RUH a. (ar. ruh).
1. Fels. ve Tanrıbil. Bazen can ile bir tutulan, tin'den (zihin, bilinç ve düşünce) ayrı yaşam ilkesi. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
2. Bir kimsenin zihinsel, ruhsal etkinliğinin ve bilinç hallerinin merkezi, o kimsenin gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümü: insan ruhunu anlamak. Onda bir şair ruhu var. Ruh soyluluğu. Ruh huzuruna erişmek.
3. Duygu, duyarlılık; canlılık, hareket: Adamda ruh yok ki duygu tansın. Bir eyleme yeni bir ruh kazandırmak.
4. Ed. (Bir topluluk), ruhu, toplumsal bir grubun üyelerine özgü, o grubu belirleyen düşünce ve davranış biçimlerinin tümü: Bir ulusun ruhu. Kitle ruhu. Takım arkadaşlığı ruhu.
5. Bir şeyin can alıcı noktası, özü: Bu öneri, yasanın ruhuna aykırı.
6. Bir şeye özgünlüğünü kazandıran, onda sürekli var olan, ona can katan, o şeyin insan duyarlılığına seslenmesine yol açan şey: Bu kentte ruh yok, anlamsız bir taş yığını.
7. Ruh durumu, ruh hali, bir kimsenin duygularıyla, davranışlarıyla, düşünceleriyle açığa vurduğu iç dünyası. || Ruh gücü, ruh büyüklüğü, karakter sağlamlığı, soyluluğu. || Ruhu bile duymamak, bir işin yapıldığını hiç mi hiç sezmemek, anlamamak, bir işin iyi gitmesinden sorumlu olduğu halde onun kötü bir biçim almasına hiçbir üzüntü belirtisi göstermemek. || Ruhu şad olsun, bir ölüyü hayırla, sevgiyle anarken söylenen söz. || Ruhum!, sevgi gösteren sesleniş (ed.). | (Bir kimsenin) ruhuna işlemek, söz konusu bir şeyse, onu derinden etkilemek; olumsuz, kötü bir şeyse, onun ayrılmaz bir parçası durumuna gelmek: Konser olağanüstüydü, ruhumuza işledi. Tembellik onun ruhuna işlemiş. || Ruhuna okumak, ölmüş bir kimse için Kuran okumak. || Bir kimsenin ruhunu okumak, onun ne düşünüp ne duyduğunu tümüyle anlamak. || Ruhunu şad etmek, ölmüş bir kimsenin iyi yönlerini anmak. || Ruhunu (şeytana) satmak, çıkarı için ahlaki bir değeri feda etmek. || Ruhunu teslim etmek, ölmek.
—Arkeol. Ruh evi, eski Mısır’da, VI. ve XII. hanedanlar arasında kullanılan, pişmiş toprak eşya. (Bk. ansikl. böl.)
—Eczc. Eskiden uçucu ilaçlara ya da damıtma yoluyla elde edilen ilaçlara ve al- kola'lara denirdi. Örneğin etilli alkolaya şarap ruhu, kâfurlu alkolaya kâfur ruhu, eterli alkolaya lokmanruhu denirdi.
—Etnogr. iyi ruh, yaşayanlara iyilik ettiğine inanılan doğaüstü varlık. || Kötü ruh, yaşayanlara kötülük, hastalık ve felaket getirdiğine inanılan doğaüstü varlık. (Bk. ansikl. böl.)
—Fels. Güzel ruh (alm. schöne Seele), Flegel'e göre, "tinin, katıksız saydam birliği içinde, kendi kendisi hakkında sahip olduğu bilgi” (Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], Mutlak bilgi) (Güzel ruh, genç Hegel'in mistik dönemine ait bir kavramdır; ama Flegel Tinin görüngübilimi'nde de bu kavramdan söz eder. Flegel'e göre güzel ruh, kendini sınırlandırabilecek her türlü somut eylemi reddederek dil aracılığıyla ifade ettiği evrenselliğini ve saflığını korur. || Kötü ruh, Descartes'ın, aldatan bir tanrı fikri tasarlamayı ve dünyanın gerçekliği ve algılanması konusunda köklü bir kuşku duymayı gerektiren varsayımı. (Bk. ansikl. böl.)
—Giz. bil. Ruh çağırma - İSPRİTİZMA,
—isi. insanın manevi özü. (Bk. ansikl. böl.)
—Kim. Damıtma yoluyla elde edilen ve kolayca uçan maddelerin eski adı; özellikle bileşiminde % 66-70 oranında etanol bulunan damıtık içki. || Ateş ruhu, etano- lûn eski adı. || Kükürt ruhu, kükürt dioksi- din eski adı. || Lokman ruhu - LOKMANRUHU. || Nane ruhu - NANERUHU. || Ni- şadır ruhu - NIŞADIRRUHU. || Odun ruhu, metanolün eski adı. || Potasyum nitrat ruhu, nitrik asidin eski adı. || Sirke ruhu - SİRKERUHU. || Şarap ruhu, etil alkolün eski adı. || Tuz ruhu - TUZRUHU. |j Vitriol ruhu, sülfürik asitlerin, sülfit asitlerinin ve an- hidritlerin eski adı.
—Psik. Ruh hastalığı - AKIL HASTALIĞI. || Ruh sağlığı - AKIL SAĞLIĞI.
—Ted. Ruh tedavisi - PSİKOTERAPİ.
—Tip. Ruh doktoru, halk arasında ruh ve akıl hastalıkları uzmanlarına (psikiyatr) verilen ad.
—ANSİKL. Arkeol. Ruh evleri mezarların üst kısımlarına yerleştirilirdi. Önceleri sunu masalarının basit birer taklidi olan bu eşyalar, daha sonra, revaklı birtaraçası ve giriş merdiveni olan ev modellerine dönüştü. Evin önündeki avlu, genellikle adak eşyalarına benzer şeylerle doldurulurdu. Sırlarının henüz çözülememiş olmasına karşın büyüyle İlişkili oldukları şüphe götürmeyen ruh evleri, o dönemin özel konutları hakkında tam bir fikir verir.
—Etnogr. iyi ve kötü ruh inanışının temeli, şamanlığa değin uzanır. Bu iki zıt kavramdan, özellikle kötü ruh ön plandadır. Şaman duaları, kötü ruhları kovmaya, onların getirebileceği kötülükleri, felaketleri ve hastalıkları uzaklaştırmaya yöneliktir. (SAMANLIK.) Kötü ruh inanışının izlerine batı Türkleri'nde de rastlanır; nitekim Anadolu’nun birçok yöresinde bu inanışın uzantıları bugün de görülür, inanışa göre kötü ruh, yaşarken de kötülük eden kişilerin ya da büyük bir haksızlığa uğramış olup intikam almak isteyenlerin ruhudur. Kimi zaman bir insanı buyruklarına alıp ona istediklerini de yaptırabilirler Bunlardan korunmak için en etkili yol, ruhun girdiği evi ya da etkilediği kişiyi hocaya okutmaktır. Anadolu'nun bazı yörelerinde bugün de akıl hastalarının, kötü bir ruhun etkisinde oldukları inanışı yaygındır.
—Fels Ruh kavramı, büyük felsefe sistemlerinde farklı anlamlara gelir. Bazıları, onu başka bir şeye bağlamaksızın, kendi başına tanımlar Örneğin Platon’a göre "Ruh (psykhe) en yüksek derecesinde ölmeyen ve yok olmayan şeydir (Phaidon, 106), “Sitede de ruhta da birbirine uyan eşit sayıda kesimler vardır (arzu duyan; öfe- keye kapılan; akıllı davranan) [Devlet, 4 440], Bu tanım, belli bir tinselciliğin (ruhun ölümsüzlüğü) ve bireyi topluma bağlayan birleştirici anlayışın kaynağını oluşturur. Başka bazı öğretilerse ruhu, onu başka bir şeye bağlayarak tanımlarlar (örneğin “beden’’e ya da ”anlık”a) ve bu karşıtlığı ruhun kurucu bir öğesi sayarlar. Örneğin Aristoteles’te ruh (psykhe), cismin şeklini belirtir: “Sonuç olarak ruh, gizli güç olarak yaşama kudretine sahip doğal bir nesnenin, yani organize bir cismin ilk entelekheia’sıdır" (Peri psykhes [Ruh üzerine], 2,1).
Descartes ruh/beden karşıtlığına, her ikisinin de kurucu öğesi olan ve “ruh ile bedenin birliği” adını verdiği kavramı ekler Böylece "ruh” ve “beden”, üçüncü bir kavrama, "ruh ile bedenin birliği” kavramına başvurulmaksızın düşünülemez. “Önce, bu üç tür kavram arasında büyük bir fark görüyorum, çünkü ruh kendini ancak saf anlık aracılığıyla kavrayabilir; cisim, yani uzam, şekiller ve hareketler de ancak anlık aracılığıyla bilinebilmekle birlikte, anlık imgelemden yardım görürse çok daha iyi bilinirler; ve nihayet ruh ile bedenin birliğine bağlı olan şeyler tek başına anlıkla olsun, imgelemden yardım gören anlıkla olsun, ancak bulanık bir biçimde bilinebildikleri halde, duyumlar aracılığıyla çpk açık bir biçimde bilinirler” (Lettre â Elisabeth [Elisabeth’e mektup], 1643).
Spinoza, ruh ve bedenin, yani farklı iki töz’ün birliği diye bir sorunun olamayacağını ileri sürerek sorunu başka bir biçimde ortaya koyar: ruh, daha başlangıçtan (tanımı gereği), bedene bağlıdır, çünkü bedenin fikrinden başka bir şey değildir. Spinoza şöyle der: “insan ruhunun önce fiili varlığını meydana getiren şey, fiilen var olan tikel bir şeyin fikrinden başka bir şey değildir” (Etika, 2,11). Bu yaklaşımdan, bilginin doğasına ilişkin önemli sonuçlar çıkar: ruh, ancak beden fikrini içeren şeyi, ya da bu fikirden çıkarılabilecek şeyi bilebilir. Tersine olarak, bilgimizin (cisimler hakkındaki bilgimizin) zenginliği, kendi cismimizin (bedenimizin) zenginliğiyle orantılıdır: bedenimizin etkinliğini artıran her şey, ruhumuzun gücünü de artırır.
Leibniz'e göre ruh, bölünmezliği dolayısıyla, geometrideki bir noktaya ya da fizikteki bir atoma benzetilebilir Bu nedenle Leibniz ruhu, "metafizik nokta” ya da “biçimsel atom” olarak tanımlar. Ayrıca, Leibniz, Descartes'a karşı aristotelesçi geleneği benimser ve yalnız insanın değil, hayvanların ve hatta bitkilerin de ruhu olduğunu kabul etmek gerektiğini ileri sürer. Ruh kavramı ile monat kavramı arasında da ayrım yapmak gerekir: “Genel olarak algıları ve iştahları olan her şeye Ruh dersek [...], bütün basit tözlere ya da monadlara da ‘ruh’ diyebiliriz; ama duygu basit bir algıdan fazla bir şey olduğuna göre, yalnızca algı sahibi olan basit tözlere genel olarak monat ve entelekheia demenin yeterli olacağını ve ancak algıları açık ve seçik olan ve bir bellekle birlikte bulunan tözlere ruh adı verilmesi gerektiğini kabul ediyorum" (Monadoloji [Monadologie], 19).
• Kötü ruh. Descartes şöyle yazar: “Öyleyse, gerçek bir Tanrı değil de [...], güçlü olduğu kadar, kurnaz ve aldatıcı olan ve tüm yeteneğini beni aldatmak için kullanan bir kötü ruh tasarlayacağım. Dış dünyada gördüğümüz her şeyin, yalnızca, onun benim saflığımı kötüye kullanmak için yararlandığı yanılsamalar ve aldatmacalar olduğunu [...] varsayacağım. Kendimi de ne eli, ne gözleri, ne eti, ne kanı olan, ayrıca hiçbir duyusu olmadığı halde kendini bütün bunlara sahip sanan biri gibi düşüneceğim" (Metafizik düşünceler [Möditations mötaphysiques], 1). Ama Descartes’ın ilk önce kötü ruh varsayımını öne sürmesi, bu varsayımı daha sonra reddetmek ve onun yerine, şeylerin varoluşunu güvence altına alan tanrısal doğruluk savını koymak içindir. "Ve bu şeyleri incelemek için tüm duyumlarıma, belleğime ve anlığıma başvurduğum halde, onlar başkaları aracılığıyla bana ulaşanlarla çelişecek hiçbir şey taşımıyorlarsa, o zaman onların gerçekliğinden hiçbir biçimde kuşkulanmamalıyım. Çünkü Tanrt'nın hiçbir zaman aldatmadığı gerçeğinden, zorunlu olarak, bu konuda hiçbir biçimde yanılmadığım sonucu çıkar” (Metafizik düşünceler [Mâditations mâtaphysipues], 6).
—İsi. İslam düşünce tarihinde, “ruh” sözcüğünün terim olarak anlamı konusunda öne sürülen çeşitli görüşler arasındaki ortak nokta, insana canlı ve bilinçli varlık denilmesine yol açan öğenin ruh olduğu anlayışıdır. Ruhun, insandaki iradeli ve iradesiz tüm eylemlerin kaynağı, canlılığın ilke ve belirtisi, algı olayını gerçekleştiren yetenek olduğu İslam bilginlerince benimsenir. Gazali*, (1058-1111), 4 ciltlik ihya ül -ulûm iddin adlı yapıtında ruhun, tıp bilginlerine göre can anlamına geldiğini, ancak fizikötesi bir varlık olarak nefs, akıl ve kalp denilen manevi yetilerle aynı varlığı ifade ettiğini ve insanın gerçek benliğini oluşturan öz (zat) olduğunu belirtir. Ancak, bazı kelam bilginlerine göre nefs, canlı varlıktaki yaşamın ilkesi, ruh ise düşünme ve kavrama işlevini gerçekleştiren özdür. Sufi yazar Hücviri’nin Keşf ül-mahcûb (Hakikat bilgisi) adlı yapıtında belirtildiğine göre, İslam sufileri ruhu iyiliklerin ilkesi sayarak meleğe, nefsi de kötülüklerin ilkesi sayarak şeytana benzetirler.
İslam düşünce tarihinde ruh ile ilgili düşünsel sorunlar başlıca şu altı noktada ele alınır:
1. ruhun varlığı;
2. ruhun içeriği;
3. ruhun bedenden önce ya da sonra yaratılması;
4. bedenin ölümünden sonra ruhun varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği;
5. tenasüh görüşünün eleştirisi;
6. ahiret yaşamında ruhun bedene dönüp dönmeyeceği.
Selef-i salihin denilen ilk İslam bilginleri, ruhun varlığına inanmakla birlikte, bu konuyla ilgili olarak Kuran ve hadislerde verilen bilgilerin ötesinde tartışma açmanın doğru olmadığını; ruhun, insan aklının anlayıp kavramayacağı ölçüde sırlarla dolu olduğunu belirtirler. Bu görüşlerine Kurandaki “Ey Muhammet, sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: ruh, Rabbimin bir işidir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir." (XVII, 85) anlamındaki ayeti kanıt gösterirler.
Konuyu çoğunlukla maddeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışan İslam kelamcıları, ruhu “ince (latif) bir cisim” olarak tanımlar. Endülüslü ünlü bilgin ibni Hazm (994-1062) daha da ileri giderek ruhu üç boyutlu ve uzayda yer kaplayan bir varlık biçiminde açıklar. Fahrettin Razi (1149’a doğr.-1209), İbni Teymiye (1363-1328), ibni Kayyim ül-Cezviye (1292-1350) gibi kelamcılarla Hücviri ve Kuşeyri gibi mutasavvıflara göre ruh nurani, ince (latif) tözlü, güneş ışığına benzer göksel cisimlerden oluşur. Bu cisimler değişme ve çözülme kabul etmez, ayrılmaz ve parçalanmaz (cüz layetecezze). Allah bedeni oluşturup ruhla birleşmeye elverişli duruma getirince, bu ince varlık beden parçalarının içlerine nüfuz eder. Bu birleşme, kelamcıların örneklemelerine göre susam yağı ile susam bitkisinin ya da gül yağı ile gül çiçeğinin birlikteliği gibidir. Kuran'ın "...sonra Allah ona (bedene) ruhundan üfledi" XXXII, 9) anlamında ayeti bu birleşmeyi anlatır. Bazı çağdaş araştırıcılar, kelam bilginlerinin ruh hakkındaki bu açıklamala- nyla günümüzün moleküler biyoloji ve genetik biliminin canlı hücre, genler ve yumurtanın döllenmesinden başlayarak organizmanın her aşamasındaki gelişmelere ilişkin açıklamaları arasında büyük bir benzerlik görürler.
İslam filozofları ve mutasavvıfların büyük çoğunluğu, kelamcıların maddeci ruh anlayışlarının tersine, daha çok nefs sözcüğüyle adlandırdıkları ruhu, salt manevi bir varlık olarak düşünürler. Farabi ve İbni Sina gibi meşşai filozoflarının Platon, Aristoteles, Plotinos gibi yunan filozofların açıklamalarından esinlenerek ruh hakkında ileri sürdükleri görüşler, sonradan büyük ölçüde tasavvufçular tarafından da benimsendi. Buna göre, ruh, bedenden ayrı ve bağımsız bir öze (zat) sahip olan, bu nedenle varlığını bedensiz sürdüren, madde üstü, salt manevi bir tözdür (cevher). insanın zihinsel ve ahlaksal durumu, dolayısıyla mutluluğu ya da mutsuzluğu tümüyle onun manevi benliğiyle ilgili olgulardır. Geçici bir süre için bedende bulunan bu öz, bedenin ölümünden sonra da bağımsız olarak yaşamını sürdürecektir.
Kelam bilimine göre, ruh bedenle birlikte yaratılmıştır ve onunla birlikte ölür. Ancak, bazı kelamcılar, ruhun bedenden bir süre sonra öleceğini öne sürerler. Kelam- cıiar, ruhun beden gibi ölümlü olduğuna Kuran'dan da kanıt gösterirler. Bu ayetlerden ikisi şu anlamlara gelir: "Her nefis ölümü tadacaktır” (III, 185). "Allah, ölecekleri zaman nefisleri çekip alır" (XXXIX, 42). Filozoflar ve sufilerse ruhun bedenden önce var olduğunu, bedenden sonra da varlığını sürdüreceğini, kabir yaşamı, baas (yeniden dirilme) ve ahiret yaşamının ancak ruhun varlığını sürdürebilmesiyle gerçekleşebileceğini savunurlar. Kelamcılar, ikinci yaşamla ilgili bu gelişmelerin, ruhun bedenle birlikte yeniden yaratılmasıyla meydana geleceğini öne sürerler.
İslam dünyasına eski Doğu dinleri ile Pythagoras felsefinden geçen ve ruhların bedenden bedene dolaşması anlamına gelen tenasüh (ruh göçü) görüşü, hemen bütün İslam bilginlerince eleştirilir, bu görüşü savunanlar, "melahide” (dinsizler) ve “zenadika” (zındıklar) diye adlandırılır.
Bütün İslam kelamcıları ahiret yaşamının hem ruhsal hem de bedensel bir yaşam olduğunu düşünürlerken, bazı İslam filozoflarj.bu yaşamın salt ruhsal bir yaşam olduğunu, bedenin yeniden dinlemeyeceğini, bunun olanaksız olduğunu öne sürerler.
—Türk mit. Altay ve Sibirya mitolojilerinin yaratılış destanlarına göre, tanrı Ülgen insanı çamurdan, kemiklerini taştan yaratmış ve bu cansız biçime ruh bulmak üzere göklere yükselmişti. Tüysüz köpeğini de onları şeytan Erlik'ten korumak üzere bekçi bıraktı. Ancak şeytan, köpeği kandırarak cansız biçimleri ele geçirdi, onlara kamışla üfleyerek ruh verdi. Geri dönen Ülgen bu durumu görünce çok şaşırdı ve onları kendi hallerine bıraktı. Bir çeşitlemeye göre de şeytan insanları pisliğe boğdu, tanrı geri döndüğünde bu duruma çok üzüldü ve insanların dış yüzünü iç yüzüne çevirdi, onlara gökten indirdiği ruhu verdi. Göktürk efsanelerine göre, göğün üçüncü katında insanların tüm yaşamının ve ruhunun bağlı olduğu Süt Ak Köl (süt gibi beyaz göl) vardı. Bir çocuk doğduğunda tanrı Ulgen'in buyruğuyla çocuğa buradan ruh verilirdi.
RUH a. (fars. rufj). Esk.
1. Anka kuşu.
2. Satranç taşlarından kale.
3. Ruh -üs-satranç, satrançtaki kale; itibarlı, saygın kimse.
RUH a. (fars. ruhi) Esk.
1. Yanak, yüz.
2. Yön, taraf.
3. Ruh-i al, pembe, kızarmış yanak. || Ruh-i dildar, sevgilinin yanağı. || Ruh-i gûlnar, gül renkli yanak. || Ruh-i rengin, renkli yanak. || Ruh-i zerd, sarı, solgun yanak.
RUH a. Müz. Türk müziğinde XV. yy.'da kullanılmış bir makam. (Günümüze ulaşabilen örneği yoktur.)
Kaynak: Büyük Larousse