kadar düşmektedir. Bebek ölüm oranlarındaki gerileme 1970'ten sonra da sürerek, 1983 ve 1985’te % 83, 1987'de % 65, 1991'de ise % 57 olarak gerçekleşmiştir (DPT). Çok kısa bir sürede görülen bu hızlı gerileme, büyük bir olasılıkla, 1985'te başlatılan ve 5 milyon çocuğu kapsayan aşı kampanyasının olumlu sonuçlarından kaynaklanmaktadır. Ancak, bebek ölüm oranlarında kır ve kent kesimleri arasındaki farklılıklar hâlâ sürmekte, bu oranlardaki gerileme kentsel alanlarda kırsal alanlara göre daha hızlı olmaktadır. 1989'da, kentlerdeki bebek ölüm aranı % 53'e inerken, kırsal kesimde % 93 olarak saptanmıştır.

Aşırı~ölum oranı, Cıç türlüdür. Birincisi, bir ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişme koşulları bakımından benzerlik gösterdiği ya da göstermediği başka ülkelere göre genel aşırı ölüm oranı; İkincisi hemen hemen evrensel bir nitelik taşıyan, bütün yaşlarda saptanan ve erkeklerle kadınların ortalama yaşam sürelerinde 2-9 yıllık bir sapmayla ortaya çıkan erkek aşırı ölüm oranı; üçüncüsû ise, öteki toplumsal kategorilere göre bazı toplumsal kategorilerin göreli aşın ölüm oranı; bu son oran, incelenen grupların yaşları ya da yaş grupları bakımından ölüm oranlarının karşılaştırılmasıyla saptanır.

—Psikan. Ölüm dürtüsü. Bilinçdışında ölüm yoktur; eğer varsa, yaşam da ölüm de olmayan, ama salt etkinlik oluşturan istek ya da dürtüler biçiminde vardır. Bu durumda yapılması gereken şey, bilinçdışı- nın öznesinin ölüm konusunda ne bilebileceğini saptamaktır. Hiç kuşku yok ki yas işi dışında ya da edime geçişler ve çöküntü dışında, bilinçdışının öznesi hiçbir şey bilmemektedir; ancak birinci durumda ötekinin ölümü, ikinci durumda öznenin bir yitirme ya da reddetme işlevini yeniden yaratmak sözkonusudur. ölüm isteği, ölüm boğuntusu, hadımlık maskelerinden başka şey değildirler.

—Tanrıbil. Tanrının ölümü tanrıbilimi. XIX. yy.'da Hegel ve Nietzsche tarafından geliştirilen Tanrı'nın ölümü teması, çağımızda yeniden ele alındı. Gabriel Vahanian, VVİlliam Hamilton, Paul Van Buren ve Thomas Altizer gibi, yapıtları 1960-1970 arasında belli bir başarı kazanan bazı tanrı- bilimciler, Tanrı fikrinin yokluğunun toplumbilimsel açıdan saptanmış olması üzerinde durdular. Bu kurama göre hıristiyanlığın özü, Tanrı değil, insandır; daha açıkçası, insanoğlunun, insanlığını belli bir biçimde yaşayabilmesidir. Böylece, Albert Camus'nün Veba'daki sorusuna ulaşılıyordu: Tanrısız bir aziz olunabilir mi? Gerçekten de, her türlü metafizik ve dogmatik tartışmanın ötesinde Tanrının ölümü tanrıbilimleri, aslında Kutsal kitaplar’ın yaşayan TanrısTnın çarpıtılmış bir görüntüsü olan "yaradancılığın renksiz ve belli belirsiz tanrısT'nın reddedilmesi değil miydi?

—Tip. Ölümün belirtileri. Bugünkü reanimasyon yöntemleri sayesinde ölümün geleneksel belirtileri (solunumun ve kalbin durması) eski önemini yitirdi. Çünkü kalbin durmasına neden olan oksijen yokluğu yapay solünüm aygıtlarıyla giderilmektedir. Içorganlardan işlevlerini hâlâ koruyan olsa dahi, ölüm ilmühaberini yazmak için beynin öldüğünü saptamak (bk. Nörobiyol.) zorunluğu vardır.

Adli tıp açısından ölüm. Ölümün nedeni ne olursa olsun, resmi makamlar ölenin bir hekim tarafından muayenesini isterler. Adli tıp yönünden muayenenin ilk evresi ölümün kesin ve sürekli olduğunun ve reanimasyon manevralarının uygulanabileceği bir yalancı ölüm olmadığının saptanmasıdır. Yalancı ölüme yalnız havasızlıktan ya da suda boğulmuş yahut vücut sıcaklığı çok fazla düşmüş (soğukta kalıp komaya giren) kişilerde rastlanır. Cesede yapılacak herhangi bir müdahaleden (otopsi, organ alma) önce, beyin ölümü dışında, kalbin durduğunun saptanmasından başka dolaşımın durduğunun da kesin olarak saptanması gerekir
Ölüm halinde, dolaşımın durmasından başka, vücut sıcaklığının ortamın sıcaklık derecesine kadar yavaş yavaş düştüğü saptanır. Ölü sertliği, ölümün nedenine ve çevre sıcaklığına bağlı olarak değişik sürelerde yerleşir; sonra, damarlardan kanın dışarı sızması yüzünden altta kalan bölgelerde, morumsu kırmızı plaklar halinde soluk ölü morlukları belirir. Adli tabip, ölümün kesin olduğu kanısına v^jdık- tan sonra ölüm saatini saptamaya çahşmalıdır; ondan sonra da ölümün doğal ya da şüpheli olup olmadığını araştırmalıdır.

Kaynak: Büyük Larousse


Benzer Konular

11 Kasım 2014 / Ziyaretçi Sosyoloji
16 Haziran 2011 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
17 Eylül 2010 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji