Arama

Psikiyatri (Ruh Hekimliği) Nedir?

Güncelleme: 17 Haziran 2016 Gösterim: 24.724 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Kasım 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Psikiyatri (Ruh Hekimliği)

Ad:  ps1.jpg
Gösterim: 6370
Boyut:  24.2 KB

Akıl hastalıklarını inceleyen ve tedavi eden hekimlik dalı. Çok eskiden akıl hastalarının doğaüstü bir kuvvetin etkisi altında olduğu sanılırdı. Eski Yunanlılar akıl hastalarının Tanrılarla ilişki kurmuş insanlar olduklarına inanmış, bu nedenle onlara saygı göstermişlerdir. Psikiyatrinin temeli 1793'te atıldı. Günümüzde akıl hastalıklarında, çeşitli bilgi ve yetenek testleri, elektro-ansefalografi, cerrahî araştırmalar, fizik tedavi (elektroşok), ilaçla tedavi (psikotrop maddeler) ve psikanaliz gibi yöntemler uygulanır. Akıl hastalıkları "psikoz" ve "nevroz" olmak üzere iki ana gruba ayrılır.
Sponsorlu Bağlantılar

Psikiyatri bir tıp dalıdır. Başlıca ilgi alanı beyin hastalıklarıdır. Bu alanda günlük dilde akıl hastalığı, ruh hastalığı, sinirlilik halleri, ... denilen durumlar yer alır. Bu hastalıklar düşünce, davranış, duygu değişiklikleri ile kendini gösterir. Psikiyatri bu hastalıkların tanı ve tedavileriyle uğraşır.
Ruh-zihin gibi kavramların bedenin işlevlerinden bağımsız olduğu düşüncesi yaygındır.
Bütün işlevler gibi insan varlığını biçimlendiren işlevler de hem bedensel hem dış koşullardan etkilenir. Psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkışında bedende ve dış ortamda oluşan değişikliklerin etki derecesi hastalıktan hastalığa değişebilir. Örneğin beyin urlarına bağlı ruhsal hastalıklarda bedensel etmenlerin etkisi en yüksek iken, yaşanılan olağan dışı yaşantılara tepki olarak ortaya çıkan ruhsal travmalarda dış etmenler belirleyicidir.
Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde, hastalıkların özelliklerine göre farklı yöntemler uygulanır. Doğrudan bedene uygulananlar (ilaç, elektrokonvulzif tedavi, vb.) olduğu gibi, insanın duygusal, düşünsel özelliklerini veya ilişkilerindeki değişkenleri hedef alan yöntemler (psikoterapi) de meslek alanına yer alır. Bu yöntemler ancak eğitimini almış kişilerce uygulanabilir.
Psikiyatrik bilgi ve uygulamalar bilimsel veriye dayalı olmak zorundadır. Son dönemde beyne ilişkin bilgi birikiminde artış olmuştur. Bu durum tedavi yöntemlerinde de eskisine göre daha hızlı değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Ancak yeni bir tedavi yönteminin ya da ilacın deneysel çalışmalardan uygulama alanına girmesi için bilimsel ve etik olarak tanımlanmış süreçlerden geçmesi, etkili olduğunun kanıtlanması ve meslek topluluğunca kabul edilmesi zorunludur.
Bu bağlamda henüz deneysel aşamada olan bedene uygulanan tedavilerin günlük tedavide kullanılması da, belirli bir yöntem olmadan “sohbet” etmenin de “psikoterapi” adı altında uygulanması da meslek ilkelerine aykırıdır.

Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 05:05
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Eylül 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Psikiyatri


Tıbbın uzmanlık dallarından biri olan psikiyatri, ruhsal bozuklukların ince­lenmesini ve tedavisini konu alır. Ruhsal bozukluk teriminin kapsamı çok geniştir; bir uçta çok hafif ve geçici rahatsızlıklardan öbür uçta çok ağır ve uzun süreli hastalıklara kadar uzanır. En ağır ruhsal bozukluklar, psikiyatri alanında uzmanlaşmış doktorların, yani psiki­yatrların ya da halk arasındaki yaygın adıyla "ruh doktorlarının psikoz olarak tanımladık­ları kişilik bozukluklarıdır. Psikozların, farklı belirtilerle ortaya çıkan pek çok türü vardır; ama yapılan araştırmalar, incelenen her top­lumun oldukça küçük bir yüzdesinde psikoz­lara rastlandığını ortaya koymuştur.
Sponsorlu Bağlantılar

Psikiyatrlara göre üç ayrı tipte psikoz var­dır. Birinci gruptakiler, tıpkı vücudu etkile­yen hastalıklar gibi fiziksel nedenlerden ileri gelir. Beyindeki organik bir bozukluktan kaynaklandığını belirtmek üzere "organik psikoz­lar" adı altında toplanan bu hastalıkların iyileşme şansı, psikiyatrın, hastalığın temelin­de yatan fiziksel bozukluğu saptayıp tedavi edebilme yeteneğine bağlıdır.
Öbür iki gruptaki psikozların ise böylesine somut ya da henüz saptanabilmiş bir nedeni yoktur. Psikiyatrlar bu iki grubu ayırt edebil­mek için hastalık belirtilerinin özelliklerini göz önüne alır ve temel zihinsel süreçlerden hangisinin, düşüncelerin mi yoksa duyguların mı daha çok etkilendiğini saptamaya çalışır­lar. Düşünce bozukluklarıyla ortaya çıkan psikozların en uç örneği şizofrenidir. Duygu bozukluklarının daha ağır bastığı psikozlara ise duygulanım bozuklukları denir.
Bazen bu iki gruptaki psikozlardan hangisi­nin söz konusu olduğunu saptamak oldukça güçtür; çünkü hastalık çoğu zaman hem duy­guları, hem düşünceleri aynı yoğunlukta etki­ler. Psikiyatrlar, sağlıklı bir tanı koyabilmek için, bu iki psikoz grubundaki hastalık belirti­lerinin nasıl ve hangi koşullar altında başladı­ğını büyük bir titizlikle araştırdılar. Sonunda düşünce bozukluklarının, özellikle şizofreni­nin hemen her zaman ergenlik çağının bitimi­ne doğru ya da yetişkinlik döneminin ilk yıllarında ortaya çıktığını saptadılar. Hastalı­ğın başlangıcında kişi, çoğu zaman saplantıya dönüşerek kendisini rahatsız eden kuruntula­ra (yanlış ya da temelsiz düşüncelere) kapılır.

Ayrıca, olmadık sesler işitmek ya da hayaller görmek biçiminde ortaya çıkan sanrılar (halüsinasyonlar) ve öbür duyu yanılsamaları baş­lar. Bu düşünce ve algılama bozuklukları bazen bütün zihinsel süreçlerin işleyişini alt­üst edecek ve kişide panik yaratacak kadar güçlüdür. Hasta, yani şizofren, bir noktadan sonra artık neyin gerçek, neyin gerçekdışı olduğunu ayırt edemez. Yaşadığı olayları ve karşılaştığı davranışları yanlış anlayıp yanlış yorumlar; insanlarla ve dış dünyayla ilişkileri bozulduğu için giderek içine kapanır. Psiki­yatrlar bu durumu "gerçekle bağlantının kop­ması" olarak tanımlamışlardır.
Duygulanım bozuklukları genellikle daha ileri yaşlarda başlar. Bu tip hastalıklarda kişi ya derin bir ruhsal çöküntü içindedir ya da kendisini çok değersiz hissettiği, hatta intiharı düşündüğü çökkünlük (depresyon) durumu ile kendisini her şeyden önemli gördüğü taşkınlık (mani) durumu arasında gidip gelir. Bu yüzden psikiyatride bu hastalığın adı manik-depresif ya da manyakodepresif psi­kozdur (taşkınlık-çökkünlük psikozu).

Duygulanım bozukluğu olan hastalar teda­viyle normal kişiliklerine yeniden kavuşabilir­ler. Oysa düşünce bozukluğu olan hastaların, özellikle şizofrenlerin çoğu tedaviden sonra bile hastalığın bazı izlerini taşırlar ve tümüyle eski kişiliklerine dönmeleri pek olağan de­ğildir.
Günümüzde, düşünce ve duygu bozukluk­larının en yıkıcı belirtilerini denetim altına almaya yardımcı olabilecek çeşitli ilaçlar var­dır. Ne var ki, hiçbir ilaç bu hastalıklara köklü bir çare olacak kadar etkili değildir ve ruh sağlığının en ciddi sorunu olan psikozların gerçek nedenlerini belirleyip tedavi olanakla­rını bulabilmek için araştırmaların sürdürül­mesi gereklidir.
Psikiyatrlar, bunların dışında kalan ve daha hafif belirtiler gösteren pek çok ruhsal bozuk­luk tanımlamışlardır. Kuşkusuz düşünce ve duygu süreçlerinin işleyişini bozan, ama psi­kozlar kadar ağır ve yıkıcı olmayan bu hasta­lıklar nevroz adı altında toplanır. Nevrozların en belirgin özelliği, kişinin kendi düşünce ve duygularında bir bozukluk olduğunu fark edip hastalığının bilincine varabilmesidir. (Oysa psikozlu hastalar bütün gerçekler gibi kendilerindeki değişiklikleri de yadsır ve has­ta olduklarını kabul etmezler.) Nevrozlu has­taların tedavisinde, kişinin kendisini rahatsız eden sorunları anlayıp bunların üstesinden gelmesine yardımcı olan psikoterapi yoluyla genellikle çok olumlu sonuçlar alınabilmekte­dir. Psikoterapinin pek çok yöntemi vardır; ama hepsinin ortak yanı psikiyatrla konuşa­rak sorunun temeline inmeye, ruhsal çatışma­nın nasıl ve neden kaynaklandığını saptayarak belirtileriyle nasıl başa çıkılabileceğini araştır­maya dayanır.
Psikiyatrlar henüz bütün ruh hastalıklarının nedenlerini tam olarak belirleyemedikleri için, uygulanacak en iyi tedavi yöntemleri konusunda da tam bir uzlaşmaya varabilmiş değillerdir. Bu nedenle günümüzde, ruh has­talıklarının kökenine ve tedavisine değişik açılardan yaklaşan dört temel psikiyatri okulu vardır.

Biyolojik psikiyatri,
ruhsal bozukluk­lardan çoğunun beyindeki işleyiş bozuklukla­rından kaynaklandığını savunur. Dolayısıyla bu görüşü benimseyen psikiyatrların araştır­maları beynin yapısını ve işleyişini daha iyi anlamaya yöneliktir.

Davranışçı psikiyatri,
insan davranışların­dan çoğunun sonradan öğrenildiğini vurgula­yarak, ruhsal bozuklukların da büyük ölçüde öğrenilmiş davranışlar olduğunu öne sürer. Bu okula bağlı psikiyatrlar her şeyden önce hastalığın dışavurumu olan belirtilere önem verir, bir belirtinin altında gizli nedenler aramazlar. Araştırmalarının odak noktası, bu olağandışı davranışın nasıl öğrenildiğini ve psikoterapi yoluyla nasıl değiştirileceğini sap­tamaktır.

Psikodinamik psikiyatri
Psikodinamik psikiyatriye göre, ruhsal bo­zuklukların çoğu zihindeki bilinçdışı süreçle­rin sonucudur. İstekler, korkular ve gereksi­nimler, kişinin düşünceleri, duyguları ve dav­ranışları üzerinde ters ya da olumsuz etki yaratan ruhsal çatışmalara yol açabilir. Kişi­nin bilinci dışında gelişen bu çatışmalar, bilinçaltının derinlemesine araştırılmasıyla or­taya çıkarılabilir. Bunun yolu da kişiyi özgür­ce konuşma akışı içinde bütün düşlerini, yarattığı fantezileri, hatta aklına gelen her şeyi anlatmaya yüreklendirmektir. Buna psi­kiyatride "özgür çağrışım" yöntemi denir. Psikodinamik psikiyatri araştırmalarının te­mel amacı, zihnin derinliklerini ve bilinçaltını elden geldiğince anlamaya çalışmak, özellikle çocukluk çağında bu iç çatışmaların ve gergin­liklerin nasıl geliştiğini belirleyebilmektedir.

Toplumsal psikiyatri
okulu ise, ruhsal bo­zuklukların çözümlenmesinde kişinin yaşam deneyimlerini ya da beyinsel işlevlerini değil, yaşadığı toplumsal koşulları, yani yetiştiği çevreyi, toplumsal sınıfı ve çevresinden gelen baskı ya da zorlamaları araştırmak gerektiği­ne inanır. Bu psikiyatri araştırmalarının hede­fi hastanın kendisi değil toplumsal çevresidir.
Ruhsal bozukluklar, yukarıda tanımlanan bu dört grup öğenin bileşkesi olabilir; başka bir deyişle, beyindeki organik bir bozukluk, öğrenilmiş davranışlar, iç çatışmalar ve top­lumsal baskılar belki de hastalığın gelişmesin­den aynı derecede sorumludur. Ruhsal bo­zuklukların nedenleri ve etkili tedavi yöntem­leri konusunda bilim adamlarının henüz uz­laşmaya varamamış olmaları, psikiyatrinin bu hastalara yardımcı olmakta çaresiz kaldığı anlamına gelmez. Çağımızda hiçbir ruh hasta­sının durumu umutsuz değildir ve çeşitli psikoterapi yöntemleriyle günden güne daha umut verici sonuçlar alınabilmektedir.

MsXLabs.org & Temel Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 04:47
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
22 Haziran 2010       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

PSİKİYATRİ

Ad:  1.jpg
Gösterim: 1390
Boyut:  9.2 KB

a. (fr. psychiatrie; yun. psykhe, ruh ve iatreia, tedavi'den). Tıbbın ruh hastalıklarını ve bunların tedavisini inceleyen bölümü.

—ANSİKL. Psikiyatri, başlangıcından beri, ruh hastalarına karşı gösterilen toplumsal bir davranıştan; ruh hastalığının tanımına, kuram ve tedavi yöntemine dayanan ve çeşitli psikiyatri kurumlarıyla tedavi uygulamalarında somutlaşan bir ideolojiden ayrılmamıştır. Sanayi devrimi öncesinde ve hatta XVII. yy.'a kadar, deliliğe, büyüsel-dinsel bir nitelik atfediliyordu (bazı toplumlarda iyilik, bazılarında da kötülük kaynağı olarak görülürdü) ve deliye karşı, genellikle, onu toplumdışı, verimsiz bir kişi sayan, hoşgörülü bir toplumsal tutum egemendi. Sadece yaşayan bir vücut olarak görülen deliye verilen tek destek, onu bir düşkünlerevine ya da hastaneye kapatmaktan ibaretti. Delinin tedavisi, ikinci planda kalıyordu ve tabi tutulduğu işlem onu toplumsal düzenin mantığını kabule zorlamak için uygulanan cezalandırıcı bir eğitimden başka bir şey değildi. Fransız devrimi’nden sonraki ahlak anlayışı, hastanın kapatılma koşullarını şeklen daha iyileştiren (Ph. Pinel, la Salpötriöre'deki hastaların zincirlerini çözdürmüştü) bir insancıllık görüntüsü altında deliliği, yeniden eğitilmesi gereken bir hasta kişinin ruhsal yetenek ve iradesinin bozulması, sapıklaşması olarak gördü. Böylece, ortaya, bedensel çalışmaya öncelik veren, aynı zamanda hastaya kendi kendini düzene sokup kontrol etmeyi öğretmeyi amaçlayan katı düzenli bir tedavi şekli çıkmış oldu. Delilik, kişilerarası ilişkiler alanında ortaya çıkan bir bunalım olarak tanımlanmaktaydı. Eski cezalandırma yönteminden ayrılan bu tedavi yönteminin farklı yanı, emredici bir eğitim modeline dayanmasıydı.

Psikiyatri, ayrı bir uzmanlık dalı, bilimsel bir etkinlik alanı olarak XIX. yy.'da doğmuştur Beyin, insanın ruhsal faaliyetlerinin merkezi olarak kabul edilince, ruhbilim, onu çeşitli bölümlere, başka bir deyişle, yetilere (bellek, duygusallık, zekâ vb.) ayırarak normal çalışmasını inceleyen bilim oldu; psikiyatri de bu ruhsal etkinlik merkezinin çeşitli bozukluklarını (patolojik hallerini) teşhis etme, bunların nedenlerini ve tedavilerini belirleme görevini üstlendi. Akıl hastanelerinde görülen çeşitli “akıldışı” davranışların teşhis ve sınıflandırılmasından yola çıkılarak ve sürekli ilerleyen genel felç (ruhsal ve patolojik belirtileri olan bir hastalık) örnek alınarak klasik ruhbilimsel nozografi kuruldu. Toplumsal koşullardan ve nedenini oluşturan insanlararası etkileşimden tamamen ayrı mütalaa edilmeye çalışılan delilik, ruhsal bir hastalık olarak tanımlandı. Bireyin davranış bozuklukları, yaşamış olduğu toplumsal karşıtlıklara bağlı değildi. Sadece, tedavi edilmesi gereken hastanın başına gelen bir durumdu. 1850’li yıllarda ortaya psikofarmakoloji (ruhbilim ile eczacılığın sentezi) çıktı. Marazi davranışların nedenleri ortadan kalkmasa bile bunların tedavisi mümkün görülüyordu. Öte yandan, psikiyatrinin tedavi alanında kullandığı şiddet yöntemleri bilim yaftası altında maskelendi. Bu yöntemlerin iddialı ve önemli şekilleri hâlâ varlığını sürdürmektedir: kardiazol, insülin şoklarıyla başlatılıp, elektrik akımı ve cerrahi ile sürdürülen tedavi gibi. Biyolojik psikiyatri, bireyin benlik-kişilik yönünü görmezlikten gelerek, onu biyolojik bir organizmaya indirgedi.
XX. yy.’ın başında ortaya yeni bir akım çıkmış bulunuyor. Bu akımın temeli, kişiliğin derinlerde gizli yapısının ve katmanlarının dinamiği üzerine kurulmuştur. Freud' un başlattığı bu akım, bir yandan, önemli bir tedavi okulu olan psikanalitik psikiyatrinin ( PSİKANALİZ) kurulmasını sağlarken, öte yandan da insan ruhunun hem normal, hem de hasta haliyle daha geniş şekilde tanınmasını mümkün kıldı. İkinci Dünya savaşı’ndan sonra psikanalizin gelişmesi ve sosyopsikolojiyle etnopsikiyat- rinin katkılarıyla, Avrupa’daki ruh ve akıl hastanelerinde uygulanan psikiyatriye karşı yeni bir seçenek ileri sürüldü.

Ruh ve akıl hastanelerindeki kurumsallaşmış şiddet yöntemine bir karşılık olarak İngiliz tedavi modeli ortaya çıktı. Tedavi çalışmaları, hastalar, hekimler ve yardımcı personelden oluşan ortak toplantılarda tartışılmaya başlandı. Psikanalizci akımın psikiyatri kurumlarına girmesi, Fransa'da başlatılan ve kurumsal psikoterapi adı verilen bir hareketin gelişmesini sağladı. Bu konuda La Borde ve Saint Alban kliniklerinde somut deneylere girişildi. Aynı şekilde, Fransa’da bir sosyal yardım politikası olarak psikiyatri sektörü kurma düşüncesi ortaya çıktı.
Bu model, düşünce ve teknik alanında iki kural koyuyordu;
1) ruh hastasının, akıl hastanesine, ruh hastalığı araç ve kurumlarına bağımlı kılınması demek olan tecrit olayının ortadan kaldırılması ve yardımcı ekibin, hastaların yaşadığı gerçek toplumsal ortama taşınması;
2) tedavi çalışmalarının birliği ve bölünmezliği (her tedavi sektörü ekibinin belli bir yerleşim biriminin [mahalle, semt] ruh sağlığıyla ilgili araçlann programlanmasıyla da görevli olması). Her yerleşim birimi, "üretken hasta hücresi” olarak, tanımlanır ve halk üzerinde tedavi araştırmaları yapılır. İtalya'da ise, bir yandan, okul çağındaki çocukları bölgelere ayırma modeli uygulanmakta ve problemli çocukların eğitimi ve ruh sağlığına ait merkezler kurulmasına çalışılmakta; öte yandan da, F. Basaglia'nın çevresinde toplanan bir grup ruh sağlığı uzmanının giriştiği kurumsal çalışmalar, psikiyatri hastanelerini bu kurumların bizzat ürettiği toplumdışı insanlar deposu olmaktan çıkarmaya uğraşmaktadır. İtalya'daki bu deneme, 1969’ dan başlayarak, hastanelerden başka kurumlara (huzurevleri, zekâ derecesi farklı çocuklar için okullar, zihin özürlülerine özgü kurumlar) ve marjinal sektörlere de el atmış, sağlık kurumlanndan ayrı ve klinik türde yardım dışında bir dizi koruyucu toplumsal etkinliklerde bulunan ruh sağlığı merkezlerinin kurulmasını sağlamıştır. 70’li yılların başında “antipsikiyatri” adı altında kuram ve tedavi yöntemlerini değiştirmeyi amaçlayan bir hareket ortaya çıktı. Bu hareket, tümüyle toplumsal-siyasal ve antikültürel bir açıdan, hem psikiyatri uygulamalarını, hem de psikanalizi eleştirdi (l'Anti -CEdipe, G. Deleuze ve F. Guattari). [ŞİZOFRENİ.] Bu akımın başlıca temsilcileri, ABD'de Szasz ve İngiltere'de Laing, Cooper ve Esterson'dur. Bu hekimler doğal tedavi yöntemlerine başvurmaksızın, ruhsal bunalım içindeki insana uygun yer ve çevreyi sağlamaya yönelik küçük tedavi birimleri kurdular.

Psikiyatri günümüzde, tedavi uygulamalarının değişmiş olması nedeniyle hasta bireyi, aile, iş, vb. çevrelerindeki karşılıklı etkileşim çerçevesi içinde kendini gösteren toplumsal, siyasal ve kültürel çatışmaların konusu olarak; ruhsal hastalığı ya da davranış bozukluğunu da, bu çatışmaların toplumsallaşma süreci içinde doğurduğu bir sonuç olarak görmektedir.

Psikiyatri, Türkçe'de "ruh hekimliği" olarak isimlendirilse de, beyinle(ve yalnızca beyinle) uğraşır. Psikoterapi de dahil olmak üzere tüm tedavi yöntemleri, etkisini beyinde(ve yalnızca beyinde) gösterir.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 04:50
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
17 Nisan 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Akıl ve Ruh Hastalıkları


Kişinin kalıtımı, çevresi ve geçirdiği ağır hastalıkların etkisinde akıl yeteneklerinin çeşitli biçimlerde gösterdiği uyum bozuklukları için kullanılan terim.

Ruhsal hastalıkların nedenleri konusunda çok kesin bilgiler yoktur. Ayrıca fiziksel hastalıklarda olduğu gibi, hastanın kişiliği de hastalığın biçimini ve klinik tabloyu belirlemede önemli bir etkendir. Psikozlar ve belli başlı tüm psikiyatrik hastalıklar, sinir sistemini oluşturan sinir hücrelerinin normal işlevlerindeki bozuklukla ilgilidir. Birçok akıl hastalığında genetik, biyokimyasal bozukluk saptanmıştır. Normal metabolizma etkinlikleri için gerekli olan vitaminlerin, bu arada özellikle B vitamininin yetersizliği ruhsal bozukluklara yol açar. Beyin korteksinin işlevindeki bozukluk çok kere buradaki sinir hücrelerinin aminoasit ve protein yapımlarındaki aksaklıklardan ya da anatomik bozukluklardan ileri gelmektedir.

Ayrıca, kendi kendine çalışmayı sağlayan hormonal işlevlerin düzensizliği de orta beyindeki merkezler arasında dengenin bozulmasına ve psikosomatik denilen birçok hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Akıl ve ruh hastalıkları genel olarak iki büyük gruba ayrılır. Şiddetli seyreden, belirgin derecede bozuk bir davranışa yol açan, normal yaşamın bir belirtisi ya da abartılmış biçimi olarak açıklanamayan ve hastanın, sezgisini yitirdiği bir akıl hastalığı olan psikozlar birinci gruba girer. Bu ögelerin eksik ya da az belirgin olduğu durumlardaysa psikonevroz terimi kullanılır. İkinci grup, uyum, özellikle kişilerarası ilişkilerin bozukluğundan ötürü ortaya çıkan nevrozları kapsar. Nevroz ya da psikonevrozların psikozlardan farkı, başta, duygusal yaşantı ve davranışın nitelik bakımından farklı oluşudur. Ayrıca nevrozlarda gerçeklikle ilişki bozulmamıştır, genellikle sezgi hâlâ vardır. Psikonevrozların klasik olarak dört biçimi vardır. İsteri, nevrasteni, psikasteni ve sıkıntı nevrozu. Akıl hastaları, psikiyatristlerce yapılacak tedavi ve uygulanacak ilâçlarla, psikoterapi, davranış tedavisi ve elektroşok gibi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 04:51
psikopat - avatarı
psikopat
Ziyaretçi
2 Haziran 2015       Mesaj #5
psikopat - avatarı
Ziyaretçi

PSİKİYATRİ ÇALIŞMA ALANLARI


Bir tıp dalı olan psikiyatri nörobilim, farmakoloji, biyokimya, psikoloji ve tıp alanları ile iç içedir. Nörolog ve diğer branşlardan farklı olarak psikiyatristler doktor-hasta ilişkisinde uzmanlaşmış ve psikoterapinin farklı yollarla kullanımı ile diğer tedavi edici iletişim teknikleri üzerine eğitim almışlardır.

Psikiyatristler ayrıca psikologlardan aldıkları eğitimle ayrılırlar. Tüm diğer tıp alanları için gerektiği gibi temel tıp eğitimi aldıktan sonra psikiyatri uzmanlık dalını seçerler. Hekim olan psikiyatri uzmanı ruhsal bozuklukların tanısını yapmak ve tedavisini üstlenmekte yetkili ve sorumludur.
Psikiyatristler hastalarına gerektiğinde fizik muayene yapabilirler, laboratuvar testlerini isteyebilirler, tanı ve ayırıcı tanıya yönelik nörogörüntüleme araçlarını kullanabilirler, psikoterapi ve ilaç tedavisi uygulayabilirler veya diğer psikiyatrik incelemelerden geçirebilirler.

Psikiyatrinin tanı ve tedavisini yaptığı hastalık grupları aşağıda sıralanmıştır:


  • Depresyon
  • Panik Bozukluk ve Anksiyete Bozuklukları
  • Bipolar Bozukluk
  • Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar
  • Obsesif Kompulsif Bozukluk
  • Alkol ve Madde Bağımlılığı
  • Kişilik Bozuklukları
  • Disosiyatif Bozukluklar
  • Demanslar (Alzheimer Hastalığı, Frontotemporal Demans, Lewy Cisimcikli Demans vb.)
  • Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
  • Akut ve Posttravmatik Stres Bozukluğu
  • Somatoform Bozukluklar
  • Cinsel İşlev Bozuklukları (Vajinismus, Premature Ejekülasyon, Psikojenik Erektil Disfonksiyon vb.)
  • Uyku Bozuklukları (Uykusuzluk, Aşırı Uykululuk, Parasomniler vb.)
Psikiyatri (Ruh Hekimliği) , Psikiyatr (Ruh Hekimi) sözcüklerinin başka mesleklerin adlarıyla karışması sık karşılaştığımız bir olgudur. Mesleğimizin bazı kişilerce kötüye kullanılması ile de karşılaşmaktayız.

Psikiyatri bir tıp dalıdır. Başlıca ilgi alanı beyin hastalıklarıdır. Bu alanda günlük dilde akıl hastalığı, ruh hastalığı, sinirlilik halleri, … denilen durumlar yer alır. Bu hastalıklar düşünce, davranış, duygu değişiklikleri ile kendini gösterir. Psikiyatri bu hastalıkların tanı ve tedavileriyle uğraşır.

Ruh-zihin gibi kavramların bedenin işlevlerinden bağımsız olduğu düşüncesi yaygındır. Bizler mesleğimize adını da veren “ruh kavramı” ile beynin duygu, düşünce, davranışlarla ilgili işlevlerini anlıyoruz.

Bütün işlevler gibi insan varlığını biçimlendiren işlevler de hem bedensel hem dış koşullardan etkilenir. Psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkışında bedende ve dış ortamda oluşan değişikliklerin etki derecesi hastalıktan hastalığa değişebilir. Örneğin beyin urlarına bağlı ruhsal hastalıklarda bedensel etmenlerin etkisi en yüksek iken, yaşanılan olağan dışı yaşantılara tepki olarak ortaya çıkan ruhsal travmalarda dış etmenler belirleyicidir.

Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde, hastalıkların özelliklerine göre farklı yöntemler uygulanır. Doğrudan bedene uygulananlar (ilaç, elektrokonvulzif tedavi vb) olduğu gibi, insanın duygusal, düşünsel özelliklerini veya ilişkilerindeki değişkenleri hedef alan yöntemler (psikoterapi) de meslek alanımızda yer alır. Bu yöntemler ancak eğitimini almış kişilerce uygulanabilir.

Psikiyatrik bilgi ve uygulamalar bilimsel veriye dayalı olmak zorundadır. Son dönemde beyne ilişkin bilgi birikiminde artış olmuştur. Bu durum tedavi yöntemlerinde de eskisine göre daha hızlı değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Ancak yeni bir tedavi yönteminin ya da ilacın deneysel çalışmalardan uygulama alanına girmesi için bilimsel ve etik olarak tanımlanmış süreçlerden geçmesi, etkili olduğunun kanıtlanması ve meslek topluluğunca kabul edilmesi zorunludur.

Bu bağlamda henüz deneysel aşamada olan bedene uygulanan tedavilerin günlük tedavide kullanılması da, belirli bir yöntem olmadan “sohbet” etmenin de “psikoterapi” adı altında uygulanması da meslek ilkelerine aykırıdır.

PSİKİYATRİST VE PSİKOLOG ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR ?


Ülkemizde insanlar genelde ruhsal sorunlarla uğraşan insanların tanımlamasını yaparken psikolog yada psikiyatristi aynı anlamda kullanmaktalar. Bu kullanım aslında aldıkları eğitim olarak çok farklı olan iki grubu birbirine karıştırmaktır.

Psikiyatrist
tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4 yıl psikiyatri ihtisası yapmış hekimlere denir. Böylece aldığı eğitimle insanın hem genel hastalıkları hakkında bilgi sahibi olan hem de ruhsal yapısını tanımlama ve gerektiğinde tedavi etme yetki ve bilgisine sahip bir insan ortaya çıkmaktadır. Hem hekim hemde üstüne ruh sağlığı uzmanı.

Oysa psikologlar edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünden mezun insanlardır. Normalde psiyatristlerle birlikte çalışırlar gerekli testleri hastalara uygularlar ve sonuçta psikiyatristin tanı koymasına ve tedavi etmesine yardımcı olurlar. Bazı özel eğitimlerden sonra psikoterapi yapmaya hak kazanırlar Bu işlev küçümsenemez. Hatta çok faydalı olduğunu da inkar edemeyiz. Ancak psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi yoktur. Hele ilaç yazma yetkileri hiç yoktur. Bu yapılmaya başladığı andan itibaren hastaya zarar verme başlamış olur. Bu yüzden müracaat ettiğiniz insan bir psikiyatrist mi yoksa bir psikolog mu iyi ayırım yapın. Hatta münkünse diplomasını görün. Ve bir sorununuz varsa güvendiğiniz başka bir hekimden referansla gidin.

Ruhsal rahatsızlıkların önlenmesi, tanınması, tedavi edilmesinde ve rehabilitasyonunda çalışan tıp fakültesi mezunu psikiyatri uzmanlık eğitimini tamamlamış hekimdir. Psikiyatri hekimi, 6 yıllık tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4-5 yıl psikiyatri ihtisası yapmış hekimlere denir.

PSİKİYATRİST TANIMI
Ruhsal rahatsızlıkların önlenmesi, tanınması, tedavi edilmesinde ve rehabilitasyonunda çalışan tıp fakültesi mezunu psikiyatri uzmanlık eğitimini tamamlamış hekimdir. Psikiyatri hekimi, 6 yıllık tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4-5 yıl psikiyatri ihtisası yapmış hekimlere denir. Böylece aldığı eğitimle insanın hem genel tıbbi hastalıklar hakkında bilgi sahibi olan hem de ruhsal yapısını değerlendirme tanı koyma, ayırıcı tanı yapma ve tedavi etme bilgisi ve yetkisine sahip olan kişidir.
Psikiyatri hekimi klinik karar verici olarak ruh sağlığı ekibi içinde koordinasyonu sağlamaktadır. Psikiyatrik hizmetin kaliteli olarak verilebilmesi için başvuru, değerlendirme, tedavi, diğer birimlere yönlendirme ve tedaviyi sonlandırma, izlem ve rehabilitasyon aşamaları tanımlanmıştır. Tıbbi süreçleri değerlendirerek psikiyatrik tablolara ilişkin ayırıcı tanı yapmak, tanı koymak, tedaviyi planlamak, ilaç ve diğer tedavi yöntemlerinin yanı sıra, uygun görülen psikoterapiyi uygulamak ve/veya yönlendirmek psikiyatri uzmanlarının sorumluluğu ve yetkisi içindedir.
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 04:53
kenan23 - avatarı
kenan23
Kayıtlı Üye
13 Haziran 2016       Mesaj #6
kenan23 - avatarı
Kayıtlı Üye
Psikiyatri tıp fakültelerinden doktor ünvanı ile mezun olan kişiler tarafından uygulanır. Ruh sağlığı rahatsızlıklarının (depresyon, panik bozukluk, obsesif kompülsif bozukluk ve diğer rahatsızlıklar) tedavisi için ilaç ve diğer uygulamaların (psikoterapi, psiko-eğitim, grup terapileri vs.) planlanlandığı bir süreçtir.

Benzer Konular

9 Ağustos 2012 / asla_asla_deme Din/İlahiyat
13 Ağustos 2009 / AeraCura Psikoloji ve Psikiyatri
23 Mart 2010 / ThinkerBeLL Psikoloji ve Psikiyatri
26 Kasım 2015 / yüksel2 X-Sözlük