Arama

Ruh Nedir?

Güncelleme: 26 Kasım 2015 Gösterim: 2.586 Cevap: 4
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
12 Aralık 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
ruh
Sponsorlu Bağlantılar
is. (ru:hu)
Ar.
--------------------------------------------------------------------------------

1. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz, tin

2. mec. Canlılık, duygu: "Bu adamda hiç ruh yoktur."

"Nesri gibi güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı Türk gazeteciliğini bir vatan hizmeti telâkki etmiş ve kutsî bir vazife gibi ifa ediyor." -Y. K. Beyatlı.

3. En önemli nokta, öz: "Meselenin bütün ruhu burada."

"Lâkin oyunun ruhunu anlamak mümkün değil." -M. Ş. Esendal.

4. Esans: "Nane ruhu."

"Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur." -H. R. Gürpınar.

5. fel. Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü

6. Hayalet, görünmeyecek kadar zayıf: "Doktor Hikmet, zayıflaya zayıflaya, âdeta bir ruh hâlini almıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.


ruh bilgini, ruh bilimci, ruh bilimi, ruh bilimsel, ruh çöküntüsü, ruh doktoru, ruh göçü, ruh hastası, ruh hekimi, ruh hekimliği, ruh karmaşası, ruh ölçümü, ruh ötesi, ruh sağlığı








X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Şubat 2008       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ruhumuza karşı görevlerimiz şunlardır:
- Ruhumuzu asılsız ve yanlış inançlardan temizlemek,
Sponsorlu Bağlantılar
- Doğru ve sağlam inançlar yerleştirmek,
- Doğru ve faydalı bilgilerle donatmak,
- Kötü düşünce ve çirkin huylardan arındırmak,
- İyi düşünce ve güzel huylarla süslemek
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
8 Mart 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Vefattan sonra ruh, Allah'ın (celle celâluhu) huzuruna kadar yükselir. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanına göre, ruh çıktıktan sonra melekler onu bir atlasa sarar ve Mele-i A'lâ'ya kadar götürürler. Uğradığı her menzil ve tabakada, "Bu ne güzel ruh, bu kimin ruhu?" diye sorarlar. Melekler, onun yeryüzünde anıldığı en güzel isim ve unvanlarıyla tanıtarak, "Bu, namaz kılan, din uğrunda bin bir mehâliki iktiham eden falanın ruhu." derler ve herkes, hüsnü istikbâl eder. Nihayet, semavatın üstünde Huzur-u Rabbilâlemîn'e çıkarılır. Cenâb-ı Hak, hüsnü kabul gösterir ve "Bunu tekrar kabre götürün; Münker-Nekir'in sualine hazır olması için, cenazesinin başına koyuverin." buyurur. Bunun üzerine onu sual-cevap için geriye getirirler. Orada, "Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin ne?" suallerine cevap verir...
Kötü insanın ruhu ise her yerde kötü karşılanır. Seb'a-semâvât'ta nefretle yâd edilir. Huzur-u Kibriyâ'dan da baş aşağı atılır. Münker-Nekir'e cevap verecek hâle gelemez ve cevap veremez. Çünkü, dünyada lüzumsuz şeylerle vakit geçirmiş ve yararlı işlerde bulunmamıştı.. bu şekilde o, kıyamete kadar türlü türlü azap çeker.
Kabirde sual vardır, tazyik vardır, fakat asıl hesap Mahkeme-i Kübrâ'dadır. Hadisin ifadesiyle, kabir sıkar ve tazyik eder. Hesapsa, haşirden sonra görülecektir. Evet, mizan kurulacak, defterler dağıtılacak, Sırat geçilecek, sonra da Cennet ve Cehennem'e sevindiren ve ürperten bir sevkıyat olacaktır. (Bu ve benzeri meselelerin teferruatı hakkında yazılmış pek çok kitap olduğu gibi, hadis kitaplarında da yeterince bilgi mevcuttur.)
Kabir, aynı zamanda dünyada temizlenmemiş bazı günahların hesabının da yapıldığı ve temizlendiği bir yerdir. Asıl Hesap Günü'ne bırakılan büyük cinayetlerin yanında, önemsiz sayılabilen günah ve lekelerin bir kısmı, Allah (celle celâluhu) tarafından ya bu damıtma odalarında giderilir ya da büyük suçların muhakemesi ve cezası ileride kurulacak büyük mahkemelere bırakılarak, –tıpkı dünya hayatında küçük polisiye vak'aların karakollarda, birkaç günlük sıkıntıyla atlatılması gibi– kabirde de 'lemem' denilen küçük günah ve hataların hesabı görülüp, bitirilebilir.. dolayısıyla da çekilecekler çekilmiş ve ileriye bırakılmamış olur.
Ehl-i tahkik, Kur'ân ve Sünnet'e istinaden şöyle der: Büyük günahların yanında küçük günahları da olan kimselerin bir kısım kusurları, dünyada çekilen sıkıntı, musibet ve hastalıklarla temizlenirken, bazısı da vefat anında silinir ve kalanlar da, Büyük Mahkeme'ye bırakılmasın, orada hizlana maruz kalınmasın diye, kabirde üçüncü bir temizleme ameliyesinden geçer. Kabrin temizleyemeyeceği ölçüde kabarık olan leke ve günahlar ise, ileride Haşir Meydanı'nda, terazinin başında, sıratta ve daha da olmazsa Cehennem'de temizlenecektir. (Allah, bizleri burada temiz yaşatsın ve kirlerimizin oralara kadar temadisine meydan vermesin!)
Bir kısım hadislerden öğrendiğimize göre, Hz. Abbas (radıyallâhu anh), şiddetle arzu etmesine rağmen, Hz. Ömer'i (radıyallâhu anh) ancak vefatından tam altı ay sonra rüyasında görebilir ve sorar: "Neredeydin yâ Ömer?", "Sorma, hesabı henüz verebildim." der. Belki, orada üzerinde en ufak bir iz kalmasın diye Mevlâ, onu böyle bir ameliyeye tâbi tutmuştur. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. Acı bir ilaç ama, arkada Cennet şifası var.
Kabir sıkmasını Sa'd b. Muaz (radıyallâhu anh) gibi seviye insanı bir sahabide de görüyoruz. Sahih hadis kaynaklarına göre, Muaz (radıyallâhu anh) kabre konunca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Fe sübhânallah, kabir Sa'd b. Muaz'ı da sıkarsa!" buyururlar. Demek ki, kabrin tazyik etmeyeceği insan yok. O Sa'd ki, vefatında Cibril (aleyhisselâm) gelip "Sa'd'ın ölümüyle Arş ihtizaza geldi Yâ Resûlallah!" demişti. Cenazesine iştirak eden Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayaklarının ucuna basarak yürüyünce, sebebi soruldu ve şöyle cevap verdiler: "Cenazesini teşyî' için o kadar melâike geldi ki..." Sa'd (radıyallâhu anh) oydu... Sıkma da bu... Ya biz!..
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
4 Temmuz 2012       Mesaj #4
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Ruh

Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle (zât) eşanlamlı olarak ele alınır. Teoloji'de ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır. Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır. Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan arasında bir ayrım yapıldığı görülmektedir.Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan, var olması için fiziksel maddeye ihtiyaç duymayan, maddedışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama yeteneğine sahip, değişen ve gelişen, maksatlı bir prensip (kaynak) ya da bir kudret olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da ebedi, yetenekler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata ile sevap yapma iradesine sahip bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir.

Bununla birlikte ruh kavramının kültürden kültüre, dinden dine, felsefeden felsefeye geniş ölçüde çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Çeşitli dinler ve filozoflar, ruhun doğası (yapısı), beden ile ilişkisi, kökeni ve ölümlü olup olmayışı konularındaki farklı görüşleriyle bir sürü teori ortaya koymuşlardır. Birçok dini ve felsefi gelenekte ruhun her canlı oluşumun içteki özünü içeren, kendine özgü bir varlık olduğu ve insanın temel unsurunun beyninden veya organizmasının herhangi bir kısmından ziyade ruh olduğu kabul edilir. Buna karşılık diğer bazı din ve felsefelerde ise ruhun beden ile kendisi arasında aracılık görevi görecek maddi bir elemanı bulunduğu kabul edilir. Ruh ile can kavramları arasında kimi kültür, din ve felsefelerde bir ayrım yapılmamış, kimilerinde ise bir ayrım yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına rağmen, sözkonusu terimler, sık sık aynı kavramı belirtmek üzerine birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir.

Devamı için: Ruh Nedir?
In science we trust.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
26 Kasım 2015       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
RUH a. (ar. ruh).
1. Fels. ve Tanrıbil. Bazen can ile bir tutulan, tin'den (zihin, bilinç ve düşünce) ayrı yaşam ilkesi. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
2. Bir kimsenin zihinsel, ruhsal etkinliğinin ve bilinç hallerinin merkezi, o kimsenin gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümü: insan ruhunu anlamak. Onda bir şair ruhu var. Ruh soyluluğu. Ruh huzuruna erişmek.
3. Duygu, duyarlılık; canlılık, hareket: Adamda ruh yok ki duygu tansın. Bir eyleme yeni bir ruh kazandırmak.
4. Ed. (Bir topluluk), ruhu, toplumsal bir grubun üyelerine özgü, o grubu belirleyen düşünce ve davranış biçimlerinin tümü: Bir ulusun ruhu. Kitle ruhu. Takım arkadaşlığı ruhu.
5. Bir şeyin can alıcı noktası, özü: Bu öneri, yasanın ruhuna aykırı.
6. Bir şeye özgünlüğünü kazandıran, onda sürekli var olan, ona can katan, o şeyin insan duyarlılığına seslenmesine yol açan şey: Bu kentte ruh yok, anlamsız bir taş yığını.
7. Ruh durumu, ruh hali, bir kimsenin duygularıyla, davranışlarıyla, düşünceleriyle açığa vurduğu iç dünyası. || Ruh gücü, ruh büyüklüğü, karakter sağlamlığı, soyluluğu. || Ruhu bile duymamak, bir işin yapıldığını hiç mi hiç sezmemek, anlamamak, bir işin iyi gitmesinden sorumlu olduğu halde onun kötü bir biçim almasına hiçbir üzüntü belirtisi göstermemek. || Ruhu şad olsun, bir ölüyü hayırla, sevgiyle anarken söylenen söz. || Ruhum!, sevgi gösteren sesleniş (ed.). | (Bir kimsenin) ruhuna işlemek, söz konusu bir şeyse, onu derinden etkilemek; olumsuz, kötü bir şeyse, onun ayrılmaz bir parçası durumuna gelmek: Konser olağanüstüydü, ruhumuza işledi. Tembellik onun ruhuna işlemiş. || Ruhuna okumak, ölmüş bir kimse için Kuran okumak. || Bir kimsenin ruhunu okumak, onun ne düşünüp ne duyduğunu tümüyle anlamak. || Ruhunu şad etmek, ölmüş bir kimsenin iyi yönlerini anmak. || Ruhunu (şeytana) satmak, çıkarı için ahlaki bir değeri feda etmek. || Ruhunu teslim etmek, ölmek.

—Arkeol. Ruh evi, eski Mısır’da, VI. ve XII. hanedanlar arasında kullanılan, pişmiş toprak eşya. (Bk. ansikl. böl.)

—Eczc. Eskiden uçucu ilaçlara ya da damıtma yoluyla elde edilen ilaçlara ve al- kola'lara denirdi. Örneğin etilli alkolaya şarap ruhu, kâfurlu alkolaya kâfur ruhu, eterli alkolaya lokmanruhu denirdi.

—Etnogr. iyi ruh, yaşayanlara iyilik ettiğine inanılan doğaüstü varlık. || Kötü ruh, yaşayanlara kötülük, hastalık ve felaket getirdiğine inanılan doğaüstü varlık. (Bk. ansikl. böl.)

—Fels. Güzel ruh (alm. schöne Seele), Flegel'e göre, "tinin, katıksız saydam birliği içinde, kendi kendisi hakkında sahip olduğu bilgi” (Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], Mutlak bilgi) (Güzel ruh, genç Hegel'in mistik dönemine ait bir kavramdır; ama Flegel Tinin görüngübilimi'nde de bu kavramdan söz eder. Flegel'e göre güzel ruh, kendini sınırlandırabilecek her türlü somut eylemi reddederek dil aracılığıyla ifade ettiği evrenselliğini ve saflığını korur. || Kötü ruh, Descartes'ın, aldatan bir tanrı fikri tasarlamayı ve dünyanın gerçekliği ve algılanması konusunda köklü bir kuşku duymayı gerektiren varsayımı. (Bk. ansikl. böl.)

—Giz. bil. Ruh çağırma - İSPRİTİZMA,

—isi. insanın manevi özü. (Bk. ansikl. böl.)

—Kim. Damıtma yoluyla elde edilen ve kolayca uçan maddelerin eski adı; özellikle bileşiminde % 66-70 oranında etanol bulunan damıtık içki. || Ateş ruhu, etano- lûn eski adı. || Kükürt ruhu, kükürt dioksi- din eski adı. || Lokman ruhu - LOKMANRUHU. || Nane ruhu - NANERUHU. || Ni- şadır ruhu - NIŞADIRRUHU. || Odun ruhu, metanolün eski adı. || Potasyum nitrat ruhu, nitrik asidin eski adı. || Sirke ruhu - SİRKERUHU. || Şarap ruhu, etil alkolün eski adı. || Tuz ruhu - TUZRUHU. |j Vitriol ruhu, sülfürik asitlerin, sülfit asitlerinin ve an- hidritlerin eski adı.

—Psik. Ruh hastalığı - AKIL HASTALIĞI. || Ruh sağlığı - AKIL SAĞLIĞI.

—Ted. Ruh tedavisi - PSİKOTERAPİ.

—Tip. Ruh doktoru, halk arasında ruh ve akıl hastalıkları uzmanlarına (psikiyatr) verilen ad.

—ANSİKL. Arkeol. Ruh evleri mezarların üst kısımlarına yerleştirilirdi. Önceleri sunu masalarının basit birer taklidi olan bu eşyalar, daha sonra, revaklı birtaraçası ve giriş merdiveni olan ev modellerine dönüştü. Evin önündeki avlu, genellikle adak eşyalarına benzer şeylerle doldurulurdu. Sırlarının henüz çözülememiş olmasına karşın büyüyle İlişkili oldukları şüphe götürmeyen ruh evleri, o dönemin özel konutları hakkında tam bir fikir verir.

—Etnogr. iyi ve kötü ruh inanışının temeli, şamanlığa değin uzanır. Bu iki zıt kavramdan, özellikle kötü ruh ön plandadır. Şaman duaları, kötü ruhları kovmaya, onların getirebileceği kötülükleri, felaketleri ve hastalıkları uzaklaştırmaya yöneliktir. (SAMANLIK.) Kötü ruh inanışının izlerine batı Türkleri'nde de rastlanır; nitekim Anadolu’nun birçok yöresinde bu inanışın uzantıları bugün de görülür, inanışa göre kötü ruh, yaşarken de kötülük eden kişilerin ya da büyük bir haksızlığa uğramış olup intikam almak isteyenlerin ruhudur. Kimi zaman bir insanı buyruklarına alıp ona istediklerini de yaptırabilirler Bunlardan korunmak için en etkili yol, ruhun girdiği evi ya da etkilediği kişiyi hocaya okutmaktır. Anadolu'nun bazı yörelerinde bugün de akıl hastalarının, kötü bir ruhun etkisinde oldukları inanışı yaygındır.

—Fels Ruh kavramı, büyük felsefe sistemlerinde farklı anlamlara gelir. Bazıları, onu başka bir şeye bağlamaksızın, kendi başına tanımlar Örneğin Platon’a göre "Ruh (psykhe) en yüksek derecesinde ölmeyen ve yok olmayan şeydir (Phaidon, 106), “Sitede de ruhta da birbirine uyan eşit sayıda kesimler vardır (arzu duyan; öfe- keye kapılan; akıllı davranan) [Devlet, 4 440], Bu tanım, belli bir tinselciliğin (ruhun ölümsüzlüğü) ve bireyi topluma bağlayan birleştirici anlayışın kaynağını oluşturur. Başka bazı öğretilerse ruhu, onu başka bir şeye bağlayarak tanımlarlar (örneğin “beden’’e ya da ”anlık”a) ve bu karşıtlığı ruhun kurucu bir öğesi sayarlar. Örneğin Aristoteles’te ruh (psykhe), cismin şeklini belirtir: “Sonuç olarak ruh, gizli güç olarak yaşama kudretine sahip doğal bir nesnenin, yani organize bir cismin ilk entelekheia’sıdır" (Peri psykhes [Ruh üzerine], 2,1).
Descartes ruh/beden karşıtlığına, her ikisinin de kurucu öğesi olan ve “ruh ile bedenin birliği” adını verdiği kavramı ekler Böylece "ruh” ve “beden”, üçüncü bir kavrama, "ruh ile bedenin birliği” kavramına başvurulmaksızın düşünülemez. “Önce, bu üç tür kavram arasında büyük bir fark görüyorum, çünkü ruh kendini ancak saf anlık aracılığıyla kavrayabilir; cisim, yani uzam, şekiller ve hareketler de ancak anlık aracılığıyla bilinebilmekle birlikte, anlık imgelemden yardım görürse çok daha iyi bilinirler; ve nihayet ruh ile bedenin birliğine bağlı olan şeyler tek başına anlıkla olsun, imgelemden yardım gören anlıkla olsun, ancak bulanık bir biçimde bilinebildikleri halde, duyumlar aracılığıyla çpk açık bir biçimde bilinirler” (Lettre â Elisabeth [Elisabeth’e mektup], 1643).
Spinoza, ruh ve bedenin, yani farklı iki töz’ün birliği diye bir sorunun olamayacağını ileri sürerek sorunu başka bir biçimde ortaya koyar: ruh, daha başlangıçtan (tanımı gereği), bedene bağlıdır, çünkü bedenin fikrinden başka bir şey değildir. Spinoza şöyle der: “insan ruhunun önce fiili varlığını meydana getiren şey, fiilen var olan tikel bir şeyin fikrinden başka bir şey değildir” (Etika, 2,11). Bu yaklaşımdan, bilginin doğasına ilişkin önemli sonuçlar çıkar: ruh, ancak beden fikrini içeren şeyi, ya da bu fikirden çıkarılabilecek şeyi bilebilir. Tersine olarak, bilgimizin (cisimler hakkındaki bilgimizin) zenginliği, kendi cismimizin (bedenimizin) zenginliğiyle orantılıdır: bedenimizin etkinliğini artıran her şey, ruhumuzun gücünü de artırır.
Leibniz'e göre ruh, bölünmezliği dolayısıyla, geometrideki bir noktaya ya da fizikteki bir atoma benzetilebilir Bu nedenle Leibniz ruhu, "metafizik nokta” ya da “biçimsel atom” olarak tanımlar. Ayrıca, Leibniz, Descartes'a karşı aristotelesçi geleneği benimser ve yalnız insanın değil, hayvanların ve hatta bitkilerin de ruhu olduğunu kabul etmek gerektiğini ileri sürer. Ruh kavramı ile monat kavramı arasında da ayrım yapmak gerekir: “Genel olarak algıları ve iştahları olan her şeye Ruh dersek [...], bütün basit tözlere ya da monadlara da ‘ruh’ diyebiliriz; ama duygu basit bir algıdan fazla bir şey olduğuna göre, yalnızca algı sahibi olan basit tözlere genel olarak monat ve entelekheia demenin yeterli olacağını ve ancak algıları açık ve seçik olan ve bir bellekle birlikte bulunan tözlere ruh adı verilmesi gerektiğini kabul ediyorum" (Monadoloji [Monadologie], 19).

• Kötü ruh. Descartes şöyle yazar: “Öyleyse, gerçek bir Tanrı değil de [...], güçlü olduğu kadar, kurnaz ve aldatıcı olan ve tüm yeteneğini beni aldatmak için kullanan bir kötü ruh tasarlayacağım. Dış dünyada gördüğümüz her şeyin, yalnızca, onun benim saflığımı kötüye kullanmak için yararlandığı yanılsamalar ve aldatmacalar olduğunu [...] varsayacağım. Kendimi de ne eli, ne gözleri, ne eti, ne kanı olan, ayrıca hiçbir duyusu olmadığı halde kendini bütün bunlara sahip sanan biri gibi düşüneceğim" (Metafizik düşünceler [Möditations mötaphysiques], 1). Ama Descartes’ın ilk önce kötü ruh varsayımını öne sürmesi, bu varsayımı daha sonra reddetmek ve onun yerine, şeylerin varoluşunu güvence altına alan tanrısal doğruluk savını koymak içindir. "Ve bu şeyleri incelemek için tüm duyumlarıma, belleğime ve anlığıma başvurduğum halde, onlar başkaları aracılığıyla bana ulaşanlarla çelişecek hiçbir şey taşımıyorlarsa, o zaman onların gerçekliğinden hiçbir biçimde kuşkulanmamalıyım. Çünkü Tanrt'nın hiçbir zaman aldatmadığı gerçeğinden, zorunlu olarak, bu konuda hiçbir biçimde yanılmadığım sonucu çıkar” (Metafizik düşünceler [Mâditations mâtaphysipues], 6).

—İsi. İslam düşünce tarihinde, “ruh” sözcüğünün terim olarak anlamı konusunda öne sürülen çeşitli görüşler arasındaki ortak nokta, insana canlı ve bilinçli varlık denilmesine yol açan öğenin ruh olduğu anlayışıdır. Ruhun, insandaki iradeli ve iradesiz tüm eylemlerin kaynağı, canlılığın ilke ve belirtisi, algı olayını gerçekleştiren yetenek olduğu İslam bilginlerince benimsenir. Gazali*, (1058-1111), 4 ciltlik ihya ül -ulûm iddin adlı yapıtında ruhun, tıp bilginlerine göre can anlamına geldiğini, ancak fizikötesi bir varlık olarak nefs, akıl ve kalp denilen manevi yetilerle aynı varlığı ifade ettiğini ve insanın gerçek benliğini oluşturan öz (zat) olduğunu belirtir. Ancak, bazı kelam bilginlerine göre nefs, canlı varlıktaki yaşamın ilkesi, ruh ise düşünme ve kavrama işlevini gerçekleştiren özdür. Sufi yazar Hücviri’nin Keşf ül-mahcûb (Hakikat bilgisi) adlı yapıtında belirtildiğine göre, İslam sufileri ruhu iyiliklerin ilkesi sayarak meleğe, nefsi de kötülüklerin ilkesi sayarak şeytana benzetirler.
İslam düşünce tarihinde ruh ile ilgili düşünsel sorunlar başlıca şu altı noktada ele alınır:
1. ruhun varlığı;
2. ruhun içeriği;
3. ruhun bedenden önce ya da sonra yaratılması;
4. bedenin ölümünden sonra ruhun varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği;
5. tenasüh görüşünün eleştirisi;
6. ahiret yaşamında ruhun bedene dönüp dönmeyeceği.
Selef-i salihin denilen ilk İslam bilginleri, ruhun varlığına inanmakla birlikte, bu konuyla ilgili olarak Kuran ve hadislerde verilen bilgilerin ötesinde tartışma açmanın doğru olmadığını; ruhun, insan aklının anlayıp kavramayacağı ölçüde sırlarla dolu olduğunu belirtirler. Bu görüşlerine Kurandaki “Ey Muhammet, sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: ruh, Rabbimin bir işidir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir." (XVII, 85) anlamındaki ayeti kanıt gösterirler.
Konuyu çoğunlukla maddeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışan İslam kelamcıları, ruhu “ince (latif) bir cisim” olarak tanımlar. Endülüslü ünlü bilgin ibni Hazm (994-1062) daha da ileri giderek ruhu üç boyutlu ve uzayda yer kaplayan bir varlık biçiminde açıklar. Fahrettin Razi (1149’a doğr.-1209), İbni Teymiye (1363-1328), ibni Kayyim ül-Cezviye (1292-1350) gibi kelamcılarla Hücviri ve Kuşeyri gibi mutasavvıflara göre ruh nurani, ince (latif) tözlü, güneş ışığına benzer göksel cisimlerden oluşur. Bu cisimler değişme ve çözülme kabul etmez, ayrılmaz ve parçalanmaz (cüz layetecezze). Allah bedeni oluşturup ruhla birleşmeye elverişli duruma getirince, bu ince varlık beden parçalarının içlerine nüfuz eder. Bu birleşme, kelamcıların örneklemelerine göre susam yağı ile susam bitkisinin ya da gül yağı ile gül çiçeğinin birlikteliği gibidir. Kuran'ın "...sonra Allah ona (bedene) ruhundan üfledi" XXXII, 9) anlamında ayeti bu birleşmeyi anlatır. Bazı çağdaş araştırıcılar, kelam bilginlerinin ruh hakkındaki bu açıklamala- nyla günümüzün moleküler biyoloji ve genetik biliminin canlı hücre, genler ve yumurtanın döllenmesinden başlayarak organizmanın her aşamasındaki gelişmelere ilişkin açıklamaları arasında büyük bir benzerlik görürler.
İslam filozofları ve mutasavvıfların büyük çoğunluğu, kelamcıların maddeci ruh anlayışlarının tersine, daha çok nefs sözcüğüyle adlandırdıkları ruhu, salt manevi bir varlık olarak düşünürler. Farabi ve İbni Sina gibi meşşai filozoflarının Platon, Aristoteles, Plotinos gibi yunan filozofların açıklamalarından esinlenerek ruh hakkında ileri sürdükleri görüşler, sonradan büyük ölçüde tasavvufçular tarafından da benimsendi. Buna göre, ruh, bedenden ayrı ve bağımsız bir öze (zat) sahip olan, bu nedenle varlığını bedensiz sürdüren, madde üstü, salt manevi bir tözdür (cevher). insanın zihinsel ve ahlaksal durumu, dolayısıyla mutluluğu ya da mutsuzluğu tümüyle onun manevi benliğiyle ilgili olgulardır. Geçici bir süre için bedende bulunan bu öz, bedenin ölümünden sonra da bağımsız olarak yaşamını sürdürecektir.
Kelam bilimine göre, ruh bedenle birlikte yaratılmıştır ve onunla birlikte ölür. Ancak, bazı kelamcılar, ruhun bedenden bir süre sonra öleceğini öne sürerler. Kelam- cıiar, ruhun beden gibi ölümlü olduğuna Kuran'dan da kanıt gösterirler. Bu ayetlerden ikisi şu anlamlara gelir: "Her nefis ölümü tadacaktır” (III, 185). "Allah, ölecekleri zaman nefisleri çekip alır" (XXXIX, 42). Filozoflar ve sufilerse ruhun bedenden önce var olduğunu, bedenden sonra da varlığını sürdüreceğini, kabir yaşamı, baas (yeniden dirilme) ve ahiret yaşamının ancak ruhun varlığını sürdürebilmesiyle gerçekleşebileceğini savunurlar. Kelamcılar, ikinci yaşamla ilgili bu gelişmelerin, ruhun bedenle birlikte yeniden yaratılmasıyla meydana geleceğini öne sürerler.
İslam dünyasına eski Doğu dinleri ile Pythagoras felsefinden geçen ve ruhların bedenden bedene dolaşması anlamına gelen tenasüh (ruh göçü) görüşü, hemen bütün İslam bilginlerince eleştirilir, bu görüşü savunanlar, "melahide” (dinsizler) ve “zenadika” (zındıklar) diye adlandırılır.
Bütün İslam kelamcıları ahiret yaşamının hem ruhsal hem de bedensel bir yaşam olduğunu düşünürlerken, bazı İslam filozoflarj.bu yaşamın salt ruhsal bir yaşam olduğunu, bedenin yeniden dinlemeyeceğini, bunun olanaksız olduğunu öne sürerler.

—Türk mit. Altay ve Sibirya mitolojilerinin yaratılış destanlarına göre, tanrı Ülgen insanı çamurdan, kemiklerini taştan yaratmış ve bu cansız biçime ruh bulmak üzere göklere yükselmişti. Tüysüz köpeğini de onları şeytan Erlik'ten korumak üzere bekçi bıraktı. Ancak şeytan, köpeği kandırarak cansız biçimleri ele geçirdi, onlara kamışla üfleyerek ruh verdi. Geri dönen Ülgen bu durumu görünce çok şaşırdı ve onları kendi hallerine bıraktı. Bir çeşitlemeye göre de şeytan insanları pisliğe boğdu, tanrı geri döndüğünde bu duruma çok üzüldü ve insanların dış yüzünü iç yüzüne çevirdi, onlara gökten indirdiği ruhu verdi. Göktürk efsanelerine göre, göğün üçüncü katında insanların tüm yaşamının ve ruhunun bağlı olduğu Süt Ak Köl (süt gibi beyaz göl) vardı. Bir çocuk doğduğunda tanrı Ulgen'in buyruğuyla çocuğa buradan ruh verilirdi.

RUH a. (fars. rufj). Esk.
1. Anka kuşu.
2. Satranç taşlarından kale.
3. Ruh -üs-satranç, satrançtaki kale; itibarlı, saygın kimse.

RUH a. (fars. ruhi) Esk.
1. Yanak, yüz.
2. Yön, taraf.
3. Ruh-i al, pembe, kızarmış yanak. || Ruh-i dildar, sevgilinin yanağı. || Ruh-i gûlnar, gül renkli yanak. || Ruh-i rengin, renkli yanak. || Ruh-i zerd, sarı, solgun yanak.

RUH a. Müz. Türk müziğinde XV. yy.'da kullanılmış bir makam. (Günümüze ulaşabilen örneği yoktur.)

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

13 Haziran 2016 / Misafir Psikoloji ve Psikiyatri
9 Ağustos 2012 / asla_asla_deme Din/İlahiyat
25 Mayıs 2011 / KisukE UraharA Hayali Karakterler
9 Eylül 2008 / Misafir Psikoloji ve Psikiyatri
10 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış