Arama

Cenaze Nedir?

Güncelleme: 2 Ağustos 2012 Gösterim: 9.406 Cevap: 20
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
28 Ağustos 2009       Mesaj #1
reyan - avatarı
Ziyaretçi
cenaze Ar. cen¥ze
a. (cena:ze)
Sponsorlu Bağlantılar
1. Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü.
2. Ölü, ölmüş kimse: “Evden iki sene içinde üç cenaze çıkmıştı.” -P. Safa.
3. Cenaze töreni.

cenâze
1. Ölüm töreni, 2. Ölen kişi.


X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Ocak 2010       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Cenazenin Yıkanması Cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi müstehaptır. Yıkama işini yapmak için cenaze önce, teneşir denilen tahta bir sedir üzerine, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbiseleri tamamen çıkarılır. Cenaze yıkayan erkek veya kadın, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıdır. Yıkama bitinceye kadar da Gufrâneke yâ rahmân (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah) demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak, önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar. Sahih olan görüşe göre başını da meshedip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest verilmiş olur. Namazın ne olduğunu anlamayacak yaşta ölen çocuğa abdest verilmesine gerek yoktur. Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile, yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur. Şişip dağılmak üzere olan ölünün üzerine sadece su dökmekle yetinilir; abdest verdirmeye ve üç defa yıkamaya gerek yoktur.
Sponsorlu Bağlantılar
Ölünün saçı sakalı taranmaz; saçları ve tırnakları kesilmez; sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına hânît denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yeri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.
Ölü kapalı bir mekânda yıkanmalı, yıkayan ve yardım edenden başka kimse görmemelidir. Bir ölüyü ona en yakın olan biri veya takvâ sahibi güvenilir bir kimse yıkamalıdır. Yıkama karşılığında para alınmasa iyi olur.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Yıkayıcının gayri müslim olması mekruh olmakla birlikte müslüman bir ölüyü yıkayacak müslüman kimse yoksa bu takdirde gayri müslim yıkasa da olur.
Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır. Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir. Diğer üç imama göre koca karısını yıkayabilir.
Erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdirir. Mahremi yoksa yabancı bir erkek eline bir bez alarak bakmadan kadına teyemmüm ettirir.
Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yaptırılıp cenaze namazı kılındıktan sonra su bulunacak olursa, yeniden yıkanır. Cenaze namazını yeniden kılmaya gerek olup olmadığı konusunda Ebû Yûsuf'tan, biri kılınacağı, diğeri kılınmasına gerek olmadığı şeklinde iki görüş rivayet edilmektedir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabileceği gibi, aynı durumdaki erkek çocuğunu gerektiğinde bir kadın yıkayabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın sayılır ve ona göre kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.
Bir müslümanın akrabası veya karısı olan bir gayri müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse sünnete uygunluk şartına dikkat edilmeksizin yıkanır ve kefenlenerek gömülür.
Ölen müslümanın gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa bile cenaze gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini müslümanların borcudur.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.
Ölmüş bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.


Diyanet

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
26 Mart 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Muhtazar: Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişi.

Meyyit: Son nefesini vererek ruhunu teslim et­miş kişi. Meyyit kelimesinin kadınlar için kullanı­mı meyyite, çoğulu da emvât'tır.

Teçhiz:Ölen kişi için genel olarak yapılması gereken hazırlıklar.
Uygun bir yıkama yerinin bulunması, yıkama esnasında kullanılacak malzemelerin temin edil­mesi, kabrin kazılması, nakil ve benzeri hazırlık­lar teçhiz olarak adlandırılabilir.

Gasil: Sözlükte yıkama anlamına gelen gasil kelimesi, dini terminolojide daha çok cenazenin yıkanması anlamında kullanılmaktadır. Ölen bir Müslümanı yıkamak, diğer Müslümanlar için farz-ı kifayedir.

Tekfin: Ölünün yıkandıktan sonra kefenlenmesi.

Teşyi: Cenaze yıkandıktan sonra tabuta ko­nulup namazının kılınacağı yere ve daha son­ra kabrine taşınması.

Defin: Ölünün kabre gömülmesi.

Telkin: Son nefesine yaklaşmış, ölmek üze­re olan kişinin yanında kelime-i tevhid ve ke lime-i şehâdet okunması.
Cenaze kabre konulup bütün işlemler tamamlandıktan ve cenaze merasimine katılan­ların mezarın başından ayrıldıktan sonra, bir kimse tarafından kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben yapılan ve iman esaslarının hatırlatılmasından ibaret olan faaliyet de tel­kin olarak bilinmektedir.

Taziye: Cenaze merasiminden sonra ölü­nün yakınlarına teselli ve başsağlığında bu­lunma taziye olarak isimlendirilmektedir.

MsXLabs.org & DİB

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Mart 2010       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
ÖLÜM ANI

Ölüm anı, dünya hayatının sonu ve ahiret hayatının başlangıcıdır. Bu açıdan ölüm döşe­ğindeki hastanın, ebedi yolculuğa ruhen hazır­lanmasına yardımcı olunmalıdır. Zira hastaya gösterilen sevgi, saygı ve hoşgörü eksenli yak­laşım tarzı dinimizce sevap kazandırıcı eylem­lerden sayılmaktadır. Ayrıca hastaya söylene­cek sözlere dikkat edilmeli, ümitsizliğe düşürü­cü, gönül kırıcı sözlerden kesinlikle kaçınılma­lıdır. Allah'ın rahmetinden, affından, bağışla­masından bahsedilmeli ve mümkün olduğu kadar ona dua edilmelidir. Sonuç itibariyle ölüm döşeğindeki hastanın son yolculuğunda moralinin yüksek olması sağlanmaya çalışıl­malıdır.

ÖLÜM ESNASINDA YAPILACAK İŞ­LEMLER


Ölmek üzere olan kişi, mümkünse yüzü kıb­leye gelecek şekilde sağ yanına çevrilir. Bu mümkün değilse, başı hafifçe yükseltilip ayakları kıbleye doğru uzatılarak sırt üstü ya­tırılır. Eğer bu şekilde de mümkün değilse sı­kıntı verilmeyecek şekilde en uygun konumda yatırılır. insan için en zor durum olan can verme es­nasında, ölüm döşeğindeki hastanın ağzı ge­nellikle susuzluktan kurur. Hastanın hizmetin­de bulunanlar az miktarda suyla sık sık onun ağzını ısatmalı ve hararetini gidermelidir.
Aynı şekilde hastanın yanında onun duyaca­ğı bir ses tonuyla Kelime-i Tevhid ile Kelime-i Şehadet telaffuz edilerek hatırlatılmalıdır. Zira Peygamberimiz, "Siz ölmekte olana "Kelime-i Tevhid"i telkin edin, hatırlatın" buyurmuştur (Müslim, "Cenaiz", 1). Bu hatırlatma sırasında has­ta asla zorlanmamalıdır. Şayet kendisi söyle- yebiliyorsa, hatırlatmaya da gerek yoktur. Bi­lindiği gibi Kelime-i Tevhid "La ilahe illallah"; Kelime-i Şehadet "Eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasû- lüh" cümlelerinden oluşmaktadır.
Hastanın yanında Kur'an da okunabilir. Ni­tekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizin (ölmek üzere olan hastalarınızın yanında Yâ Sin (suresini) okuyunuz" buyurmuştur (îbn Mace, "Cenaiz", 4).
Kur'an okumak, özellikle hastanın ve etrafın- dakilerin üzüntüsünün azalmasına neden olur. Samimi bir kalp ile okunan ve huşu içinde dinle­nen Kur'an, kalpleri Allah'a yöneltir ve İslam'ın inanç esaslarını yeniden hatırlatır. Bununla bir­likte hasta, ölüm anı yaklaştıkça yanında bulu

nanları tanımakta zorlanabilir, hatta birtakım sı­kıntılar da çekebilir. Ölüm anında çekilen bütün sıkıntılar, kişinin günahlarına kefaret, manevi derecesinin yükselmesine ve günahlarının affe­dilmesine vesile olacaktır.

Ayrıca kişinin ölüm anında acı çekip çekme­mesi durumundan hareketle, halk arasında "fa­lanın ölümü kolay oldu, falan çok zor can verdi. Filanın yüzü nurlandı" vb. sözlerle ölünün iyi ve­ya kötü insan olduğu hakkında bazı yorumlar ya­pıldığı görülmektedir. Ölüm anında yaşananlar dikkate alınarak buna benzer yorumlar isabetli değildir. Bu sözlerle ölünün yakınları rencide edilmekte ve insanların gönüllerine kuşku düşü­rülmektedir. Çünkü ölünün akıbeti hakkındaki doğru ve kesin bilgiyi Allah (c.c.)'tan başka hiç kimse bilemez.
Ölüm anında kişinin yüz ifadeleri değişebilir ve tam olarak anlaşılamayan sözler söyleyebilir. Bütün bunlar hastalığın etkisiyle olabileceği gi­bi, kişinin dünyada işlediği amellerle ilgili de olabilir. Bu durum, insanların kesin hükme va­ramayacakları bir konu olduğundan, hastanın kötülüğüne yorumlanmamalıdır. Çünkü hasta psikolojik, biyolojik vb. birçok faktörden etkile­neceğinden dolayı, ölüm anında yaşadıkları, ki­şinin iyiliğine ve kötülüğüne kesin bir delil ola­rak kabul edilemez.

ÖLÜM HABERİ

Ölüm döşeğindeki kişinin yakın akrabalarına haber verilerek helalleşmelerine imkân verilme­lidir. Ayrıca hastanın yakın akrabaları ve sevdi­ği kişilerin yanında bulunmaları hastanın öz gü­venini artırabilir ve ölüm korkusunu azaltabilir. Kişi vefat ettikten sonra ise, cenaze ile ilgili hiz­metlerin görülmesi ve dini görevlerin yerine ge­tirilmesi için eş, dost, akraba ve arkadaşlarına uygun bir şekilde ölüm haberi ulaştırılmalıdır. Ölüm haberi, cami minaresi ve belediye hopar­lörü vb. vasıtalarla yapılabileceği gibi gazete ve internet gibi iletişim araçlarıyla da yapılabilir.

MsXLabs.org & DİB
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
30 Mart 2010       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ölünün Üzerindeki Elbise ve Ziynet Eşya­larının Çıkarılması: Vefat hadisesinden sonra cenaze soğumadan üzerindeki elbiseler ve var­sa ziynet eşyaları çıkarılır.

Çenenin Bağlanması: Kişi vefat edince ağzı açıksa kapatılır. Bir bez ile çenesi başın­dan bağlanır. Gözleri kapatılır.

Ellerin Yana Uzatılması: Cenaze soğu­duktan sonra düzeltmek mümkün olmayacağı için cenaze düzgün bir şekilde yatırılarak eller yan tarafına uzatılır.

Ayakların Uzatılması: Aynı şekilde cenazenin düzgün şekle getirilmesi için ayaklar uzatılıp baş parmaklardan birbirine bağlanır.

Bu işlemler yapılırken şu dua okunabilir:

"Bismillâhi ve alâ milleti rasulillâh. Allahüm- me yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi mâ ba'dehû ve esid bi likâike vecal mâ harace ileyhi hayran minmâ harace anhu."

Manası: "Allah'ın ismiyle ve Rasûlullah'ın di­ni üzerinde olsun. Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Gitmiş olduğu yeri çıktığı yerden hayırlı eyle."

Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir. Ölü yı kanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mek­ruhtur. Kaza ve afet sonucu ölenler için sözü edilen işlemlerin hepsinin yapılması mümkün olmayabilir. Bu durumda mevcut imkanlar kul­lanılmalıdır.

Cenazenin defni geciktirilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizi defnetmede acele ediniz" (Tirmizî, "Cenâiz", 30) buyurmakta­dır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu emri, cese­din günlerce bekletilmemesi içindir. Cenaze­nin bozulmasından endişe duyulmuyorsa veya cenazenin bozulmadan morglarda korunması sağlanabiliyorsa, velisi veyahut akraba ve dostlarının cenaze merasimine katılımlarının sağlanması için cenaze birkaç gün bekletile­bilir.

MsXLabs.org & DİB
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Nisan 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ölünün Yıkanması

Cenazenin yıkanması farz-ı kifayedir. Bu ko­nuda ölen kişinin çocuk veya yetişkin olmasın­da bir farklılık söz konusu değildir. Yalnız savaş­ta şehit düşenlerin yıkanması mecburiyeti bu­lunmamaktadır.
Yanan veya suda boğulan kişilerin yıkandıkla­rı takdirde vücutlarının parçalanması söz konu­su ise yıkanmayıp, üzerlerine sadece su dökü­lür. Su kullanılamadığı takdirde uygun görülür­se teyemmüm ettirilir.
Islam kültüründe, hangi cenazenin kim tara­fından yıkanacağı konusunda da bir genel ka­bul oluşmuştur. Buna göre, erkek ölüyü er­kek, kadın ölüyü de kadın yıkamalıdır. Genel ilke böyle olmasına rağmen, bunun istisnaları da olabilmektedir. Şöyle ki; bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Söz konusu iddet müddeti, bit­medikçe evliliğin devam ettiğine hükmedilir. Ancak koca, ölmüş hanımını yıkayamaz. Çün­kü erkekler için iddet bekleme gibi bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla hanımı vefat eden bir erkeğin evlilik ve nikah bağı tama­men ortadan kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca hanımına teyemmüm verebilir. Yine erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdire- bilir. Vefat eden kadının mahremi bulunma­ması durumunda, yabancı bir erkek eline bir bez alarak vücuduna bakmadan kadına te­yemmüm ettirebilir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabilir. Aynı durumdaki erkek çocuğunu da bir kadın yıka­yabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtala­rı alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kim­se ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın statüsünde değer­lendirilir ve kadın gibi kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niye­tiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yal­nız su içinde kalmış olmasıyla yıkama farzı yeri­ne gelmiş olmaz.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak defnedilir, yıkanması ge­rekmez.
Ölmüş bir Müslümanın başı ile beraber vü­cudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üze­rine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak def­nedilir.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler tekrar yıkamayı gerek­tirmez ve o haliyle defnedilir.
Cenazenin yıkanacağı yerin kapalı olması ve cenazeyi yıkayan ile yardımcılarından baş­kasının bulunmaması tavsiye edilmektedir. Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görev­lendireceği ehil bir kişinin yıkaması uygun gö­rülmektedir. Ancak büyük ilçe ve şehirler ile köyden kente veya ülkeler arası göçlerin ya­şandığı günümüzde cenaze genelde mahalli idarelerin oluşturduğu özel birimler tarafından yıkanarak defne hazır hâle getirilmektedir.
Cenazenin yıkanması, kefenlenip hazırlan­ması ve defnedilmesi hususunda mümkün ol­duğu kadar acele edilmesi müstehaptır. Cena­zeyi yıkamak için önce teneşir denilen yüksek­çe bir yere, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel koku­lu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve daha önce çıkarılmamış- sa elbisesi çıkarılır. Cenaze yıkayan erkek ve­ya kadın, farz olan yıkama görevini yerine ge­tirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalı­dır. Yıkama bitinceye kadar da "Gufrâneke yâ rahmân" (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey Rahmân olan Al­lah'ım!) demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altın­dan ölünün avret yerlerini temizler. Sonra ab- dest aldırmaya başlar. Abdest aldırma işlemin­de, önce cenazenin yüzü yıkanır. Ağza ve bur­na su verilmez. Sadece dudakların içi ve dışı, burun delikleri, göbek çukuru parmakla veya parmağa sarılan bir bezle mümkün mertebe silinir. Daha sonra elleri, kolları yıkanır. Sahih olan görüşe göre başına da mesh edilir ve ayaklar geciktirilmeksizin bir an önce yıkanır. Böylece ölüye abdest aldırılma işlemi tamam­lanmış olur. Namaz ile mükellef olmadan, kü­çük yaşta ölen çocuğa abdest aldırılmasına ge­rek yoktur.
Abdest aldırma işlemi tamamlandıktan son­ra, cenazenin üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sa­bun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmamalıdır. Ölü yıkandıktan sonra bir bezle kurulanmalıdır. Yıkama esna­sında gereksiz yere su israf edilmemelidir. Sonra ölü oturur duruma getirilerek karnına hafifçe bastırılır. Eğer ölüden bir şey çıkarsa yıkanıp giderilir, yeniden yıkanması ve abdest aldırılması gerekmez. Ölünün saçı ve sakalı ta­ranmaz. Saçları ve tırnakları kesilmez. Sün- netsiz bir şekilde vefat etmişse, sünnet edil­mez.
Ölünün temizlenmesinin farklı bir anlamı vardır. Yukarıda anlatıldığı gibi ölü belli usul­lerle yıkanıp abdest aldırılır. Bu işlem cenaze­nin sadece maddi kirlerden arındırılması anla­mına gelmez. Aynı zamanda bu temizleme iş­lemi ile ölü, adeta yeni doğmuş gibi yıkanmış olur. Temizleme işlemi, bir yönüyle yeniden doğuşu sembolize etmektedir. Başka bir açı­dan, fani yolculuk olan dünya hayatının ölü üzerinde bıraktığı manevi kirlerin temizlenme­sini temsil etmektedir.

Ölünün Kefenlenmesi

Ölünün kefenlenmesi farz-ı kifayedir. Bulu­namaması gibi bir zaruret olmadıkça, kefen için beyaz renkli kumaş tercih edilir. islam'da israfın hoş görülmemesi nedeniyle, kefenin çok pahalı kumaştan seçilmesi uygun değildir.
Bu nedenle kefen, cenazenin sosyal ve eko­nomik durumuna göre uygun bir değerde ol­malıdır.

Kefen; sünnet, kifâyet ve zarûret miktarla­rında olmak üzere üçe ayrılır.
Sünnet miktarı kefen: Erkek için; izâr (vücu­du tepeden tırnağa saran parça), kamîs (göm­lek) ve lifafe (sargı)den ibarettir. Kadın için ise; izâr, başörtüsü, sargı ve göğüsleriyle kar­nını bağlamak için kullanılan bir bağ ve göm­lek olmak üzere beş parçadan oluşmaktadır.
Kifayet miktarı kefen: Erkek için kefenin ye­tecek en az miktarı, izâr ve sargı olmak üzere iki parçadır. Çünkü erkeğin sağlığında giydiği asgari ölçüdeki elbise izar ve sargıya karşılık gelir. Tek parça elbise ile namaz kılmanın mekruh olduğuna kıyasla, tek parçalı kefenin de mekruh olduğuna hükmedilmiştir. Kadının kefeni ise iki elbise ile bir başörtüsüdür.
Zarûret miktarı kefen: Erkek ve kadın için zarûret halinde kefenin en az ölçüsü, bütün bedeni örtecek kadar olmasıdır. "Ancak zaru­retler kendi miktarlarınca takdir olunur" ka­idesi gereğince, özellikle kıtlık, savaş ve yay­gın bulaşıcı hastalık gibi sebeplerle ortaya çı­kan toplu ölümlerde, bütün bedeni örtecek miktarda kefen bulunamayabilir. Bu durumlar­da söz konusu prensip dikkate alınarak, kefenin zaruret miktarı eldeki mevcut imkanlara göre belirlenebilir.

Erkekler İçin Kefenleme Şekli


Müslümanlar arasındaki yaygın uygulamaya göre kefenler, cenazeye sarılmadan önce bir­kaç defa güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe tabut içine veya hasır ya da kilim gibi bir şey üzerine en dışta olacak şekilde ya­yılır, onun üzerine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği giydirilmiş olarak izârın üstüne konur.
Ölü erkeklerin, izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır, sonra lifâfe de aynı şekilde sarılır. Açılması ihtimaline karşılık, ke­fen bir kuşak ile de bağlanabilir.

Kadınlar İçin Kefenleme Şekli

Aynı şekilde kefen güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe en alta yayılır, onun üze­rine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği içinde izârın üstüne konur.

Ölü kadınların, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konulur ve üstüne, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine izâr sarılır ve izârın üze­rinden göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra lifâ­fe sarılır. Göğüs örtüsü lifâfeden sonra da bağ­lanabilir. Kefen konusunda buluğ çağına yaklaşmış ço­cuklar, büyükler hükmündedir. Buluğ yaşına ulaşmamış çocukların kefenleri sadece izâr ve lifâfeden oluşmaktadır.

MsXLabs.org & DİB
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Nisan 2010       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Doğum ve ölüm olgusu, insanlar için son derece önemlidir. Yeni doğan bir çocuğun dünyaya gelişi büyük bir mutluluğa ve heyeca­na neden olmaktadır. Vefat eden insanın ay­rılığı da geride bıraktığı yakınlarını ve sevdikle­rini büyük bir acı ve kedere sevk etmektedir. Şüphesiz henüz adı bile konulmamış yepyeni bir insanın dünya hayatına katılımı, büyümesi ve olgunluk devresine ulaşması kolay olma­maktadır. insan çocuk, kardeş, abi, abla, an­ne, baba, amca, dayı, hala, teyze, nine ve de­de. olarak dünyada bir konum elde etmekte­dir. Yine insan evliliklerle akrabalıklar, birlikte yaşadığı çevrede komşuluklar ve çalıştığı iş kollarında da güçlü arkadaşlık ve dostluk bağ­ları kurmaktadır.
Bu açıdan kişinin ölümü, kendisiyle ortak noktaları olan kimseleri yakınlık derecesine göre acı ve mateme sevk etmektedir. Geride kalanlar, bu acı ve kederi için için yudumla­mak, ilahi yazgıya boyun eğmek ve ölümü bü­yük bir sabırla içselleştirmek zorundadır. in­san, bütün acı ve mutsuzluk duygularına rağ­men, ölen yakınlarına karşı son görevini yap­mak durumundadır. Bu görev büyük bir özen ve özveriyle yapılmalıdır. Acaba bugün bizler fert ve toplum olarak cenazelerimize yaptığı­mız son görevde, olması gereken standardın neresindeyiz? işte bu soru bağlamında bazı noktalara açıklık getirilmesinin faydalı olacağı­na inanıyoruz.
Değişen dünyada insanların hadiseleri algı­lama ve yorumlamalarında farklılıklar yaşan­maktadır. Bu bağlamda birçok konuda olduğu gibi cenaze törenleri de bugün bazı noktalar­dan tenkit edilebilmektedir. Ölülere saygıyı önceleyen Hz. Peygamber'in buyruk ve uygu­lamalarını anlamada bazı olumsuzlukların ya­şandığı müşahede edilmektedir. Vefat eden insanların ebedi mekanına en iyi şekilde yer­leştirilmeleri, Müslümanlar üzerine bir görev olarak anlaşılmalıdır. Bu çerçevede cenazeye ilişkin bazı meselelere kısaca temas edilmesi­nin faydalı olacağı düşünülmektedir.

a. Cenazeye Saygı Gösterilmelidir

Bilindiği gibi insan yeryüzünün en kıymetli varlığıdır. Bu açıdan da hürmet edilmeye layık bir konumdadır. insan hayatta iken değerli ol­duğu gibi ölünce de değerlidir. Nitekim, Hz. Peygamber, huzurundan geçen cenazeyi gör­düğünde ayağa kalkarak saygı göstermiştir. Hatta Hz. Peygamber'in ayağa kalktığı cenazenin gayrı müslim bir kişiye ait olduğu kendisine hatırlatılınca; "Bu da bir insan değil
mi?" "(Müslim, "Cenaiz", 78) şeklindeki cevabı, insana sırf insan olduğu için saygı gösterilme­si gerektiğinin fiili bir örneğidir.
Ölülere saygı göstermek, yaşayanlara karşı saygılı olmanın başka bir ifadesidir.

b. Cenaze Merasiminde Bazı Temel Kural­lara Riayet Edilmelidir


Gerek dinî gerekse resmî nitelikte icra edilen törenlerde dikkat edilmesi gereken bazı kural­lar vardır. Bu kurallar, törenin mahiyetine uy­gun olarak icra edilmesinde belirleyici bir öne­me sahiptir. Söz konusu kurallara riayet edil­memesi, en başta ölüye karşı bir saygısızlıktır. Ayrıca dinî ve insanî görevini yerine getirmek üzere törene katılan kişileri küçük düşürücü bir davranıştır.

Bütün boyutlarıyla düşünüldüğünde merasim­lerde uyulması gereken kuralların önemli oldu­ğu anlaşılmaktadır. Allah'ın yarattıkları arasın­da seçkin bir yeri olan insanın vefatı söz konu­su olunca, insanı ebedi yolculuğuna uğurlamak gerçekten üzerinde ciddi olarak durulması ge­reken bir konudur. Bu bağlamda bir cenaze merasiminde riayet edilmesi gereken temel ku­ralların neler olduğu hususunu hatırlatmak fay­dalı olacaktır:
1- Ölülerin iyilikleri dile getirilmelidir. Hz. Peygamber, ölülerin hayırla anılmasını tavsiye etmektedir. (Tirmizi, "Cenaiz", 34) Merasim anında ve sonrasında vefat eden kişinin iyilik­leri hatırlanmalı ve kişi hayırla anılmalıdır.
2- Cenaze merasimlerinde insanlar giyim ve kuşamlarına özen göstermelidir. Giyilen kıya­fetler bir bayram havasını hatırlatmamalıdır. Bu konuda öteden beri devam eden geleneğin göstergesi olarak, cenaze merasiminde giyil­mesi gereken kıyafetler konusunda kültürel bir birikim mevcuttur.
3- Cenaze merasiminde ortalama bir ma­tem havası olmalıdır. Cenaze merasiminde Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde dövünülmemeli, saç baş yolunmamalı ve yer­siz sözler söylenmemelidir. insanlar konuşma­larına dikkat etmeli, sessiz ve sakin olmalı, ta­vır ve davranışlarıyla kimseyi rahatsız etme­melidir.
Cenaze yakınlarının acılarını azaltacak ve onları teselli edecek konuşmalar yapılmalı, ta­vır ve davranışlarla cenaze yakınlarının acıları­nın paylaşıldığı hissettirilmelidir.
4- Cenaze merasimlerinin yapıldığı cami av­luları, olabildiğince temiz ve düzenli olmalıdır. Söz konusu alanda gelenlerin, rahatlıkla giriş çıkışını sağlayan genişlikte kapılar yer almalıdır.
Gerektiğinde yağmurlu ve soğuk havalarda cemaati koruyacak kapalı mekanlar tesis edil­melidir.
5- Cenazelerin taşındığı araçların temizliği ve bakımı iyi yapılmalıdır. Ayrıca araçlar cena­ze hizmetinin gerektirdiği işlevler bakımından belli bir düzeyde olmalıdır.
Bu durum, israf olarak algılanmamalı, bila­kis cenazelerimize gösterdiğimiz derin saygı ve hürmetin bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.

Cenaze îçin Faydalı Olan Aktivitelere Yer Verilmelidir


Cenaze merasimlerinde, çiçek ve çelenk gi­bi ölüye fayda sağlamayan etkinliklerde aşırı­ya kaçılmaması, hatta bu alışkanlıkların en aza indirilmesi gerekir. Bu tür aktiviteler, ölüye fayda sağlamadığı gibi, çok sayıdaki çiçek ve çelenkler değerlendirilemediği için israfa ne­den olabilmektedir. Bunların yerine ölü için faydalı olabilecek etkinliklere yer verilmesi da­ha isabetli olacaktır. Kur'an okuma ve Allah (c.c.)'ın kendisini affetmesi ve günahlarını ba­ğışlanması için dua etmek başta olmak üzere, ölü adına yapılacak her türlü hayır ve yardım­lar, onu ebedi âlemde rahatlatabilecek etkin­liklerdir.


Alkış, Cenaze Merasiminde Bulunması Gereken Sükuneti Bozmaktadır


Bazı cenaze törenlerinde, cenazenin alkış­lanması geleneksel ritüellerimizle bağdaşmamaktadır. Böyle bir ritüelin yaygın hâle gel­mesi, toplumda alkışı hak eden veya etmeyen cenaze ayrımı yapma gibi bazı yanlış anlaşıl­malara sebep olmaktadır. Bu da kimin alkış­lanmayı hak ettiği, kimin de hak etmediği yo­rumlarına neden olacaktır ki, böyle bir anlayış hiçbir şekilde doğru değildir.

Cenazelerin alkışlanması ve slogan atılması gibi nümayişlerin, belli tarihten itibaren mey­dana gelen siyasi cinayetler vb. ölümlerle baş­layan uygulamaların bir yansıması olarak gün­deme geldiği görülmektedir. Kuşkusuz slogan, alkış, ıslık gibi nümayişler, hem cenazeye kar­şı, hem son görev olan ibadete karşı, hem de son görevin ifa edildiği mekâna karşı olumsuz­luklar içermektedir. Söz konusu nümayişler, sessizlik atmosferini bozmaktadır.

Cenaze Namazının Kılınması Teşvik Edil­melidir


Müslümanın diğer Müslüman kardeşi üze­rindeki haklarından birisi de cenazesine iştirak etmesi ve namazını kılmasıdır. Bunun hem şahsi hem de toplumsal hayata faydaları söz konusudur. insanlar bu vesileyle ölümü hatır­lar, nefis muhasebesi yaparak hayata ve in­sanlara karşı daha yumuşak ve mantıklı yak­laşmaya başlar. Her an ölebileceği düşüncesi-

ni hafızasında canlı tutan bir Müslüman daha affedici olur. Kişinin bu olumlu tutum ve dav­ranışları, toplumsal hayata da olumlu bir şekil­de yansır ve böylece toplumsal barış ve huzu­run tesis edilmesine katkı sağlanmış olur.

Cenaze Namazında Tertip ve Kadınların Konumuna Dikkat Edilmelidir


Bilindiği gibi cenaze namazı farz-ı kifayedir. Cenaze namazının cemaatle kılınması şart ol­madığı gibi ister erkek, ister kadın olsun tek bir Müslümanın kılmasıyla farz-ı kifaye yerine getirilmiş olur. Mükellefiyet ve hüküm bakı­mından cenaze namazında kadın ile erkek arasında hiç bir fark yoktur.

Cuma, bayram, beş vakit namaz ve cenaze namazları olmak üzere cemaatle kılınan bütün namazlarda, erkeklerle birlikte namaz kıldıkla­rı takdirde, kadınların erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaz için saf oluşturmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz safla­rını önce erkekler, sonra erkek çocuklar daha sonra da kadınlar şeklinde düzenlemiştir.
"Namazda erkek saflarının en faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır. Kadın saflarının en faziletlisi, en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en önde ola­nıdır. " (Müslim, "Salat", 132; Ebu Davud, "Salat", 97; Tirmizi, "Mevakıt", 52) hadisi, cemaatle kılı­nan bir namazda kadın ve erkeklerin saf düzeninin nasıl olması gerektiğine açıklık getir­mektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine uygun olan safların yukarıda ifade edildiği gibi olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygula­masına uyulmaması halinde bir takım mahzur­lar ortaya çıkabilecektir.
Hanefi mezhebine göre, kadınların cemaat­le kılınan bir namazda, erkek safları arasına karışarak imama uymaları halinde, rüku ve secdeli namazlarda kadınların arkasında ve hi­zasında kalan erkeklerin namazları fasit olur. Bu durum, rüku ve secdesi bulunmayan cena­ze namazında meydana gelirse, erkeklerin na­mazı fasit olmazsa da, sünnete dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygulamasına aykırı ha­reket edildiği için mekruh olur.

MsXLabs.org & DİB
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Nisan 2010       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
a. Cenazenin Kabre Taşınması

Defnedilmek için hazırlanan cenazenin bek­letilmemesi gerekir. Sözgelimi, cuma günü sa­bahleyin hazırlanan cenazenin, cemaati daha çok olsun diye, cuma namazı sonrasına bekle­tilmesi mekruhtur.
Cenazeyi teşyi etmek, yani arkasından me­zara kadar gitmek sünnettir. Özellikle akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş ki­şilerin cenazesini teşyî etmenin nafile namaz
dan daha faziletli olduğu ile ilgili bağlayıcı ol­mayan bazı değerlendirmeler yapılmıştır.
Cenazenin, dört kişinin birer taraftan tutma­sı şeklinde taşınması sünnete uygundur. Ce­nazenin her bir tarafından tutularak onar adım, dört taraftan toplam kırk adım taşınma­sı müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alı­nır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omu­za, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür. Cenazenin, omuzlara alınarak kabre götürülmesi, cenaze­ye hürmet ve saygı anlamı taşımaktadır.
Bir insanı ahiret yurdunun kapısına eşya ta­şır gibi götürmek insanın şeref ve onurunu rencide eder. Bunun için de bir zaruret olma­dıkça cenazeyi sırtlamak, hayvan veya araba­ya yüklemek mekruh görülmüştür. Ülkemizin köy ve kasabalarında büyük oranda cenazeler insanların omuzlarıyla taşınmaktadır. Ancak büyük şehir ve metropollerde, mezarlıkların şehir dışında ve uzak yerlerde olması halinde, cenazenin arabayla taşınması mekruh olmaz. Günümüzde söz konusu yerlerde cenazeler daha çok mahalli idarelerce tahsis edilen özel araçlarla taşınmaktadır.
Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasın­dan yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte,
önden yürümelerinde de bir kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak ta­kip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygundur. Cenaze ve matem havasına uygun davranılmalı, gereksiz yere konuşulmamalıdır. Yapılacak en doğru ve faydalı iş, cena­zeye günahlarının affı için dua etmek ve bir gün kendimizin de öleceğini hatırlamak, dünya ile irtibatımızı ve dini hayatımızı sorgulayarak te­fekkür etmektir.

b. Defin


Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indiri­lince, oturmaları için bir engel yoksa cemaatin cenazeye saygının bir ifadesi olarak oturması uygundur. Cenaze omuzdan inmeden otur­maları mekruh olduğu gibi cenaze yere indik­ten sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak faziletlidir. Lahit, kabrin içinde kıble tarafının oyulmasıy la yapılır ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şe­kilde sağ tarafı üzere buraya yerleştirilir.Lahi tin önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi malze­meler konulur. Böylece atılan toprak ölünün üstüne değil, bu malzemelerin üstüne gelmiş olur. Bu ölüye saygının bir gereğidir. Kabrin kazıldığı yer lahit yapılamayacak derecede yu­muşak veya ıslak ise, bu durumda, dere gibi bir çukur kazılır ki buna şak (yarma) denir.Gerekirse bunun iki yanı kerpiç veya tuğla gibi maddelerle örülür. Sonra ölü bunların arasına konur ve ölüye dokunmayacak şekilde tahta, kerpiç vb. maddelerle üzeri örtülür. Kabrin di­bi ıslak veya yumuşak olduğu durumlarda ce­naze tabut ile birlikte gömülebilir. Fakat ge­rekmedikçe tabut ile gömmek mekruh sayıl­mıştır.
Kabir temininde güçlük çekildiği takdirde, daha önce defin yapılmış bir kabre, önceki ölünün çürüyüp sadece kemiklerinin kalacağı bir sürenin geçmesinden sonra ikinci bir cena­ze defnedilebilir. Bu süre iklim, bölge ve top­rak özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. ikinci defin önceki ölünün kemikleri dikkatlice bir kenara toplandıktan sonra yapılabilir. Ka­bir hazırlandıktan sonra cenaze kabre indirilir. Bundan sonraki aşama şöyle gerçekleşir:
Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üze­rinde bağı varsa çözülür. Cenazeyi kabre ko­yan kişiler "Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh" (Allah'ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiya­ca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem ol­maları daha uygundur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.
Definde bulunan kişilerin kabir üzerine üç avuç toprak atarak birinci defada "Sizi bundan (topraktan) yarattık", ikincisinde "Sizi tekrar toprağa iade edeceğiz", üçüncüsünde de "Sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız" demeleri müstehaptır.
Kabrin topraktan bir iki karış yükseltilip, de­ve hörgücü gibi yapılması menduptur. Kabir üzerine su serpmede-gerekli olmamakla bera­ber bir sakınca yoktur.

MsXLabs.org & DİB
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Nisan 2010       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
a. Kur'an-ı Kerim Okuma

Cenaze defnedildikten kısa bir süre sonra, orada Kur'an okunması bir gelenek haline gel­miştir. Özellikle Yasin, Mülk, Vâkıa, İhlâs, Felak ve Nâs sureleri ile Fâtiha ve Bakara suresinin ilk beş ayeti okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer müminlerin ruhlarına bağışlanır. Ölünün günah­larının bağışlanması için dua edildikten sonra ce­maat yavaş yavaş mezarın yanından ayrılır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) cenaze defne­dildikten sonra bir müddet cenazenin mezarı ba­şında bekler ve cemaate şöyle buyururdu
"Kardeşiniz için Yüce Allah 'tan mağfiret is­teyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyi­niz. O şimdi sorguya çekilmektedir" (Ebû Dâvud, "Cenâiz", 67-69).
Ölünün yakınları, ölünün hayrına olabilecek ve onu ölüm ötesi hayatta rahatlatacak maddi ve manevi bazı etkinliklerde bulunabilir. Bu çerçevede fakirlere sadaka verme, cami, okul yaptırma gibi toplumun istifadesine sunulabi­lecek bazı tesisler inşa edilebilir. Çünkü bu müesseselerin vesile olduğu her türlü hayırlı iş ve hizmet, kişiye sevap olarak gidecektir.

b. Telkin


Telkin, cenaze kabre konulup Kur'an okun­duktan sonra geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır. Pey- gam-beri-miz-in "Ölülerinize 'lâ ilâhe illallah' telkin ediniz." (Müslim, Cenâiz, 1) sözündeki "ölü­leriniz" kelimesi, islam alimlerinin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere olanlarınız" şeklinde anlaşılmıştır. islam alimlerinin bir kısmı, telki­nin sadece ölüm döşeğindeki hasta için geçer­li olduğunu, definden sonraki telkinin meşru olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefi alimle­ri ise bu konuda açık bir hüküm bulunmadığı­nı, ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir. Malikiler'e göre telkin, ölüm döşeğinde iken verilir, cenaze defnedildikten sonra telkin vermek mekruhtur. Bir kısım Ha­nefi alimlerince, sorumluluk yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin ve­rilmesi meşru görülmüştür. Şafii ve bir kısım Hanbeli fıkıhçılara göre de telkin yapılması müstehaptır.
Hadis kaynaklarında yer almayan, ancak yaygın olarak halk nezdinde tatbik edilen, cenazenin defninden sonra kabirdeki bir müs- lümana şu sözlerle telkin verilebilir:

"Üzküril-'ahdellezî harecte 'aleyhi mine'd- dünyâ.Şehâdeti en-lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke lehû ve enne Muhammeden 'abduhû ve Rasûlühû. Ve enne's-sâ'ate âtiyetün lâ raybe fîhâVe enne'l-lâhe yeb-'asü men fi'l-kubûr.Kul radîtü billâhi Rabben ve bil-Islâmi dînen ve bi Muhammedin sallâllâhü aleyhi ve sell- eme nebiyyen ve bi'l-Ka'beti kıbleten ve bi'l- Kur'âni imâmen ve bi'l-Müslimîne ihvânen."Rabbiyellâhü lâ ilâhe illâ hû. Ve hüve Rabbu'l-arşi'l-azîm.

...Anlamı: "(Ey Falan oğlu falan). Dünya hayatından ayrılırken üzerinde bulunduğun 'Lâ Ilâhe illâllahu vahdehu la şerîke lehu ve enne Muhammeden abdühu ve Resûlühu (Allah'tan başka bir ilâh yoktur; yalnız O vardır, ortağı yoktur; Muhammed O'nun kuludur ve O'nun Peygamberidir)' Kıyamet gelecektir, onda şüphe yoktur. Allah, kabir­lerde olan kimseleri diriltecektir, ahdini hatırla.
De ki; Rab olarak Allah'a, din olarak islâm'a, peygamber olarak Muhammed (s.a.s.)'e, kıble olarak Kâbe'ye, imam olarak Kur'ân'a ve kardeş olarak Müslümanlara rıza gösterdim.
Rabbim, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O, büyük Arş'ın Rabbidir. (Nevevi, el- Ezkar, 194)
"Ey Allah'ın kulu!
De ki: Allah' tan başka ilâh yoktur.
De ki Rabbim Allah'tır. Dinim islâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır.
Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın."

MsXLabs.org & DİB

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Nisan 2010       Mesaj #10
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Iskat; namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gi­bi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fa­kirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fid­yeden maksat söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir.
Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağ­lığında eda veya kaza edemediği namaz borç­larını uhdesinden düşürebilmek için ölümün­den sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemek için geliştirilen bir yöntemi ifade eder.
Hz. Peygamber, sahabe, tâbiîn ve tebeu't-tâ- biîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi müm­kün değildir.
Ibadetler ve bu nitelikteki kefaretler "Allah hakkı" grubunda yer aldığı için kural olarak ıs­kat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için ya­pılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddi unsurunu teşkil edeceğinden, ibadetler ancak Yüce Yaratıcı'nın belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getiri­lirse ifa edilmiş sayılır. ibadetlerin dinin kulluğuve teslimiyeti sembolleştiren hükümlerinin en başında yer almasının da anlamı budur.Bu itibarla, ayette sadece oruç tutmaya gü­cü yetmeyen sürekli mazeret sahibi kimselerin fidye vermesinin emredildiği, bunun dışındaki ıskat-ı savmın ayette yer almadığı, ıskat-ı salâtın ve devir işleminin ise Kur'an veya Sün- net'ten herhangi bir delile veya fıkhi hüküm elde etmede kullanılan bir usule dayanmadığı açıktır. Zaten bedeni ibadetler ruhun Allah'a yükselişini sembolize ettiği, kişinin kendini ge­liştirip eğitmesine yardımcı olduğu ve tabii olarak mükellef açısından birçok manevi ve deruni yararlar taşıdığı için bunların sıradan bir borç alacak ilişkisi çerçevesinde mütalaa edilmesi ve neticede ıskat usulünün alternatif ifa olarak görülmesi bu ibadetlerin ruh ve amacına aykırıdır. Ancak vefat eden kimsenin yakınlarının, kişinin ölüm ötesi hayatta so­rumluluklarını azaltacak bir şeyler yapabilme yönündeki iyi niyeti ve gayreti, ıskat ve devrin islam toplumunda hızla yaygınlaşmasının te­mel nedeni olmuştur.
Mazeretsiz olarak tutulmayan ve kaza edil­meyen oruçlar için ıskat-ı savm'ın, bütünüyle ıskat-ı salâtın ve devrin cevazı yönünde Kur'an'da, Sünnet'te veya sahabenin ve müçtehit imamların fetvalarında hiçbir açıkla­ma yoktur. Buna rağmen ıskat ve devrin uygulamada giderek yaygınlaşması, bunun İs­lam'ın öngördüğü veya cevaz verdiği bir usul olarak algılanmasına, insanların sağlıklarında ibadetleri ifada tembellik etmesine veya ih­malkâr davranmasına, İslam'ın bu adeti sebe­biyle yanlış anlaşılmasına ve haksız ithamlara maruz kalmasına yol açmaktadır.
Şurası kesin olarak bilinmelidir ki, belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve onun da gü­ya hamiyetli davranarak, aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve ödenmesi gereken meb­lağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işi­nin devamı demek olan "devir" uygulamasının aklî ve dinî hiçbir dayanağı yoktur. Bunun Müslümanlar arasında yaygınlaşmış olması üzücüdür.
Din adına yapılan bu tür yanlış uygulamaları önlemenin belki de en etkili yolu, İslam'ın te­mel esaslarıyla bağdaşmayan uygulamalara yer vermemek, hatta verenleri ikaz etmektir. Geride kalanlar, ölenlerin namaz ve oruç bor­cu için para ödememelidir. Bu konuda yapa­cakları en doğru şey, kendi ibadetlerini düzen­li şekilde yerine getirmek, dünyada iyi bir Müs­lüman olarak yaşamak ve ölen yakınları için, sevabını onlara bağışlamak üzere hayır, eser, iyilik, ibadet ve dua yapmak olduğu bilincine ermeleridir.
Sonuç olarak, imkanlar dâhilinde fakirlere sa­daka vermek, hayır kurumlarına yardımda bu­lunmak, geride kalanların ölüler için yapabile­cekleri davranışlardan bazıları olarak sayılabilir. Ancak bunlar yapılırken ölenin varisleri arasın­da fakirler, yetimler, ihtiyaç sahibi eş ve çocuk­ların bulunması halinde ölenin vasiyeti dışında geride kalanların kendi mallarından harcama yapılarak mağdur edilmeleri de kesinlikle caiz değildir.

MsXLabs.org & DİB
Son düzenleyen asla_asla_deme; 19 Nisan 2010 21:43
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

27 Mart 2013 / Misafir Soru-Cevap
7 Aralık 2016 / reyan Müslümanlık/İslamiyet
11 Kasım 2008 / HerHangiBiri Mustafa Kemal ATATÜRK
27 Kasım 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük